SAYFALAR

12 Aralık 2012 Çarşamba

UYGARLIK DOĞUDAN DOĞAR - URARTULAR

Altıntepe'de bir Duvar Resmi


Urartu Devleti'nin bilinen ilk kralı, başkent Arzaşkun'da oturan Aramu'dur. IX.yüzyılın ortalarında yaşayan bu kral ve başkenti hakkında fazla bilgi yoktur. Ondan 12 yıl sonra tahta, başka bir sülaleden gelen I.Sarduri (840-830) çıktı. Bu zamanda devletin başkenti Van Ovası içindeki yalçın kayalığın üzerinde kurulmuş bulunan ve Asurlular'ın Turuşpa dediği Tuşpa'ya taşınmıştı. I.Sarduri'nin oğlu İşpuini (830-810) , Minua (810-785/80) , I.Argişti (785/80-760) ve II.Sarduri (760-730) dönemlerinde Urartu Devleti'nin gücü doruğuna ulaştı. 

Ülkenin en geniş sınırları kuzeyde Ermenistan ve Güney Gürcistan'a ,kuzeybatıda Erzincan'a, güneydoğuda Urmiye Gölü'nün güney kıyılarına , barıda Fırat ırmağı ve Toros silsilelerine, doğuda da Hazar Denizi yakınlarına değin uzanıyordu. Hatta I.Argişti 780lerde Malatya'ya karşı yaptığı bir seferde Tuatte oğullarının ülkesi yani Tabal'dan söz eder ki, bu ifade Urartu etkisinin Fırat'ın batısına değin yayıldığının kanıtı olabilir. 

Ele geçirilen ülkelerde askeri ve ekonomik amaçlı pek çok kent kurulmuştu. Minua merkezi bölgede , Kevenli, Yukarı Anzaf, Körzüt ve Aludiri'yi (Patnos) , batıda Şebeteria (Palu) ,doğuda Urmiye Gölü'nün güneyinde inşaasına babasıyla ortaklaşa giriştikleri Kalatgah ve Meşta ile kuzeyde , Iğdır Ovası içinde , kendi adını verdiği Minuahinli'yi (Karakoyunlu) kurdu.

I.Argişti Aras ırmağının kuzeyinde Erebuni (Arin Berd) ve kendi adını verdiği Argiştihinli'yi (Armavir Blur) ;
II.Sarduri ise Van bölgesinde , kendi adıyla anılan Sardurihinli (Çavuştepe) ile batıda , Fırat kıyısındaki Tumeişki (Habibuşağı) ve doğuda da İran Azerbaycan'ında ve Tebriz'in kuzeyindeki Libliuni'yi (Seqindel) ülkelerine yeni birer merkez olarak kazandırmışlardır. 

VIII.yüzyılın ortalarına gelindiğinde Urartu'nun etki alanı Torosları aşıp Suriye'ye doğru genişlemeye başlamıştı. Kral II.Sarduri, Arpad, Melid, Gurgum ve Kummuh gibi Geç Hitit beylikleriyle bir koalisyon kurup Asur kralı III. Adadnirari'nin oğlu, güçsüz kral V. Assurnirari (754-745) yenilgiye uğratılmıştı.

Ancak bu arada bir darbe ile tahta çıkan yeni Asur kralı III.Tiglath-pileser (745-727) 743 tarihinde II.Sarduri'yi ,koalisyon ordularıyla birlikte Adıyaman-Gölbaşı yöresinde bozguna uğratınca Urartu egemenliğine büyük darbe vuruldu ; hatta 735'te başkent Tuşpa'nın kuşatıldığından söz edilmekle birlikte bu savın doğruluğu kuşkuludur.

