SAYFALAR

23 Şubat 2013 Cumartesi

ARABİSTANLI LAWRENCE VE Üçüncü Bin Yıl

EMİR FAYSAL VE LAWRENCE (sağdan ikinci)


İngilizler;  Hz. Muhammed’in anne ve babasının kabrini yok eden, Peygamberimizin kabrini yıkmayı isteyecek kadar sapkın bir mezhep olan Vahabi Mezhebinin (ki bu yıkıma Atatürk engel olmuştur) Arap yarımadasını ele geçirmesini sağlayarak; Arapların Osmanlıyı arkadan vurmasının temellerini atmıştır. 

Kendi dışında diğer mezhep inananlarını dışlayarak kâfir ilan eden Vahabi mezhebinin; bugün Kutsal topraklara sahip olması İngilizlerin sayesinde olmuştur. Haçlı zihniyetinin neler yapabildiğine en güzel örneklerden biridir Vahabilik mezhebi.
Bu mezheple ilgili en ilginç bilgi ise Saddam arşivlerinin Amerika’ya götürülüp tercüme edilmesi ile gün yüzüne çıkmıştır. 

Mart 2008'de Washington Post gazetesinde yayınlanan bu haberde Vahabiliğin kurucusu olan Şeyh Muhammed bin Abdülvahhab'ın dedesi Bursalı bir Yahudi. 

Washington Post'un köşe yazarı Al Kamen Pentagon'un; Saddam dönemine ait kamyonlarca yer tutan arşiv belgelerinden önemli bulunanları, İngilizce’ye çevirterek beş cilt halinde bir araya getirilmesini sağladığını yazdı. 

Tercüme edilen bu belgelere göre, Şeyh Abdülvahhab'ın dedesinin adı Süleyman değil Şulman'dı. 16. Yüzyılda Bursa'da yaşayan Yahudi bir tüccar olan Şulman, daha sonra Şam'a göç etti. Sakal bıraktı, Müslüman sarığı sardı; ancak büyücü olduğu suçlamasıyla Osmanlı yönetimi tarafından Şam'dan kovuldu.
Batı öteden beri; kendisi savaşmak yerine ülkeleri ve halkları birbirine düşman etmeyi ve onları savaştırmayı başarmıştır. Yüzlerce yıl Doğu topraklarını istila etme teşebbüsünde bulunan emperyalist Batı; savaşla elde edemediğini hile ile elde etmiştir. 

Batı akılcı, Doğu ise kadercidir. 

Bu yüzden Doğu insanlarını birbirine düşürmek için en iyi yöntem; din olarak belirlemiş ve bu konuda da başarılı olunmuştur. 

İngilizler; toplumları birbirine düşürme hedeflerini gerçekleştirmek için Arabistanlı Lawrence’den çok önce İngiliz ajan Humpher’ı görevlendirmişti. 

Humpher; kaleme aldığı hatıralarında görevini açıkça yazmış: 

“1710 yılında İngiltere Sömürgeler Bakanlığı beni Mısır, Irak, Hicaz ve Osmanlı Halifelik merkezi İstanbul’da casusluk yapmak ve gizli bilgiler toplamak için gönderdi. 

Benim görevim Müslümanları birbirine düşürmek ve sömürüyü İslam ülkelerine sokabilme yollarını aramak için yeterli bilgileri toplamak idi. Bu amaçla Ebu Hanife’den çok bildiğini ve ‘Sahih–i Buhari’ kitabının yarıdan fazlasının hiçbir işe yaramadığını iddia eden Abdülvahhab’la dost olmuştum; Sürekli olarak onu, Allah seni büyük bir dahi olarak yaratmış, sana Ali ve Ömer’den daha fazla akıl vermiş diye tahrik edip, eğer sen Peygamber zamanında yaşasaydın, kesin olarak onların yerine geçerdin diyerek yüreklendirdim.”

Batının 1700’lü yıllardaki istila ve sömürü isteği; günümüze kadar artarak devam etmiştir. 

Her biri emperyalist Batı’nın ajanı olarak çalışan misyonerlerin başkanı Samaul Zouimer; sömürgeci Hıristiyanların fikirlerinde bir değişiklik olmadığını 1935 yılındaki beyanında açıkça göstermiştir: 

“Sizden Müslümanları Hıristiyan yapmanızı istemiyorum. Sizin asıl göreviniz Müslümanları İslam’dan uzaklaştırmaktır. Eğer bunda başarılı olursanız, İslam memleketlerinin sömürge haline gelmesi için fetih yollarını aşan ileri karakollar kurmuş olursunuz”
Mehmet Ali Ağca’nın suikast girişimine maruz kalan Papa II. Jean Paul 24 Aralık 1999’da Vatikan’ın; diğer dinler ve özellikle İslam dini ile ilgili düşüncesini; 

“Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı, ikinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hıristiyanlaştıralım”  diye çok güzel bir şekilde özetlemiştir. 

