Translate

30 Ağustos 2013 Cuma

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI






30 AĞUSTOS ZAFERİMİZ


İşte bir tarih ki tarhite daima yeri olacaktır.

Çünkü,Tarhin akışını çevirmiş, Tarihte bir devri kapayıp başka bir devir açmıştır.

Bu yeni devir, Türkiye'nin kurtuluşu ve Türk inkılabile başlıyan devirdir ki bütün şark memleketlerinde , her gün akislerini görüyoruz.

Türkiye'deki milliyetperverlik ve yenilik hamlesi, Türkiye'nin içtimai hayatında görülen bütün değişiklikler, şark memleketlerinin hepsinde taklid ve takib edilmiş ve Atatürk'ün inkılabı bütün şarkı aydınlatan bir güneş olmuştur.

Bu güneş ise, 30 Ağustos akşamı Türk süngülerinden doğmuştur. 30 Ağustos'un büyüklüğünü anlamak için, onu olmamış, Dumlupınar zaferini kazanılmamış addederek bir lahza düşünmek kafidir ; 30 Ağustos olmasaydı, başta Türkiye olmak üzere, bütün şark karanlık bir gecenin kabusu altında kimbilir, daha ne kadar zaman ezilecekti.

Onun için, bugün kutladığımız Zafer Bayramı, sadece sevkulceyş ve tabiyenin zaferi değil, yeni bir devrin zaferidir.

O gün hak, haksızlığa, milliyetperverlik emperyalizme, inkılab istibdada , aydınlık karanlığa, yenilik eskiliğe galebe çalmıştır.

30 Ağustos'u kutlarken bizi bu ulu zafere kavuşturan dahi Bakumandanla kahraman ordumuza bir daha şükranlarımızı sunar ve vatan uğrunda can veren mübarek şehidlerimizi derin hürmetle anarız.


Cumhuriyet Gazetesi 30.Ağustos.1936- pdf




______________30 AĞUSTOS_______________



Milletimizin, İstiklal Savaşımızı taçlıyan 30 Ağustos Zaferinin yıldönümü münasebetile dün bütün ülke ölçüsünde yaptığı şenlilerin anlamı üstünde bir parçacık durmak istiyoruz.

Ondört yol önceye aid bir hadisenin her yıldönümünde Türk milleti niçin ta bu kadar içten gelen ürpermeler gösteriyor?

Her yıl taptaze tekerrür eden bu heyecan dolu şenliklerle bu millet neyi ve neleri ifade etmek istiyor?

Hatıradaki bu kuvvetli hayatiyet kabiliyeti nerelerden ileri gelmekte ve nereler ulaşmak istemektedir?...

Bu sualler bir kerecik olsun tahlile değmez. Çünkü onların cevablarında herkesin her zaman kolayca aklıma gelivermiyen bir hakikat gizlidir. O da şudur:

Herhangi bir millet iyi bir hatırasını kendi hislerinin bütün kuvvetile kutladığı zaman zahirde onun gözleri maziye dönmüş sanılır. Halbuki hakikat böyle değildir.

Hislerinin bütün kuvvetile mazisi üzerinde toplanan bir millet, gözlerinin bütün kuvvetle istikbaline teveccüh etmiş bulunur. Mazinin tes'idi kendisinde istikbalin temini kaygısını ve hatta azmini taşır. Geçmişin herhangi birr 30 Ağustos'unda yapılmış fevkalade bir işin hatırası üzerinde duruş, istikbalin binbir 30 Ağustos'unda onun on misli, yüz misli, bin misli daha büyük işler başarmak azim ve kararında bulunuşun ifadesidir.

Dille açığa vurulmayan bu ifade kalblerin en derin yerlerinde böylece köklüdür. Kendi mazisinin iyiylikleri kötülükleri üstünde durmasını bilen millete uzun istikballer mevuddur : Uzun ve herhalde daha iyi istikballer.

30 Ağustos 1922'nin ve Türk kurtuluşunun büyük yapıcısı Atatürk ondan sonra Türk milletine armağan ettiği yüksek kıymetli inkılablar içinde Türk tarihi üzerinde de şaheser sayarak sımsıkı sarılacağımız bir şehrah açtı : Türk milletinin mazisi tarihin kaydine yetişemediği ezeli bir başlangıcındanberi bütün dünyanın medeniyetine kaynak olacak bir deniz gibi çoşmuş ve taşmıştır.

Mazisi ezele müntehi bu kadar büyük bir milletin istikbali ebede müntehi olacağında asla şüphe caiz değildir.

Milletler için iki zaman vardır: Mazi ve İstikbal
Hal, mazi ile istikbal arasında gayrimunkasim ve binaenaleyh zaptolunmaz bir anın adıdır. O mütemadiyen mazi olmağa doğru akan istikbalin çok seyyal bir parçacığından ibarettir.

İmdi milletlerin hayatları hep mazilerinden yoğurulur ve mütemadiyen istikballerinde inkişaf eder. İşte hayatımızın bu tabii ve esaslı iki unsurunun sevki ve tahriki altındadır ki ikide bir mazilerimize dönerek istikballerimizi takviye etmiş oluruz.

Size yakın bir tarihimizin kısa hikayesinde milli hadiselerin inkişaflarındaki garabetlerden bir misal vermiş olalım ; Oldumolasıya Türk olan Anadolu'da Selçuilerin inhilal devrini hatırlayalım. Selçuk devletinin yanıbaşında adı imparatorluk olan Bizans dahi harablığa yüz tutmuş koca bir kaşaneye benziyordu değil mi? 

İşte tarihin bu devrinde Türklüğün Sakarya kıyılarında taazzuv eden bir cilvesi az zamanda Selçukilerden başka Bizansın da yerine kaim olan koskocaman bir imparatorluğa istihale edivermişti.

Adına Osmanlı İmparatorluğu denilen bu yeni Türk devletinin büyük bir med halinde ta Viyanalara, Umman denizlerine kadar yayıldıktan sonra büyük ve bati bir cezir halinde çekile çekile onu tekrar Sakarya kıyılarında müdafaa etmeğe mecburiyet elverdi. Vaziyeti kurtaran yeni müdafaanın yeni bir devlet kurmağa gittiği hakikati üzerine bir balmumu yapıştırabilirsiniz !

Yeni devlet işe inhilal emareleri içinde Sakarya'ya kadar dönmüş olan eskisinin bütün hatalarını tashih ederek başlamıştır, öyle de gidiyor.

Varlık olarak millet kendi mazisinin iyi taraflarından kuvvet, fena taraflarındansa sadece ibret alır. Ve zaten her millet kendi mazisinin kuvvetli ve ibretli taraflarının bir muhasalası olarak yaşar, yürür gider.

İmdi dün bütün ülkede 30 Ağustos kutlayan milli heyecanların bizi daha parlak istikballere sevkeden manalarını daha iyi anlamış olduğumuzu sanırız.

Kısaca bir daha tekrar edebilir : Kendi varlığına kuvvetle bağlı ve onu iyiden iyiye anlamış bir milleti mahvedecek kuvvet dünyada değil, kainatta ve tabiatte dahi yoktur, burası bir.

Bir de mazisini çok iyi bilen ve onun kuvvetli tarafından istifade ile beraber ibret alınacak zayıf ve bozuk taraflarını tashih etmeği takdir eyliyen milletin istikbalindeki parlaklığa ölçü, uç ve bucak yoktur, burası da iki.

Bize bu yeni devrin perdelerini açan Atatürk güneşi önünde hürmetle ve şükranla eğilirken, hangi hakikatlere istinad ettiğimizi artık pek iyi biliyoruz.


Yunus Nadi
Cumhuriyet Gazetesi 31.Ağustos.1936- pdf




EK:
TBMM Tutanağı: Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun: pdf







30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN


























30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI



30 AĞUSTOS'UN GÜNÜMÜZDEKI ANLAMI


Tarihte pek az savaş 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi kadar önemli sonuçlar doğurmuştur. 

Orada yenilen sadece Yunan Orduları değil, aynı zamanda 1.Dünya Savaşı'nın tüm galip ve mağrur ülkeleridir. Bu savaşın Anadolu açısından önemiyse, Batı'nın bu topraklar üzerinde kurmak istediği kukla birer devleti; Kürdistan ve Ermenistan'ı kurma hayallerini Ege'nin sularına gömen savaş olmasıdır.

