Süryanilerin Dünü Bugünü I. Dünya Savaşında Süryaniler,
BÜLENT ÖZDEMİR
TTK Yayını, Ankara, 2008
Süryaniler, Süryanice adı verilen Sami dil ailesi içerisinde yer alan Aramice konuşan bir toplum olarak tanımlanmaktadır Urfa, Nusaybin ve Musul başta olmak üzere Kuzey Mezopotamya’da yaşamaktadırlar. Süryani toplumu Hıristiyan bir toplumdur. M.S 1. yüzyılda Kuzey Mezopotamya’da yayılan Hıristiyanlığı kabul etmişler ve Antakya’da ilk kiliselerini kurmuşlardır. Süryani kimliği tanımlamasında etnik ve dini kimlik iç içe geçmiş bir şekilde yer almaktadır.
Yoğun göç nedeniyle Bugün dünyanın birçok ülkesinde özellikle Avrupa ve Amerika’da yaşamak durumunda kalan Süryani toplumu kendini tanımlamada ve birlik sağlama çabalarında her iki alanda sürdürme çabası içerisindedir.
Kimi Süryaniler etnik tanımlamayı ön plana çıkartırken özellikle Ortodoks Süryani kilisesi kilise etrafında birleşmeyi sağlamaya çalışmaktadır. Buna rağmen son yıllarda kilise de etnik ve kültürel milliyet temeline dayalı tanımlamayı kabul etmeye başlamışlardır.
Buna göre Süryaniler “medeniyet ateşinin ilk çıktığı en eski kalptir.” Tabii ki bu tarihi gerçeğin en önemli delilleri Süryanilerin bugünkü kullandıkları dil, kültür, gelenek ve görenekleri kısaca yaşantılarıdır.
Ancak tarihsel süreç içerisinde Süryanileri birleştiren kilise Süryaniler arasında ayrılıkların da nedeni olmuştur. Süryani kilisesinde ilk ayrılık, 431 Efes Konsili’nde Hz İ sa’nın Tanrı ve beşeri yönü olduğunu, dolayısıyla iki doğası olduğunu ortaya atan Nestorius’un görüşleri neticesinde meydana gelmiştir.
Nestorius’un takipçileri zaman içerisinde Süryanilerle karışarak önce Urfa, daha sonra Nusaybin’de kilise kurmuşlardır. 6. yüzyıldan itibaren de Nesturi olarak adlandırılmaya başlanmışlardır.
Süryani kilisenin ikinci ayrılığı ise 6. yüzyılda gerçeklemiştir. Hâlbuki 451’de Monofizit itikadı kabul eden İskenderiye doktrini reddedilmiştir. Süryanilerin çoğunluğu monofizitlerin yanında yer almışlardır.
Bu süreçte Urfa Monofizit Piskoposu Jacob Baradaeus’a İmparator Justinianus tarafından ayrı kilise kurma izni verilmiş ve VIII. yüzyıldan itibaren Piskopos Jacob’un takipçilerine Yakubiler adı verilmiştir. Kadıköy Konsili kararlarını kabul eden Hıristiyanlara da Melkailer ya da Melkitler denilmiştir.
Tarih yine VIII. yüzyılda Süryanilerin Aziz John Maron’a atfen Maruniler olarak ayrılmasına şahit olmuştur. Süryani Ortodoks Kilisesi için Maruni grubun ayrılması bir son değildir. Nitekim bu defaki ayrılık süreci Haçlı seferlerinden sonra olmuştur.
1181 yılında Katolik olan Süryaniler, Katolik Kilisesine katılma kararı almışlardır. 1667’de Andrew Akhijan, Papa tarafından Süryani Katolik Patriği olarak tayin edilmiştir. 1782’de Halep metropoliti Michael Carve’nin Papa tarafından Süryani Katolik Kilisesi Patriği seçilmiştir. Yine Papa’nın etkisiyle Nesturiler arasında yapılan misyonerlik faaliyetleri sonucunda Musul merkez olmak üzere 1680’de Katolik mezhebini seçen Nesturiler Katolik Nesturi Kilisesini kurmuşlardır.
Bu gruba Keldaniler de denilmektedir. Zaman içerisinde Müslüman olan Süryaniler için Süryanice bir kelime olan Mhalmoye tabiri kullanılır olmuştur. Süryani Kilisesinin ayrılığı Protestan misyonerlerinin çabaları neticesinde XIX yüzyılda yeniden gündeme gelmiştir. Özellikle İngiliz ve Amerikan misyonerleri Osmanlı tebaası Ermeniler ve Süryanilerin Protestan mezhebine geçmesine neden olmuşlardır. Artık Süryaniler arasında Protestan Süryani Cemaati de vardır.
Süryanilerin ilk patriklik merkezi Antakya idi. Zaman içerisinde Halep, Malatya, Diyarbakır ve Mardin kilise merkezi olarak kullanıldıktan sonra 1293 yılında Patrik Mor İgnatiyos Yusuf Mar Vahap tarafından sürekli ve resmen Mardin’deki Deyrülzafaran (Deyrü’z-Zafaran) Manastır’ı daimi merkez olmuştur.
