Translate

gazete etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gazete etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ağustos 2013 Cuma

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI






30 AĞUSTOS ZAFERİMİZ


İşte bir tarih ki tarhite daima yeri olacaktır.

Çünkü,Tarhin akışını çevirmiş, Tarihte bir devri kapayıp başka bir devir açmıştır.

Bu yeni devir, Türkiye'nin kurtuluşu ve Türk inkılabile başlıyan devirdir ki bütün şark memleketlerinde , her gün akislerini görüyoruz.

Türkiye'deki milliyetperverlik ve yenilik hamlesi, Türkiye'nin içtimai hayatında görülen bütün değişiklikler, şark memleketlerinin hepsinde taklid ve takib edilmiş ve Atatürk'ün inkılabı bütün şarkı aydınlatan bir güneş olmuştur.

Bu güneş ise, 30 Ağustos akşamı Türk süngülerinden doğmuştur. 30 Ağustos'un büyüklüğünü anlamak için, onu olmamış, Dumlupınar zaferini kazanılmamış addederek bir lahza düşünmek kafidir ; 30 Ağustos olmasaydı, başta Türkiye olmak üzere, bütün şark karanlık bir gecenin kabusu altında kimbilir, daha ne kadar zaman ezilecekti.

Onun için, bugün kutladığımız Zafer Bayramı, sadece sevkulceyş ve tabiyenin zaferi değil, yeni bir devrin zaferidir.

O gün hak, haksızlığa, milliyetperverlik emperyalizme, inkılab istibdada , aydınlık karanlığa, yenilik eskiliğe galebe çalmıştır.

30 Ağustos'u kutlarken bizi bu ulu zafere kavuşturan dahi Bakumandanla kahraman ordumuza bir daha şükranlarımızı sunar ve vatan uğrunda can veren mübarek şehidlerimizi derin hürmetle anarız.


Cumhuriyet Gazetesi 30.Ağustos.1936- pdf




______________30 AĞUSTOS_______________



Milletimizin, İstiklal Savaşımızı taçlıyan 30 Ağustos Zaferinin yıldönümü münasebetile dün bütün ülke ölçüsünde yaptığı şenlilerin anlamı üstünde bir parçacık durmak istiyoruz.

Ondört yol önceye aid bir hadisenin her yıldönümünde Türk milleti niçin ta bu kadar içten gelen ürpermeler gösteriyor?

Her yıl taptaze tekerrür eden bu heyecan dolu şenliklerle bu millet neyi ve neleri ifade etmek istiyor?

Hatıradaki bu kuvvetli hayatiyet kabiliyeti nerelerden ileri gelmekte ve nereler ulaşmak istemektedir?...

Bu sualler bir kerecik olsun tahlile değmez. Çünkü onların cevablarında herkesin her zaman kolayca aklıma gelivermiyen bir hakikat gizlidir. O da şudur:

Herhangi bir millet iyi bir hatırasını kendi hislerinin bütün kuvvetile kutladığı zaman zahirde onun gözleri maziye dönmüş sanılır. Halbuki hakikat böyle değildir.

Hislerinin bütün kuvvetile mazisi üzerinde toplanan bir millet, gözlerinin bütün kuvvetle istikbaline teveccüh etmiş bulunur. Mazinin tes'idi kendisinde istikbalin temini kaygısını ve hatta azmini taşır. Geçmişin herhangi birr 30 Ağustos'unda yapılmış fevkalade bir işin hatırası üzerinde duruş, istikbalin binbir 30 Ağustos'unda onun on misli, yüz misli, bin misli daha büyük işler başarmak azim ve kararında bulunuşun ifadesidir.

Dille açığa vurulmayan bu ifade kalblerin en derin yerlerinde böylece köklüdür. Kendi mazisinin iyiylikleri kötülükleri üstünde durmasını bilen millete uzun istikballer mevuddur : Uzun ve herhalde daha iyi istikballer.

30 Ağustos 1922'nin ve Türk kurtuluşunun büyük yapıcısı Atatürk ondan sonra Türk milletine armağan ettiği yüksek kıymetli inkılablar içinde Türk tarihi üzerinde de şaheser sayarak sımsıkı sarılacağımız bir şehrah açtı : Türk milletinin mazisi tarihin kaydine yetişemediği ezeli bir başlangıcındanberi bütün dünyanın medeniyetine kaynak olacak bir deniz gibi çoşmuş ve taşmıştır.