II.Sarduri'den sonra tanta çıkan I.Rusa (730-713) döneminde Urartu güneyden Asur kralı II.Sargon'un (721-705) , kuzeyden de göçebe Kimmerler'in saldırısına uğradı ; kutsal kent Muşaşir Asurluların eline geçti (714) ; ülkenin kuzey sınırları ise Kimmerlerce talan edildi. Kral I.Rusa bu felaketlere dayanamayıp yaşamına son verdi.

Anadolu VIII.yüzyılın sonlarından itibaren büyük bir sıkıntı yaşamaya başladı. Sorun, kuzeyli göçebelerin kaosa yol açan akınlarından kaynaklanıyordu. Kimmer (Asurca Gimmeri) adını taşıyan bu insanlar XV.-XIV yüzyıllardan VIII.yüzyılın ilk yarısına değin Volga nehrinden Karadeniz'in kuzeyine doğru yayılan alanda yaşıyorlardı. Genellikle Hint-Avrupa kmkenli ve Trakyalıların bir dalı olarak kabul edilen Kimmerler çeşitli boylar halinde göçebelerden oluşmaktaydı. VIII.yüzyılın ortalarında, doğudan gelen İskitler'in topraklarına girmeleri üzerine yerlerinden oynayarak güneye doğru hareketlenip Traskafkasya üzerinden Doğu Anadolu'ya girdiler. VIII.yüzyılın son on yılı içinde Urartu Devleti'nin sınırlarına dayandılar. Yeni süvari taktikleri ve yeni türde çok etkili yay ve okların da yardımıyla Anadolu'da yüz yıl kadar sürecek bir terör çağını başlattılar.

Yaşadıkları ülkenin kayalık yapısı ve sert iklim koşullarına ayak uydurmayı başaran Urartular'ın en büyük ve özgün çalışmaları bayındırlık alanında olmuştur. Çünkü, büyük kaleler ve kentlerle buralarda yaşayacak tarımcı bir toplum yapısı olmaksızın bölgede egemenlik kurmak oldukça zordu. Onlardan günümüze kalmış çok sayıda kale, kent, su bendi ve kanalı, karayolu ve kaya anıtı bu bayındırlaşma çalışmalarının en canlı tanıklarıdır.

Kaleler çeitli amaçlara yönelikti. Bunlardan en öenmlileri idari merkez durumunda olanlardı. Bu türe giren kalelerde daima bir yönetici sarayı ile bir ya da birkaç tapınak bulunyordu. Kimi kaleler ise yalnızca askeri amaçlıydı. Nispeten küçük boyutlu olan bu türdeki tesisler bir surla çevrili olmakla birlikte, içinde önemli bir yapılaşmaya gidilmiş değildi. Bunlar zor durumlarda sığınma amacıyla kurulmuş olmalıydı. Ayrıca ,daha çok çiftçilikle uğraşan köylülerin oturduğu savunmasız yerleşme yerleri de bulunmaktaydı. Bunlar ekilebilir arazi yüzeyinden hafifçe yükselen hüyükler üzerindedirler ve sursuzdurlar.

Urartu Devleti'nin en uzak sınır noktalarına değin dağılmış idari merkez niteliğindeki kalelerinden en görkemlisi kuşkusuz ki başkentleri Tuşpa'dır (Van Kalesi) . Havzanın en büyük ve en bereketli düzlüğü olan Van Ovası'ndaki kent, doğu-batı doğrultusunda 1200 m. kadar uzanan ,yaklaşık 100 m genişliğinde , 80 m kadar yüksekliğinde bir kayalık ile çevresinde kurulmuştur. 

Bu elverişli alan III.binyıldan beri yerleşme görmektedir. Asurluların Turuşpa dediği baikentin sitadelinde saraylar, tapınaklar ve kral mezarları gibi görkemli anıtlar yer almaktaydı. Çevresi güçlü ve yüksek surlarla kuşatılmıştı. Erken saraylar ve tapınaklar sitadelin en yüksek noktasındaki İç Kale'de kuruludur. Bu kesim hala ayakta duran ayrı bir savunma sistemiyle korunmaya alınmıştır. İç Kale'den günümüze ulaşan Urartu dönemi kalıntısı ise oldukça az sayıdadır.