Fakat birçok Patrik, Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi veya yine Mardin’deki Kırklar Kilisesini merkez olarak kullanmayı tercih etmiştir.
Süryanilerin Dünü Bugünü (I. Dünya Savaş ı’nda Süryaniler) adını taşıyan kitap, Giriş hariç 6 bölümden oluşmaktadır. Kitabın tamamının değerlendirildiği Sonuç ile son bulmaktadır. Tabii ki kitabın başında Önsöz, Kısaltmalar, Literatür ve Kaynaklar ve Giriş vardır. Literatür ve Kaynaklar kısmında yazar, kitabı yazarken kullandığı kaynakları genel hatlarıyla ele almış ve kategorize etmiştir.
Kitap Tarihsel Süreçte Süryaniler adlı I. Bölüm, yukarıda kısaca bilgi vermeye çalıştığım Süryaniler Kimdir? konu başlığı ile yazar, Süryanilerin kimliği üzerinde durmuştur. Dinsel Farklılaşma ve Misyonerlik Faaliyetleri adı altında Süryani Kilisesi’ndeki ayrılıklara kısaca değindikten sonra misyonerlik faaliyetlerinin Osmanlı Devleti topraklarında kesafet kazandığı XIX. yüzyılda Protestan misyonerlerin Süryaniler arasındaki faaliyetlerini geniş bir şekilde ele "19. yüzyıl Misyonlar Çağı" adlı alt başlık ile devam etmiştir. Sadece İ ngiliz ve Amerikan Protestan misyonerlerinin faaliyetleri değil aynı zamanda Alman Lutheran Kilisesi’ne bağlı misyonerlerin, Rus Ortodoks ve Fransız misyonerlerin faaliyetleri üzerinde de durulmuştur.
Misyonerlik faaliyetleri kapsamında Bölgede okullar ve hastaneler açılması dikkat çekicidir. Özellikle Amerikalı ve İngiliz misyonerler, ilk Hıristiyan topluluklardan biri olarak kabul edilen Süryanileri “medeni Hıristiyanlıkla” tanıştırmak amacıyla hareket ettiklerini dile getirmişlerdir (s. 17).
Konunun bir başka alt başlığı misyonerlerin Süryanileri nasıl tanımladıkları Misyonerlerin Gözüyle Süryaniler adı altında verilmiştir. Urumiye’deki İngiliz Misyonunun mektubunda Süryanilerin ve misyonun amacı açıkça belirtilmiştir.
“ Misyonumuzun buradaki amacı Süryanilerin dinsel ve ruhsal açıdan geliş tirilmesi olmasına karş ın bizden beklentileri farklıdır… Bizden istedikleri kendilerine politik ve mali açıdan yardım etmemizdir…” (s. 28-29).
I. bölüm Osmanlı İmparatorluğu’nda Süryaniler ve Kürt-Süryani İlişkileri başlıklı konuları ile devam etmektedir.
II. bölüm I. Dünya Öncesinde Süryaniler adı altında verilmiş olup, üç ana başlık atında yazar bize konuyu sunmaktadır. Bu konu başlıkları ise Yaşadıkları Bölgeler, Nüfus Hareketleri ve Kültür, Süryani-Ermeni ilişkileri ve Rusya ile İlişkiler şeklinde tasarlanmış ve sunulmuştur.
Bölümün birinci konusunu oluşturan Yaşadıkları Bölgeler, Nüfus Hareketleri ve Kültür Süryanileri tanımak anlamında önemli bir yere sahiptir. Süryanilerin yaşadıkları bölgeler, Hakkâri, Dicle vadisi, İran Azerbaycan’ı ve Yukarı Mezopotamya’dır. Bu bölgelerin coğrafi özellikleri yanında Süryanilerin tarihsel süreçte yaşadıkları bölgelerde oynadıkları rol ele alınmaktadır. Bu bölümde ele alınan konular içerisinde yer alan Nüfus ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü ileriki bölümlerde üzerinde durulacağı Süryani toplumunun soykırım iddialarına temel teşkil etmektedir.
Yazar, Amerikan I. Dünya Savaşı öncesi Amerikan belgelerine, seyyahların (Fransız Seyyah Vital Cuinet), misyonerlerin ( İngiliz misyoner W. A. Shedd), Profesör A. Yohannan ve Profesör D. Magie’nin verdikleri bilgilere göre Süryani nüfusunu vermeye çalışmıştır. Ayrıca bu başlık altında 1870’lerde hazırlanmış Süryanice el yazmada yer alan nüfus bilgileri de yer almaktadır.
Burada dikkat çeken husus verilen nüfus rakamları arasında tutarsızlıkların olmasıdır.
