Translate

3 Ekim 2012 Çarşamba

FAL VE FALCILIK KAVRAMI EKSENİNDE TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDE FAL VE KEHANET






Halk bilimi alanında yapılan çalışmalar, folklor hareketlerinin ve folklorik verimlerin statik değil dinamik olduğunu göstermektedir. Bu dinamikliği ve sürekliliği doğuran sebeplerin en önemlileri ise insanın zihin yapısı, iç dünyasının temel işleyiş tarzı ve ihtiyaçlarının değişmez oluşudur. İnsan, her çağda, her çevrede, hayatın her safhasında bir takım bilinmezler ile kapasitesini aşan problemlerle karşı karşıya kalmakta, bu unsurlar karşısında, özde değişmeyen bir kısım farklı mücadele vasıtalarına müracaat etmekten de geri durmamaktadır.

Bu doğrultuda, insanlık tarihi ile eşdeğer bir tarihi süreç içerisinde ele alınabilecek olan bilinmeyeni bilme ve gelecekte olacaklardan haberdar olma, merak ve isteğinden doğan gaybî ilimler ve dolayısıyla da fal içerikli türler, bu nitelikleri ile güncelliklerini, değişen şekil ve uygulamalarla günümüze değin sürdürmüştür. İnsanın kendini tanıma ve geleceğine ilişkin saptamalarda bulunulabilmesi hususunda, bir işaretler dizisi olarak ele alınabilecek olan bu türler, barındırdıkları kültürel unsurların yanında, yansıttıkları genel toplumsal beklenti, eğilim ve ilgi çekici açılımlarıyla da ilgiye değerdir.

İnsanoğlu, dünden bugüne gerek kendisiyle gerek çevresiyle ve gerekse içerisinde yaşadığı kozmik âlem ile ilgili bilinmezleri anlayıp keşfetmeye, yarının neleri getirip neleri götüreceğini önceden öğrenmeye ve böylece kendi kaderine hükmetmeye çalışmıştır. Elbette ki bu yaklaşımda, sınırları tespit edilemeyen esrarengiz âlem ve bu âlemin meçhullerine karşı duyulan merak ve korku öğesinin payı büyüktür. Bir diğer ifade ile olağan ya da olağanüstü her şekle, her eyleme bir mana verme ve bir anlam yükleme insanın mekanik döngüsünün doğal bir özelliğidir. Bu özellik, insanoğlunun bilinmeze dönük ilgi, arayış ve beklentilerini, dün olduğu gibi bugün de sürekli güncel kılan en önemli etken olsa gerektir.

Gelecek kaygısı ve bu kaygının kaynağı olan merak öğesi, insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır adeta. Bu duygu, kimim, neyim, ne olacağımdan tutun da uğurlu-uğursuz saat tespitlerine, doğacak çocuğun cinsiyet tayinine varıncaya kadar yüzlerce çok bilinmeyenli denklem niteliğindeki sorular silsilesi ve bunların muhtemel cevapları ile somut bir nitelik kazanır. Bahsi geçen soruların cevaplarındaki büyük gizem, insanlığı dün olduğu gibi bugün de -bazen hiç olmadık- birtakım arayışlarla meşgul etmeye devam etmektedir ki bu meşguliyetlerden birinin, belki de en çok umut bağlanılanının fal olduğu açık bir gerçektir.

İşte fal inancını besleyen ve bu işi meslek haline getirenleri toplum nazarında farklı kılan da başlangıcından günümüze insanın yapısında mevcut olan yarının bilinmezliğini anlama ve çözme gayreti ile dertlerinden bir an önce kurtulma isteğidir. Farklı inanç ve kültür dairesine mensup pek çok toplumda yaşam alanı bulmuş olan bu türden yaklaşım ve uygulamalar, muhataplarının toplumun hemen her katmanından olmasıyla, öncelikle sosyal daha sonra da ferdi bir kimlik taşımaktadır.

Fal ve Falcılık

Geleceği hem iyi hem kötü yönleriyle öğrenmek için farklı vasıtalara müracaat etme arayışlarının ortak adı olan fal, geçmişten günümüze değişen şekil ve uygulamalarla, yaşam alanı bulduğu toplumun medeni seviyesine adapte olarak insanın yaşadığı her yerde kullanılagelen bir pratiğin adıdır. ‚Fal: Uğur, talih, deneme, kahve fincanına, iskambile bakmak gibi bir takım garip usullerle insanın talihine ait şeyler söyleme.