Mazisi ezele müntehi bu kadar büyük bir milletin istikbali ebede müntehi olacağında asla şüphe caiz değildir.

Milletler için iki zaman vardır: Mazi ve İstikbal
Hal, mazi ile istikbal arasında gayrimunkasim ve binaenaleyh zaptolunmaz bir anın adıdır. O mütemadiyen mazi olmağa doğru akan istikbalin çok seyyal bir parçacığından ibarettir.

İmdi milletlerin hayatları hep mazilerinden yoğurulur ve mütemadiyen istikballerinde inkişaf eder. İşte hayatımızın bu tabii ve esaslı iki unsurunun sevki ve tahriki altındadır ki ikide bir mazilerimize dönerek istikballerimizi takviye etmiş oluruz.

Size yakın bir tarihimizin kısa hikayesinde milli hadiselerin inkişaflarındaki garabetlerden bir misal vermiş olalım ; Oldumolasıya Türk olan Anadolu'da Selçuilerin inhilal devrini hatırlayalım. Selçuk devletinin yanıbaşında adı imparatorluk olan Bizans dahi harablığa yüz tutmuş koca bir kaşaneye benziyordu değil mi? 

İşte tarihin bu devrinde Türklüğün Sakarya kıyılarında taazzuv eden bir cilvesi az zamanda Selçukilerden başka Bizansın da yerine kaim olan koskocaman bir imparatorluğa istihale edivermişti.

Adına Osmanlı İmparatorluğu denilen bu yeni Türk devletinin büyük bir med halinde ta Viyanalara, Umman denizlerine kadar yayıldıktan sonra büyük ve bati bir cezir halinde çekile çekile onu tekrar Sakarya kıyılarında müdafaa etmeğe mecburiyet elverdi. Vaziyeti kurtaran yeni müdafaanın yeni bir devlet kurmağa gittiği hakikati üzerine bir balmumu yapıştırabilirsiniz !

Yeni devlet işe inhilal emareleri içinde Sakarya'ya kadar dönmüş olan eskisinin bütün hatalarını tashih ederek başlamıştır, öyle de gidiyor.

Varlık olarak millet kendi mazisinin iyi taraflarından kuvvet, fena taraflarındansa sadece ibret alır. Ve zaten her millet kendi mazisinin kuvvetli ve ibretli taraflarının bir muhasalası olarak yaşar, yürür gider.

İmdi dün bütün ülkede 30 Ağustos kutlayan milli heyecanların bizi daha parlak istikballere sevkeden manalarını daha iyi anlamış olduğumuzu sanırız.

Kısaca bir daha tekrar edebilir : Kendi varlığına kuvvetle bağlı ve onu iyiden iyiye anlamış bir milleti mahvedecek kuvvet dünyada değil, kainatta ve tabiatte dahi yoktur, burası bir.

Bir de mazisini çok iyi bilen ve onun kuvvetli tarafından istifade ile beraber ibret alınacak zayıf ve bozuk taraflarını tashih etmeği takdir eyliyen milletin istikbalindeki parlaklığa ölçü, uç ve bucak yoktur, burası da iki.

Bize bu yeni devrin perdelerini açan Atatürk güneşi önünde hürmetle ve şükranla eğilirken, hangi hakikatlere istinad ettiğimizi artık pek iyi biliyoruz.


Yunus Nadi
Cumhuriyet Gazetesi 31.Ağustos.1936- pdf




EK:
TBMM Tutanağı: Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun: pdf







30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN


























30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI



30 AĞUSTOS'UN GÜNÜMÜZDEKI ANLAMI


Tarihte pek az savaş 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi kadar önemli sonuçlar doğurmuştur. 

Orada yenilen sadece Yunan Orduları değil, aynı zamanda 1.Dünya Savaşı'nın tüm galip ve mağrur ülkeleridir. Bu savaşın Anadolu açısından önemiyse, Batı'nın bu topraklar üzerinde kurmak istediği kukla birer devleti; Kürdistan ve Ermenistan'ı kurma hayallerini Ege'nin sularına gömen savaş olmasıdır.

