Translate

İran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Haziran 2014 Pazar

AZERBAYCAN - İRAN - PAZIRIK / KEÇİ VE KUŞ İKONOGRAFİSİ







Solda : 
Gobustan - Azerbaycan 'dan Türk Kaya Resmi
Sağda : 
Orta Asya kurganından çıkan ve atlara takılan bir maske MÖ.5.4.yüzyıl - Hermitage Müzesi

Gobustan sanatsal kaya oymalarının olduğu yerleşim yeri, 40.000 yıl öncesine dayanan, 6.000 den fazla olağanüstü kaya oymasıyla Orta Azerbaycan yarı çölünün kenarında yükselen üç kayalık platoyu kapsar. Bu yer ayrıca, üst paleolitikten orta çağlara kadar son Buzul Çağını takip eden ıslak dönemde, tümünün bölgenin yerlileri tarafından yoğun bir şekilde kullanıldığı görülen iskan edilmiş mağaraların, yerleşim alanlarının ve mezarlıkların kalıntılarını içerir. 537 hektarlık alanı kapsayan yerleşim yeri, daha geniş korunan Gobustan Bölgesinin bir parçasıdır.

Bölgeyle ilgili ilk buluşlar 1939 - 1940 yıllarında yapılmış, daha sonra sistemli araştırmalar 1947'den sonra araştırmacı arkeolog İshag Ceferzade (I. Djafarsade) tarafından devam ettirilmiştir. Ceferzade, 750'den fazla kaya üzerinde 3.500'den fazla oyma belirlemiş ve kayıt altına almıştır. Bu kayıtlar, daha ileri düzeyde kazılar yapan R.Djafarguly tarafından genişletilmiştir. 1965'den beri, 20'den fazla tarih öncesi yerleşim yerinde kazılar devam etmiş ve bronz çağına ait çok sayıda yapı tespit edilmiştir. Kazıları devam ettiren D.Rustamov tarafından bir mağarada 10.000 yıllık 2 metrelik bir katman ortaya çıkarılmıştır. Bu katmanlarda ele geçirilen insana ait figürün ise en az 10.000 yıllık olduğu, ve hatta daha önceki tarihlere de ait olabileceği belirtilmiştir.

KAYNAK : UNESCO World Heritage Center
Hermitage Müzesi







URMU TEORİSİ : 
Türklerin Anayurdu buraları, Atayurdu ise Altaylardır:Dilmizde buralarda oluşmuştur. Mesela Tarkan adını sıkça görürüz....

Ön Asyada yaranmış prototürk dili m.ö. IV binyılın ortalarında batı ve doğu kollara ayrılmış, doğuya giden prototürk urugları Orta Asyadan İtil yakalarına ve Altaya kadar ayrı-ayrı bölgelerde ikinci Atayurdlar salmışlar.






MÖ.1000 İRAN'DA BULUNMUŞ
PERSLER MÖ.6.YÜZYILDAN SONRA BURALARA GELMİŞTİR!




İRAN'DAN MÖ.1000




kitap




_______TÜRK KÜLTÜRÜ ve TARİHİ_________ 








29 Eylül 2013 Pazar

İRAN TÜRKLERİNİN ESKİ TARİHİ





Elinizde bulunan “İran Türklerinin Eski Tarihi (İslam’a kadar)” kitabı esas itibariyle yurdumuz İran’ın doğumdan 4500 yıl önceden İskender’in saldırısına kadarki döneminin tarihini kapsıyor. Şimdiye değin yurdumuzun bu dönemi tarihinin birçok meselelerinden, bütün dünya tarihçililerin tersine olarak, bazı tutucu tarihçiler ya hiç konuşmamış, ya da gerçekleri tam tersine göstermiş ve yurdumuzun tarihini Akamenitlerle başladığını göstermişler.

Halbuki, bugün tarih bilimi, Hint-Avrupa dilli Perslerin 10 boyunun ilk kez doğumdan 900 yıl önce doğu yönünden İran çölüne geldiklerini ve Elam şehzadelerinin egemenliği altında olan çağdaş Fars ve Kirman vilayetlerinde, Elam yönetiminin izniyle, yurt edinip, yaşadıklarını kesin olarak gösteriyor. Onlardan yaklaşık 3500 yıl önce Türkler İran topraklarında uygarlıklar ve devletler yaratmışlardır. Bu kitapta İran Türklerinin eski tarihi iki dönemde araştırılır:

1- Hint-Avrupa dilli ellerin doğumdan 900 yıl önce İran’a
gelmesine kadarki yaklaşık 3.5 bin yıllık tarihi.

2- doğumdan 900 yıl önceden İskender’in saldırısına kadarki dönemde yurdumuzun eklemeli dilli halklarının tarihi, yaşamı ve uygarlığı.

1. 
Pers boylarının gelmesine değin bugünkü Irak ve İran’ın bütün batısı, merkezi ve Hazar’ın güneyi, Kuzey ve Güney Azerbaycan’da, tarihin gösterdiğine göre, insanlığın ilk ileri ve parlak uygarlığı yaratılmıştır. 

Bu uygarlığı yaratanlar Irak’ta Sümerler, İran’ın batısı, merkezi, bütün Azerbaycan ve Hazar’ın güneyinde Arattalar, Elamlar, Kassiler, Hurriler, Guttiler, Lullubiler, Gilzanlar, Emredler, Kaspiler, Mannalar, Urartular olmuşlardır. 

Eski tarih uzmanları eski tarihler ve bilimsel kazılardan elde edilmiş belgelere dayanarak şunu gösteriyorlar ki, bütün bu eller ve halklar eklemeli dilli olmuş, kendileri de Orta Asya’dan, Hazar’ın kuzeyi, Derbend ve Daryal geçidi ile Azerbaycan, Zagros Dağları, çağdaş Türkiye’nin doğu topraklarından geçip, bazı el ve obaları bu yerlerde kalıp yerli eklemeli dilli topluluğa karışmış ve ana kütleleri Irak, Huzistan, Loristan yerlerinde yurt tutup, insanlığın ilk uygarlığını yaratmışlardır. 

Bu eklemeli dilli ellerin bu yerlerde kurdukları uygarlıklar, yaklaşık bin yıl sonra çağdaş Arabistan’ın batı ve güneybatı yerlerinde yaşamış Sami ellerini de kendine çekmiştir. Samiler tarih boyu Irak topraklarından doğuya doğru ilerleyememişlerdir.

Demek ki bugünkü Irak, İran’ın batısı, merkezi, Zagros dağları ve bütün Azerbaycan, doğumdan 4500 yıl önceden dilleri çeşitli lehçelerde eklemeli dilli (bugünkü Türk dilinin babası) boylar, eller ve halkların yurdu olmuş ve yaklaşık bin yıl sonra Samiler de bu uygarlığa katılıp, birlikte Yakındoğu uygarlığını yaratmışlardır. 

Yani doğumdan 900 yıl önce, Perslerin gelmesine değin Yakındoğu’da eklemeli dilli ve Sami elleri yaşamış, kurulmuş uygarlık onların ürünü olmuş ve Hint-Avrupalı halklardan bu yerlerde bulunmamışlardır.

Kitapta Perslerin gelmesine kadarki dönemde Yakındoğu’da yaşayıp uygarlık kurmuş eklemeli dilli ve Sami dilli halklardan topluca bilgi verilir ve eklemeli dillerin dil bilgisi bugünkü Türk dilleriyle karşılaştırılır. 

Ancak çağdaş İran’ın batısı, merkezi ve Azerbaycan torpaklarında yaşamış insanlardan, uygarlık kurmuş Arattalar = Eretteler, Lullubiler, Guttiler, Kassiler, Hurriler ve Mannalardan özel bölümlerde söz edilir, uygarlıkları araştırılır ve özellikle Sami halklarından olan Asurilerin Güney Azerbaycan devleti ve halklarına karşı yaklaşık 700 yıl süresince saldırıları ve halkımızın direnişinden, Asuri kaynaklara dayanılarak, geniş bilgi verilir.

2. 
Doğumdan 900 yıl önce Pasargad kabilesinin kılavuzluğu altında olan 10 Pers boyu doğudan İran çölüne gelmiştir. Onlardan yerleşik yaşam sürdüren üçü, Pasargad boyu gibi Fars vilayeti ve öteki 7 boy ise Kirman’da yerleşmiştir. 

Bu 10 HintAvrupa dilli el, Firdevsi’nin Şehname’de gösterdiği gibi, İran çölüne geldiğinde, tam ilkel yaşam sürdürmüş ve yerleştikleri İran yerlerinde yüksek uygarlığa iye olan yerli eklemeli dilli halkların (Elamlar, Kassiler, Ellipiler) yönetimi altında yüz yıllarca yaşayarak, onlardan uygarlık, ileri yaşayış ve yaşam biçimi, alfabe, yazı vs öğrenmişlerdir. 

Perslerin İran’a gelmesinden D.Ö.550. yıla değin, yani Akamenitlerin iş başına gelmesine değin, Manna devleti Asurilerin karşısında direnmiştir. D.Ö.673. yılda Med ayaklanması ile Med imparatorluğu kurulmuş ve Manna devleti ona katılmıştır.

Kitabın bu bölümünde Oğuzların-Sakaların Azerbaycan’a ilk kez gelmesi, devlet kurması ve Med kralı büyük Kiaksar’ın Asuri militarizmine son vererek Yakındoğu halklarını Asuri zulmünden kurtarıp, onların ilerleme ve gelişme yollarını açması, gereğince açıklanır.

Kitabın sonraki bölümü Med kralı Astiak zamanında, Med ordularının başbuğu Harpak’ın satkınlığı sonucu Med imparatorluğunun düşmesi ve Akamenit sülalesinin iş başına gelmesi ve Kirus’un Tumrus hanımla savaşıp ölmesi açıklanır.

Kitabın sonraki bölümü Med kahramanlarının Akamenitlerin milli zulmüne karşı kanlı ayaklanmalarına ayrılmıştır ve daha sonra İskender’in İran’a saldırısı ve onun nedenleri açıklanmıştır.

Kitabın son bölümünde Manna-Med uygarlığı, dili, folkloru, edebiyatı, Zerdüşt dini, Avesta kitabı, Nevruz (Oğuz) bayramı, onun kökleri ve törenleri, üstelik doğumdan 4000 yıl önceden İskender zamanına değin, hatta Akamenitler döneminde bile, bugünkü İran’ın yaklaşık her yerinde ve çeşitli dilli milletleri içerisinde Elam dilinin genel, resmi devlet dili olması, kütleler içinde kullanılması ve Elam uygarlığının biricik sanat ve uygarlık ortamının merkezinde durması açıklanır. 

Burada İran Türklerinin Eski Tarihi’nin birinci kısmı sona eriyor ve ikinci bölümü “İskender’den İslam’a kadarki dönem” daha sonra ayrıca basılacaktır.

...

Sümerler 

Sümerler bugünkü Irak’ın (Mezopotamya: Dicle ve Fırat çayları arasındaki yer) güneyi ve Basra körfezinin kuzeybatı yerlerinde özellikle Babil’de yerleşerek yaşayıp yüksek nitelikli uygarlık yaratmışlar. Sümer halkının ne zaman bu topraklara gelmesi kesin olarak belli değildir, ancak eski tarih uzmanları Sümerlerin doğumdan 4500 yıl önce gösterilen yerlerde insanlığın eşi görünmemiş ilk parlak uygarlığını yarattıklarını, Ur, Uruk, Ereh, Nippur, Kiş, Lekeş, Lersa vs gibi büyük uygarlık merkezleri olan şehirler yaptıklarını gösteriyorlar.

Bilimsel kazılar ve araştırmalara dayanarak bütün tarih uzmanları bu görüşü ileri sürüyorlar ki, yaklaşık 4000 yıl doğumdan önce Sümerler ve onlardan sonra Elamlar Orta Asya ve Ural’ın doğusundan, Hazar’ın kuzeyi ve Kafkas geçitleri (Derbend ve ya Daryal yoluyla) ve Azerbaycan’dan geçerek, Sümerler bugünkü Irak topraklarında ve Elamlar Huzistan topraklarında, Loristan, Zagros dağları ve biraz da bu dağların iki tarafında yerleşmişler. Tarihçilerin gösterişiyle Sümer ve Elamlardan kalan eserler hem Irak ve Huzistan’dan, hem de Orta Asya’nın batısı, Aşkabad bölgesinden ve Horasan’ın kuzeyi ve Orta Asya ile komşu bölgelerinden bulunmuştur.

“6000 yıla yakın bundan önce, verimli topraklar arayan Sümerler Kafkas ve İran’ın kuzeybatısı yoluyla Mezopotamya’nın güney kesimlerine gelip Irak’ın güney yerlerini kendilerine yurt edindiler. Onlar önceleri Sümer ve sonraları Babil adıyla tanındılar. Sümerler çivi yazıyla çamur tabletlerin üzerinde binlerce kural ve kendi geçmişlerini Sümer dilinde yazdılar. Bu tabletler dünyanın büyük müzelerinde bulunmaktadır.” 

“Orta Asya’nın asıl sakinleri Türk olmuşlar. İnsanlığın bu beşiğinden yaratılıp göçmüş ve ilkin uygarlıklar ve özellikle Sümer ve Hitit uygarlığını yaratmış olan boylar Türk soyundan olmuşlar ve insanoğlunun konuştuğu ilk dil Türkçe olmuş ve bugünkü dillerin birçok kelimelerinin kökü Türkçedir. Eski tarih uzmanlarının bu sava getirdikleri kanıt bugünkü Anadolu sakinlerinin vücut şeklidir ki, 4000 yıl süresince değişmemiştir. 

14 yüzyıl süresince Makedonya, Rum ve Bizans imparatorlukları Yunan uygarlığı ve gelenek göreneklerini Anadolu halkı içinde yaydılar, ancak 11. yy.’ın sonlarında Türk dilli boylar Ural’ın doğusu ve Altay bölgelerinden akın edip Anadolu’nun sakinlerini bir daha Türk, Tatar, Selçuk ve Osmanlı yolu ve gelenekleriyle gitmeğe mecbur ettiler.”

“Samiler Mezopotamya’ya gelmeden önce Sümerler Basra körfezi kıyılarını zabtettiler. Sümerlerin nereden geldikleri meselesine gelince, Aşkabad’ın yakınlığı (Kurgananu), Esterabad (Kurengtepe) ve Deregez’de bulunan çömlek eşya, taş kaplar, bakırdan silahlar vs’nin yapılma tarzı Elamidir ve altından olan bir vazonun üstünde Sümeri simalar kazınmıştır. 

Bazılarına göre Elam uygarlığı ile Hazar arkası (Orta Asya) uygarlığı arasında ilişki olmuştur ve Sümerler de kuzeyden Babil bozkırına gelmiş olabilirler. Amerikalıların Sümer şehirlerinden biri olan Nippur’daki kazılarından sonra ve bu milletin birçok padişahlar sülalesi listesinin buluşundan sonra, doğumdan 3000 yıl önce Sümerlerin geniş ve zengin geçmişleri ve Babil’in de onların uygarlık merkezleri olduğu kesinlik kazanmıştır.”

“Hamilton Fakültesi’nin ‘Hukuk Tarihi’ yazarları Babil’in en eski sakinleri olan Sümerlerin Sami olmayıp Moğol kavmi kollarının birinden olduğunu açıkça gösteriyorlar”.

