SAYFALAR

4 Haziran 2012 Pazartesi

BRONSART VON SCHELLENDORF - ERMENİ SORUNU - TALAT PAŞA - TEHLİRİYAN








TALATPAŞA İÇİN ŞAHİTLİK / TEHLİRİYAN DAVASI (Soghomon Tehlirijan)

EMEKLİ KORGENERAL BRONSART VON SCHELLENDORF
TÜRK ORDUSU GENELKURMAY ESKİ BAŞKANI VE PRUSYA ORDUSU 5.PİYADE TÜMEN ESKİ KOMUTANI

DEUTSCHE ALLGEMEİNE ZEİTUNG GAZETESİ NO:342,24/07/1921 SABAH SAYISI EKİ



Tehliriyan davasında, konu üzerinde bilgisi ve yetkisi olmayanlar ile hikayeleri sadece duymuş olan tanıkların ifadeleri alınmıştır.


Olayı yaşayan görgü tanıkları davaya çağrılmamışlardır.
Neden Ermeni olayları konusunda, bu dava için son derece önemli bir rol oynayan, olayların mekanlarında resmi  olarak görev yapmış Alman subaylarının ifadeleri alınmıyor ?


Bu kişilerin adları mahkemeye sunulmuş ve bazılarının ise mahkeme tarafından görgü tanığı olarak ifade vermeleri için hazırlanmaları talep edilmiştir. Ancak netice itibariyle hiçbir mahkeme karşısına çıkartılmamışlardır.


Böylece elimde olmayan nedenlerden dolayı kaçırdığım, bu tanıklık görevimi yerine getirip, hakikatlerin su yüzüne çıkarılmasında yardımcı oluyorum. Bunun bu kadar geç gerçekleşmesinin nedeni malzemeyi ancak teker teker toparlayabilmemden kaynaklanmaktadır. Bir suikaste kurban gitmiş ve baş vezirin üstüne yıkılmış olan sözde Ermeni soykırımını anlamak için geçmişe dönmek lazım.

Ermeni vahşetlerinin kökleri çok eskiye dayanır. Ermeniler ve Kürtler Rusya, İran ve Türkiye sınır bölgesinde yan yana ve iç içe bir şekilde yaşamaya başladıklarından beri bölge halkı üzerinde sürekli bir Ermeni baskısı olmuştur. Kürt göçebe ve hayvancılık ile uğraşırken , Ermeni çiftçi,zanaatçı veya tüccardır. Kürt okul eğitimi almamıştır, paranın kullanımını tam olarak bilmemektedir, ayrıca faizin yasak olduğuna inanmaktadır. Ermeni, tüccar olarak Kürt’ün bu deneyimsizliğinden vicdansız bir şekilde yararlanıp avantajlı bir konum elde etmektedir. Kürt aldatıldığını anlayarak Ermeni’ye karşı güveni sarsılır ve işte Ermeni vahşeti !


Dini farklılığın bu olaylarda asla bir neden teşkil etmediklerini özellikle vurgulamak gerekir. Ermeniler, büyük savaş sırasında Türkiye’nin doğu sınır bölgelerinde tehlikeli bir ayaklanma başlattıklarında bu eski anlaşmazlık tekrar alevlenmiştir ; bahsi geçen ayaklanma için belli bir neden yoktur zira (Batılı) “Güçlerin” Türkiye’den yapmasını istedikleri reformlar işe yaramaya başlamıştı . Ermeniler parlementoda koltuk, seçme hakkı ve hatta bir Dışişleri Bakanı pozisyonuna sahiptiler. Devletin bütün diğer halkları gibi, onlar da eşit sosyal ve siyasi haklara sahiptiler.


Yaşadıkları coğrafyadaki huzur Fransız Generali Baumann tarafından eğitilmiş jandarma ile sağlanıyordu. Ermenilerin yaşadığı bütün bölgelerde ele geçirilen basılmış ilnalar, kışkırtıcı broşürler, silahlar, cephane, patlayıcılar v.b. toplamı ayaklanmanın üçüncü bir taraftan hazırlandığını kanıtlamaktaydı ; Rusya’nın bu ayaklanmayı kışkırttığı, desteklediği ve finanse ettiği apacık ortadaydı.


İstanbul’da yüksek derecedeki subay ve devlet memurlarına yönelik bir kumpas o dönemde ortaya çıkarılmıştı. Silah altına alınabilinecek Müslümanlar zaten Türk ordusunda oldukları için , Ermeniler kendilerini savunamayan toplum arasında korkunç bir katliama girişmekte zorlanmadılar.


Çünkü sadece Rusya cephesi ile Doğudaki Türk Ordusunun arkasından ve yanından saldırmakla kalmayıp o bölgelerdeki Müslüman toplulukların da köklerini kurutmuşlardır. Bir görgü tanığı olarak ben, Ermenilerin yaptıkları vahşetin boyutunun Türklerin sonradan suçlandığı sözde Ermeni vahşetinden kat kat beter olduğunu belirtmek istiyorum.


Cephe arkasındaki bağlantılarının zarar görmemesi için ilk olarak Doğudaki Türk Ordusu olaya müdahale etmiştir. Ama bütün gücünü cephedeki Rus üstünlüğüne saklaması gerektiğinden ve isyan, imparatorluğun uzak köşelerine de yayıldığından, başkaldırıyı bastırmak için Jandarmaya başvurulmuştur. Her düzenli devlette olduğu gibi Jandarma İçişleri Bakanlığına bağlıydı ve zamanın bakanı Talat olduğundan, gerekli talimatları o vermeliydi.