Van Kalesi'ndeki kayalara oyulmuş Urartu anıtlarından en etkileyicisi kral mezarlarıdır. Kayalığın güney yamaçları üzerindeki bu anıt mezarlar geniş ve yüksek bir salon ile bunun çevresindeki odalardan oluşur. İçine çok sayıda bireyin gömülebildiği bu oda-mezar anlayışı Van bölgesinde Erken Demir Çağı'ndan (1200) beri bilinmektedir. Van Gölü'nün kuzey kıyıları üzerindeki Ernis (Ünseli) ,Erçek Gölü'nün kuzeydoğu ucundaki Karagündüz ve Van Ovası'nın kuzeydoğusundaki , Erek Dağı eteklerindeki Yoncatepe'de Urartu Krallığı öncesine uzanan oda-mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Toprak altında gömülü bu odalardan bazılarına ,kuyu biçimli küçük bir giriş mekanı (dromos) yardımıyla girilip çıkılabilmekteydi. Bu ilkel örneklere karşılık Van Kalesi'ndeki kral mezarları görkemli cephe ve kapılarıyla dünyanın en erken mezar anıtları durumundadır. Bunlardan, kayalığın güneybatı ucundaki I.Argişti'ye aittir. Cephesinde kralın siyasi ve askeri başarılarını anlatan yazıtlar kazılı olan bu mezar önde geniş bir salon ile bunu çeviren 5 odadan oluşur. Salon ve tüm odaların duvarlarında dikdörtgen nişler bulunmaktadır. Mezar odalarına cesetler, yüksek sekiler üzerine ya da tekneler içine, taş tunç ya da pişmiş toprak sandukalara yatırılarak bırakılmış, yanlarına zengin armağanlar ile kişisel eşyalar konulmuştur ; ancak tüm kral mezarları soyulmuş olduğundan içlerindeki eşyalar konusunda bilgi yoktur.

Urartular bazen ölülerini yakıyor ve külleri özel vazolara (urne) koyarak saklıyorlardı. Ağızları kapatılan bu gibi vazoların omuzları üzerine genellikle, cesedin ruhunun girip çıkabilmesi için birkaç delik açılmıştır. Çoğu kez yakılanlar ile gömülenler aynı mezar odasına beraberce yerleştirilmişlerdir. Bununla birlikte Van Kalesi'nin doğu ucunda, içine yalnızca yakılan kimselere ait külleri içeren vazolar konmuş bir anıt mezar da bulunmaktadır.

Tuşpa sitadelinin kuzeydoğu yamacında II.Sarduri'nin yaptırdığı bir kutsal alan vardır. Olasılıkla üzeri yarı-açık olan ve Analıksız denen bu kutsal alan, anıtsal nişleri ve bazalt stelleri (dikilitaş) ile Uratular'ın dine verdikleri öneme tanıklık etmektedir. Dinsel inanışlarında stellere tapmaya özel bir önem veren Urartular bu tür ibadeti açık havada yapıyorlardı. Daha küçük olmakla birlikte, açık hava kutsal alanlarına merkezi bölgedeki Yeşilalıç ile batı sınırındaki Altıntepe'de rastlanmıştır. 

Açık hava kutsal alanlarının yanında Urartular'ın kendilerine özgü bir tapınak anlayışları vardı. Çatısı ağır payelerle taşınan görkemli tören salonları, revaklı avluları, depoları ve sunaklarıyla birlikte büyük bir külliye oluşturan bu tapınakların içinde, tanrı yontusunun durduğu en kutsal kesim (cella) kar planlı yüksek bir kule biçimindeydi. Dış yüzeylerine tanrılara adak olarak sunulmuş tunç kalkanların asılı olduğu bu yapının önündeki geniş avluda kurbanlar için taştan sunaklar ve üç ayaklı altlıklar üzerinde duran tunç kazanlar bulunmaktaydı. Sunaklar farklı biçimde olabilmekteydi. Örneğin Van Toprakkale'de sunak bazalttan oyulmuş bir anahtar deliği şeklinde, Çavuştepe ve Erzincan Altıntepe'de ise alçak kenarlıklı yuvarlak bir tekne biçimindeydi.