Sümerlerin insan hayatı ve uygarlığına hizmeti 

1. Toplumda kanun koyup onun temelinde toplumu yönetmek.
2. Sözlü dili yazılı dile geçirmek için alfabe yaratmak ki, Bu alfabe çivi alfabesiyle kendini göstermiştir.
3. Çeşitli bilimler ve endüstri alanlarını başlatmak. Mısırlılar, Yunanlılar eski tıp, gök bilimleri, sanayinin ilk ve ana temellerini Sümerlerden almışlardır.
4. Gece gündüzü 24 saate, her saati 60 dakikaya ve her dakikayı 60 saniyeye bölmek.
5. Daireyi 360 dereceye bölmek
6. Bir takım metallerin, özellikle de Alüminyumun buluşu. Bu buluş insanoğlunun son 100-150 yıldaki buluşu sayılmaktadır. Ancak “yaşı 2000 yılı geçmiş eski Çin mezarlarının birinden arkeologlar alüminyumdan yapılmış eşyalar bulurlar. Biz diyoruz ki bu olanaksızdır. Herkes bilir ki ancak galvanizli banyonun bulunmasından sonra alüminyumu almak mümkün olmuştur. Ve böyle bir sağlam kanaate vardıktan sonra da galvaniz banyosunu eski Sümer’de görebiliyoruz. Yani galvanizden 5000 yıl evvelki devirde.” 

....

Hititler 

D.Ö.1700. yılda Hitit imparatorluğu (Hitit kralı Murşiliş zamanında) Babil hükümetiyle savaşıp onu yenilgiye uğratarak topraklarını ele geçirdi. Babil gibi güçlü bir hükümeti yenen Hitit devletinin uzun yıllar ondan önce kurulması ve Hitit halkının bir kaç yüz yıl ondan önce, yaklaşık D.Ö.3. bin yıllığın ikinci yarısı ve sonlarında Batı Anadolu’ya gelmesi ve orada uygarlık ve hükümet kurmağa başlaması bilim dünyasına aşağı yukarı kesinleşmiştir. 

Ali Paşa Salih gibi bazı tarihçi ve hukukçular, Hitit halkını Ari soylu gösterseler de, büyük tarihçilere göre, Aryalar 900 yıl doğumdan önce doğudan İran çölüne ve bölgemize akmağa başlamışlar. Hatta Pirniya bile Hitit halkını Ari soylu göstermemiştir.

Büyük olasılıkla Sümer ve ya Elam göçlerinden ayrılarak Urmu Gölü’nün güneybatısında Zagros’un batı ve Toros’un doğu eteklerinde yurt tutup yaşayan ve Erettelerin (Arattalar) soyundan olan Hurriler D.Ö.2400. yılda 4 yöne göçmüş ve onlardan bir bölümü kuzeybatı ve bir bölümü de kuzeye gidip yerleşmişlerdir. 

Birinciler Batı Anadolu’da Hitit halkı ve devleti, ikinciler ise Doğu Anadolu ve Van gölünün kuzeyi ve çevresinde, Zagros dağlarının batısında Urartu halkı, devleti ve uygarlığını yaratmışlar. Yani Anadolu’nun eski tarihini iki bölüme ayırabiliriz:

1. Anadolu topraklarının doğu bölümleri: Van gölü çevresi, onun doğu kısmı, Zagros dağlarının batı yamaçları, Ağrı dağının batı etekleri ve Karadeniz kıyılarına kadarki yerleri, eski tarihçiler Van ve ya Urartu ülkesi adlandırmışlar. 

2. Anadolu topraklarının batı bölümleri: Bugünkü Van Erzurum’dan Aralık denizi ve boğazlara kadarki yerlerin ilk insanları ve topluluklarına gelince, tarihçilerin düşüncesine göre, bunlar Hititler olmuşlar. Hitit halkı Orta Asya’dan bölgemize olan üçüncü eller göçünün ürünüdür. Bazı tarihçilere göre bu göç D.Ö.3. bin yıllığın sonlarında, yani D.Ö.2050. yıllarında olmuştur.

Hiti imparatorluğu topraklarında yapılmış arkeoloji araştırmalara göre, önceler onun başkenti bugünkü Boğazköy topraklarında yerleşen Peteryum şehri olmuş, sonralar ise bugünkü Karakamış toprakları ve Fırat kıyılarında yerleşen bir şehir olmuştur. Hitit imparatorluğu topraklarındaki kazılardan elde edilen heykeller ve kabartma resimler gibi değerli tarihi eserler Hitit uygarlığının büyüklüğünü gösteriyor. Elde edilen birçok taş yazıt bugün Berlin Müzesi’ndedir.

Hitit imparatorluğunun başında Güneş adlanan büyük kral otururdu. Kralın bu gücüne bakmayarak, eski Türk ellerinin çoğunda olduğu gibi, onun gücü Pank (topluluk, kütle anlamında) kurulu, meclisi aracılığıyla sınırlanırdı. Pank’ın üyelerinin çoğu savaşçılardan, kralın oğulları ve kardeşlerinden ibaret olurdu. 

Hitit devleti çeşitli eyaletlere bölünür ve her birinin yerli hakimi olurdu, bu hakimler, genellikle, kralın ailesinden seçilir ve oldukları ortamda kral adlanırlardı.

Hitit hükümetinin alfabesi önceler hiyeroglif, sonralar ise çivi idi. Onlar kendi eklemeli dillerinde yazarlardı. Hitit halkının çeşitli allahları vardı, özellikle de bütün eklemeli dilli halklarda olduğu gibi, ‘Büyükana’ allahı, tufan ve kasırga allahı Telepinu (doğa güçlerini yaratan allah) vs idi. Genellikle Hitit halkının dini görüşleri doğa güçlerine tapınmak yani bir çeşit Şamanlıktı. Babil-Akkad dini düşüncelerinin etkisinde bir savaşçı şeklinde tufan allahı olan Teşub’u da kabul ettiler.

Sümerler ve Elamlar gibi Hititler de Türk dilli olmuş ve bugünkü Anadolu’nun belki de ilk sakinlerini teşkil etmişlerdir, 

Dolayısıyla Anadolu’nun birinci sakinleri Yunanlılar ve ya başka Hint-Avrupa dilli halklar olmamış, Türklerin ulu dedeleri olmuş ve ilk uygarlık ve devleti burada onlar yaratmışlardır.

...

Kassiler 

Kassilerin yaşadığı bölge bugünkü Loristan vilayeti idi. 
Kassilerin D.Ö.2. bin yıllıkta yaşamış krallarının kitabeleri, Akkad dilinde olan Asuri ve Babil metinlerindeki özel adları, onların dillerinden elde edilmiş bir takım kelimeler gösteriyor ki, bu halk Elamlara yakın olmuşlar ve “Elam diline yakın olan bir dille konuşurlarmış.” 

Kassiler eski İran’ın batı topraklarında yaşamış eklemeli dilli halk olarak, coğrafi açıdan Elamlarla GuttiLullubiler (sonraki Medler) arasında bağ ve ilgi olduğu gibi, dil ve uygarlık bakımından da bu iki halkı bir birine bağlamıştır.

“Kesin olarak Med’in daha güney bölgelerle yakın ilişkisi olmuştur, özellikle de eski zamanlarda ki, Kassiler ve Elamlarla kavmiyet ve dil bakımdan yakınlığı vardı.”

“Kassiler ve öbür dağlık kabileler herhalde D.Ö.2. bin yıllıkta Med ve Elam sınırlarında yaşıyor ve dil bakımdan Elamlara yakındı.”

Yaşadıkları toprakların Elamlarla komşuluğu, dillerinin yakınlığı ve krallarına ait kitabelerin D.Ö.2. bin yıllığa ait olması ve bu tarihlerde uygarlık kurması bu halkın D.Ö.3. bin yıllığın başları ve ortalarından bu yerlerde yaşamasını gösteriyor. Bu tarih Elamların bölgemize gelmesi tarihine yakındır. Bu da Kassilerin Elamların Orta Asya’dan olan göçlerinden ayrılıp Loristan’da yerleşen ellerinden meydana geldiğini göstermektedir. Dağlık Loristan bölgesinde, Kassiler hayvancılıkla yaşamışlar. Bazı tarih araştırmacılara göre atı evcilleştirme ve taşıma aracı olarak kullanma Kassilere aittir.

Tarihçilere göre Kassilerin krallar sülalesi, Kandaş adlı önder tarafından kurulmuştur. Akum, Uşi, Abirattaş, Urşikurumaş, Kaştiliyaş vs Kassilerin başka krallarının adlarındandır.

Kassilerin uygarlığı

Kassilerin yaşamış olduğu bugünkü Loristan’dan birçok tunçtan yapılmış eşya elde edilmiştir, ama ne yazık ki, 1920-1930. yıllarda vahşicesine yapılmış kazılarda yok olmuş ve ya Avrupa’ya götürülmüştür. Bu eserler D.Ö.2. bin yıllığın ortalarına aittir. Kassi uygarlığından at eyeri, gem, silah, süs eşyası, dini törenlere ait olan çeşitli şeyler elde edilmiştir. Eski Kassi uygarlığından elde edilmiş araba ve ona gereken eşya genellikle Yakındoğu ve özellikle de Sümer gereçleri ile aynı çeşit ve biçimdendir. Bu da onların aynı uygarlığa iye olduğunu gösteriyor. Kassilerin de çeşitli allahları olmuştur. Örn. Sah (güneş allahı), Gidar, Marataş (savaş allahları), Şumu (yer altı ateş allahı) gibi.

Kassilerin dili 

Kassilerin dili komşuları olan Elamlar ve Gutti-Lullubilerin diline yakındı ve onlar gibi eklemeliydi. “Kassiler ve Guttilerin dili belli ölçüde yakın olmuştur. Kassilerdeki +(A)ş ekini Guttilerdeki Eş-Uş ekiyle karşılaştırın.”

Kassilerle Elamların dillerinde de söz dağarcığı ve biçim bilgisi bakımından benzerlikler göze çarpıyor. “Kassi dilinde +(A)ş eki Elamlarda olduğu gibi Tekil üçüncü şahıs ekidir. Örn. Hattaş (etti), Tiriş (dedi) gibi.”

Kassi dilinde +Aş (daş, taş, yaş, maş) hecesiyle biten kral ve allah adları (Kandaş, Abirattaş, Urşikurumaş, Kaştiliyaş, Nazımarataş, Buryaş, Marataş gibi) bir taraftan Gutti krallarının bazısının adını (İngeşuş, Yarlagaş, Elulumeş, İnimabageş gibi), diğer taraftan ise çeşitli eski ve çağdaş Türk halklarının bazı adlarını (Emir Timur zamanı Altın Orda hanı Toktamış, İran Türklerinin adlarından Teymurtaş ve Mehtaş, Çağdaş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ölümsüz önderi Denktaş gibi) andırıyor.

Kassiler egemenliklerini yitirdikten sonra, siyaset alanı ve tarih sahnesinden çıktıysalar da bir halk olarak, kendi vatanlarında yaşadılar.

Loristan’ın güneydoğusundan nüfuz eden Hint-Avrupa dilli Lorlar onları yenmişseler de, bu vilayetin kuzey ve kuzeydoğu kısmında, bugünkü Hemedan ve Esedabad’ın batı tarafında yerleşen Sungur şehri ve onun geniş çevre köyleri ve başka yerlerde Kassilerin torunları kendi dillerini yaşatmaktadırlar. Onlar Elam ve Kassiler döneminde ve ondan sonra tarih boyu hep Türkçe konuşmuş ve bugün de Azerbaycan Türkçesinin bir lehçesinde konuşuyorlar. Bir takım Aryacı İran tarihçileri Elam ve Kassilerin bütün varlığına kırmızı kalem çekerek, onlar için Proto Lor deyimini kullanıyor, bugün Huzistan’da yaşayan Elamların torunları ve Loristan’da hayat süren Kassilerin soyu olan büyük Türk kütlesini görmezlikten gelerek, hepsini Fars’mış gibi kaleme alıyorlar.

....

Sümer ve Elamlar Kafkas’ın Derbend geçidi ile bölgemize gelmişler ve herhalde Azerbaycan’dan geçmişlerdir, onlar Azerbaycan topraklarından geçerken her birinin belli el ve obaları buralarda yurt tutup kalmış, yerli halk ile karışıp birleşerek, uzun asırlar süresinde Gutti ve Lullubi halklarını yaratmışlardır. Sonralar böyle olaylar tarihte sık sık yinelenmiştir, tarih boyu Azerbaycan Orta Asya’dan gelen Türk dilli ellerin geçidi ve yurt tutup kaldıkları ülke olmuştur. Gutti ve Lullubi halklarının Orta Asya’dan gelen Elam göçünden kalması ihtimali daha güçlüdür, çünkü, Gutti ve Lullubi ve Kassilerin dili Elam diline çok yakın olmuş ve hatta bugün, Gutti-Lullubilerin soyundan olan Medlerin dilini bazı bilginler Elam dili ile aynı biliyorlar ve kanıt olarak da Darius’un tabletlerindeki 3 dilden birinin Elam dilinde olduğunu gösteriyorlar ve diyorlar ki, kendini Pars ve Med kralı gösteren Darius aynı Elam dili olan Med dilinde levhalarını yazdırmıştır.

Sümer ve Elamlar 4 ve belki de 5 ve ya 6 bin yıl doğumdan önce o zamanki Türk-Altay toplumundan ayrılmış, bin yıllarca Sami halklarıyla birlikte yaşadıklarından, kuşkusuz dilleri de asıl o zamanki asıl Türk dillerinden ayrımlaşmıştır. Diğer taraftan, genel dilcilik kuralı olarak, bütün dünya dilleri gibi, Türk dili de bu kaç bin yıl süresinde çok değişmiştir.

Demek Gutti ve Lullubi halkları Merkezi Med ve Azerbaycan’ın tarihe belli olan ilk halklarıdır. Bu halklar kuşkusuz eklemeli dilli olmuşlar, çünkü o zaman Hint-Avrupalı halklar bölgemize ve İran’a geçememişlerdi, Samiler ise tarih boyu Irak’tan doğuya doğru geçememişlerdir. Dolayısıyla Gutti ve Lullubiler eklemeli dilli olmuş ve doğal olarak, onların evladı Merkezi Med halkı da eklemeli dilli olmuştur.

....

Guttilerde Kadınlar da ordu komutanı olabiliyorlardı. Guttilerin bütün bu ulusal-sosyal karakter ve özellikleri Orta Asya Türk elleri ve boyları içinde en eski zamanlardan olan gelenek ve göreneklerdir

...

Urartular

Urartuların bir halk gibi devlet ve uygarlık kurmaları D.Ö.2. bin yıllığın sonları ve 1. bin yıllığın başlarında olmuştur. Urartu halkı ve devletinin yaratıldığı yerler bugünkü Türkiye topraklarının doğu kesiminin önemli yerlerini yani Gökçegöl-VanErzurum ve Zagros dağları arasındaki varsayımsal bir çizgi içindeki toprakları kapsıyordu. Onun güney sınırını Van Gölü’nden doğuya ve batıya uzanan bir çizgi oluşturuyordu. Demek ki, bu hükümetin sınırları Ararat bozkırı ve Ağrı dağının doğu yamaçlarını da içine almaktaydı. 

Hatta Urartu hükümeti, güçlü dönemlerinde, bugünkü Makı vilayeti, Nahçıvan topraklarını ve Urmu Gölü’nün batısını da sınırları içine almıştır. Urartular Asyani halklardan ve eklemeli dilli olmuşlardır. Büyük olasılıkla Elam ve ya Hitit el birleşmeleri göçlerinden kalanlardan yaratılmışlardır. Onlar Mannalara yakın bir zamanda tarih sahnesinde görünmeğe başlamışlardır. Yeni görüşlere göre Urartular Hurrilerin bir kolunun D.Ö.2400. yılda kuzeye doğru göçünden yaratılmıştır.

