SAYFALAR

29 Aralık 2012 Cumartesi

Atatürk Milliyetçiliği Anayasal Vatandaşlıktır – Anıl Çeçen


"Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk Milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir."

Mustafa Kemal Atatürk


Atatürk Milliyetçiliği Anayasal Vatandaşlıktır – Anıl Çeçen

Türkiye Cumhuriyeti anayasası ,anayasanın giriş bölümünde belirtildiği üzere Atatürk milliyetçiliğine bağlı bir devlettir .Devletin kurucusu olan Atatürk’ün ortaya koymuş olduğu devlet modeline uygun olarak hazırlanmış olan Türk anayasasında Atatürk milliyetçiliği kurulmuş olan milli devletin modeli olarak ,anayasa metni içerisinde yer almakta ve bu yönü ile de belirleyici olmaktadır . 

Bu yüzden , Atatürk sonrasında yapılmış olan anayasalarda belirleyici bir ilke olarak yer almış ve kurucu iradenin ortaya koymuş olduğu devlet modelinin sürekliliğini sağlamıştır . Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olarak geliştirdiği devlet modeli ,bir anlamda bu ilkeye dayanarak var olmuş ve günümüze kadar gelmiştir . Dünyanın hiçbir ülkesinin anayasasında böyle bir düzenleme yer almamış ,sadece dünyanın merkezi coğrafyasında kurulmuş olan ulus devletin içinde bulunduğu bölgenin özel koşulları nedeniyle diğer devletlerden ayrılan farklı konumunun belirlenmesinde bu ilkeden yararlanılmıştır . 

Yalnızca bu ilke nedeniyle , Türkiye cumhuriyeti ulus devleti diğer milli devletlerden farklı bir yapılanmaya sahip olmuş ve Atatürk milliyetçiliğinin bölge koşullarına gerçekçi bir yaklaşım olması nedeniyle , Türk devleti her türlü saldırı ve olumsuz gelişmelere rağmen bugüne kadar ayakta kalarak varlığını koruyabilmiştir .

Türk devletinin dayanmış olduğu Türk milletinin milliyetçiliğine değil de ,devletin kurucusu olan Atatürk’ün adı ile anılan farklı bir milliyetçiliğe dayalı olarak anayasada ele alınması , bölge koşulları ile beraber aynı zamanda devletin sınırları içerisinde yaşamını sürdüren bütün vatandaşları kucaklamak üzere geliştirilmiş ,daha modern bir modelin yasallaştırılmaya çalışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır .

Dünyanın bütün milli devletleri devletin tabanını oluşturan ulusal yapıların resmi adı ile anılan bir milliyetçilik anlayışına dayanırken ,Türk devletinin anayasasında Türk milliyetçiliğinin değil de Atatürk milliyetçiliğinin esas alınması üzerinde düşünülmesi gerekmektedir . Sadece Atatürk milliyetçiliği ilkesine dayanarak Türkiye Cumhuriyeti anayasasını ideolojik anayasa olarak suçlamak da doğru bir yaklaşım olarak görünmemektedir .Her devlet dayandığı toplumun ve ülkenin özel koşullarının ürünü olarak tarih sahnesine çıkarken ,birbirinden farklı bir seyir izleyerek oluşumunu tamamlayabilmektedir . 

Türkiye Cumhuriyeti de ,dünyanın merkezi imparatorluğu olan Osmanlı devletinin çöküşü sonrasında ortada kalan çok kültürlü heterojen Osmanlı ahalisinin bir ulusal kurtuluş savaşı vererek uluslaşması üzerine gündeme gelen milli devlet kurma girişiminin sonucunda tarih sahnesine çıkmıştır . Bu gerçek iyi bilinirse o zaman kuruluş süreci sonrasında gündeme gelen Atatürk’ün devlet modelinin arkasında yatan siyasal ve toplumsal nedenler bilimsel açıdan daha iyi anlaşılabilecektir . İmparatorluk ahalisinin büyük çoğunluğunun Türkmen asıllı boy ve kavimlerin içinden gelen Türk asıllı bir nüfusa dayanması nedeniyle , Osmanlı sonrasında gündeme gelen milli devlet oluşturma aşamasında Türklük milli devletin adını oluşturmuştur . 

Ne var ki , eski Osmanlı ahalisinin farklı kökenlerden gelmesi dikkate alınarak , milli devlet Türkiye Cumhuriyeti olarak oluşturulurken katı bir Türk milliyetçiliği benimsenmemiş aksine ,Türk kökenli olmayan diğer Osmanlı topluluklarını da aynı devletin çatısı altında ve Misakı Milli sınırları içerisinde bir bütün olarak koruyabilmek açısından , Atatürk’ün geliştirmiş olduğu kucaklayıcı milliyetçilik anlayışı var olan özel koşullara uygun düşen bir gerçekçi yaklaşım olarak benimsenmiştir .