455 yıl sonra İtalyan olmayan birini neden Papa yaptıkları da bu açıklama neticesinde anlaşılmıştır. 

Amerikan Başkanı Bush; Papa’nın bu isteğini 11 Eylül saldırısından sonra Afganistan ve Irak işgali için “Haçlı Savaşı” ismini verdiği katliamlarla yerine getirmiştir. 

Türkiye için de durum farklı değildir. 2000 tarihi ile başlayan üçüncü bin yıldan bu yana; Türkiye’nin “Ilımlı İslam” adı altında İsevileştirme programı, hızla devam etmektedir.

Emperyalist Batının radikal İslam’ı yaratması ve ardından radikal İslam’ın “Ehlileştirilmesi” anlamına gelen Ilımlı İslam’ı bize dayatması; Doğunun kilidi olan ve en son Haçlı savaşları yenilgisini tatmalarını sağlayan Türkiye’den başlamıştır. 

Atatürk; Batının din argümanını kullanarak ülkeleri ve toplumları birbirine düşürme, sonrasında da “Sömürge” haline getirme konusundaki başarısını görmüş ve dinin siyasete alet edilmemesi için devlet yapısının temelini “Laiklik” üzerine oturtmuştur. 

Emperyalist Batının Atatürk’ten ve laiklik ilkesine olan bağlılığımızdan rahatsızlık duymasının nedeni budur. Haçlı zihniyeti; kendilerine son “Cihat” yenilgisini tattıran Atatürk’ten ve laik Türkiye Cumhuriyetinden intikamını “Ilımlı İslam” ile almaktadır.

“Ilımlılık” kavramı ilk olarak Komünizm üzerinde denenmiş ve başarılı olmuştur. 

Gorbaçev ile hayata geçirilen perestroika (yeniden yapılanma) komünizmin ılımlaştırılmasından başka bir şey değildir. Perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) ile komünizm; komünizm olmaktan çıkartılmış ve ardından da Sovyetler dağılma sürecine girmiştir. Ilımlı İslam ile İslam dini de İslam olmaktan çıkartılmaya ve İsevileştirilmeye çalışılmaktadır.

Bugün adına Batı tarafından “Arap Baharı” denen “Sözde demokrasi getirme” işlemi de gene emperyalistlerin Müslümanı Müslümana düşürme oyunundan başka bir şey değildir. 

Baharın uğradığı yerlerde kan, gözyaşı, şiddet ve ölüm hala hüküm sürmekte, komşu komşusunu katletmektedir. Bir Müslüman hele de komşusu olan, şahsi herhangi bir sürtüşmesi dahi bulunmayan bir başka Müslümanı sırf siyaset adına katlediyorsa orada insanlar İslam’dan uzaklaşmış demektir. 

Zira Müslümanların savaşta bile uyması gereken; elinde silah olmayanlara, kadınlara, çocuklara dokunulmayacak, gerekmediği müddetçe bitkilere bile zarar verilmeyecek gibi kurallar emperyalist Batının tuzağına düşmüş Müslümanlar tarafından yok sayılmaktadır.
İşin trajikomik yanı ise Batıya demokrasiyi getirmesi için yardım eden Suudi Arabistan, Katar gibi işbirlikçi ülkelerin demokrasiden nasibini almamış olmalarıdır.

Bu durum ise bana Giordano Bruno’nun bir sözünü hatırlatmaktadır: 


“Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı kullanır”



Şebnem Özbek 
Açık İstihbarat , 21/09/2012




ATATÜRK SÖYLEV'İNDE;

“Araplar'ın Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok acılı bir durumdur. Araplar'ın arasında mevcud olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. 

Biz bilindiği üzere birkaç sene Araplar'dan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki; buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet'e lakayt olmakla itiham edildik. 

Fakat bu ittihamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selahaddin'in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah'ın inayeti ile kuvvetliyiz. 