Tarihçilere göre Urartuların dili yaşadıkları topraklarda olan Hurri halkının diliyle söz varlığı ve dil bilgisi bakımından yakınlığı vardı. Urartular önceler hiyeroglifi kullanmışlar, ancak sonralar D.Ö.9. yüz yıllıklardan başlayarak, temeli Sümerlerce atılmış olan çivi yazısını kolaylaştırıp kullanmışlar, onu kendi dillerinin ses bilgisi ve ses kuruluşuna uygunlaştırarak, kendine özgü çivi alfabe yaratıp bütün abidelerini o alfabeyle yazmışlardır.

Urartu hükümeti kalıtımsal krallık sülalesi aracılığıyla yönetiliyordu, ancak vilayet ve eyaletlerin yerli kralları ve beyleri, merkeze uymak koşuluyla, kendi egemenliklerini sürdürüyorlardı. Bu yerli nispi bağımsızlık ve özerklik eski Orta Asya’dan gelen halklardan kalma bir sosyal yönetim ilkesiydi.

Ararat: 
Bugün Ermenistan ve Türkiye arasında yerleşen dağ, eski zamanlardan Masis ve Türkler tarafından Ağrı dağı adlanmıştır. Arya soyundan olan Ermeniler bugün vatanları olan yerlere gelmeden önce bu topraklarda Turanlı, eklemeli dilli Urartu=Urartı=Urarzu halkı yaşıyordu ki, Ermenilerin gelmesinden önce bu yerlerde güçlü devlet kurmuşlardır. Ermeniler önceler bu hükümeti kendilerinin ilk hükümeti sayıp onun adını Ağrı dağına vererek sonsuzlaştırmak ve Urartuları kendilerine bağlamak istediler. Ancak daha sonralar Urartuların eklemeli dilli olduğu bilimsel açıdan belli olduktan sonra, Ermeniler kendilerini Urartulara bağlamaktan vazgeçtiler, ancak Ağrı dağını Ararat adlandırmağa devam ediyorlar, halbuki Ağrı (Masis) dağının 
Ararat adlandırılmasına hiçbir bilimsel temel ve dayanak yoktur.

.....

İşguzlar (İskitler)-Sakalar

D.Ö.8-7. yüz yıllıklar arasında ve D.Ö.7. yüz yıllığın başlarında Yakındoğu bölgesinde yeni bir halk ve sosyal güç, siyaset meydanına girdi. Bu sosyal güç İşguzlar (İskitler) ve ya Sakalar idiler. 

Bunlar doğumdan 2000 yıl önce olan Hitit ellerinin göçünden sonra Yakındoğu bölgesine olan sıradaki göçtür. Bu göç Hititlerden yaklaşık bin yıl sonra olan dördüncü büyük ve temel göçtür (Sümer, Elam ve Hititlerden sonra). Kafkas dağlarının kuzeyinden, Orta Asya’dan Derbend yoluyla Yakındoğu’ya gelen İşguzlar (İskitler) ve ya Sakalar o zamanki bölge devletleri ve onların siyasetini ve genellikle bölgenin siyasi durumunu ciddi biçimde etkilemişlerdir. O zaman Azerbaycan’a gelen ve Manna Medlerle birlikte Asuri kralı Asarhaddon’la savaşan İşguz elleri, Herodot’un değindiği gibi, Orta Asya’dan gelen Türk ellerinden olmuşlar ve bir takım eski Sovyet ve birçok Fars tarihçinin savunduğunun tersine Hint-Avrupa dilli ellerden olmamışlardır. 

Herodot’un yazdığına göre bu göç yeni ve uygar bir biçimde gerçekleşmiştir. Sakalar Medlere sığınmış ve Medlerin büyüğü onlara saygı gösterip kabul etmiş ve hatta kendi çocuklarını ok atmak ve öz Türkçeyi öğrenmek için onlara emanet etmiştir.

Sakaları-İşguzları Hint-Avrupa dilli sanan Avrupa tarihçilerinden biri Girşmen’dir ki, hiçbir belge ve kanıt sunmaksızın onları İrani el ve dillerini de İrani dil gösteriyor. Bir kere İrani dil ifadesi yanlıştır. Çünkü İran bir coğrafi kavramdır ve baştan beri çeşitli dilli eller, halklar ve milletlerin vatanı olmuştur ve bugün de böyledir. 

İran tarihçileri İskitleri (Sakaları) aryalaştırarak, daha sonra Kuzey Azerbaycan’da olmuş Alanları, Albanları ve bütün o zamanki Azerbaycan’ı Hint-Avrupa dilli yapıyorlar.

Bütün o devirki Orta Asya’dan olan halklar gibi, İskitler (Sakalar) de doğa güçlerine inanırlardı, yani Şamanist idiler. Bu durum bütün eklemeli dilli halkların ilk yaşam aşamalarına özgü olan ve onların milli kökünü gösteren etkenlerden biridir. Bu halkların hepsi, özellikle de Sakalar kendi Şamanlık inançlarından dolayı hiçbir tapınakları olmamıştı.

Sakaların-İşguzların soylarını İtimadü’s-saltana şöyle açıklıyor: 

“Saka ya Sas Turanlı boyların kollarından biriydi. Onların yaşadığı yer doğudan Türkistan, güneydoğudan İmaus dağları (Çin’i Kaşgar ve Hotan topraklarından ayıran dağlar), kuzeyden Tataristan’dı. Onlar aynı Segzi elidir ki Sistan’da yaşamıştır ve bundan dolayı da Sistan’ı Segistan adlandırmışlar ve Araplar ona Araplaştırarak Secistan demişlerdir. Segzi ya Sas daha sonra Masajet adlanmıştır. 

Firdevsi de Segserileri Sas boyuna bağlandıkları için Turanlı saymaktadır. Kiyan (Farsların efsanevi krallar sülalesi) döneminden önceler Partlar, Pişdadilere (Farsların ilk efsanevi krallar sülalesi) karşı koyduğunda Sasları yardımlarına çağırdılar. 

Sonralar Partlar Eşkani saltanatını kurduğunda ve gene de gerektiğinde Sas boylarından yardım alırlardı. Bir taraftan Karadeniz, öbür yandan Babü’l-ebvab (bugünkü Derbend)’a bitişik ve Hazar’ın doğusundan başlayarak Ceyhun kıyılarına değin uzanan duvar Sasların saldırısının önünü almak içindi, onlara Gut=Get ya Masaget derlerdi. Get ve Masaget aynı Yecuc ve Mecuc’dur, Tevrat’ta Gök ve Megök yazılmıştır.”

....

Medler

Yer ve halk adı olmak itibarıyla Med kelimesi D.Ö.9. yüz yıllığın ortalarından meydana gelmiş ve ilk başta yer adı olmuş, hem de çağdaş İran’ın tam merkezi vilayetleri, daha doğrusu Hemedan, Elvend dağının dört bir yanı, Kaşan ve Kum’un batı toprakları, Rey, Kazvin, Zencan, Hazar’ın güney kıyıları, Miyana, Heşteri, Kızılözen yatağı ve oranın kuzeyi ve Halhal’ın güneyi, İran Kürdistanı yerlerine denilmiştir. Bu yerlere yaklaşık olarak Merkezi Med deyimi kullanılmıştır.

Tarihi eserlerde Med sözüyle ilk kez Maday biçiminde Asuri kralı Selmenser’in D.Ö.844, 838. yıllarda, Gutti-Lullubi ülkesine saldırılarıyla ilgili taş yazıtlarında karşılaşıyoruz. Asuri krallarının bazılarının tabletlerinde Med adıyla birlikte Gutti (Guttium) adı da geçmiştir. Zaten bu halklar komşu olmuş ve hepsi de Merkezi Med ve Azerbaycan topraklarında yaşamışlardır. Medlerin ülkesi bugünkü Heşteri, Urmu Gölü’nün güneybatısı, Kızılözen yatağı, Zencan, Rudbar, Halhal’ın güney toprakları olmuşsa da Guttilerin ülkesi oralardan doğu ve güneydoğu, yani Hemedan, Erak, Elvend’in çevresi, Save, Kaşan (bu kelime Kassi elinin adından türetilmiştir.) ve Kum’un batı yerleri olmuştur. Bu yerler Merkezi Med ve Azerbaycan toprakları olmuştur.

Oppert’in dediği gibi Medler eklemeli dilli, Turanlı ve Altay dağlarından gelme olmuşlardır. 

Med elleri İşguzların D.Ö.7. yy.’ın başlarındaki göçlerinden iki asır ve belki de daha önceler, yani D.Ö.10-9. yy.’larda kuzeyden, Kafkas geçitlerinden Azerbaycan’a gelmişler. Herodot şöyle diyor: 

“Asuriler Yukarı Asya’da 500 yıl hükümet ettiler, onların buyruğuna uymayan ilk halk Medlerdi. Bunlar özgürlük uğruna savaştılar ve yiğitlikler göstererek, kölelik zincirinden kurtuldular. Ondan sonra başka halklar da onların yolunda gittiler ve hızla Asya kıtasının bütün halkları özgürlük ve bağımsızlıklarına kavuştular... Medlerin boylarının sayısı altıdır: Bus-Busae, Partaken, Sturohat, ArisantArizant, Budi, Mug.”

Medlerin Hint-Avrupa dilli olmadığını gösteren başka bir kanıt da Pehlevilerin (Rıza Şah ve Muhammed Rıza Şah zamanı) Akamentlerin 2500 yıllık krallıklarıyla ilgili düzenledikleri şölenleri gösterebiliriz. Yani onlar Medleri Hint-Avrupalı saymayarak onların 123 yıllık egemenliklerini bunun dışında tutmuşlardır. Akamenitler bu şölenlerin düzenlendiği zamandan 2500 yıl önce yani D.Ö.550. yılda egemenliği Medlerden almışlardır.

...

Türk sözü

Bu kelimenin doğumdan kaç bin yıl önce türetilmesine karşın D.Ö.2. bin yıllığın son yüz yıllıklarından var olagelmiştir. Bu kelime tur- (dur-) eyleminden türetilmiştir. Eski Türk ellerinden bazısı el birleşmelerinden ayrılarak yerleşik yaşama geçtiklerinde, el birleşmesinin göçebe durumda kalanları onlara Turuk (tur- eyleminin isim-fiili yani tur+uk) yani duran (yerleşen, gezmeyen) adı vermişlerdir. Turuk kelimesi, Göktürk devleti kurulduktan sonra Gök kelimesindeki ince ünlünün etkisiyle Türük biçimine dönüşmüştür (ünlü uyumu). Daha sonra Türkler Arap alfabesine geçtikten sonra Arap alfabesiyle Türk biçiminde yazılmıştır (bu alfabede ünlülerin çoğu yazılmaz).

Türk adına D.Ö. Asuri kaynaklarında da rastlıyoruz. Tarihçi Yampolski’ye göre Asuri kaynakları D.Ö.14. yy.’da Urmu Gölü’nün çevresinde yaşayan elleri Turuk adlandırıyor. Bundan başka Urartu kaynakları D.Ö.1. bin yıllığın başlarında Urmu Gölü’nün çevresinde yaşayan Turuh adlı elden söz ediyor.

Mir Ali Seyyidov’un dediğine göre Bontürkler D.Ö.4. yüz yıllıkta Azerbaycan ve onun çevre ülkelerinde yaşamaktaydılar. 

Hatta İskender bunlarla da karşılaşmıştır. Bontürkler ve ya Bonturuklar Kür çayı kıyılarında yaşıyorlardı. Gürcü bilgin Takaşvili şöyle diyor: “Bontürkler ya Türkler ya da Turanlılardır.”

Akademisyen Mar ise Bontürkleri ‘yerli Türkler’ anlamında, bazı bilginler ise Hun Türkler olarak kaydetmişlerdir. Gürcü bilginlerce Bontürklerle Kıpçaklar arasında hiçbir ayrım yoktur. 

Mir Ali Seyyidov’a göre Kuman, Kırgız, Tatar, Kara Kırgız gibi bir takım eski Türk dillerinde bon kelimesi soy anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Bontürk, Türk soyu demektir. Türkler içinde Bonsuvar, Bonkıpçak ve Bonoğuz adında eller olmuştur. 

Demek ki, Türk adlı eller hem Güney, hem de Kuzey Azerbaycan topraklarında yaşamışlardır. Miladi 5. yüz yıllıkta Kuzey Azerbaycan’da Haylanturuklar ve ya Hunlar bulunmuşlar ve Ermeni kaynaklarına göre krallarının adı Aran olmuştur. 

Seyyidov’a göre Başkurt ve Oğuz dillerinde Haylan sözü seçkin, seçilmiş ve saygın anlamında olmuştur. Turkutlar ise Altay dağlarının eteklerinde Hunlarla birlikte yaşamışlardır.

Manna-Medlerden önce yaşayan büyük Türk başbuğu Alp Er Tonga (Efrasiyab)’nın ölümüyle ilgili halk tarafından söylenmiş olan sağular (ağıtlar)’ın bazıları günümüze değin ulaşmıştır. Bu ağıtın bir dörtlüğü şöyledir:

Alp Er Tonga öldi mü ... Alp Er Tonga öldü mü?
Esiz ajun kaldı mu ... Kötü dünya kaldı mı?
Ödlek öçin aldı mu ... Zaman öcünü aldı mı?
Emdi yürek yırtılur ... Şimdi yürek yırtılır..........!




İRAN TÜRKLERİNİN ESKİ TARİHİ
Prof.Dr. Muhammed Taki Zehtabi (Kirişçi)
Ferhad Rahimi






Elam Saz/bağlama çalan ozan MÖ.18-17 yy dan sonra "Bağlama benzeri çalgıların Anadolu'da bulunan en eski örnekleri MÖ.1680 – 1375 Eski Hitit Dönemine aittir" LAF'IDA ESKİ OLDU !!!








_______TÜRK TARİHİNİ DOĞRU OKUMAK_______













17 Mayıs 2013 Cuma

HISTORICAL SKETCH OF THE PARTIAN EMPIRE






From the foundation of the Kingdom, about B.C.255 to the Creation of the Empire by Mithridates or Arsaces VI, about B.C.174

Parthia, which in the earlier times of the Persian monarchy, formed a portion only of a large satrapy extending from the Iranic desert to the Jaxartes and from the Caspian to Samarcand, appears towards the close of the Persian period to have constituted a satrapy by itself (or with the mere addition of Hyrcania) in which condition it was continued by the successors of Alexander.

Tranquillity was preserved till about BC.255 when the weakness of Antiochus Theus and the success of the Bactrian rebellion, encouraged the Partians to rise against their Greek masters and to declare themselves an independent people.

Their leader in the revolt was a certain Arsaces. This person was the commander of a body of Scythian Dahae from the banks of the Ochus , who migrated into Parthia and obtaining the ascendency in the country raised their general to the position of king. There was probably, sufficient affinity between the immigrant Dahae and the previous inhabitants of the region for the two races readily to calesce; both appear to have been TURANİAN ; and the Dahae were so completely absorbed that we hear nothing of them in the subsequent history. The names of "Parthia" and "Parthian" prevailed ; and the whole nation presents to us one uniform type.


page 610-611
a Manual of Ancient History
from the earliest times to the fall of the western empire
Chaldaea , Assyria, Media, Babylonia, Lydia, Phoenicia, Syria, Judaea, Egypt, Carthage , Persia, Greece , Macedonia, Parthia and Rome

By GEORGE RAWLINSON , M.A. (click)
Camden Professor of ancient history ın the university of OXFORD.