Fal: 1. Gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi sahibi olmak için başvurulan çeşitli yollar tefe’ül. Bakla falı, yıldız falı. 2. Uğur, talih. Fal açmak: Fala bakmak. Fal oku: Fala bakmak için kullanılan ok. Fal taşı: Atılarak fala bakılan taş. Fala bakmak: Gelecekte olacak şeyleri öğrenmek için çeşitli yollara başvurmak.

İnsanlar, ilkçağlardan beri, geleceklerine kimi ön belirtilerden hareketle hükmedebileceklerine inanmışlardır. ‚Milattan önce 4000 yıllarında Mısır’da, Babil’de, Çin’de, Kalde’de astroloji ve el falı gibi metotların uygulandığını gösteren çeşitli belgeler, falın en eski menşe’inin muhtemelen Mezopotamya olduğunu destekler niteliktedir.Bununla birlikte, geleceği bilmeye yönelik çok sayıdaki tekniğin de Akkadlar döneminde gelişerek, daha sonra bütün Arap ve Akdeniz bölgelerine yayıldığı belirtilmektedir.Bu bölgelerde, ayna, kahve telvesi, bakla, iskambil kağıdı vb. gibi nesnelere bakmak ya da yıldızların devinimlerinden, kuşların seslerinden, uykuda görülen düşlerden anlamlar çıkarmak yoluyla çeşitli fallar vardı. Hemen hemen bütün mitolojiler de ünlü falcıların öyküleriyle doludur…Antikçağın Uythagoras, Platon vb. gibi ünlü düşünürlerinin bile fala ve falcılığa inanmış olmaları türün ehemmiyetini bu anlamda netleştiriyor olsa gerektir.

Eski Yunan, Roma, Mısır, Kalde, Babil ve Çin medeniyetleri içerisinde de yaşam alanı bulmuş olduğu ifade edilen fal, insanlara sunmayı vaat ettiği gizemli içeriği ile daima dikkat çekmiştir. Mesela; ‚Aristo, yüzün çizgilerine bakarak kişinin karakterini okuma üzerine -fizyonomi- bir kitap yazmış, Yunan mitolojisinde, Tanrı Apollon, evlenmek istediği Kasandra’ya falcılık yeteneği bağışlamış, Sümerler kesilen kurbanların karaciğerlerine, Etiler kuşların uçuşlarına, bakmak suretiyle ileriye dönük değerlendirmelere müracaat etmiş, Fransız astrolog Nostradamus, miladi 3000 yılına kadar olabileceklerle ilgili kehânetlerde bulunmuştur.

Kökü ve başlangıçtaki ilk manası belli olmayan fal, Arapça bir kelimedir. ‚Arapça’da fâl (fe’l): Uğur ve uğurlu şeyleri gösteren simge, anlamına gelir. Batı dillerinde umumiyetle ‘gelecekten haber verme (kehânet)’ anlamındaki Grekçe manteia ekiyle yapılan ve fal türlerine göre değişen kelimeler kullanılmaktadır…

Fal genelde ya bazı alet ve vasıtalarla ya da bazı yöntemlerle tahminlerde bulunma, içinde bulunulan zamanla ve gelecekle ilgili yorumlar yapma işidir. İslamiyet’in mukaddes kitabı Kur’an-ı Kerim’de fal kelimesi geçmemekte, bu kavram yerine ‘tyr’ kökü geçmektedir. Bazı hadislerde fal ve tıyara kelimelerinin her ikisi de gelecekte olabilecek hadiselere dair işaret, manasında kullanılmış, daha sonraları kelimenin manası, geleceği hem iyi hem de kötü yönleriyle öğrenmek için bazı garip vasıtalara müracaat sonunda elde edilen neticeleri de içine alacak şekilde genişletilmiştir.

...

İslamiyet’ten önceki Türkler, fala bir hayli itibar etmişler, karşılaştıkları çeşitli meselelerin çözümü için, falcıdan yardım beklemişler, koç, keçi, at, sığır ve geyiklerin kürek kemiği, aşık kemiği, koyun tezeği, fasulye, nohut, ateş, yıldız, ok ve yay, köpük, kaşık, eldiven gibi nesneleri birer fal aracı olarak kullanmışlardır.


