Translate

6 Kasım 2012 Salı

ERKEN YUNAN FELSEFESİ - John Burnet










*MİLETUS OKULU   : THALES, ANAXİMANDER, ANAXİMENES
*BİLİM VE DİN 
ANAXİMENES
*EFESLİ HERAKLEİTOS
*ELEALI PARMENİDES
*AKRAGASLI EMPEDOKLES
*KLAZOMENAİLİ ANAXAGORAS
*PİSAGORCULAR
*GENÇ ELEATİKLER
*MİLETUSLU LEUKİPPOS
*SEÇMECİLİK VE TEPKİ






GİRİŞ

I. Erken Yunan Felsefesinin Kozmolojik Karakteri. 

Evrene ilişkin geleneksel görüşün ve alışıldık yaşam kurallarının yıkılışına dek Yunanlar doğa ve davranış felsefelerinin doyurmaya çalıştığı gereksinimleri duymaya başlamadılar. Ne de bu gereksinimlerin tümü birden duyumsandı. Atalardan gelen davranış kuralları eski doğa görüşü yitip gidinceye dek ciddi olarak sorgulanmadı; ve bu nedenle en erken felsefeciler başlıca çevrelerindeki dünyaya ilişkin kurgular ile oyalandılar. Zamanı gelince, Mantık yeni bir gereksinimi karşılamak üzere yaratıldı. Kozmolojik araştırmanın sürdürülmesi bilim ve sağ-duyu arasında kendisi çözüm isteminde bulunan geniş bir ayrılığı gün ışığına çıkarmıştı, ve dahası felsefecileri paradokslarını bilime yabancı olanların önyargılarına karşı savunma araçlarını incelemeye zorladı. Daha da sonra, mantıksal sorunlar üzerine egemen olan ilgi bilginin köken ve geçerliği sorusunun doğmasına yol açtı; ve bu arada, aşağı yukarı aynı zamanda, geleneksel ahlakın çöküşü Etiğin doğuşunu getirdi. Mantığın ve Etiğin doğuşunu önceleyen dönemin böylece kendine özgü ayırdedici bir karakteri vardır ve ayrı olarak ele alınması doğru olabilir.(1)




II. Geleneksel Evren Görüşü. 

Bununla birlikte, anımsanmalıdır ki bilim ve felsefe başladığı zaman dünya daha şimdiden çok yaşlıydı. Özel olarak Ege Denizi Neolitik çağdan başlayarak yüksek bir uygarlığın, Mısır ya da Babil uygarlıkları kadar eski, ve önemli olan pekçok noktada ikisinden de üstün bir uygarlığın yeri olmuştu. Sonraki günlerin Yunan uygarlığının başlıca bunun yeniden dirilmesi ve sürdürülmesi olduğu her gün daha büyük bir açıklık kazanmaktadır, ama bu uygarlık hiç kuşkusuz gelişimini bir süre için durduran daha az uygarlaşmış kuzeyli halklardan belli yeni ve önemli öğeler de kazanmıştır. Kökensel Akdeniz nüfusu sayıca dışarıdan gelenlerden çok daha büyük olmuş ve onları birkaç kuşak içinde özümsemiş ve soğurmuş olmalıdır—bilerek sürece direnmeyi seçen Sparta gibi bir devlet dışında. Her ne olursa olsun, Yunan Sanatını ve Yunan Bilimini daha eski olan kuşağa borçluyuz.(2)


Yapıtlarını inceleyecek olduğumuz insanların tümünün de İyonyalılar olması dikkate değer bir olgudur. Yalnızca Akragaslı Empedokles bu kuralın dışındadır ve bu kuraldışı belki de gerçekte olmaktan daha çok görünürdedir. Akragas Gela’nın Rodos kolonisinden kuruldu, kurucusunun kendisi bir Rodoslu idi, ve Rodos, resmi olarak Dor olmasına karşın, erken Ege uygarlığının bir özelliği olmuştu. Haklı olarak göçmenlerin yeni Dor aristokrasisine olmaktan çok başlıca daha eski nüfusa ait olduklarını kabul edebiliriz. Pisagoras kendi toplumunu bir Akha kenti olan Kroton’da kurmuştu, ama kendisi Samos’tan gelen bir İyonyalı idi.