....



25 Şubat 2013 Pazartesi

OSCAR ... ABD ... İRAN ... KIZILDERİLİLER


ARGO EN İYİ FİLM !

Yönetmen: Ben Affleck , 2012 ABD
Oyuncular: Ben Affleck, John Goodman, Bryan Cranston

1979'da İran'da rehin alınan 6 ABD'li diplomatın, CIA tarafından kurtarılması anlatılmaktadır.

Hikayede, Tahran’da altı Amerikan elçilik personelinin kaçırılması ve aylarca alıkonulması üzerine patlak veren İran Rehine Krizi ile CIA’in rehieleri kurtarma operasyonu konu alınmıştır. Yapılan açıklamalarda CIA, sahte bir Hollywood yapım şirketi kurarak rehineleri kurtarmaya çalışacağı anlatılmaktadır. (Ben Affleck' in bu proje için Türkiye'de -Kapalıçarşı mekan araştırması yaptığı öğrenildi. Filmin bir kısmı Türkiye'de çekildi)

FRAGMANI : 



İRAN :

İran devriminin henüz başında ABD ile ilişkileri kökten etkileyecek bir olay yaşandı. Üniversite öğrencileri 4 Kasım 1979'da iç çatışmaların, istikrarsızlığın kaynağı olarak gördükleri ABD'nin büyükelçiliğini bastılar.

Baskın 3 saatte tamamlandı. Ancak tam 444 gün boyunca 52 çalışan rehin alındı. Sadece zenciler ve kadın görevliler serbest bırakıldı.

Üniversite öğrencilerinin baskınından sonra ABD ile tüm diplomatik ilişkiler kesildi. Bugün İran'da 4 Kasım günü 'Emperyalizmle mücadele ve gençlik günü' olarak kutlanıyor. Hem de yüz binlerin katıldığı mitinglerle...

Baskından sonra ele geçirilen belgelerde ABD'nin, Şah dahil, birçok önemli ismi dinlediği ortaya çıktı.

Toplantılardan sonra yok edilmek istenen belgeleri öğrenciler sabırla birleştirdiler. Kurtarılan belgeler 81 cilt halinde yayınlandı. 41. cilt Türkiye ile ilgili belgelerden oluşuyor. (BASIN 15.02.2013)


ABD elçilik binasının tam ortasına yerleştirilen bu pano mazlum bölge halklarını ABD emperyalizmine karşı mücadeleye çağırıyor adeta... Türk bayrağı en öne yerleştirilmiş. İran bayrağının yanı sıra Filistin, Suriye, Lübnan gibi ülkelerin bayrakları var. Büyük Ortadoğu Projesinin hedefindeki ülkeleri bir yumruk gibi birleşmeye davet ediyor.

ARGO'YA VERİLEN "OSCAR" İLE 

ABD HEDEFİNİ GÖSTERMİŞTİR. İNTİKAM !



27 Şubat tarihli makale : 
"Oscar ödülleri töreninde göz ardı edilen skandal " (okumak için tıklayın)


***


85. Oscar Ödülleri sahiplerini buldu. Argo, En İyi Film seçilirken En İyi Yönetmen ödülünü Ang Lee kazandı.


İŞTE ÖDÜL ALANLAR:

En iyi film ödülünü yönetmenliğini Ben Afleck'in yaptığı "Argo" filmi kazandı. 7 dalda aday olan film, 3 Oscar ödülü aldı.

En iyi erkek oyuncu ödülünü 'Lincoln' filmindeki performansıyla Daniel Day Lewis aldı. Bu kategoride üç kez Oscar alan ilk oyuncu oldu.

En iyi kadın oyuncu ödülü 'Umut Işığım' filmindeki oyunculuğuyla Jennifer Lawrence'un oldu. Lawrence iki kez aday gösterildi, ilk kez Oscar ödülü aldı. 

En iyi yönetmen : Life of Pi ile Ang Lee (Ang Lee 5 kez aday oldu Oscar'a, ikinci kez ödül aldı)

En iyi senaryo : Django Unchaıned ile Quentin Tarantino

En iyi yardımcı kadın oyuncu : Anne Hathaway 

En iyi yardımcı erkek oyuncu : Christoph Waltz

En iyi kurgu: Argo ile William Goldenberg

En iyi orjinal müzik Life of Pi ile Mychael Danna

En iyi orjinal şarkı Skyfall şarkısı ile Adele

En iyi uyarlama senaryo Argo ile Chris Terrio

En iyi sanat yönetmeni : Lıncoln ile Rick Carter

En iyi kısa animasyon : Paperman

En iyi animasyon : Brave

En iyi görüntü efekti : Life of Pi

En iyi görüntü yönetimi : Life of Pi

En iyi kostüm tasarım : Anna Karenina ile Jacqueline Durran

En iyi makyaj ve saç tasarım: Les Miserables (Sefiller) filmi ile Lisa Westcott ve Julie Dartnell

En iyi kısa film :Curfew ile Shawn Christensen

En iyi kısa belgesel film: Inocente ile Sean Fine ve Andrea Nix Fine

En iyi belgesel film : Searching for Sugar Man ile Malik Bendjelloul ve Simon Chinn

Yabancı dilde en iyi film : Amour ile Michael Haneke

En iyi ses miksaj : Les Misérables (Sefiller) ile Andy Nelson, Mark Paterson, Simon Hayes

En iyi ses kurgusu : Zero Dark Thirty ile Paul N.J. Ottosson ve Skyfall ile Per Hallberg ve Karen Baker Landers










MARLON BRANDO 
1973 OSCAR ÖDÜLÜNÜ RED ETMİŞTİ. (izlemek için tıklayın)


***

VE KIZILDERİLİLER....


ABD'deki Kızılderililere -özgürlük değil- sadece insanca yaşama hakkı istediği için 1977'de tutuklanan ve hâlâ hapiste tutulan Kızılderili Lider Leonard Peltier...(Diğer suçlamalar ise sadece gerçekliği örtmek içindi)

Peltier’in tutuklanma ve yargılanma sürecinden itibaren yaşanan insan hakları ihlalleri ve adaletsizlikleri milyonlarca insan öğrendi ve birçok kişi, insan hakları örgütlerinin de çabası sonucu sanatçıyı destekledi. 

Anishinabe-Lakota kabilesinden olan ve Kızılderili halklarının geçmişini ve bugününü tuale yansıtanlar arasında Rahibe Theresa, Desmond Tutu, Dalai Lama, Uluslararası Af Örgütü, Avrupa Parlamentosu, İtalyan ve Belçika parlamentoları, ABD Kongresi’nin 50 üyesi, aktör Robert Redford ve Marlon Brando, Amerika Yerlileri Ulusal Kongresi gibi kurum ve kişiler de bulunuyor. 

Leonard Peltier Kuzey Dakota’daki Grand Forks’ta doğmuş. 13 kardeşi var. Henüz 8 yaşındayken ailesinin yanından alınarak yerliler için kurulan bir okula götürülmüş. Bu, Peltier’in ABD yönetiminin yerli politikaları ile ilk tanışması aynı zamanda. İlerleyen yıllarda babasının yaşadığı Turtle Dağı Reservasyonu’na dönmüş. Bu o dönemde pilot uygulamalar yapılmak üzere kurulan ilk üç rezervasyondan biri. Ancak bu izolas- yon ve yok etme politikalarına karşı yükselen tepkiler, yerlilerin kentlere göç etmesiyle sona ermiş. 

Rezervasyonda geçirdiği günlerde Peltier, yerlilerin Yerli İşleri Bürosu’na yönelik protestolarının örgütlenmesinde etkili olmuş. Bu yıllar yerlilerin açlığa mahkûm edildiği ve ırkçı saldırıların yoğunlaştığı yıllar. 

1965’te Leonard Peltier Seattle’a taşınmış. Ortağı olduğu otomobil tamircisinde yerlilerle çalışmış. 

Bu dönemde cezaevinden yeni çıkan dolayısıyla toplum yaşamından dışarı itilen yerlilerin ev ve iş bulmalarına yardımcı olan kuruluşlarda çalışmış. 1960’lı yılların sonlarında ve 1970’lerin başlarında marangozluk gibi işler yapan Leonard Peltier, aktif olarak yerli haklarını savunmaya devam etmiş. Amerika Yerli Haraketi’ne katılmış ve özellikle alkol bağımlılığı, barınma ve iş konularında faaliyetlerde bulunmuş. Leonard Peltier, ilk kez 1972 yılında Yerli İşleri Bürosu’nun işgali eyleminin ardından mahkeme önüne çıkarılmış. 

1975 yılında faaliyetlerini Pine Ridge’de sürdürmeye başlamış. Buradaki rezervasyonun yerli yöneticisi ile dillerini, topraklarını ve kültürlerini korumak isteyen yerliler arasında büyük bir mücadele yaşanmış. GOONS adı verilen silahlı ‘bekçilerin’ başında Dick Wilson isimli bir ırkçı bulunurmuş. Pine Ridge’de üç yıl içerisinde yerli hareketi üyesi 60 kişi öldürülmüş ve 300 kişi dayak ve kötü muameleye maruz kalmış Pine Ridge’in kişi başına düşen FBI ajanı sayısının en yüksek olduğu bölge olduğu söyleniyor. Cinayetlerin ve diğer saldırıların hiçbiri araştırılmamış. Aksine FBI ajanlarının yerlilere yönelik saldırıları gerçekleştiren faşistlerin silahlanmasına yardımcı oldukları biliniyor. 

Leonard Peltier’in de bölgeye gitmesinin nedeni, zor durumdaki halkına yardım etmektir. 

26 Haziran 1975 yerlilerle ajanlar arasında çıkan bir tartışmanın sonunda iki ajan ve bir yerli yaşamını yitirir. Aslında her şey, silahlı ajanların bir çift eski ayakkabı çalan bir yerli çocuğu bulmak gerekçesiyle arama yapmak istemeleriyle başlar. Leonard Peltier’in de aralarında bulunduğu üç kişi mahkemeye çıkarılır. Ölen yerli hakkında ise hiçbir zaman soruşturma başlatılmaz. Mahkeme, diğer iki kişi hakkında nefsi müdafaa kararı verir. Kanada’ya giden Leonard Peltier ise daha sonra farklı bir mahkeme tarafından başka bir yerde yargılanır ve yasadışı yollardan Kanada’ya kaçmakla suçlanır. Alelacele sonlandırılan mahkeme sonunda birinci derece cinayetten suçlu bulunur ve iki kez ömür boyu hapis cezasına mahkûm edilir. 

Adalet tersine işlemektedir. Hükümet Peltier’in suçlu olduğu kanıtlanamadığını kabul eder ancak,(FBI ajanları suçluyu görmediklerini söylerler) beyaz ve zengin Amerikalılar için işleyen kanunların aksine, Peltier’in kendisinin masum olduğunu kanıtlaması gerekmektedir! 

Cezaevi yıllarında ne Peltier inançlarından vazgeçer, ne de Amerikan hükümetinin intikam duygusu söner. Yerli hakları mücadelesini desteklemeyi sürdüren Peltier’in uzun yıllar çektiği çene rahatsızlığından ötürü tedavi görmesi yıllarca engellenir. Sonunda, 1999 da 5 saatlik bir ameliyat geçirir, ancak bu oldukça geç kalmış bir müdahaledir. Çünkü Peltier’in çenesini oynatması her geçen gün zorlaşmaktadır. Amerika'nın Mandelası lakabı takılan Peltier 6 kez Nobel'e aday gösterilmiştir.

Biyografisini Hapishane Yazıları: Yaşamım Benim Güneş Dansımdır isim altında yayımlayan Peltier’in şiirleri de bulunuyor. Ayakta kalmaya devam eden Leonard Peltier'in kitabından bir kesit.



Beni dinleyin!

Dinleyin!
Ben Kızılderili'nin sesiyim.
Çığlıklarımı rüzgarda duyun.
Çığlıklarımı sessizlikte duyun.
Ben Kızılderili'nin sesiyim.
Beni dinleyin!


Atalarımız adına konuşuyorum.

Onlar huzursuz mezarlarından sana sesleniyorlar.
Ben daha doğmamış çocuklar için konuşuyorum.
Onlar edinilmemiş sessizliklerinden sana sesleniyorlar.


Ben Kızılderili'nin sesiyim.

Beni dinleyin!
Ben milyonların sesiyim.
Duyun bizi!
Kartallarımızın çığlıkları susturulamayacak!


Biz size seslenen, kendi öz bilinciniziz.

Biz siziz, içinizde duyamadığınız!


Duyulamayan sesimin duyulmasını sağlayın.

Kalbimden konuşmama izin verin ki, sözlerim duyulsun,
Milyonlara rüzgarla duyurulsun,
Duyarlı olan herkese,
Dinleyecek olan tüm kulaklara,
Ve benimkiyle aynı anda çarpan,
Tüm kalplere!


Kulağınızı toprağa koyun,

Ve kalbimin çarptığını duyun.
Rüzgarı dinleyin,
Ve sesimi duyun.


Biz dünyanın sesiyiz,

Geleceğin sesiyiz,
Gizemli olan, sırların sesiyiz!


Duyun bizi...!



ABD'de de 200 küsur yıl önce kabul edilmesinden beri, Anayasa’da sadece 17 değişiklik yapılmıştır.


Bir politik analistin de dediği gibi Amerika “ilk küresel ulustur”. 

300 milyonluk nüfusu neredeyse dünyadaki bütün ulusları ve etnik grupları temsil etmektedir. 


Her birine Özgürlük istiyoruz !!!



Ki onlar farklı ırktan geliyor. 

Ama bize dayattıkları "etnik ayrım" TEK IRK'A dayanıyor !




As the eagle was killed by the arrow winged with his own feather, so the hand of the world is wounded by its own skill.



SB.



***





15 Eylül 2012 Cumartesi

DÜNYAYI KİM YÖNETİYOR ? ve YENİ NATO STRATEJİK KONSEPTİ




Dünyayı kimin ya da kimlerin yönettiğini bilmezsek ulusal 
devletimize, dünyadaki tüm ulusal devletlere ve gelişmekte olan 
devletlere neler olduğunu anlayamayız. 

Başlarına nelerin geldiğini ve bunların neden gelmesi gerektiğini ancak bu sayede görebiliriz ve tedbirler alabiliriz.

Dünyayı şunlar yönetiyor: 
Yüksek teknoloji tröstlerinin sermayedarları yönetiyor.
Bu ne demektir? 
Uzay teknolojilerini, uzay silahlarını ve uzay radarlarını üreten bir sanayi sermayesi var. Bu sermayenin sahibi bunlar. 

Dünya çapında, küresel, dev tröstler, firmalar, şirketler. Bu bir. 
İki, dünya petrol ve doğalgazının ve madenlerin kontrolünü ele geçirmiş sermaye  tröstleri var.  Bunlar dünya yönetiminde rol alıyorlar. 

Üçüncüsü, 1920'lerden sonra hızla büyüyen bir 'Bank kapital, 'Finans kapital' olayı var. 
Yani hisse senetleri, hedge fonları, sıcak paralar vs. 
Buna bankacılık dahil. Bunun tröstlerine sahip olanlar var. 


Dünyayı yöneten dördücü sermaye grubu da medyanın, yazılı ve görsel medyanın tröstlerinin sahipleri var. Mesela, Murdoch gibi, CNN İnternational'ın sahibi gibi. 

