Geçmişte Assurlar, Persler ve Osmanlılar'la tarihin en güçlü krallıklarına yurt olmuş Ortadoğu'da, dünyanın öte ucundan siyasal egemenlikle bir yeni dünya imparatorluğunun hayali peşinde sürüklenen bir başkanın tarihsel adıyla tanıması ardından, dünya gündeminin odağına oturuvermişti Makedonya ; ve bu hakediş, Yunanlıları çok kızdırmıştı.
26 Kasım'da gösterime gireceği bildirilen Oliver Stone'nun (bu makale 2005 yılına aittir.SB.) gösterişli Hollywood yapımı Alexander filmiyle de çok konuşulacağa benzer bu konu. Daha şimdiden renkli basınımız filmde İskender'in bir erkekle, arkadaşı Hephaistion'la, dudak dudağa öpüşmesi sahnesinin de Yunanlılar'ı çok kızdırdığını yazarak, hem bu dünya fatihinin, hem de soyundan geldiği savaşçı Makedonların Ege'nin öte yakasında savlanan Yunanlılığı izlenimini pekiştirmeye başlamışlardır bile.
Konumuz da zaten tarih yazan bir şanlı asker halkın ve onun gururu bir şanlı en büyük komutanın sözde Yunanlılığı üzerinedir.
Yunanistan'ın Thessalonike merkezli kuzey topraklarının ilkin Aigai ve sonradan Pella'nın başkentliğinde Makedonya Krallığı'nın çekirdeğini oluşturduğunu tarih tartışmaz. Tarihin geçmişten bugüne tartıştığı, onların kimliğidir ve bu tartışma hiç kuşkusuz İskender'in "Büyük" kimliğinden kaynaklanır.
Daha antik dönemin Hesiodos gibi erken kaynaklarında Makedonlar "Pierra ve Olympos yöresinde yerleşik at düşkünü Hellenler" olarak "Zeus soyuna" bağlanırken, Thukydides'e göre kuzey batıda yaşayan Hellenlerden "Epirus halkıyla akrabadırlar". Atinalı İsokrates ise onların "kraliyet hanedanı dışında, Hellenlik'le bir ilgisi bulunmadığını" yazar.
Kendilerine özgü farklı bir dil konuştuklarında hemfikir olunmasına karşın öz dillerinde yazmaktan hep geri durdukları ve ilk yazıyı MÖ.5.yüzyılın ilk yarısında Hellen yazı diliyle yazmış olmaları gerçeği de Makedonları Hellenlerden sayma görüşünü güçlendirmiş ; ve sonunda Thukydides gibi, "kuzeybatı Hellen halklarından biri" olarak yorumlanmışlardır.
Tarihsel resmin bu karmaşık ve bulanık görüntüsü, Hellen halkının Makedon kimliğine genelde nasıl yaklaştığı gerçeğiyle berraklaşır. Hellen belleğine Makedonlar hep bir "barbar halk" olarak yerleşmiş ve öyle de kalmıştır.
Dünya egemenliğiyle gücün doruğuna ulaştıkları süreçte bile onlar kültürel çerçevede de Hellen soyuyla ilişkilendirilmek istenmez, dışlanırlar. İkisi de Hint-Avrupa halklarından olmalarına karşın, dildeki farklılıktan da öte, düşünsel anlamda ve bunun yaşama geçirilişi bağlamında değişiktirler çünkü. Bu kökten uyuşmazlıklar nedeniyle hem Hellenler onları "kendilerinden olmayan" bir toplum olarak görmüştür ve hem de Makedonlar özlerindeki "kendiliği" hep hissetmişlerdir. Çünkü Makedon halkı yüzyıllar boyu ; en eski haliyle, bilinen ilk kral Perdikkas'la Aigai'dan yönetildikleri MÖ.7.yüzyıldan beri, adlarını taşıyan topraklarda çevre kültürlerden soyutlanarak yaşamışlardır. Kendi dünya görüşleriyle biçimlenen gelenek ve göreneklerine, kendi toplumsal ve siyasal düzenlerine direnerek sürdürülmüş özgün bir yaşamdır bu. Trak komşuları gibi kibirli, duygusal ve dövüşçüydüler. Kralın başında olduğu feodal devletin adı resmi belgelerde "Makedonlar" dı ; kral halkının başkomutanı, başrahibi ve hem de başyargıcıydı.