Ordunun cephe arkasındaki hassas bağlantıları büyük tehdit altında olup, Müslüman halk Ermeniler’in vahşetleri karşısında umutsuzluğa kapılmıştı. Bu yüzden acele hareket edilmeliydi. Bu kritik durumda Bakanlar Kurulu Ermenilerin devlet için bir tehlike arz ettiklerini açıklayıp , onları ilk olarak sınır bölgelerinden uzaklaştımaya yönelik zor bir karara vardı.


Savaştan uzak, nüfus yoğunluğu az ve verimli toprakları olan Kuzey Mezopotamya’ya yerleştirileceklerdi. İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı Fransız General Baumann tarafından meslekleri için özel olarak yetiştirilmiş Jandarmanın tek görevi bu kararın yerine getirilmesini sağlamaktı. Talat dengesiz  ve intikam peşinde olan bir katil değil, uzun vadeli düşünen bir devlet adamıydı. Onun gözünde Anadolu’daki Ermeniler, her ne kadar şimdiki durumlarında rus ve Rus Ermenileri tarafından galyana getirilmiş olsalar da , barış zamanlarında son derece yararlı vatandaşlar idi. Rus etkisi Kürt anlaşmazlıklarından uzak, bu yeni ,verimli ve gelecek vaat eden topraklara, çalışkanlıkları ve zekaları sayesinde yeniden hayat vereceklerini umuyordu.
Talat, ayrıca dış basının Ermenilerin sınır dışı edilişini Türklere karşı sözde bir “Hıristiyan-Avı” propagandası için kullanacaklarını önceden görmüştür ve bundan dolayı her türlü şiddetten uzak durmak istemiştir. Haklıydı ! 


Talat’ın korktuğu başına gelmişti. Propaganda devreye girdi ve gerçekten de yurtdışında bu aptallığa inanılması sağlandı.!


Düşünülmeli ki bu olaylar Hıristiyan devletleri ile yakın müttefik olan, ordu bünyesinde çok sayıda Hıristiyan subay ve asker barındıran bir ülkede oluyor güya.
Şimdi techirolayına değinmek istiyorum. Türk İmparatorluğunda, büyüklüğünden kaynaklanan ve yetersiz altyapısı yüzünden, vilayetler merkezden bir nevi bağımsızlardır. Örneğin , Osmanlı valileri bizim başkanlardan daha fazla yetkiye sahiptirler.


Buna dayanarak kendi bölgelerinde gelişen olayları İstanbul’ a nazaran daha iyi değerlendirebildiklerini savunurlar. Onun için bazı İçişleri Bakanlığının emirleri istenildiği gibi yerine getirilmiyordu. Binlerce Müslüman mülteci dışında aynı sayıdaki Ermenileri , iskan bölgesine ulaştırıp, onları beslemek, onlara barınak sağlamak gibi alışılmadık ve zor olan bu görevi yerine getirmek, az sayıdaki eğitimsiz memurların güçlerini aşıyordu.


İşte burada Talat büyük bir özveri ve her türlü imkanları kullanarak olaya el attı. Onun tarafından valilere ve jandarmaya gönderilen emirler hala mevcut olmalıdır.
İçişleri Bakanlığı’nın Savaş Bakanlığı’na yolladığı bir çok yazışmada, ki ben görevim gereği bunların varlığından haberdardım, ordudan acil yardım isteniyordu. Askeri durum elverdikçe bu çağrıya kulak verildi. Ordu, kendisinin bile eksikliğini hissettiği gıda, taşıt, barınak, doktor ve tıbbi teçhizatları yardıma sunmuştur. Ne yazık ki bütün çabalara rağmen binlerce Müslüman göçmen ve tehcir edilen Ermeniler yürüyüşün zorluklarına dayanamayıp ölmüşlerdir.


Burada böyle durumları önceden tahmin edip, tehcire gidilmemesi kararına varılabilinir miydi sorusu akla geliyor. Türk göçmenlerin Ermeni vahşeti karşısındaki haklı korkuları yüzünden, kendilerinin durdurulmasına izin vermeyecekleri zaten bir gerçekti. Ayrıca Ermenilerin ayaklandıkları bölgelerde devlet tarafından uzaklaştırılmaları gereğini onaylamak lazım ! Ayrıca bunun da sonuçlarına katlanmak gerekiyordu !


Şimdi, günümüz Almanyasının durumunu ele alalım. Eğer şu talimatları verebilecek yetkiye sahip bir bakanlık olsaydı ve “ Bütün Polonyalı isyancılar Oberschlesien’den uzaklaştırılıp tutsak kamplarında götürülecekler !” Ya da “ Bütün şiddet yanlısı Komünistler gemi yolu ile Sovyet-Rusya kıyılarına bırakılacaklar” şeklindeki emirler çıkarsaydı, bütün Almanya’dan mutluluk çığlıkları yükselmez miydi ?


