SAYFALAR

20 Haziran 2012 Çarşamba

EMPERYALİZMİN SONU


EMPERYALİZMİN SONU

...Çünkü korktukları başlarına geldiği an, bu emperyalizmin sonu olacaktır...


Bunalımı Derinleşen Emperyalistler Kendi Ülkelerinde de Sömürü ve Baskıyı Arttırıyor.

Emperyalizmin dünya emekçi halkları üzerinde sürdürdüğü sömürü ve baskı yüzyıldır devam ediyor. Emperyalizm yalnızca sömürgesi durumuna soktuğu ülkeleri emekçi halkların kanlı-bıçaklı düşmanı değildir. Kendi halklarına da düşmandır. Kendi halklarını da sömürü ve baskı altında tutmaktadır. Ama bu gerçek hep gözardı edilmeye, gizlenmeye çalışıldı. 

ABD "özgürlükler" ülkesiydi. İngiltere demokrasi beşiğiydi. Almanya sanayinin, Japonya teknolojik gelişimin deviydi. Fransa dünyada aydınlanmanın merkeziydi. Bu ülkelerde insanlar lüks içinde yaşıyordu, elleri sıcak sudan soğuk suya değmiyordu.


Geri bıraktırılmış ülkelerin yoksul halklarına, özgürlüğe insanca bir yaşama giden yolun bu emperyalist ülkelerde izlediği yoldan geçtiği gösterilmeye çalışıldı. Yıllardır dünya emekçi halkları, yoksulların aç kalmalarının sorumlusunun kendilerinin olduğuna, bunda emperyalizmin bir suçunun bulunmadığına inandırılmak istendi. 

Mutluluğun kapılarının emperyalist ülkelerden açıldığı anlatıldı. Özgürlük, demokrasi, iş, ev, sağlık, eğitim, ulaşım, bilim... gibi en temel insani haklar dahil ne isteniyorsa emperyalist ülkelerde vardı(!) 
Bunları başka yerlerde aramaya ne gerek vardı? 
Sosyalist ülkelerde özgürlük ve demokrasi yoktu(!) 
Sosyalizm diktatörlüktü. 
K. Kore açlıktan kurtuluyordu. 

Dünya emekçi halkları on yıllardır emperyalizmin ve onların uşaklarının ağzından bu yalanları dinledi.


Emperyalist devletler kendilerini "demokrasi" ve "barış" bekçisi ilan ederken, barış ve demokrasi maskesi altında dünya emekçi halkları üzerinde ekonomik, siyasi, askeri, kültürel terörlerini hiç eksik etmediler. 

Emperyalizmin özü gereği sömürgeci ve teröristtir. 
Hiçbir maske bu yüzü gizleyemedi. 
Bugün emperyalist devletler ekonomik ve askeri olarak dünyanın en güçlü ülkeleriyseler, bunun insanlığın, aç, yoksul kalması, hastalık ve ölümlerden kırılması pahasına gerçekleştiğini tüm dünya halkları çok iyi bilmektedir.


Bugün dünya da 1.2 milyar insan açlık çekerken, her gün 25 milyon insan bu açlar ordusuna katılıyor.

1.5 insan sağlık hizmetlerinden mahrum yaşatılırken 880 milyon kişi hiç okuma yazma bilmemektedir. 
Bu yıl okullar açıldığında, 150 milyon çocuk okuma hakları ellerinden alındığı için okula başlayamamıştır.

1 milyar insan yaşanmayacak derecede kötü barakalarda kalmaya mahkum edilirken 100 milyon ailenin başını sokacak bir barakası dahi yok.

Her yıl milyonlarca insan açlıktan ölürken, açlıktan ölenlerin büyük bir kısmı okul yaşına gelmemiş çocuktur.

Her yıl 250 milyon çocuk yeterli beslenemediği için kör olmaktadır. 100 milyon çocuk sokaklarda yaşamaktadır. 
200 milyon çocuk okula gidecekleri yere emperyalist tekellerin tatlı karları için çalıştırılmaktadır. 
1 milyon çocuk cinsel ticaret ağına düşürülmektedir.


Bu tablo "özgürlük", "barış", "demokrasi" havarisi kesilen, böyle gösterilmeye çalışılan emperyalist devletlerin eseridir. 
Bunlar emperyalist devletlerin dünyayı insanlığı ne hale soktuğunu gösteren gerçeklerin sadece bir kısmıdır. 
Açlık, yoksulluk, sefalet, salgın hastalıklar, kıtlık, bunların neden olduğu ölümler, sakat kalmalar hiç kuşkusuz en çok emperyalizmin sömürgesi altında bulunan ülkelerde yaşanmaktadır. 
Ama yoksul, sömürge ülkelerdeki kadar olmasa da bu gerçekler emperyalist devletlerde de yaşanmaktadır.


Emperyalistler 1917 Ekim devriminden ve sosyalist blokun kurulmasından sonra hem sosyalist ülkelerin bir çekim merkezi olmaması hem de emekçi halklar üzerinde uyguladığı sömürü ve baskının kendine karşı bir ayaklanmaya dönüşmesini önlemek için çok çeşitli ekonomik, askeri, siyasi yöntemler geliştiriyordu. Bunlardan bir tanesi de sömürgelerden elde ettiği karlardan kendi emekçilerine de bir pay vererek emekçilerle kendisi arasındaki çelişkiyi yumuşatma politikasıydı.


Ama bunalım krize dönüştükçe kendisi için sosyalist blok tehlikesinin ortadan kalkmasını da fırsat sayarak, kanlı elleriyle kendi halklarının da boğazını daha fazla sıkmaya başladı. 
Dünya emekçi halkları üzerindeki sömürü ve baskıyı daha da artırırken, kendi emekçilerine verdikleri payı da giderek kısmaya, sömürü ve baskıyı artırmaya başladılar.