Philhellen/Hellen dostu" takma adıyla kral I.Alexander'ın MÖ.5.yüzyılın ilk yarısında Makedon ülkesinde Hellenleşme sürecini ilk başlatmasından ve de soyunu Argos'a bağlayarak bir Hellen olduğunu kanıtlama çabası ardından bunun ödülü olarak halkına ilk kez Olimpiyatlara katılma hakkının tanınmasından yüzyılı aşkın bir zaman geçtikten sonra bile , İskender'in babası II.Philipp Atinalı hatip Demosthenes'e göre "bir despottu; kaba güce güvenen bir barbar, Hellen olamazdı " . Belli ki o geç süreçte Makedon insanının özgün karakteri, çoban bir Trak halkından beklenen geçmişine tutkulu bir bağlılık ve direngenlikte tam kemikleşmişti ; sözle "Hellen soyluyum" demekle öz çözülemez, değişemezdi. Çünkü Alexander Philhellen'in kültür politikasının izinde zihinsel olarak da halkını Hellenleştirme çabasını sürdüren kral Archelaos MÖ.5.yüzyıl sonlarında başkentliği taşıdığı Pella'daki sarayını mimar Zeuxis'e yaptırmış ; ardından III.Perdikkas Platon'u Pella'ya getirerek bu misyonu düşünceye taşımayı hedeflemişti.
Maya tutmamıştı ki Demosthenes MÖ.340 dolaylarında Philipp'e kızgındı. Çünkü nasıl ki Aigai kral soyunu inkara kalkışmak ve Olimpiyatlara katılmakla olamamıştı, Pella da bir Hellen mimar ve bir Hellen düşünür getirmekle bir Hellen kenti olamamıştı. Demokrasi yoktu ; tahtın sahipleri, toprak sahibi soylular ve halk kendi ata yurdunda, kendi töresince yaşamayı sürdürecekti. Ve İskender zamanında bile Makedonya, bir dünya imparatorluğunun getirmesi beklenen toplumsal değişimlere aldırışsız bir Anayurt olarak kalacaktı. İskender Asya seferine çıktığında ve sonrasında Makedonlar için "ulusal ordunun kralı" , Hellenler için , babası Philipp'in MÖ.338'de Korinth'te kurduğu "Hellen Birliği'nin önderi ve intikamcısı"ydı...
İskender MÖ.334 yılı yaz başında Granikos ,Bigaçayı kenarında Anadolu'nun Pers işbirlikçisi satraplarını bozguna uğrattığında, savaş ganimeti olarak aldığı 300 savaş kuşamınını Atina'ya gönderip tanrıça Athena'ya adadığında da, buna ilişkin Hellen yazıtı, ne O'nu "kral" sanıyla ve ne de askerlerini "Makedonlar" tanımıyla yazıya geçirmeyi içine sindirebilememiştir. O , "Philippos'un oğlu'"dur ve devamında Pers savaşlarına Hellen kimliği giydiren bir üslupla sanki onların "öç savaşıyla" görevli bir "Panhellenik Birlik Komutanı" dır. "Panhellenizm" uğruna tarih, bu düzeyde gerçeğinden saptırılmakta ki bu eylem günümüzde "komşu" politikasıyla tamtamına örtüşmektedir.
Aslında İskender bile, Aristoteles'le aşılanan Hellen kültürüne hayranlıkla ve tutkuyla okuduğu İlias'taki Troya savaşı yiğitlerinin, özellikle Akhilleus'un, örnekliğinde "olması gerektiği gibi yaşamayı öğrenmesine" karşın, aslını unutmamıştı : 324 yılı yazında Susa'da görkemli bir utku şöleniyle doksan arkadaşını ve onbin askerini İranlı kızlarla evlendirmiş ; iki büyük dünya ulusunun, Makedonların ve Perslerin, genlerini birleştirerek tarihin yazdığı tek toplu ve bilinçli soy karışımını gerçekleştirmişti. Orada İran soylusu otuz bin genci ardılları olarak bir Makedon askeri gibi donattı. O artık "Pers Büyük Kralı"ydı da.