Belki Tehliriyan davasındaki yargıçlar kendilerine bu soruları iyice sorarlar – İşte o zaman Ermeni isyanındaki sert tedbirlere yeni bir bakış açısından bakabileceklerdir. Talat, askeri kanat tarafından dile getirilen Akdenizdeki bütün Yunanlıların sınır dışı edilmesini içeren isteğe karşı direnmiştir, çünkü orada “sadece casusluk” yapılıyordu. Ermenistan’daki gibi tehlikeli bir ayaklanma akla yatkın olmasına rağmen gerçekleşmedi. Talat bir devlet adamıydı, bir katil değil !



Şimdi Ermeni Olaylarını Anlatalım;

Kürtler ile başlıyorum. Kürtler, bu ender hatta belki de asla yine tekrarlanmayacak fırsatı değerlendirip nefret ettikleri ve Müslümanlara karşı o kadar vahşet olaylarına girişmiş olan Ermenileri, yürüyüşleri sırasında soyup, gerektiğinde de öldürmüşlerdir. Ermenilerin çile yolculuğu birçok gün ve hafta boyunca Kürt yerleşim bölgelerinden geçiyordu !- Mezopotamyaya başka bir yol yoktu. !  Ermeni topluluklara, bölük halinde eşlik eden Türk Jandarmalarının davranışları hakkındaki duyumlar bir birinden değişiktir.


Bazen Ermenileri Kürt çetelere karşı kahramanca savunmuşlardır. Bazen de onları bırakıp kaçtıkları söyleniyor. Ayrıca ya Kürtler ile işbirliği yapıp yada kendi başlarına Ermenileri öldürüp soydukları bir çok kez iddia ediliyor, yüksek mevkilerdeki emirler doğrultusunda böyle hareket ettiklerine dair bir kanıt gösterilememiştir. !


Talat bu olaylar için sorumlu tutulamaz ; bu gelişmeler kendisinden 2000 km uzaklıkta gerçekleşti ve daha önce de değinildiği gibi jandarma savaş başlayana kadar sadece Fransızlar tarafından bir eğitim görmüşlerdi.


Türk subayların Ermenilerden yararlandıkları da inkar edilemez ama üstler böyle vakalardan haberdar edilince hemen sert cezalara başvurulmuştur. Diyelim Doğu Ordusunun kumandanı Vehip Paşa bu nedenlerden dolayı iki subayı, askeri bir mahkemede yargıladıktan sonra kurşuna dizdirtmiştir.


Enver Paşa Ermenilerden yararlanan Halep valisi bir Türk generali ,anında görevden alarak, uzun bir hapis cezasına çarpıtarak cezalandırmıştır. Bu örneklerin Ermeni olaylarının istenilmediğini kanıtlayacağını düşünüyorum. Ama savaş vardı ve gelenekler vahşileşmişti. Fransızların bizim tutsaklara ve yaralılara yaptıkları vahşilikleri anımsatmak isterim.


Bronsart von Schellendorf
Duyduğuma göre öldürülmüş büyük vezir dışında Enver Paşa da Alman mahkemesi tarafından saldırıya uğramış.Enver ,anavatanını tüm kalbi ile sevmektedir. O yetenekli ve çok defalar şahit odluğum örneği görülmemiş cesarete sahip onurlu bir askerdir. Onun sayesinde Türk ordusunun yeniden yapılanması mümkün oldu ve ezici üstün bir güç ile onun ruhunu içinde barındırmıştır. Bugün bile hala vatan için savaşıyor bu ordu.


1914 yılından 1917 yılına dek Türk ordusunun Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığım süre boyunca bu iki adam ile ilişkisi olmuş olan benim dışımdaki hiçbir başka alman subayı onun ve arkadaşı Talat Paşa hakkında bir karara varmaya yetkili değildir. Talat Paşa vatan sevgisinin kurbanı olmuştur. !


Umarım zamanı geldiğinde Enver Paşa vatanını yeni bir güce getirmekte başarılı olur.! Bu iki adam zor zamanlarda bana tüm güvenlerini, diyebilirim ki arkadaşlıklarını hediye etmeleri, benim için onurlu bir anıdır.



BRONSART VON SCHELLENDORF,24.07.1921


Cengiz Özakıncı  Türkiye’nin Siyasi İntiharı kitabından,
Ayrıca
Tete de Turc adresinden gazete küpürlerini görebilirsiniz.






***




Prof.Dr.Şeref Ünal, ''''Salomon Teilirian Davası-Talat Paşa Suikasti'''' adlı kitabında, kurbanın sanık durumuna düşürüldüğü ve adeta Türkiye''nin yargılandığı ''''Talat Paşa'''' suikasti davasını bütün boyutlarıyla gözler önüne seriyor.



Kitabın önsözünde, 1921 yılında Berlin Eyalet Mahkemesi Jürili Ağır Ceza Mahkemesi''nde görülen ve Talat Paşa''nın katili Ermeni kökenli Salomon Teilirian''ın beraatıyla sonuçlanan davanın çarpıtılarak gerçeğe aykırı şekilde yansıtılması yüzünden, Türkler ve Türk menfaatlerine karşı yöneltilen saldırıların da arttığını ifade ediyor.


