2. DÜNYA SAVAŞINDA YUNANİSTAN BÜYÜK AÇLIK
ÇEKERKEN ,YARDIMDA BULUNMUŞTU.
İkinci Dünya Savaşı, Avrupa'nın içlerinde bütün şiddeti ile sürerken, Yunanistan ekonomik sıkıntılar içindeydi. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Anadolu topraklarında yaşanan macera, ülkeyi fazlasıyla yıpratmıştı. Savaş sonrasında Türkiye ile yapılan mübadele de, ülkedeki dengeleri altüst etmişti.
Bu durumda, yaşanan savaşta tarafsız kalmak, Yunanistan için hayati önem taşıyordu. Ancak Naziler, Ege ve Akdeniz'de stratejik önemi olan bu küçük ülkenin bağımsız kalmasına, daha fazla izin vermeyecekti. 28 Ekim 1940'da Italya, Yunanistan'a bir nota vererek ülkeyi işgal edeceklerini bildirdi. Koşulların güçlüğüne rağmen Yunanistan, Arnavutluk sınırında işgale karşı topyekün bir direniş başlattı. Mussolini'nin her saldırısı şiddetle geri püskürtülüyor, Italyan ordusu her geçen gün güç kaybediyordu.
Bu durum Hitler'i çileden çıkarmıştı. Mussolini ile yaptıkları planlara göre, o ordusunu Rus sınırına yığarken, Yunanistan Italyanlar tarafından işgal edilecekti. Böylece yardım yolları tamamen tıkanan Rusya'ya 1940 baharında saldırı başlayacak ve operasyon kış gelmeden tamamlanacaktı.
Hitler, Italyanların bu başarısızlığına sadece 6 ay dayanabildi. 6 Nisan 1941'de iyi donanımlı Alman orduları saldırıya geçti ve sadece 20 gün içinde Yunanistan Naziler tarafından işgal edildi.
27 Nisan 1941'de işgal tamamlanmış, Türkiye sınırına yakın bölgeler ve Ege'nin girişinde yer alan Girit Adası, Almanların hakimiyetine girerken; küçük adalar ve anakara, kaığt üzerinde Italyanlara verilmişti. Yönetim, General Tsolakoğlu baskanlığında kurulan, kukla bir hükümete bırakılıyordu.
BÜYÜK AÇLIK
Yunanistan'ın Naziler tarafından işgalinin asıl yıpratıcı etkisi, ülkenin yiyecek stoklarının yağmalanması ile başladı. Hitler, yüzyıllardır topraklarında yetişen ürünler ihtiyacını karşılamaya yetmediği için gıda ithalatı yapan Yunanistan halkının kısıtlı yiyeceğine, Rusya sınırındaki ordularını beslemek için el koymuştu.
Atinalılar, parasını ödeyerek dahi, yiyecek bulmakta zorlanmaya başlamıştı. Taşradan Atina'ya yiyecek taşınması, savaş sırasında demiryolları tahrip edildiği için durmuştu. Denizden de sevkiyat yapılamıyordu çünkü batırılan gemilerin enkazları tehlike yaratır durumdaydı. Ayrıca savaş sırasında dökülen deniz mayınları birçok bölgeye sefer yapmayı olanaksız kılıyordu.
Eldeki kısıtlı gıdanın dağıtımı karneye bağlanmıştı. Ancak bu karnelerle dağıtılan yiyecek sembolik miktardaydı. Normal bir insanın günlük tüketmesi gereken 1200 kalori iken ve asgari yaşam için 900 kalori gerekirken, devlet, karneler karşılığında ayda sadece 300 kalorilik yiyecek tahsis ediyordu. Karaborsa yaygınlaşmıştı.
Özellikle yoksul mahallelerde açlık öylesine büyüktü ki, halk, at, eşek hatta kedi, köpek eti yiyordu. 1941 sonbaharında açlıktan ilk ölümler başladı.
Bugün Yunanistan'da, açlık nedeniyle 2. Dünya Savaşı boyunca ölenlere ilişkin sayılar tartışmalıdır. BBC, 500.000 kişinin öldüğünü söylerken, Kızıl Haç bu sayıyı 250.000 kişi olarak açıklamaktadır. Ancak, Yunanlı tarihçiler bu rakamların politik kaygılar taşıdığını belirtmekte ve gerçek ölü sayısının 70.000 kişi civarında olduğunu vurgulamaktadır.