1937 tarihli anayasa değişikliği sırasında Anayasaya Atatürk’ün belirlemiş olduğu ilkeler aynı zamanda devletin de dayandığı temel prensipler olarak alınırken , milliyetçilik ilkesi de anayasal bir kural olma düzeyine gelmiştir . I961 anayasasında ise milliyetçilik anlayışının daha farklı olarak milli devlet kavramı ile anayasaya yansıtıldığı görülmektedir . Milliyetçilik bir Atatürk ilkesi olarak anayasada yer aldıktan sonra kurulmuş olan Türk devletinin diğer milli devletlere benzer bir gelişme süreci içine girmiş olduğu görülmektedir . I961 anayasasının başlangıç kısmında Türk milliyetçiliği ayrıntılı bir biçimde açıklanarak , faşizm ve nazizim gibi aşırı ideolojilere yol açan katı bir milliyetçilikten uzak kalınmaya çalışılmıştır . 

1982 anayasası ise ,doğrudan doğruya ikinci maddesinde devletin Atatürk milliyetçiliğine bağlı yapısını açıklayarak ,milletin ismine dayalı bir milliyetçilikten uzaklaşarak devlet kurucusunun adına dayanan bir milliyetçilik anlayışını gündeme getirmiştir . Türk milli devletine karşı olan emperyalist çevrelerin Türklük düşmanlığı yaparak devletin çökertilmesine giden yolu açmalarını önlemek üzere , Türk milliyetçiliğinin ötesine gidilerek Atatürk milliyetçiliği bir anayasal ilkeye çevrilmiştir . Yanlış anlamaların ve istismarların önlenmesi doğrultusunda ,daha çağdaş,akılcı ,ilerici,demokratik,toplayıcı,birleştirici ,insani ve barışçı bir yaklaşım olarak Atatürk milliyetçiliği bir anayasa ilkesi haline getirilmiştir . 

Her türlü ırkçılığa,şovenizme ,saldırganlığa ve aşırı milliyetçiliğe karşı bir gelişmiş çizgide Atatürk milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti anayasasına girmiştir . Kurucu önder Atatürk’e göre ,Türk toplumunun bağımsız kimliğinin oluşturulması ve korunması için milli bir yaklaşımın geliştirilmesi zorunlu olmuş ve bu doğrultuda milli devlet kurulmuştur . Barışı esas ilke olarak benimseyen Atatürk , Türk milliyetçiliğini ırkçı,saldırgan ya da emperyal bir çizgide değil ama , diğer milletler ve ülkeler ile yakınlaşmak ve işbirliği ile dostlukları geliştirerek dünya barışına katkıda bulunabilmeyi hedeflemiştir .

Türk devletinin insan unsurunun adı konulurken ,çağdaş ulus devletlerde görülen bir milli devlet ve hukuk düzeni kurulmaya çalışılmıştır . Atatürk devleti kurarken ,Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir ,diyerek manevi değil ama maddi bir millet anlayışını benimsemiş ve bu doğrultuda Misakı Milli sınırları içerisinde yaşamını sürdürmekte olan eski Osmanlı ahalisini Türkiye halkı olarak kabül etmiş ve milli devleti kurarken , bu Türkiye halkına Türk milleti olarak isimlendirme yapmıştır . Çok uluslu bir imparatorluk arazinin tam ortasında tek ulusa dayanan bir ulus devlet oluştururken Türkler kadar Türk asıllı olmayan kişi ve toplulukları da dikkate almış ve bunları , bir milletçi yaklaşımla değil halkçı bir bakışla ele almış , Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden yolda Misakı Milli sınırları içerisinde işgalci düşman ordularına karşı Kuvay-ı Milliye savaşına katılan ve daha sonraki aşamada da temsilcileri aracılığı ile devletin kuruluşuna ortak olan her kesimi eşit bir çizgide düşünerek, milli devletin tabanını oluşturan Türk milletini ırkçı değil ama halkçı bir yaklaşım ile tanımlamıştır . 

Devletin tabanında var olan Türk milleti tarih öncesinden gelen manevi ya da kültürel bağlar ile değil ama aynı vatan topraklarında ve ortak sınırlar içinde yaşamını sürdüren bütün insanları ve toplulukları bütünsellik içerisinde ele alarak , hiçbir kesimi ya da insanı dışlamadan kucaklayıcı bir politika ile Türkiye halkı tanımını Türk milleti açıklamasının ana özü olarak dile getirmiştir .Eski Osmanlı ahalisi , gene yaşadığı bölgede varlığını özgürce sürdürmüş , ama yeni devletin kuruluşundan sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı statüsünü ve bu statüden kaynaklanan tüm hakları diğer vatandaşlar ile birlikte eşit olarak kazanmıştır . Cumhuriyet devletinin uyruğu altına girmekle Türk vatandaşlığı statüsü kazanılmış ,Türk kökenli olsun ya da olmasın bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları anayasal düzen içinde eşit Türk vatandaşları olarak kabul edilmişlerdir . 

