Gazi Paşa bir kez daha suskunluğunu bozarak konuşmaya başladı.
- Bakın Hanımlar, Beyler, bu Yüksekova meselesi bir,iki cümle geçiştirilecek bir konu değildir. Yüksekova, Misak-ı Milli sınırları içinde bir ilimizin, Hakkari'nin bir ilçesidir. Devlete verdiği iki kuruş vergiye karşılık, devletten 15 lira yardım alır.
Burada verdiğim rakamlar, verdiği vergi ve aldığı yardımın arasındaki çarpıcı orantısızlığı işaret amacını taşımaktadır.
Ama Yüksekova'da uygulanan yöntem özerklik provasının çoookkk ama çok ötesindedir. Yüksekova'da devlet, kaymakam, savcı, hakim, polis, jandarma yok sayılmaktadır.
Vatandaş her türlü sorunun çözümü için ya BDP'li belediyeye, ya adı geçen partinin örgütlerine, ya da PKK'nın o ilçedeki temsilcilerine baş vurmak zorundadır.
Kısacası Yüksekova'da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti inkar edilmekte ve yok sayılmaktadır.Can, kan pahasına çizilen sınırların değişmesi yönünde yapılan, bir baş kaldırma, sivil isyandır bu...Ancak bu sivil isyanın amacı, kan gölüne çevirmektir Türkiye'yi..
Yüksekova'da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel taşları ile oynanmaktadır.
Benim soyadımı taşıdığını iddia eden- bakın çocuklar iddia eden diyorum, bu noktaya dikkatinizi çekerim.- sanki hiç bir şey olmamış, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü üzerine bölücü provalar yapılmamış gibi sessiz ve sakin yoluna devam etmektedir.
Yooo, bakmayın öyle yüzüme, silahlarını kuşanıp Elmadağ'ına çıksınlar demiyorum elbette. Ancak hiç olmazsa bu konuda bir basın bildirisi yayımlayarak ve/veya kitlesel bir eylem yaparak, emperyalizmin yap-boz tahtasına çevirdiği bu konuda vatan savunmasında "Ben de varım" diyebilirlerdi.
Demediler...
Demokratik özerklik meselesine gelince çocuklar, mesele daha da vahimdir. "Demokratik özerkliğimizi ilan ediyoruz" diyen sapkınların karşısında sessiz kalmak, ulusalcı bir duruş sergilememek, hatta isyan etmemek gaflet ve delaletin de ötesindedir. Bu böyle biline...
Peki, bu konuda Maltepe'deki dernek ne yapmıştır? Sadece ve sadece susmuştur. O dernek İngiliz Muhipleri veya Wilson Prensipleri Derneği midir?
Gazi Paşa bunları söylerken, Zafer girdi araya.. Hıçkırarak ağlıyordu.
- Paşam dedi Zafer. Paşam, alçakça, haince bir tuzak... Sekiz askerimiz şehit oldu..
Bulunduğumuz ortama fırtınadan önceki sessizlik çöktü. Boşbakan'ın, pardon yanlış yazdım, Başbakan olacaktı- sözleri geldi aklıma.
"Artık sabrımız tükenmiştir. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Mübarek Ramazan diye sabrediyoruz."
Sabredin Sn. Erdoğan, sabredin, bu sözleri söylerken de iyice düşünün, birileri sizi gene deliğe süpürmeye kalkmasın. Malum bugün vatana katılan yiğitler ne de olsa sizin çocuklarınız değil.
Bunları sadece ve sadece düşündüm seslendirmedim. Gözlerinden süzülen yaşları bizden gizlemeyen Gazi Paşamı daha fazla üzmek istemiyordum.
- Bakın çocuklar dedi Gazi Paşa, sesi titriyordu... Ve devam etti.
- Evlatlarımın acısı yüreğimi dağladı. İktidar beceriksiz ve ne diyordun sen? "Büyük Abi" değil mi? İşte onun yani Amerika'nın kıskacı altında.. Koltuklarını kaybetmektense, canları kaybetmeyi kabulleniyorlar. Millet ise kimi mavi turun, kimi diskolardaki köpük banyosunun, kimi ucuza bindiği uçağın kuyruğuna takılmış durumda. Diğerlerine tepeden bakmakta... Diğerleri ise çok yazık dini siyasete, yabancılarla yapılan işbirliğine, bölücü anlaşmalara, karanlık ilişkilere alet eden mürtecilerin peşinde.
Halk yılgınlaştırılmış, tembelleştirilmiş ve sadakaya muhtaç edilmiş. Ve şehitler işte bu zavallı sessizlerin çocukları, tepedekilerin değil.
Ordu komutansız bırakılmış, harekat alanı yok edilmiştir. Üzülerek söylüyorum, inşallah öngörülerim doğru çıkmaz, pilot bölge ilan edilen ve PKK'nın hükümranlığı altındaki Hakkari- Yüksekova bir iç harbin merkezi olacaktır.
