SAYFALAR

30 Ocak 2013 Çarşamba

BİR FRANSIZIN GÖZÜNDEN ESKİ İSTANBUL FOTOĞRAFLARI


AYASOFYA
Birinci kilise İmparator Konstantinios (337-361) 360 yılında yapılmıştır.
İkinci kilise İmparator II.Theodosios (408-450) 415 yılında yapılmıştır.
Üçüncü kilise , İmparator Justinianos'un (527-565) 5.saltanat yılında, aristokrat kesimi temsil eden maviler ile esnaf ve tüccar kesimi temsil eden yeşillerin İmparatorluğa karşı birleşmesi sonucunda çıkan ve tarihte "Nike İsyanı" olarak geçem, büyük halk ayaklanması sırasında 532 yılında yıkılmıştır.





Günümüz Ayasofya'sı İmparator Justinianos tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletoslu İsidoros ile Trallesli Anthemios'a yaptırılmıştır. Tarihçi Prokopios'un aktardığında göre 23 Şubat 532 yılında başlayan inşa, 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmış ve kilise 27 Aralık 537 yılında törenle ibadete açılmıştır.

Apsisten dış nartekse kadar uzunluk 100 m. ,genişlik 69.50 m'dir. Kubbenin zeminden yüksekliği 55.60 m, çapı ise kuzey güney doğrultusunda 31.87 m. doğu batı doğrultusunda ise 30.86 m.'dir.




AYASOFYA İÇ MEKAN MERMER KAPI
AYASOFYA ÜST GALERİDEN İÇ MEKAN


İmparator Justinias Ayasofya'nın daha görkemli ve gösterişli olması için, tüm eyaletlere haber göndererek en güzel mimari parçaların ayasofya'da kullanılması için toplatılmasını emretmiştir. 
Bu yapıda kullanılan sütün ve mermerler ; Aspendos , Efes, Baalbek, Tarsus gibi Anadolu ve Suriye'deki antik şehir kalıntılarından getirilmiştir. 
Yapıdaki beyaz mermerler Marmara Adası'ndan , yeşil somakiler Eğriboz Adası'ndan , pembe mermerleri Afyon'dan ve sarı mermerler Kuzey Afrika'dan getirilmiştir.
Yapının iç kısmında yer alan duvar kaplamalarında tek blok halinde mermerlerin ikiye bölünerek yan yana getirilmesi ile simetrik şekiller ortaya çıkarılmış ve damarlı renkli mermerlerin iç mekanda kullanılmasıyla dekoratif bir zenginlik oluşturulmuştur.
Ayrıca Efes Artemis Tapınağından getirilen sütunların neflerde, Mısır'dan getirilen 8 adet porfir sütununun ise yarım kubbeler altında kullanıldığı bilinmektedir.
Yapıda 40 tanesi alt galeride, 64 tanesi ise üst galeride olmak üzere toplam 104 adet sütun bulunmaktadır.





IV.Haçlı Seferleri sırasında İstanbul Latinler tarafından 1204-1261 yılları arasında işgal edilmiş , bu dönemde gerek kent, gerekse Ayasofya yağmalanmıştır. 1261 yılında Doğu Roma kenti tekrar ele geçirdiğinde, Ayasofya'nın oldukça harap durumda olduğu bilinmektedir.


 Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) 1453'te İstanbul'u fethetmesiyle camiye çevrilmiştir. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte cami olarak varlığını sürdürmüştür.

Bergama'dan getirilen mermer küpler (MÖ.30-330) ise Sultan III.Murad (157491595) tarafından getirtilerek Ayasofya'ya hediye edilmiştir.

Ayasofya Mustafa Kemal Atatürk'ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiş ve 1 Şubat 1935'de müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır.


AYASOFYA için daha fazla bilgi (tıklayın)




AYA İRİNİ
 Aya İrini Kilisesi

Konstantin, şehri yeniden kurarken kendi adına bir forum, saray ve hipodromun yanı sıra, 330`larda Roma tapınaklarının üzerine Aya İrini Kilisesi`ni inşa ettirir. Aya İrini ya da Hagia Eirene`nin sözlükteki anlamı `Kutsal Barış`; ama aynı zamanda da, aynı yüzyılda yaşamış bir azize. Azizenin gerçek adı Penelope`dir. Hıristiyanlığı yaymaya çalışır. Putperestler tarafından yılanlarla dolu bir kuyuya atılır; ölmez. Taşlanır, atlara bağlanıp sürüklenir; yine de ölmez. Mucizelerin sonunda putperestler Hristiyan olur; İrini de bir azize. İmparator Konstantin, bu olağanüstü olay üzerine yaptırdığı tek tanrılı dinin ilk mabedine Aya İrini adını verir.