Ve O , MÖ.332'de Mısır çölündeki Ammon tapınağında "Zeus Ammon'un oğlu" olarak selamlandığında, Hellen düşüncesine kökten yabancı bir kavramı, ölümlünün tanrılaşması kavramını, benliğinde somutlaştırdığında da soyunun kimliğini açıklamaktaydı.
Çünkü Makedon asıllı Aristoteles'e göre de öğrencisi, "başardıklarının insanüstülüğüyle, bir tanrıyla benzeşmeyi hak etmişti". Buna karşın İskender'in 324 yılında Hellenler'den yüceldiği tanrılığı tanımaları istemi, Atina Halk Meclisi'nde kızgın tartışmalar koparacak ; ardından kimseler O'na karşı durmaya cesaret edemeyince, MÖ.323'te Babylon'a gönderilen tören elçileri başlarında çelenklerle bir tanrı önüne çıkar gibi huzuruna çıkmaya mecbur kalacaklardı. İran'da Doğulu tebaasından gördüğü tanrısal "proskynesis" saygısını, ayağa eğilmeyi, Makedon ve Hellen askerlerinden de görme istemine Kallisthenes karşı koyunca ; Hellen kültürünü özümsemiş bir Makedon olan saray tarihçisinin bu davranışı İskender'i derinden üzecek, Hellen felsefecilerini ise bir "kahraman" olarak sevindirecekti.
Anadolu'nun -sözde- "Hellen soylu" İyonya'sında kehanetler İskender'in tanrılığını Atina'nın aksine tereddütsüz onaylamışlar , Didyma ve Erythrai'da O'nu ,ikiyüz yılı aşkın süren Pers boyunduruğundan kurtararak özgürlük ve demokrasiyi getiren olağanüstü misyonuyla "Zeus'la aynı" görmüşlerse ; ve Efes'in Artemis rahipleri "tanrılığa yücelişini" öngörmüşlerse, "tanrılaşma" kavramında hiç zorlanmamışlarsa ; bu onların Hititler'den beri yaygın olan "kralların ve beylerin tanrılaşması" geleneğine bağlılıklarından, "yerli" oluşlarındandır.
Çünkü Klasik Çağ'ın İskender öncesi zamanında da tanrılaşan krallar olarak bilinen bir Klearchos, Pontus Herakleia'sındadır ; Philipp'in Makedonya'da, Spartalı Lysandros'un Samos'ta tanrı gibi saygı görmeleri ise, Makedon ve İyon düşüncesi ile Hellen düşüncesi arasındaki farkın köktenciliğini vurgulaması yönünden çarpıcıdır. Hep savlandığı gibi, onca Hellen kent devleti arasında salt Atinalıların "İyon" olmadıklarının da kanıtıdır.
İyonlar bunda Atinalılar gibi zorlanmamıştır, çünkü o çağda -sözde- Hellenleşmiş güney komşuları Karya'da ve daha güneyda Likya'da Anadolulu beyler de öldüklerinde tanrılaşmışlardır.
H.Bengston gibi önemli bir eskiçağ tarihçisinin, bir ünlü Mausolos'un Halikarnas'ta tanrılaşmasına hiç değinmeyerek Klearchos, Lysandros ve Philipp'i de İskender'in tanrılaşmasında "Hellen geleneğine örnekler" olarak vermesi, Batılı bilimcilerin bu bağlamda da "Hellenmerkezci" yanlı tutumlarının bir yansımasıdır.
Bilinir ki tanrılaşma, doğu geleneğinde vardır. Mısır'da v belki Hitit'te ölmeden önce vardır. Hellenistan'da yoktur. Bu geleneği Batı'da ilk kez Hellenistik Çağ'da İskender'in ardılı krallar sürdürür, oradan Julius Sezar'la başlayarak Roma kaiserlerine geçer. Ortaçağ'da "tanrı bağışlayıcılığı" na dek uzanır.
Bengston, "Doğu'nun İskender'in ruhunda yarattığı derin etkileri görmeden olmaz" derken, doğrudur. E.Akurgal bu gerçeği , "Doğu'yu Hellenleştireyim derken kendisi Doğululaşmıştır" sözüyle özetler.
