SAYFALAR

7 Temmuz 2013 Pazar

MISIR ORDUSU HAKKINDA BİLİNMEYENLER


Büyükbabası Kavalalı Türkçe dışında bir dil bilmezken hanedanın son üyesi Kral Faruk İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Arapça bilmesine rağmen Türkçe konuşamıyordu. İngilizler başarmıştı. 

Bugün Mısır’da ikinci resmi dil İngilizce!





Osmanlı ve Mısır’da modernleşme/Batılılaşma süreci aynı dönemde başladı. Her iki ülkede de askerler modernleşme ve ulus devleti inşasının dinamosu oldu. Tıp, mühendislik, haberleşme, tarım, tekstil, matbaa, gazete, tercüme, sanat faaliyetlerine kadar pek çok alanda kazandırılan yeniliklerin tamamı orduda yapılan reformun doğrudan neticeleriydi. Peki, Türk ordusu ile Mısır ordusunun bu benzerliği/ öncü kimliği ne zaman, nasıl farklılık gösterdi?

Modern Mısır’ın kurucusu bir Osmanlı; Kavalalı Mehmed Ali Paşa (1769-1849). Kavalalı dönemin tüm askerleri gibi Napolyon hayranıydı. Ve ilginç bir tesadüf sonucunda hayatını Napolyon değiştirdi!

Fransızlar Mısır’ı işgal edince Osmanlı Serdarıekrem Yusuf Ziya Paşa komutasındaki orduyu Mısır’a gönderdi. Bu orduya Kavala’dan 300 kişi katıldı.

Bunlardan biri de Mehmet Ali adında bir askerdi.

Fransızlar Mısır’dan çıkarken Kavalalı uzaktan; Napolyon’a, disiplinli Fransız askerlerine ve üniformalarına hayran oldu.

Zekası ve cesur kişiliğiyle sivrilip Mısır’ın başına geçtiğinde ilk yaptığı yeni bir ordu kurmak oldu. Bu amaçla zorunlu askerliği başlattı; Mısır’ın yoksul halkını askere aldı; onlara üniforma, silah, para ve en önemlisi kimlik verdi.

Bu aslında “ulus devlet” olmanın ilk adımıydı; Mısır yoksulu orduya alınarak, bin yıl sonra hak ve görev duygusu içinde ülkesine sahip çıkacak bir bilince kavuşturuldu. Mısır’da (pro)milliyetçilik duyguları “ulusal ordu”nun kuruluşuyla işte böyle başladı.

Fransa nasıl krallığa son verip ulus devlet kurduysa, Kavalalı da padişah boyunduruğuna son verip ulus devlet kuracaktı.


MISIR ORDUSU’NDA TÜRK SUBAYLAR

Modern ordunun oluşumu Mısır’da eğitim-öğrenimi de geliştirdi; askeri tıp ve mühendislik okulları açıldı; Fransa’dan öğretmenler getirildi; Fransa’ya öğrenciler gönderildi.

Askerin üniforması için tekstil atölyeleri kuruldu; zamanla bunlar büyütülerek sanayinin ilk adımları atıldı. Asker iaşesi için tarım ve bayındırlık alanlarında iyileştirmeler yapıldı.

Uzatmayayım.

Peki.

Modernleşmenin itici motoru olan Mısır ordusunun bileşimi neydi?

Ordu salt Mısır’da yaşayanlardan oluşturulmadı. Osmanlı topaklarından gelen Türkler, Arnavutlar, Kürtler, Çerkezler de vardı. Keza Kavalalı asker eksikliğini gidermek için Sudan’ı işgal etti.

Mısır ordusunda “her milletten adam” bulunuyordu ama Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın kesin bir talimatı vardı:

Subaylar Türk olacaktı!

Mısır ordusunda üst makamlara gelebilmek için Türkçe konuşmak, Anadolu, İstanbul, Arnavutluk doğumlu olmak şarttı.

Osmanlı’dan alınan savaş esirleri de istedikleri taktirde Mısır ordusuna girebilecekti.