Aya İrini, Bizans`tan günümüze kalan atriumlu tek kilise. Atrium, eski Roma tapınaklarının ortasındaki çevresi revaklı bir avlu. Aya İrini, yerini aldığı tapınağın özelliklerini bugüne kadar getirmiş. Ancak bugünkü Aya İrini, aynı Aya İrini değil. Çünkü ahşap ilk Aya İrini, 532`de yanmış. İmparator Iustinianos, çok tanrılı inancı kesinlikle yasaklayınca ayaklanan halk, Zeus`a sığınarak hem Ayasofya`yı, hem de Aya İrini Kilisesi`ni yakmış... İustinianos, Ayasofya ve Aya İrini`yi yeniden yaptırmış. Ancak Aya İrini 564`te bir kez daha yanmış. Onarılmış... İki yangından sonra, bu defa depremlerle sallanmış. Yani kilise üç kez onarılmış.

Osmanlı sultanı II. Mehmet, İstanbul`a girip yeni bir dönemi başlatır. Yapımına başlanan Topkapı Sarayı`nın dış duvarları, Ayasofya ve Aya İrini`nin arasından geçer. Aya İrini bir süre sonra silâhların bakım ve onarımının yapıldığı iç cephane olur.
Aya İrini, Osmanlı`nın ilk müzesidir. Depodaki silâhlar antika olunca 19. yy.`da ilk müze Aya İrini`de açılır. Aya İrini`nin galerilerine çıkışı sağlayan çift kanatlı merdivenler o sıra yapılır. Osmanlı, Aya İrini`ye, ana kapıdaki 1726 tarihli kitabeyi ve merdiveni ekler.

Aya İrini`yi sallayan o eski depremler sırasında Bizans`ta ikonalar, dinen yasaklandığı için onarımlarda duvarlar süslemesiz bırakılmış. Bugün, Osmanlı`nın üzerine bir bayrak asarak kapattığı apsis yarım kubbesindeki İsa`yı simgeleyen haç ve haçın altında İsa`nın çarmıha gerildiği Golgota Tepesi`ni simgeleyen birkaç basamaklı kürsü çizimi dışında bir motif kalmış.

1453 yılında İstanbul`un fethinden sonra kilise camiye çevrilmediği için yapıda önemli bir değişiklik yapılmamıştır. Uzun süre ganimet ve silah deposu olarak kullanılmıştır. Tophane müşirlerinden Damat Ahmet Fethi Paşa 1846 yılında Türk müzesinin ilk nüvesini oluşturan eserleri burada sergilenmiştir. 1869 yılında Aya İrini, Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adını almıştır. Zamanla, sergi mekânlarının yetersiz kalması nedeniyle buradaki eserler 1875 yılında Çinili Köşk`e taşınmıştır. 1908 tarihinden itibaren Aya İrini Askeri Müze olarak kullanılmıştır. Daha sonra bir süre boş kalan yapı onarılmış ve Ayasofya Müzesi Müdürlüğü`ne bağlı bir birim haline getirilmiştir.
Aya İrini Kilise bahçesinde bir lahit
SULTAN AHMET VE  ATMEYDANI/HİPODROM
Hipodrom
1. Evre: 
M.S. 195/6 yılındaki savaşta yıkılan Byzantion'un tekrar inşaatı sırasında İmp. Septimius Severus (M.S. 193-211), Byzantion'un surlarının dışına Hippodromos yapısının inşaatını başlatır. Yarıda kalan bu inşaat sırasında dikilen kısım Dioskur heykelleri ile süslüydü. 

2. Evre: 
324-337 yılları arasında yapı, İmp. Constantinus tarafından Roma'daki "Circus Maximus" örnek alınarak genişletilir ve inşaat tamamlanır. 440 m. uzunlukta, 117-125 m. genişliktedir. 30 bin kişi kapasitelidir. Bu evreden güneybatıdaki vadinin eğimini dengeleyen Spendone kısmı günümüze ulaşmıştır. 
Yapı, bundan böyle halkın en önemli toplantı yeri olarak şehrin eylence hayatının yanısıra politik gelişiminde de rol oynayacaktır. 