Diğer bir önemli konu başlığı Kayıplar’dır. Kayıplar başlığında I. Dünya savaşı sırasında ve sonrasında Süryanilerin kayıpları ele alınmıştır. Bu kayıplar Süryani Agha Petros’un ve Mor Severios Barsaum’un uluslararası alanda ortaya koydukları rakamlar esas alınarak verilmiştir.
Bölüm, Süryani-Ermeni ve Rusya ile ilişkiler iki alt başlık ile farklı bir yönde değerlendirilmiştir.
Kitabın III. Bölümü, I. Dünya Savaşında İtilaf Devletleri Saflarında Süryaniler adı altında Süryanilerin I. Dünya Savaşında bölgedeki rolleri; Süryanilerin Osmanlı Devleti’ne Savaş İlan Etmeleri, İngiliz Dış Politikasında Süryaniler, Bağımsızlık Sözü Verildi mi?, Urumiye Olayları, ABD Yakın Doğu Yardım Kuruluşu (Near East Relief) ve Süryaniler ve Bakuba Kampı adlı altı alt başlıkla ele alınmıştır.
Özellikle kitabın bu bölümü Süryanilerin bölgedeki faaliyetlerini İngiltere ve Rusya’nın savaş sırasındaki politikaları çerçevesinde irdelemesi bakımından önemli bir yere sahiptir.
Tabii ki savaş sırasında Süryanilere İngiltere’nin bağımsızlık sözü verip vermediği bugün dahi önem arz etmektedir. Çünkü Süryaniler bu söze güvenerek savaşta yüzyıllardır tebaası oldukları Osmanlı Devleti’nin karşısında İtilaf Devletlerinin yanında yer almışlardır. Savaş sonrasında istedikleri gibi bölgenin kontrolünü ele geçiremeyen Süryaniler bölgeden göç etmek zorunda kaldıklarında İngilizler tarafından Bağdat yakınlarında kurulan Bakuba kampına yerleştirilmişlerdir. Bakuba Kampı başlığı altındaki konuda kampın kuruluşu, buradaki Süryaniler ve faaliyetleri hakkında bilgi verilmektedir.
IV. Bölüm Süryani Diasporasının üzerinde yoğun olarak çalıştığı bir konuya, Süryani Soykırım İddialarına I. Dünya Savaşı ve Süryaniler adı altında yer vermektedir.
Bölüm, İnşa Edilmeye Çalışılan Bir Soykırım Miti: “Seyfo”, Midyat İsyanı, Kürtler alt başlıkları şeklinde soykırıma temel tekil eden anlayışı ve 1915 olaylarını incelemektedir.
Birinci başlıkta özellikle Seyfo tabirinin içerdiği soykırım manası üzerinde durulmakta olup, Süryanilerin soykırım iddialarının amaçları açık bir şekilde verilmektedir ki, bu amaç;
“…Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırımı reddetmekten vazgeçerek özür dilemesi, akabinde büyük miktarda tazminat talep edilmesi, Lozan Antlaşmasında verilmeyen azınlık statüsünü bugün verilmesi ve nihayetinde Türkiye topraklarının bir kısmını da içerisine alan tarihsel süreçte Süryanilere ait olduğunu iddia ettikleri Kuzey Mezopotamya’da bir Süryani Devleti kurmaktır…” (s. 115).
Savaşın yoğun olarak yaşandığı 1915 yılı Ermeni tehcir kararının çıktığı ve uygulamaya konulduğu bir dönemde Süryaniler Midyat’ta isyan etmişlerdir. İsyanı süreci Midyat İsyanı başlığı ile ele alınmıştır.
Bölümün diğer bir konusu olan Kürtler başlığı adı altında Kürtlerle Süryanilerin ilişkileri üzerinde durulmuştur.
I. Dünya Savaşından sonra Süryanilerin durumu V. Bölümde Savaş Sonrasında Süryaniler adlı başlık adı altında ele alınmıştır. Bu bölümün konuları Süryani Lider Agha Petros, Paris Barış Konferansı ve Süryaniler, Lozan Görüşmeleri, İngiltere ve Unutulan Vaatler, Irak Krallığı, Musul Sorunu ve Süryaniler’dir .
Bu başlıklar altında verilen konulardan Musul Krallığı konusu bölümün en ilgi çekici konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü İngiltere’nin I. Dünya savaşından sonra Irak’ı yapılandırma çabaları çerçevesinde özelde çoğunlukla Bağdat yakınlarında Bakuba Kampı’nda yaşayan ve genelde bütün Süryanilerin durumu tartışılmıştır. Öyle ki, doğru tercih yaparak kazanan taraf olan İtilaf Devletlerinin yanında yer alan Süryaniler Türkiye ile Irak sınırının 1924 yılına kadar çizilememesi aşamasında bile daha önce olduğu gibi İngiltere tarafından kullanılmışlardır.
Amerika’da yaşayan Süryani Ulusal Cemiyetleri daha Paris Konferansı’na bir dilekçe yazarak Amerika ya da İngiltere’nin mandası altında Hakkari ve çevresinde Süryani Devleti, kurulmasını talep etmişlerdir. (Paris Barış Konferansı ve Süryaniler s. 132 vd. ).