Bu savaşın sonunda Yunanistan'da hükümet istifa etmiş, hezimete uğrayan Yunan ordusundan arta kalıp ülkelerine dönebilenler Atina'da darbe yapmışlar ve yönetime "Albaylar Cuntası" el koymuş, bu maceraya karar verip Yunan ulusunun onurunu dünya önünde kırdıkları suçlamasıyla harekâta katılan komutanlar ve hükümet üyeleri, Başbakan Gunaris dahil, kurşuna dizilmiştir.

Bu savaşın sonunda İngiltere'de hükümet istifa edecek, Başbakan Lloyd George İşçi Partisi'nin hesap sorması üzerine, bu mağlubiyetten İngiltere olarak kendi payına düşen sorumluluğu kabul edip Parlamento'ya istifasını sunarken yaptığı konuşmada ; 

"...Yüzyıllar nadiren dâhi yetiştirirler. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. Yüzyılda bu dâhi, Türkiye'den çıktı. Mustafa Kemal'i yenemedik..." diyecektir.

Bu savaşın sonunda gelen zafer Sevr'e giden yolu tıkayacak, Lozan yolunu açacak, böylece emperyalist Batı'nın Anadolu topraklarında kurmayı planladığı birer kukla devlet, Kürdistan ve Ermenistan hayali binlerce şehidin kanı pahasına tarihe gömülecektir. Süngüyle çizdiğimiz sınırlarımız içindeki bugünkü birliğimizin bedeli işte o günkü şehitlerimizin kanı; gazilerimizin gayreti, vatan sevgisi, iman gücü; milletimizin bağımsızlık aşkıdır.

Bu sonuç elbette kolayına alınmamıştır. Düşman önce Sakarya'da durdurulmuş ama topyekûn seferber olan millet bu esnada da varını yoğunu tüketmiştir. 

Yunanlıların 16.000'i ölü olmak üzere toplam 46.000 zayiatına karşı, Türk ordusu, şehit ve yaralı olarak Sakarya'da 26.000 zayiat vermiştir. 

Birlik mevcutlarına göre er zayiat oranı %35-40, subay zayiat oranı ise % 70-80 arasında olmuştur. 

O yüzden Sakarya Savaşı'na "Subay Savaşı" denir. O nedenle de mağlup olan Yunan ordusunun geri çekilmesine engel olunamamış, bu bile TBMM'nde eleştiri konusu yapılmıştır.

Oysa Sakarya cephesinde işlerin kritik bir noktaya gitmesi üzerine Meclis tarafından ordunun başına geçmesi istenildiğinde Mustafa Kemal , "geçerim ama Meclis yetkisi" isterim demişti ve büyük tepki görmüştü. 

Bu yetkiyi alırsa, yazdığı her metin "yasa" hükmünde olacak ve derhal uygulanacaktı. 

Çünkü bir var olma-yok olma savaşı yönetecekti. Meclis'ten her defasında onay beklemeye vakti olmayabilirdi. Milletvekilleri ise "... Ya çıkaracağı bir yasayla diktatörlüğünü ilan ederse !.." diye endişe ediyorlardı. 

Sonunda her üç ayda bir yeniden oylamak şartıyla, bu yetkiyi verdiler. 

O nasıl bir diktatördü ki, Meclis onunla pazarlık yapabiliyordu? Tarihte hangi diktatör, Meclis kararlarına saygı göstermiştir? Zaten, bir başka kurumun iradesine boyun eğiyorsa, ona nasıl diktatör denebilir ki?

Mustafa Kemal bu yasaları oturdu, yazdı... 

Bu yasalara "Tekâlifi Milliye" (Ulusal Yükümlülük) yasaları denir ve 10 tanedir.

"Ya başımıza diktatör olursa!..." diye çekinilen Mustafa Kemal'in kaleme aldığı ilk yasa şudur:

" Nüfusu 10.000 olan yerleşim birimlerindeki her hane birer kat iç çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Tekâlifi Milliye Komisyonu'na (Ulusal Vergi Kurulu) verecektir".

Başkomutan böyle bir yasayı çıkarmak zorundadır çünkü Sakarya'daki Mehmetçiğin ayağında çarığı yoktu. 

Ama sarsılmaz bir iman gücü, inanılmaz bir vatan sevgisi, sınırsız bir bayrak saygısı , çağlardan beri geleneksel olarak hep vardı. 