İncelemeleri sırasında dava konusunun bir kenara itilerek Talat Paşa''nın katilinin değil Talat Paşa''nın şahsının ve Türkiye''nin mahkum edilmesi suretiyle ''''maktul ve katilin'''' rollerinin değiştirilmiş olduğunu hayret ve şaşkınlıkla tespit ettiğini belirten Ünal, ''''Bunun sonucu olarak mahkumiyet yerine tam tersi katilden bir kahraman yaratılmıştır'''' görüşüne yer veriyor. Berlin''de mülteci olarak yaşayan Türk sadrazamı Talat Paşa''nın, 15 Mart 1921''de sokak ortasında Salomon Teilirian adlı bir Ermeni tarafından arkasından vurularak öldürüldüğünü hatırlatan Ünal, kitabında davaya ilişkin gazete haberlerine de yer veriyor. Bu denli heyecan uyandıran suikastte soruşturmayı bizzat savcının üstlenmesi gerektiğini, ancak bu davada böyle olmadığını ifade eden Ünal, davanın görülmesi sırasında Talat Paşa''nın eşinin davaya tanık olarak dahi katılmasına müsaade edilmemesine dikkati çekiyor.


Sanık Teilirian''ın, Ermeni katliamından sorumlu tuttuğu Talat Paşa''yı ailesinin intikamını almak için öldürdüğünü itiraf ettiğini hatırlatan Ünal, buna karşılık Teilirian''ın ifadesinde anlattıklarının tümünün ''''yanlış, masalsı ve yanıltıcı'''' olduğunu, bunların dava konusu ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını kaydediyor.




KATİLİN BAĞLANTILARI ARAŞTIRILMADI

Sanığın kimliğine ilişkin beyanlarının çelişkiler içerdiğini, Teilirian''ın kendisini, ''''rüyasında gördüğü annesinin manevi baskısı'''' altında cinayeti işleyen ve suç ehliyeti olmayan bir saralı olarak tanıttığını ifade eden Ünal, üzerinde 12 bin mark bulunan Teilirian''ın parasının kaynağının soruşturulmadığını, mahkemenin Teilirian''ın bağlantılarının ortaya çıkarılması yönünde hiçbir girişimde bulunmadığını vurguluyor. Davanın, Ermeni tanıkların beyanlarından sonra Talat Paşa ve Türkiye aleyhine bir davaya dönüştüğünü anlatan Ünal, mahkemenin bu yolda bir adım daha atarak Talat Paşa cinayetiyle ilgisi olmayan Prof.Dr.Lepsius ve General Liman Von Sanders''ı bilirkişi olarak dinlediğini hatırlatıyor.


Savcının mütalaasında da yanlışlıklar bulunduğunu, savcının daha baştan davanın siyasi yanının ağır bastığını belirttiğini, sanığın iddialarının doğruluğunu araştırmadan doğru kabul ettiğini, Türk tarafından tanık çağırmadığını anlatan Ünal, savcılığın mahkemeye kendi suçlamalarını destekleyen tek bir belge ya da delil de sunmadığını belirtiyor.




SAVCININ CİNAYETİ TASVİP EDEN SÖZLERİ

Ünal, savcının, ''''İşlenen suçların ağırlığı göz önüne alındığında, şüphesiz asil olmayan bir gerekçe değil.Bu, insani olarak anlaşılabilir ve anlaşılacak olan bir gerekçedir'''' sözleriyle cinayeti tasvip ettiğine dikkati çekiyor. -1,5 GÜNLÜK DURUŞMA- Salomon Teilirian hakkındaki davanın, 3 Haziran 1921''de 1,5 günlük bir duruşmadan sonra ''''cinayetin, sanığın aile fertlerinin öldürülmesinin intikamını almak için intikam saikiyle işlenmiş, ahlaki bir eylem'''' olarak haklı kılınmasıyla sonuçlandığını kaydeden Ünal, kitapta bu karara tepki gösteren gazete haberlerine de yer veriyor. Prof.Dr.Şeref Ünal, araştırmasını şu sözlerle tamamlıyor:”Bütün bu örnekler, Talat Paşa'nın iltica için doğru ülkeyi seçmemiş olduğunu açıklıkla göstermektedir.”



Kitap : Salomon Teilirian davası:
Talat Paşa suikastı : Berlin, 2-3 Haziran 1921
Prof.Dr. Şeref Ünal – Ufuk Üniversitesi Basım 2004

NOT: Tehlirian'ın 2006 Yerivan’da bir kahramanlık ! abidesi dikildi.  (Milliyet 17 Mart 2006)






YÜZSÜZLÜĞÜN VE UTANMAZLIĞIN ABİDESİ…!!! 








AUF DEUTSCH

Ein Zeugnis für Talaat Pascha
von Generalleutnant a. D. Bronsart v. Schellendorf
ehemaligen Chef des Generalstabes des Türkischen Feldheeres,
zuletzt Kommandeur des Königl. preuß. Inf.-Div.
Deutsche Allgemeine Zeitung, Nr. 342, 24.07.1921
Beiblatt, Morgen-Ausgabe


Im Prozeß Teilirian werden Zeugen vernommen, die entweder nichts zur Sache aussagen konnten, oder die die zu bezeugenden Geschichten nur "gehört" haben; Augenzeugen, die die Wahrheit gesehen haben, sind nicht vorgeladen worden. Warum hat man die deutschen Offiziere, die zur Zeit der Armeniergreuel auf dem Schauplatz dieser im Prozeß eine so entscheidende Rolle spielenden Begebenheiten dienstlich tätig waren, nicht vernommen?