Cellanın iç duvarları mavi ve kırmızının egemen olduğu duvar resimleri ve ender olarak da taş oymalar üzerindeki kakmalarla bezeliydi. Alçak kapısı ve cephe düzeni açısından farklı olmakla birlikte ,Asur kralı II.Sargon'un 714 yılında yağmaladığı Muşaşir kentindeki baş Tanrı Haldi'nin tapınağını gösteren kabartma, bir Urartu cellasının önden görünümü hakkında iyi bir fikir vermektedir. 

Kuzey Suriye kökenli olduğu sanılan kule biçimli cella'nın VIII.yüzyılın başlarına ait en eski temsilcileri , her ikisi de Minua tarafından kurulmuş , Van'ın 10 km kadar kuzeyindeki Yukarı Anzaf ile Ağrı'nın Patnos ilçesindeki Aznavurtepe kalelerinde ortaya çıkarılmıştır.

Hurri etkili olduğu anlaşılan Urartu dini çok tanrılıydı. Krallığın kuruluşundan kısa süre sonra oluşturulan bu devlet dini hakkında en iyi bilgiyi, Van Ovası'nın doğu ucundaki Meherkapı yazıtı vermektedir. Kayalara oyulmuş dikdörtgen biçimli bir tapınak kapısını temsil eden bu anıtta Urartu Devleti'nin resmi tanrıları ve tanrıçaları ile bunlara başkentte kurban edilecek adak hayvanlarının cins ve sayıları sıralanmaktadır. Tanrı listesinin başında Haldi, Teişeba ve Şivini'nin adları geçer.

Tanrılar tanrısı Haldi sefere çıkan kralı kutsayan, koruyan ve zafer getiren bir savaş tanrısıydı. Büyük bir mızrakla simgelenen bu tanrının savaşta daima ordunun önünde gittiğine inanılıyor, adak olarak çeşitli silahlar sunuluyor ve bunlar tapınaklarda saklanıyordu. Nitekim bu tanrının tapınaklarında bir 'savaş kültü'nün varlığını kanıtlayan mızrak, kılıç, kalkan, ok ve yay gibi silahlara rastlanır.

İkinci sıradaki Fırtına ve Gök Gürültüsü Tanrısı Teişeba Hurri kökenliydi ; Hititler ona Teşup diyorlardı. Savaşta kaçan düşmanı şimşekleriyle yaktığına inanılan bu tanrının simgesi üç şualı şimşek demeti idi.

Üçüncü sıradaki Şivini yine Hurri kökenliydi ve Güneş Tanrısı'ydı. Simgesi güneş kursu olan bu tanrıya Hititler Şimegi demekteydi. Meherkapı listesinde bu üç büyük tanrının yanında 60 tanrı ve 16 tanrıçanın da adı geçmektedir ; ancak bunların pek çoğu hakkında yeterli bilgi yoktur. 

Sözgelimi kabartmalar üzerindeki dağ keçisi, akrep, karışık yaratık ve başaklı tanrılar ile çoğu kez törensel bir ziyafette tahtına oturur durumda karşılaşılan tanrıçanın kimliği bilinmez. Bununla birlikte şurası açıktır ki , Urartu halkını ortak bir dinin çatısı altında toplamak amacıyla IX.yüzyılın sonlarında düzenlenen bu resmi devlet tanrılarının sayısı, ele geçirilen ülke tanrılarının katılımıyla zaman içinde giderek daha da artmıştı. I.Argişti'nin batıdaki Hate ve Supani ülkelerinden getirip Aras boyundaki Erebuni'ye yerleştirdiği 6600 kişi ile birlikte taşınan tanrı İubşa bunun en iyi örneklerinden biridir.