Şimdi ise hedef uzundu, hedef yamandı, hedef Akdeniz'di. (Ege Denizine o günlerde Akdeniz deniliyordu - yazı için tıklayın) Mehmetçik sağlam bir çarığı hak ediyordu.

Orduyu ve milleti tam bir yıl nihaî zafer için seferber eder ve hazırlar. Zamanı gelince de Meclis'e bile haber vermeden gizlice cepheye gider. Son hazırlıklar Şuhut'ta son bir kez bir daha gözden geçirilir.

Nihayet 25 Ağustos Cuma günü gece yarısı Meclis 2. Başkanı Rauf Bey'e telgraf çeker : 

" Rauf Bey, derhal Meclis'i toplantıya çağırınız ve bildiriniz. Ordularımız yarın sabah 05.30'dan itibaren taarruza kalkıyor. Allah yardımcımız olsun, ordularımızı muzaffer kılsın!.."

O andan itibaren Anadolu'nun tüm Dünya ile iletişimi kesilir, bütün telsiz ve telefon hatları kapatılır. Artık hesap günüdür ve bir dış müdahalenin önüne geçilmesi için her tedbir alınmıştır.

Topçu atışıyla başlayan taarruz yıldırım gibi gelişir. Fahrettin Altay Paşa'nın 5000 kişilik Süvari Kolordusu (5. Kolordu) Ahır Dağı'nı dolaşıp çevirme hareketini başarıyla gerçekleştirirken, geri kalan 192.000 kişilik ordunun tamamı piyadedir, yani koşar. 

Elinde süngü, sırtında 17 kilo yük, vuruşa vuruşa koşar. Ölümün üstüne gözünü kırpmadan koşar. Afyon -İzmir arası kuş uçuşu 400 km.dir. Karadan ve muharebe sahasının engebeleri dikkate alınırsa, 560 km. 

Ordu bu mesafeyi 10 günde koşar. 

Mehmetçik belli ki her gün bir maraton koşar ve on günde de ardı ardına on maraton...

Nasıl mı koşar? Elbette koşar, çünkü bilir ki, Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal de en ön saflarda ve ateş hattının içindedir. Ordu'yu Dumlupınar'da Zafer Tepe'den yönetmektedir.





Savaşın en sıkışık bir anında 57. Tümenin hedefine ulaşamadığını görmüştür. Telefona sarılır. Tümen Komutanı Yb. Reşat (Çiğiltepe) Bey karşısındadır.

-Reşat Bey, henüz hedefinize ulaşamadınız. Bu durum harekâtı yavaşlatıyor ve riske sokuyor.

-Yarım saat sonra hedefimize ulaşmış olacağız Paşam.

Aradan yarım saat geçmiş ama Çiğiltepe düşmemiştir. Son derecede sarp olan bu tepeyi bir Yunan Makineli tüfek birliği savunmaktadır. Paşa yeniden telefondadır. Karşısına Tümen Komutanının Emir Subayı çıkar: 

"Paşam, Tümen Komutanım az önce intihar etti. Size bir not bıraktı. Okuyorum: 

Notta yazılan kısacık bir cümledir: 

" Yarım saat dedim, size söz verdim. Sözümde duramadım. Artık yaşayamam." 

Oysa çok kısa bir süre sonra tepe düşecektir. Yarbay Reşat Bey'in rütbesi Albaylığa yükseltilecek ve ilerde de bu şehit düştüğü tepenin adı, soyadı olarak kendisine verilecektir.

İşte ER'inden SUBAY'ına " Kemal'in Askerleri " böylesine cesur, böylesine kahramandırlar ve Mustafa Kemal'e dün de, bugün de , yarın da böylesine ölümüne bağlıdırlar. 

O bağlılık bize bu coğrafyayı Vatan kıldı. Üzerinde, onurla, gururla, başımız dik yaşayalım diye.

Didişelim diye değil... Bunun kıymetini bilelim.

Zafer Bayramı hepimize kutlu olsun... Çünkü o zafer hepimizin.

Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç, 
Maltepe Üniversitesi
akademipolitik'ten alıntıdır.