Örneğin; 
Eski Türk dünyasında, şamanların üstlendiği kehânet görevini, Osmanlılarda müneccimlerin, kısmi sınırlamalarla dahi olsa üstlenmiş olması, bu bakımdan dikkate değerdir. Hatırlatmak gerekirse; müneccimbaşılık, 15.yy sonları ile 16. yy başlarında ortaya çıkmıştır. Medrese mezunu olan ilmiye sınıfı mensupları arasından seçilen müneccimbaşılar, ileri gelen devlet adamlarının kullanımı için takvim, imsakiye ve zayiçe hazırlamaya başlamışlardır. Takvimler 1800 yılına dek Uluğ Bey Zici’ne göre, bu tarihten sonra da Jacques Cassini Zici’ne göre hazırlanmıştır. Evvela, tahta geçme olmak üzere, savaş, doğum, düğün, denize gemi indirilmesi gibi konularda müneccimbaşılar ve bazen de müneccimler uğurlu saatler tespit etmişlerdir.



Günümüzde fal kavramı, dünün koyu ciddi ve vazgeçilmez duruşundan kısmen de olsa uzaklaşmış gibidir. Modern ilim ışığında, günümüz insanının pek çok bilinmezi ifşaya muktedir olması, fala ilişkin tutum ve yaklaşımlarda da değişikliklere sebep olmuştur. Bu değişim, bilinmezlerin adım adım bilinir hale geldiği aydınlanma sürecinin doğal sonucu olsa gerektir. 


Yalnız, yukarıda bahsettiğimiz gibi, fal ve fal içerikli uygulamalara yönelik yaklaşım değişimleri, türün ilgili toplumun bünyesinde daha farklı veya daha masum bir görüntü ile ortaya çıkmasını da engelleyecek bir boyuttan ve bilimsel zenginlikten şimdilik çok uzaktadır.

Bilindiği üzere, insanın gerek kendisiyle gerek çevresiyle ilgili bilinmezleri anlayıp keşfetme mücadelesi, bu işi meslek edinen ve toplumda büyük itibar gören kâhin, müneccim, sihirbaz, büyücü ve şifacı adı verilen bir kısım zümreyi de doğurmuştur. Tarih boyunca bazı dinlerde din adamlarının dahi kâhinlik yaptıkları, milattan önce 4000 yıllarında Mısır’da, Çin’de, Babil’de ve Kalde’de falcı ve kâhinlerin olduğu bilinmektedir. 

Türk kültüründe yer tutmuş bir kısım fal çeşidine ve bunlara ilişkin bazı uygulamalara yer vermeden önce, bu uygulamaların özünde yatan ‚Gök Tanrı’‛ inancına, ana hatlarıyla temas etmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Şöyle ki; Altay halklarına göre, Tengri kendilerinden hoşnut kalmadığında, bu durumu kozmik işaretlerle gösterirdi: Kuyruklu yıldızlar, kıtlıklar, su baskınları vb. Bu durumlarda Tengri’ye dua edilir, at, öküz, koyun kurban edilirdi. Özellikle doğal afetlerde ve büyük yıkımlarda Gök Tanrılara kurban sunulması bulgulanan bir olgudur.

Türk kültür tarihi içerisinde önemli bir köşe taşı olan Kutadgu Bilig, fal kavramını; iyi talih, baht, uğur kavramlarının karşılığı olarak anlamlandırır.Divan-ı Lugat’it-Türk’ün de fal karşılığı gelen ırk sözcüğünü; falcılık kâhinlik, bir kimsenin gönlündekini bilmek, olarak manalandırılması bu türün bizim kültürümüz içerisindeki duruşunu sergilemek adına kayda değer olsa gerektir.

Türklerin Müslüman olmadan önceki dini törenlerinde ve günlük hayatlarında, falın önemli yeri vardır. Orta Asya Türkçesi’nde fal kavramı ‚ırk‛ kelimesiyle karşılanmıştır. Nitekim, Kaşgarlı Mahmud, Divan-ü Lugat’it Türk’te bu kelimeyi; falcılık, kâhinlik, ve bir kimsenin içinden geçeni bilmek, şeklinde açıklar. Türklerde fal anlamına gelen kelimelerden biri de ‚tölge‛dir. Suya ve aynaya bakma, kurşun, köz ve tütsü, kürek kemiği, kahve, bakla falları, Türkler arasında yaygın olan fal türlerindendir. Şamanlar kayıp kişilerden haber almak için ayna kullanmışlardır. Kürek kemiğiyle fal bakma ise Asya’nın birçok bölgesinde yaygınlık kazanmıştır.