Boynuzlu bir başlık giyen Urartu tanrıları çoğu kez kutsal hayvanların üzerinde ayakta duru vaziyette betimlenmiştir. Örneğin Haldi arslan , Teişeba boğa ve Şivini de atıyla gösterilmektedir ; ancak hayvanların tanrılarla ilişkileri konusu tam olarak açık değildir. Örneğin arslanın hem Haldi ve hem de Teişeba, boğanın hem Teişeba ve hem de Şivini tarafından kullanıldığına ilişkin kanıtlar vardır. Hayvan üzerinde duran tanrı motifi II.binyılın başlarından beri görünen bir Anadolu özelliğidir.

Sarayları yalçın kayalıklar üzerindeki sitadellerde inşa edilmişti. Bu yüzden de ,geniş, düz alanlarda kurulmuş Asur saraylarının aksine genellikle iki katlıydı. Alt kat mutfaklar, kilerler, depolar, tuvaletler vb. hizmetlerle ilgili birimlere ayrılmıştı. Kalın payeler üzerinde taşınan ikinci katta ise büyük bir kabul salonu ile harem dairesi bulunuyordu. Bu türde eyalet sarayının tipik bir temsilcisi Van yakınlarındaki Çavuştepe'dedir.

Büyük çapta kayalara oyularak inşa edilmiş bu sarayın gneyi teraslıdır. Saraya dışardan güneydeli merdivenli bir girişle ulaşılabilmektedir. Alt kat, kuzey ve güneydeki iki büyük koridor ile ince uzun bir salon ve yan mekanlardan oluşur. Ortadaki salonun tabanına üç derin mahzen oyulmuştur. Bunlar çoğu kez kış yağışlarını depolayan birer sarnıç ,aynı zamanda da sıcak yaz aylarında yiyecekler için soğuk hava deposu olarak hizmet görüyorlardı. Doğu ve batıda içlerinde ocak, çeşme ve atık su küvetlerinin bulunduğu iki ayrı mutfak vardı. Çeşmelere su, hemen gerilerindeki taştan platformlar üzerine yerleştirilmiş zaman zaman doldurulan depolardan sağlanıyordu. Kuzeybatı uçtaki küçük bir yuvarlak mekan tuvalet olarak kullanılıyordu. Gerek pis su ve gerekse tuvalet atıkları, temel inşaatları sırasında kayalara oyulmuş kanallar yardımıyla surların altından geçirilerek kalenin dışına akıtılıyordu. Böylece hijyen konusunda çözüm getirilmeye çalışılmıştı.

Kaleler içinde, saray ve tapınaklardan sonra en önde gelen yapılar depo binalarıydı. Uzun ve sert geçen kış ayları nedeniyle fazla sayıda nüfus barındıran kaleler içinde büyük depolar yapılması bir zorunluluktu. Bunlar tahıl ambarı ve şarap mahzeni olmak üzere iki türdedir. Şarap mahzenleri ışık almayan loş ve nemli alanlara inşa edilmiştir. Genişlikleri zaman zaman 500 m2 yi bulan bu yapıların çatıları genellikle taş altlıklara oturan ahşap direkler ya da kalın kerpiç payelerle taşınıyor ; içlerinde karınlarına kadar toprağa gömülü ve her biri 1500 litre alabilen büyük küpler sıralanıyordu. Küplerin boyunları üzerinde çoğu kez kabın kapasitesini ifade eden çivi yazısı ve hiyeroglifler kazılıdır. Karmir-Blur'daki bir tahıl ambarının 750 tonu aşkın bir kapasitesi olduğu hesaplanmıştır.