Bu böyle olunca, tarihsel zamanların ilk kez dünyayı anlamaya çalışan Yunanlılarının hiçbir biçimde şimdiye dek ayak basılmamış bir toprağa giren insanların konumunda olmadıklarını kabul etmeye hazır olmalıyız. Ege sanatının kalıntıları daha şimdiden evrene ilişkin oldukça tutarlı bir görüşün varolmuş olması gerektiğinin kanıtlarıdır, ama kayıtlar deşifre edilinceye dek bu görüşü ayrıntılı olarak ortaya sermeyi umudedemeyiz. [Girit’teki] Hagia Triada lahitinin üzerinde temsil edilen tören ölülerin durumuna ilişkin olarak oldukça belirli bir görüşü açığa çıkarır, ve Ege halkının tanrıbilimsel kurgular geliştirmede Mısır ve Babil halkları kadar yetenekli olmuş olduğundan emin olabiliriz. Önümüzdeki günlerde bunların izlerini bulmayı bekleyeceğiz, ve hemen denebilir ki Syros’lu Ferekydes’in fragmanları gibi şeyleri böyle kurgulardan arta kalan şeyler olarak görmenin dışında açıklamak olanaksızdır. Bu kurguların Mısır’dan ödünç alınmış olduğunu varsaymak için hiçbir zemin yoktur, üstelik bu erken uygarlıkların tümünün de birbirlerini etkilemiş olduklarından kuşkumuz olmasa bile. Mısırlılar Girit’ten tıpkı Giritlilerin Mısır’dan almış oldukları gibi kolayca ödünç almış olabilirler, ve deniz uygarlığında bir yaşam tohumu vardı ki, her nasılsa büyük nehirlere bağlı uygarlıkta eksikti.


Öte yandan, açıktır ki kuzeyli istilacılar erken günlerin güçlü tekerkliklerini dağıtarak ve herşeyden önce en sonunda Mısır’ı ve Babil’i boğmuş olan bir boş inancın büyümesini durdurarak Yunan dehasının özgürce gelişmesine yardım etmiş olmalıdır. Bir zamanlar gerçekten böyle bir boş inanç tehlikesinin olmuş olduğunu Ege kalıntılarındaki belli özellikler düşündürmektedir. Öte yandan, Apollon tapınması Kuzeyden Akhalar tarafından getirilmiş görünür, ve gerçekten de Olimpos dini denmiş olan şey, anlayabildiğimiz kadarıyla, başlıca o kaynaktan türetilmiştir. Gene de, üstlendiği sanatsal biçim Akdeniz halklarının damgasını taşır, ve onlar için başlıca o biçimde çekicilik taşıyordu. Üzerlerinde eski Ege dini açısından pekala düşünülebileceği gibi baskıcı bir etki yaratmış olamaz. Büyük olasılıkla Akhalardan ötürüdür ki Yunanlılar arasında hiçbir zaman bir rahipler sınıfı olmadı, ve bu olgu pekala özgür bilimin onların arasında doğmuş olması ile ilgili olabilir.




III. Homeros.



Bu etkilerin işleyişini Homeros’ta açıkça görürüz. Hiç kuşkusuz kendisinin eski ırka ait olmuş ve onun dilini kullanmış olmasına karşın,(4) Akha prenslerinin sarayları için şarkı söyler, ve kutladığı tanrılar ve kahramanlar çoğunlukla Akhalara aittir.(5) Bu nedenledir ki epikte evren üzerine geleneksel görüşün çok az izini buluruz. Tanrılar açıkça insansal olmuşlardır, ve ilkel herşey göz önünden uzaklaştırılır. Hiç kuşkusuz eski inançların ve kılgıların kalıntıları vardır, ama bunlar kural dışıdır.