Sie waren dem Gericht namhaft gemacht, hatten teilweise schon von Gericht die Aufforderung bekommen, sich als Zeugen bereit zu halten, und sind dann schließlich nicht berufen worden. Ich hole darum auf diesen Wege noch nachträglich die ohne meine Schuld versäumte Zeugenflicht nach, um der Wahrheit zu ihrem Recht zu verhelfen

Daß dies so spät geschieht, liegt daran, daß ich mir das Material erst nach und nach beschaffen konnte. Um die dem ermordeten Großwesir zur Last gelegten Armeniergreuel zu verstehen, ist es nötig, einen kurzen Rückblick zu tun.

Armeniergreuel sind uralt! Sie geschahen immer wieder, seit Armenier und Kurden im Grenzgebiet Rußlands, Persiens und der Türkei dicht beieinander wohnen.

Der Kurde ist Nomade und Viehbesitzer, der Armenier Ackerbauer, Handwerker oder Händler. Der Kurde hat keine Schulbildung, kennt Geld und Geldeswert nicht genau und weiß, daß Zinsennehmen durch den Koran verboten ist. Der Armenier nutzt als Händler die Unerfahrenheit des Kurden skrupellos aus und übervorteilt ihn. Der Kurde fühlt sich betrogen, rächt sich an dem Wucherer und die "Armeniergreuel" sind fertig! Es muß ausdrücklich betont werden, daß Gegensätze in der Religion dabei niemals mitspielten.

Der uralte Zwist bekam neue Nahrung, als die Armenier während des großen Krieges einen gefährlichen Aufstand in den östlichen Grenzprevinzen der Türkei unternahmen; ein besonderer Grund dazu lag nicht vor, den die von den "Mächten" der Türkei auferlegten Reformen begannen gerade zu wirken. Die Armenier hatten Sitz und Stimme in dem neuen Parlament, stellten sogar zeitweise den Minister des Auswärtigen. Sie hatten die gleichen sozialen und politischen Rechte wie die übrigen Völker des Staates. Die Ruhe in ihrem Lande wurde durch die von den französischen General Baumann ausgebildete Gendarmerie aufrecht erhalten.

Der Aufstand war von langer Hand vorbereitet, wie die zahlreichen Funde an gedruckten Aufrufen, aufhetzenden Broschüren, Waffen, Munition, Sprengstoffen usw. in allen von Armeniern bewohnten Gegenden beweisen; er war sicher von Rußland angestiftet, unterstützt und bezahlt. Eine armenische Verschwörung in Konstantinopel, die sich gegen hohe Staatsbeamte und Offiziere richtete, wurde rechtzeitig entdeckt.

Da sich alle waffenfähigen Mohammedaner beim türkischen Herren befanden, war es den Armeniern leicht, unter der wehrlosen Bevölkerung eine entsetzliche Metzelei anzurichten, den sie beschränkten sich nicht etwa darauf, rein militärisch gegen die Flanke und gegen den Rücken der in der Front durch die Russen gebundenen türkischen Ostarmee zu wirken, sonder sie rotteten die muselmanische Bevölkerung in jenen Gegenden einfach aus. Sie begingen dabei Grausamkeiten, von denen ich als Augenzeuge wahrheitsgemäß bezeuge, daß sie schlimmer waren, als die den Türken später vorgeworfenen Armeniergreuel.

Zunächst griff die Ostarmee ein, um ihre Verbindungen mit dem Hinterlande aufrecht zu erhalten; da sie aber alle Kräfte in der Front gegen die russische Überlegenheit brauchte, auch der Aufstand immer weiter, sogar in entfernteren Gegenden des türkischen Reiches, um sich griff, wurde die Gendarmerie zur Dämpfung des Aufstandes herangezogen. Sie unterstand, wie in jedem geordneten Staate, dem Ministerium des Inneren. Der Minister des Inneren war Talaat, und er mußte als solcher die nötigen Anweisungen geben. Eile tat not, den die Armee war in ihren sehr empfindlichen rückwärtigen Verbindungen schwer bedroht, und die muselmanische Bevölkerung flüchtete zu Tausenden in Verzweiflung vor den Greueltaten der Armenier. In dieser kritischen Lage faßte das Gesamtministerium den schweren Entschluß, die Armenier für staatsgefährlich zu erklären und sie zunächst aus den Grenzgebieten zu entfernen. Sie sollten in eine vom Krieg unberührte, dünn besiedelte aber fruchtbare Gegend überführt werden, nach Nord-Mesopotamien. Der Minister des Inneren und die ihm unterstehende, von dem französischen General Baumann für ihren Beruf besonders ausgebildete Gendarmerie hatten lediglich diesen Entschluß auszuführen.

Talaat war kein unzurechnungsfähiger, rachsüchtiger Mörder, sondern ein weitblickender Staatsmann. Er sah in den Armeniern die zwar jetzt von den Russen und den russisch-armenieschen Glaubensgenossen aufgehetzten, aber in ruhiger Zeiten doch sehr nützlichen Mitbürger, und hoffe, daß es ihnen, entfernt von russischen Einflüssen und kurdischen Streitereien, in den neuen fruchtbaren Wohnsitzen gelingen würde, diese zukunftsreiche Gegend durch durch Ihren Feliß und ihre Intelligenz zu höher Blüte zu bringen.