Beşincisi de doğrudan doğruya kitle imha silahlarını üreten sermaye grupları. Bir de yeni bir tanım olan, sanal uzay teknolojilerine sahip olan tröstler. Mesela, Bill Gates'in bilişim teknolojisi, uzay teknolojisi. Bunların sahipleri, tümü 212 kişi.

Aile olarak da 12 aile. Bunlar, dünyanın bütün varlıklarını alıyor. Eskiden %20 sini almıştı, şimdi artıyor. Geriye kalanı ise, 6 milyar nüfusa kalıyor .

Bu iktidarlar, bu hegamonyalarını, hakimiyetlerini, yeni dünya düzenlerini korumak için, yeni emperyalizmi, yani küreselleşmeyi kullanıyorlar. Küreselleşme, yeni dünya düzeninin yeni adıdır. 

Bu yeni dünya düzeninin sahipleri kim? 

Dediğim patronlar. Bunların amacı ne? Tek bir dünya hükümeti ;
tek  bir dünya devleti, tek bir dünya ülkesi, tek bir din. 
Evanjelizm mi  olacak, hristiyanlık mı? 

Bunlar dünyayı böyle yönetir. Bu yönetimi A.B.D. adı altında sürdürürken iki süper güç vardı. Biri A.B.D., biri de Sovyetler Birliği. Bir zorluk vardı. Niye? Kitle imha silahları, nükleer bombalar ve füzeler ikisinde de var. Caydırıcılık konsepti geliştirmişlerdi. ABD Moskova'ya ''atarım'' deyince, Moskova da Washington'a ''atarım'' diyordu. Bir konsensüs oluşuyordu. Barış içinde beraber yaşama. 

Bu örgütler dünyayı yönetebilmek için ne yaptılar? 

Gizli örgütler kurdular. Bu gizli örgütlerin birincisi: 
Dış  İlişkiler Konseyi adlı gizli örgüt. Council on Foreign Relations. 
Kısaltması CFR. Bu örgüt dünyayı yönetiyor. 

Bu örgütün 4 tür beyin takımı var. 
Çekirdekte, bu örgütü kuran en büyük tröstlerin sahipleri var. 
Meselâ, dünya petrol devi David Rockefeller var. Finans kapital devi J.P.Morgan var. 

Bilgisayar sisteminin devi Bill Gates var. Lockheed Martin var. 
Bu  uçakların, mesela F16 lar, F4 ler, 104 ler, 105 lerin hepsi bu Lockheed Martin'indir. Ondan sonra medya var. Murdoch gibi bir sürü insan var. Bu çekirdek kadro. 

Bir alt grubu da bunların tayin ettiği ve görev verdiği sermaye sahipleri. Yukardakiler tröst, bunlar da yukardakilere bağlı tröst. A.B.D. ilkin Avrupa'yı önemsediği için A.B.D. Birinci çekirdek kadroda beyinler var. Bunlar tayin ve tespit ediyor. Alt kadro, Bilderberg... Bilderberg,  CFR'ye karşı Avrupa ülkelerinin yönetiminden sorumlu, emrinde ve hizmetinde, onun taşeronu. 

Pasifiki, yani Doğu Asya ülkelerini nasıl sahipsiz bırakacak emperyalizm? 

Bunu için de Bilderberg'in bir altına 'Üç kenar' anlamına gelen Üçlü
komisyon, 'Trilateral' var. rada da Trilateral'i kurdular. 
Trilateral  şu demek: Londra Borsası, New York Borsası ve Tokyo Borsası. Bu üçgendir. Oradaki dev Amerikan ağırlıklı tekeller sermayesi, Japonya hepsi var da, baş tröst A.B.D.'dir. Bunlar seçiyor üyeleri. 


Dördüncü grup da, az önce PKK için ayaktakımı dediğim dağ kadroları gibi. Palavradan Bilderberg üyesi yapılmış kişiler var. Mesela, Douglas Fairbanks gibi bir artist. Halkı peşine takmak için. Ya da Shirley Temple gibi. Sömürdükleri halka, sömürge yaptıkları ülkede idol yaratıyorlar. 

Erol Bilbilik


Emperyalizmin, egemenliğini SüperNATO, CFR, Trilateral ve Bilderberg gibi bir dizi gizli örgüt aracılığıyla sürdürdüğü bilgisi her ortaya çıktığında, bu sistemin görevlilerince "komplo teorisi" itirazları ile karşılanır. Bunun en önemli nedeni, gizliliği koruma çabasıdır. Son derece dar bir kliğin, sınıf hakimiyetlerini sürdürmek için oluşturdukları mekanizmanın başarısı gizliliğindedir. Bu giz sayesinde insanlığa karşı faaliyetlerini sürdürebilme olanağına kavuşmaktadırlar. Gazeteci-yazar Erol Bilbilik'in bu çalışması, Türkiye'de ilk kez bu giz perdesini söz konusu örgütlerin kendi kaynaklarına dayanarak aralıyor. Dünyayı yöneten gizli örgütleri oluşturan mafyalaşmış büyük sermayenin elebaşılarını konumlarıyla birlikte ortaya koyuyor. Kitapta ayrıca CFR, Trilateral, Bilderberg üyesi 5 000 kişinin ve Türk Bilderberg üyelerinin isim listesi yer almaktadır.

***

BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI ÇALIŞMA GRUBU NE İŞ YAPAR?


Washington merkezli etkin bir strateji think-tank’inin başkanı olan ABD Dışişleri  Bakanı eski yardımcılarından Strobe Talbott; Morton Abramowitz, Marc Grossman, Eric Edelman ve Mark Parris’in yer aldığı “Türkiye 2007 Projesi” adlı bir çalışma grubu oluşturmuş ve direktörlüğüne de Mark Parris’i getirmiştir. Parris; Brookings Enstitüsü, Bahçeşehir Üniversitesi ve TÜSİAD yoğun temaslarda bulunmuş; bir dizi toplantı, panel, konferans ve telekonferanslar düzenlemiştir.

İlk aşamada Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süheyl Batum ve Georgetown Üniversitesi Rektörlüğü arasında “Amerikan Araştırmaları Programı”nın  faaliyete geçirilmesi için Haziran 2006’da bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmanın ardından Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Global Liderlik Forumu” adlı bir toplantıya katılmak üzere Morton Abramowitz, Marc Grossman ve Alan Makovsky İstanbul’a gelmiştir. 
Bu toplantıya Türkiye’den de Prof. Dr. Süheyl Batum, Prof. Dr. Hasan Köni, Prof. Dr. İlber Oltaylı, Prof. Dr. Nilüfer Narlı, Dr. Burak Küntay, Koç Holding’den Can Kıraç, Alarko Holding’den İshak Alaton, Doğan Medya Grubu’ndan Arzuhan Doğan Yalçındağ, Mehmet Açar ve Mehmet Ali Bayar katılmıştır. Amerikan heyeti daha sonra; TÜSİAD eski başkanı Halis Komili, Koç Holding’den Rüşdü Saraçoğlu ile, daha sonra da İlhan Kesici ile baş başa görüşmüştür. Bu hazırlık görüşmelerinin sonunda Brookings Enstitüsü Başkanlığı ile TÜSİAD arasında bir anlaşma imzalanmıştır.

“Türkiye 2007 Projesi”nin temel amacı; ABD’nin “BOP Eşbaşkanı” olarak iktidara taşıdığı Başbakan liderliğindeki AKP’nin 2007 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Genel seçimlerinden daha güçlü çıkmasını sağlamak, güçlendirilen iktidar aracılığıyla Türkiye’nin, Irak, Kuzay Irak Yönetimi, Kıbrıs ve İsrail ile yaşadığı sorunları çözmek, Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı ve Yeni Anayasa Açılımı’nı hayata geçirmektir.

13 Kasım 2007’ye gelindiğinde, Bahçeşehir Üniversitesi’nin 10’uncu yılı etkinlikleri kapsamında Hukuk Fakültesi bünyesinde “Sürdürülebilir Barış Merkezi (SBM)” kurulmasına karar verilmiştir. Merkezin açılış konuşmasında yeni Rektör Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan özetle şunları söylemiştir:

“Merkez’in amacı sürdürülebilir barışın sağlanması için farklı projeler ortaya koymaktır.
Bir kaç yıldır Bahçeşehir Üniversitesi “Uluslararası Çalışma Grubu” 
olarak Prof. Dr. Vamık Volkan ve Kuzey İrlanda barışının mimarlarından Lord John Alderdice ile aynı çalışma grubunu paylaşıyoruz. Grup çoğunlukla psikolog ve psikiyatrlardan oluşuyor. Politik psikoloji tartışıyorlar, dünyadaki çatışmaların psikolojik yansımalarını inceliyorlar. Bu çerçevede Kürt Açılımı’nda benim tanımlamamla “Büyük Türkiye Atılımı”nda bazı unsurların yerine getirilmesi gerekiyor.”

ABD Başkanı Obama’nın direktifi ile yapılandırılan “Türkiye 2007 Projesi”nde görevlendirilenlerin Obama neznindeki itibar ve yetkinlikleri ile, Bahçeşehir Üniversitesi’nde oluşturulan “SBM” ve “Uluslararası Çalışma Grubu”nu oluşturanların uluslararası birikim, deneyim ve uzmanlıkları dikkate  alındığında; Bahçeşehir Üniversitesi’nin BOP için çalışmakta olduğu anlaşılacaktır. 

NOT: 2006’daki işbirliği anlaşması sırasındaki ABD Büyükelçisi James Jeffrey’di.

Erol Bilbilik
İLK KURŞUN
30 Haziran 2011


Arka Kapak:

"Dünya 'da yeni bir global sistem oluşmuştur. Dünya 'nın en büyük 5 ekonomisi devletler değil şirketlerdir.
Rahmi Koç, 2004

"ABD şuna aldırmaz, bir memlekette demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz. Amerika o memleketten kendisine ne ölçüde labi olduğuna, kendi politikasına ne kadar uydu haline gelebileceğine bakar."
İhsan Sabri Çağlayangil, 1972

"İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tek bir yönetim altında toplanması gerekiyor, bu konu üzerinde çalışıyoruz. Özel bir kuruluş istiyoruz. Özerk bir kuruluş istiyoruz."
Rahmi Koç, 2004

"Dünya'da İkona'nın merkezi olan istanbul'da ikona Müzesi, kurulacak, Kiliseler. Sinagoglar- Fener ve Balatprojeleri İstanbul'a kazandırılacak."
Nuri Çolakoğlu, 2005

"Ya Türkiye'ye hala tarih verilmesiydi... Ya Türkiye'ye bu iş olgunlaşmadı denilseydi, çok alınırdık... Buruiurduk... Gücenir, kırılırdık... Türkiye çok incinirdi."
Süleyman Demirel, 2004

"Türkiye'yi AB'ye üye yapmayı 10 kere Başbakan olmaya tercih ederim."
Mesut Yılmaz, 2002

"NA TO insanlık tarihinde yepyeni bir başlangıcın konusu olmuştu. Üzerinde güneşin battığı sanılan Batı dünyasında yeni bir ruh doğuyordu."
Bülent Ecevit, 1953

"Bu gün geldiğimiz noktaya ekonomik programımızla da gelecektik. Sadece yol uzadı, krizle birlikte kaybettiğimiz 'eşeklerimizi' şimdi bulup seviniyoruz."
Gazi Erçel, 2005

"Ben çok güç dönemlerde Dışişleri Bakanlığı yaptım. SSCB benim zamanımda dağıldı. Yugoslavya benim zamanımda parçalandı. Bir çok ülke lideri ile tanışma olanağı buldum. Yeni göreve atanmamda (NATO) sanıyorum bu güne kadar aldığım görevlerin, birde görevleri yaparken beni yakından tanıyanların da etkisi oldu. Ama aslında beni değerlendiren dışarısıdır."
Hikmet Çetin, 2003

"2000 milenyum yılında tüm Hıristiyanların 4-5 bin yıllık tarihi olan Anadolu'ya gelerek insanların birbirine yakınlaşacağına inanıyorum. Başta şahsınıza (Papa John Paulz) ve sizin aracılığınızla Hıristiyanlık dünyasını Türkiye'ye davet ediyorum."
Erkut Yucaoğlu, 2000

"Ülkelerinde saygı duyulan, derîn bilgi ve yetenek sahibi olan, uluslararası ve ulusal çevrelerle yakın ilişkileri bulunan en üstün niteliklere sahip olanlar Biiderberg 'e seçilir."
Joseph Retinger, 1958

"Bilderbergler'den aktarılan yukarıdaki alıntılar, onların ABD politikalarını kayıtsız, şartsız destekleme ortak paydasında ne derece bilinçli olarak buluştuklarını açıklamaktadır. Bu da Türkiye'nin ulusalcı güçlerinin çözüme yönelik temel sorununu teşkil etmektedir."

Erol Bilbilik



***

Yeni NATO Stratejik Konsepti

NATO Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları 18-19 Kasım 2010’da  Lizbon’da toplandı ve “Yeni NATO ve Nükleer Savunma Stratejik  Konsepti”ni belirleyen antlaşmayı imzaladı.

ABD Başkanı Barack Obama, imzalanan antlaşmanın Avrupa’nın “21. Yüzyıl Savunma ve Güvenliği”ne yönelik tehditleri etkisiz hale 
getireceğini açıkladı.

Yeni NATO Stratejik Konsepti 11 sayfa ve 38 başlıktan oluşmaktadır. Bunun gizlilik taşımayan 13 başlığı açıklanmıştır. NATO Konsepti’nde NATO ülkelerine yönelik tehditler 5 kategoride şöyle sıralanmıştır:

•Terör ve aşırı gruplar,
•Yabancı askeri ve istihbarat servisleri,
•Suç örgütü üyeleri, teröristler ve aşırı kaynaklardan kaynaklanan süper saldırılar,
•Enerji güvenliğine yönelik tehditler,
•Lazer silahları, elektronik silahlar ve aşırı teknolojilerin gelişmesini de kapsayan ciddi teknolojik boyutlu tehditler.

Antlaşmada, bazı tanım, görev ve karar alma konularında NATO’ya üye ulus devletlerin hayati çıkarlarına yönelik dikkate değer ögeler yer almıştır.

Şöyle ki:
•Terör, NATO’ya yönelik “birinci sırada tehdit” olarak yer almasına rağmen, terörün tanımı yapılmamıştır.
•“İslam terör”ün, lafı çok edilmesine rağmen, tanımı yapılmadığı gibi, bu adla “tehdit” olarak da antlaşmaya konmamıştır.

Antlaşma içeriğini düzenleyen ABD, terörün tanımını yapmamakla, 
kendisine yönelik herhangi bir hareketi, “terör tehdidi” kapsamında 
değerlendirme kozunu elinde tutmuştur. 

Türkiye’nin ağır tavizlere hangi pazarlıklar sonucu razı edildiği çok iyi bilinmektedir.

•ABD Ordusunun NATO’nun askeri gücünden yararlanmasını sürekli olarak veto hakkı ile önleyen Türkiye’nin bu kozu elinden alınmıştır. Bu koz, KKTC’nin, Kıbrıs Rum Yönetimi altında ayrı bir bağımsız devlet  olarak AB’ye üye yapılması için elde tutuluyordu.
•1999’daki “Yeni NATO Konsepti” ile ABD’nin NATO üyelerine dayattığı ve bugüne kadar tartışma konusu olan 3 önemli madde imzalanan antlaşmaya eklenmiştir. Bu maddeler şunlardır:

-NATO askeri gücünün NATO üyesi ülkelerin coğrafi alanlarının dışında kullanılması.
-Savaş ve askeri harekât kararlarının, esas karar alıcı örgüt olan BM kararlarına bağlı olmaksızın NATO tarafından alınması.
-NATO’da çokuluslu birleşik görev kuvvetleri kurulması ve bu 
kuvvetlerin NATO’ca gerekli görülen askeri harekâtlarda kullanılması.