Bu savaşın sonunda Yunanistan'da hükümet istifa etmiş, hezimete uğrayan Yunan ordusundan arta kalıp ülkelerine dönebilenler Atina'da darbe yapmışlar ve yönetime "Albaylar Cuntası" el koymuş, bu maceraya karar verip Yunan ulusunun onurunu dünya önünde kırdıkları suçlamasıyla harekâta katılan komutanlar ve hükümet üyeleri, Başbakan Gunaris dahil, kurşuna dizilmiştir.

Bu savaşın sonunda İngiltere'de hükümet istifa edecek, Başbakan Lloyd George İşçi Partisi'nin hesap sorması üzerine, bu mağlubiyetten İngiltere olarak kendi payına düşen sorumluluğu kabul edip Parlamento'ya istifasını sunarken yaptığı konuşmada ; 

"...Yüzyıllar nadiren dâhi yetiştirirler. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. Yüzyılda bu dâhi, Türkiye'den çıktı. Mustafa Kemal'i yenemedik..." diyecektir.

Bu savaşın sonunda gelen zafer Sevr'e giden yolu tıkayacak, Lozan yolunu açacak, böylece emperyalist Batı'nın Anadolu topraklarında kurmayı planladığı birer kukla devlet, Kürdistan ve Ermenistan hayali binlerce şehidin kanı pahasına tarihe gömülecektir. Süngüyle çizdiğimiz sınırlarımız içindeki bugünkü birliğimizin bedeli işte o günkü şehitlerimizin kanı; gazilerimizin gayreti, vatan sevgisi, iman gücü; milletimizin bağımsızlık aşkıdır.

Bu sonuç elbette kolayına alınmamıştır. Düşman önce Sakarya'da durdurulmuş ama topyekûn seferber olan millet bu esnada da varını yoğunu tüketmiştir. 

Yunanlıların 16.000'i ölü olmak üzere toplam 46.000 zayiatına karşı, Türk ordusu, şehit ve yaralı olarak Sakarya'da 26.000 zayiat vermiştir. 

Birlik mevcutlarına göre er zayiat oranı %35-40, subay zayiat oranı ise % 70-80 arasında olmuştur. 

O yüzden Sakarya Savaşı'na "Subay Savaşı" denir. O nedenle de mağlup olan Yunan ordusunun geri çekilmesine engel olunamamış, bu bile TBMM'nde eleştiri konusu yapılmıştır.

Oysa Sakarya cephesinde işlerin kritik bir noktaya gitmesi üzerine Meclis tarafından ordunun başına geçmesi istenildiğinde Mustafa Kemal , "geçerim ama Meclis yetkisi" isterim demişti ve büyük tepki görmüştü. 

Bu yetkiyi alırsa, yazdığı her metin "yasa" hükmünde olacak ve derhal uygulanacaktı. 

Çünkü bir var olma-yok olma savaşı yönetecekti. Meclis'ten her defasında onay beklemeye vakti olmayabilirdi. Milletvekilleri ise "... Ya çıkaracağı bir yasayla diktatörlüğünü ilan ederse !.." diye endişe ediyorlardı. 

Sonunda her üç ayda bir yeniden oylamak şartıyla, bu yetkiyi verdiler. 

O nasıl bir diktatördü ki, Meclis onunla pazarlık yapabiliyordu? Tarihte hangi diktatör, Meclis kararlarına saygı göstermiştir? Zaten, bir başka kurumun iradesine boyun eğiyorsa, ona nasıl diktatör denebilir ki?

Mustafa Kemal bu yasaları oturdu, yazdı... 

Bu yasalara "Tekâlifi Milliye" (Ulusal Yükümlülük) yasaları denir ve 10 tanedir.

"Ya başımıza diktatör olursa!..." diye çekinilen Mustafa Kemal'in kaleme aldığı ilk yasa şudur:

" Nüfusu 10.000 olan yerleşim birimlerindeki her hane birer kat iç çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Tekâlifi Milliye Komisyonu'na (Ulusal Vergi Kurulu) verecektir".

Başkomutan böyle bir yasayı çıkarmak zorundadır çünkü Sakarya'daki Mehmetçiğin ayağında çarığı yoktu. 

Ama sarsılmaz bir iman gücü, inanılmaz bir vatan sevgisi, sınırsız bir bayrak saygısı , çağlardan beri geleneksel olarak hep vardı. 

Şimdi ise hedef uzundu, hedef yamandı, hedef Akdeniz'di. (Ege Denizine o günlerde Akdeniz deniliyordu - yazı için tıklayın) Mehmetçik sağlam bir çarığı hak ediyordu.

Orduyu ve milleti tam bir yıl nihaî zafer için seferber eder ve hazırlar. Zamanı gelince de Meclis'e bile haber vermeden gizlice cepheye gider. Son hazırlıklar Şuhut'ta son bir kez bir daha gözden geçirilir.

Nihayet 25 Ağustos Cuma günü gece yarısı Meclis 2. Başkanı Rauf Bey'e telgraf çeker : 

" Rauf Bey, derhal Meclis'i toplantıya çağırınız ve bildiriniz. Ordularımız yarın sabah 05.30'dan itibaren taarruza kalkıyor. Allah yardımcımız olsun, ordularımızı muzaffer kılsın!.."

O andan itibaren Anadolu'nun tüm Dünya ile iletişimi kesilir, bütün telsiz ve telefon hatları kapatılır. Artık hesap günüdür ve bir dış müdahalenin önüne geçilmesi için her tedbir alınmıştır.

Topçu atışıyla başlayan taarruz yıldırım gibi gelişir. Fahrettin Altay Paşa'nın 5000 kişilik Süvari Kolordusu (5. Kolordu) Ahır Dağı'nı dolaşıp çevirme hareketini başarıyla gerçekleştirirken, geri kalan 192.000 kişilik ordunun tamamı piyadedir, yani koşar. 

Elinde süngü, sırtında 17 kilo yük, vuruşa vuruşa koşar. Ölümün üstüne gözünü kırpmadan koşar. Afyon -İzmir arası kuş uçuşu 400 km.dir. Karadan ve muharebe sahasının engebeleri dikkate alınırsa, 560 km. 

Ordu bu mesafeyi 10 günde koşar. 

Mehmetçik belli ki her gün bir maraton koşar ve on günde de ardı ardına on maraton...

Nasıl mı koşar? Elbette koşar, çünkü bilir ki, Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal de en ön saflarda ve ateş hattının içindedir. Ordu'yu Dumlupınar'da Zafer Tepe'den yönetmektedir.





Savaşın en sıkışık bir anında 57. Tümenin hedefine ulaşamadığını görmüştür. Telefona sarılır. Tümen Komutanı Yb. Reşat (Çiğiltepe) Bey karşısındadır.

-Reşat Bey, henüz hedefinize ulaşamadınız. Bu durum harekâtı yavaşlatıyor ve riske sokuyor.

-Yarım saat sonra hedefimize ulaşmış olacağız Paşam.

Aradan yarım saat geçmiş ama Çiğiltepe düşmemiştir. Son derecede sarp olan bu tepeyi bir Yunan Makineli tüfek birliği savunmaktadır. Paşa yeniden telefondadır. Karşısına Tümen Komutanının Emir Subayı çıkar: 

"Paşam, Tümen Komutanım az önce intihar etti. Size bir not bıraktı. Okuyorum: 

Notta yazılan kısacık bir cümledir: 

" Yarım saat dedim, size söz verdim. Sözümde duramadım. Artık yaşayamam." 

Oysa çok kısa bir süre sonra tepe düşecektir. Yarbay Reşat Bey'in rütbesi Albaylığa yükseltilecek ve ilerde de bu şehit düştüğü tepenin adı, soyadı olarak kendisine verilecektir.

İşte ER'inden SUBAY'ına " Kemal'in Askerleri " böylesine cesur, böylesine kahramandırlar ve Mustafa Kemal'e dün de, bugün de , yarın da böylesine ölümüne bağlıdırlar. 

O bağlılık bize bu coğrafyayı Vatan kıldı. Üzerinde, onurla, gururla, başımız dik yaşayalım diye.

Didişelim diye değil... Bunun kıymetini bilelim.

Zafer Bayramı hepimize kutlu olsun... Çünkü o zafer hepimizin.

Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç, 
Maltepe Üniversitesi
akademipolitik'ten alıntıdır.






İnatla dayandı düşman
Yerden bitercesine çoğala, çoğala,
Mermiyle vur,
Dipçikle vur,
Tükenmez gâvur oğlu gâvur.
N’edersin alamadık Çiğiltepe’yi,
Şehit verdik
Yiğit Reşat Beyi,
Tövbe ettik yaşamaya…
Daha gidecek can varmış helâlinden,
Kader bu ya…
Gün ışığında karardı benzimiz
Vıcık vıcık gömleğimiz
Kan akar her damardan.
Sonunda
Söktük hepsini topraktan
Yalın ellerimizle,
Göz yaşımızda parladı Çiğiltepe,
Bir nur…
İnanmıştık: Şehitler ile
Mustafa Kemal Paşa
Bizi korur…

Cenab Ozankan















HARP SAN'ATI BAKIMINDAN PARLAK BİR ŞAHESERDİR !











***



30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI














ZAFER VE TAYYARE BAYRAMLARI DÜN YURDUN HER TARAFINDA ÇOŞKUN ŞENLİKLERLE KUTLANDI


Dün şehrimizde askeri geçid resmi ve fener alayı yapıldı ; Halkevindeki gece çok güzel oldu.

Dün Ankara en heyecanlı günlerinden birini daha yaşadı. Dün en büyük zaferimizin 14üncü yıldönümünü kutlamak için Ankara halkı erkenden gençlik parkı yerini ve etrafındaki yolları kaplamıştı.

Ankaralıların bugün vesilesiyle orduya karşı besledikleri sarsılmaz eşsiz saygı ve sevginin tezahürlerine daha ordu merasimdeki yerini almağa giderken geçid resmine başlamadan çok evvel şahid olduk.

Bütün halk , bütün gençlik , yaşlı ve çocuk bütün Ankara halkı en büyük bayram gününe layik bir kıyafet, en büyük bayram gününe yaraşır bir sevinç içinde idi.

Şehir, şafakla beraber donanmıştı. Bütün evlerden fecrin ufkunu kıskandıran bir renk güzelliği taşıyordu.

Saat 10:30 da ordu ve halk yerini almış , bütün halk bugünün 14 yıl evvelki safhalarını ve her zaman sürecek mana ve şümulünü tazeliyecek söylevlerden sonra kahraman orduyu kütle halinde bir daha yakından görmeyi bekiyordu.

Ordu bandosunun çaldığı İstiklal Marşı büyük bir huşuğ ile dinlendi. Genç zabit Sabahaddin Doras, meydanın ortasında top arabı üstünde, bütün kalabalığın dinlemesini temin eden radyo önünde merasimin ilk söylevini verdi.

Genç Zabit bu söylevinde büyük zaferin cihan mikyasında mana ve şümulüne işaret etti. O günün dünya ve Türkiye manzarasını çizdi.
(Bingazi, Anafartalar, Yıldırım Orduları kahramanının nasıl zamanında başa geçtiğini) anlattı.

Bugünkü Türkiyenin 30 Ağustos'un öz malı olduğun, o günden bugüne kadar kazanılan her yenilik ve ilerleyişin öz kaynağı 30 Ağustos olduğunu tebarüz ettirdi. Bizi zaferden zafere kavuşturan şehit ve gazileri ve bütün zaferlerin başında olan Atatürk'ü derin saygılar ve çözülmez bağlılıklarla andı.

Genç Zabitin alkışlanan bu söylevinden sonra Türk Tayyare Kurumu adına kürsüye şıkan candan inkilab şairi Behçet Kemal Çağlar halka şöyle hitab etti : 

"Ne mutlu Türk milletine; Atatürk gibi atası var; ne mutlu Atatürk'e ; Türk milleti gibi milleti var. Atatürk eşsiz...Türk esşiz....

bu zafer , ne Atatürksüz başarılabilirdi, fakat ne de Mehmetçiksiz... Ve bizler, boynuna kadar ilikli esvablılar, boynuna kadar iliksiz esvablılar, fark ancak bu kadar... Ruhumuzla, kanımızla, duygumuzla birer yaşayan Mehmetçiğiz....

Dumlupınarsız kalan istiklal sakat yarı...
Dumlupınarlar millet yapacak yığınları...
Sen nasıl ulaştınsa ilk Akdeniz'e...
Ve nasıl getirdinse dünyayı orda dize...
Şehit asker ! Bizde de aynı hamle, aynı hız...
Sana layik bir vatan yapmak davasındayız...
Baş kumandan, 17 milyon onun askeri...
Hedef, medeniyetin ön safıdır ileri !...
Dumlupınarlardayız biz bu gün de , yarın da,
Yaşıyan Mehmetçiğiz davanın saflarında.

Behçet Kemal alkışla kesilen bu mısradan sonra sözüne şöyle devam eetti.

"Ben bu yersiz edebiyat tabirini kaldırmak istiyorum: Niçin Mehmedcik ? Mehmed !

Ne demek bu tasgir edatı !

Yemen'de, Galiçya'da ölürken belki; Dumlupınar'da ana yurdu uğrunda seve seve ölen Türk yiğitine, acır gibi bu isim nedir ?

Ona acımak hangi faninin haddine düşmüş? Eğer ona layık olmaya uğraşmıyanlarımız varsa o , onlara acısın!

Güneşe hiç güneşçik diyor muyuz? Tanrı diyoruz, tanrıcık değil !

Öyle ise Mehmedcik değil Mehmed...Tanrının (anlaşılmıyor) dikilmiş etten, kemikten ve ruhtan heykeli Mehmed !

Dumlupınarı yaratan Mehmed !

Selam sana, saygı sana !

İnandılar, döğüştüler, öldüler ; bıraktıkları emanetin bekçileriyiz !

Bu benim cümlem değil, bu milletin cümlesi !

Bu sözümüzü her zaman anmalı, her fırsatta yerine getirmeliyiz !

Böyle ordusu olan bir millete karada ölüm yok ! Göke bakalım ! Göklerimizin emniyetini unutmayalım ! Yurd korunması uğrunda alacağımız tedbirlerin en mühimi üzerinde duralım : Tayyare !

Ya köstebek gibi sürüneceğiz ! Ya Kartal gibi kanatlanacağız !

Yerde arslan olana gökte kartal olmak mukadder; fakat ona kanad vermek gerek !

Ankara sizleri bağrına basıyor Mehmedlerin anası ! Mehmedlerin oğulları ! Sizlerden babalarınızın kalbi ve ruhu gibi ruhu, kalbi kadar kafası da eşsiz Mehmedler yaratmak yolundayız !...

Bakın sizlere imreniyoruz : Ah bir Mehmed olamadım, bari Mehmedin kardeşi, bari Mehmedin oğlu olaydım! diyoruz !

Ve Dünya milletllerinin bütün harb ölülerinin ruhlarına başlarını eğmişler, saygıyla, gıbtayla Mehmedin mezarı başındalar :

Öldü- diyorlar- bari bu kadar şerefli bu kadar insanca bir maksad için ölebilseydik !

Türk Ordusu ! Dünyanın en önemli yeri boğazları beklemeye bütün dünyaca yegane layık görülen, emin görülen ordu! Senin çehrendeki ve eserindeki rengi bayrağımız ve toprağımız kadar seviyoruz! "

Bu inanılır ve ateşli sözlerden sonra halktan biri heyecanını yenemiyen bir çokunlukla söz aldı ve milletin orduya, en büyüğe şükranlarını sundu.

Tümkomutan General Kemal Gökçe daha kürsiye gelirken halkın çoşkun alkışları ile karşılandı. Sayın general şu vakur ve veciz söylevi verdi:

"Yüce Ulusum !

Büyük zaferinin 14.yıldönümünü en büyüğümüz başımızda gene ve büyük sevinçler içinde karşılıyoruz.

Zaferin kutlu olsun ! Yüce Türk ulusu !

Seni tanımadan seni saymadan, bir vakitler , senin başına geçerek seni idareye kalkışmış olan düşkünler senin yüksek onurunla oynamış, 18 yıl önce, yurd kapılarını, düşmanlara açık bırakarak seni yoksul, utanık bir duruma sokmuşlardı.

Ezdirilmiş türk ulusu parçalanmış, hiyanet edilmiş Türk vatanı her taraftan gelen türlü saldırımlarla yanıp tutuşarak büyük kurtarıcısını bekliyordu.