Tüm ulus devletlerde olduğu gibi yeni Türk devleti de ulusal vatandaşlık esası üzerine kurulduğu için ,Atatürk tarafından geliştirilen bu yöntem ile , tek ve büyük bir ulus devletin dünyanın merkezi coğrafyasında kurulabilmesi gerçekleştirilmiştir .

Soğuk savaşın son döneminde , Türkiye’nin doğu bölgelerinde bölücü bir etnik terör hareketi gündeme gelince , bunun üzerine Atatürk’ün milli devleti ulusal bir refleks ile kendini korumaya yönelerek ,devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü biçiminde yeni bir milli ilkeyi benimseyerek anayasaya koymak zorunda kalmıştır .Diğer ulus devletler gibi üniter bir siyasal modele sahip olan Türkiye Cumhuriyeti , Misakı Milli sınırları içerisinde tek bir devlet olduğunu yasal bir zemine oturtabilmek için , devletin dayandığı ülke ya da millet tabanlarının bölünemeyeceğini böylece yeni anayasal düzenleme ile açıkça ortaya koymuştur . 

Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı eski Osmanlı hinterlandını ele geçirmeye yönelik bütün emperyal projeler Türkiye’yi bölmeyi ya da başka yönlere çekerek Atatürk’ün devlet modelini tasfiye etmeyi planladığından ,sadece Atatürk milliyetçiliği ilkesinin ülkenin birliği ve bütünlüğünü korumada yetersiz kaldığı görülerek ,daha güçlü ve etkin bir biçimde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü kuralı yeni bir anayasal ilke haline getirilmiştir . Ayrılıkçı akımların dış desteklerle güçlenmesi , zamanla terör ve benzeri sıcak çatışma girişimlerine kalkışması dikkate alınarak böylesine bir yola gidilmiş , küreselleşme döneminde dünya ülkelerine yeni yapılanmalar dayatılırken ,Türkiye’nin içinde bulunduğu merkezi alana yönelik hegemonya projeleri terör,isyan,ayaklanma ve sıcak çatışmalar yolu ile devreye sokularak farklı devlet yapılanmaları gündeme getirilmek istenmiştir . 

Bu gibi dış senaryolar ,ülke içinde yaşamını sürdüren farklı etnik kökene dayanan toplulukları ulus devletlere karşı ayaklanmaya doğru yönlendirirken , Türkiye’de benzeri gelişmeler ile son çeyrek yüzyıllık zaman dilimi içinde fazlasıyla karşı karşıya kalmıştır . Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içinde farklı ulus devlet oluşturmak isteyen emperyal devletler etnik köken ayrılıklarını yeniden canlandırırken , diğer ulus devletlerde görülen ulusal refleksler doğrultusunda yerleşik kamu düzenini koruma yaklaşımı öne çıkmıştır .

Küreselleşme dönemine girilmesiyle beraber geçmişten gelen alışılmış tutum ve yaklaşımların dışına çıkan yepyeni bazı öneriler ve girişimler gündeme getilmiş ve bu yüzden de ulus devletler çok ciddi sorunlarla karşılaşarak daha fazla dağılma ya da parçalanma riski ile karşılaşmışlardır . Küreselleşme akımının zamanla süper emperyalizme dönüşmesiyle beraber bütün ulus devletler hedef haline gelmiş ve bunun sonucunda da zayıf ulus devletlerin parçalanarak ortadan kalkma aşamasına doğru sürüklendikleri görülmüştür . 