Antlaşma ile NATO’nun teşkilat ve kadro yönünden küçültülmesi ve yıllık bütçe ile belirlenen harcamaların eşit olarak ödenmesi 
kararlaştırılmıştır.

Yanı sıra, “Nükleer Savunma Sistemi” kapsamında NATO ülkelerine yerleştirilecek radar ve füzesavarların yerlerinin, bu ülkelerle birlikte tespit edilmesi karar altına alınmıştır.

Lizbon Zirvesi’nde devlet ve hükümet başkanları, Şubat 2011’de bu konuyu ele almak üzere tekrar toplanmaya karar vermişlerdir.

NATO antlaşmasına yönelik önemli konulardaki bu temel 
değerlendirmeleri yapmamızın nedeni; NATO’nun, “Avrupa için Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni, NATO Stratejik Konsepti’ne dâhil ederek tek antlaşma halinde hayata geçirmesinin, Türkiye’yi, işgal gibi ölümcül bir tehditle karşı karşıya getirebileceği gerçeğidir. Bu durumdaTürk halkının demokratik direnme haklarını kullanmaktan başka çaresi yoktur.

Avrupa savunmasının ABD savunmasına bağlanması ABD’nin Ulusal Füze Savunma Sistemi stratejisinin hayata geçirilmesi ile karada, denizde, havada ve uzayda konuşlandırılacak dev nükleer füze savunma sistemi, “Yeni NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi” ile bütünleştirilerek, 21. yüzyılda ABD’nin ulusal savunma ve güvenliğine yönelik tehditler etkisiz hale getirilecektir. Temelindeki, eski başkan George W. Bush Yönetimi tarafından kabul edilen “ulusal strateji”, Obama Yönetimi’nin ilk aylarında aynen benimsenmiştir. Ancak bir süre sonra Obama, Bush’un Avrupa’ya kurulmasını planladığı bu füzesavar savunma 
sistemi modelinde düzenlemeye giderek “Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni geliştirmiştir.




NATO –Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü –II. Dünya Savaşı sonrası İngiliz Lord Ismay'ın deyişiyle Rusları dışarıda, Almanya'yı alaşağı edilmiş halde ve ABD'yi içeride tutmak için kurulmuştur. Yani temel amaç Sovyetlere karşı güvenlik değil, Avrupa'nın güvenliği için ABD'nin katkı koymasını sağlamaktı.

Ancak NATO kurulduğu günden bu yana en çok eleştirilen kurumlardan biridir. Bunun temel sebebi de ABD’nin güdümünde olmasıdır. Bu çok da haksız bir eleştiri değildir. Peki NATO bugün işlevini tam olarak yerine getirebilmekte midir? 

PKK terör örgütüne karşı kılını kıpırdatmayan Amerika ve Batı ülkeleri, 11 Eylül olduğu zaman hemen NATO’nun 5. maddesine devreye sokarak o saldırıyı tüm NATO üyesi ülkelere yapıldığını kabul etmişlerdi. Sadece bu olay bile NATO’nun işlevini sorgulamak için yeterli.

Araştırmacı-yazar Erol Bilbilik NATO’nun bugüne kadarki faaliyetlerini, olaylara yaklaşımını ve en önemlisi de kime hizmet ettiğini sorguluyor. Aynı zamanda II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar dünya siyasetinin perde arkasını okuyucuyu sıkmayacak şekilde anlatıyor.


Bu yeni model yaklaşımla ABD, NATO üyesi ülkeleri ilk defa doğrudan işin içine katarak “NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmuş ve antlaşmanın Lizbon Zirvesi’nde imzalanmasını sağlamıştır. 

Başkan Obama Lizbon Zirvesi’nden sonra yaptığı açıklamada, “İlk defa hem ABD hem Avrupa’daki tüm NATO topraklarını ve nüfusunu kapsayacak bir nükleer füze savunma yeteneğinin geliştirilmesi konusunda anlaşmaya varmış bulunuyoruz.” demiştir.

ABD’nin Nükleer Savunma Stratejisinin gelişimi Obama Yönetimi Dışişleri Bakanlığı’nın NATO ve Güvenlik Konuları’ndan sorumlu Bakan Yardımcısı Tim Towsend, “Çek Cumhuriyeti, Romanya ve 
Türkiye ile füze kalkanı konusunda çok derin konuşmalarımız oldu.” demiştir.

NATO Genel Sekreteri Andreas Fogh Rasmussen, “Davutoğlu, Erdoğan ve Gönül ile ABD, Avrupa ve Türkiye’de görüşmelerde bulunduk.” demiştir.

Sonuçta ABD, “Haydut devlet” olarak gördüğü İran ve Kuzey Kore’den gelecek muhtemel saldırılara karşı güvence sunacağını savunduğu “Nükleer Füze Savunma Sistemi”ni, NATO şemsiyesi altında oluşturmaya başlamıştır.

Aslında ABD’nin bugünkü stratejisi, eski ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından “Yıldız Savaşları” adıyla başlatılmış olan Nükleer Füze Kalkanı Projesi’nin devamıdır.

Bu stratejinin tarihsel gelişimi şöyledir:

1990’ların sonları: ABD, Nükleer Füze Kalkanı oluşturmak için girişimlere başlamıştır.

2001: Başkan George W. Bush Yönetimi, Küresel Savunma Projesi’ne taraftar bulmaya çalışmıştır.

2002: ABD ile SSCB’nin 1972’de imzaladığı ilk 
“Antibalistik Füzelerin Sınırlandırması Antlaşması”nın devamı olarak geliştirilen START II Antlaşması’nı Rusya son anda kabul etmemiştir.

2007: Başkan Bush Yönetimi, Kuzey Kore ve İran’ı öne sürerek, NATO’yu devreye sokmadan, Çek Cumhuriyeti’ne radar ve Polonya’ya füzesavar sistemi konuşlandırmak istemiş, Rusya’nın şiddetli tepkisi nedeniyle bu projeden vazgeçmiştir.

2009: ABD, benimsediği yeni yaklaşımı ile Nükleer Füze Kalkanı’nı, başta Avrupa (NATO) ülkeleri olmak üzere NATO’nun 
tamamını içine alacak şekilde genişletmiştir.

2010: ABD Lizbon Zirvesi’nde, “NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmuş ve NATO üyesi ülkeleri ile antlaşmanın 
imzalanmasını sağlamıştır.

Proje dört aşamada uygulamaya geçirilecektir:

-Birinci Aşama: 2011 yılında ABD, “Aegis Balistik Füze Savunma Sistemi”ni (Aegis BMD) taşıyan kruvazörlerine, gelişmiş “Standart Füze 3” (SM-3) avcı füzelerini yerleştirecek ve bu gemileri Akdeniz’de görevlendirilecektir.

-İkinci Aşama: 2015 yılına kadar “SM-3”ten daha gelişmiş “SM-3 Block IIB” avcı füzeleri, kararlaştırılacak karasal alanlara yerleştirilecektir.

-Üçüncü Aşama: 2018 yılı sonuna kadar da “SM-3 Block IIB”nin daha fazla geliştirilmiş versiyonu, kararlaştırılacak karasal alanlara konuşlandırılacaktır.

-Dördüncü Aşama: 2020 yılında İran’ın nükleer füzelerinin menzilinin 5000 km’ye çıkacağı senaryosu uyarınca; “SM-3 Block IIB”nin bu gelişmiş versiyonundan daha da yeni avcı füzeleri, ABD’yi hedef alabilecek “kıtalararası stratejik nükleer balistik füzeler”e karşı saptanacak karasal alanlarda konuşlandırılacaktır.

“NATO Nükleer Füze Kalkanı Antlaşması”na göre, 3000 km’ye kadar olan “orta menzilli füzeler”e karşı bir “nükleer füze kalkanı” 
oluşturulacaktır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun saptanacak karasal alanlarına NATO’nun avcı füzeleri yerleştirilecek ve düşman füzelerini izleyecek bir radar üssü kurulacaktır.



“Amerikaperestler”, yurtiçinde ve yurtdışında yaşamını sürdüren otuz siyasetçi, gazeteci, akademisyen, yönetici ve bilim adamını kamuoyuna tanıtmak için yazıldı. 

Bu isimler çok güçlü ve etkili midir? Hayır! Değildir… Onların güç ve etkinlikleri, arkalarına aldıkları kuvvettedir. O nedenle “söyleyene” değil, “söyletene” bakmak gerekir.

“Amerikaperestler”in davranışları psikopolitik kökenlidir. Görüşleri analiz edildiğinde, hepsinin temel bir programda buluştukları görülmektedir. 
Öte yandan, çok sayıda “Amerikaperest” ise bu kitapta yer almıyor. Bu, onların sırasının gelmeyeceği anlamını taşımıyor.




Türkiye’nin talep ve itirazları :

“Yeni NATO Konsepti” ve “NATO Avrupa Nükleer Savunma Sistemi” konusunda Türkiye’nin başlıca itiraz ve talepleri şunlardı:

1. Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum kesimini AB’ye üye yapmıştır. Buna 
karşın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni üye yapmamış, bugüne kadar da tanımamıştır. Türkiye’nin bütün çabalarına karşın AB, Türkiye’nin tam üyeliğini onaylamaya yanaşmamaktadır. Bu nedenle Türkiye, böyle bir tavır sürdüren AB askeri savunma örgütünün (ordusunun), NATO’nun askeri imkân ve vasıtalarından yararlanmasına yönelik talebi veto edecektir.

2. Türkiye’nin, NATO’da soğuk savaş döneminde olduğu gibi bir cephe ülkesi olarak algılanmasını kabul etmeyeceğiz. Çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz. Sanki füze savaşları başlıyormuşçasına Türkiye bir füze kalkanına ev sahipliği yapacak, böyle bir durum söz konusu değil.

Konu sadece ilkesel bazda ele alınıyor. Uzun dönemde bir füze savunma sistemi oluşturulacaksa, bu NATO’nun bütün üye ülkelerini kapsayıcı ve onlara aynı güvenliği sağlayıcı olmalıdır. Hiç bir ülke hedef olarak gösterilmemeli; İran hedef olarak zikredilmemelidir. “Nükleer Füze Savunma Kalkanı” NATO’nun tümünü kapsamalıdır. Sistem NATO içinde kurulmalı ve Türkiye’de Komuta Kontrolu’na iştirak ettirilmelidir. Sistemde, füze sızıntısı olacaksa,nerede ve hangi irtifada olacağı açıklığa kavuşturulmalıdır.

3. İzmir’deki NATO Unsur Komutanlığı kapatılmamalı, faaliyetine devam etmelidir.Yeni NATO Konsepti’ne yönelik hazırlık aşamalarında bu ve benzeri konularda, Davutoğlu, Gönül, Erdoğan ve Gül; ABD, AB liderleri ve Rasmussen’le yoğun görüşmelerde bulunmuşlar, itirazlarını dile getirmişlerdir.

Tümü geçersiz sayıldı
“Füze Savunma Sistemi NATO üyelerinin tamamını kapsamalıdır. Hiçbir ülke hedef olarak gösterilmemeli; İran’ın adı hedef ülke olarak zikredilmemelidir” şeklindeki Türkiye’nin itirazlarının aşağıdaki belgelere göre geçerliliği söz konusu olmamıştır.

-NATO’nun kurucularından eski ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson, NATO Antlaşması’nın müzakeresi sırasında “Özellikle herhangi bir devlet hedef alınmıyor. Hedef yalnız bu antlaşmaya imza koyan üye devletlere karşı silahlı bir saldırı tasarlayan veya böyle bir saldırıya girişen herhangi bir ulus veya devlettir” demiştir. Dean Acheson, “NATO Antlaşması’nda herhangi bir ülke hedef alınmamıştır, hedef yalnızca silahlı saldırıdır.” demiştir.

Henry Kissinger’in Diplomasi adlı kitabının 458’inci sayfasında yer alan belgeye göre, 4 Nisan 1949 tarihli “Kuzey Atlantik 
Antlaşması”nın hiç bir yerinde, bir ülke hedefte yer almamıştır.

-NATO Akil Adamlar Grubu Üyesi ve Türkiye’nin Eski NATO Temsilcisi Ümit Pamir (NATO’da görevli Korgeneral Yılmaz Doğan ile de fikir alış verişinde bulunuyordu), BBC Türkçe Servisi’ne yaptığı açıklamada, Yeni Strateji Belgesi’nde İran isminin zikredilip zikredilmemesiyle ilgili olarak şunları söylemiştir: NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in ifade ettiği gibi, Yeni Strateji Belgesi’nde hiçbir ülkenin ismi tehdit odağı olarak gösterilmiyor. Sebebi, Belge’nin önceki halinde, örneğin İran’ın sahip olduğu nükleer füze teknolojisi nedeniyle tehdit oluşturduğu tespiti yer almıştı ve aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bazı ülkelerbuna itiraz etmişti. İtirazcı ülkeler, nükleer ve konvansiyonel füze teknolojisine yalnızca İran’ın sahip olmadığı noktasından hareket ediyorlardı. 30’u aşkın ülke buna sahipti. O yüzden Yeni NATO Strateji 
Belgesi’nde isimleri de yer almıyordu. Ancak İran’ın ismi, herhangi bir NATO üyesinin füze saldırısına maruz kalması durumunda tüm NATO üyelerinin muhatap olacağını ifade eden o Antlaşma’nın 5. Maddesi ile ilgili bir örnek olarak Belge’de yer alıyor. Bunun gerekli olmadığını söylemiştim ama genel kanı, bir önlem olarak konmasından yana oldu. Böylece önceki Belge’de İran’ın ismi hedef olarak yer almış oldu. [1]

NATO Genel Sekreteri Rasmussen Alman Welt am Sonntag gazetesine Lizbon Zirvesi’nden dört gün önce verdiği demeçte; Türkiye’nin itirazları konusundaki, zirve sonunda yayınlanacak bildiride Türkiye’nin istediği gibi İran’ın özellikle anılmayacağının doğru olup olmadığı sorusu üzerine, Özellikle bir ülkenin adının anılması şart değil, 30’dan fazla ülke balistik füze sistemlerine sahip, bunların bazıları Avrupa ve Atlantik bölgesini vurabilecek durumda. Bu bir gerçek, bunun için isimleri gerekmez demiştir. [2]

-AKP Hükümeti, NATO’ca kapatılacak İzmir’deki Hava Unsur 
Komutanlığı’nı kaybetmemek için, faaliyete devam etmesinde ısrar ediyor.AKP Hükümeti’nin ısrarının nedeni, bu Komutanlığın Yunanistan’a naklinin önlenmesi ile ilgilidir. 

ABD’nin füze kalkanı komuta kontrol merkezi yapılanması
ABD yönetimi, 3 adet Radar Sistemi konuşlandırılmasına ihtiyaç duyuyor. Sadece “NATO Coğrafyası”nın değil, aynı zamanda “Potansiyel Tehditler Coğrafyası”nın da dikkate alınmasını öngörüyor.