Bu bekleme çok sürmedi. Yurdun ve arıkan Türk ulusunun içinden bir güneş parladı, ulusun cesaretini, azmini, iradesini, özverisini kendinde toplamış ulusal Türk kahramanı ATATÜRK gööründü. Yaralı yurdunun sahibsiz ulusunun başına geçti.

Artık ordular hazırlanıyor, yurdun her yönü kan ve ateş selleri içinde çalkanıyordu:

Özgenlik ve Erkinlik savaşı başlamıştı.

İnönünde, Kütahya ve Eskişehirde, Sakaryada yapılan kanlı ve çetin savaşlarda başta kurtarıcı Başbuğu olduğu halde Türk ordusu yıllarca yoksulluklar içinde çalıştı. İç ve Dış düşmanlarla yiğitçe döğüştü, öldü ve öldürüldü.

Sakarya savaşı ile düşman, savleti en yüksek haddini bulmuştu. Sakaryada Türk'ün yendiği düşman üstünlüğü Türk saldırışına başlangıç oldu. Sakarya'dan sonra düşman artık Türk'ün kuvvetini denemiş ve kendini koruma çarelerine baş vurmaya koyulmuştu.

Sakaryadan sonra düşman tam bir yıl her taraftan yardımlar alarak direnmek ve dayanabilmek için hazırlandı. Fakat bütün bu hazırlıklar Türk'ün yenilmez, başbuğunun dehası, Türk'ün bükülmez pazusu karşısında faydasız kaldı.

Sakaryadan bir yıl sonra 26 Ağustos 1922 de başlıyan büyük Türk taarruzu dört gün dört gece sürdü. Biribiri ardınca yarılan ve çökertilen düşman mevzileri yer yer Türk süngüsünün ve Türk pazusunun kuvvetini haykırıyor, nihayet 30 Ağustos 1922 de düşman ordusunun Dumlupınar'da dört yandan sarılarak yenilmesi ve esir edilmesi yüce Başbuğunda toplanmış olan Türk genisini bütün medeniyet dünyasına ilan ediyordu.

Tarihlerde eşi görülmemiş bu zafer 14 yıl önce bugün kazanıldı. Ve kazanılan bu zafer yurdu kurtardı. Ulusu istiklaline kavuşturdu.

Kara günleri aydınlatan, acıları dindiren, yurdu ve ulusu kurtaran ey Büyük Kurtarıcı, Türk'ün baştacı ATATÜRK !

Zafer sana ve senin merd ve asil ulusuna yaraşır. Çünkü sen yurda zaferler yaratan ve ulusu yarattığın binbir zafer yollarında durmadan yürütensin.

Sen yaşa ey Türk'ün bezersiz kahramanı. Yurdunla, sana yürekten bağlı, senden asla ayrılmaz ulusunla yaşa !

Sayın dinleyiciler !

Erkinlik savaşında yüce başbuğun gösterdiği yolu tutarak nasıl zafere erdi isek, savaştan sonra Kurtarıcı Önderin buyurduğu yönü tutarak nasıl amacımıza vardı isek ; onun yurt ve ulus için durmadan dinlenmeden işliyen genisi sayseinde deniz kapılarımıza hakim olarak erkinliğimizi nasıl tamamladıysak bundan sonra da gene ve hiç düşünmeden ulu ATATÜRK'ün aydınlattığı yoldan ve onun arkasından içten bir inan ve özveriyle yürüyeceğiz.

Yaşasın büyük yaratıcı ATATÜRK!
Yaşasın yurdumuz ve ulusumuz!
Yaşasın Türk Cumurluğu!

Çok alkışlanan bu değerlli söylevi kahraman ordunun geçid resmi, takib etti. Canlı bir çelik akını halinde, tunç yüzlerinde ana yurdun güneş ve toprak rengi, geçen askerlerin her kıtası ayrı ayrı ve uzun uzun alkışlandı. O sırada tayyarelerin gürültüsü gökleri dolduruyor, halk bir taraftan onları alkışlarken bir taraftan da konfetiler halinde serptikleri Türk Hava Kurumunun kağıdlarını taşıyordu.

Bu sırada sayın tayyarecimiz Vecihinin tayyaresine bağlı gençlerden Tevfik ve Feridi taşıyan iki ve Türk Hava Kurumu uzmanının tayyaresine bağlı. Mehmedin planörü saha üstünde muvaffakiyetli uçuşlar yaptılar ve kurumun değerli ve nizamlı çalışmalarla yetiştirdiği paraşütçü gençlerden Yıldız, Hikmet, Rüstem ve Hüseyin, hocaları Abdürrahmanın idaresinde paraşütle atlama tevrübelerini meydanlarda ve yollardaki binlerce halkın gözlerini dakikalarca göke çeken bir muvaffakıyetle başardılar.



HALKEVİNDE

Ankara halkevinin 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlamak için hazırlamış olduğu programa saat 8:30 da İStiklal Marşıyla başlandı.

Değerli subaylarımızdan kurmay yüzbaşı Sadeddin Özoğul geceyi açarak 30 Ağustos'un askeri, tarihi, siysi ehemiyetini tebarüz ettirerek değerli bir konferans yaparak bu Türk'ü yaşatan ve yaşatacak olan zaferin portresini çizdi ve bu zaferin bir millete karşı değil, bütün bir dünyaya karşı kazanılmış en büyük zafer olduğunu göz önüne koydu. Konferansı şiddetli alkışlarla kesilen değerli yüzbaşı sözlerine devam ederek bu zaferi yaratan meydan muharebesinin muasır hayata, muasır harb usullerine bir örnek olduğunu tebarüz ettirdi ve bugünkü varlığımızın, gelecek varlıkların hep bu zaferin eseri ve verimi olduğunu ileri sürdü.

B.Sadeddin alkışlar arasında sözlerini bitirirken Atatürk'ün şu sözünü tekrarladı : 

" Ne mutlu bugüne ! Ne mutlu Türküm diyene!"

Bundan sonra çok ince ve değerli şairimiz Münür Müeyyed Bekman "bu günlere" adlı şiirini heyecan dolu bir eda ile okudu ve şiddetle alkışlandı. Münür Müeyyed Bekman'dan sonra genç ve ateşli sanatkar Kamuran Bozkır bugün için yeni yazdığı "ben istiyorum ki..." adlı şiirini yürekden gelen bir heyecanla okudu. Halk tarafından şiddetle alkışlandı. Aziz Eryalaz da "Dulupınar" isimli bir şiirini kendine has bir tarzda okuyarak alkışlandı.

Şiirlerinden sonra Nevşehirli saz şairleri Tahsin ve İdris birçok halk türküleri çaldılar, tekrar tekrar sahneye getirilerek alkışlandılar. "Eşmekaya" , "Emine" , "Aygelin" türküleri halkı fazla ilgilendirdi çok alkışlandı. Saz şairlerinin konserinden sonra İstiklal piyesi temsil olundu. Temsilde rol almış bulunan arkadaşların hepsi de rollerinde en iyi bir artist kadar muvaffak oldular. Sonra inkılabın muhtelif sahnelerini canlandıran filmler gösterildi. Gece halkın neşesine ve şuurlu inanına bir örnek olarak bitti.

Halkevinde 30 Ağustos'un kutlanması bu akşam ve yarın akşam da devam edecektir.



İSTANBULDA

İstanbul, 30 (A.A.) - Türk ordusunun, büyük başkumandanun eşsiz sevk ve idaresi altında yurdu, ebediyen kurtardığı 30 Ağustos günü bütün İstanbul halkı tarafından en candan tezahürler ve nümayişlerle kutlanmaktadır.

Şehrin her tarafı donanmış ,taklar ve bayraklarla süslenmiştir. Bütün sokaklar orduyu candan alkışlıyan halk ile doludur.

Saat sekizden itibaren İstanbul kumandanlığında , kumandan tarafından tebrikler kabul edilmiş ve 10.45 de Bayazıd meydanında askeri kıtaların, mekteplerin ve sivil kurumların iştirakiyle büyük bir geçid resmi yapılmıştır. Geçid resminden önce genç bir subayın İstiklal harbi hakkındaki ntukuna kumandan bir nutukla mukabele etmiştir.