3. Evre: 
Daha önce buraya yerleştirilmesi tasarlanan ama gerçekleştirilemeyen Dikilitaş'ın (obelisk) spinaya (yarış pistini ortadan ayıran duvar) konması I. Theodosius (M.S. 379-395) tarafından tamamlanır. Mısır'daki Karnak Tapınağı'ndan getirilen bu dikilitaş aslında oraya firavun III. Thutmosis tarafından M.Ö. 1506 yılında tanrı Ra için dikilmişti. 32 günde taşınararak buraya getirilen dikilitaş, iki basamaklı bir kaide üzerinde yer alan kabartmalı bir mermer blok üzerinde 4 bakır takoz kullanılarak dikilmiştir ve 19.6 m. yüksekliktedir. 

Kabartmalarda I. Theodosius, ailesi ve saray erkanı Hippodromdaki imparator locasından halkı selamlarken tasvir edilmiştir. Alt blokta ise Grekçe ve Latince taşın ithaf yazıtı ve taşın getirilişini gösteren bir sahne ile Hippodrum oyunlarının ve seyircilerinin tasvirleri vardır. Sonradan kuzeydoğu cepheye şimdi kayıp olan bronz bir çeşme yalağı konmuştur. 




Spina üzerindeki "Örme Sütun" ise kısa süre sonra, 4.yy. sonunda dikilmiştir. 

4. Evre: 
6. yy. da spina üzerine bugün kayıp olan ama gravürlerde görülebilen porphyr anıtlar dikilir. 
532 yılındaki Nika isyanı buradan başlayarak toplu bir katliama dönüşür. 

5.Evre: 
6-9. yy.lar arasında depremlerle hasar gören yapı defalarca onarılır. 869 depreminde dikilitaşın tepesinde duran bronz kozalak düşerek kırılır. 9. yy. da Delphoi (Yunanistan) Apollon Tapınağı'ndan getirilen "Yılanlı Sütun" spinaya eklenir. Yılanlı Sütun M.Ö. 479 yılında Persleri yenen 31 şehir devleti tarafından ele geçirilen Pers silahları eritilerek yapılmıştı. Birbirine dolanan 3 yılanın kafası üzerinde altın bir kazan (Apollon'un simgelerinden biri) bulunmaktaydı. Şimdi kayıp olan yılan kafalarından birisi daha sonra bulunmuştur ve Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Altıın kazan bir isyan sırasında kaybolmuştur. 

6. Evre: 

913-959 yılları arasında Örme Sütun, altın yaldızlı ve kabartmalı bronz plakalarla kaplanır. Selçuklu Sultanı Mesut'un İstanbul'u ziyareti (12. yy.) sırasında bir Türk (bazı kaynaklarda Arap) Hipodrumu kanatlarıyla uçarak geçmek ister. Düşer ve ölür! 

7. Evre: 
1204 yılında İstanbul'un Haçlılar tarafından alınması ile Hipodrum'un anıtları yağmalanır. Khios (Sakız) Adasından getirilmiş 4 atlı araba heykelinin atları (M.S. 2. yy.?) Enrico Dandolo'nun emriyle Venedik'e taşınır ve San Marco katedralinin süslenmesinde kullanılır. 
Hiodrumu süsleyen bronz heykeller: Herakles, Romulus ve Romus'u emziren kurt, sphenks ve diğerleri eritilerek paraya dönüştürülür. 

8. Evre: 
Hipodrumun yapı taşları yeni inşaatlarda kullanılır. Örneğin porphry bir kaide Topkapı Sarayına gider. 24 sütun buradan alınarak Süleymaniye'de kullanılır. Yapının etrafına Damat İbrahim Paşa Sarayı, Sultanahmet Camii gibi yeni yapılar donatırken, bunların temel kazılarından çıkan toprakla artık içi dolmuş olan hipodrom At Meydanı adıyla gösteri, bayramlar ve törenler için kullanılmaya devam eder. 

1700 yılında Yılanlı Sütun'un kafaları düşer. Sütunun oyuk kalan kısmı batıl bir inançla içine küçük taşlar atılarak dilek tutulması için kullanılır. 

9. Evre: 
19. ve 20. yy. başlarında meydanda bazı kazılar yapılır. Arenanın orjinal zemininin şimdiki seviyeden 5 m. aşağıda olduğu anlaşılır.