Avrupa’nın bu mukaddes yerlere el koymak için yapacağı ilk adımda bütün İslam aleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur”

İngilizler 1914 yılı Aralık ayında Türk dostu saydıkları Hidiv Abbas Hilmi Paşa'yı yönetimden uzaklaştırarak, Mısır ve Süveyş Kanalı'na tamamen egemen oldular. Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın, 14 Ocak 1915'te 14.000 deveyle iki koldan Süveyş Kanalı'na yaptığı harekât ( 1.Kanal Savaşı ) başarılı olamadı. 4 Şubat 1915'te Birüsseba - Gazze'ye geri dönüldü. 1916 yılında Süveyş Kanalı'nı almak için 2. Kanal Harekâtı yapılırken, Mekke Şerifi Hüseyin İngilizlerin kışkırtmasıyla Osmanlı Devletine karşı ayaklandı. Ayaklanmanın bastırılması için 4. Ordu'dan bir kısım birlikler Hicaz'a gönderildi. Ordunun geri kalan kısmıysa, Gazze-Şeria-Birüsseba hattında savunmaya çekildi. 1917 baharında İngilizler, Gazze'ye saldırdı. 1. ve 2. Gazze Savaşları yapıldı. İngilizler Türklerin kahramanca savunması karşısında çekilmek zorunda kaldılar.

Takviyelerini artırmaya başlayan İngilizlerin Filistin Cephesinde toplanmaları üzerine, Cemal Paşa'nın uyarısıyla Yıldırım Ordularının Irak cephesinde kullanılmasından vazgeçilerek Filistin ve Suriye'de kullanılması kararlaştırıldı. Aynı yıl 7. Ordu Komutanlığına atanan Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Komutanı General Falkenhayn ile anlaşamadı. Harbin yönetimini tenkit eden iki rapor yazarak 6 Ekim 1917'de komutanlıktan istifa etti. Savaş hazırlıklarını tamamlayan İngilizler, 24 Ekim 1917'de 138.000 askerle taarruza başladılar. Birüsseba-Gazze Savaşı'nı kazandılar. 9 Kasım 1917'de Kudüs düştü. General Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin Mart 1918 başı ile 18 Mayıs arasındaki Telazur, 1. ve 2. Salt - Amman taarruzları başarıyla durduruldu. 1918 yılında Falkenhayn'ın yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na General Liman Von Sanders atandı. 7. Ordu Komutanlığına Mustafa Kemal Paşa yeniden döndü. Yığınaklarını artıran ve mevcudu 460.000'e yükselen İngiliz ordusunun 19 Eylül 1918'de Filistin'de başlattığı taarruz hızla gelişti ve Filistin tamamen İngilizlerin eline geçti.

Yıldırım Ordular Komutanı, Halep'te savunma düzeni kurma görevini Mustafa Kemal Paşa'ya bırakıp, Adana'ya gitti. 

Mustafa Kemal bir yandan İngilizlerle, diğer yandan Arap silahlı çeteleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Halep'in kuzeyinde bir savunma hattı kurup İngilizleri durdurmayı başardı. 31 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'nden bir gün sonra Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na atandı.


AYRICA  "MUSTAFA YILDIRIM 58.GÜN" KİTABINI TAVSİYE EDERİM. (tıklayın)





Arabistanlı Lawrence / Lawrence Of Arabia

Yönetmen: David Lean , 1962 İngiltere
Senaryo yazarı: T.E. Lawrence, Robert Bolt, Michael Wilson
Oyuncular: Peter O’Toole, Alec Guinness, Anthony Quinn, Jack Hawkins, Omar Sharif

T.E. Lawrence, Kuzey Afrika’da konuşlanmış İngiliz ordusunda görevli genç bir teğmendir. İstihbarat bölümünün harita kısmındaki pozisyonundan mutsuz olan Lawrence, bugün Suudi Arabistan olan bölgede araştırma görevi teklif edilince heyecanla kabul eder. Bölgede savaşmakta olan Arap ordusunun komutanı olan Prens Feisal’ı gözlemlemekte olan Lawrence, bir süre sonra bölgede kalarak Prens’e yardım etmeye karar verir…

Tarihin en ünlü casuslarından biri olan Lawrence, Araplar’ı Osmanlılar’a karşı kışkırtıp, Arap topraklarına batılı medeniyetlerin girmesine ön ayak olmuştu. O dönemin tarihinde önemli yeri olan T.E. Lawrence’ın anılarından gazeteci Jackson Bentley’in araştırmalarıyla sinemaya aktarılan Arabistanlı Lawrence, 1963 yılında 10 dalda Oscar’a aday gösterilmiş, en iyi film ve en iyi yönetim dalları başta olmak üzere 7 dalda ödüle layık görülmüştü…


TÜRKÇE DUBLAJ İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN:




OSKARLARI NEYE GÖRE DAĞITTIKLARINI İYİ KAVRAYIN..!!! 


DEĞİŞEN BİR ŞEY VAR MI ? 

50-100 SENEDE BİR AYNI OYUNLAR SAHNEDE, BIKMADILAR....
BİZLER DE SEYİRCİ OLARAK BIKMADIK....MI ?????
KURUSUN ARTIK KÖKLERİ.



Lawrence ve Gertrude Bell ile ilgili başka bir yazı için tıklayın:


SB.

***