İnatla dayandı düşman
Yerden bitercesine çoğala, çoğala,
Mermiyle vur,
Dipçikle vur,
Tükenmez gâvur oğlu gâvur.
N’edersin alamadık Çiğiltepe’yi,
Şehit verdik
Yiğit Reşat Beyi,
Tövbe ettik yaşamaya…
Daha gidecek can varmış helâlinden,
Kader bu ya…
Gün ışığında karardı benzimiz
Vıcık vıcık gömleğimiz
Kan akar her damardan.
Sonunda
Söktük hepsini topraktan
Yalın ellerimizle,
Göz yaşımızda parladı Çiğiltepe,
Bir nur…
İnanmıştık: Şehitler ile
Mustafa Kemal Paşa
Bizi korur…

Cenab Ozankan















HARP SAN'ATI BAKIMINDAN PARLAK BİR ŞAHESERDİR !











***



30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI














ZAFER VE TAYYARE BAYRAMLARI DÜN YURDUN HER TARAFINDA ÇOŞKUN ŞENLİKLERLE KUTLANDI


Dün şehrimizde askeri geçid resmi ve fener alayı yapıldı ; Halkevindeki gece çok güzel oldu.

Dün Ankara en heyecanlı günlerinden birini daha yaşadı. Dün en büyük zaferimizin 14üncü yıldönümünü kutlamak için Ankara halkı erkenden gençlik parkı yerini ve etrafındaki yolları kaplamıştı.

Ankaralıların bugün vesilesiyle orduya karşı besledikleri sarsılmaz eşsiz saygı ve sevginin tezahürlerine daha ordu merasimdeki yerini almağa giderken geçid resmine başlamadan çok evvel şahid olduk.

Bütün halk , bütün gençlik , yaşlı ve çocuk bütün Ankara halkı en büyük bayram gününe layik bir kıyafet, en büyük bayram gününe yaraşır bir sevinç içinde idi.

Şehir, şafakla beraber donanmıştı. Bütün evlerden fecrin ufkunu kıskandıran bir renk güzelliği taşıyordu.

Saat 10:30 da ordu ve halk yerini almış , bütün halk bugünün 14 yıl evvelki safhalarını ve her zaman sürecek mana ve şümulünü tazeliyecek söylevlerden sonra kahraman orduyu kütle halinde bir daha yakından görmeyi bekiyordu.

Ordu bandosunun çaldığı İstiklal Marşı büyük bir huşuğ ile dinlendi. Genç zabit Sabahaddin Doras, meydanın ortasında top arabı üstünde, bütün kalabalığın dinlemesini temin eden radyo önünde merasimin ilk söylevini verdi.

Genç Zabit bu söylevinde büyük zaferin cihan mikyasında mana ve şümulüne işaret etti. O günün dünya ve Türkiye manzarasını çizdi.
(Bingazi, Anafartalar, Yıldırım Orduları kahramanının nasıl zamanında başa geçtiğini) anlattı.

Bugünkü Türkiyenin 30 Ağustos'un öz malı olduğun, o günden bugüne kadar kazanılan her yenilik ve ilerleyişin öz kaynağı 30 Ağustos olduğunu tebarüz ettirdi. Bizi zaferden zafere kavuşturan şehit ve gazileri ve bütün zaferlerin başında olan Atatürk'ü derin saygılar ve çözülmez bağlılıklarla andı.

Genç Zabitin alkışlanan bu söylevinden sonra Türk Tayyare Kurumu adına kürsüye şıkan candan inkilab şairi Behçet Kemal Çağlar halka şöyle hitab etti : 

"Ne mutlu Türk milletine; Atatürk gibi atası var; ne mutlu Atatürk'e ; Türk milleti gibi milleti var. Atatürk eşsiz...Türk esşiz....

bu zafer , ne Atatürksüz başarılabilirdi, fakat ne de Mehmetçiksiz... Ve bizler, boynuna kadar ilikli esvablılar, boynuna kadar iliksiz esvablılar, fark ancak bu kadar... Ruhumuzla, kanımızla, duygumuzla birer yaşayan Mehmetçiğiz....

Dumlupınarsız kalan istiklal sakat yarı...
Dumlupınarlar millet yapacak yığınları...
Sen nasıl ulaştınsa ilk Akdeniz'e...
Ve nasıl getirdinse dünyayı orda dize...
Şehit asker ! Bizde de aynı hamle, aynı hız...
Sana layik bir vatan yapmak davasındayız...
Baş kumandan, 17 milyon onun askeri...
Hedef, medeniyetin ön safıdır ileri !...
Dumlupınarlardayız biz bu gün de , yarın da,
Yaşıyan Mehmetçiğiz davanın saflarında.

