SAYFALAR

8 Nisan 2013 Pazartesi

ANADOLULU DİONYSOS





Dionysos : 

İşte ben, Zeus'un oğlu Dionysos, Kadmos'un kızı Semele'nin yıldırım dolu şimşekler içinde doğurduğu tanrı, Thebai toprağına ayak basıyorum. Tanrılığımdan soyunup insan suretine girdim... 

Ben Lydia'nın altın ovalarından geliyorum. İran'ın güneşten kavrulan kırlarını, Bakkha'ların uzun surlarını; Media'nın buzlarla örtülü topraklarını, saadet diyarı Arabistan'ı, tuzlu denizin kıyılarında uzanan bütün Asya ülkesini, Barbarlarla Hellen'lerin karışık yaşadığı, güzel hisarlarla süslü şehirleri dolaştım. 

Oralarda korolarımı topladım; dinimi, ayinlerimi öğrettim; şimdi kendimi Hellen'lere tanıtmak istiyorum. Hellen toprağında Bakkha'ların keskin çığlıklarıyla çınlattığım, kadınlarının çıplak vücutlarını ceylan postlarıyla sarıp ellerine thyrsos'u, sarmaşıklı asayı verdiğim ilk şehir Thebai oldu....

Bakkhalar korosu:

Asya topraklarından geldim, yüce Tmolos'u aştım, tanrımız Bromios uğrunda durmadan, yorulmadan koşuyorum ,
Euhoi diye bağırarak Bakkhos'un şerefine.

Kim o, yolda gezen? Kim o, kim o, yolda gezen?
Çekilsin herkes damının altına, temizleyip kapansın bütün ağızlar;
Şimdi ben, Euhoi sesleriyle Dionysos'u kutluyorum.
Ne mutlu bahtı açık olana, ne mutlu tanrıların sırlarına erene!
Hayatını temizleyip günahlardan ruhunu Bakkhos'a verene!
Yıkayıp bütün kirlerini dağlarda Tanrının delisi olana!
Ne mutlu, yoluyla kutlayana Kybele anamızın cümbüşlerini;
Ne mutlu, Tyrsos'u sallayarak başına sarmaşıklı çelengi takarak 
Dionysos'un ardından gidene!

Haydi, Bakkha'lar, durmayın,
indirin Bromios'u Phrygia dağlarından;
getirin Dionysos'u, tanrı babanın tanrı oğlunu,
Hellen ülkesinin mutlu şehirlerine.

O tanrılar ki bu, anası, eski bir zamanda,
doğum sancıları içinde, çarpıldı Zeus'un yıldırımlarına;
can verdi düşürüp karnındakini.
O zaman Kronos'un oğlu Zeus
aldı düşen çocuğu, görmesin diye karısı Hera,
sokup kendi baldırına altın kancalarla kancaladı.
Sonra, Moira'lar vakti doldurunca
Zeus doğurdu boğa boynuzlu tanrıyı;
başına bir çelenk taktı yılanlardan.
Onun için Mainad'lar yılanları toplar, saçlarına örerler.

Ey Thebai, Semele'yi besleyen toprak,
takın artık sarmaşık çelenklerini
Açılsın çiçekleri, açılsın
güzel meyveli yeşil saparnanın!
Bürün yapraklarına meşelerin, çamların!
Giyin benek benek ceylan postunu,
süslen ak koyunların yününden örgülerle,
yansın elinde narteks'lerin sönmez ateşi!
Yakındır yeryüzünün korolarla coşup taşması.

Bromios geliyor, olaylarıyla, dağdan dağa,
Dionysos delisi kadınların
gergeflerini, mekiklerini bırakıp
kaçtıkları dağlara.
Ey karanlık diyarı Kureta'ların,
Girit'te Zeus'un doğduğu kutsal mağaralar,
orada icat ettiler, benim için,
üç sorguçlu miğfer giyen Korybant'lar
çembere gerilen deriyi,
Orada karıştı coşkun davul sesleri
Phrygia kavallarının tatlı nefeslerine.
Korybant'lar davulu Rhea anamıza verdiler
Bakkha'ların çığlıkları arasında gümbürdesin diye.
Onu coşkun Satryr'ler Ana Tanrıçadan aldılar,
sesini korolara karıştırdılar,
Dionysos'a hoş gelen Trieterit bayramlarında
Koşmak ne güzel, dağlarda
Bakkhos alaylarının ardından!
Sarılıp gezmek benekli ceylan postuna,
serilip yatmak toprağa!
Yakalayıp boğazlamak yaban tekelerini.
Kanlarını içmek, çiğ çiğ yemek etlerini!
Euhoi! diye bağırınca Bromios.
atılmak Lydia'nın, Phrygia'nın dağlarına!
O zaman yeryüzünde derelerde süt akar,
derelerde şarap akar, bal akar;

Yükselir sanki yerden,
Lübnan buhurunun dumanları.
Bakkhos, elinde kızıl alev saçan narteks,
Sihirli gür saçları rüzgârda,
koşturur peşinden dağlara düşmüş koroları.
Ve haykırır ruhları coşturan sesiyle:
''Hey Bakkha'lar, koşun,
koşun Bakkha'lar !
Irmağından altın akan Tmolos'u
şenlendiren kadınlar!
Kutlaym Dionysos'u
derin gümbürtülü davullarınızla;
Euhoi sesleriyle çağırın Euhios tanrıyı!
Phrygia'dan kopup gelen güzel çığlıklar
karışsın, sizi dağdan dağa koşturan
kavalların tatlı seslerine".
O zaman Bakkha, sevinç içinde,
sıçrar, çayıra giden bir tay gibi
anasının ardından; atılır bir ok gibi ileri....