Doğunun salt düşüncesinden değil, ya da taşıdığı Pers giysileriyle biçiminden değil, sanatından da etkilenmiştir. O, Susa'daki kabul çadırını Akhemenid örneğine göre, tek dostu Hephaistion'un mezarını Babylon zigguratları biçiminde yaptırmıştır. Yazılır ki yapımı Aigai'de öngörülen babası Philipp'in anıt-mezarı da Keops Piramidi yüksekliğinde tasarlanmıştı.
22 yaşında çıktığı Asya Seferi'nde Hellen kültürünü Doğu'ya aşılamayı da hedeflemişti O . Yol üzerinde kendi kurduğu ya da izinde kurulan Hellen özlü yetmişi aşkın kentle bir sömürge çağını başlatmıştır ; Antiocheia , Seleukeia, Apameia, Laodikeia , Alexandreia ve Fayum gibi yeni kentlerle. Üstlendiği misyon en çarpıcı biçimde dilde gösterir kendini. Anadolu bütününde yazının Hellence'ye dönüşmesi İskender buyruğuyladır ki Hellen dilinin bir dünya dili olarak Aramicenin yerini zorlaması bu dayatmanın ürünüdür. Ancak genelde dil, yazıda kaybolmuş; söz olarak Likya ve Karya'da Hristiyanlık sürecine dek korunmuştur. Doğu sanatında yerel biçimlerin Hellen biçimleriyle değişmiş bir alaşımda farklılaşması sürecine de İskender'le girilir. Yüksek düzeydeki Klasik Hellen kültür ve sanatını Aristo öğretisiyle kabullenişin dışa vurumudur bu. Bu nedenle eskiçağ bilimi O'nunla başlayan zamana -etkiyi tek yanlı değerlendirişin yanlışlığıyla- "Hellenistik" demiştir.
Ancak ne aldığı Hellen eğitimiyle ve ne de yüksek düzeydeki bu kültürü yayma misyonerliğiyle İskender'in "Hellen" olduğu savlanamaz; bunlar O'nun "işi"dir, soyatasının "Makedon" oluşu ise "kimliği" dir.
Tarihin en büyük yenilikçilerinden Mustafa Kemal Atatürk'ün adında okunan "Türklüğü" , ulusunu "Batılılaştırma" misyonu nedeniyle hiç sorgulanmamıştır ; özde benzer bir gerekçeyle , imparatorluğunu "Hellenleştirme" misyonu gerekçesiyle, İskender'in "Makedonluğu" gerçeğini sorgulamak da bir ütopyadan öteye geçemez.
Ve eski Atina Halk Meclisi'nin "Hellenliğini" redettiği bir en büyük savşçıyı ve O'nunla onurlu bir anayurdu bugünkü Atina Meclisi "Yunanlı" sayabiliyorsa eğer ve de çağdaş dünyaya "Makedonya" deyimini bir ulusa ad olarak yasaklamayı başarabilmişse, bu terslikten çıkarılacak çok dersler vardır.
Eski Anadolu'nun kıyı halklarını , özellikle de "İyonların" ve de "Pontus" halkının, "Yunanlılığı" kandırmacasına teslimiyetçiliğimiz bağlamında bizler için de çıkarılacak çok dersler var...
Prof.Dr.Fahri Işık
Bilim ve Ütopya Dergisi ,
Sayı 128 : 2005
Nasıl gökyüzüne iki güneş sığmazsa,
Yeryüzüne de iki önder sığmaz.
Büyük İskender
"Uygarlık Anadolu'da doğdu"
Fahri Işık, "Patara" ile anılan bir arkeologumuzdur.
Yaptığı kazılar, elde ettiği bulgularla, insanlığın bugününü biçimlendiren uygarlığın Yunanistan'dan değil, Anadolu'dan fışkırdığını saptamıştır.
Işık, "Başlarken" adlı girişte, kitabını şöyle anlatıyor:
"Onun başlıca konusu MÖ 1200-500 yılları arasında Anadolu'da köklenen Batı uygarlığının Ege'nin öte yakasına, Hellas'a, sürgün verişinin bilimsel bulgularıdır.