Dede Korkud Hikâyeleri’nden ‚Dirse Han Oğlu Boğaç Han Boyu‛nda, Dirse Han, kırk namerd yiğidine inanarak, bir av sırasında oğlunu okla vurur. Bu olayın ardından hanın eşinin, avdan yalnız dönen Dirse Han’a, oğlunun hayatından kaygı duyduğunu belirttiği soylaması esnasında karşımıza çıkan ‚segirmek‛ kelimesi, aşağıda bahsi geçecek olan inancın arkaikliğini ve tatbikini ortaya koyma bakımından dikkate değerdir. 

Örnekte görüleceği üzere, gözün seğirmesi, Boğaç Han’ın annesini, oğlunun başına kötü bir şey gelmiş olabileceği kanaatine götürmekle, ileriye dönük bir işaret niteliği kazanarak, aşağıdaki şekilde karşımıza çıkmaktadır.

‚Göksi gözel ala tağa ava çıkdun
İki vardun bir gelürsin yavrım kanı
Karanu dünde bulduğum oğul kanı
Çıksun benüm görür gözüm a Dirse Han yaman segrir‛



Fal baktırmak, iptidai Şamanizm felsefesine göre; bütün kişioğlunun ruhunda bıraktığı ve tedavisi kabil olmayan hastalıklardan da biridir. Halk hekimi, büyücü, din adamı, ozan vb. pek çok vasfı şahsında toplayan şamanın kâhin olmak sıfatıyla, bu toplumlarda, diğer üyelere karşın bariz farklılıkları olması da gayet doğal karşılanmalıdır. Şamanlar, seçilmiş kişilerdir ve bu nitelikleriyle, toplumun öteki üyelerinin ulaşamadığı bir kutsal alana erişebilirler. Onların esrime deneyimleri, dinsel ideolojinin katmanlaşmasına, mitolojiye ve törenler sistemine güçlü biçimde etkide bulunmuş ve bulunmaktadır. Şamanın bütün diğer görevleri ile beraber esas misyonu, toplumu gizli bilgilerle tanıştırmak ve makro-kozmosla, mikro-kozmos arasındaki dengeyi korumaktır ki Şamanın yerine getirmekle yükümlü olduğu bu işlevler arasında, fala bakarak gelecekten haber vermek de vardır. 

Geleneksel Şamanist Türk toplumlarında, şamanın ilgi sahasına giren tören, ritüel ve uygulamalar aşağıda sıralanmıştır ki bunlar arasında, gelecekten haber verme maddesi konumuz açısından dikkate değerdir.

1. Hastaları iyileştirmek
2. Ölen adamın ruhunu öteki dünyaya götürmek
3. Kısırlığı tedavi etmek
4. Avın bol olmasını sağlamak
5. Fal bakarak gelecekten haber vermek
6. Evi kötü ruhlardan temizlemek
7. Kurban sunmak
8. Mevsim ritüellerini düzenlemek
9. Sığırlara ve atlara zarar veren ruhları kovmak
10.Kayıp şeylerden haber vermek vs.


İslamiyet öncesi Türk kültür ve edebiyatında olduğu kadar, İslamiyet’ten sonraki dönemlerde de muhtevası itibariyle öneminden hiçbir şey kaybetmediğini gözleyebildiğimiz fal nev’inden türler, zamanla başlı başına birer edebi tür niteliği kazanmıştır. Mit, masal, efsane, destan, halk şiiri ve divan şiiri içerisinde, değişen oranlarda kendisine yaşam alanı bulmuş olan fal, günümüzde de belki daha masum ama daha renkli bir kompozisyonla ciddi oranda muhataplar bulmaktadır.

İnsanoğlu mevcut donanımıyla yaşamaya devam ettiği müddetçe, adı, şekli ve tatbiki ne kadar değişirse değişsin geleceğine ilişkin ön veriler sunduğuna inandığı bir kısım araca müracaat etmekten uzak kalamayacak gibidir. Bir diğer ifade ile ‚Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur‛ atasözünün özünü oluşturan ve insani bir özellik olan merak var olduğu sürece, insanın bilinmezi bilinir kılma mücadelesi de devam edecektir.



DR.Y.ZİYA SÜMBÜLLÜ
TUZLA ÜNİ.FELSEFE FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE ED.BÖLÜMÜ/BOSNA-HERSEK


Devamını pdf olarak indirebilirsiniz.











SB.