Translate

9 Eylül 2012 Pazar

MİLLÎ MÜCADELENİN TARİHSEL ARKA PLÂNI


MİLLİ MÜCADELEDE KADINLARIMIZ


I. Dünya Savaşı ile Millî Mücadele dönemini birbirinden kesin çizgilerle ayırarak ele almak mümkün değildir. Bu iki tarihî olay/dönem birbirine neden-sonuç bağıyla sıkı sıkıya bağlı olarak gelişmiştir. I.Dünya Savaşı devam ederken İtilaf devletleri aralarında yaptıkları antlaşmalarla Osmanlı topraklarını paylaşmışlardı. 

Bu antlaşmalardan Sykes-Picot Antlaşmasına göre Suriye’de kıyı bölgesi Fransız ve bir kısmı İngiliz yönetimi altında bir Arap devleti kurulacak, Filistin milletlerarası bir bölge olacaktı. Güney Doğu Anadolu Fransızlara verilecekti. St. Jean Maurienne
Antlaşması da İtalya, İngiltere ve Fransa arasında yapıldı. Bu antlaşmaya göre Mersin’in batısından başlamak üzere Antalya, Konya, Aydın, İzmir bölgeleri İtalya’nın olacaktı. Bu iki gizli antlaşmadan da görüldüğü üzere İtilâf devletlerinin Osmanlı toprakları ile ilgili gizli emelleri bulunmaktaydı.

Osmanlı ordusu Kafkas, Süveyş ve Irak cephelerinde başarısız olmuş; ancak Çanakkale cephesindeki başarılarıyla Rusya’nın da çöküşünü hızlandırmıştır.1917 yılında Rusya, ardından Romanya savaştan çekilir.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson, 8 Ocak 1918’de on dört maddelik barış prensiplerini yayımlar.Antlaşmaların açık yapılması, denizlerin serbestliği, devletlerin ancak güvenliği sağlayacak kadar silâh gücüne sahip olmaları, sömürge halkı ile sömürgeci devletin isteklerinin kesin bir tarafsızlıkla halledilmesi
vb. esasları ile bu prensipler yenilgiye doğru giden devletlere ferahlık vermiştir. 1918 yılı sonunda Bulgaristan, Osmanlı, Avusturya, Almanya ağır şartlarla ateş kesmeyi kabul eder. 

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Bu antlaşma, Osmanlı toprakları üzerinde gizli antlaşmaların uygulanmasını kolaylaştıracak şekildedir ve bu, Osmanlı için kayıtsız, şartsız teslim olmak demektir. Özellikle yedinci ve yirmi dördüncü maddeler İtilâf devletlerinin niyetini ayan beyan ortaya koymaktadır.
Bu arada antlaşma görüşmeleri sırasında Osmanlının yenilgiyle sonuçlanan bu savaşa girmesine neden oldukları düşünülen Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa ve İttihat ve Terakki cemiyetinin diğer birkaç ileri geleni yurt dışına kaçırılır. İngilizler yedinci madde gereğince Musul’u ve İskenderun’u işgal eder.

Paris Barış Konferansı neticesinde İttifak devletleriyle barış antlaşmaları (Almanlarla Versaille Barış Antlaşması, Avusturya ile Saint Germain Antlaşması, Bulgaristan’la Nevilly Antlaşması, Macaristan ile Trianon Antlaşması) imzalanmasına rağmen Osmanlı Devleti ile antlaşma en sona bırakılır. 

Çünkü Osmanlı topraklarının paylaşılmasında anlaşmazlıklar vardır. Ayrıca Anadolu’da Millî Mücadele başlamıştır.
KURTULUŞ SAVAŞINDA ANADOLU
Türklere yapılan ağır muameleler, Ermenilerin ve Rumların taşkınlıkları, İstanbul hükûmetinin tepkisizliği sonucunda kurtuluş çaresi arayanlar, cemiyetler, dernekler kurmaya başladılar. Edirne’de Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Osmaniyesi, İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti, İstanbul’da Doğu
Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Gizli Karakol Cemiyeti, Urfa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Millî Kongre gibi.

Bu sıralarda Samsun ve çevresinde Rum çeteleri düzeni bozmaktadırlar ve İtilaf devletleri düzenin yeniden sağlanmasını İstanbul hükûmetinden ister. Mustafa Kemal, Vahdettin tarafından o bölgedeki durumu incelemek ve düzeni sağlamak üzere Samsun’a gönderilir. Bu M.Kemal'in aradığı fırsattır ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşır.

15 Mayıs 1919’da İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. İzmir’in işgalini protesto için Darülfünun konferans salonunda, Üsküdar’da, Fatih’te, Kadıköy’de, Sultan Ahmet meydanında mitingler yapılır. Bundan iki ay kadar önce de İstanbul hanımları İstanbul’un işgal edilmemesi için Fatih meydanında bir miting yapmayı kararlaştırmışlarsa da bu zabıta tarafından engellenmiştir. Onlar da Fatih türbesinde toplanmışlardır. Darü’l-Fünun’u bitirmiş olan Mediha Muzaffer Hanım bir söylevde bulunmuştur.O zamanın Memleket adlı bir gazetesi haberi verirken bu toplantıda yer alan hanımları “memleketimizin en yüksek ailelerine mensup hanımefendiler” şeklinde tanıtmıştır.

Bu hanımlar Paris, Londra, Roma, Washington kadın cemiyetlerine de muhtıralar gönderirler.Yine Memleket gazetesinde Türk kızlarının da mücadeleye katılmalarını teşvik edici makaleler yayımlanmıştır.