Sık sık belirtilmiştir ki, Homeros hiçbir zaman insan-öldürme nedeniyle arınma gibi ilkel bir töreden söz etmez. Ölen kahramanlar eski ırkın kralları durumunda olduğu gibi gömülmez ama yakılırlar. Hayaletler için hemen hemen hiç yer yoktur. İlyada’da hiç  kuşkusuz Homeros’taki tek insan adak örneği ile yakın bağlantı içinde Patroklos’un hayaletini buluruz. Ayrıca Odysseia’nın On Birinci Kitabında Nekyia da vardır.(7)


Ama böyle şeyler seyrektir, ve haklı olarak çıkarsayabiliriz ki, en azından belli bir toplumda, Homeros’un şarkılarını kendileri için söylediği Akha prenslerinin toplumunda, evren üzerine geleneksel görüş göreli olarak erken bir tarihte daha şimdiden gözden 
düşmüştü, üstelik doğal olarak şurada burada kendini gösterse de.




IV. Hesiodos. 

Hesiodos’a geldiğimiz zaman, bir başka dünyaya geçiyor görünürüz. Tanrılar üzerine yalnızca usdışı değil ama itici öyküler dinleriz, ve bunlar büyük bir ciddiyetle anlatılırlar. Hesiodos Müzlere şunları söyletir: “Gerçek gibi görünen birçok asılsız şeyin nasıl anlatılacağını biliriz; ama isteyince gerçek olanı söylemeyi de biliriz.”(9)

Bu Homerik tin ve kendi tini arasındaki ayrımın bütünüyle bilincinde olduğunu gösterir. Eski kaygısızlık gitmiştir, ve tanrılara ilişkin gerçeği söylemek önemlidir. Hesiodos Homeros’tan daha geç ve daha hüzünlü bir zamana ait olduğunu da bilir. Dünyanın Çağlarını betimlerken, Bronz ve Demir çağları arasına bir beşinciyi ekler. Bu Kahramanlar Çağı, Homeros tarafından şarkıları söylenen çağdır. Onu önceleyen Bronz Çağından daha iyi, ve onu izleyenden, Hesiodos’un yaşadığı Demir Çağından çok daha iyi idi.(10)


Hesiodos ayrıca şarkılarını başka bir sınıf için söylediğini de duyumsar. Çobanlara ve çiftçilere seslenmektedir, ve Homeros’un kendileri için şarkı söylediği prensler “yamuk hükümler” veren uzaktaki kişiler olmuşlardır. Akha Orta Çağlarının romans ve görkeminin sıradan halk için hiçbir anlamı yoktu. Evrene ilişkin ilkel görüş gerçekte aralarında hiçbir zaman yitip gitmemişti; bu nedenle ilk konuşmacıları için onun şiirlerinde bu görüşü varsaymak doğaldı. Bu nedenledir ki Hesiodos’ta Homeros’un dikkate değmez gördüğü eski yabanıl masalları buluruz. Gene de Theogony’de yalnızca eski boş inancın bir yeniden dirilişini görmek yanlış olacaktır. Hesiodos yeni tin tarafından etkilenmenin önüne geçemezdi, ve kendisine karşın bir öncü oldu. İyonya bilimine ve tarihine doğru büyüyen şeyin tohumları onun şiirlerinde bulunacaktır, ve gerçekte eski düşüncelerin o durdurmaya çalıştığı bozuluşunu hızlandırmak için başka herkesten çoğunu yaptı. 


Theogony tanrılara ilişkin tüm öyküleri tek bir dizgeye indirgemek için bir girişimdir, ve mitoloji denli düzensiz bir şey için dizge zorunlu olarak öldürücüdür. Dahası, Hesiodos’un temasını irdeleyiş tini eski ırkın tini olsa da, ezgilerini söylediği tanrılar çoğunlukla Akha tanrılarıdır. Bu durum dizgeye baştan sona bir çelişki öğesi getirir. Herodotus Helenler için bir theogony yapanların, tanrılara adlarını veren ve görev ve sanatları aralarında paylaştıranların Homeros ve Hesiodos olduklarını söyler, ve bu bütünüyle doğrudur. İnsanların kafalarında eski yerel tanrıların yerini Olimpos’un pantheonu aldı, ve bu Homeros’un olduğu kadar Hesiodos’un da işiydi.