Geçid resmine iştirak eden kıta ve heyetler şehrin ana caddelerinden geçerek Taksim'e gitmişler ve Cumhuriyet abidesine çelenkler koymuşlardır. Tayyarelerimiz bu tezahürlere uçuşlariyle iştirak etmişlerdir.

Gece fener alayları ve şehrin muhtelif yerlerinde tezahürat yapılmıştır.




ULUS Gazetesi
31 Ağustos 1936 - pdf





_____30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN____




***


24 Ağustos 2013 Cumartesi

ARKEOGENETİK'E GÖRE TÜRK TARİHİ








Uzun zamandır Avrupalı milletlerin her biri kendi kökenini araştırma telaşındadır. Zira kendisine bir kök bulma çabası insanın doğasında vardır.

Arkeoloji, dil ve antropoloji çalışmaları buna tam bir cevap vermeyince işin içine yeni bir bilim dalı olan Arkeogenetik'i de katarak mezardan çıkanları yorumlama kabiliyeti elde ettiler.

Ettiler de bu sefer öyle teoriler ortaya çıktı ki aklı başında müşterikler bile : "Bu kadarı da fazla" demeye başladı. Bunlardan en önemlilier de bizimle ilgilidir.

İşte kitabımızın konusu da kazılardan elde edilen kemiklerle yapılan STR genetik analizleri ile ilgili yorum ve iddiaların yanlışlarını ortaya koyarak bu genetiğin Türklerin tarihi gelişim ve yayılma sürecinden başka hiç bir şeyi anlatmadığını söylemektir.

"Saf Türk Irkı arayanlar boşuna umutlanmasınlar saf ırk yoktur !" diyenlere de cevap verebilmektir.

Ne töremiz ne de dinimiz ırkçılığa cevaz vermiyor. Milleti millet yapan kültürü ve medeniyetidir. Irk ise bu kültürün bizzatihi oluşumunun hadde kazanıdır. Bu kazan pek temiz ve sahihtir!

Bu kitapta anlatılanların "Güneş Dil Teorisi" ile hiç bir ilgisi yoktur! Sadece genetik geçmişimize (Secere Bilgisi) ışık tutabilmek için tarih öncesi ve arkeogenetik ile ilgili bütün yayınlar taranıp irdelenerek çıkan sonuçlar kaleme alınmıştır.

Yazılanların birçoğunun gerçekle uyuşmadığını ispatlamak, gerçeği göstermek ve saptırmaları insanımıza gösterebilmek esas gayemizdir. Konumuz genelde insan özelde "Türk Kimliği" ile ilgili bilgi verilmesi ve doğru bildiğimiz yanlışlarla yanlış bildiğimiz doğruların birbirinden ayırt edilmesidir.

Bizim prehistoryacılar sessizce müşterikleri takip etmekte ve batılı ne veriyorsa onu doğru kabul edip iman etmektedir. 

Sesini çıkaranları da ne ilim caiması ne de devlet desteklediği için sesler cılızlaşıp kakafoniye dönmektedir.

Halbuki Ruslarla batılılar arasında bir köken kavgasıdır sürüp gidiyor. Aşağıdaki vereceğimiz tarihi bilgi ve kayıtlar da bizim değildir. 

Rus, Avrupa, ABD ve İran'lı araştırmacıların kavgasının seyridir. Burada önce Rusların sonra da Avrupalıların elde ettiği sonuçları ve buna bağlı olarak ileri sürdükleri iddialarını vereceğiz , verirken de bunların çelişkilerini ortaya çıkarıp nihai yorumu yapacağız.


Türk haplotipi R'dir ve R'nin iki evladı olmuştur.

R1a bugün dünyada yarısı Slav yarısı Türk olan Slav kısmı Hind-Avrupa dilini konuşan ; Türk yarısı da Türkçe konuşan bölünmüşlüğün acısını hem kendisi yaşayıp hem de dünyaya tattıran koldur.

R1b kolu ise yine bugün dünyada Türkiye Türkleri de dahil olmak üzere yarısı Türk'üm deyip Türkçe konuşan , diğer yarısı da Hind-Avrupa Dilini konuşan bütün Avrupa milletlerini meydana getiren koldur.

R'nin dünyası ve bölünmenin ne zaman ve hangi şartlarda gerçekleştiğinin araştırılmasıdır , tarih öncesi ve tarihi devirleri anlatan kitaplar bunu kesinlikle anlatmamaktadır...


Gerçek tarih böyledir biline!






Kurgan Kültürü ,Türk Kültürü'dür.

Örnek:

MÖ.2500-2100 tarihleri arasında Suriye ve Filistin'deki yıkımdalgası sonunda birçok şehir yerle bir oldu. Ölü Deniz'in doğu kıyısında yerleşen Bab-üd Dahra'da bu dönemden kalma etrafı surlarla çevrili bir şehir bulunmuştur. Şehrin 2500'lerde yıkılıp harap olduğu anlaşılmaktadır. Şehrin hemen dışındaki mezarlıkta yapılan kazılarda yıkımın hemen öncesine rastlayan mezarlar sarnıç tipindedir ve ölüler sarnıca atılır. Yıkım sonrasındaki mezarlıklar ise tek kişiliktir ve yapım şekli de oldukça farklıdır. 

Toprak kazılıp mezar yeri açılır, mezar odaları ahşap ve kızıl aşı boyalıdır. Ölen sırt üstü yatırılır. Yanında hayvan kemikleri kap kacak vardır. Definin ardından kapatılan mezar üzerine kaya bloklar konularak ufak bir piramit meydana getirilir. Mezara konan eşya da önceki dönemden eşyasından oldukça farklıdır. Bunlar KURGAN Kültürü insanlarına has özellikler taşır. Mezarda at ve hayvan kemiklerinin bulunması , DNA analizlerinde ise R1b'li çıkmaları bu mezarların bozkırdan gelenlerin malı olduğunu ispatlamıştır.

Piramit şeklinin daha geliştirilmiş ve büyütülmüş haline hemen sonra Mısır'da firavun piramitlerinde şahit olacağız ! Dikkat ediniz , Mısır'daki en eski piramit MÖ.2200 yılında yapıldığı sanılmaktadır.

...

Kazaklar, Kırgızlar, Hakaslar, Altaylılar, Tuvalılar, Uygurlar, Özbekler ve Türkmenler ve diğerleri hepsi aynı ırkın, R1'in evlatlarıdır.

Bu milletin bir ırk özelliği yok , ya da bir ırkı temsil etmez diyenler profesör dahi olsa zır cahildir !

...

Avrupa'nın ilk yerlileri Homo-Sapiens değildi ! Cro Magnon'du !
Homo Sapiens Avrupaya MÖ.16.000 yıllarında R1a'lılarla girdi. Bu çok ama çok yalın ve çırılçıplak bir gerçektir.

Onlara medeniyeti öğrettik şimdi kalkmış bize kafa tutuyorlar !

...

Sümerlerle, Hurrilerle, Hititlilerle, İskitlilerle, Peçeneklerle, Kıpçaklarla, Mayalarla, Kızılderililerle, Etrüsklerle aynı olmanın ötesinde Basklarda, Keltlerde, hatta günümüz İngilizlerinde, Ruslarında ve Tuareglerinde nasıl bir Türk vurgusu var, hem de genetik olarak, hiç düşündünüz mü?

....

Putin 2003 yılında Mavi Marmara hattının açılışı için Türkiye'ye geldiğinde "Moskovanın altını biraz kazırsanız Türk çıkar !" demiştir.

Ruslar ne kadar baskı altında tutsalar da kan kandır. Bu günki genetik verilere göre Rusların tamı tamına yarısı Türk kökenli R1a'dır. Bunu biz söylemiyoruz bizzat bir Rus olan A.Kysov söylüyor! 

Belçikalı Marcel Otte , Orta Avrupa prhistoryası uzmanı Alman Alexander Hausler, dilci M.Alinei, Gabriela Costa, Cicero Poghirc, Ballester ve Cavazza gibi dilcilerde ; Paleolitik dönemden (MÖ.17.000) den itibaren başlayarak MS.1300'lere kadar Orta Asya'dan gelen göç dalgaları vardır. Avrupa'nın kökenlerini de işte bu göçler oluşturur.

.... 