İzmir’in işgalinden sonra 19 Mayıs’ta yapılan Fatih mitinginde Halide Edip de bulunmaktadır.Halide Edip işgalleri protesto için yapılmış olan mitinglerde konuşan, protestolarda imzaları bulunanlar arasında başta gelir. Sultan Ahmet meydanında yapılan mitingde de konuşmuştur. Bu mitingde İtilaf devletleri temsilcilerine verilmek üzere bundan sonra bütün cami ve mescitlerde okunması
kararlaştırılan beyanname binlerce halk tarafından kabul edilmiştir. Beyannameyi hazırlayanlar arasında Halide Edip de vardır.
Halide Edip, Fatih, Kadıköy, Sultan Ahmet mitinglerinde konuşmalar yapmıştır.

Sadece mitinglerde söylevler vermekle yetinmemiş ayrıca cephede de görev almıştır. 2 Nisan 1920’de Ankara’ya gitmiş, Ağustos 1921’de de cephede çalışmak istediğini M. Kemal’e yazmıştır. Cevapta batı cephesinde çalışmasına izin verildiği yazılıdır. Sakarya Savaşı’ndan sonra görevine er değil onbaşı olarak devam etmiştir.Cephede silah kullanmamıştır. Cepheden Ankara’ya Ocak 1922’de döner.

Mitinglerde kadınların yaptığı konuşmalar, orada toplanmış halk üzerinde daha tesirli olmaktadır. Münevver Saime, Naciye, Şüküfe Nihal, Naciye (Elgin) bu mitinglerde konuşma yapmış olan diğer kadınlardır. İşgaller bu şekilde muhtıralarla, mitinglerle protesto edilirken M. Kemal Samsun’dan Havza’ya geçer. Amacı halkın uyanmasını sağlamak ve onları düşmana karşı direnişe geçirmektir. 

Havza’dan Amasya‘ya geçen M. Kemal, arkadaşları Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuad (Cebesoy) Paşa,Refet (Bele) Beylerle görüşerek Amasya Genelgesini imzalar. Bu genelge ile Millî Mücadelenin amaç ve yöntemi belirlenmiştir. Bu arada 23 Haziran’da M.
Kemal 9.Ordu Müfettişliği görevinden azledilir. Erzurum Kongresinde yine işgale karşı direnilmesi gibi kararlar alınmış, başkanlığını M. Kemal’in yaptığı dokuz kişilik bir temsil heyeti seçilmiştir. Nihayet 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas
Kongresi toplanır.Bu kongre ile sadece doğu illeri için yapılmış olan Erzurum Kongresinde alınan kararlar bütün ulusa mâl edilir. Millî cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği adı altında birleştirilir. Temsil Heyeti Doğu Anadolu’yu temsil eder, sözü kalkar ve yerine vatanın tamamını temsil eder, denilir.
Manda ve himaye reddedilir.

Sivas Kongresinden sonra Sivas valiliğinin 9 Aralık 1919 tarihli yazısıyla Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti kurulmuştur. 

Cemiyetin kuruluş haberi İrade-i Milliye gazetesinde şöyle verilir: “Sivas hanımları geçen Cuma günü (5.XI.1919) Nümune Kız Mektebinde toplanarak memleketin bütünlüğü ve istiklâlini
müdafaa uğrunda bütün Anadolu’nun birliği için çalışmak üzere bir cemiyet kurmuşlardır. İstanbul hükûmetine, İtilâf devletleri temsilcilerine çektikleri telgraflarla vatanlarının uğradığı tehlikeyi protesto etmişlerdir. Hanımlarımızın memleket endişesi etrafında erkekleri ve kardeşleriyle el ele ve sonuna kadar çalışmaya azmettiklerini gösteren bu vatanperver teşebbüs hususiyle, nutuklarında ve telgraflarında gösterdikleri metin, ciddî ve müstesna fedâkarlık hisleri, her türlü sitayişlerin üstünde bir his ve heyecan ile telâkki edilmiştir. Medeniyet âleminde, Anadolu’nun bu muhterem ve azimkâr heyecanlı seslerini Türk milletinin daima yaşayacağına en büyük delil olarak kabul olunacaktır.” 

Bu cemiyetin yönetim kurulu, göreve başlamasının üç gün sonrasından TBMM’nin açılışına kadar M. Kemal’le yazışmalarda bulunmuştur. 

İlk yazısında on iki kişiden oluşan yönetim kurulunun
birkaç günlük çalışmayla sekiz yüzden çok üye kaydettiklerini yakında Sivas’ta üye olmayan hiçbir kadının kalmayacağı, Anadolu’nun başka yerlerinde de cemiyetler kurulmasına çalışacakları bildirilir. M. Kemal imzalı gelen cevapta bu cemiyet
tebrik edilir. Bu cemiyet, işgalleri ve o zaman özellikle Adana’da müslümanlara yapılan zulümleri telgrafla ilgili yerlere protesto etmiş, işgallerin önlenmesini istemiştir.

Amasya, Erzincan, Kayseri, Bolu, Burdur, Kayseri, Kastamonu, Niğde, Kangal, Pınarhisar’da Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti temsil heyetleri kurulmuş, millî kuvvetler için büyük para yardımlarında bulunulmuştur.

Bu sırada 16 Mart 1920’de İstanbul İngilizler tarafından işgal edilir.