Behçet Kemal alkışla kesilen bu mısradan sonra sözüne şöyle devam eetti.

"Ben bu yersiz edebiyat tabirini kaldırmak istiyorum: Niçin Mehmedcik ? Mehmed !

Ne demek bu tasgir edatı !

Yemen'de, Galiçya'da ölürken belki; Dumlupınar'da ana yurdu uğrunda seve seve ölen Türk yiğitine, acır gibi bu isim nedir ?

Ona acımak hangi faninin haddine düşmüş? Eğer ona layık olmaya uğraşmıyanlarımız varsa o , onlara acısın!

Güneşe hiç güneşçik diyor muyuz? Tanrı diyoruz, tanrıcık değil !

Öyle ise Mehmedcik değil Mehmed...Tanrının (anlaşılmıyor) dikilmiş etten, kemikten ve ruhtan heykeli Mehmed !

Dumlupınarı yaratan Mehmed !

Selam sana, saygı sana !

İnandılar, döğüştüler, öldüler ; bıraktıkları emanetin bekçileriyiz !

Bu benim cümlem değil, bu milletin cümlesi !

Bu sözümüzü her zaman anmalı, her fırsatta yerine getirmeliyiz !

Böyle ordusu olan bir millete karada ölüm yok ! Göke bakalım ! Göklerimizin emniyetini unutmayalım ! Yurd korunması uğrunda alacağımız tedbirlerin en mühimi üzerinde duralım : Tayyare !

Ya köstebek gibi sürüneceğiz ! Ya Kartal gibi kanatlanacağız !

Yerde arslan olana gökte kartal olmak mukadder; fakat ona kanad vermek gerek !

Ankara sizleri bağrına basıyor Mehmedlerin anası ! Mehmedlerin oğulları ! Sizlerden babalarınızın kalbi ve ruhu gibi ruhu, kalbi kadar kafası da eşsiz Mehmedler yaratmak yolundayız !...

Bakın sizlere imreniyoruz : Ah bir Mehmed olamadım, bari Mehmedin kardeşi, bari Mehmedin oğlu olaydım! diyoruz !

Ve Dünya milletllerinin bütün harb ölülerinin ruhlarına başlarını eğmişler, saygıyla, gıbtayla Mehmedin mezarı başındalar :

Öldü- diyorlar- bari bu kadar şerefli bu kadar insanca bir maksad için ölebilseydik !

Türk Ordusu ! Dünyanın en önemli yeri boğazları beklemeye bütün dünyaca yegane layık görülen, emin görülen ordu! Senin çehrendeki ve eserindeki rengi bayrağımız ve toprağımız kadar seviyoruz! "

Bu inanılır ve ateşli sözlerden sonra halktan biri heyecanını yenemiyen bir çokunlukla söz aldı ve milletin orduya, en büyüğe şükranlarını sundu.

Tümkomutan General Kemal Gökçe daha kürsiye gelirken halkın çoşkun alkışları ile karşılandı. Sayın general şu vakur ve veciz söylevi verdi:

"Yüce Ulusum !

Büyük zaferinin 14.yıldönümünü en büyüğümüz başımızda gene ve büyük sevinçler içinde karşılıyoruz.

Zaferin kutlu olsun ! Yüce Türk ulusu !

Seni tanımadan seni saymadan, bir vakitler , senin başına geçerek seni idareye kalkışmış olan düşkünler senin yüksek onurunla oynamış, 18 yıl önce, yurd kapılarını, düşmanlara açık bırakarak seni yoksul, utanık bir duruma sokmuşlardı.

Ezdirilmiş türk ulusu parçalanmış, hiyanet edilmiş Türk vatanı her taraftan gelen türlü saldırımlarla yanıp tutuşarak büyük kurtarıcısını bekliyordu.

Bu bekleme çok sürmedi. Yurdun ve arıkan Türk ulusunun içinden bir güneş parladı, ulusun cesaretini, azmini, iradesini, özverisini kendinde toplamış ulusal Türk kahramanı ATATÜRK gööründü. Yaralı yurdunun sahibsiz ulusunun başına geçti.