YUNANİSTAN'A YARDIM
İşgalin başladığı ilk günden itibaren Atina halkının tek umudu, dışarıdan ulaşacak bir yardımdı. Bu yardım için düşünülen ilk ülke, o zamanlar tarafsız bir konumda olan komşu Türkiye oldu.
Ancak o günlerde Türkiye'de de kıtlık yaşanıyordu. Tarımda çalışabilecek nüfusun büyük bölümü savaşın başlarında askere alınmış, yiyecek stokları, olası bir savaş ihtimaline karşı, orduyu beslemek üzere ayrılmış ve seferberlik ilan edilmişti.
Buna rağmen Türk basını, komşu ülkede yaşanan büyük açlığa duyarlı davranıyor, gelen haberleri kamuoyuna titizlikle yansıtıyordu. Türk halkı da konuya aynı duyarlılıkta yaklaşıyor, kısıtlı imkanlarına rağmen, komşu ülkeye yardım etmek için elinden geleni yapmak istiyordu.
Sonunda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 yıl önce topraklarından attığı düşman ordusunun halkına yardım etmek için alınan karara imza attı. Yunanistan'a dostluk elini uzatan ilk ülke Türkiye olacak, Kızılay bu işe aracılık edecekti. Türk Hükümeti, savaşın sonuna kadar, Yunanistan'a 50.000 ton gıdayı göndermeyi taahhüt etmişti.
Kampanya, Kızılay tarafından yürütülecekti ancak Gümrük Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı temsilcilerinden oluşturulan bir komisyonun, gönderilecek malzemenin içeriğini onaylaması uygun görülmüştü. Kampanyaya İngiliz Kızıl haçı ve Amerika'da yaşayan Rumların kurduğu dernekler de maddi destek verecekti.
Kısıtlı imkanlara rağmen, kampanya yurt çapında büyük ilgi gördü. Yardım yapmak isteyenler bu taleplerini komisyona bildiriyor, onaylanan yardımlar, uluslararası Kızılhaç kurallarına göre paketlenerek yolculuğa hazırlanıyordu.
Devletin elinde bu yardımları taşıyabilecek kapasitede bir gemi bulunmadığından, Kızılay, yardımları taşımak için özel sektörün elindeki vapurlar arasından, kış aylarında açık deniz seyrine dayanabilecek durumda olanları tespit etti.
Sonunda Tavilzade Biraderler şirketinin elindeki 2400 tonluk kuru yük gemisi uygun bulundu. 1882 yılı yapımı gemi, ilginç bir rastlantı sonucu 19 yıl önce Yunanistan ile yaşanan savaşla aynı adı taşımaktaydı: KURTULUŞ
Kurtuluş Vapuru, dört tarafına Kızılay amblemleri konularak sefere hazırlandı. Bu amblemler Kurtuluş'u, seyir esnasında savaş uçakları ve denizaltılar tarafından saldırıya uğramaktan koruyacaktı. Kurtuluş Vapuru'nun izleyeceği rotanın belirlenmesi de başka bir sorundu. Savaş öncesinde Ege'den geçen ticaret rotalarına, işgal sırasında dökülen mayınlar, seyir için büyük tehlike oluşturuyordu. Bu nedenle vapurun her seferi için Yunan, Alman, İtalyan ve İngiliz hükümetleri ile yazışmalar yapılıyor, Kurtuluş'un rotası için onay alınıyordu.
İlk seferi için 13 Ekim 1941'de, Karaköy rıhtımından yola çıkan Kurtuluş Vapuru mürettebatı, durumun dehşetini daha Pire Limanı'na girerken fark etmişti. Limanın içi, bombalanma sırasında burada bulunan gemiler batırıldığından bir gemi mezarlığını andırıyordu. Kurtuluş, batıkların arasından güçlükle kıyıya yanaştı. Vapurun yiyecek getireceği haberini alan binlerce Atinalı, saatlerdir onun gelişini bekliyordu.
Yardımlar, Kızılhaç tarafından, hastanelerden başlamak üzere, önceden belirlenmiş listeye göre dağıtıldı. Bu çalışmalara refakat eden Alman ve İtalyan askerleri ise, Türk delegeleri ve Kızılhaç görevlilerine nazik davranıyordu.