Eğitim, sağlık, konut, ulaşım gibi en temel insani sorunları çözmeye, işsizliği önlemeye yönelik, devlet bütçesinden sosyal harcamalar için ayrılan pay her geçen gün daha da azaltıldı. 
İşsizlik emperyalist ülkelerde %10’ların üzerine çıktı. 
Emeklilik yaşı yükseltildi. 
Emeklilere, yaşlılara, işsizlere, sakatlara, kimsesizlere yapılan sosyal yardımlar kısıtlandı.


Örneğin Almanya’da Ekim 96’da Alman parlamentosunca onaylanan "Tasarruf Paketi" adı altında alınan kararların bazıları şunlardır,
- Rapor alan personele ödenen hastalık parasından %20 kesinti yapılması
- Emeklilik yaşının erkeklerde; 2000-2002 yıllarında 63’ten 65’e
kadınlarda; 2000-2005 yıllarında 60’tan 63’e çıkarılması
ve erken emeklilik isteyenlerin ücretlerinde %3.6 kesinti yapılması.
- 1997 yılında işsizlik parası ve yardımlaşma zammı yapılması
- Sayıca on işçiden az işçi çalıştıran firmaların işçi çıkartabilmelerinin kolaylaştırılması
- Personel çıkışlarında sosyal plan ve tazminatlarda kısıtlamaya gidilmesi
- İlaç masraflarında hastaların katkı payının artırılması


Kısacası, yoksulluk, sefalet, işsizlik, artan sömürü ve baskı emperyalist devletlerde de gizleyemeyecekleri bir şekilde kendini dışa vurmaya başladı. 
Kendini dünyanın efendisi ilan eden ABD’de durum Almanya’dan daha kötüdür. 
Bugün ABD’de sağlık harcamalarında yapılan kısıtlamalar nedeniyle her yıl 40000 bebek 1 yaşına gelmeden ölmektedir. 
Tüm bu sosyal harcamalara yapılan kısıtlamaların sonucu olarak yalnızca büyük şehirlerde yoksul insanların sayısı 6 milyonun üzerindedir. 
Bugün ABD’nin içinde bulunduğu sosyal çöküntüyü rakamlarla daha fazla örnekler vererek göstermek mümkündür. 
Ama sadece intihar edenlerin sayısındaki artış bile bu çöküntüyü göstermeye yetmektedir. 
Bugün "özgürlükler" ülkesi ABD toplumsal bir bunalım içindedir. Gençler içinde intihar olayları son yıllarda da iki katına fırlarken yetişkin erkeklerin %10’nu, yetişkin kadınların %20’si bunalım sonucu intihar etmektedir.


Emperyalist devletler emekçiler üzerindeki sömürüyü artırdıkça halkta oluşan memnuniyetsizliği bastırabilmek için daha fazla baskı ve şiddete başvurmaktadır. 
ABD’de şehirlere yapılan federal yardım %60 azaltılırken hapishane yapımı için bütçeden ayrılan pay %73 artırılmıştır. 
Diğer emperyalist devletlerde de durum aşağı yukarı aynıdır. Kanada’da açlar restoranlara saldırırken; Japonya’da barakalarda yaşamak zorunda kalanların sayısı her geçen gün artmaktadır. İngiltere okulları kapatıp öğretmenlerin işine son verip, fabrikalarda işçileri kitlesel şekilde işten atmakta; Fransa memur maaşlarını dondurmakta, aynı şekilde işçiler toplu şekilde işten çıkarılmaktadır. Sömürü ve baskıya karşı kitlelerin eylemlerinin bir süreklilik kazanmasının ardında Avrupa ülkelerinde faşizmin yeniden yükselişe geçmesi, faşist saldırıların ve yabancı düşmanlığının artması, emperyalizmin içinde bulunduğu krizin açık bir göstergesidir.


Emperyalist devletler, kitlelerin bilinçlerini bulandırmak, tepkilerini başka kanallara yöneltmek için yabancıları hedef göstermektedir. Ülkedeki açlıktan yoksulluktan, işsizlikten yabancıları sorumlu tutmaktadırlar. Yine yalan ve demagojilerle halkları aldatmaya, birbirine kırdırmaya, faşist saldırıları meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Bunlardan biri de SAVAŞ çıkarmaktır.


Ama tüm bu çabalar, hangi milliyetten olursa olsun emperyalist ülkelerdeki tüm emekçiler birlik ve dayanışma içine girerek saldırıları geri püskürtmüştür. 
Emekçilerin memnuniyetsizliği ve artan kitlesel eylemlerin ardından korkuya kapılan olmayan partileri iktidara getirerek kitlelerin öfkesini yumuşatmaya çalışmıştır. 
Bu da emekçilerin öfkesini dindirememiştir. 
Japonya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan ABD’ye grevler, mitingler, sık sık polisler çatışmaya varan sokak gösterileri bu ülkelerin değişmeyen gündemlerinden biri olmuştur.


Bu gelişmeler emperyalizmin korkusunu büyütmektedir. Dünya bankası başkanı James Wolfensohn yaptığı bir açıklamada: "Bir saatli bombayla yaşıyoruz" dedikten sonra "Dünyada 3 milyar insanın günde 2 dolardan az, 1.3 milyar insanın 1 dolardan az parayla yaşadığını..." söyleyerek bu saatli bombanın patlamasından duyduğu korkuyu dile getiriyordu. 
Bu korku boşuna değildir. 

Çünkü korktukları başlarına geldiği an, bu emperyalizmin sonu olacaktır.


Emperyalistler kitabından....


***