Urartu ülkesinin gelişmesi için her türlü alt yapı hizmeti devlet tarafından planlanmıştı. Gerçekten de Urartu uygarlığının böyle bir bölgede gelişip büyümesindeki etkenlerden en önemlileri kurdukları alt yapı sistemleri ve acımasız doğaya karşı getirdikleri çözümlerdir. Bunlardan günümüze kalabilmiş olanlar ise sulama ve karayolu tesisleridir. Toprakların verimini arttırmak ve özellikle kurak yaz aylarındaki sulama ile ilgili gereksinimi karşılamak amacıyla ülkenin en uç noktalarına değin su kanalları ve bentler inşa edilmişti. Krallar ve soylular, Asurlular gibi , meyve bahçeleriyle üzüm bağları kurmaya çok meraklıydılar. Hatta yeni bir kentin planlanması sırasında yanına daima bir üzüm bağı ve meyve bahçesinin kurulmasına özen gösteriliyordu. Bu bahçelere krallar çoğu kez kendi adlarını (Sarduri'nin Fidanlığı) ya da bazen eşleri veya kızlarınınkini (Tariria Hanımın Yeri) vermekteydi. Bu yüzden sulamacılığa büyük bir gereksinim duyulmaktaydı. Urartu su tesislerinden günümüze en iyi durumda kalmış olanları Van bölgesindedir. 

Kral Minua'nın yaptırdığı 56 km uzunluğundaki Minua Kanalı (Şamram Kanalı) 2800 yıl önce inşa edilmiş olmakla birlikte hala hizmet verecek kadar sağlam kalmıştır. Van'ın kuşuçumu 20 km kadar güneydoğusundaki bir su kaynağını Van Ovası'na akıtan bu kanal öncelikle Urartu krallarının karli park ve bahçelerini sulamak ve belki de başkent Tuşpa'nın etrafını çeviren hendeği su doldurmak amacıyla inşa edilmiştir. Ortalama 2.50 , bazen de 4.00 m yi bulan genişlikteki kanal kimi zaman kayaya oyulmuş, kimi zaman da örme taştan bir yatak içinde akıtılmış ve yer yer yükseklikleri 10 m yi aşan destek duvarlarıyla güvence altına alınmıştır. Kanalın en ilginç yönlerinden biri, Gürpınar Ovası içinde Hoşap Çayı'nın üzerinden geçmiş oluşudur. Günümüzde kalmamış olmakla birlikte, bu geçişin Asurlular'dan tanınan şekilde bir su kemeriyle gerçekleştirilmiş olduğu söylenebilir. Kanalın destek duvarları üzerinde kral Minua'ya ilişkin 15 inşa yazıtı bulunmaktadır. Yazıtlar kanalın zorlukla inşa edilen özel bölümlerindedir.

Urartu dili Hurrice ile akrabaydı. Her ikisi de Hint-Avrupa ve Sami dillerle ilişki olmayan Doğu-Kafkasya dil ailesine mensuptur. Bu iki dilin Prot-Hurri denilebilecek ortak bir atadan kaynaklanıp, Doğu Anadolu, Transkafkasya ve Kuzeybatı İran'da Urmiye Gölü havzasına yayılmış eski anavatanda birbirlerinden ayrı ayrı geliştikleri sanılır.

Urartular Hititler gibi Çivi yazısı ve resim yazısı kullanıyorlardı. Çivi yazısı taş anıtlar, tunç eserler, iri depo küpleri, kil tabletler ve mühürler üzerine ; resim yazısı ise daha çok mühürler ve kap kacak üzerine yazılıyordu. Resim yazısı az gelişmişti ve genellikle gündelik işlerde kullanılıyordu. IX.yüzyılın sonlarında ortaya çıkan çivi yazısı Asur'dan alınmıştı ve hecelerden oluşuyordu.