Sultanahmet Meydanı’nda, ‘Hipodrom’da bulunan Obelisk (dikilitaş) Mısır’ın 18 Sülâle hükümdarlarından III Thutmosis’in (MÖ 1502-1448) Asya’da kazandığı zaferlerin anısına 1450’de diktirdiği taştır



Yıllarca Mısır’da kalan taş Firavunların tarihten silinmesinden sonra, burada kurulan yarı Hellen yarı Mısır bir devlete, sonra da Romalıların eline gemiştir Bu dönemde, Romalılar, şehirlerini süslemek için Mısır’da bulunan anıtları kullanıyorlardı I Constantius da, yeniden kurduğu Constantinopolis’de Hipodromu süslemek için çeşitli anıtları buraya taşıttırıyordu Oğlu II Constantinus (337-361), taşı İstanbul’a götürülmek üzere İskenderiye’ye taşıtmak istemiş, ancak bunu başaramamıştır ve taş kıyıda bırakılmıştır Daha sonra, İmparator Julianus’un (361-363) emriyle İskenderiyeliler taş için özel bir gemi yapmışlar Taşın İskenderiye’den ne zaman ve kim tarafından İstanbul’a getirildiği ve nasıl taşındığı bilinmiyor Hipodrom’u süslemek üzere getirilen taş, kaidesinde bulunan yazıtlara göre bir süre yerde yatmış ve I Theodossius zamanında 390 yılında, Hipodrom ortasındaki "Spina" denen duvarın üzerine, bugünkü bulunduğu yere yerleştirilmiştir 19,59 m yüksekliğindeki taşın, bugün bulunduğu Sultanahmet Meydanı’na getirilmesi için Marmara Sahilinden meydana kadar demir bir yol yapılmıştır.

Bugün tam olmayan taşın 6 metrelik parçası eksik. Eksik parçanın nedeni bilinmiyor Başlangıçta şehrin başka bir yerine dikildiği ve bir depremde düşüp kırıldıktan sonra üst parçanın da şimdiki yerine dikildiği düşünülüyor Ya da, taşınırken kırılmış olabilir İstanbul’daki dikilitaşın ve eşinin Karnak’da Amun-Ra mabedinin sütunları üzerinde resimleri işlenmiş Bu resimlerden de taşın eksik olduğu anlaşılıyor Dikilitaş dört yüzünde kabartmalar bulunan 6 m yüksekliğinde mermer bir kaidenin üstünde yer alan dört tane tunç takoza oturmaktadır Kaidenin üzerindeki kabartmalarda imparator I Theodossius’un savaşları ve Hipodrum’daki yaşantısı işlenmiştir Dikilitaş’ın tepesinde bulunan ve Dünya’yı simgeleyen tunç küre 865 yılındaki bir depremde düşmüş ve bir daha da yerine konulmamıştır.


Dört yüzde de devamlı olarak Mısır Tanrılarından Amun-Ra ve Horus anılmakta ve Thutmosis’in yüceliğinden söz edilmektedir Dikilitaş, Bizans dönemi boyunca uzun yıllar Hipodrom’da meydana gelen çeşitli politik olaylara, araba yarışlarına, ayaklanma ve cinayetlere seyirci olmuştur 17 yüzyılda Evliya Çelebi Seyahatnamesinde taştan, İstanbul’u afetlerden koruyan bir tılsım olarak sözetmiştir Türklerin dönemi boyunca, taş yabancıların ilgisini çekmiş, resimler ve gravürlere konu olmuştur Osmanlı döneminde de Hipodrom’da taş çevresinde birçok olay olmuş ve toprak yükselerek kaidenin alt kısmı gömülmüştür 1857’de, CT Newton kaidenin etrafında kazı yaparak yeniden açmıştır O tarihten beri Dikilitaş yuvarlak ve demir parmaklıklarla çevrili bir çukurda durmaktadır 20 yüzyılın ilk yarısında taşın yosunlanmış cephesi temizlenmiş ve yenilenmiştir.



Çemberlitaş

Divanyolu üzerinde yer alır. Roma Apollon Tapınağı`ndaki sütun I. Konstantin (M.S. 324 -337) tarafından İstanbul`a getirilmiştir. Başlangıçta tepesinde, pagan geleneğin uzantısı olarak bir elinde haç, diğer elinde mızrak taşıyan bir Apollon heykeli vardı. Yıldırım düşmesiyle parçalanan heykelin yerine daha sonra mermer bir haç koyulmuştur. Osmanlılar döneminde haç indirilmiş fakat sütuna dokunulmamıştır. 1700`de Sultan II. Mustafa sütunu çemberlerle sağlamlaştırmış, günümüzdeki kaideyi inşa ettirmiştir. Kulenin yüksekliği 35 metredir.