İçeriğinde, her iki yakada Hitit ve Akha gibi büyük siyasal güçlerin çöküşüyle girilen, ilkel bir köy kültüründen, insan resminin soluklanıp canlandığı Klasik devrime gelişen zorlu yolda, yaratıcı ve öncü adımların dünya sanat tarihinde ilk kez Anadolu topraklarında atıldığı gerçeği vardır.
Anadolu-İon halkının 'veren', Hellas-Dor halkının 'alan' olması ve bu ilişkinin bilinmesine karşın, 'yaratıcıların' gene de 'Hellen' sayılmasının tersliği vardır."
Kısacası Fahri Işık, "Batı uygarlığının temelinde Eski Yunan değil, Anadolu vardır; bu gerçek, bilinmesine rağmen, hâlâ inkâr edilmektedir." diyor!
Fahri Işık ve arkeolog eşi Havva Işık, Türkiye'nin yağma ortamında "Patara" gibi, bütün toprak yağmacılarının ağzını sulandıran bir sit alanını bugüne dek canla başla korumuş ve bunu mucizevi bir şekilde başarmışlardır.
Elbette bir de onlara sormak gerek yaşadıkları sıkıntıları, verdikleri zorlu mücadeleleri.
Ama onlar kendilerini Atatürk kuşağının, ülkenin değerlerine ulusal bir bilinçle sahip çıkan Cumhuriyetçi bilim insanlarının bireyleri sayarlar, yaşadıklarının daha on katını da yaşasalar, zorluklar onları yollarından döndüremez.
Nitekim Fahri Işık, kitabın "Başlarken" adlı bölümünde Atatürk'ün şu sözlerine yer veriyor:
"Efendiler,
Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur...
Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupalıların emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi.
Halbuki,
Hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!"
Bu sözleri yorumlayan mimar ve yazar Oktay Ekinci, özetle şöyle diyordu Cumhuriyet'te 5 Temmuz 2012 tarihinde çıkan yazısında:
"...Prof. Dr. Fahri Işık'ın... 'Başlarken' yazısını Atatürk'ün bu sözüyle noktalaması, Ulu Önder'in özlü bir sözüne duygusal hayranlığın ürünü değil...
Çünkü... Avrupa kültürünün kökenlerini antik Yunan'da gören Batı tezlerine inananların düştükleri yanılgının temelinde de geçmişimize 'öz değerlerimiz'in ışığında ve 'öz güvenimiz'le bakma yetisinin yitirilmesi yatıyor.
Oysa... antik Yunan da aslında Anadolu kökenli kültür ve uygarlık birikimlerinin bir ürünüdür."
Fahri Işık'ın, artık Yunanlı arkeologlar da dahil Batılıların kabul ettikleri bu Anadolu tezi, arkeoloji ve tarihte bir devrimdir.
"Uygarlık Anadolu'da Doğdu" kitabı mutlaka alınmalı ve okunmalıdır.
Emre Kongar (sayfasından alıntıdır.3.12.2012)
***
Mehmet Akif Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahri Işık, Batı uygarlığının temelinde Yunan değil Anadolu medeniyetinin bulunduğunu söyledi.
Işık, Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) Prof. Dr. Ümit Doğay Arınç Kültür Merkezi'nde "Uygarlık Anadolu'da doğdu" konulu konferans verdi.
Konferansa CBÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Pakdemirli, rektör yardımcısı Prof. Dr. Ali Çelik, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Hüseyin Uğurlu, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı.
Fahri Işık, batı uygarlığının bugünkü Anadolu topraklarında doğduğunu fotoğraf ve yazılı belgelerle anlatarak, "Yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen bulgular, Yunan medeniyetinin Anadolu medeniyeti'nden etkilendiğini gösteriyor. Sanıldığının aksine, batı uygarlığının temelinde Yunan medeniyeti değil Anadolu medeniyeti vardır" dedi.
CBÜ Rektörü Mehmet Pakdemirli, konferans sonrasında Işık'a plaket verdi. (05.12.2012 Basın )
***
Amerika, Avrupa ve Mandacılar Telaşta…
Uygarlığı yayanların, TÜRKLER olduğunun ispat edilmesine yakın bulguların elde edilmesi, tüm Batı Dünyası’nı komplekse sürüklemiştir.
(Yenidenergenekon)
***