İlk direnme Fransızlar Adana bölgesini işgal (11 Aralık 1918) ederken Dörtyol’da olur. Bu Millî Mücadelenin başlangıcı da sayılabilir (19 Aralık 1918). Maraş’ta Ermenilerin Türk kadınlarına sarkıntılık etmelerine müdahale eden iki kişinin yaralanması üzerine Sütçü İmam, Ermenilerden birkaçını yaralayarak kaçar. 

Yaşanan bayrak olayının da ardından Maraş’ta Fransızlarla millî kuvvetler çarpışır ve Fransızlar Maraş’ı boşaltmak zorunda kalırlar. Fransız güçlerine karşı Maraş halkı kadını, çocuğu, ihtiyarıyla büyük bir direniş göstermişler, diğer il halklarına da örneklik teşkil etmişlerdir.

Urfa’da da aynı şey söz konusudur. Millî kuvvetlerin başarısı üzerine Fransa Ermenilerin hayatlarının korunması ve esirlerin teslimi şartıyla 11 Nisan 1920’de burayı da boşaltmak zorunda kalır. Bu bölgedeki direnişte silahı eline alarak bizzat cepheye koşan kahraman Türk kadınlarının da payı büyüktür. Çukurova’da
bıçaklarla, sopalarla düşmanla mücadele eden halkı kumanda eden Hacı İshak Ağa eşiyle birlikte savaşmıştır. Hacı İshak Ağa şehit düşünce eşi, bölgenin mıntıka kumandanı olan Yarbay Şemsettin Bey’e   “Kumandan Bey, Hacı İshak şehit oldu; fakat Türk milleti yaşayacaktır.”  diyecek kadar vatan sevgisiyle doludur ve kendisini
millî mücadaleye adamıştır. 

Bu bölgede kahramanlık göstermiş olan birçok Türk kadını vardır. Bunlardan biri olan Tayyar Rahmiye 1920’de Adana’da Fransızlara karşı müfrezesiyle birlikte savaşmıştır. Ateş altında kalan iki arkadaşını korumak amacıyla tereddütsüz atıldığı için kendisine tayyar (uçan) lâkabı verilmiştir. 
MİLLİ MÜCADELEDE KADINLARIMIZ
Yine Fransızlara karşı yapılan bir mücadelede  “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da , siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?”  diye bağırarak arkadaşlarını hücuma teşvik etmiştir. Fransız karargahı önünde alnından vurularak şehit düşmüştür.

İrade-i Millîye gazetesinin 2 Şubat 1920 tarihli nüshası “Kahraman Bir Türk Kadını” başlıklı yazısında Maraş’ta Fransızlarla mücadeleler sırasında Bitlis defterdarının hanımının bir mazgal hazırlayarak buna yaklaşan sekiz düşmanı öldürdüğünden ve akşam da erkek kılığına girerek yine mücadele için silaha sarıldığından bahseder.

Adana’da Fransızlara karşı yapılan mücadelede yararlılık gösteren Türk kadınlarından biri de Hatice Hatun’dur. Yol soran Fransız kuvvetlerine yanlış yol göstererek onları Karboğazı’na sokmuş ve bunu millî kuvvetlere haber vermiştir. Pusuya düşürülen Fransız kuvvetleri top ve tüfekleriyle esir edilmişlerdir.

Gaziantepli Yirik Fatma, Antep henüz Fransızlar tarafından kuşatılmadan önce düşmana karşı koymak için yola çıkanlar arasındadır. Elinde büyük bir et satırıyla akıncılarla yola çıkmış, çetenin gece dinlenmesini sağlamak için nöbet de tutmuştur.

Gülsüm Bacı ise Mersin-Tarsus arasında savaşın en kızgın olduğu bir zamanda susamış olan ve yanlarında matara bulunmayan Türk erlerine su taşır ve onlar sularını içerken bir askerin tüfeğini alarak düşmana doğru iki el ateş edip  “Artık ölsem de gam yemem.”  der.

Kurtuluş Savaşında yararlılık gösteren Adana mücahid kadınlarından Tayyar Rahmiye, Hatice Hatun madalya alanlar arasındadır.

Bu arada başa geçen Ferit Paşa hükûmeti, Millî Mücadeleyi eritmek ve millî kuvvetleri dağıtmak için olanca gücünü sarfetmektedir. Şeyhülislam’a hazırlatılan fetvalar Anadolu’ya düşman uçaklarıyla atılır. Millî kuvvetleri dağıtmak için Kuvayı İnzibatiye (halife ordusu) hazırlanır. Fetvalarda millî kuvvetlerin hilafet makamına
karşı geldiklerinden ve bu şekilde dinden imandan çıktıklarından dolayı katledilmeleri gerektiği söylenmektedir. Ankara’da meclis açılmadan evvel karşı fetvalara başvurulur. Bu karşı fetvalarda halifenin esarette olduğu ve onun kurtarılacağı, Millî Mücadeleye katılanların asi olmadıkları açıklanmaktadır.

Millet Meclisi, Ankara’da toplanmaya çalışılırken bir yandan Düzce, Yozgat, Beypazarı, Anzavur ayaklanmaları gibi din adına yapılan ayaklanmalar bastırılmaya çalışılmaktadır.