Burada dikkati çeken nokta Süryani taleplerinin Paris Barış konferansında dikkate alınmaması ve hatta Lozan Antlaşması’nda bu durumun devam etmesidir. Lozan Antlaşması’nda Süryanilere Ermeniler, Rumlar gibi azınlık statüsü bile verilmemiştir. (Lozan Görümeleri s. 142- 146.).
Süryanilere göre kurulacak devlet mutlaka Hakkari ve çevresinde olmalıdır. Bu görüşü Agha Petros, tarafından hazırlanan raporda açıkça ortaya koymuşlardır.
Buna göre; … Hıristiyan nüfus hiçbir ş ekilde İslam topraklarından dışarı çıkarılmamalıdır. Çünkü her bir Hıristiyan, İngiltere’nin ve İtilâf Devletleri’nin sadık birer ajanı ve destekleyicisidir… (s. 139).
Bu niyetleri taşıyan Süryaniler, savaşa müttefik olarak girdikleri İngiltere’nin politikaları gereği bağımsız ya da otonom bir devlet arzularına kavuşamamışlar, kaderleri kurulan Irak Krallığı’nın alacağı kararlara bırakılmıştır.
VI. Bölüm, Süryanilerin geleceği konusunda yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile Süryanilerin ilişkilerini ele alan Türkiye Cumhuriyeti ve Süryaniler adını taşımaktadır. Burada ön plana çıkan önemli konu Süryani lider Agha Petros’un otonom Süryani bölge kurulması için Ankara hükümeti nezdinde gösterdiği çabalardır.
Bu anlamda Petros’un TBMM’ne gönderdiği dilekçesi dikkate ayandır. Dilekçenin giriş bölümünde “Süryani ve Keldanilerin yüzyıllardır Türklere karş ı dürüst ve itaatkâr oldukları ve Türklerin geçmişte kendilerine sürekli bir şekilde iyi davrandıkları ve tolerans gösterdikleri” ifade edilmektedir (s. 156).
Yeni kurulan Irak Krallığı’nda yaşamak istemeyen Süryanilerin Hakkâri merkez olmak üzere kurulmasını istedikleri otonom bölge için yapılan bu başvuru ve başvurunun mahiyeti bu bölümde dikkatle ele alınan bir konudur. Sonuçta Süryaniler Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak kabul edilmişlerdir. (s. 161).
Bölümün Süryani Diasporası ve Kimlik Oluşumu başlığı adı altında yazar, Süryani diasporasının oluşumu üzerinde durduktan sonra Süryani diasporasının kimlik problemi ve bu anlamda soykırım iddialarının rolünü ele almaktadır.
Nitekim yazarın bu konuda ulaştığı sonuç, Soykırım iddiaları Süryanilerin kimlik oluşumunda Ermeni diasporasında olduğundan daha fazla ihtiyaç duyulan bir araç olduğu yönündedir. Hatta Soykırım iddialarının Süryaniler arasında yüzyıllardır var olan dinsel ve mezhepsel farklıkların ortadan kalkmasında olumlu bir şekilde etkilediği vurgulanan noktadır. (s. 165).
Bölümün diğer bir konusu ise bugün var olan Süryani örgütlerini ele alan Örgütler’dir. Yine Süryanilerin konuştukları dilin gelişim çizgisi bu bölümde Dil Problemi başlığı adı altında irdelenmiştir.
Bir başka konu ise İsveç’te yaşayan Süryanilerin durumunun incelendiği İsveç’te Yaşayan Süryani Toplumu adlı konudur. Bu konuda özellikle Belçika’nın başkenti Brüksel’de 4 Mart 2007’de Mıtra Hazail Soumi tarafında yapılan konferans ele alınmıştır.
Konferans’ta Seyfo- 1915 adıyla sloganlaştırılan İsveç’te kurulan Seyfo Centre’nin başkanı araştırmacı Sabri Atman "Soykırım vardır" tezini savunmuştur.
Konferansın ele alınmasının nedenini de ortaya koyacak olan Mıtra Hazail Soumi’nin sözleridir. Mıtra Hazail Soumi;
“.. Ben Türkiye’yi korumuyorum, ama genecoide (soykırım) ayrı bir şeydir, Massacre (katliam) başka bir şeydir. Eğer Seyfo bir soykırım olsaydı şimdi hiç birimiz hayatta olmazdı…”, ve “Türkiye Devleti halkımıza yapılan katliamlardan sorumlu değildir.” sözleri ile soykırıma karşı çıkmış ve I. Dünya savaşında yaşananları katliam olarak nitelemiştir.
Buna rağmen Mıtra Hazail Soumi birçok Süryani tarafından hain ilan edilmiştir. (s. 169).