Mürettebat gördüğü manzaradan o kadar etkilenmişti ki dönüş için kumanya olarak ayırdıkları yiyecekleri limana bıraktılar.
Kurtuluş Vapuru, Pire Limanı'na her biri diğerinden daha acılı öykülerin yaşandığı üç sefer daha yaptı ve Şubat 1942'ye kadar bu 4 seferde yaklaşık 7.100 ton gıdayı Yunan halkına ulaştırdı. Bu yardımlar, elbette sorunun çözümü için yeterli değildi. Ancak Yunan halkı, efsaneye dönüşen Kurtuluş Vapuru sayesinde, umutla beklemeyi ve gelen yardımları paylaşmayı öğrendi.
Kurtuluş Vapuru, 20 Şubat 1942'de saat 9.15'de Marmara Adası'nın kuzey kayalıklarında, yaklaşık 2000 ton gıda ile sulara gömüldü. Kurtuluş'un 36 kişilik mürettebatı kazadan sağ kurtulmayı başardı.
Kurtuluş Vapuru'nun öyküsü herkesin büyük ilgisini çekmişti. Olay, belgesel yapılmalıydı.Araştırmalar sonuç vermişti, tüm gazeteler Yunanistan'a yapılan yardım çalışmalarına geniş yer ayırmış, vapurun her seferi, büyük ilgi görmüştü.
Ancak , döneme ait resmi kayıtların büyük bölümü imha edilmiş ve yardım çalışmalarını organize eden Kızılay'ın arşivlerinde dahi Kurtuluş'a ait belge bulunmadığı tespit edildi.
Üstelik batığın bulunduğu yer, hiçbir resmi kaynakta geçmiyor, eldeki Lloyd kaydı gazete arşivlerindeki bilgilerle çelişiyordu. Yunanistan'da da durum farklı değildi. Kurtuluş Vapuru'nun seferleri sırasında ülke işgal altında olduğundan, döneme ait yazılı kaynaklara ulaşmak mümkün değildi.
Ankara, İstanbul ve Atina'da gazete arşivleri, kütüphaneler ve resmi kaynaklar arasında yaklaşık bir yıl süren bu çalışma, Kurtuluş Vapuru hakkındaki detaylı bilgilere ulaşmalarını sağladı. Marmara Adası'nın yaşlı balıkçıları, Kurtuluş adlı bir geminin kuzey kayalıklarında battığını hatırlıyordu. Anlatılanlar, gazete arşivlerindeki batış öyküsünü doğrular nitelikteydi.
Atina'da 2. Dünya Savaşı'nı yaşayanların tümü Kurtuluş'u hatırlıyordu. Belgeselin çekimleri sırasında röportaj yaptılan herkes, konuşmasını, Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginliğin anlamsızlığını vurgulayarak bitiriyordu.
Yunanistan'da görüşülen canlı tanıkların tamamı, Kurtuluş'un Alman mayını ya da denizaltı tarafından batırıldığı kanısındaydı. Lakin belgeselin çalışmaları sırasında ,öykünün Türkiye'deki kahramanlarının hayata veda etmiş olması, çekim ekibini üzmüştü.
Tarihçi Georgeos Margaritis'in söyledikleri Kurtuluş efsanesini aydınlatıyordu: "Kurtuluş, Şubat 1942'ye kadar Yunanistan'ın en zor dönemlerinde yaptığı seferlerle Yunan halkı için umudun sembolü oldu. O battıktan sonra da Türkiye'den gemiler geldi ancak bütün o gemilerin adı Kurtuluş olarak kaldı.
Erdoğan Okuş anısına
Erhan Cerrahoğlu (Yapımcı - Yönetmen)
25 kişilik Demo Production ekibi tarafından 2 yıllık çalışma ile belgesel haline getirilen yapım 2006 da gösterime girdi.
anasayfası için tıklayın
Belgesel'den
TÜRKLER , KOMŞULARININ HAİNLİKLERİNE MAARUZ KALMIŞ OLSA DA
HER ZAMAN İÇİN YARDIM ELİNİ UZATMIŞTIR.
ÇÜNKÜ , BİZ TÜRKLER KİN İLE BESLENMİYORUZ...!
GELECEĞE "BARIŞ İÇİNDE" BAKABİLMEK İÇİN , AF ETMEK GEREK, AMA UNUTMADAN !
SB.