Doğuda ve güneyde Ermeniler, Karadeniz Bölgesinde Rumlar
silahlandırılmıştır. Batıda Yunan ordusu taarruza hazırlanmaktadır. Böyle bir durumda Millî Mücadele zor görünmektedir; fakat İngilizlerin Kütahya’dan çekilmeleri, Merzifon ve Samsun’daki askerlerini geriye almaları, İzmit’e kadar çekilmeleri ve Fransızların Urfa ve Maraş’ı boşaltmaları gibi başarılar da elde edilmiştir.

Büyük Millet Meclisi 29 Nisan’da Ankara’da toplanır. 24 Nisan’da M. Kemal başkanlığa seçilir. Meclis, 20 Ocak 1921 tarihine kadar Osmanlı meclisinin devamı sayılmıştır. Bu tarihte ise “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” prensibi kabul edilir.
ATATÜRK VE KAHRAMAN BİR TÜRK KADINI
Paris Barış Konferansına davet edilen Osmanlı hükûmeti adına konferansa katılan Tevfik Paşa, bu ağır barış şartlarını kabul edemeyeceğini bildirerek İstanbul’a döner.

22 Haziran’da taarruza başlayan Yunan ordusu güneyde Adagide, Kiraz, doğuda Salihli ve kuzeyde Akhisar’ı ele geçirir. Soma, Kırkağaç zaptedilir. İzmir kuzey cephesi bozulmuş ve millî kuvvetlerin çoğu dağılmıştır. Balıkesir, Bursa ve Trakya işgal edilir.

Büyük Millet Meclisinin meşruluğuna karşı yapılacak hareketleri önlemek için Hıyaneti Vataniye kanunu çıkarılır. Çerkez Ethem kuvvetleri Anzavur ayaklanmalarını, Düzce ve Yozgat ayaklanmalarını bastırır.

Osmanlı Devleti 10 Ağustos 1920’de ağır hükümler içeren Sevr Antlaşmasını imzalar. TBMM ise yaptığı toplantıda Sevr Antlaşmasını imzalayanları ve onaylayanları vatan haini ilan eder ve bu antlaşmayı tanımadığını duyurur.

Düşman işgaline Kuvayı Millîye birlikleri karşı koymaktadır. Ancak bu birlikler askerî disipline ve düzene sokulamamıştır. TBMM düzenli orduya geçiş kararı alır. Bu karara bazı Kuvayı Milliye komutanları (Çerkez Ethem, Demirci Mehmet Efe ) ayaklanır.

Doğu cephesinde 1917’de Rusya’dan ayrılan ve Kars dolaylarında
Ermenistan devleti kuran Ermeniler, Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla Kuzeydoğu Anadolu’da kendilerine vaat edilen Türk topraklarına hücuma başlarlar. TBMM doğu cephesi komutanlığına Kazım Karabekir Paşa’yı tayin eder. Yapılan savaş sonunda 3 Aralık 1920’de Ermenilerle Gümrü Antlaşması yapılır. Ermeniler bu antlaşma ile Doğu Anadolu’daki isteklerinden vazgeçmişlerdir. Bu antlaşma TBMM’nin uluslararası alanda imzaladığı ilk antlaşmadır.

Fransızlar ise Antep, Urfa ve Maraş’tan çekildikten sonra Ankara Antlaşması (1921) ile Hatay-İskenderun hariç Anadolu’yu terk ederler. İtalya ise Antalya yöresinde Yunanlılara kaptırdıkları yerler için kırgındırlar. Bu nedenle Yunan’a karşı Kuvayı Milliye’yi destekler bir tavır takınırlar. Onlarla savaşılmamıştır, batıda kazanılan zafer üzerine kendiliklerinden Anadolu’dan çekilmişlerdir.

En büyük mücadele batı cephesinde Yunanlılara karşı olmuştur. 
I. İnönü Savaşı sonunda Eskişehir’i almak ve Ankara üzerine yürümek amacındaki Yunan kuvvetleri yenilir.

Yapılan Londra Konferansına (1921), TBMM de çağrılır. Böylece İtilaf devletleri Ankara hükûmetini tanımış olur.

Yunan kuvvetleri II. İnönü Savaşında, Afyon, Eskişehir, Kütahya, Sakarya savaşlarında hezimete uğrar. Yunanlılara karşı yapılan son savaş, Büyük Taarruz’dur. Bu savaşta da Yunan kuvvetleri bozguna uğrar. Batı cephesinde Yunanlılarla yapılan bu büyük savaşlar sırasında ordu için insan, malzeme, silah, cephane, araç gerekmekteydi. Ordunun bu ihtiyaçlarının karşılanması için Tekalif-i Milliye kanunu çıkarılır. Bu kanunla her mahallede bir
Tekalif-i Milliye komisyonu kurulur. Halkın elindeki her türlü yiyecek giyeceğin yüzde kırkına sonradan ödenmek üzere el konulur. Halk kadını, ihtiyarı, çocuğuyla cephe gerisinde didinerek zafere ortak olmuştur. 

İstanbul’daki gizli teşkilat da gece gündüz çalışmakta depolardaki top, tüfek ve cephaneleri Anadolu yakasına kaçırmaktadır. Bunlar oradan da hayvan ve insan sırtlarında Ankara’ya nakledilmektedir. Nakil işlerini köy ihtiyarları ve kadınlar yapmaktadır. Her gün
kafileler halinde Ankara’ya geçişler olmaktadır. Ankara’ya giden yollar kağnılarla veya sırtlarında cephane taşıyan kadınlarla dolar. Kimi kadınlar büyük top mermilerini sırtlarında taşımışlardır. 
Kadınlar ayrıca Hilal-i Ahmer (Kızılay) şubesi kurarak altınlarını, takılarını buraya bağışlamışlardır. Hilal-i Ahmer Kadın Şubesi ordu için birçok erzak, eşya toplamıştır.
CEPHE GERİSİNDE KAHRAMAN TÜRK KADINLARI
Batı cephesinde de kadınlar diğer cephelerde olduğu gibi orduya sadece lojistik destek vermekle kalmamış cephede düşmanla savaşmışlardır da. Kara Fatmasilah elinde cephede düşmanla savaşan bu kadınlardan biridir. 