Sıradan insan tüm yerel bağlantılarından koparılan ve şiir tarafından eski tapınma nesnelerinin yerine geçirilen bu insanlaştırılmış şekillerde kendi tanrılarını güçlükle tanıyordu. Böyle tanrılar halkın gereksinimlerini doyurmaya yeteneksizdiler, ve yeri geldiğinde irdelememiz gerekecek olan dinsel yeniden dirilişin gizi budur.



V. Kozmogoni. 

Hesiodos’un kendini zamanının bir çocuğu olarak göstermesi yalnızca bu yolda olmaz. Theogony aynı zamanda bir Kozmogonidir, gerçi Hesiodos burada kendine özgü bir düşünceyi izlemekten çok eski geleneği izliyor görünse de. Her ne olursa olsun, yalnızca iki büyük kozmogonik şekilden, Kaos ve Eros’tan söz eder, ve gerçekte onları dizgesi ile bağlantı içine getirmez. Bunlar gerçekte eski bir kurgu katmanına ait görünürler. Kaos tasarımı şeylerin başlangıcının bir tablosunu sunmak için belirgin bir çabayı temsil eder. Biçimsiz bir karışım değil, ama, etimolojisinin belirttiği gibi, dahaçok ağzını açmış bir uçurum ya da boşluktur ki, orada şimdilik hiçbirşey yoktur.


Bunun ilkel olmadığından emin olabiliriz. İlkel insan tüm şeylerin en ilk başlangıcının bir düşüncesini oluşturması gerektiği gibi bir duygu taşımaz; başlangıcı yapan birşeyin olduğunu sorgusuzca kabul eder. Öteki şekil, Eros, hiç kuşkusuz bütün süreci doğuran üretme dürtüsünü açıklama amacıyla getirildi. Bunlar açıkça kurgusal düşüncelerdir, ama Hesiodos’ta bulanık ve karışıktırlar.Elimizde İÖ altıncı yüzyılın bütünü boyunca kozmogonilerin üretiminde büyük bir etkinliğin yer aldığını gösteren kayıtlar vardır, ve Epimenides, Ferekydes ve Akousilaos’un dizgeleri hakkında birşeyler biliriz. Eğer daha Hesiodos’tan önce bile bu tür kurgular varsa, en erken Orfik kozmogoninin de o yüzyıla düştüğüne inanmada duraksama göstermemiz gereksizdir.(14)


Tüm bu dizgelere ortak olan özellik Boşluğun arkasına geçme ve Kronos’u ya da Zeus’u ilk sıraya koyma girişimidir. Bu Aristoteles’in “tanrıbilimcileri” yarı-tanrıbilimci ve yarı-felsefeci olanlardan ve en iyi olanı başa koyanlardan ayırdederken göz önünde tuttuğu noktadır. Bununla birlikte açıktır ki, bu süreç bilimsel olanın tam tersidir ve belirsizce sürdürülebilir; böylece şimdiki incelememizde kozmogonistler ile onların daha ağırbaşlı araştırmaların gidişini etkilemiş olduğunun gösterilebileceği noktaların ötesinde herhangi bir işimiz yoktur.




VI. Erken Yunan Kozmolojisinin Genel Karakteristikleri. 

İyonyalılar, yazın yapıtlarından görebileceğimiz gibi, şeylerin geçiciliği tarafından derin bir biçimde etkileniyorlardı. Gerçekte yaşam üzerine görüşlerinde temel bir kötümserlik vardır, ve böyle birşey çok belirleyici dinsel kanıtları olmayan aşırı-uygarlaşmış bir çağ için normaldir. Kolofonlu Mimnermos’un gelmekte olan yaşlılık çağı için hüzün ile dolduğunu buluruz ve daha sonraki bir tarihte Simonides’in insan kuşaklarının bir ormandaki yapraklar gibi dökülmekte olması üzerine ağıtı İyonya’nın en erken ozanı tarafından, Homeros tarafından daha önce vurulmuş 
olan bir tele dokunur.