Gazi Paşa ayağa kalktı, bir, iki adım yürüdü ve konuşmaya devam etti.
-O dernek...Sitelerinde gördüm, siz de bakın isterseniz, 15 Temmuz'da, bir gün önce şehit olan 13 askerimiz için bir yazı yayımlamışlar ve TSK'yı göreve davet etmişler. Başka... Yok.. Hangi ADD yöneticisi şehit cenazesine katılmış, Allah rızası için şehidin cenaze namazını kılmıştır?
Hangisi bir şehit ailesine baş sağlığı ziyaretinde bulunmuş ve ailenin acısını paylaşmıştır?
Ne o, cevap veremiyorsunuz bana?
Atatürkçü düşünce sadece belli günlerde basının karşısına çıkıp, bir kaç cümle ile ahkâm kesmek değildir. Kemalist sadece laik ve cumhuriyetçi olamaz. Kemalist halkçı, devletçi, milliyetçi ve devrimci olmalıdır. Bir devrimcinin en büyük özelliği ise anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı olmasıdır.
Mandacı zihniyete boyun eğemezsiniz. Korkmak, geri çekilmek bizim şiarımız değildir.
Sonra uzandı, masanın üzerinden kalpağını aldı, bana dönerek;
- Ben gidiyorum çocuk dedi.
Gözler çakmak, çakmaktı. Sanki bıraksak," İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta bir yıldız gibi kayarak" Antalya'dan, Yüksekova'nın, Hakkari'nin tam ortasına atlayacaktı.
- İşte kayıp ülke Türkiye..Casus uydulardan Amerika'nın havada uçan sineği bile denetlediği ülke...Yetmiş milyonu aşkın insanın yaşadığı kara parçası. Ama o kadar işte...Ordusu etkisiz hale getirilmiş, demokratik kitle örgütleri ele geçirilmiş, yazılı ve görsel basın mütareke basını olmuş,yargısı iktidarın emrine verilmiş, millet ise milli bilinçten yoksunlaştırılmış.
Aslında nefes alan, yiyip, içen ama düşünmeyen, üretmeyen bir ülke, kayıp insanların ülkesi olmuş Türkiye...
Ben ömrüm yettiğince kayıp kıta Mu'yu ve o kıtada yaşayan ırkın Türklerle bağlantısını araştıran çalışmalar yaptım ve bu çalışmalara destek verdim. Bir de aradığım kayıp halka vardı. İşte ona ulaşamadım.
Bu ülke, Türkiye Mu kıtası gibi okyanusa gömülmeyecektir. Ama bu gidişe "DUR" denilmediği takdirde, efendilerine itaat ve hizmet eden ölü canların, daha doğrusu yaşayan ölülerin ülkesi olacak Türkiye...
Eğer kendinize gelmezseniz kayıp ülke Türkiye'nin üzerinde yaşayan bir ikinci kayıp halka da siz olacaksınız.
Durdu, derin bir nefes aldı ve bir, iki cümle ile veda etti bize...
- Ben gidiyorum çocuk, Belki Elma Dağı'na, belki Tahtalı'ya... Tek başıma kalsam dahi Türk bayrağını vücuduma saracak, tabancamdaki son mermi kalana kadar ülkemi yeniden savunacağım. Hoşça kal...
İçimde fırtınalar koptu, sadece masanın üzerinde duran mendili ilişti gözüme. Beyaz ketenden isminin baş harfleri ,işli mendil...
-Gazi Paşam, mendiliniz diye seslendim arkasından. Uzaklardan duyulan fısıltı halinde bir sesle "Sende kalsın" dedi ve gözden kayboldu.
Gazanfer, Zafer ve Gülümser de yoktu, onlar da gitmişlerdi. Ayağa kalkmak istedim, kolumda bir ağırlık vardı. Üstelik canım da yanıyordu.
Gözlerimi açtım. Kolumda hissettiğim ağırlık takılı serumdan ileri geliyormuş Tanımadığım beyaz gömlekli bir erkek;
- Tamam, kendine geldi dedi.
-Nerdeyim?
Kızımın, Gökçe'min sesini duydum.
-Hastahanedesin anam, ateşin çok yükseldi, kendini kaybettin. Seni buraya getirdik. Ama iyisin şimdi. "Gazi Paşam" diye sayıklayıp durdun. Hayırdır?..
Bir taraftan da bembeyaz keten bir mendille alnımda biriken terleri siliyordu.
Gazi Paşam, Gazanfer, Zafer, Gülümser... Ben onlarla değil miydim? Gazi Paşam bizi ziyarete gelmemiş miydi?
Her şey hayal miydi? Yüksek ateşin oyununa mı gelmiştim?
Peki, kızımın alnımdaki terleri sildiği mis kokulu keten mendil kimindi?
Kimindi o mendil, kimin?..
Figen ÖZEN, 20 Ağustos 2011
Güncel Meydan
Ve Figen Özen’in diğer yazıları
****