Galata Kulesi’nin ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Kule’nin İsa’dan sonra 507 yılında imparator Iustinianos zamanında inşa edildiği idda edilmektedir. Aynı zamanda Cenevizliler tarafından İsa Kulesi, Bizanslılar tarafından Büyük Kule olarak anılan yapıya, günümüzdekine yakın şeklini, 1348 yılında Cenevizliler vermiştir. 1509 depreminde büyük zarar gören Kule, devrin ünlü Osmanlı mimarı Hayrettin tarafından onarılmıştır. Ayrıca; Kule, Kanuni Dönemi’nde Kasımpaşa Tersanesi’nde çalıştırılan mahkûm işçiler için hapishane olarak da kullanılmıştır.16 yy.ın sonlarında ise; müneccimbaşısı Takıyeddin Efendi, Kule’nin tepesine bir rasathane kurmuştur. Bir dönem bu şekilde kullanılan Galata Kulesi, 3. Murat tarafından kapatılır ve Kule tekrardan hapishaneye dönüştürülür.

4. Murat zamanında 1638 yılında; Hezarfen Ahmet Çelebi, kollarına kanat takarak, Galata Kulesi’nden Üsküdar’a o meşhur uçuşunu gerçekleştirir. 17 yy.a doğru mehterhane takımına ev sahipliği de yapan Kule; 1717den sonra artan İstanbul yangınlarıyla baş edebilmek için yangın gözetleme kulesi olarak da kullanılmıştır. Ama ne yazıktır ki Kule 1794 senesi kendisi de yanmaktan kurtulamamıştır.

Üçüncü Selim zamanında; Galata Kulesi onartıldıktan sonra, Kule’nin üst katına bir cumba eklenir.1831’de kule bir yangın daha geçirir. Bu sefer 2. Mahmut; Kule’nin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle Kule’nin tepesi kapatılır. O dönem onarımla alakalı olarak, Pertev Paşa’nın bir de yazıtı Kule’ye yerleştirilir. 1875 yılında kuvvetli bir fırtınadan sonra, Kule’nin tepesindeki külahımsı çatı uçar ve daha sonra 1960 yılında tekrardan onartılır. Günümüzde, Kule özel bir şirket tarafından sadece turistik amaçlı işletilmektedir. 7 katı asansörle, 2 katı da yürüyerek çıkıp, Kule’nin en üst katındaki restoranın içinden geçtikten sonra, Kule’yi çepeçevre saran balkona ulaşılır. Bu balkonun sunduğu İstanbul ve Boğaziçi zarafetine doyum olmuyor.

Boyutları
Günümüzde Galata Kulesi’nin yüksekliği 66,90 metre, dış çapı 16.45 metre, iç çapı ise 8.95 metredir. Duvar kalınlığı da 3.75 metre civarındadır.





BEYAZIT CAMİ

Beyazıt semtinde, Beyazıt Meydanı`na dağınık bir şekilde yayılmış haldedir. Sultan II. Bayezid tarafından yaptırılmıştır. İnşasına 1500`de başlanmış ve 1505`de bitirilmiştir. Mimarının kim olduğu konusunda ihtilaf vardır. Mimar Hayrettin, Mimar Kemaleddin`in ve Yakupşah bin Sultanşah isimli mimarlardan biri tarafından yapıldığı sanılmaktadır ama kesin bilgiye ulaşılamamıştır.

Külliye, bir cami, aşhane-imarethane, sübyan mektebi, tabhaneler, medrese, hamam ve kervansaraydan oluşur Kendisinden daha önce yapılmış bulunan Fatih Külliyesi`nden farklı olarak simetrik yapılar şeklinde değil, dağınık bir şekilde inşa edilmiştir.