Sonuç bölümünde yazar bütün bu ele alınan konuların genel bir değerlendirilmesini yapmıştır. I. Dünya savaşında Osmanlı Devleti aleyhine İtilaf Devletleri ile işbirliği yapan Süryanilerin soykırım iddialarının gerçeği yansıtmadığı ve bu iddianın politik amaçlı kullanıldığı kitabın sonuç kısmında ulaşılan noktadır. Kitapta, Amerika ve İngiliz Arşivlerinden alınan belgeler bir kısmı aynen verilmiştir. Eklerden sonra kitabın yazılmasında kullanılan kaynaklar ile devam etmiş, son indeks ile de sona ermiştir.
Yrd.Doç.Dr.Zübeyde GÜNEŞ YAĞCI
Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi - pdf
_____
Sırada Süryani, Pontus Ve Kürt Yalanları Var ,2006 !!!
Göz göre göre, gözümüzün içine baka baka Fransa tarihi bir ayıba imza attı. Fransız parlementosu sözde Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasa teklifini onayladı. Üstelik tarihçilerin cezadan muaf tutulması önerisi de reddedildi.
İktidar, Muhalefet Partileri, iş adamları, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar bu teklifin geçmemesi için tek yürek, tek ses oldu. Ama bu çabalar, son dakikaya bırakıldığı için ne yazık ki yetesiz kaldı. Kendi tarihiyle yüzleşemeyen Fransa, bugün bize insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkışıyor. Tarihin tek taraflı yorumlanarak, Türkiye'ye iftira kampanyası başlatılması elbette Türkiye için onur kırıcı bir durum. Ancak, bu noktadan sonra atılması gereken çok önemli adımlar var. Çünkü Fransız parlementosunda onaylanan bu çirkin tasarı ne ilk ne de son olacak.
Benzer teklifler diğer Avrupa ülkelerinde de gündeme gelecektir. Üstelik bu iddialar sadece sözde Ermeni soykırımı ile sınırlı kalmayıp, sözde Süryani soykrımı, sözde Pontus soykırımı ve hatta sözde Kürt soykırımı diye uzayıp giden bir liste haline dönüşmek üzere. Bu bir kehanet değil. Bugün Avrupa televizyonlarında ve parlementolarında yavaş yavaş ısıtılmakta olan bu yalanların yakın gelecekte Türkiye'ye yönelik yeni şantaj unsurları olacağı apaçık. Avrupa Parlementosunun Türkiye raporlarında Ermeni soykırımının yanısıra, 'Pontus ve Süryani soykırımını da tanıyın' deniyor. Daha da ötesi, raporlarda, Alevi ve Yezidilerin azınlık haklarının tanınması isteniyor. Avrupa televizyonlarında sözde Süryani soykırımını anlatan belgeseller yayınlanmaya başladı bile.
Peki biz sözde Süryani ve Pontus soykırımı iddiaları hakkında hakkında ne biliyoruz?
Bu konularda Türk tezlerine yer veren kaç akademik çalışma, kaç araştırmacı var?
Kaç belgesel, kaç kitap var?
Aynı şekilde yakın gelecekte önümüze gelmesi muhtemel, sözde Kürt soykırımı iddialarına karşı ne kadar hazırlıklıyız?
Kaç kişiyi bu konularda çalışma yapması, kitap yazması için teşvik ediyoruz?
Karşı tezlerin savunucuları Nobel ödülleriyle, burslarla, türlü türlü vaadlerle teşvik edilirken, biz ne yapıyoruz?
Ne yazık ki bu tür durumlar karşısında yaptığımız en iyi şey, aleyhimizde kararlar alındıktan sonra tepki vermek! Bu tepkiler de zaten saman alevi gibi olduğundan, ancak bir iki gün sürüyor, üçüncü gün unutuluyor.
Bu nedenle, vereceğimiz tepkinin sürekliliğinin olması gerekiyor. Bugünden itibaren sokaklarda Fransız bayrakları yakmak, Fransız parfümlerini sokaklara dökmek yerine daha anlamlı, işe yarar eylemlerde bulunalım. Türk tezlerini dünyaya duyurabilecek akademisyenlere destek verelim, sinema filmleri, belgeseller çekelim, romanlar yazalım, enstitüler, düşünce kuruluşları kuralım, lobicilik faaliyetlerini geliştirelim, dünya medyasında sesimizi duyuralım. Hepsinden ötesi birlik duygusunu geliştirelim ve tüm bu çalışmaları 'katil' ilan edildikten sonra değil, işin çok daha başında yapalım. Fransız elçiliğine bırakılan siyah çelenkler 2 gün sonra unutulacak.
Bu sefer unutmayalım, hafızamızı canlı tutalım.
Çünkü sırada Süryani, Pontus ve Kürt yalanları var. Bu iddialar karşısında Fransa gibilere fırsat vermeyelim.
Lale Şıvgın, 13 Eylül 2006
.....
1915 olayların tüm dünyada 'soykırım' olarak tanınması için mücadele eden Ermenistan, 'Süryani soykırımı' iddialarını gündeme taşıyor. Bunun için başkent Erivan'da 'Süryani soykırımı' anıtı açıldı.