Bu nedenle, NATO Füze Sistemi Komuta Kontrol Merkezi’nin ABD Ulusal Komuta Kontrol Merkezi ile paralel çalışması öngörülüyor. NATO üyesi 28 ülkeyi, NATO Sekreteri’ni, NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanı’nıve NATO’daki paralel komuta zinciri aracılığı ile NATO Alt Komutanlıkları’nı kapsaması öngörülüyor.

Kurulması öngörülen Komuta Kontrol Merkezi şeması şöyledir:

Washington Komuta Kontrol Merkezi
NATO Genel Sekreteri  
28 NATO Üyesi Ülke
NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı
NATO Alt Komutanlıkları

Radar Komuta Kontrol Merkezi’nin çalışma prosedürü
Başkan Obama’ya göre İran’ın ‘uzun menzilli’ balistik füze programı hızla ilerlemiyor. Esas tehdit, İran’ın ‘orta ve kısa menzilli’ füzelerinden geliyor. O yüzden ‘kıtalararası’ füzelere şimdilik gerek yok. Avrupa’daki füze sistemleri ile, Amerika’nın Akdeniz, Doğu ve GüneyDoğu Anadolu’ya yerleştireceği füzeler ve ileri radar sistemleri de NATO şemsiyesi altına alınırsa, Moskova’yı rahatsız etmezdi.

Proje için gerekli Standard Füze İnterseptörleri (SM-3) 2011’den 
itibaren Akdeniz ve Kuzey Denizi’ne ve Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait savaş gemilerine konuşlandırılacak ve bunlar İran’ı izleyen radarlarla desteklenecek. Sistemin temelini bu radarlar oluşturacak.

Amerikan silah teknolojileri devlerinden Raytheon radarları, 
Locheed–Martin de füzeleri üretecek. Türkiye’ye yerleştirilmesi 
planlanan yüksek kapasiteli radarın; bir komuta kontrol merkezi ve 
enerji santrali ile 70 bin metrekarelik bir kapsama alanı olacak.

Türkiye’ye yerleştirilmesi planlanan yüksek kapasiteli radarın yapılanma şeması:

Komuta Kontrol Merkezi
Standard Füze İnterseptörü 
Enerji Santralı
70 Bin metrekarelik kapsama alanı


ABD’nin, Pasifik Okyanusu’nda bulunan Marshall mercan adalarından biri olan Kwajalin Adasında Füze Komuta Kontrol Merkezi var. ABD’nin birdiğer Füze Komuta Kontrol Merkezi de Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia Adası’ndadır.

NATO Avrupa Füze Kalkanı’nın üye ülkelere maliyeti
NATO Genel Sekreteri Rasmussen Lizbon Zirvesi öncesinde, NATO’nun AvrupaFüze Kalkanı projesinin maliyeti konusunda şu açıklamayı yaptı: “NATO’nun operasyonları için konuşlandırılmış birliklerin füze saldırılarına karşı koruma sisteminin adaptasyonu ve komuta kontrol merkezlerinin işler hale getirilmesi; 800 milyon Euro’ya mal olacak ve 14 yıla yayılmış bir süreçte tüm üyeler tarafından paylaşılacak. 
NATO’nun ortak bütçesinden karşılanacak ve yılda 200 bin Dolar’dan daha az maliyetli bu program; NATO’yu tüm Avrupa halklarını ve topraklarını savunabilecek hale getirecek.” 

Rasmussen’in, NATO’nun Avrupa Füze Savunma Sistemi’nin adaptasyon ve komuta kontrol sistemleri için 800 Milyon Euro ve 200 Bin Dolar olarak açıkladığı meblağlar gerçeği yansıtmamaktadır. 800 milyon Euro’luk harcama; Yeni NATO yapılandırılması için yapılacak harcamadır. Bu meblağ 28 NATO ülkesi arasında eşit olarak paylaşılacaktır.

Bu durumda, her ülke gibi Türkiye de (Dolar olarak ifade edildiğinde) yaklaşık 40 milyon Dolar ödeyecektir. NATO bütçesi son dünya ekonomik krizi nedeniyle büyük açık vermiştir. Bu açığı kapatmak ve artan NATO bütçesini eşit paylarla finanse etmek 28 NATO ülkesinin görevidir. 
Türkiye borç batağındaki ekonomisiyle eski yıllara oranla çok yüksek birmeblağı ödemeye başlayacak, bundan sonraki yıllarda da ödemeye devam edecektir. 


ABD'nin en temel politikalarından birini oluşturmaktadır. ABD, Küçük Şeytan olarak tanımladığı Irak'ı, Büyük Şeytan olarak tanımladığı İran'a saldırttı ve savaşın sekiz yıl sürmesini sağladı. Ardından, ilk Körfez Savaşı'nda, Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerin çoğunluğunun katılımıyla oluşturulan koalisyon güçlerini arkasına aldı ve 1,5 milyonluk bir askeri güçle Saddam Hüseyin'i devirmek amacıyla Irak'a saldırdı. Aynı şekilde NATO müttefiklerinin tümünün desteğiyle Miloseviç'i devirmek için Yugoslavya'yı saldırmış, Somali'de da aynı oyunu tekrarlamıştı.




Ronald Reagan’la başlayan ‘Yıldız Savaşları’ projesi için 2001 yılına kadar harcanan miktar 124,7 milyar Dolardır. 

George W. Bush dönemi sonuna kadar yapılan harcamalar toplamı 
yaklaşık olarak 200 Milyar Dolar olarak hesap edilmektedir. Bu durumda ABD Füze Savunma Sistemi için harcamalar toplamı yaklaşık 300 milyar Dolar’dan fazla olmaktadır.

Obama Yönetimi’nin; iktidara gelmesinden 2010 yılındaki NATO 
Zirvesi’ne kadar olan süreçte, Lockheed–Martin’in füzesavar füzelerine ve Raytheon’un radarlarına harcadığı paraya, Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen sistemin; 28 NATO ülkesine yerleştirilmesi, kadrolandırılması, uzman personelin NATO ülkelerine yerleştirilmesi, Aegis kruvazörlerinde sistem ihtiyacı olarak gerçekleştirilecek modifikasyonlar ve 2020 yılına
kadar devam edecek füze denemeleri için yapılacak harcamaları da 
eklersek, toplamın 300 milyar Doları bulacağı hesap edilmektedir. Bu meblağın; 10 yıllık bir sürede 28 NATO ülkesi tarafından eşit paylarla ödenmesi Antlaşma’da yer aldığından, her NATO ülkesi gibi Türkiye de 10–11 milyar Dolarlık bir meblağı ödemekle yükümlü kılınmıştır. Bellidir ki ABD, bu meblağı Türkiye’yi borçlandırarak finanse edecektir.

Diğer taraftan ABD’nin Türkiye’ye oynadığı oyun sonucu; Türkiye, 
“Ulusal Uzun Menzilli Bölge Hava Savunma ve Füze Savunma Sistemi”ni yaklaşık 2 milyar Dolarlık bir bedelle ve bunu da 5 yılda ödemek şartıyla ABD’den satın almak zorunda kalmıştır. Şüphesiz ABD bunu, borç batağındaki Türkiye’yi yeniden borçlandırarak finanse edecektir. BöyleceTürkiye; Lizbon’da imza attığı “Yeni NATO ve Nükleer Füze Savunma Sistemi” çerçevesinde, yurt sathında kurulacak füze ve radar ağlarıyla ve onlara kumanda edecek uzman istihbarat kuvvetleriyle işgale uğrayacaktır.

Füze kalkanı kimi koruyacak?
Bush yönetiminin, ABD Ulusal Füze Kalkanı Projesi ile ilgili olarak 
Polonya’ya füze kalkanı, Çek Cumhuriyeti’ne füze radarı satmak için pazarlıkların yapıldığı 2006 yılında, Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanan “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi” ihtiyacı hakkındaki teklif AKP Hükümeti tarafından benimsenmiş ve Bush Yönetimi’yle pazarlığa oturulmuştur. Sonuçta sistemin NATO bütçesinden karşılanacak 7,8 milyar Dolarlık bir bedelle ABD’den satın alınmasına karar verilmiştir.

Bu karar üzerine Bush yönetimi çok pahalıya mal olacak olan Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ni kapsayan programı durdurmuştur. Bush yönetimi; farklı füze sistemleriyle aynı savunma programını daha ucuza mal etmenin mümkün olduğunu görmüştü. O nedenle ABD yönetimi, Türkiye’ye pahalı sabit savunma sistemine sahip uzun menzilli balistik füzeler yerine, daha ucuz, esnek ve değiştirilebilir sisteme sahip kısa ve orta menzilli Patriot Füzesavar Sistemini satmaya odaklanmıştır.

Bu durumda Obama yönetimi Türkiye’ye, NATO’nun Avrupa Savunma Sistemi kapsamında orta menzilli füzesavar füzeleri ve füze radarı sistemi yerleştirmeye karar vermiştir. Böylece ABD; Türkiye’yi birincil, İran’ı ikincil hedefine almayı ve kurulacak "müstakbel Kürdistan’ı " da bu füze kalkanı ile koruma altına almayı amaçlamıştır.

Bu durumda Türkiye’nin de; Genel Kurmay Başkanlığı’nın ihtiyacı 
doğrultusunda, ulusal uzun menzilli füze savunma sistemini yerleştirmek için ABD’den yaklaşık 2 milyar Dolarlık füze kalkanı malzemelerini de satın almaktan başka bir çaresi kalmamıştır.

Füze kalkanı satılmasında ABD’nin oyununun perde arkası
ABD’nin, “İran tehdidi altındaki” ülkelere kendi füze savunma sistemini satacağı iddiası güçlendi. İddianın sahibi, The Washington Times gazetesine konuşan ve füzelerle ilgili hükümetler arası görüşmelerde yeraldığı için adının açıklanmasını istemeyen Avrupalı bir diplomat. Söz konusu diplomat, Obama hükümetinin şimdiye kadar 124,7 milyar Dolar harcadığı füze savunma sistemini yerleştirmekten vazgeçme kararının, 7,8 milyar Dolarlık satış kararının ardından geldiğini hatırlattı. 
Diplomat, ABD Yönetimi’nin, İran’ın füze programına karşı daha az maliyetli bir sistem arayışında olduğunu belirterek, “Çek Cumhuriyeti ve Polonya’yı kapsayan program oldukça pahalıydı. Farklı füze sistemleriyle, aynı savunma programını daha ucuza mal etmeleri mümkündü,Türkiye’ye satılması planlanan ‘Patriot Füzesavar Sistemi’ muhtemelen bu kararın bir parçası” dedi. Avrupalı diplomat, Beyaz Saray’ın sabit savunma sistemlerinden, esnek ve yer değiştirebilir sistemlere geçip; uzun menzilli balistik füzeler yerine, kısa ve orta menzilli füzeler üzerinde odaklanmasının Türkiye ile ilgili iddiaları güçlendirdiğini savundu.

TSK ise, yaptığı açıklamada, maliyetin 7,8 milyar Dolar olmadığını, 
yaklaşık 2 milyar Dolar olduğunu bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tuğgeneral Metin Gürak, Türkiye’nin tedarik etmeyi planladığı “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Projesi”nin, “ABD’nin Füze Kalkanı Projesi” ile hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. Gürak, Patriot füzelerinin basında yer aldığı gibi 13 batarya, maliyetinin de 7,8 milyar Dolar olmadığı kaydetti. Gürak, ihtiyacın 4 batarya tedariği olduğunu ve maliyetin 2 milyar Dolar civarında olacağını söyledi. Gürak,alınacak füze sistemlerinin belli bir ülkeye karşı olmadığını kaydetti.

Wikileaks belgesi Füze Kalkanı’nın İran’a karşı olduğunu doğruladı
ABD’nin diplomatik yazışmalarını yayımlayan Wikileaks’in, 13 Ocak 2011’de sızdırdığı ve 18 Eylül 2009 tarihli belge’ye göre; ABD Başkanı Barack Obama, George W. Bush Döneminde geliştirilen füze savunma sistemi planını, Rusya’ya yönelik kaygılar nedeniyle değil, tamamen İran’ın askeri gücünün artması ve bunun yarattığı tehdidin büyümesi üzerine değiştirdi.

Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından ABD Büyükelçileri’ne 
gönderilen Belge’de şu dikkat çekici ifadeler yer alıyor: “İran’ın 
hâlihazırda elinde, Orta Doğu’daki komşularını, Türkiye ve Kafkaslar’ı tehdit edebilecek nitelikte yüzlerce balistik füze bulunuyor ve Avrupa’nın daha da içlerine ulaşabilecek balistik füzeleri faal olarak geliştiriyor ve test ediyor”. [3]

Genelkurmay Başkanlığı’nın hükümete verdiği ihtiyaç listesi
Genelkurmay Başkanlığı Hükümete, Türkiye’nin ihtiyacı olan “ulusal uzun menzilli hava ve savunma sistemi”nin kurulmasını önerdi. Hükümet bunu kabul etti ve NATO’ya finanse ettirmeye çalıştı, fakat başarılı olamadı ve bunun üzerine de Lizbon’da antlaşmayı imzaladı.


David Rockefeller: Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların, kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan elit’in otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur. 

Henry Kissinger: Hangi yol seçilirse seçilsin, Birleşik Devletler ya da Avrupa’ya dayanan çokuluslu şirketler, küreselleşmeyi yönlendiren lokomotifler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD ve Avrupa’nın çokuluslu şirketleri, gelişmekte olan ülkelerin şirketlerini yutacaktır. 

George Kennan: Dünya servetinin yüzde 50’sine ama nüfusunun yüzde 6,3’üne sahibiz. Bu durumda kıskançlık ve kızgınlık odağı olmamız gayet normaldir. Önümüzdeki dönemde bu ayrıcalıklı pozisyonun devamını sağlayacak bir ilişkiler ağı örgütlemeliyiz. Dünyayı, korku salarak sindirmeliyiz.



Şimdi de, Genelkurmay Başkanlığı’nın önceki talebi doğrultusunda; 
Türkiye’nin “Ulusal Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmak amacıyla, tahmini bedeli 2 milyar Dolar olan bir ikinci ihale ile füze malzemesi satın almak zorunda kaldı. Şimdi, verilen 4 teklif üzerinden sonuç alınmaya çalışılıyor. İhale’nin ABD lehine sonuçlanacağı şimdiden biliniyor. 4 teklif şunlardan oluşuyor:

1- ABD; PAC 300 ve AWACS teklif ediyor.
2-Fransız–İtalyan Ortaklığı; SAMP/T sistemi teklif ediyor, sistemde 8 füze bataryası bulunuyor.
3-Rusya; S 400 teklif ediyor.
4-Çin; FP 2000 teklif ediyor, bunlar S 300’ler ile Patriot füzesinin özelliklerini taşıyor.

Bu 4 ülke ortak çalışmalarda bulunmayı da öneriyor.

2001 yılı itibarıyla ABD’nin nükleer silah kapasitesi
-550 adet kıtalararası balistik füze: Bunlardan 500’ü, 3 savaş başlığı 
taşıyabilen ‘Minuteman III’ füzesi; 50’si ise, 10 savaş başlığı 
taşıyabilen ‘Peacekeeper’ füzesidir.
-18 adet Ohio sınıfı denizaltı,
-Her biri 12 savaş başlığı taşıyabilen 432 adet ‘Trident’ füzesi,
-7500 adet nükleer savaş başlığı,
-208’i aktif olmak üzere toplam 300 adet, ‘B2’, ‘B52’, ‘B18’ 
bombardıman uçakları; bu uçaklarda bulunan toplam 300 adet savaş başlığı.