Özellikle , ulus devletlerin sınırları içerisinde yaşayan farklı etnik ,dinsel ya da kültürel kökenden gelen grupların yerel yönetimler düzeyinde başkentten ayrı bir bölgesel yönetim oluşturmaya doğru yönlendirilmişlerdir . Çeşitli bölgelerde yaşamlarını sürdüren farklı kökenden gelen grupların kendi küçük devletlerini oluşturmaya doğru yönlendirilmeleri ,ulus devletlerden kopma ve yeni küçük devletler yaratma gibi sonuçlara neden olmuş ve böylece ulus devletler dönemine son verilmek istenmiştir . Bir çok açıdan çeşitli handikapları öne çıkaran bu gibi girişimler ulus devletleri bir iç hesaplaşmaya doğru sürüklerken ,bazı büyük ve güçlü ulus devletler küresel emperyalizmin dayattığı dağılma senaryolarına karşı yeni çıkış yolları aramaya başlamışlar ,bazıları merkezi yapıları güçlendirerek parçalanmayı önlemeğe çalışırken , diğer yandan Avrupa üzerinden bazı bilim adamlarının öncülüğünde geliştirilen anayasal vatandaşlık konusu tartışılmaya başlanmıştır . Özellikle milliyetçiliğin vatanseverlik çizgisinde anlaşıldığı bazı büyük Avrupa ülkelerinde bu doğrultuda bir anayasal yurtseverlik görüşü geliştirilmeye çalışılmış ve bu çizgide , kültürel haklar üzerinden gündeme getirilen sosyal ayrışma ya da siyasal ayrılmaların önü kesilmek istenmiştir . Anayasal yurtseverlik tartışmaları sonrasında bir de anayasal vatandaşlık konusu öne çıkmış ve yeni dönemde farklı etnik ya da dinsel grupların ulus devletlerden ayrılmalarını önleyebilme doğrultusunda anayasal vatandaşlık kavramı geliştirilmeye çalışılmıştır .

Normal koşullarda ulus devletlerde ulusal vatandaşlıklar geçerli olmuştur . Küreselleşme sürecinin dayattığı yeni koşullarda kültürel haklar üzerinden alt kimlikler hortlatılınca ,bu kez bir üst kimlik olarak geliştirilmiş olan ulusal kimlikler tartışılmaya başlanmış ve alt kimliklerin güçlendirilmesiyle beraber alt kimlikli vatandaşlar ulus devlet vatandaşlığından uzaklaştırılarak kendi alt kimliklerinin ulusal devletlerini kurmaya doğru yönlendirilmişlerdir . Alt kimlikler güçlendirilirken , üst kimlikler yıpratılmış , ulus devlet vatandaşlarının etnik,dinsel ya da kültürel anlamdaki alt kimliklerinin esas kimlikleri haline getirilmeleriyle daha küçük ulus devletçikler yaratılmasına çalışılmıştır . Bu aşamada artık eski ulusal kimliklerin yavaş yavaş terk edildiği ve yerine alt kimlikli yeni vatandaşların ortaya çıkmaya başladığı görülmüştür . 

İşte bu tür gelişmelerin ulusal toplumları çözmesini önlemek isteyen ve alt kimlikli yurttaşların yeni dönemde de vatandaşı olduğu devletlerin çatısı altında yaşama şansını sürdürebilmesini isteyen bazı kesimler anayasal vatandaşlık ilkesini öne çıkarmışlardır . Bu ilkeye göre , herkes sınırları içinde yaşadığı her ülkede o ülke devletinin eşit koşullarda vatandaşı olma hakkına sahiptir . Her devletin sınırları içinde yaşayan insanlar prensip olarak o devletin vatandaşı sayılmaktadır .Ulus devletler de de bu durum aynen uygulanmaktadır . 

Ne var ki , eskiden beri ulus devlet vatandaşı olarak o ulusun parçası olan etnik ve dinsel toplulukların artık kendi yönetimlerini kurmaları doğrultusunda küresel destekler gündeme geldiği aşamada artık alt kimlikli toplulukların içinde yaşadıkları ülkede var olan ulusun üyesi ya da vatandaşı olmaktan vazgeçmeye başladıkları ve o ulus devletten kaparak kendi küçük ulusal yapılanmalarını oluşturmak istedikleri gündeme gelmiştir . Avrupa Birliği süreci içinde ulusal azınlıkları koruma sözleşmesinin imzalanması , büyük ulus devletlerin güçlerini kırmak doğrultusunda küçük ulus devletlerin kültürel haklar üzerinden küresel sermayenin destekleri ile kurulmaya çalışıldığı görülmektedir . Ulusal azınlıklar kültürel haklara sahip olduktan sonra siyasal bağımsızlığa yönelerek kendi küçük ulus devletlerini oluşturmaya yöneldikleri anlaşılmaktadır . 

Böylece küresel sermaye büyük ulus devletlerin direnişini kırarak , küçük ulus devletleri kurmayı düşündükleri dünya devletinin eyaletleri haline dönüştürmeye çalışmaktadırlar . Büyük ulus devletler ,ulusal kimliğin ve vatandaşlığın reddi ile dağılmaya doğru iteklenirken ,alt kimlikli topluluklar da azınlık hakları üzerinden yeni küçük ulusal yapılanmalar olarak devreye sokulmaya çalışılmaktadır .