Artık ordular hazırlanıyor, yurdun her yönü kan ve ateş selleri içinde çalkanıyordu:

Özgenlik ve Erkinlik savaşı başlamıştı.

İnönünde, Kütahya ve Eskişehirde, Sakaryada yapılan kanlı ve çetin savaşlarda başta kurtarıcı Başbuğu olduğu halde Türk ordusu yıllarca yoksulluklar içinde çalıştı. İç ve Dış düşmanlarla yiğitçe döğüştü, öldü ve öldürüldü.

Sakarya savaşı ile düşman, savleti en yüksek haddini bulmuştu. Sakaryada Türk'ün yendiği düşman üstünlüğü Türk saldırışına başlangıç oldu. Sakarya'dan sonra düşman artık Türk'ün kuvvetini denemiş ve kendini koruma çarelerine baş vurmaya koyulmuştu.

Sakaryadan sonra düşman tam bir yıl her taraftan yardımlar alarak direnmek ve dayanabilmek için hazırlandı. Fakat bütün bu hazırlıklar Türk'ün yenilmez, başbuğunun dehası, Türk'ün bükülmez pazusu karşısında faydasız kaldı.

Sakaryadan bir yıl sonra 26 Ağustos 1922 de başlıyan büyük Türk taarruzu dört gün dört gece sürdü. Biribiri ardınca yarılan ve çökertilen düşman mevzileri yer yer Türk süngüsünün ve Türk pazusunun kuvvetini haykırıyor, nihayet 30 Ağustos 1922 de düşman ordusunun Dumlupınar'da dört yandan sarılarak yenilmesi ve esir edilmesi yüce Başbuğunda toplanmış olan Türk genisini bütün medeniyet dünyasına ilan ediyordu.

Tarihlerde eşi görülmemiş bu zafer 14 yıl önce bugün kazanıldı. Ve kazanılan bu zafer yurdu kurtardı. Ulusu istiklaline kavuşturdu.

Kara günleri aydınlatan, acıları dindiren, yurdu ve ulusu kurtaran ey Büyük Kurtarıcı, Türk'ün baştacı ATATÜRK !

Zafer sana ve senin merd ve asil ulusuna yaraşır. Çünkü sen yurda zaferler yaratan ve ulusu yarattığın binbir zafer yollarında durmadan yürütensin.

Sen yaşa ey Türk'ün bezersiz kahramanı. Yurdunla, sana yürekten bağlı, senden asla ayrılmaz ulusunla yaşa !

Sayın dinleyiciler !

Erkinlik savaşında yüce başbuğun gösterdiği yolu tutarak nasıl zafere erdi isek, savaştan sonra Kurtarıcı Önderin buyurduğu yönü tutarak nasıl amacımıza vardı isek ; onun yurt ve ulus için durmadan dinlenmeden işliyen genisi sayseinde deniz kapılarımıza hakim olarak erkinliğimizi nasıl tamamladıysak bundan sonra da gene ve hiç düşünmeden ulu ATATÜRK'ün aydınlattığı yoldan ve onun arkasından içten bir inan ve özveriyle yürüyeceğiz.

Yaşasın büyük yaratıcı ATATÜRK!
Yaşasın yurdumuz ve ulusumuz!
Yaşasın Türk Cumurluğu!

Çok alkışlanan bu değerlli söylevi kahraman ordunun geçid resmi, takib etti. Canlı bir çelik akını halinde, tunç yüzlerinde ana yurdun güneş ve toprak rengi, geçen askerlerin her kıtası ayrı ayrı ve uzun uzun alkışlandı. O sırada tayyarelerin gürültüsü gökleri dolduruyor, halk bir taraftan onları alkışlarken bir taraftan da konfetiler halinde serptikleri Türk Hava Kurumunun kağıdlarını taşıyordu.

Bu sırada sayın tayyarecimiz Vecihinin tayyaresine bağlı gençlerden Tevfik ve Feridi taşıyan iki ve Türk Hava Kurumu uzmanının tayyaresine bağlı. Mehmedin planörü saha üstünde muvaffakiyetli uçuşlar yaptılar ve kurumun değerli ve nizamlı çalışmalarla yetiştirdiği paraşütçü gençlerden Yıldız, Hikmet, Rüstem ve Hüseyin, hocaları Abdürrahmanın idaresinde paraşütle atlama tevrübelerini meydanlarda ve yollardaki binlerce halkın gözlerini dakikalarca göke çeken bir muvaffakıyetle başardılar.