Çatalhöyüğün kara talihi başına getirilen İngiliz Arkeolog James Melleart ile başlar...Dorak hazinesi ve anatanrıça uçunca bizimkilerin aklı başına gelir ve Türkiye'de çalışması yasaklanır. Bu vatandaş Çatalhöyük için burada MÖ.7000 yıllarında 8000-10000 kişinin yaşadığı bir köy vardı ama şehir diyemeyiz diyor. Düşünebiliyor musunuz, MÖ.7000 yıllarında bir yerde 8000 kişi yaşayacak ve siz buna köy diyeceksiniz ! Sosyolojik olarak bile böyle bir şeyin tasavvuru imkansızdır. Önce tarihten utan be adam!

Biz altında gümüşte değiliz ! Kemikler nerede kardeşim? Söylenene göre 800 farklı iskelet kemiği bulunmuş. Cavalli-Sforza'da bunları ele geçirmiş ama yaklaşık 150 tanesinin sonucunu vermiş.

İşte R1b ve R1a oranı bunların oranıdır.

Malleart'ın hırsızlığının meyvelerini Cavalli-Sforza toplarken bizim hangi aklı evvel akademisyenlerimiz ona yardım ve yataklık etmiştir , mesele budur!

Aynı Malleart'a yine izin çıkar bu sefer Beycesultan kazısını yapar ve kaçırdığı balık çok ama çok büyüktür!

Konya Çatalhöyük, İstanbul Fikirtepe, Burdur ,Hacılar, Bursa Ilıpınar, Çorum Alacahöyük ve Alişar'da bulunan iskeletlerden bugün ne kalmıştır bilen var mı?

Bu iskeletlerin hoker mi, ev içinde mi yoksa ev dışında mı yattığına bakılacağına, kırmızı aşı boyasının ilk nerede kullanıldığını akıl eden olmadı mı?

Meşe veya çam kütüğünden sanduka yapmak Türk'ün kurgan geleneği olduğunu bilen yok muydu?

Taş ve kütük mezar sandukalarının Doğu Türkistan'dan Balkanlara kadar kullanıldığını araştıran yok muydu?

İlk kullananların MÖ.4500'lerde Türkistan'da yaşayan R1a ve R1b'liler olduğunu ben yurt dışından bulup öğrenmek zorunda mıyım?

Avrupalı Amerikalı kendine Hind-Aryan kökeni arayacağına Orta Asya Türk kökenine bakmalıdır!


Türk'ün Genetik Tarihi kitabından alıntıdır.
Yrd.Doç.Dr.Osman ÇATALOLUK


__________________________________________


Genetik araştırmacı Yrd. Doç. Dr. Osman Çataloluk, Anadolu'nun tapusunun Türkler'e ait olduğunu açıklayarak; neolitik dönemdeki ilk Türkler'in saptandığını söyledi.

Yrd. Doç. Dr. Osman Çataloluk, 1993 yılında Konya Çatalhöyük’te yapılan kazılarda insan kemiklerine rastlanıldığını ve DNA analizlerinde kemiklerin yüzde 40’ının Türk ırkına ait olduğunu açıkladı.

Çataloluk, günümüzden 10 bin yıl öncesinde Anadolu’daki ilk toplu yerleşim yeri olan Çatalhöyük’teki genetik bilimsel araştırmaların Proto-Türk diye adlandırılan Neolitik dönemdeki ilk Türkleri de saptadığını belirterek "Bu çalışmalar Anadolu’nun gerçek sahibinin Türkler olduğunu ortaya koymaktadır” diye konuştu.

(Nisan 2013-basın) 

.......


Türk Irkının Kıtalara Uzanan Genetiği

Avrupa Yahudileri ile Hazar Türkleri'nin akraba olduğu araştırması, Türkiye'de Yrd.Doç.Dr.Osman Çataloluk tarafından da destek buldu.

Avrupa Yahudileri ile Hazar Türkleri'nin akraba olduğu araştırması, Türkiye'de Yrd.Doç.Dr. Osman Çataloluk tarafından da destek buldu. Avrupa'nın yüzde 51'nin Türk kökenli olduğunu savunan Çataloluk, Kürtlerin yüzde 40'ının Yahudi kökenli olduğunu öne sürdü.

Yrd.Doç. Dr. Osman Çataloluk, geçmişe olduğu kadar geleceğe de ışık tutan genetik araştırmalarda dünya tarihine mühür vurmuş Türk kökeninin kıtalara uzandığını öne sürdü. Türklerin dünyaya dağılış tarihinde takvimlerin epey geriye uzandığını açıklayan Çataloluk, özellikle Aşkenaz Yahudilerinin asıl kökeninin Hazar bölgesine yerleşen Türk boyları olduğunu dile getirdi. Yahudilikte soyun anneden geldiğini hatırlatan Çataloluk, Hz. İbrahim'in Sümerli olduğunu ve Sümeroloji ile Türkçe arasında yüzlerce benzer kelime olduğunu kaydetti. Çataloluk; kayıtlar da İbrahim'in Sümerli olduğunun söylendiğini belirterek şöyle konuştu: "Sümeroloji'de çalışan bilim adamları, Sümeroloji ile Türkçe arasında 978 tane kelimenin bunların içinde çoğunun ortak olduğunu söyleyince Sümerlerde Türklük kavramı ortaya çıkıyor."


YAHUDİ GRUBUNA TÜRK IRKINDAN KAYIŞ VAR

ABD'de bulunan John Hopkins Üniversitesi'nde görevli gen bilim uzmanı Eran Elhaik'in Aşkenaz Yahudilerinin Hazar kökenli olduğu tezini kısmen doğrulayan Çataloluk; şunları söyledi: "Kan gruplarında R grubuna Türk grubu deniliyor. Ama Yahudilerin bulunduğu grup J grubunun ikinci alt kolu. Yani J2 grubu Yani Türk ırkı ile Yahudi ırkının yakın uzak alakası yok. Ama Yahudi grubuna Türk grubundan ya da ırkından kayış var. Birinci kayış,
MÖ. 2800-3000'lü yıllarda yani Sümer çöküşü ile birlikte bugünkü Filistin'e, İsrail'e geçen R1b grubu ile başladı. Amerikalı beyefendi 'Yahudilerin atası Türk' diyorsa bu yanlıştır. Yahudilerin Aşkenaz grubu Türktür. Kesindir. Bu gruplardan iki tanesi Filistin'e kaymış İsrail'e yerleşmişlerdir."

10 yıllık araştırmalarını 'Türkün Genetik Tarihi' isimli kitabı ile vücutlaştıran Çataloluk, kaleminin, alanında Türkiye'de tek olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: "Şimdiye kadar hiç eleştiriye maruz kalmadım. Türkiye'de buna boyu yetecek genetikçi daha görmedim. Ama Stanford gurubu ile kavgalıyız. Böyle bir araştırma olmalıydı çünkü; Türk genetiğini ya reddetmeniz lazım, dünyayı ele geçirmeniz için ya da Türk genetiğini kabul etmeniz lazım bu seferde Türk ata demeniz lazım."

YÜZDE 52 TÜRK YÜZDE 40 KÜRT

Dünya nüfusunda iki milyar insanın Türk kökenli olduğunu aktaran Çataloluk, sınırları aşan Türk kimliğinin yüzdelik oranlarını şu şekilde sıraladı: 

"Yunanlıların yüzde 30'u, Bulgarların yüzde 30'u, bizi hiç sevmeyen Sırpların yüzde 24'ü, bizi sevmeyen Ermenilerin yüzde 35'i, İngilizlerin yüzde 40'ı, Almanların yüzde 40'ı Baskların yüzde 99 onda 7'si Türk kökenlidir. 

Bugünkü Avrupalıların yüzde 51'i Türk kökenlidir. 
Türkü attığınız zaman dünyada bir şey kalmıyor."

Çataloluk, ayrıca Kürt kökenine ilişkin Avrupalı ve Amerikalı bilim adamlarının çalışmaları hakkında da şöyle bilgi verdi: 

"Avrupalıların kendi araştırması var 'Kürtlerin yüzde 10-12'si Türk kökenlidir' diye. 

Bugünkü Türkiye'deki Kürtlerin yüzde 40'ı Yahudi kökenlidir. Hepsi Amerikalıların ve Avrupalıların araştırmasıdır."