Küreselleşme aşamasında gündeme getirilen anayasal vatandaşlık kurumunun , alt kimliğe yönelmiş olan topluluk ve grupların ulus devletlerden kopmasını önleyebilecek bir çözüm olduğu öne sürülmüştür . Bu ilkeye göre , bir devletin çatısı altında yaşayan herkes eşit olarak sınırları içinde yaşadığı devletin vatandaşı olmağa hakkı vardır . Bu eşitlik doğrultusunda tüm alt kimlikler hiçbir ayrımcılık yapılmadan eşit vatandaşlık statüsüne sahip olabilmektedirler . Böylesine bir sonucun sağlanabilmesi için , ulus devletler ile vatandaşları arasında sürüp gitmekte olan ulusal vatandaşlığın kaldırılması ve yerine anayasal vatandaşlığın getirilmesi gerekmektedir . Ulusal vatandaşlığın kaldırılmasıyla beraber ulus devlet uygulaması da son bulacağı için , bütün ulus devletler artık hiçbir ulusal kimlik ile tanımlanmayan siyasal organizasyonlara dönüşeceklerdir . 

Devletlerin ulusal kimliğine son verilecek ama bu merkezi devlet yapılanmaları yerel devletler kurulana kadar sürdürülecektir . Ulus devletlerden eyalet devletlere geçilirken merkezi devletin devam ettiği sürece vatandaşlıklar da devam edecek ama sadece anayasal ve yasal anlamda bir statü sağlayacaklardır . Alt kimliklerle oluşturulacak küçük devletçikler ya da eyaletler kurulana kadar insanların devletleri ile olan vatandaşlık ilişkileri artık ulusal olarak değil ama anayasa üzerinden hukuksal olarak devam edebilecektir . Anayasaya dayanan merkezi devletler yerel küçük devletlerin ve küresel pazarların oluşumu sürecinde sadece düzenleyici devletler olarak etkilerini sürdürecekler ,alt kimlikli vatandaşların yerel devleti kurulana kadar vatandaşlık ilişkisini sadece hukuki olarak anayasa üzerinden koruyabileceklerdir . Ulus devletlerde ulusal vatandaşlıktan anayasal vatandaşlığa geçilmesiyle beraber , alt kimlikli toplumların hemen kopmaları önlenebilecek , ulus devletlerden eyalet devletlerine geçiş sürecinde anayasal vatandaşlık düzenleyici devlet ile vatandaşları arasındaki hukuksal bağı oluşturacaktır .

Anayasal vatandaşlık kurumu ulusal vatandaşlık ile karşılaştırıldığında , herhangi bir kimlik içermeyen ve sadece ülke vatandaşlarını devlet düzeninin getirmiş olduğu hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlayacak yasal bir statüdür .Ulus devlette tüm vatandaşlar ulus devletin eşit üyeleri olarak görülürken ,ulusallığı ortadan kaldırılmış devlet yapıları içinde vatandaşlar alt kimliklerinin getirmiş olduğu her türlü farklılığı yaşayabileceklerdir . Anayasanın vatandaşlara tanıdığı haklar eşit olarak herkese verilirken , alt kimlikler yüzünden gündeme gelen etnik ya da dinsel ayrılıklar ile kültürel farklılıklar toplum içerisindeki birlik ve bütünlüğü ortadan kaldıracak ve birbirinden ayrı toplulukların kendi özel kökenlerinin getirmiş olduğu birbirinden çok farklı yaşam biçim ve düzenlerine yönelerek büyük ulus toplumdan giderek kopma sürecine gireceklerdir .

Böylece geleceğin küçük devletçikleri ya da eyaletlerinin oluşum süreci anayasal vatandaşlık statüsü çerçevesinde desteklenecektir . Anayasal vatandaşlık ulus devlet vatandaşlığının kaldırıldığı aşamada var olan devlet yapılarında önemli bir boşluğu dolduracak ,ulusal vatandaşlığın getirmiş olduğu birlik ve bütünlüğü ortadan kaldırarak geleceğin küresel imparatorluğu yolunda gündeme gelecek ulus devletlerin parçalanması oluşumuna yardımcı olacaktır . Anayasal vatandaşlık aracılığı ile merkezi devlete bağlılığını sürdüren topluluklar, gelecekte en kısa zamanda kendi yerel devletlerini oluşturmak durumunda kalacakları için ulus devletlerin dağılmasına yardımcı olarak kopma noktasına geleceklerdir . Ulus devletlerden eyalet devletlere geçiş aşamasında anayasal vatandaşlık bir geçiş dönemi statüsü olarak özel bir misyonu yerine getirecektir . 

Küresel emperyalizmin son hedefi bir dünya imparatorluğu olduğu için ulus devletlere karşı yürütülen savaşta ulus devletten eyaletlere geçişte anayasal vatandaşlığın bir ara dönem uygulaması olarak dikkate alındığı açıktır .