Asıl adı Fatma Seher’dir. I.Dünya Savaşı’nda da kendi ailesinden dokuz on kadınla birlikte Kafkasya cephesine gitmiştir. Mondros Mütarekesinden sonra M.Kemal’in Sivas’ta faaliyete geçtiğini öğrenince hemen yola çıkarak Samsun’a oradan da Sivas’a gider.
Üç günlük bir çabadan sonra M.Kemal’le görüşür. M.Kemal, ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini, savaştan korkup korkmadığını sorar. Konuşma sonunda da bütün kadınların onun gibi olması isteğinde bulunur. Ona “Kara Fatma” diye hitap eder. Bu hitaptan sonra Fatma Seher’in adı Kara Fatma
olarak kalır. M.Kemal Kara Fatma’ya kendi eliyle yazdığı bir kağıt vererek bunun sıkışık durumlarda işe yarayacağını söyler. Bir an evvel İstanbul’a gidip işe başlamasını ister. 

Kara Fatma bu talimat üzerine İstanbul’a gelir ve M.Kemal’den
aldığı kağıdı göstererek on beş kişilik bir çete kurar. Bunlar köylü kıyafetine girerek İzmit’e gitmişler orada Erzurum muhaciri olduklarını söylemişlerdir. Gizlice yaptıkları propagandalarla sayılarını arttırmışlardır. Sayılarını arttırdıktan sonra
savaşlara katılırlar. Fındıktepe’yi düşmandan temizleyerek buraya Türk bayrağını dikmişlerdir. Müfrezesine kırk üç kadından başka yedi yüz de erkek katıldığını söyleyen Kara Fatma, kadınlardan yirmi sekizi şehit düştükten sonra geriye kalan on sekiz kadın ve diğer erkeklerle I.İnönü ve II.İnönü savaşlarına katılmıştır. Bu savaşta  yaralanmış, tedavisinden sonra Düzce çevresindeki asker kaçaklarını toparlamak için oraya gitmiştir. Kara Fatma, 1921 İzmit’in düşmandan temizlenmesine kadar orada kalmıştır. Cepheye gönüllü asker de toplamıştır. İznik cephesine getirdiği üç yüz
seksen gönüllü arasında oğlu ve kardeşi de vardır. Sakarya Savaşı’nda da düşmanla çarpışmıştır. Müfrezesiyle katıldığı Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde esir düşer fakat kurtularak kıtasının başına geri döner. Bu başarısından dolayı üsteğmenliğe terfi eder. Kara Fatma müfrezesiyle Bursa’nın kurtuluşunda da bulunur. Gösterdiği yararlılıklar ve kahramanlıklar dolayısıyla kendisine madalya verilmiştir.

Kocasını Balkan Savaşlarında kaybeden, Yunanlıların İzmir’e girmesinden sonra köy köy dolaşarak gönüllü toplayan, iki oğlu ile birlikte Kuvayı Milliye’ye katılan Ayşe Hanım da batı cephesinde savaşmış kadınlarımızdandır. Aydın’da, Demirci’de Yunanlılara karşı kahramanca savaşmıştır. Büyük oğlunu Demirci’deki
savaşta şehit vermiştir. I. ve II. İnönü Savaşlarına da katılmış, küçük oğlunu da bu sırada şehit vermiştir. Sakarya Savaşı’na da katılmış, kasığından yaralanmıştır. Tedavi gördükten sonra müfrezesine geri dönmüştür. Başkumandanlık Meydan Muharebesinde de savaşmış ve Yunan’ı İzmir’de denize döken kıtalar arasında yer almıştır.

Yine cesur Türk kadınlarından Nazife Kadın ise Türk kuvvetlerinin yerini Yunanlılara söylemeyince düşman askerleri tarafından fırına atılıp yakılarak şehit edilir.

Gördesli Makbule de babası ile birlikte çete savaşlarına katılmıştır. Yirmi bir yaşında şehit düşer.

Asker Saime Hanım, İstanbul hanımlarından Millî Mücadeleye fiilen katılan, cephede silah kullanan, yaralanan bir hanımefendidir. İzmir’in işgali dolayısıyla Kadıköy Belediye Dairesi önündeki mitingde konuşmuş, mitingden sonra tutuklanmış, Anadolu’ya kaçarak Millî Mücadeleye katılmış ve yaralanmıştır. İstiklâl
madalyası almıştır.

En son yapılan Başkumandanlık Meydan Savaşı’nda da Yunanlıların yenilgiye uğraması üzerine Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922) yapılır. Bu antlaşma ile Boğazlar, Doğu Trakya ve İstanbul savaş yapılmadan alınır. İstanbul ve Boğazların TBMM’ne teslim edilmesi Osmanlı devletinin hukuken sona erdiğini gösterir. Barış için düzenlenen Lozan Konferansına İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Japonya, Sovyet Rusya, ABD ve TBMM hükûmeti çağrılır. 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalanır. 