Ermenistan'daki Süryani topluluğun lideri Arsen Mikhailov, anıtın, Ermeniler, Süryaniler ve Rumların, Türklerin elinde çektiği acıların unutulmadığının bir sembolü olduğunu savundu.
Mikhailov, Türkiye'ye her üç ‘soykırım’ iddiasını da kabul etme çağrısında bulundu.
26 Nisan 2012 !!!!
.......
Süryanilerin 1915′i belgesel oluyor ,
06 Ağustos 2012 !!!
1915’te katledilen ve kadim toprakları Mezopotamya’dan sürülen Süryanilerin tarihini, diğer halklarla ilişkilerini ve onları koruması altına alan Müslüman şeyhleri anlatan ‘Aynkef’ten Ayvert’e’ adlı belgeselin çekimleri Mardin ve Batman’da devam ediyor. Belgesel, Mezopotamya’nın temel unsurlarından olan Süryanilerin tarihine ilişkin bölümlerin yanı sıra, bugün hâlâ doğdukları topraklarda yaşamlarını sürdüren Süryanilerle yapılan mülakatlardan oluşuyor. Yönetmenliğini Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Sedat Cereci’nin, koordinatörlüğünü ise Yrd. Doç. Ersoy Soydan’ın üstlendiği belgesel Süryanice, Arapça, Kürtçe ve Türkçe olarak hazırlanıyor. Birçok uluslararası film festivalinde ödül alan Sedat Cereci, bu filminin de olabildiğince çok sayıda festivalde gösterilmesini sağlamayı planlıyor. Cereci ile, çekimleri Kasım ayında bitecek olan ve önümüzdeki yıl gösterime girmesi planlanan filmin oluşum sürecini ve içeriğini konuştuk.
• Bu filmi çekmeye nasıl karar verdiniz?
Yıllardır sözlü tarihe dayanan belgeseller çekiyorum. Batman’da görev yaparken bu konuyla ilgili de bir film yapmak istedim. Bir anlamda, Türkiye’de çok fazla bilinmeyen, konuşulmayan bir konuya pencere açmaya çalıştım. Türkiye’de ‘bilinmeyen’ çok fazla tarihsel olay var. Özellikle genç kuşaklar bunları öğrensin ki nasıl bir ülkede yaşadıklarının ve nasıl bir gelecek için hazırlanmaları gerektiğinin farkına varsınlar istiyorum. Yardımcım Ersoy Soydan, zaten yıllardır bölgede Ermeniler ve Süryaniler üzerine araştırmalar yapıyor. Buradan yola çıkarak oluşturduk belgeseli. Ermeni Tehciri yıllarında Süryanilere yapılan baskılar ve Süryani-Müslüman çatışmalarının yanı sıra, buradaki birkaç şeyhin Süryanileri koruma altına alıp mağaralarda saklamasını ve yüzlerce Süryani’yi bu şekilde yaşama döndürmesini izleyiciye aktarmaya çalışacağız.
• Çekimlere ne zaman başladınız?
Araştırma safhası epey uzun sürdü. Çekimlere Nisan ayında başladık, Kasım ayında bitirmeyi planlıyoruz ama yeni yeni alt başlıklar çıkıyor, bunları da değerlendirmek istiyoruz. Dolayısıyla çekim süreci biraz daha uzun sürebilir. Bölgede sayıları çok azalan Süryaniler hayatlarını Mardin ve Batman’ın köylerinde devam ettiriyorlar. Ekibimizle birlikte köyleri ziyaret ediyoruz ama doğal olarak insanlar önce çekiniyorlar, rahat konuşamıyorlar. Fakat sohbet ilerledikçe güveniyorlar, ve ondan sonra çekim yapabiliyoruz. Süryanilerle ve onları koruması altına alan şeyhlerin yakınlarıyla görüşmeler yapıyoruz. Yaşlı insanları bulup konuşmaya çalışıyoruz, çünkü tarihi en iyi onlar biliyorlar. Şöyle bir dezavantajımız var, çektiğimiz konu tarihi olarak belgelenmemiş, çok az tarihsel belge var.
• Neler anlatıyor görüşme yaptığınız insanlar?
Sürekli olarak, yaşadıkları korkudan bahsediyorlar. 1915’te çok sayıda insan hayatını kaybetmiş. Osmanlı Devleti’nin Ermeni Tehciri kararı ile Süryanilere de baskı uygulanmaya başlamış, köylere saldırılar başlamış. O dönemde sağ kalmayı başaran Süryanilerin çoğu 1960’lardan itibaren yurtdışına göç etmiş. Büyük sıkıntılar yaşamışlar, bize onları anlatıyorlar. Çatışma dönemlerinde kaçacak yer bulamamışlar, kendilerini savunmak için silahları da yokmuş.