Anayasal vatandaşlık ulus devletlerin kalıcı yapılanması içinde ele alındığında ,var olan siyasal yapılanmanın çöküşünün önlenebilmesi açısından bir çözüm önerisi olarak da düşünüldüğü anlaşılmaktadır . Anayasalardaki ulusal vatandaşlık ile ilgili maddelerin kaldırılması yerine anayasal vatandaşlık ile ilgili düzenlemelerin konulmasıyla beraber var olan devletler ulusallıklarını kaybedecekler , bu yüzden de devletlerin dayanmış olduğu toplumlar ulus olmanın ötesinde bir nüfus ya da halk topluluğu olarak görülebilecektir . Devletlerin ulusallıklarını yitirmesi ve daha sonraki aşamada devletin insan unsurunu oluşturan toplumların da ulus olmanın gerisine düşerek yeniden bir halk topluluğu konumuna sürüklenmesiyle beraber dünya da var olan devletler üzerinden kurulmuş olan bütün siyasal yapıları ve ilişkileri değiştirerek bir kaotik ortama doğru tüm insanlığı sürükleyebilecektir . 

Anayasal vatandaşlık sadece kimliksiz devletler ile alt kimlikli grupları bir arada tutabilecek ama , aynı zamanda ulusların dağılmasına ve devletlerin dayanmış olduğu ulusal toplum yapılanmalarının da çöküşüne giden yolları açabilecektir . Küreselci düşünürler ve hukuk adamları anayasal vatandaşlık uygulamasını bir yeni düzenleme olarak gündeme getirirlerken ya da savunurlarken ,küresel şirketler ile ulus devletler çekişmesi sürecinde küreselleşmeden yana tavır koyarak ulus devletleri karşılarına almaktadırlar . Avrupa gibi uygarlığın beşiği olan bir kıtada anayasal vatandaşlık tartışmalarının çok gelişmesine rağmen ,büyük ulus devletler hala eski yapılarını koruyarak ulusal vatandaşlığa dayalı anayasalarını korumaktadırlar . 

Üç yüz yıllık ulus devletler dönemi kalıcı etkiler yarattığı için , Avrupa devletlerinin halkları sahip oldukları ulusal kültürün sonucu olan ulusal kimliklerinden vazgeçmemişler ama anayasal vatandaşlık konusunu da küreselleşme sürecinde insan hakları üzerinden tartışmayı sürdürmüşlerdir .

Avrupa kıtasının yanı başında ,ulus devletler çağı devam ederken ,çağdaş bir ulus devlet kurmuş olan Atatürk , Avrupa’nın beş yüz yıllık geçmişini dikkate alarak hareket etmiş ve ilk kez bir Müslüman toplum içinde bir ulus devlet kurarken , ulus devletlerin laik,üniter,merkezi , çağdaş ,cumhuriyetçi ve halkçı yönlerini birlikte ele alarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur . Batı dünyası ,İslam dünyası ve Sovyet dünyası arasında merkezi bir devlet kurarken , her üç sistemden yararlanan Atatürk , bir merkezi devlette olması gereken sentezci bir yaklaşım ile hareket etmiş ve kurduğu milli devleti halkçı bir yapı üzerine oturtmaya çalışmıştır . 

1921 yılında ilk Türk anayasası çıkartılırken , TBMM’ye verdiği anayasa önerisinin adını “Halkçılık bildirisi “ olarak kaleme almış ,böylece , imparatorluk sonrasında bir ulus devlet kurarken ,katı bir milliyetçi bir yaklaşım ile değil ama halkçılığı esas alan bir ulusalcılık ile hareket etmiştir . Ulusal kurtuluş savaşı sırasında bütün ülke batılı emperyal ülkelerin işgalci birliklerinin baskısı altında iken ,halkın temsilcilerini seçimler ile belirleyen kurucu kadronun önderi olarak Mustafa Kemal halkçı bir anayasa önererek , kurduğu ulus devleti halkçılık esasına oturtuyordu . 

Milli devlet kurulurken , milliyetçilik ana ilke olarak benimsenmesine rağmen aynı doğrultuda halkçılığın da kabul edilmesi , halkçılık esasına dayanan bir milli devlet olarak Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğunu gösteriyordu . İlk anayasa tasarısının başlığının milliyetçilik değil de halkçılık olarak belirlenmesi bu durumun en açık göstergesidir . Halkın kendi kendini temsilcileri aracılığı ile yönetmesi esasına dayanan ilk anayasada Türklük ya da Türkçülük adına özel bir düzenleme yapılmıyor , sadece Anadolu ve Rumeli halkının çağdaş bir cumhuriyet rejimine kavuşabilmesi doğrultusunda halkçı bir milli devlet oluşturuluyordu .