Orduda emirler, talimatnameler Türkçeydi. Kahire Harp Okulu’nda dersler Türkçe veriliyordu.

Mısırlı Araplar orduda ancak yüzbaşı rütbesine kadar yükselebiliyordu. Mülazım ve mülazım evvel (teğmen ve asteğmen) rütbelerinin yarısı Türk yarısı Arap olacaktı.

Bir taburda dörtten fazla Arap teğmenin bulunması yasaktı. Vs.

Bu durumu Kavalalı şöyle açıklıyordu: “Ben, İngilizlerin Hindistan’da yaptığından farklı bir şey yapmıyorum; onların Hintlilerden oluşan ve İngilizlerin komuta ettiği bir orduları var; benim Araplardan oluşan ve Türklerin komuta ettiği bir ordum.”


“TANZİMAT EKOLÜ”

Mısır’la aynı dönemde aynı Batılılaşma adımlarını Sultan II. Mahmud‘la (1784-1839) başlayan süreçte Osmanlı da attı. Yeniçeriler yok edildi; Osmanlı ordusu yeniden kuruldu; Avrupa’dan askeri uzmanlar getirildi; askeri tıp-mühendislik okulları açıldı vs.

II. Mahmud, Abdulmecit, Abdulaziz döneminde Sadrazam Büyük Reşid Paşa’nın yetiştirdiği Tanzimat Ekolü’nü benimsemiş Ali ve Fuat Paşa’lar Batılılaşmanın sürdürücüsü oldu. Sultan II. Abdülhamid devrinde“Tanzimatçı Paşalar” geleneği rafa kalksa da II. Abdülhamid reformlara devam etti.

Mısır’da Kavalalı’dan sonra göreve gelen Abbas, kişisel olarak içe kapanık, şüpheci ve Batı’ya mesafeliydi. Bu bakımdan dedesinden devraldığı modernleşme mirasını sürdürmedi.

Abbas’ın ardından göreve gelen Said Batı taraftarıydı; Fransızlara çok yakındı; kesintiye uğrayan babası Kavalalı’nın başlattığı çagdaşlık atılımlarına hız verdi. Örneğin Süveyş Kanalı projesi Said’in himayesinde yapıldı.

Said sonrasında göreve gelen İsmail’in bir temel amacı vardı: Mısır’ı Avrupa’nın bir parçası yapmak! Bunu İngiltere’nin yardımıyla yapacağına inandı/inandırıldı. Ülkeyi yabancı sermayeye açtı; bu parayla önemli projelere kalkıştı. Sonuçta Mısır kademeli olarak borçlandırıldı ve kısa bir zamanda ülkenin mali iflası gerçekleşti. Bunun ardından 1882’de İngiliz işgali geldi. 1922’de Osmanlı’dan bağımsızlık kazanılsa da, Kral Fuat ve Kral Faruk dönemlerinde Mısır’da İngiliz kontrolü hep devam etti.

Bu süreçte İngilizler, Mısır’daki Türk varlığını kendilerine rakip gördüğü için, sarayda Türkçe konuşulmasına, orduda Türk subayı uygulamasına, eğitimin Türkçe verilmesine ince politik ayak oyunlarıyla son verdirdi. Öyle ki…

Büyükbabası Kavalalı Türkçe dışında bir dil bilmezken hanedanın son üyesi Kral Faruk İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Arapça bilmesine rağmen Türkçe konuşamıyordu. İngilizler başarmıştı. Bugün Mısır’da ikinci resmi dil İngilizce!

İngilizler ve daha sonra Amerikalılar Mısır ordusunu siyasetin-ticaretin içine sokarak, generalliği “sınıf atlamanın” aracı haline getirdiler. Bu süreç sonunda Mısır ordusu “kağıttan kaplan” olacaktı…


ÜNİFORMALI MÜTEAHHİTLER

Mısır Arap Cumhuriyeti 1952’den günümüze kadar, üç üst rütbeli asker başkan tarafından yönetildi: Nasır-Sedat-Mübarek.