Arkeoloji'nin tek başına mana ifade etmediğini aksine arkeolojinin genetik bilimi ile bütünlük içinde icra edilmesi gerektiğini söyleyen Çataloluk, sözlerini verdiği örnekle pekiştirdi; 

"Örneğin, bir mezar açtınız 3 bin yılına ait bir mezar. Örneğin içinde kap kaçak buldunuz ve araştırdınız dediniz ki, 'bu kap kaçaklar Lidyalılara ait' Yunanlı, Faslı. 

Kemik de dedi ki ben Türküm. 

Şimdi mezar kime ait. Kap kaçağa bakarak mı mezarın sahibini sorgulayacağız yoksa kemiğe bakarak mı?" 


İZMİR

basın 27 Mart 2013

____________________


Bir cenaze işlemi

Çölün geniş bir alanına hâkim bir tepenin üstünde yas tutanlar ölen bir kadını son yolculuğuna uğurlamak için dondurucu soğukta ellerinden gelen bütün gayretle mezar kazıyorlardı. Mezar, hanımefendinin ölümünden sonraki hayatında devam edecek yolculuğu için iyi bir biçimde hazırlanmalıydı. Mezarı 12 at boyu derinliğinde kazdılar. Zemini çakıl taşlarıyla kapladılar üzerine de çam, meşe ve gürgen kabuklarından oluşan yaygıyı serdiler. Onun üzerine kalın çam kütüklerinden bir sehpa yaptılar. Mezar duvarlarını tamamen çam ve gürgen kütükleriyle kapladılar.

Kundağa sarar gibi....

Ve Komünist Rusya’nın çöküşünden sonra uyanan, uyanırken de kendini reddeden Macar arkeologları köklerini aramak için Sincan Uygur özerk Bölgesinde 2010 yılında İngiliz Arkeolog Marc Aurel Stein’in önderliğinde Tarım Havzası denen kuru çölde haşin soğuğun mumyaya çevirdiği bu kadavrayı gün yüzüne çıkardılar.

Miras kavgası!

İşin garibi bu mezarlar üzerinde hak iddia edip Çin Hükümeti ile kavga edenler Uygurlar değil Avrupalılar! Daha doğrusu Macarlar! İtalyan Cavalli-Sforza, M. Alianei ve ABD’li M. Gimbutaş’ın ve Renfrew’in başını çektiği Avrupalı ve Amerikalı bilim adamları şöyle bir tezle Çin’den hak iddia ediyorlar. Bunlar Çinliler gibi çekik gözlü değil yuvarlak ve renkli gözlü, ayrıca bunların haplo grupları R1b ve R1a, saçlan da uzun ve dalgalı bunlar olsa olsa Avrupalı Aryan olup buraya Avrupa’dan göç ettiler ve yerleşerek bu kültürleri oluşturdular. İşte bu sebeple bunlar bizim kültürel mirasımızdır diyorlar. Bu yüzden de “Anadolu Teorisi” ni iddia ediyor ve Kurganın Avrupa kültürünün malı olduğunu savunuyorlar. Bunu savunmaları lazım ki Macarlar biz Türk kökenli değiliz diyebilsinler!

Sincanlılar ne mi yapıyor buna karşılık?

Biz ne yapıyorsak onlar da onu yapıyor! Sessiz kalıyorlar…

http://onturk.wordpress.com/2011/06/21/bir-cenaze-islemi/#more-1820

Yrd.Doç.Dr. Osman ÇATALOLUK
Moleküler Genetikçi


Osman Çataloluk Türkün Genetik Tarihi video:


Kürt ırkı yoktur, Kürt kimliği altında 5 etnisite vardır !
OSMAN ÇATALOLUK ADANA AKDENİZ TV PART 2 video:


__________________________________

(kitaplar için anahtar kelimeler : turan,turanian,turanians)









.......

TIMES OF ABRAHAM - Henry George Tomkins

But the descendants of Shem were not the first civilizers of Babylonia. Those far-spreading tribes called by ethnologists Turanian had been beforehand.

"All appearances" says M.F.Lenormant, "would lead us to regard the Turanian race as the first branch of the familiy of Japhet which went forth into the world, and by that premature sepatation, by an isolated and antagonistic existence took, or rather preserved, a completely distinct physiognomy". " A thick stratum of Turanian civilization underlay Semitism in western Asia.

In fact all the great towns both of Assyria and Babylonia bear Turanian names".

So writes the Rev.A.Henry Sayce in a most interesting essay on the origin of Semitic Civilization...... (page 6)

"The Turanian people" says Mr.G.Smith ," who appear to have been the original inhabitans of the country, invented the cuneiform mode of writing. all the earliest inscriptions are in that language, but the proper names of most of the kings and principal persons are written in Semitic in direct contrast to the body of the inscriptions. The Semites appear to have conquered the Turanians, although they had not yet imposed their language on the country"....(page 7)

We will now turn to the polity, and laws, and transaction of business. "It is the opinion of the majority of Assyrian scholars" says Mr.G.Smith in his important work, Assyrian Discoveries, that the civilization, literature, mythology and science of Babylonia and assyria were NOT the work of a Semitic race, but of a totally different people, speaking a language quite distinct from that of all the Semitic tribes. 

There is , however, a more remarkable point than this : it is supposed that at a very early period the Akkad of Turanian population, with its high cultivation and remarkable civilization, was conquered by the Semitic race, and that the conquerors imposed only their language on the conquered adopting from the subjugated people its mythology, laws, literature and almost every art of civilization".... (page: 30)


In this case the record is "in Semitic Babylonian, but most of the other tablets in the collection" (in British Museum) as Mr.Smith tells us " are written in Turanian ,although occasionally one copy will give a Semitic equivalent for the corresponding Turanian word in the other." ... (page 36)

We have seen indications that the mixture and even fusion of races, so characteristic of the Chaldaean country had extended itself in the tideway of migration through Mesopotamia, Syria, Canaan and even into the Delta. We shall not be surprised to find if so be, even a Turanian element in Egypt when we treat of the "shepherd-kings"....(page 104)

This is a most important contrast and would lead to the conclusion that the pristine Turanian religion of Chaldaea, in respect at least of the worship of elemental spirits ,had not formed any portion of the complicated system which grew up in Egypt....(page 118)

The best picture we can produce must be tessellated with fragments from the most various sources. We have already brought many together and arranged them in a rough outline. We have seen the western migration of different races, Turanian, Hamitci, Semitic ; have traced the line of their smouldering camp-fires from the Persian Gulf to the eastern branches of the Nile, the names of their stations, the titles of their gods, the records of their conquests and, last of all, their very presence with living tradition on their lips from point, along their old time-honoured highway....(page 131)

The name Hyksos, by which they were known to the Egyptian priestly historian Manetho is generally believed to be compounded of Shasu, the usual word for the Arab hordes, and hyk king ; and may have been a mere nickname used after their expulsion. But the Egyptians call them in their records Menti (Syrians), Sati ,the roving Asiatics armed with bows, or by a word of hatred or contempt. Manetho, says they wre of ignoble race, "some say Arabians ;" and also uses the term Phoenicians for the earlier monarchs. Africanus calls them Phoenicians.

It is clear enough from what quarter they came. As we have seen, the few sculptures yet discovered show a type, most strongly-marked common to all the royal heads. Mr.Lenormant has suggested more than once that this may display a Turanian element ; "a race which is not even purely Semitic, and must be pretty strongly mixed with those Truanian elements which science reveals to-day as having borne so large a part in the population of Chaldaea and Babylonia".... (page 143)

The subject of marriage in Egypt has been treated by Prof.Ebers. The wife held a very honourable place in the oldest times, as the monuments clearly show. This agrees well with the Pharaoh's view of the matter, which indeed was quite as characteristic of the old Turanian people of Chaldaea and also guided the conduct of Abimelech king of Gerar....(page 154)

The word used in Genesis xii, for the officers of Pharaoh's court, is the correct Egyptian title (Sar), which is in fact common to the Turanian and Semitic Babylonia, Egyptian and Hebrew languages...(page 155)

Now they are furnishing one of the most striking confirmations of our faith in the historical record which the wit of man could possibly imagine. for this pristine Elam is "rising up" with its kindered nation the old Turanian Chaldaea, as if to show that in god's providence there is nothing hidden that shall not be revealed when the set day is come....(page 167)

The explorations of Mr.Loftus in the huge mounds laid open the remains of magnificent building of the Persian period, including the stately palace decribed in the book of Esther. But we are only entitled in this place to notice the more ancient objects dicovered in the citadel. "There is every probability" he says "that some of the brick inscriptions extend as far back as the period of the patriarch Abraham. "

M.Lenormant mentions a still more primitive relic : "The Anarian cuneiform writing, as science ha, now proved, was originally hieroglyphic, that is , composed of pictures of material objects ; and these forms can in some cases be reconstructed. An inscription entirely written in these hieraoglyphics wxixts at Susa, as is positively known ; but it has not yet been copied, and is therefore unfortunately not available for study."