TÜRKİYE Cumhuriyeti anayasasının başlangıç kısmında yer alan Atatürk milliyetçiliğine dayalı bir devlet anlayışının gerisinde ,hem tarihten hem de ülke koşullarından gelen bir bilgi birikiminin bulunduğu ve herkesin eşit vatandaşlar olarak yer aldığı yeni bir yapılanmaya gidildiği görülmektedir .Halkçı milli devletin anayasasında da ulus devlet vatandaşlığı ilke olarak benimseniyor ama gayri Müslimlerin azınlık hakları da uluslar arası antlaşmalar doğrultusunda kabul ediliyordu . Bazı gayrimüslim kesimler çağdaş bir cumhuriyet rejimi ilan edilince ,azınlık haklarından vazgeçerek Türkiye Cumhuriyetinin eşit vatandaşı olmayı benimsiyorlardı .

Onların bu tutumu da Kemalist rejimin katı bir milliyetçi değiş ama halkçı bir ulusalcılığı bilinçli olarak izlediğini ortaya koyuyordu . Atatürk halkçı bir ulusalcılık ile , milli devletin vatandaşlarını tıpkı anayasal vatandaşlık da olduğu gibi eşit bir statüye kavuşturarak hiçbir ulusalcı ayırım yapmıyordu . Müslüman kitleler devletin eşit vatandaşları olarak benimsenirken , batı ülkelerinde olduğu gibi farklı dinsel grupların azınlık hakları bulunduğu da ilke olarak olumlu karşılanıyordu . 

Küresel çağın anayasal vatandaşlık uygulamasına , Atatürk yüz yıl önce yönelerek geleceği gören ilerici bir yaklaşım sergiliyor ve halkçılık ilkesini anayasal bir kural haline getirerek halkçı bir ulusalcılık ile ,Türk kökenli olmayan ya da Türklüğü benimsemeyen çeşitli kesimlerden gelen insanları da yeni kurulan devletin çatısı altında bir araya getirmeye çaba sarf ediyordu . Halkçı bir anayasa ile başlayan Atatürk kurduğu milli devleti halkçılık temeline oturtma çabası içerisinde yeni adımlar atıyor , ulusal sınırlar içerisinde yaşamakta olan hiçbir kesimi ya da topluluğu dışlamadan hareket ediyor , onların hepsini genç cumhuriyetin kolları ile kucaklamaya çalışıyordu .Eski Osmanlı ahalisi Türk ulusuna dönüşürken , bu halkın hiçbir kemsi ya da ferdi dışlanmıyor ve halkçılık temeline dayandırılan yeni ulus devletin çatısı altında halkçı bir ulusalcılık anlayışı çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına alınıyordu . 

Burada görünüşte bir ulus devlet ya da ulusal vatandaşlık var gibi görülmesine rağmen aslında uygulanan politikanın halkçı bir ulusalcılık olması nedeniyle gerçekte anayasal vatandaşlık benzeri bir uygulamaya gidilerek o zamana göre son derece ileri bir anlayış sergileniyordu . Zoraki bir ulusçuluk değil ama anayasal çerçevede bir ulus devlet vatandaşlığı ,alt kimlikli kesimlerin yararlanmaları için sunuluyordu .

İmparatorluktan ulus devlete geçilirken ,son derece yararlı çalışmalar yapan ve Osmanlı döneminden kalan dağınık halk kitlelerini yeni bir ulus devlet çatısı altında eşit vatandaşlar olarak düzene koyan Türk Ocakları örgütlenmesi , devletin kuruluş yıllarında eski Osmanlı ahalisinin çağdaş bir ulusa dönüştürülmesinde çok yararlı olmuştur . 

Ne var ki ,cumhuriyetin ilanından sonra batılı gizli servislerin kışkırtmalarıyla doğu Anadolu’da birbiri ardı sıra isyanlar ortaya çıkınca ,devletin kurucusu olarak Atatürk Türk Ocakları’nı Halkevlerine dönüştürerek , ikinci bir halkçılık açılımı yapmaya çalışmıştır . Böylece ülkenin doğusunda ve batısında ABD başkanının ilan ettiği üzere farklı din ve etnik kökenden gelen topluluklara ayrı devletler kurdurulmaya çalışılmasının önüne geçilmeğe çalışılmıştır . Devletin isminde Türk adı bulunmasına rağmen , yaygın kültür örgütü olan Türk Ocakları kapatılarak içe dönük katı bir milliyetçilik yapılmasının önüne geçilmiş ve , ilk anayasanın meclise sunuluşu sırasında öne çıkan halkçı yaklaşım , Türk Ocakları yerine kurulan yeni kitlesel kültür kurumunun adının Halkevleri olarak belirlenmesiyle ikinci kez öne çıkarılmıştır . 