20 Ocak 2001’de Başkanlık koltuğuna oturan George W. Bush’un ilk işi, “Yıldız Savaşları” adıyla anılan ve bugünkü “Füze Kalkanı” projesinin atası olan projeyi gerçekleştirmek uğruna, “modası geçmiş” kıtalar arası balistik nükleer silahları azaltma “jesti” olmuştur. Bush bu amaçla bir “ABD’nin nükleer silah kapasitesinin azaltılması için öneri” paketi açıklamıştır. Bu önerinin maddeleri şunlardır:
-Toplam savaş başlığı sayısı 2500 adetin altına çekilsin.
-Saldırıya hazır kıtalararası füzelerin sayısı azaltılsın.
-‘B2’ ve ‘B52’ bombardıman uçaklarının çoğu konvansiyonel hale getirilsin. [4]

2010 tarihi itibariyle dünyadaki nükleer silahlar 
ABD:           2200  adet
Rusya:     2800  adet
Fransa:       300  adet
Çin:               180  adet
İngiltere:       160  adet
İsrail:        80   adet
Pakistan:        60   adet
Hindistan:       60  adet
Kuzey Kore:  10   adet

ABD’nin sadece Avrupa’daki nükleer silah mevcudu ise 200 adet olup; bunların yerleri şöyledir:

Belçika, Klein Brogel Hava Üssü’nde: 20 adet (Wikileaks bunu doğruladı). 
Hollanda, Volkel Hava Üssü’nde: 20 adet (Wikileaks bunu doğruladı). 
İtalya, Aviano Hava Üssü’nde: 50 adet ve Ghedi Torre Hava Üssü’nde: 40 adet olmak üzere; toplam: 90 adet.
Türkiye, İncirlik Hava Üssü’nde: 90 adet (Wikileaks bunu doğruladı). 
Sığınaklarda muhafaza edilen ve ‘B61’ tipi olan bu taktik nükleer 
başlıkların 50 adedi, ABD 3’üncü Hava Taarruz Filosu’nun ‘F-16C/D’ tipi uçaklarına; geri kalan 40 adedi ise, Türk ‘F-16’ uçakları için tahsis edilmiştir.

Bunların dışında, Almanya’daki Büchel Hava Üssü, Norvenich Hava Üssü ve Ramstein Hava Üssü’ndeki toplam 150 adet başlık ile; İngiltere’deki Lakenheath Hava Üssü’ndeki 10 adet başlığı ABD geri çekmiştir.

Yeni START anlaşması Başkan Obama ve Başkan Medvedev arasında Prag’da imzalanan 8 Nisan 2010 tarihli “Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması” (“New START –
Strategic Arms Reduction Treaty” Antlaşması), ABD ile Rusya’nın 
ellerindeki nükleer stokları yüzde 30 oranında azaltmayı öngörüyor. 
Böylece, antlaşma yürürlüğe girdikten sonraki 7 yıl içinde, iki tarafında elinde 1500’den fazla silah bulunmaması sağlanacak.*

1991’de, baba George Bush ile Mihail Gorbaçov’un başlattığı “START” süreci sonucunda tarafların ellerindeki silahlar 2200 adet düzeyine çekilmişti.

Yeni START Antlaşması, İngiltere, Fransa ve Çin tarafından da 
imzalandı. Bu yeni antlaşma, ülkelerin birbirlerini denetlenmesi için 
özel bir mekanizma kurulmasını da öngörüyor. [5]

Hizbullah İsrail’e karşı güdümlü-güdümsüz nükleer füze kullanıyor :

Lübnan’da konuşlu Hizbullah milisleri güdümlü–güdümsüz füzelere sahip ve bunlarla İsrail’i vuruyor. İsrail ise, nükleer kalkana sahip olmakla birlikte, elindeki füzeleri kullandığı takdirde kendisine ve bölgeye vereceği büyük hasar nedeniyle bundan yararlanamıyor. İran’ın, Hizbullah’a ve Suriye’ye verdiği güdümsüz füzeleri mühendisleri vasıtasıyla güdüm sistemleriyle donattığı biliniyor. 2006 yılındaki, 33 gün süren Gazze Savaşı’nda Hizbullah İsrail’e günde yaklaşık 500 roket fırlatmıştı. İsrail bu savaşta yenilmiş ve BM’e ateşkes çağrısı yapmak zorunda kalmıştı.

Hizbullah, yeni güdümlü ‘Fetih 110’, ‘M 600’ ve ‘Scud’ füzeleriyle 
İsrail’in her yerini vurabilecek kapasitededir. İsrail ise, ‘Arrow’, 
‘Demir Kubbe’ ve ‘Davud Kalkanı’ füze savunma sistemlerine sahip olmasına rağmen, Hizbullah’ın füze tehditlerini önlemekte yetersiz kalıyor. [6]

“Hürmüz Boğazı” neden İran’ın en etkili nükleer savaş önleme kozudur? 

Irak Savaşı öncesi yayımladığı raporda tüm yazdıkları doğru çıkan 
İngiliz Profesör Paul Rogers, Oxford Research Group adlı düşünce 
kuruluşuna (think-tank) hazırladığı raporda şu değerlendirmede 
bulunmuştur: “İran’ın karşı saldırıya geçmesi halinde elinde pek çok 
seçenek var. Bunların en önemlisi Hürmüz Boğazı’dır. 

“İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatmayı başarabilirse, tüm dünyadaki petrol fiyatları dramatik olarak artacak. Diğer taraftan İran, Orta Doğu’da, batıya ait petrol kuyularına paramiliter güçler ve füzelerle 
saldıracaktır. İran Hürmüz Boğazı’nı kapattığında nükleer savaş 
önlenebilir. Ne kadar zor da olsa nükleer kriz başka yollarla 
çözülmelidir.” [7]

James Jeffrey’e göre, “Türkiye Patriot almakta çok geç kaldı” [8]
ABD’nin bir önceki Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’e göre, “Türkiye Patriot füzeleri almakta geç kaldı”. Bunu değerlendirmek için önce Patriot sahibi ülkelere bakalım. 

Patriot (PAC-3) füzesi sahibi ülkeler: Almanya, Hollanda, Suudi 
Arabistan, Kuveyt, Katar, BAE, İsrail. Yunanistan’ın ise, hem PAC-3, hem de Rus yapımı S 300 sistemi var.

Suriye’de, Rus yapımı S 300 sistemi var. İran, Rusya’dan S 300 sistemi alma kararı aldı. Bu sistemler “Nokta Koruma” amaçlıdır.

Polonya ve Çek Cumhuriyeti için gündeme getirilmiş olan sistem 
‘Kıtalararası Balistik Füzeler’e (Intercontinental Ballistic Missile – 
ICBM) karşıydı, hareketli sistemdi.

Patriot Sistemi, NATO’nun kıtalararası balistik füzeler sistemi mimarisinin bir parçası olarak düşünülmüştür.

AEGIS kruvazörlerinin Karadeniz’e giriş yollarının açılması 
Türkiye; başta ABD olmak üzere, Karadeniz’de kıyısı olmayan NATO ülkeleri savaş gemilerinden oluşan bir donanmanın Montrö Antlaşmasına göre görev, tatbikat veya manevra yapmalarının yasak olduğunu ilan etmiş ve çekincesini ortaya koymuştur.

2006 yılı ortalarında Türkiye, ABD ve Gürcistan’ın iştirakleriyle, 
Karadeniz’de ilk kez “Karadeniz Uyum Harekâtı” adıyla bir harekât 
düzenlemiştir. AKP Hükümeti’nin bu harekâta izin vermesi, Türkiye’nin bu konudaki çekincesini gizlice kaldırmış olduğunun kesin kanıtı olmuştur.

AKP Hükümeti’nin 2007 sonbaharındaki NATO toplantısında, NATO üyesi ülke savaş gemilerinin, Yeni NATO üyesi Bulgaristan ve Romanya limanlarını ziyaret etmelerine izin veren bir antlaşma imzaladığı anlaşılmıştır.

25 Ağustos 2008 itibariyle, başta ABD olmak üzere, NATO gemileri 
Gürcistan’a insani yardım götürmek ve tatbikat yapmak için Karadeniz’e girmiştir. Bu girişte, ABD gemilerinde 2500 km menzilli füzelerin bile bulunduğu Rus Genelkurmay Başkanlığı’nca açıklanmıştır.

AKP Hükümeti’nin önce çekinceyi gizlice kaldırması ve 2007’de ABD gemilerinin Gürcistan’a insani yardım götürmek amacıyla Karadeniz’e sorunsuz girebilmeleri ile; aslında nükleer füzeli Aegis gemilerinin Karadeniz’e girme yolu açılmıştır. Füze Kalkanı’nın “Birinci Aşaması”nın tamamlama yılı olan 2011 yılında ABD, Aegis Kruvazörleri’nin Karadeniz’e girmelerini talep edecektir. O zaman gizli anlaşmanın imzalandığı ortaya çıkacaktır. [9] Bu da Türk halkını bir ölüm–kalım savaşının eşiğine getirecektir.

Sonuç
NATO’nun “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”nin,“NATO Stratejik Konsepti” ile ilişkilendirilerek tek bir antlaşma halinde imzalanması; 60 yıllık NATO tarihinde ilk defa karşılaşılan bir olaydır. Daha önce imzalanan antlaşmalar sadece NATO örgütüne ait anlaşmalardır.

ABD’nin “Ulusal Füze Savunma Sistemi” ile ilgili olan antlaşmalar; 
tamamen ayrı antlaşmalar olup, nükleer silahların yayılmasının önlemesi ve sayılarının azaltılması ile ilgili olan “START” ve “START-II” antlaşmalarıdır.

Lizbon Antlaşması’nın, diğer NATO antlaşmalarından en temel farkı budur. Lizbon Antlaşması’nda birbirleriyle ilgili olmayan iki ayrı konu birleştirilerek tek bir antlaşmaya dâhil edilmiş olmaktadır.

Bu ayırt edici nitelik nedeniyle Türkiye, NATO’nun “Avrupa İçin 
Nükleer Füze Savunma Sistemi”nin tamamlanacağı 2010–2020 arasındaki 10 yıllık sürede toplam 10-11 milyar Dolarlık bir ödeme yapacaktır. Borç batağındaki Türkiye’nin bu ödemeyi yapmasının imkânı olmadığından, ABD’nin bu meblağı, Türkiye’yi borçlandırarak finanse edeceği tahmin edilebilir.

Sistem çerçevesinde Türkiye coğrafyası;, “füze” ve “radar” ağları ilekaplanacak ve onlara kumanda edecek “askeri–sivil istihbarat 
kuvvetleri” Türkiye’yi içten çökerteceklerdir. Diğer bir ifade ile 
Türkiye bu kuvvetler tarafından işgale uğrayacaktır.

ABD; Türkiye’ye yerleştireceği ‘orta menzilli füzesavar füze ve 
radarı’ ile Türkiye’yi ‘birinci derecede’, İran’ı ‘ikinci derecede’ 
hedefine almıştır. Aynı sistem kurulması düşünülen “Müstakbel 
Kürdistan”ı koruma kalkanı olarak ta kullanılacaktır.

ABD emperyalizmi; Türkiye’nin ‘1 Mart Tezkeresi’ni reddini 
unutmamıştır. Aynı şoku bir daha yaşamamak için o günden bu yana Türkiye’yi dize getirecek bir stratejiler hazırlamıştır. Son strateji, ABD’nin “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni hayata geçirmesidir. ABD bu stratejisiyle, Türkiye’yi fiili olarak işgal etmeyi ve bir daha “red” şoku yaşamamayı amaçlamıştır.

ABD son dönemde, Saddam Hüseyin’i ‘tam’ hedefine alarak öldürmüştür. 
Kendisinin yarattığı Talaben’ı baş düşmanı olarak seçmiştir. Bunun 
sonucu olarak, aslında düşmanı olan İran’ı bölgenin en güçlü devleti 
haline getirmiştir. Günümüzde de, Lizbon, Yeni NATO ve “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi” antlaşmalarını 
imzalayarak; İran’la Türkiye’yi savaştırmayı ve İsrail’i güçlendirmeyi hedeflemiştir. Türkiye böyle bir hayati tehditle karşı karşıyadır. 

AKP Hükümeti 2007 sonbaharında imzaladığı bir antlaşma ile, ABD savaşgemilerinin Montrö Antlaşması’na aykırı olarak Karadeniz’e giriş yapmalarını da sağlamıştır. Böylece, Füze Kalkanı’nın “Birinci Aşaması”nın tamamlanma yılı olan 2011 yılında, nükleer füzeler bulunan Aegis Kruvazörleri’nin Karadeniz’e giriş yapmalarının olanağı doğmuştur.
ABD, önümüzdeki aylarda bu anlaşmaya göre savaş gemilerini Karadeniz’e sokmayı talep edecektir. O zaman AKP Hükümeti’nin ABD ile imzalamış olduğu gizli anlaşma ortaya çıkacaktır.

ABD bu tehditlerle, 2010–2020 yılları arasında Türkiye’nin ulusal 
güvenliğini, ulusal dış politikasını, ulusal ekonomisini ve ulusal 
bütünlüğünü ipotek altına almayı, ayrıca bu süreçte ‘BOP’un Ortadoğu, Körfez ve Kafkasya ayaklarını tamamlamayı amaçlamaktadır.

‘Lizbon’, ‘Yeni NATO’, ve ‘Avrupa İçin Aşamalı ve 
Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi’ Antlaşmaları, Süper NATO 
operasyonlarıdır. Devrimle kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti füze işgal kuvvetleriyle yıkılmak istenmektedir.

Türkiye’nin devrimci güçleri ayağa kalkmalı, işgali önlemeli ve dayatılan bu Süper NATO paçavrasını yırtmalıdır.


Erol BİLBİLİK
İLK KURŞUN

[1]Cumhuriyet gazetesi, 21 Kasım 2010.
Utku Çakırözer, Cumhuriyet, 15 Kasım 2010.
[3]Akşam gazetesi, 14 Ocak 2011.
[4]Hürriyet, 3 Mayıs 2001.
*“Stratejik Nükleer Silah” (Strategic Nuclear Weapon – SNW)
tanımlamasıyla; düşmanın savaş başlatma ihtimalini düşürmek için
kullanılan ve kitleleri tehdit eden nükleer başlıkları kastedilmektedir.
“Taktik Nükleer Silah” (Tactical Nuclear Weapon – TNW) tanımlamasıyla
ise, savaş zamanında askeri amaçlarla kullanılan nükleer başlıklar
kastedilmektedir.
[5]Milliyet gazetesi, 4 Aralık 2010.
[6]Hakan Albayrak, Yeni Şafak, 7 Aralık 2010.
[7]Yeni Şafak, 16 Temmuz 2010.
[8]Akşam, ‘James Jeffrey röportajı’, Utku Çakırözer, 21 Eylül 2009.
[9] Erol Bilbilik, Aydınlık dergisi, 8 Eylül 2008.

Şimdiki Zaman - Mete AKINCI , Erol BİLBİLİK Bölüm 1
 Bölüm 2 
 Bölüm 3
 Bölüm 4

 Bölüm 5
 Bölüm 6
 Bölüm 7
 Bölüm 8
 Bölüm 9
 Bölüm 10
 Bölüm 11
 Bölüm 12
 Bölüm 13
 Bölüm 14
 Bölüm 15


Türkiye’nin devrimci güçleri ayağa kalkmalı, işgali önlemeli ve dayatılan bu Süper NATO paçavrasını yırtmalıdır.  EROL BİLBİLİK

SB.