Talaat sah ferner voraus, daß die Ententepresse die Ausweisung der Armenier dazu benutzen würde, eine scheinheilige Propaganda gegen die "Christenverfolgungen" der Türken in Szene zu setzen und hätte schon deshalb gern jede Härte vermieden. Er hat Recht behalten! Die Propaganda setzte ein und hatte tatsächlich den Erfolg, daß überall im Auslande diese unglaubliche Dummheit geglaubt wurde. Christenverfolgung! Man bedenke; just in einem Lande, daß mit christlichen Großmächten eng verbündet, eine große Zahl christlicher Offiziere und Soldaten in seinem Heere als Mitkämpfer hatte.

Ich komme nun zur Ausführung des Planes der armenischen Umsiedelung. In einem Lande von der Ausdehnung des türkischen Reiches, daß aber so mangelhafte Verbindungen hat, befinden sich die Provinzen in einer mehr oder weniger großen Unabhängigkeit von der Zentralstelle. Die Gouverneure (Walis) haben mehr Gerechtsame als z.B. unsere Oberpräsidenten. Hierauf fußend, nehmen sie für sich in Abspruch, die Verhältnisse an Ort und Stelle oft richtiger beurteilen zu können als dies in Konstantinopel möglich war. Befehle des Ministeriums wurden daher gelegentlich anders ausgeführt, wie beabsichtigt. So ging es auf der Beamtenstufenleiter nach unten weiter, wo in vielen Fällen die Einsicht fehlte.

Die ungewöhnlich schwierige Aufgabe, außer vielen Tausenden von muselmanischen Flüchtlingen auch ebenso viele Armenier auf die richtigen Marschstraßen zu leiten, Sie zu ernähren und unterzubringen, überstieg die Kräfte der wenigen vorhandenen und noch dazu ungeschulten Beamten. Hier griff Talaat mit größter Tatkraft und allen Mitteln ein. Die von ihm erlassenen zweckmäßigen Anweisungen an die Walis und an die Gendarmerie müssen noch vorhanden sein. Zahlreiche Schreiben des Ministeriums des Innern an das Kriegsministerium, die mir durch meine Dienststellung bekannt wurden, verlangten dringend Hilfe von der Armee; sie wurde gewährt, soweit die Kriegslage es zuließ: Nahrungs- und Beförderungsmittel, Unterkunftsräume, Ärzte und Arzneimittel wurden zur Verfügung gestellt, obwohl die Armee selbst empfindlichen Mangel litt. Leider sind trotz aller Mühe, ihr los zu erleichtern, Tausende von muselmanischen Flüchtlingen und armenischen Ausgesiedelten den Anstrengungen der Märsche erlegen.

Hier liegt die Fragenahe, ob man solche Zustände nicht hätte voraussehen und die Umsiedelung unterlassen können. Abgesehen davon, daß die türkischen Flüchtlinge in ihrer berechtigten Angst vor den armenischen Schandtaten sich einfach nicht hätten aufhalten lassen, muß auch die Staatsnotwendigkeit der armenischen Abwanderung aus den Aufruhrgebieten bejaht werden! Die Folgen mußte man auf sich nehmen!

Nehmen wir einmal unsere jetzigen Zustände in Deutschland. Wenn ein Ministerium sich fände und die Macht hätte, anzuordnen: "Alle polnischen Aufrührer werden aus Oberschlesien entfernt und in Gefangenenlager gebracht!" oder: "Alle gewalttätigen Kommunisten werden eingeschifft und an den Küsten Sowjet-Rußlands ausgebootet!", würde nicht ein Beifallssturm durch ganz Deutschland brausen? --

Vielleicht legen sich die Richter im Teilirian-Prozeß solche Fragen nachträglich vor. - - - Sie werden dann zu der harten Maßnahme der Armenier-Aussiedelung einen neuen Standpunkt gewinnen!

Talaat hat sich der militärischen Forderung, an der Mittelmeerküste alle Griechen ausweisen zu lassen, widersetzt, denn dort wurde "nur Spionage" getrieben. Ein gefährlicher Aufruhr, wie in Armenien, erfolgte nicht, obwohl der Gedanke dazu nahe lag. Talaat war ein Staatsmann, aber kein Mörder!

Nun aber die Greuel, die absichtlich an den Armeniern begangen worden sind. Sie sind so vielfach bezeugt, daß an der Tatsache nicht zu zweifeln ist.

Ich beginne mit den Kurden. Selbstverständlich benutzte dieser Volksstamm die seltene, vielleicht nie wiederkehrende Gelegenheit, die verhaßten Armenier, die noch dazu solche Schleußlichkeiten gegen Mohammedaner begangen hatten, bei ihrem Durchmarsch ausplündern und gegebenenfalls totzuschlagen. Der Leidenszug der Armenier Führte viele Tage und Wochen lang durch Kurdistan( !!!) Es gab keinen anderen Weg nach Mesopotamien.

Über das Verhalten der den armenischen Scharen Truppenweise beigegebenen türkischen Gendarmen Lauten die Urteile verschieden, An manchen Stellen Haben sie ihre Schützlinge gegen kurdische Banden tapfer verteidigt: an anderen Orten sollen sie geflohen sein. Es Wird ihnen auch vorgeworfen, mit den Kurden gemeinsame Sache gemacht, oder auch allein die Armenier ausgeraubt und getötet zu haben; der Beweis, daß sie hierbei auf höheren Befehl gehandelt hätten, ist nicht erbracht worden. Talaat kann nicht dafür verantwortlich gemacht werden; die Ereignisse spielten sich 2000 km von ihm entfernt ab, und die Gendarmerie hatte, wie bereits erwähnt, bis zum Ausbruch des Krieges eine lediglich französische Ausbildung erhalten.