Böylece ülkenin dört bir yanında açılan beş binden fazla Halkevi ve Halk odasının çatısı altında bütün Rumeli ve Anadolu insanı bir araya getirilmeye çalışılmıştır . Atatürk’ün deyimiyle , Halkevleri aracılığı ile bütün vatandaşlara kucak açılmasıyla ülkede çok önemli sosyal ve kültürel bir devrim yapılmıştır . Böylece alt kimlikli grup ya da toplulukların , batılı emperyalistlerin kışkırtmalarıyla ülkeden kopmalarını önleyecek bir yeni denge mekanizması oluşturulmaya çalışılmıştır . 

Halkevleri aracılığı ile her kökenden gelen insanlar eşit bir çizgide bir araya getirilmeye çalışılmış , ulus devletin ulusal vatandaşlığına karşı alt kimliklerin çıkartılmasına karşı , ulusal kimlik ya da milliyetçi bir tutumun ötesinde halkçı bir yaklaşım aracılığı ile toplumsal bir barış ve uzlaşma dönemine geçilmek istenmiştir . Atatürk’ün milliyetçiliğinin diğer milliyetçi akımlardan ayrılmasının temel nedeni halkçılığa dayanması ve bu ilkeyi devletin ana esası düzeyine getirmesidir . Halkevleri bu amaçla kurulmuş ve kısa zamanda Türkiye insanını orta çağ uykusundan uyandırarak , genç cumhuriyetin çağdaş toplumu haline getirebilmiştir .


Küresel emperyalizmin desteklediği Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projeleri doğrultusunda bütün Osmanlı hinterlandında küçük eyaletlerden oluşan bir bölgesel federasyon istendiği için ,Türkiye’nin de ulus devlet olmaktan çıkması doğrultusunda ulusal vatandaşlığın kaldırılması ve yerine anayasal vatandaşlığın getirilmesi istenmektedir . Türkiye bu sorun ile daha kuruluş aşamasında karşı karşıya geldiği için , Atatürk bu sorunu halkçılık esasına dayanan bir ulusalcılık uygulaması ile aşmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur . Bu yüzden , Türkiye Cumhuriyeti anayasasında Türk milliyetçiliği değil ama Atatürk milliyetçiliği ilkesi Atatürk’ün devlet modelinin temel bir ilkesi olarak yer almaktadır . 

Bu açıdan Atatürk milliyetçiliği için bir anlamda anayasal vatandaşlık doğrultusunda bir tanım yapılabilir ,çünkü bugün gündeme getirilen anayasal vatandaşlık sorunu yüz yıl önce Türk devletinin kuruluşunu tehdit eden alt kimlikler sorununun aşılabilmesi için önerilmektedir . Halkçılık esasını benimsemiş,devlet yapısını halkçı bir temele oturtmuş olan Atatürk Cumhuriyetinde bütün alt kimlikli gruplar ve vatandaşlar halkçı bir ulusalcı devlet modeli içinde yaşamlarını uyum içinde sürdürebilmişlerdir . 

Batı emperyalizminin Siyonizm ile işbirliği yaparak merkezi alana müdahale etmesi aşamasında yeniden hortlatılan alt kimlikler yolu ile ulusal vatandaşlıktan vazgeçilmesi devlet yapısını çökertecek , anayasal vatandaşlığın bu aşamada yeni vatandaşlık türü olarak öne çıkarılmasıyla da Sevr haritası doğrultusunda Balkanizasyonu Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya taşıyacak,bölgedeki on ulus devleti otuz eyalet devletine dönüştürerek emperyalizmin önünü açacaktır . 

Kanada,Amerika,Avustralya,Güney Afrika gibi Britanya imparatorluğu çatısı altında göçmen kabul eden büyük göçmen devletlerinde görülen çok kültürlü yapı doğrultusunda önerilen anayasal vatandaşlık ,Avrupa’nın ulus devletlerinde tam olarak uygulanamamıştır.Türkiye’de bir ulus devlet olarak , ulusal bütünlüğünü sarsabilecek böyle bir dönüşüme hazır değildir .

Bu çerçevede , Atatürk milliyetçiliği devletin halkçı yapısı doğrultusunda devreye sokularak bugünün gereksinimleri dün olduğu gibi yeniden karşılanabilmelidir . Atatürk milliyetçiliğini anayasal vatandaşlık gerektiren durumlar için daha gelişmiş bir çizgide yeniden düzenleyerek ,Türkiye bazı sıkıntılarını aşabilecektir . 

Geçmişin deneyimleri bu konuda bugünün yönetimlerine ışık tutmakta ve ders vermektedir . Atatürk milliyetçiliğinin halkçılık özüne dayalı ulusalcı yapısı , ulusal vatandaşlığın yarattığı sorunların aşılmasında destek sağlayarak ,Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı dönemeci aşmasına yardımcı olabilecek ve anayasal vatandaşlığa geçilmesine gerek bırakmayacaktır .

Prof.Dr. Anıl Çeçen
04.12.2012
hakimiyetimilliye.org


***