Şimdi bu duygu her zaman en iyi örneklerini mevsimlerin değişmelerinde bulur, ve büyüme ve bozulma döngüsü Ege ülkelerinde Kuzeyde olduğundan çok daha çarpıcı bir fenomendir 
ve daha açık olarak karşıtlar arasındaki, sıcak ve soğuk, ıslak ve kuru arasındaki bir savaş biçimini alır. Buna göre erken kozmolojistler evreni o bakış açısından görürler. Gündüz ve gece, yaz ve kış karşıtlığı, uyku ve uyanma, doğum ve ölüm durumundaki düşündürücü koşutlukları ile birlikte, onlara görünen dünyanın öne çıkan özellikleridir.(17)

Mevsimlerin değişmeleri açıkça bir karşıtlar çiftinin, soğuğun ve ıslağın, öteki çifti, sıcağı ve kuruyu çiğnemesi ve bu sonuncuların da kendi sıraları gelince öteki çifti çiğnemeleri yoluyla ortaya çıkarılır. Bu süreç doğallıkla insan toplumundan ödünç alınan terimlerde betimleniyordu; çünkü erken günlerde insan yaşamının kurallılığı ve değişmezliği doğanın biçimdeşliğinden çok daha açık olarak anlaşılıyordu. İnsan tılsımlı bir toplumsal yasa ve töre dairesi içinde yaşıyor, ama çevresindeki evren ilkin yasasız görünüyordu. Bu nedenledir ki karşıtların birbirlerini çiğnemelerinden türesizlik olarak ve aralarındaki dengenin uygun bir biçimde kurulmasından türe olarak söz edilir. Daha sonraki kozmoz sözcüğü de bu düşünce üzerine dayanır. 


Başlangıçta bir ordunun disiplini, ve sonra bir devletin düzenli yapısı demekti. Ama bu yeterli değildi. En erken kozmolojistler evrenin karşıtlar arasındaki sürekli bir yarışma olarak görülmesinde bir doyum bulamadılar. Bunların her nasılsa ortak bir zeminlerinin olması gerektiğini, bu zeminden çıkmış ve bir kez daha ona geri dönmek zorunda olduklarını duyumsadılar. Karşıtlardan daha birincil olan birşeyin, tüm değişim boyunca süren ve bir biçimde varolmaya ancak bir başkasında yeniden görünmek üzere son veren birşeyin arayışı içindeydiler. Arayışlarına gerçekten de bu tin içinde girmiş oldukları bu birşeyden “yaşsız” ve “ölümsüz” olarak söz etmeleri olgusu tarafından gösterilir.


Eğer, zaman zaman savunulduğu gibi, gerçek ilgileri büyüme ve oluş sürecine yönelik olmuş olsaydı, şiirsel heyecan ve çağrışım ile böylesine yüklü sıfatları bir değişim ve bozulma dünyasındaki biricik sürekli öğeye kolay kolay uygulamazlardı. 
İyonya “Monizmi”nin gerçek anlamı budur.


Prof. John Burnet
ST. ANDREWS ÜNİ.YUNANCA PROFESÖRÜ (İDİ)
Çeviren : Aziz Yardımlı (İDEA Yayınevi,2010)
DİPNOTLAR:

1) Demokritos'un böyle sınırlanan dönemin dışına düştüğü görülecektir. Sokrates'in bu genç çağdaşını “ön-Sokratik felsefeciler” ile birlikte ele alma biçimindeki yaygın uygulama
tarihsel gelişimin gerçek sürecini bulanıklaştırmıştır. Demokritos Protagoras’tan sonra gelir, ve bilgi ve davranış problemlerini öncellerinin yapmış olduğundan çok daha ciddi olarak karşılaması gerekir (bkz. Brochard, “Protagoras et Démocrite,” Arch. ii. s. 368.
2)Bkz. Sir Arthur Evans, “The Minoan and Mycenean Element in Hellenic Life” (J.H.S. xxxii. 277s). Burada şunlar ileri sürülür (s. 278): “Yeni şafakta gözümüze çarpan halk soluk benizli kuzeyliler—‘sarı saçlı Akhalar’ ve geri kalanlar—değil, ama özsel olarak siyah saçlı, esmer tenli ırktır ki, ... erken portrelerini Minos ve Mykene duvar tablolarında buluruz.” Ama eğer tarihsel zamanların Yunanlıları “Minoslular” ile aynı halk idiyse, Sir Arthur Evans’ın “Minoslular”a Yunanlılar demede duraksaması niçin gereksin? Akhalar ve Dorlar ad için özel bir hak ileri sürmezler; çünkü onu [Magna Grecia’daki ilk koloni olan] Kumae’ye (Cumae) getiren Boiotialı Graeler daha eski bir ırktan idiler. “Ön-Helenik” terimine de herhangi bir anlaşılır anlam yükleyemiyorum. Eğer Ege ırkının daha sonra raslantısal olarak bütün ulusa adını veren biraz önemsiz Akha kabilesinden daha önce orada olduğu demekse, bu doğru ama ilgisizdir. Eğer, öte yandan, Ege nüfusunda Neolitik çağın bitişinden sonraki herhangi bir zamanda gerçek bir değişim olduğunu imliyorsa, bu, Sir Arthur Evans’ın kendisinin ileri sürdüğü gibi, doğru değildir. Eğer Yunan dilinin Ege’ye kuzeyliler tarafından getirildiği demekse (ki büyük olasılıkla bu anlama gelir), bunun hiçbir kanıtı yoktur ve andırıma aykırıdır. Bildiğimiz biçimiyle Yunan dili tıpkı bizimki gibi sözlüğünde karışık bir dildir, ama özsel yapısı Hint-Avrupa dillerinin yapısına Hint-Avrupa konuşmasının herhangi bir kuzey dalının yapısından çok daha benzerdir. Örneğin ekleme(augment) Sanskritçe’ye, Eski Pers diline ve Yunanca’ya ortak ve özgüdür. Yunan dili İÖ ikinci binyılda Pers dilinden çok ayrı olmuş olamaz. Centum ve satem dilleri arasındaki popüler ayrım bütünüyle aldatıcıdır ve, Romanik dillerin tarihsel zamanlarda satem dili olması olgusu tarafından gösterildiği gibi, ikincil bir fenomen üzerine dayanır. Yunanca’nın da eski Hint ve eski Pers dilleri gibi “hundred” (?/yüz = satam, satem) sözcüğündeki sönümlü n’yi a ile temsil ettiğini belirtmek, ve bu zeminde onu bir satem dili olarak onlarla birlikte sınıflandırmak daha uygun olurdu.
4) Bu hiç kuşkusuz Sir Arthur Evans’ın hipotezinden daha yalın bir hipotezdir, çünkü o (aynı yer, s. 288) “daha erken bir Minos epiği Yunanca’ya alınmıştır” gibi bir varsayımda bulunur. Epik lehçesinin Arkadia ve Kıbrıs lehçeleri ile pekçok değme noktası vardır, ve
Arkadialıların Kuzeyden gelmiş olmaları bütünüyle olasılık dışıdır. Yenenin yiğitliğinin yenilen ırkın bir ozanı tarafından kutlanması için paralellikler yeterince vardır (Ridgeway, Early Age of Greece, cilt i. s. 664). Bu ?/Homeros, “rehine/hostage” adını açıklar mı?
5) Profesör Ridgeway (Early Age of Greece, i. s. 674) belirtir ki, Akhilles, Odysseus, Aiakos, Aias, Laertes ve Peleus gibi özgül olarak Akha adları Yunan dilinden açıklanamaz, oysa eski ırkın Herakles, Erikhthonios, Erysikhthon vb. gibi adları açıklanabilir. Hiç kuşkusuz
Agamemnon ve Menelaos Yunan adları taşırlar, ama bunun nedeni Atreus’un krallığını Pelops’un eski ırktan bir prenses ile evliliğine borçlu olmasıdır. Bu her yerde sürmekte olan assimilasyon sürecinin bir örneğidir.
7) Od. xi. daha sonraki bir tarihe bağlanmıştır çünkü Orfik düşünceler kapsadığı sanılır. Şimdiki bilgimizin ışığında, böyle bir hipotez bütünüyle gereksizdir. Söz konusu düşünceler ilkeldir ve büyük olasılıkla Ege’de yaygın olarak kabul ediliyorlardı. Orfeusculuk özsel olarak ilkel inancın bir yeniden dirilişiydi.
9) Hes. Theog. 27. İlk dizenin sözleri Od. xix. 203’ten alınmıştır). Müzler Homeros’u esinlendiren aynı Müzlerdir, ki Hesiodos’un altılı dizelerde yazdığı ve Epik lehçeyi kullandığı anlamına gelir.
10) Burada büyük bir tarihsel içgörü vardır. “Yunan Orta Çağları”nın normal gelişimde bir kopuş olduğunu ilk söyleyen Hesiodos idi, modern tarihçilerimiz değil.
14) “Rhapsodik Theogony” olarak bilinen şey konusunda Damaskios tarafından betimlenen ve Otto Kern (De Orphei Epimenidis Pherecydis Theogoniis, 1888) tarafından yeniden diriltilen görüş buydu. Yabanıl karakteri anikitesinin en iyi tanıtıdır. Bkz. Lang, Myth, Ritual, and Religion, cilt i. bölüm x.
17) Bu Prof. J. L. Myres tarafından “The Background of Greek Science” (University of Chicago Chronicle, cilt xvi. No. 4) başlıklı bir denemede açıkça gösterilir. “Karşıtlar” öğretisini Mr. Cornford’un From Religion to Philosophy’nin ilk bölümünde yaptığı gibi “dinsel bir tasarım”dan türetmeye gerek yoktur. Yunanistan’da bunlar kendilerini öyle birşeyden bütünüyle ayrı olarak dikkatimize dayatırlar, Hiç kuşkusuz kılgısal nedenlerle tarım büyüsü için de önemlidirler.