....

İlkçağda Yunan denilen varlıkla Akdeniz çevresindeki uygarlık topluluğuna bir yenilik gelmiş olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu olaya geçen yüzyılda bir ad da takıldı, Yunan mucizesi dendi. Mucize gibi gerçeküstü bir terim kullanılması, bu olayın nedenlerinin de, kökenlerinin de o zamanlar pek aydınlanamamış olmasından, kısacası bilgi yoksulluğundan gelmekteydi. Yunandan kalma yapıtların, özellikle yazıt anıtlarının çokluğu, bunların Batı uygarlığının bir başlangıcı diye karşımıza çıkması ve gerek doğa, gerekse insan üstüne düşüncesinin o günden bugüne kesintisiz olarak süregelmesi bu olayın bir başlangıç sayılmasına yol açmış, bilimi bir çeşit yetinmeye götürmüş, bir çeşit coşku ile asıl yolu olan inceleme, daha öncesini arama ve anlama çabasından saptırmıştır. 

Ne var ki o gün bugün çok ileri gidilmiş ve elde edilen bulgularla olayın hiç de mucize olmadığı, akılla algılanabilecek tutarlı tarihsel bir süreç olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Bilimin de bugün asıl coşkusunu yaratan neden, mucizeyi aydınlatmak yolunda sayısız ipuçlarının hemen hepsinin Anadolu topraklarında bulunması, aydınlığın bir kez daha "Anadolu" denilen güneşin doğduğu ülkeden gelmiş olduğunu gösterir.

Friedrich Nietzsche'nin "Tragedyanın Doğuşu" adlı eserinde yaptığı Yunan varlığı üstüne yorum bugün de geçerlidir sanıyoruz. Yalnız tragedyada değil, ilkçağın Yunan denilen yaratıcılığında birbirinden ayrı iki öğeyi ayırmak doğru olsa gerek: Bu yaratıcılık iki tanrının simgelediği iki karşıt varlığın birleşmesinden doğmuştur. Bu iki tanrı da Apollon'la Dionysos'tur. 

Apollon aydın, durgun, ölçülü gücü simgeler, ışıktır, doğayı görme, varlığı akılla algılama ve akıl yetisine dayanan yöntemlerle biçimlendirme gücü ve yeteneğidir, Apollon plastik sanattır, ama aynı zamanda da öngörmedir, anlama ve kavramadır, ışığın doğayı bir projektör gibi aydınlatıp karanlık kalan sırlarını çözümlemesidir.

Ama bu güç, insanı bir seyirci ve bir taklitçi olmaktan da ileri götüremez, yaratıcılık insanın doğaya bir başka türlü coşkuyla karışmasını şart koşar, karanlık güçlerin gizemine ermesini. İşte bu gücü de Dionysos, şarap tanrı simgeler. 

Dionysos doğanın kendisi değil, bir ana tanrıça değil de, insana doğayla birleşmeyi sağlayan bir araçtır sanki. İnsan için düşünülmüş, yaratılmış bir tanrıdır. Nitekim insan
dişisinden doğmadır, insana karışır ve insan çilesini çeker, taki taşkın gücünün ne denli bir nimet olduğunu anlatabilsin insana. 

Dionysos'un doğudan geldiğini, Anadolu'dan çıkıp Yunanistan'a güç bela girebildiğini efsane bağıra bağıra dile getirir. 

Nietzsche'nin Yunan varlığına özgü en şaşırtıcı yapıtı saydığı tragedyayı bağışlayana kadar akla karayı seçmiştir bu tanrı. Ama Apollon, durgun akıl gücü, bütün dalları ve bunları esinleyen perileriyle Apollon öz Hellen varlığı sayılırdı, Nietzsche'nin de bundan şüphesi yoktur herhalde.

Delphoi tanrısı Apollon bunca bilicilik merkezleri, tapınakları ve efsaneleriyle özbeöz Yunan, yani Yunanistan kökenliydi. Bu yanlışlığı bilim , Homeros'tan başlamak üzere metinleri iyice okumamış olduğu için işlemiştir. Arkeolojinin katkıları da eklenirse, gerçeğin gün ışığına yakında çıkacağı umulur.

Dionysos'a Yunanca "Eleutheros", hür, özgür, özgürlük veren sıfatı takılmış, Roma dininde de Latince adı, tam da bu anlama gelen Liber olmuştur.


(Apollo da Yunanca bir kelime değildir.)

Azra Erat - Mitoloji sözlüğü

...

Lahitte: 
Dionysos panterlerin çektiği arabada, 
Aslanla beraber Herkül
Filler, zürafa, Satyrler ve Nympler
Üst kısımda ise Dionysos'un doğumu var .


***



DÜNYADA AKLA DEĞER VEREN YOK MADEM,
AKLI AZ OLANIN PARASI ÇOK MADEM,
GETİR ŞU ŞARABI, ALIN AKLIMIZI ;
BELKİ BÖYLE BEĞENİR BİZİ EL ALEM ! 
Hayyam


***