In truth this region was the seat of a civilization of the most ancient date, while in the back-ground rose the old Turanian Media, stretching away towards the Caspian where a kindered ,but not identical language was spoken...(page 171)

During the time of Sargina the Semitic language began to supersede the old Turanian Akkadian ,and the custom grew up of recording the contracts of sale and loan in Semitic, whenever one of the contracting parties was of that race. "The decline continues rapid" (says M.Lenormant) under the Kissian kings , of whom the first is Khammuragas , when the capital is definitely fixed at Babylon. It is under these kings, who occupied the throne during many centuries, that the Akkadian became extinct as a living and spoken language."...(page 201)



.....

THE TURANİAN race is one of the oldes in the world and appears to have migrated at the same time as the Hamitic ; it might even be possible to restore the chief features of an epoch, when the sons of Turan and of cush alone occupied the greater part of EUROPE and ASİA, whilst the Semites and the Arians had not yet left the regions which were the cradle of our species....(page 63)




.....



....








_______________________________________________

MISIR, ASUR VE YUNAN'A ÖNAYAK OLMUŞ OLAN MEDENİYET SUMER MEDENİYETİDİR. SUMERLİLER SEMİTİK YA DA ARYAN DEĞİL TURANİ TOPLULUKTUR. DİL VE GRAMER YAPISI TÜRKÇEDİR.

TÜRKÇE "KAP KACAK" SUMERCE "GAP GACAK" TIR.

ROCKEFELLER BİRÇOK KAZILARA SPONSOR OLMUŞTUR. !!! (facebooktaki yazıyı okumak için tıklayın)

BUNLARIN BAŞINDA SÜMER VE ANAU VARDIR. 


FULLBRİGHT İLE EĞİTİM SİSTEMİ ELE GEÇİRİLDİKTEN SONRA İÇİMİZE SIZAN "DIŞ GÜÇLER" ARAŞTIRMALARA ENGEL OLMUŞ ,GERÇEKLERİ SAKLAMIŞTIR.! VE TARİHİMİZE YABANCI NESİLLER YETİŞTİRİLMİŞTİR. 

SON OLARAK ANKARA, VAN VE HAKKARİ DE YAPILAN KAZILAR VE ARAŞTIRMALARDA, ORTA ASYA'DA RASTLANAN KAYA TAMGALARI VE BALBALLAR BULUNMUŞTUR. 

BU DA ANADOLUNUN VE DOĞU ANADOLUNUN TÜRKLERİN YURDU OLDUĞUNU KANITLAR. 

KURGANLARI SAYMIYORUM BİLE !

GAMALI HAÇ, DÖRTYÖN TAMGALARI , OVO'LAR,
DİL, KÜLTÜR BAĞLARI VE 
TROYA'DA BİLE TÜMÜLÜSTE AT KEMİKLERİ BULUNMASI, LİDYALILAR İLE MEDLERİN KAN ANT'I İLE BİRBİRLERİNİN KANINI İÇMESİ, 
İSKİTLER, HUNLAR, 
ETRÜSKLERİN GEN ARAŞTIRMASINDA 
99,7 TÜRK DNA'INA RASTLANMASI, 
BASKLARIN ETRÜSKLERLE AKRABALIĞI VE 
DİLLERİN DAĞISTANLILARLA AYNI OLMASI, 
İSKANDİNAV MİTOLOJİSİNDE ODİN'E TÜRK DENİLMESİ, MACARLARIN HUNLARLA AKRABALIĞI, 
URARTULAR, HATTİLER, HURRİLER, 
KIZILDERİLİLERİN TÜRKLERLE DİN,DİL VE KÜLTÜR AKRABALIĞI (ARİZONA DA "HAVASU" KANYONU BULUNMASI, Kİ KELİME ANLAMI HAVA SU'DUR) , 
GİRİT PHAİSTOS DİSKİNDEKİ KIZILDERİLİ İLE GÖKTÜRK PRENSİ ALTIN ADAM KURGANINDAN ÇIKAN YÜZÜKTEKİ KIZILDERİLİ...VS.. 

HEP AYNI ŞEYİ GÖSTERMEKTEDİR.

TÜRKLER MEDENİYETİ VE YAZIYI GETİRMİŞ VE ÇOK BÜYÜK BİR ALANA YAYILMIŞTIR. 

AVRUPA VE AMERİKA UYGAR OLMADAN ÖNCE HEM DE
SUMERLİLER 3BİNLER DE YAZIYI HAYATA GEÇİRDİKLERİNDE DİĞERLERİ EMEKLİYORDU. 

YUNANLILARIN YAZIYI ALMALARI MÖ.8.YY'A DENK GELİR. Kİ  HATTİLER, İSKİTLER YAZIYI KULLANIYORDU. ROMALILAR ETRÜSKLERDEN ALDIKLARINI KENDİLERİNE MAL ETTİLER. 

ETRÜSKLÜLERDE DEMİRCİ OLARAK TANINIRDI ! 

YUNANLILARIN PART DEDİKLERİ , KUŞHANLAR, HATTA ÇİNE GİDEN CHOU'LAR BİLE TURAN,TÜRKTÜR.

ESKİ KİTAPLARDA TURAN,TURANİAN OLARAK GEÇEN TÜRKLÜK KİMLİĞİ VE TARİHİ GEÇERLİDİR. 20.YY SONRALARINDA BU KİTAPLARDAN 
TURAN,TÜRK KELİMESİ ÇIKARILMIŞ, DEĞİŞİME UĞRATILMIŞTIR. 

ÇÜNKÜ "BATI" DİYE TABİR ETTİĞİMİZ VE KENDİLERİNİ ARI IRK OLARAK ADLANDIRAN KİŞİLER , Kİ HİNT-AVRUPA UYDURMA VE ZORLAMA BİR SIFATTIR , BU BÜYÜK MEDENİYETE DUYDUKLARI SAYGIDAN, KISKANÇLIKTAN VE UTANÇLARINDAN NE YAPACAKLARINI ŞAŞIRDILAR. 
KENDİLERİNİ ARADILAR AMA YOKTULAR.

BU KİTAPLAR GEÇERLİ DEĞİLDİR, BİZ BUNLARA ÇÖP DİYE BAKIYORUZ DİYENLERE: 

ÖZELLİKLE DİL ARAŞTIRMALARI ZAMAN AŞIMINA UĞRAYAMAZ!

AMERİKALISINDAN, RUSUNA, JAPONUNDAN MACARINA, YAHUDİSİNDEN HIRİSTİYANINA KADAR TÜM YAZARLAR BUNLARI DİLE GETİRMİŞTİR. 

ADAMLARA NE KADAR ZOR GELMİŞTİR BUNLARI YAZMAK, 
HER TAŞIN ALTINDAN BU "BARBAR" TÜRKLER ÇIKIYOR..DİYE 

AMAZONLARLA İLGİLİ YAPILAN YABANCI BİR BELGESELDE BİLE 
"BUNLAR DA TÜRK ÇIKTI" DİYEREK KONUYU KAPATIYORLARSA , İYİ NİYETLERİNDEN DEĞİLDİR HERHALDE...! (AMAZONLAR İÇİN TIKLAYIN)


KİM KİMİ, NEREDEN KOVUYOR....?
"HADDİNİZİ BİLİN" DEMEK ZAMANI GELMİŞTİR.
BEN IRKÇI DEĞİLİM AMA TARİHİME DE SAHİP ÇIKIYORUM VE 
HİÇ KİMSENİN DE TOPRAĞINDA GÖZÜM YOK , 
TÜRKİYE'Yİ TÜRKİYE OLARAK SEVİYORUM.
UYANIN ARTIK !

SEVGİ VE SAYGIYLA KALIN.

SB.


______“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” _________