• Filmin hazırlık sürecinde nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Olumlu ve olumsuz tepkiler var. Konu, milliyetçi kesimleri rahatsız ediyor. Fakat ortada bir gerçek var ve bunun açıklanması gerekiyor. Süryaniler tarihin ortaya çıkmasından hoşnutlar fakat çekiniyorlar da. “Bu konuyu gündeme getirmekle iyi etmedin” diyenler var. Tabii, bazı dar kafalı insanlara bu konuyu anlatmak zor oluyor. Tarihin olanca açıklığıyla yansıtılmasından memnun olanlar, “Osmanlı’nın, Türkiye’nin tarihinde bunlar da var; bunlar da bilinmeli, öğrenilmeli” diyorlar.
• Çekimlerde nasıl bir yol izlediniz?
İşe, Süryanileri koruması altına alan Şeyh Fethullah Efendi’nin torunuyla görüşerek başladık. Buradan yola çıkarak Süryani köylerinde dolaştık, oralarda epey bilgi topladık. Ersoy Soydan tarih araştırmalarını yaptı; birtakım tarihsel bilgilere ulaştık. Çekimler devam ederken bir yandan da konu hakkında araştırmaya devam ediyoruz. Şeyh Fethullah Efendi’nin torunu Sebahattin Hamidi çok uygar, açık kafalı bir insan; dedesi de böyle bir insanmış ki, yüzlerce insanın hayatını kurtarmış. Dedesini uzun uzun anlattı; onun bir barış insanı olduğundan, “çokkültürlü bölgelerde saygı olmadan yaşamın olamayacağından” söz etti. Bölgede Araplar, Kürtler, Süryaniler, Müslümanlar birlikte yaşıyorlar yüzlerce yıldır. Hamidi, bu barışı korumak için dedesinin çok büyük çabalar verdiğini ve bu yolda güven kazandığını anlattı.
• Kaç hikâye olacak belgeselde?
Şimdiye kadar beş köyde çekimler yaptık, çok sayıda insanın hikâyesini dinledik. Belgeselde olabildiğince fazla insanın hikâyesine yer vermeye, elimizden geldiğince çeşitliliği yansıtmaya çalışacağız. Gerisini ortaya çıkarmak da tarihçilerin işi.
‘FETHULLAH EFENDİ’Yİ SÜRYANİLER
‘AZİZ’ OLARAK KABUL EDİYOR’
Belgeselin koordinatörlüğünü yapan Ersoy Soydan, yaptığı araştırmaları şöyle anlatıyor: “Kayapınar köyünde Şeyh Fethullah Efendi isimli bir din adamının yaşadığını, bu kişinin birçok Süryani’yi kurtardığını öğrendik. Ermeni Tehciri’nde “Ortodoks Ermeniler dışında kimseye dokunulmayacak, sadece Ruslarla işbirliği yaptığı gerekçesiyle onlar tehcir edilecek” denmiş ama Diyarbakır Valisi Reşit Bey, bölgedeki tüm Hıristiyanlara uygulamış tehciri. Reşit Bey Hıristiyanları sürmek için ‘50’lik’ denen birlikler kurmuş. Yani gayet organize bir olay var ortada.”
Soydan, filmin adını ve Şeyh Fethullah Efendi’nin önemi hakkında ise şunları söylüyor: “Şeyh Fethullah Efendi’nin evi bugün olduğu gibi korunuyor. Süryaniler, Şeyh Fethullah’ı aziz olarak kabul ettikleri için, neredeyse tüm Süryanilerin evinde Hz. İsa’nın resminin yanında Şeyh Fethullah’ın da resmi var. Dünyanın çeşitli yerlerinden çok sayıda Süryani geliyor, Şeyh Fethullah’ın türbesini ziyaret edip dualar okuyorlar. Turabdin bölgesinde altı metropolitlik varmış, fakat şu anda ise sadece Midyat’ta var.”
......
Banneux'de Süryani Soykırım Anıtı Dikildi..4 Temmuz 2013
(Fransızca olarak ne dediğini bilmiyorum ama suçladığı kesin !- SB)
......
SÖZDE SÜRYANİ SOYKIRIMI
"Uluslararası 3. Ortadoğu Semineri" başlıklı haberde, "Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Çelik, 450-600 yılları arasında dünyanın en korkunç dinsel katliamlannın yapıldığını belirterek, 'Dönemin Süryani kaynaklarına baktığımızda, Türkler onlar için adeta Allah'ın bir lütfudurlar' dedi.
Mehmet Çelik, Fırat Üniversitesi'nde düzenlenen Uluslararası 3. Ortadoğu Semineri'ndeki 'Sözde Süryani Soykınmının Ayak Sesleri' adlı tebliğinde, Süryaniliğin bir ırk değil, mezhep olduğunu söyledi.
Çelik, 1914 -1915 yıllarında Ermeniler tehcir edilirken, bir kısmının Müslüman olduğunu, bir kısmının da Süryanilerin arasına karıştığını savundu.