Es kann auch nicht geleugnet werden, daß türkische Offiziere sich an Armeniern bereichert und vergriffen haben, wo aber eine derartige Handlungsweise zur Kenntnis der Vorgesetzten kam, wurde sofort scharf eingegriffen. So ließ Wehib Pascha, Oberbefehlshaber der türkischen Ostarmee, zwei Offiziere aus solchem Grunde kriegsgerichtlich erschießen; Enver Pascha bestrafte den Gouverneur von Aleppo, einen türkischen General, der sich auf Kosten der Armenier bereichert hatte, mit sofortiger Dienstentlassung und langer Freiheitsstrafe. Ich denke, diese Beispiele genügen, um zu beweisen, daß man die Armeniergreuel nicht wollte! Aber es war Krieg, und die Sitten waren verwildert. Ich erinnere an die Grausamkeiten, die Franzosen an unseren Verwundeten und Gefangenen verübt haben. Hat das Ausland endlich diese Schandtaten erfahren?

Außer dem ermordeten Großwesir ist, wie ich gehört habe, auch Enver Pascha vor dem deutschen Gericht angegriffen worden. Enver liebt sein Vaterland glühend; er ist ein ehrenhafter Soldat von großer Begabung und beispielloser Tapferkeit, deren Augenzeuge ich wiederholt war. Seiner Tatkraft allein ist die Neuschaffung des türkischen Feldheeres zu danken, das, von seinem Geist erfühlt, jahrelang gegen eine erdrückende über macht kämpfe und heute noch für die Heimat kämpft! Kein deutscher Offizier ist berufener, über ihn und seinen Freund Talaat Pascha zu urteilen, wie ich, der ich von 1914 bis Ende 1917 als Chef des Generalstabes des türkischen Feldheeres in den engsten Beziehungen zu diesen beiden Männern stand.

Talaat Pascha ist ein Opfer seiner Vaterlandsliebe geworden! Möge es Enver Pascha gelingen, wenn seine Zeit gekommen ist, seiner Vaterland zu neuer Größe zu erheben! Daß diese beiden Männer mir in schwerer Zeit ihr volles Vertrauen, ich darf sagen, ihre Freundschaft, geschenkt haben, ist eine stolze Erinnerung für mich.

BRONSART VON SCHELLENDORF, 24.07.1921



****




IN ENGLISH

A Witness for Talaat Pasha from General Lieutenant a.d. Bronsart von Schellendorf, former Chief of the General Staff of the Turkish Field Troops, recent Commander of the Royal Prussian Infantry Division.

In the process of Tehlirian, witnesses were called who were unable to make any real statements, or who were able only to relate what they had heard about the situation. Eye witnesses, who had seen the truth were not called. Why did one not take the statements of German officers, who were assigned at the time and were there to see the results of Armenian atrocities. Our witness accounts could have played such a decisive role in this process.

We were notified to be prepared to testify, yet never called. For this reason, I am following my duty as witness, although it is late because I had to gather all of this material, to help truth find its rightful place.

In order to understand how it was possible to place the blame for the Armenian atrocities, it is necessary to look back. Armenian atrocities are age old. They have happened ever since Armenians and Kurds have lived in close proximity in the borderlands of Russia, Persia, and Turkey. Kurds are nomads and raise animals. The Armenians are acre farmers, artisans, or businessmen. The Kurd has no school experience, doesn't know money or the worth of money, and knows that being taxed is forbidden through the Koran. The Armenian, as business man, uses the inexperience of the Kurd in a scrupulous manner, and takes advantage of him. The Kurd feels that he has been cheated, takes revenge on him, and the Armenian atrocities are ready. It must be said that differences in religion never have anything to do with this.

The ages old discordance received new nourishment as the Armenians, during the big war, started a dangerous revolt in the eastern border provinces of Turkey for no particular reason, because the reforms that the "powers" initiated were putting through, were just beginning to take effect. The Armenians had seats and voices in the new parliament reproduced even a Foreign Minister of Armenian descent.

They had the same social and political rights as the rest of the population of the state. Peace in their lands was kept by a Gendarmerie, trained by the French General Baumann.

The revolt had been prepared way before it took place, as the many bulletins, brochures, weapons, ammunition and explosives found in the areas populated by Armenians made it clear. It was surely instigated and funded by Russia. An Armenian conspiracy against high government works and officers in Istanbul was discovered on time.

Since all the able Moslem men were in the army, it was easy for the Armenians to begin a horrible slaughter of the defenseless Moslem inhabitants in the area. They did not just go against the Turkish Eastern front army from a flank or at its back, but they simply cleaned out the Moslem inhabitants in those areas. They performed gruesome deeds, of which I, as an eye witness honestly say that they were much worse than what Turks have been accused of as an Armenian atrocity.

At first, the Army attempted to bring order to the area, but being strapped to the fight against the Russians, they finally left it to the Gendarmerie, which was subordinated to the Ministry of the Interior as all the states were.