Prof.Dr.Veli Sevin
Anadolu Arkeolojisi - kitabından


***
Bir duvar yazıtı...

Menua oğlu Argişti
Yüce Tanrı Haldi için bu yazıtı tesis etti
Tanrı Haldi’nin yüceliği ile Menua oğlu Argişti.
Güçlü kral, büyük kral...
Biainili ülkesinin kralı, krallar kralı. 
Tuşpa kentinin yöneticisi...
Hükmeden yüce Tanrı Haldi’ye yalvardım. 
0 yılda ordumu tekrar topladım ve…
Diauehi ülkesine ve kralı Mannudubi’ye karşı sefere çıktım
19.255 erkek çocuk, 10.140 canlı savaşçı, 23.280 kadın.
Toplam 52.675 kişiyi o yıl tutsak aldım...
Bazılarını katlettim bazılarını canlı olarak götürdüm. 
1104 at ve 35.015 büyük boynuzlu ve... 
1829 küçük boynuzlu sığırı ülkeme taşıdım.. 
Ve bütün bunları Tanrı Haldi için bir tek yıl içinde başardım
Biainili ülkesinin gücünü göstermek ve düşman ülkelerini zaptetmek için İrpuni kentini inşa ettim. 
Ülke yaban idi ve benden önce buraya hiçbir şey inşa edilmemişti.
Burada yüce işler başardım. 
Getirdiğim 6600 savaşçıyı buraya yerleştirdim..

ve Bir beddua...

Ben Argişti oğlu Rusa, bu tapınağı ben yaptım. 
Kim bu tapınağı yıkar, yok eder veya ben yaptım derse tanrı Haldi, tanrı Şivini ve tanrı Teişeba tohumunu bu dünyadan kaldırsın, yok etsin...


TOPRAKKALE'den Tanrı HALDİ ,( M.Ö. 685-645 )


***
Urartu Müzesi'nin Temeli Atıldı

Van Kalesi'nin kuzeyinde, Abdurrahman Gazi Türbesi'nin karşısında inşasına başlanan Urartu Müzesi, 12 bin 300 metrekare kapalı, toplam 52 bin metrekare alana yapılıyor. 
Doğu Anadolu Bölgesi ile Kuzeybatı İran, Irak'ın bir bölümü ve Aras Vadisi'ne kadar uzanan bir coğrafyada 3 bin yıl önce hüküm süren Urartu Krallığı'na ait eserler, başta krallığın başkenti Van ile çevresindeki kale, tapınak ve nekropollerde, uzun yıllar önce başlatılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarıldı. Eserlerin teşhir edildiği 400 metrekarelik alana sahip Van Müzesi sergi salonunun yetersiz olması nedeniyle kazılarda gün yüzüne çıkarılan 90 bini aşkın eserden sadece 2 bin 443'ü sergileniyor. 

Bunun üzerine, dünyanın ilk Urartu Müzesi'nin yapılmasına karar verildi. Urartu Krallığı'na, Tuşpa adıyla başkentlik eden Van Kalesi'ndeki surlar da restore ediliyor. Urartu Kralı 1. Sardur tarafından M.Ö. 840-825 yıllarında inşa edildikten sonra uzun yıllar Urartu Krallığı'nın başkenti olan Van Kalesi (Tuşpa), Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca başlatılan restorasyon ve kazı çalışmalarıyla eski ihtişamlı günlerine dönmeye hazırlanıyor.

Basın 12.09.2012

***
MEHMET KUŞMAN / Van Çavuştepe Kalesi Bekçisi
TARİHÇİLERE URARTUCA ÖĞRETİYOR

Dünyada 38 kişi Urartuca biliyor ve 37`si akademisyen. Vanlı Mehmet Kuşman ise hiçbir eğitim almadan kendi çabalarıyla öğrendiği dili okuyor ve yazıyor. Bekçiliğini yaptığı kalenin içinde de kendisini bir Urartu gibi hissediyor.... basından 2011

kendi sitesi

Urartu ile ilgili daha fazla haber :


SB.