Böylece yeni Türk devleti tanınmış olur ve Misak-ı Millî sınırlarına ulaşılır. Görüldüğü üzere yüreği vatan sevgisiyle dolu Türk kadınları yurt topraklarını düşmandan temizlemek için maddî manevî hiçbir fedakârlığı esirgememiş, bu yolda canını dahi feda etmekten kaçınmamış, millet bütünlüğü içersinde kendilerine düşen
görevi büyük bir özveriyle yerine getirmişlerdir.

ATATÜRK VE EŞİ LATİFE HANIM BİR TÖRENDE
SONUÇ:
Türk milletinin birleşip bütünleşerek vermiş olduğu Millî Mücadele,
tarihimizde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu anlamda Millî Mücadele Türk milleti için bir varoluş savaşıdır. Bu kadar önemli bir olay, edebiyatımızda birçok eser için kaynaklık teşkil etmiş, edebiyatçılar Millî Mücadele konusunda şiir, hikâye, tiyatro,
roman türlerinde birçok eser yazmışlardır. 

Çalışmamızda Millî Mücadeleyi konu edinmiş on beş romanı, kadınlara bu mücadelede olumlu ya da olumsuz rol biçmeleri
bağlamında inceledik. İncelediğimiz romanlarda, yazarların Millî Mücadeleyi ele alış şekillerine ve bakış açılarına doğru orantılı olarak kadınlara yer verilmiştir.

Romanların kimisi mücadeleyi olduğu gibi, kronolojisine uygun olarak, insanların tutumlarını da beraberinde vererek yansıtmaya çalışırken, kimisi de mücadele döneminin sadece bir kısmına veya bu dönemde yaşamış bir kesimin hallerine ışık tutmayı tercih etmişlerdir.
Kalpaklılar ve Kalpaklılar’ın ikinci cildi olan Doludizgin’de yazarın da önsözde söylediği gibi Kurtuluş Savaşı’nın hemen her yönüne değinilmeye çalışılmış mücadele kronolojik oluşumuna sadık kalınarak anlatılmıştır. Anlatılan olaylar gerçekten yaşanmıştır. Yazar, Kurtuluş Savaşı’na katılmış insanlardan duyduğu
dinlediği anılardan, araştırmaları sonucunda edindiği belgelerden yararlanmıştır.

Kurtuluş Savaşı’nın bütün yönlerinin ele alınması çabasıyla birlikte mücadelede çeşitli şekillerde etkin biçimde rol alan birçok kadın tipine rastlamak mümkün oluyor. Özellikle gerçekten yaşanmış olan Damat Ferit Paşa’nın başkatibinin kızının Kuvayı Milliyeciler için istihbarat sağlaması genişçe anlatılıyor. Romanın baş kişilerinden Müjgan, Millî Mücadele için istihbarat sağlayarak önemli görevler başarıyor. Ancak roman, bu işe macera yaşama arzusuyla atılan bu genç kızın daha sonra Kuvayı Milliye ruhuna sahip, millî davanın bilincinde bir hale dönüşüm çizgisini vermekte yetersiz oluşuyla eleştirilebilir. Müjgan’daki bu olumlu gelişmeyi ele alan psikolojik tahlilin yapılmamasını romanın dönemle ilgili daha çok şeye
değinebilme acelesinde olmasına yoruyoruz. 

Yine romanda, diğer romanlarda da görülen İzmir’in simgesi haline gelen kadın tipi vardır. İzmir’in kurtuluşu için canını ortaya koyarak savaşan Yusuf için nişanlısı Nermin, İzmir demektir. İzmir
kurtulduğunda, Nermin de kurtulacak ve Yusuf, İzmir’le birlikte Nermin’e kavuşacaktır. Yusuf, Nermin’le İzmir’in birleştiği bu düşünce sayesinde düşmanla savaşma gücü bulmaktadır. Kalpaklılar’da 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e
çıkmasıyla başlayan olaylar zincirinde savaş mağduru kadın tiplerine rastlıyoruz.

Ayrıca cepheye mermi taşıyan kadın kahramanların vatan için verdikleri bu hizmetler sırasında çektikleri sıkıntılar tasvir ediliyor.
Kalpaklılar ve Doludizgin’de olduğu gibi bir milletin âdeta tek yürek tek vücut halinde düşmana direnmesinin heyecanıyla cepheyi ve cephe gerisini anlatan Bozkırda Sabah’da lojistik destek veren kadın tipinden, eşi şehit olmuş gururlu ve hâlâ Millî Mücadeleye katkı sağlamaya çalışan kadınlara, dişiliğini kullanarak çete kurup millî kuvvetlere yardım eden kadınlardan, Yunanlılardan sakladığı adamları canı pahasına ele vermeyen kadınlara, mağdur edilenlere kadar her tipten kadın bulunmaktadır. Hem Kalpaklılar ve Doludizgin hem Bozkırda Sabah romanları, cephenin içinden bir milletin kurtuluş için verdiği mücadelenin heyecanını bütün
telaşesiyle, bütün gayretiyle verme çabasında olduğundan bu anlayış, bu romanlardaki kadın tiplerine de yansımıştır.

Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye’de kadın kahramanların idealize edildiğini görüyoruz. Vurun Kahpeye’de Aliye, idealist bir öğretmendir. Gittiği kasabada olumsuz bütün güçlerin karşısına, sahip olduğu iyi niteliklerle ve kendisini millî davaya, o kasabanın insanlarına adadığına dair ettiği yeminle Aliye konulur. Aliye,
kasabadaki Millî Mücadelenin karşısında olan, dini kendi çıkarları doğrultusunda kullanan çıkarcı ve yobaz Hacı Fettah’ın, ahlâksız bir insan olan Uzun Hüseyin’in can düşmanı haline gelir. Aliye, kasabaya geldiği andan itibaren çocuklara verdiği eğitimle, yüzü açık gezmesiyle dikkatleri üzerine toplayıp kasabadaki dengeleri
sarsar. Roman bu noktada gerçekçiliğin ötesinde bir yöne kaymaktadır; çünkü o dönemin koşulları düşünülecek olduğunda bütün kötülüklerin, çirkinliklerin karşısına konulan Aliye, inandırıcılığını yitirir. Ayrıca Aliye, düşünüş ve yaşayış biçimiyle
yeni Türk devletinin sinyallerini vermektedir. Aliye ile ilgili inandırıcı olmayan bir husus da Yunan kumandanı Damyanos’u malını mülkünü hatta Türk topraklarını terk etmeyi öne sürebilecek kadar genç kızdan etkilenmesidir.

Ateşten Gömlek’teki Ayşe tipi de idealize edilmiş bir kadındır. İzmir’de Yunan askerleri tarafından eşi ve çocuğu şehit edildikten sonra İstanbul’a gelen Ayşe, abisi Cemal’in arkadaşı İhsan, halasının oğlu Peyami ve onların arkadaşları genç subayların ekseninde döndüğü bir merkez haline gelir. Ayşe, çevresindeki
etkileyip, düşmana karşı verilen mücadele için Anadolu’ya yönlendirmektedir. Onunla tanışan bütün subayların gözünde Ayşe, yüce yüksek bir varlıktır. Bu subaylar için vatan sevgisinden önce Ayşe’ye duydukları sevgi gelmektedir. Ayşe istediği içim canlarını tehlikeye atılıp savaşırlar. Ayşe, iyi eğitim görmüş bir Türk
hanımıdır. Yabancı dil bilmektedir. İstanbul’a geldikten sonra çevresindeki subayların önüne hedef olarak İzmir’in kurtuluşunu koyduktan ve her birine romanın leitmotifi “Ateşten Gömlek”i giydirdikten sonra ders verip kazancını millî kuvvetlere
lojistik destek vermeye harcar. Hakkında tutuklama emri çıkınca, zaten gidip yaralı Türk askerlerine hemşirelik yapmak istediği Anadolu’ya geçer. Ayşe, o derece kendisini vatan müdafaasına adamıştır ki onun hemşireliği en tehlikeli biçimde cephe
içlerindedir. Abisi Cemal’in onun daha güvenli yerlerde çalışması yolundaki çabaları onu kızdırmaktadır. Hata o, kendisini korumak isteyen herkese kızmaktadır. Ayşe, İzmir yolunda en büyük tehlikelere atılmak istemektedir. Romanın sonunda Ayşe,
istediği gibi İzmir’e kavuşma yolunda cephede bir topun isabeti sonucu şehit olur.

Halide Edip’in inceleme konumuz olan bu romanlarında idealize edilmiş, Millî Mücadelenin bilincinde bu iki kadın dışında millî davaya çalışan hiçbir kadın tipi yoktur. Yazar, romanların baş kişisi olan bu kadınları idealize etme uğruna, mücadele için fedakârlıkta bulunan diğer kadın tiplerini ihmal etmiş, onlara yer vermemiştir. Ne Aliye’nin kasabasında Ayşe’nin bulunduğu köylerde, kasabalarda hiçbir kadın millî ruha sahip olarak gösterilmez. Bu biraz da yazarın, kadın kahramanlarını vurgulayarak ortaya koymak için Millî Mücadelenin çeşitli evrelerine ve yönlerine dağılmaktan kaçınmasından kaynaklanabilir.

Kuvayı Milliye’nin teşkilatlanma evresini konu edinen Yorgun Savaşçı’da, aranan bir Kuvayı Milliyecinin yer değiştirmesine yardım eden Nermin’den başka olumlu- olumsuz herhangi bir kadın tipine yer verilmemiştir. Daha önce de değinildiği üzere romanlar Millî Mücadelenin yansıtmak istedikleri evreleri ve yönlerine uygun olarak kahramanlarını seçmişlerdir. 

Kemal Tahir’in bir diğer romanı Esir Şehrin Mahpusu’nda ise incelediğimiz diğer romanlarda olmayan bir karşılaştırma söz konusudur. İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin gönlünü eğlendiren Şişli, Nişantaşı hanımları ve Millî Mücadeleye inanmış mahallelerdeki hanımlar, Millî Mücadele için çalışan Fatma Hanım ve hayatının büyük bir kısmını Avrupa’da geçirmiş Nermin karşıtlığında anlatılır. Fatma Hanım ve çevresi kendilerini millî davaya adamıştır. Halbuki Nermin, halası ve Sabriye düşman subaylarıyla eğlenmekte mahsur görmeyen bir anlayışa sahiptir.
Eşinin bu halini sindiremeyen Kâmil Bey, çareyi boşanmakta bulur.