The Minster of the Interior was Talaat, and he had to make the decisions and give the directives. The Army was in its most vital stage of fighting. The Moslem inhabitants were fleeing from the terror of the Armenians. In this critical situation, the whole ministry came to the difficult decision to name the Armenians dangerous to the state, and to remove them from the border areas to a less inhabited, but fruitful area, to Northern Mesopotamia. The Minister of the Interior gave the task to the Gendarmerie, trained to deal with this assignment.

Talaat was no thoughtless murderer, but a far sighted statesman. He saw in the Armenians, who now were under the influence of the Russians and others who had Great-Armenia dreams, but in quieter times, were very useful citizens, hoped that removed from the Russian influence and away from the Kurdish quarreling, they would, with their intelligence and work ethics make their new home luscious and fruitful.

He also saw further on that the Entente press would use the relocation of the Armenians as a hypocritical propaganda of Anti-Christianism, and he would have even for that reason alone avoided any harsh treatment of the Armenians.

Talaat was right. The propaganda began and successfully had everyone in other countries believing this stupidity of Anti-Christianism. One should know that in a country that is closely allied with Christian countries, that has Christian officers and soldiers in its own army has nothing to do with anti-Christians.

Now I come to the deployment of the plan -- the relocation of the Armenians.

The Ottoman Empire was stretched over large distances and there was not always sufficient communication between the various provinces. The governors (Valis) had more or less a lot of freedom to decide on when and where and how things ought to be done. It was not that they disobeyed, but did not always have clear directives and this kind of governing went down the ladder of command, where occasionally unwise decisions were made.

The unusually difficult task to keep thousands of Moslem refugees and in another area Armenians on their assigned marching ways, to lead, feed, find shelter for them all, was over-whelming to the too few who could not cover the masses, nor most often had no idea of how to do so. Talaat did his utmost to help. Even into my hands came requests and demands to the Army to assist whenever possible, to provide food, shelter, doctors and medicine to the civilians under way. Unfortunately, even with all the help that was possible, thousands of Moslems as well as Armenians died.

Here lies the question of whether one could have foreseen these disastrous results of the relocation. Considering that there would not have been any way to stop the Moslem population from fleeing, removing the Armenians was necessary.

Let us take, for instance, our present situation (1921). If a ministry found it had the power and the right to order: All Polish activists will be removed from Upper Schlesien and put into prison. Or All violent Communists will be put into boats and dropped off at the Russian coast. Wouldn't there be applause heard throughout the country?

Perhaps the judges of the Tehlirian process will ask themselves these questions and see the Armenian situation from a different point of view.

Talaat refused to have registered all Greeks living on the Mediterranian coast because only sabotage was done there, not a dangerous uprising, though thoughts of that were near. Talaat was a statesman, not a murderer.

Now the atrocities that were deliberately done to Armenians. They have been witnessed so often that there is no doubt that they are real. I begin with the Kurds. Of course, this folk, these people, used this seldom, probably never again opportunity to rob and at times even to beat to death the hated Armenians who had on top of everything done horrible things to other Moslems. The train of Armenians going to their destination went for many days and weeks through Kurdistan. There was no other way to get to Mesopotamia.

About the Gendarmerie that was assigned to accompany the Armenians, different judgments have been made. In some instances the Gendarmerie defended their charges against Kurdish bands. In other instances they were said to have fled. There were also claims that they worked together with the Kurds, or even alone, robbing and killing Armenians. That they were acting upon higher orders was not brought up. Talaat cannot be made responsible for these acts, which took place 2000 km from where he was. And the Gendarmerie had a different training than the Turkish troops; their training was French.

One can also not deny that some Turkish officers took advantage of the Armenians, but where such dealings were discovered, immediate military action was taken. Thus, Vehib Pasha had two of his officers shot according to military law.

Enver Pasha punished the governor of Aleppo, a Turkish general, who enriched his coffers at the cost of Armenians, by taking away his commission and giving him a long jail sentence.

I think that these examples show that one did not want an Armenian disaster. But it was war, and customs and manners degenerated. I remember the gruesome acts the French did to our wounded and prisoners of war. Has the rest of the world heard of these shameful acts?

Besides the murdered Grand Vesir, Enver Pasha also has been attacked before the German court, I hear. Enver loves his fatherland immensely. He is an honorable soldier of great talent and unmatched bravery, whose eye witness I was repeatedly. The newly formed Turkish field army exists due to his genius, and his spirit, that fought for years against heavy might, and today it still fights for the homeland. No German officer is more able to judge him and his friend Talaat Pasha than I am, who stood from 1914 to the end of 1917 as Chief of the General Staff of the Turkish Field Army in closest ties to those two men.

Talaat Pasha has become an offering, a sacrifice of love for his fatherland.

May Enver Pasha, when his time comes, be able to lift his fatherland to new heights.

That both of these men, through difficult times, gave me their full trust, I may say, that they gave me their friendship, is a proud memory for me.

Bronsart vonSchellendorf, 24.07.1921






***

PS: And as a hero !!! A monument of Tehleryan, the murderer of Talat Pasha was erected in Yerivan in 2006 (Milliyet March 17,2006 and Agos March 24, 2006).


WHİTOUT SHAME !!!



***






Solomon Tehliriyan



Assassin Soghoman Tehlirian; at 17,
the traitorous Ottoman-Armenian joined the Russians, killing non- stop for years to follow. He served, eventually, under Antranik.








Şişli Abide-i Hürriyet Tepesi