Üç başkanın da sınıfsal kökeni benzerdi: İskenderiye’nin yoksul mahallelerinden birinde bir postacının oğlu olarak dünyaya gelen Nasır; Manufiye’nin bir köyünde doğan Sedat ve aynı ilin bir başka köyünde doğan Mübarek bu dileklerle orduya girmişlerdi.

Aslında bu şaşırtıcı değildi:

Mısır halkı öteden beri yoksuldu. Fakir halklarının “potansiyel aç” çocukları hayatta başarılı olmanın, yolu olarak orduya girmeyi düşlediler hep.

Orduya girince açlıklarını unutup bu kez “sınıf atlama” peşine düştüler.

Nasıl mı?

Soğuk savaşın başlangıç döneminde Nasır ile Sovyet ilişkileri gayet iyiydi. Arap Sosyalist Birliği kurma, sosyalizm soslu Arap milliyetçiliği ideolojisini Arap halklarına yayma girişimleri gibi, Nasır’la özdeşleşen tüm politik atılımlar hep bu gelişen Mısır-Sovyetler ilişkilerinin sonucu olarak doğdu. Subaylar idealistti.

İsrail ile 1948, 67 ve 73 savaşlarında yaşanan mağlubiyetler Mısır-Sovyet ilişkisini bitirdi.

Sedat, ABD’ye yakınlaştı. İsrail’le masaya oturdu ve barış anlaşması imzalayan ilk Arap lider olarak tarihe geçti.

Sedat’a büyük tepkiler oldu ve nihayetinde bir askeri tören sırasında İslamcı militanlar tarafından öldürüldü.

Sedat gitti Mübarek geldi ama ABD-İsrail ile ilişkiler daha da artarak sürdü.

ABD ile yakınlaşmak; demokrasi, asker-sivil ilişkileri bağlamında Mısır’a bir kazanç getirmedi. ABD Mısır’da tıpkı Ortadoğu’nun tamamına yakınında olduğu gibi hep otoriter ve antidemokratik siyasi yapıyı destekledi. Bölgedeki hakimiyetini bu otoriter rejimlerin başındaki isimlerle irtibata geçmek yoluyla kurdu. ABD bu kişilere askeri-mali anlamda her türlü desteği verirken, bunun karşılığında kendilerinden hizmet bekledi. Bu kişiler de üstlendikleri görevleri şimdiye dek başarıyla yerine getirdi. Bu bağlamda, Mısır ordusunda yer alan üst rütbeli subayların bu ilişkiler sonucu nüfuzlarını siyasete yansıtması daha sık görülür oldu.

Ve…

1980’lerde devletçi ekonomik yapının kırılıp neoliberal politikaların hakim hale getirilmesi Mısır ordusundaki üst düzey komutanları parasal açıdan çok etkiledi. Ülke güvenliği dışında ekonomik alanlara da “el atarak” zenginleşen bir üniformalılar grubu ortaya çıktı.

Komutanlar öncelikle ülkenin en kazançlı kapılarından biri olan, turizmle uğraşmaya, şirketler kurmaya başladı. Ardından inşaat sektörüne girdiler. Üniformalı müteahhitler türedi. Daha sonra da bankacılık sektöründe ve zirai faaliyetlerde ordu mensubu subaylar sıkça görüldü.

Mısır rejiminin sağladığı bu avantajdan sonuna dek yararlananlar ordu içindeki üst rütbeli subaylar idi. Bunun dışında alt rütbeliler ve erat/askerlerin bundan fayda sağlamalarına izin yoktu!

Ülkenin askeriyesine egemen, siyasetine vasi durumda bulunan Mısırlı üst düzey komutanların muhtelif sektörlerde zenginleşmeleri, refah sahibi olmaları nedeniyle bir anlamda Mısır devleti içinde ayrı bir devlet ortaya çıktı. Askeri/siyasi güce eklemlenen ekonomik gücün de etkisiyle Mısır ordusu adeta devlet içinde devlet halini aldı.