HALKEVİNDE

Ankara halkevinin 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlamak için hazırlamış olduğu programa saat 8:30 da İStiklal Marşıyla başlandı.

Değerli subaylarımızdan kurmay yüzbaşı Sadeddin Özoğul geceyi açarak 30 Ağustos'un askeri, tarihi, siysi ehemiyetini tebarüz ettirerek değerli bir konferans yaparak bu Türk'ü yaşatan ve yaşatacak olan zaferin portresini çizdi ve bu zaferin bir millete karşı değil, bütün bir dünyaya karşı kazanılmış en büyük zafer olduğunu göz önüne koydu. Konferansı şiddetli alkışlarla kesilen değerli yüzbaşı sözlerine devam ederek bu zaferi yaratan meydan muharebesinin muasır hayata, muasır harb usullerine bir örnek olduğunu tebarüz ettirdi ve bugünkü varlığımızın, gelecek varlıkların hep bu zaferin eseri ve verimi olduğunu ileri sürdü.

B.Sadeddin alkışlar arasında sözlerini bitirirken Atatürk'ün şu sözünü tekrarladı : 

" Ne mutlu bugüne ! Ne mutlu Türküm diyene!"

Bundan sonra çok ince ve değerli şairimiz Münür Müeyyed Bekman "bu günlere" adlı şiirini heyecan dolu bir eda ile okudu ve şiddetle alkışlandı. Münür Müeyyed Bekman'dan sonra genç ve ateşli sanatkar Kamuran Bozkır bugün için yeni yazdığı "ben istiyorum ki..." adlı şiirini yürekden gelen bir heyecanla okudu. Halk tarafından şiddetle alkışlandı. Aziz Eryalaz da "Dulupınar" isimli bir şiirini kendine has bir tarzda okuyarak alkışlandı.

Şiirlerinden sonra Nevşehirli saz şairleri Tahsin ve İdris birçok halk türküleri çaldılar, tekrar tekrar sahneye getirilerek alkışlandılar. "Eşmekaya" , "Emine" , "Aygelin" türküleri halkı fazla ilgilendirdi çok alkışlandı. Saz şairlerinin konserinden sonra İstiklal piyesi temsil olundu. Temsilde rol almış bulunan arkadaşların hepsi de rollerinde en iyi bir artist kadar muvaffak oldular. Sonra inkılabın muhtelif sahnelerini canlandıran filmler gösterildi. Gece halkın neşesine ve şuurlu inanına bir örnek olarak bitti.

Halkevinde 30 Ağustos'un kutlanması bu akşam ve yarın akşam da devam edecektir.



İSTANBULDA

İstanbul, 30 (A.A.) - Türk ordusunun, büyük başkumandanun eşsiz sevk ve idaresi altında yurdu, ebediyen kurtardığı 30 Ağustos günü bütün İstanbul halkı tarafından en candan tezahürler ve nümayişlerle kutlanmaktadır.

Şehrin her tarafı donanmış ,taklar ve bayraklarla süslenmiştir. Bütün sokaklar orduyu candan alkışlıyan halk ile doludur.

Saat sekizden itibaren İstanbul kumandanlığında , kumandan tarafından tebrikler kabul edilmiş ve 10.45 de Bayazıd meydanında askeri kıtaların, mekteplerin ve sivil kurumların iştirakiyle büyük bir geçid resmi yapılmıştır. Geçid resminden önce genç bir subayın İstiklal harbi hakkındaki ntukuna kumandan bir nutukla mukabele etmiştir.

Geçid resmine iştirak eden kıta ve heyetler şehrin ana caddelerinden geçerek Taksim'e gitmişler ve Cumhuriyet abidesine çelenkler koymuşlardır. Tayyarelerimiz bu tezahürlere uçuşlariyle iştirak etmişlerdir.

Gece fener alayları ve şehrin muhtelif yerlerinde tezahürat yapılmıştır.




ULUS Gazetesi
31 Ağustos 1936 - pdf





_____30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN____




***