Yurtdışındaki Ermenilerin, 'Biz, Hıristiyan olduğumuz için öldürüldük. Bakın Süryaniler de öldürüldü' söylemlerini güçlendirmek için Süryanilere baskı yaptıklarını ifade eden Prof. Dr. Mehmet Çelik, şunları kaydetti:
'Ermeniler, bunların içinden 20 yılda bir grubu kopardılar. İşte bu grup, Süryanilerin arasına kendisini karıştıran Ermeni kökenliler. Bunlar, cemaat arasında da bölünmeye neden olmuşlar'" şeklinde ifadeler yer almaktadır.
(Anadolu Ajansı, 02 Kasım 2006).
Bülent Özdemir: “Süryani Soykırımı diye birşey yok”
TTK Süryani Araştırmaları Masası Başkanı Doç. Dr. Bülent Özdemir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, sözde Ermeni soykırımı iddiaları gibi son yıllarda yoğunluk kazanan I. Dünya Savaşı yıllarında Süryanilerin de soykırıma uğratıldıkları iddialarının gerçek dışı olduğunu söyledi.
Bu konuda hazırladıkları bir kitap bulunduğunu da belirten Özdemir, hazırlık aşamasındaki kitabın, Osmanlı arşiv belgelerinden çok, yabancı arşiv belgelerine dayandırıldığını ve daha inandırıcı ve ikna edici özelliği bulunduğunu ifade etti. Özdemir, kitabı hazırlarken yurt dışında çok sayıda ülkenin arşivlerinden istifade ettiklerini belirterek, şöyle devam etti: ‘Kasım 2004′de İngiltere Milli Arşivinde dört aylık çalışma ve sonra da Mayıs 2005′te ABD Milli Arşivinde üç aylık çalışma gerçekleştirildi.
İngiltere ve ABD milli arşivlerinde yaptığımız arşiv çalışmalarından çıkan sonuç şudur: Ne Osmanlı Devleti ne de dolaylı olarak bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti, I. Dünya Savaşı yıllarında Süryanilere soykırım uygulandığı iddialarıyla suçlanamaz. Bu konuda yabancı arşiv belgeleri Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. Sözde Ermeni soykırım iddialarıyla kıyaslandığında Süryaniler ile ilgili iddialar konusunda Türkiye’nin hiçbir sıkıntısı söz konusu değildir.
Paris Barış Konferansına Süryaniler tarafından kendi tezlerinin de görüşülmesi isteğiyle sunulan dilekçelerde açık şekilde savaşın başında Osmanlı Devletine savaş ilan ettiklerini ve sonrasında önce Rusya ile sonra da İngiltere ile birlikte Osmanlı Devletine karşı savaştıklarını ve binlerce kayıp verdiklerini ifade etmektedirler. Savaşta taraf olmuşlar ve savaş kuralları içinde bir mücadele gerçekleşmiştir. Bu noktada Wigram’ın kitabına koyduğu başlık durumu açıkça ifade etmektedir: ‘Our Smallest Ally’ (en küçük müttefikimiz).’
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Süryanilerin, Rusya başta olmak üzere Fransa ve İngiltere tarafından Osmanlı devletine karşı ‘Truva Atı’ olarak görüldüğünü de anımsatan Özdemir, sözlerini şöyle tamamladı: ‘Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Süryaniler de bazı devletler tarafından kullanılmıştır. Her ne kadar bazı tarihçiler tarafından, Süryanilerin I. Dünya Savaşı’nda çektikleri acıların gerçek sorumlularının, başta Rusya olmak üzere İtilaf Devletlerinin bölgedeki yanlış politikaları ve Süryanilere verdikleri sözleri tutmamaları olduğu vurgulanmakta ise de bugün Türkiye’ye yönelik Süryanilere soykırım yapıldığı iddiaları politik amaçlarla yapılmakta ve tarihi hakikatlere uymamaktadır.
Özellikle, savaş sonrasında değişik nedenlerle Amerika, Avustralya ve Batı Avrupa ülkelerine göç etmiş ve kimliklerini korumak amacıyla örgütlenerek bir diaspora oluşturmuş olan Süryaniler için soykırım iddiaları, Ermeni diasporasında olduğu gibi bir varlık ve kimlik sorunu haline gelmiştir.’
Özdemir, Erciyes Üniversitesi Tarih ve Kültür Kulübü tarafından organize edilen ‘Sözde Soykırım İddialarından Terör Tehdidine Türkiye Süryanileri Üzerinde Oynanan Oyunlar’ konulu konferansta öğrencilerin konuyla ilgili sorularını da cevaplandırdı.
Geçtiğimiz eylül ayında Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi’nde, Hollandalı Hıristiyan Demokrat Parlamenter Camiel Eurlings’in hazırladığı Türkiye Raporu’nun taslak metninde sözde Ermeni soykırımının yanı sıra, Türkiye’nin sözde Rum-Pontus ve Süryani soykırımlarını da kabul etmesi gerektiği iddiaları ilk defa Türkiye’nin karşısına çıkmıştı.
ANADOLU AJANSI
LALE ŞIVGIN HAKLIYMIŞ
__________TÜRK DÜŞMANLIĞI DEVAM EDİYOR_________