Külliyenin merkezi Bayezid Camii`dir. 16.78 m çapındaki ana kubbesi dört ayak üstüne oturtulmuştur. Camii yerine külliyeye dahil bulunan tabhaneye bitişik minareleri, bu caminin ayırt edici özelliklerindendir. Bu nedenle iki minare arasındaki mesafe 79 metredir. Cami içerisindeki taş ve ahşap işçiliği ile vitraylar dikkat çekici güzelliktedir. Avlu döşemesi ve şadırvanın sütunları Bizans`tan kalma malzemenin yeniden işlenmesiyle elde edilmiştir. Özellikle şadırvan sütunlarında Bizans izleri görülebilmektedir. Külliyenin imarethane ve kervansarayının bugüne ulaşan kısmı Beyazıt Devlet Kütüphanesi tarafından kullanılmaktadır ve caminin solunda yer alır. Medrese ise caminin sağında ve oldukça uzağında yapılmıştır. Günümüzde Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi olarak kullanılmaktadır. Külliyenin hamamı medreseden de uzakta, Ordu Caddesi üzerinde, Edebiyat Fakültesi`nin yanındadır. Caminin kıble tarafındaki boşluktaysa türbeler bulunmaktadır. Sultan II. Bayezid`in, kızı Selçuk Hatun`un ve Tanzimat Fermanı`nın mimarı Mustafa Reşid Paşa`nın türbeleri buradadır.











İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ-OSMAN HAMDİ
Ressam,arkeolog Osman Hamdi beyin kurucusu olduğu müze 13 Haziran 1891 de Müze-i Hümayun ismi ile açılmıştı. 1902 ve 1908 tarihlerinde yan kanatları, yüzüncü kuruluş yılında 1991 de modern büyük bir bölüm eklenmiş ve yeni düzenlemeler yapılmıştı.
daha fazla bilgi için tıklayın:
AĞLAYAN KADINLAR LAHTİ
AĞLAYAN KADINLAR LAHTİ 
AĞLAYAN KADINLAR LAHTİ 
AĞLAYAN KADINLAR LAHTİ
İSKENDER LAHTİ


KARİYE MÜZESİ

“Chora” adının orijinal anlamı şehir dışı, kırsal alandır. 5. yy.da yapılan Roma şehir surlarından evvele ait olan, belki küçük bir kiliseye verilen isim, aynı yerde yapılan sonraki kiliselerin de adı olmuştur. Günümüzdeki küçük yapı 11 ile 14. yy.la tarihlendirilir. Hareketli dış mimarisinin yanında iç mozaik ve fresko dekorasyonları Bizans sanatının Rönesans'ı sayılan şaheserlerdir. Bunlar, 14. yy da yapılan eklentilerle birlikte Theodor Metohides tarafından yaptırılmıştı.

Girişteki iki koridorda, kronolojik olarak, Bakire Meryem ve İsa’nın hayatları, İncil’de olduğu gibi, mozaiklerle anlatılmıştır. Yan ek şapelde ise dini konular fresk olarak işlenmiştir. Konular arasında kilise ve saray ileri gelenleri figürleri de yer alır. İstanbul'un fethinden sonra bir süre daha kilise olarak kullanılan binayı 1511'de Vezir Hadım Ali Paşa camiye dönüştürmüştür. Daha sonra yanına bir okul ve aşevi eklenmiştir.

16. yy. başlarında camiye çevrildikten sonra bazen tahta kepenklerle bazen de badana ile yer yer kapatılan mozaik ve freskolar 1950’den itibaren Amerikan – Bizans Enstitüsü tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kariye manastır ve kilisesi zaman içerisinde civarında imparatorluk sarayları ile komşu olmuş ve önem kazanmıştı. Usta sanatçıların binayı böylesine zengin ve itina ile süslemeleri 14. yy. zor şartlarının içerisinde gerçekleşmişti.

Zamanının önemli bir devlet adamı ve alimi olan Theodor Metohides 1320 yıllarda, yan şapel, dış narteks ve süslemeleri yaptırtan kimseydi. Duvar resimleri bir artistler grubunun eserleridir. Orta mekânın üst kısımlarındaki mozaikler zamanımıza gelememişlerdir. Bizans resim sanatının bir özelliği de figürlerin yanına monogram ve yazıt ilave edilmesidir. Kariye civarı ahşap yapılarla çevrili otel ve kafelerin bulunduğu şirin bir semttir.











Theodor Metohides Kariye'nin maketini Hz.İsa'ya takdim ediyor.
Mozaikler için daha fazla bilgi (tıklayın):

Bütün bu fotoğraflar H.Barth'ın "Constantinople" kitabından . Fransızca olarak okumak için tıklayın:


SB.