İşgal kuvvetlerinin subaylarıyla düşüp kalkan, hiçbir ahlâk kaidesi tanımayan kadın tiplerinden söz edilmişken Sodom ve Gomore, bu tip kadınların ve bu çevrenin anlatılmasına atfedilmiştir. Romanda Millî Mücadele taraftarı hiçbir kadın yoktur. Bu dönemde işgal kuvvetleriyle gözükmekten, gönül eğlendirmekten çıkar ve itibar
kazanmayı uman İstanbul’un bu küçük kesiminin anlatıldığı romanda bütün kadınlar ahlâksız ve millî ruh bir tarafa olumlu hiçbir düşünceye, hisse sahip olamayacak kadar şuursuzdur.

Tarihsel bir roman olan Millî Mücadelede Çamlıca’nın Üç Gülü’nde millî davaya istihbarat sağlayarak faydalı olan, mitinglerde konuşmalar yapan üç kız kardeşin sergüzeşti, o döneme ait bilgilerin ara ara akışın kesilerek kesilerek verilmesiyle anlatılır. Kalpaklılar ve Doludizgin romanlarında, olay örgüsünün önemli bir bölümünü teşkil eden Damat Ferit Paşa’nın başkatibinin kızının Kuvayı
Milliyeciler için istihbarat sağlaması olayı bu romanda da yer bulur. Daha önce de belirtildiği gibi bu olay gerçekten yaşanmıştır.
Anadolu köylüsü, mücadele döneminde canla başla kurtuluş için çalışmıştır.

Yaban’da ise bunun aksine köylüler, direnişe kayıtsızdır. Hissiz, ruhsuz birer varlık olan köylüler için yaklaşan Yunan birlikleri de Türk birlikleri de hiçbir şey ifade etmemektedir. Bununla doğru orantılı olarak köylü kadınları da çarpıtılmış şekilde ele alınır. Cepheye sırtında mermi taşıyan köylü kadınlarının aksine Yaban’daki köylü kadını tipi düşmanla savaşması için çağrılan oğlunu tarlada çalışamayacağı için göndermek istemez.

Millî Mücadeleyi anlatmak gayesinde olmamakla birlikte olay zamanı olarak bu dönemin seçildiği Çalıkuşu’nda ise Feride, bilinçli olarak değil ama bir tesadüf sonucu yaralı Türk askerlerine hemşirelik yapmaya başlar.

İnceleme konumuz olan romanlardan Yeşil Gece’de olumlu-olumsuz hiçbir kadın tipine rastlamıyoruz. Buna yazarın bakmış olduğu perspektif ve anlatma gayesi içersinde olduğu ideolojinin temsilcisi Şahin Hoca’yla çıkarcı ve gerici kesimin mücadelesinin neden olduğu söylenebilir.

Kurtuluş (Hâlas)’ta millî ruha sahip bir genç olan Nihat’ın Anadolu’ya geçip mücadeleye katılma yolunda çektiği sıkıntılar ve onun bu kaybettiği zamanda millî kurtuluşun sağlanması yolundaki hadiselerin özetleri verilir. Bu arada Nihat’ın aşkı için Anadolu’ya geçip Millî Mücadeleye atılmayı isteyen biri İngiliz diğeri Türk iki
genç kadın anlatılır. Araştırma konumuz bağlamında romanın, kadınların dünyadaki ulvî olan her şeye ilham olduğunu, Kurtuluş Savaşı için de aynı şekilde görev alabileceklerini işlediğini söyleyebiliriz.

Millî Mücadele sırasında yaşanan gerçek olaylara yer veren romanlardan biri de Dikmen Yıldızı’dır. Bu romanda, bu dönemde yaşamış olan olumlu- olumsuz her tipten kadın bulunmaktadır. Hatta roman, mücadeleye kendini adamış, fedakârlıktan
kaçınmayan canla başla mücadele için çalışmış Türk kadınlarına hasrolunmuştur denilebilir.
KAHRAMANLARIMIZ KAĞNILARLA MÜHİMMAT TAŞIYOR
Görülüyor ki Türk kadını Millî Mücadele romanında gerçekte olduğu gibi kimi zaman olumlu yani Millî Mücadelenin yanında ve işgale karşı direniş gösterirken; kimi zaman olumsuz, millî değerlere sahip olmayan şekilde; kimi zaman da savaş mağduru olarak yer almıştır.

MİLLÎ MÜCADELE ROMANINDA KADIN TİPLERİ   - Yasemin ALTINKAYNAK
indirebilirsiniz.

-Halide Edip Adıvar, Ateşten Gömlek (ilk basım 1922)
-Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu (i.b. 1922)
-Halide Edip Adıvar, Vurun Kahpeye (i.b. 1923)
-Aka Gündüz, Dikmen Yıldızı (i.b. 1928)
-Reşat Nuri Güntekin, Yeşil Gece (i.b. 1928)
-Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore (i.b. 1928)
-Mehmet Rauf, Kurtuluş (Halâs) (i.b. 1929)
-Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban (i.b. 1932)
-Kemal Tahir, Esir Şehrin Mahpusu (i.b. 1961)
-Samim Kocagöz, Kalpaklılar (i.b. 1962)
-Samim Kocagöz, Doludizgin (i.b. 1963)
-Kemal Tahir, Yorgun Savaşçı (i.b. 1965)
-Tarık Buğra, Küçük Ağa (i.b. 1968)
-Bekir Büyükarkın, Bozkırda Sabah (i.b. 1969)
-Hıfzı Topuz, Millî Mücadele’de Çamlıca’nın Üç Gülü (i.b. 2002)

Türk kurtuluş savaşından görüntüler.
Biz bu ülkeyi böyle kazandık'

Kurtuluş Savaşı - 2011 Filminden fragman

SB.