Yaklaşık yarım milyonluk askeri ile Afrika’nın en büyük, dünyanın ise onbirinci büyük ordusu olan Mısır ordusunun, kimler tarafından içi oyularak etkisiz hale getirildiği ortada değil mi?

Peki aynı tarihsel süreçten geçen, modernitenin öncüsü Türk ve Mısır ordusunu zamanla birbirinden ayıran parametreler nelerdir?


CHP’NİN ZAFERİDİR BU

Türk ordusu ile Mısır ordusu arasındaki temel fark, Mısır’ın 20’inci yüzyılda bir Mustafa Kemal çıkaramamış olması. Mustafa Kemal siyasi projesi olan bir liderdi. Sadece bağımsızlıkkazanmakla sınırlı bir vizyon değildi bu. İlk baştan beri cumhuriyet ve demokrasi için adım attı. Örneğin, “Ya siyaset ya askerlik” diyerek askeri kışlasına döndürdü.

Oysaki Mısır’da İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesi veren tüm milliyetçilerin (Urabi Paşa, Mustafa Kamil, Muhammed Ferid gibi) tek bir hedefi vardı; Mısır’dan İngilizleri kovmak. Bunun dışında bir projeleri yoktu.

Örneğin Mustafa Kemal gibi tam bağımsızlık, modern bir demokrasi, herkesin eşit yurttaş olduğu bir cumhuriyet fikri Mısırlı milliyetçilerde yoktu. Yani İngilizlerin kovulması halinde evet ülke bağımsız olacaktı, işbirlikçi hanedan ailesi tasfiye edilecek ve cumhuriyet ilan edilecekti. Ama nasıl bir cumhuriyet kurulacaktı? Ne yazık ki bu; içi demokratik meclis gibi kurumlarla, yasama yürütme yargı gibi güçler ayrılığı temelindeki bir demokratik işleyişle doldurulmuş, bilinçli olarak planlanmış bir cumhuriyet projesi değildi. Tek bir ideolojisi vardı bu cumhuriyetin: Arap milliyetçiliği.

Mustafa Kemal ve Türkiye örneğinin en büyük farkı burası. Mısır’daki “cumhuriyetçilerin” demokrasi kaygısı hiç olmadı. Mübarek daha düne kadar oğlunu yerine geçirmeye çalışıyordu.

Örneğin, 2. Dünya Savaşı sonunda Türkiye ve Mısır iki siyasi akımın mücadelesine tanık oldu.

Mısır’da temel siyasi rekabet Nasır ve rejimi ile bunun muhalifi Müslüman Kardeşler arasında yaşandı. Neydi bu rekabetin konusu: Ülke idaresini ele geçirmek! Peki hangi yolla? İktidardakini devirme yoluyla! Her türlü demokratik aracın ve yöntemin tamamen dışta tutulduğu bir dönemdi bu. Kazanan Nasır ve rejimi oldu; demokrasi yoluyla mı ya da halkın iradesini yansıtan sandık sonuçlarıyla mı? Nasır elindeki devlet gücüyle Müslüman Kardeşleri sindirdi.

Aynı dönemlerde Türkiye’de çok partili hayata geçildi ve iktidar sandık sonucu el değiştirdi. Bunu gerçekleştiren kişi ise bugün sıkça eleştirilen İsmet İnönü’ydü.

Soğuk savaş döneminin küresel planları nedenleriyle Türkiye’de askeri darbeler yaşandı.

Ama Mısır’dan tek farkı asker ne zaman geldiyse olabilecek en kısa zamanda yerini tekrar sivillere bıraktı. Demokrasi rafa ilelebet kaldırılmadı Türkiye’de. Generaller darbeyi zenginleşme aracı olarak kullanmadı.

Bugün tek adamlığa karşı çıkan Mısır Tahrir Meydanı’ndakiler, aslında bizlere Mustafa Kemal’in, İsmet İnönü’nün ne derece büyük siyaset ve devlet adamı olduğunu gösteriyor.

Ve ne yazık ki, Türkiye bugünlerde hızla tek adamlığa gidiyor.






BİZE DE ARAPÇAYI DAYATIYORLAR !!!

SB


***