EARLY GREEK PHILOSOPHY - By John Burnet
*John Burnet was a professor of Latin at Edinburgh; from 1892 to 1926, he was Professor of Greek at the University of St. Andrews. He became a Fellow of the British Academy in 1916. In 1909, Burnet was offered, but did not accept, the Chair of Greek at Harvard University.
*THE MILESIAN SCHOOL; THALES,ANAXİMANDER,ANAXİMENES
*SCIENCE AND RELIGION
*HERAKLEITOS OF EPHESOS
*PARMENIDES OF ELBA
*EMPEDOKLES OF AKRAGAS
*ANAXAGORAS OF KLAZOMENAI
*THE PYTHAGOREANS
*THE YOUNGER ELEATICS
*LEUKIPPOS OF MILETOS
*ECLECTICISM AND REACTION.
*THE SOURCES
orjinal kitap için adres


Orjinal kitabın 380.sayfasında yazardan dipnot: "Herodotos called himself a Halikarnassian or a Thourian".!!! - "Herodot kendisine Halikarnaslı ya da Thourianlı" derdi. - Thouran -Turan... 




MONİZMİ: Felsefenin en temel sorularından “varlık bir midir yoksa birden çok mudur?” sorusuna varolan her şeyin tek bir gerçeklikten oluştuğu yanıtını veren; gerçekliğin tek bir ilkeden türetilebileceğini ya da bu tek ilkeye indirgenebileceğini savunan; birçok enson gerçeklik bulunduğunu düşünen “çokçuluk” ile iki tane enson gerçeklik ya da töz olduğunu savlayan “ikicilik”e karşı tek bir tane en son gerçeklik olduğu savunusundan ödün vermeyen; şeylerin çokluğunu saltık bir gerçekliğin değişik biçimleri ya da yüzleri olarak açıklayan felsefe anlayışı. Sümerlilerde YER ve GÖK  tanrıları , Eski Mısır'da İYİLİK-KÖTÜLÜK tanrıları, Çin'de YİNG-YANG, İran'da EHRİMEN-HÜRMÜZ hep karşıt iki ilkeyi meydana getirir.  İkicilik ve Çoğulculuk' a zıt olan Monizmi, cevher açısından, mantık ve metafizik açısında, ilmi, felesefi, ahlkai vb. diğer açılardan ele almak mümkündür.








ilgili: