Amerika’daki Ermeni lobisinin Türkiye - ABD diplomatik ilişkilerini etkilemesi...
1923 yılında Lozan Antlaşmasına karşı Amerika’da nasıl bir fırtına koparılmış, Türkler aleyhinde nasıl bir karalama kampanyası yürütülmüş olduğu ve Amerika içinde buna nasıl tepki gösterildiği
....
....
Önce Türk - Amerikan ilişkilerini kısaca hatırlayalım: Türkler ile Amerikalılar bugüne kadar birbirleriyle hiç savaşmadılar, hiç harp etmediler. Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkiler genellikle dostça ve savaşsız geçti. Birinci Dünya Savaşında (1914-1918) Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri karşı bloklarda, karşı cephelerde yer aldılarsa da birbirlerine yine savaş açmadılar, kurşun sıkmadılar. Yalnız 1917 baharında Türkiye - ABD diplomatik ilişkileri kesildi.
ABD, üç yıl kadar bu büyük savaşın dışında kaldıktan sonra, 1917 yılında Almanya’ya savaş açmıştı. Türkiye veya Osmanlı Devleti, o savaşta Almanya’nın müttefikiydi; müttefikine karşı savaşa başlayan Amerika ile normal diplomatik ilişkilerini sürdüremezdi; 20 Nisan 1917’de Amerika’ya bir nota verdi ve bu devletle ilişkilerini kesti. Ama Amerika’ya savaş açmağa kadar gitmedi. ABD de Türkiye’ye savaş aşmadı. İki devlet arasında savaş hali doğmamış, yalnız ilişkiler kesilmişti. Artık Türkiye’deki Amerikan haklarını İsveç gözetecekti. Amerika’daki Türk haklarını koruma görevi de İspanya’ya verilmişti. Bu durum yıllarca sürüp gitti.
1923 Lozan Barış Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle yeni Türkiye’nin dış ilişkileri normale dönmüştü. Türkiye, yıllarca savaştığı ülkelerle nihayet normal diplomatik ilişkiler kurmuştu. 1925 yılı başında Londra, Paris, Roma, Atina gibi eski düşman ülkelerin başkentlerinde Türk elçileri artık görev başındaydı. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan Elçileri de Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’e güven mektuplarını sunup Türkiye’de göreve başlamış bulunuyorlardı.
1925 yılında Türkiye’nin normal ilişkiler kuramadığı tek ülke kalmıştı: Amerika Birleşik Devletleri.
1917’de kesilen Türk - Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulması ve normale dönüşmesi 1927 yılı sonunu bulmuştur. Birbirleriyle hiç savaşmamış olan Türkiye ile ABD arasındaki diplomatik ilişkiler tam on yıl kopuk kalmıştır. Bu iki ülke arasında on yıl boyunca normal diplomatik ilişkilerin kurulamamasının başlıca nedeni, Amerika’daki Ermeni lobisiyle Amerikalı destekçilerinin Atlantik ötesinde yürüttükleri Türk düşmanlığı kampanyası idi. Ermeni lobisi ve onların Amerikalı yandaşlarınca yürütülen Türkiye aleyhindeki düşmanca propaganda kampanyası, Amerikan Kongresini etkilemişti. Washington Hükümeti, Kongrenin şimşeklerini üstüne çekmek istememiş ve zamanında yeni Türkiye ile yakınlaşma yürekliliğini gösterememişti.
Amerikan Hükümeti, Türk Kurtuluş Savaşında Türklere dostluk elini uzatmamış, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini tanımamış, Fransa ve İtalya kadar bile Ankara Hükümetine yakınlık göstermemiştir. İstanbul’da Amerikan Elçiliği binasında oturan, fakat Ankara’ya akredite olmayan, Yüksek Komiser unvanı taşıyan Amiral Mark L. Bristol’un kişisel dostluk gösterileri sözde kalmıştır. Türk kuşaklarının yüreklerinde apayrı bir yer tutan Türk Kurtuluş Savaşı tarihinde Amerika Birleşik Devletlerinin yeri ve rolü yok denecek kadar silik kalmıştır.
Türkiye - ABD Lozan Antlaşması
Amerika’da Türk düşmanlığı kampanyasını yürütenler, Kurtuluş Savaşında Türk-Amerikan ilişkilerinin kurulmasını engelleyen başlıca etken oldukları gibi, Türkiye ile ABD arasında Lozan’da imzalanan antlaşmaya karşı da savaş açmışlardır. Başka bir ifadeyle, Amerika’daki Türk düşmanlığı kampanyası, Lozan barışından sonra da yıllarca sürdürülmüş, hatta daha da hızlandırılmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ile savaşmamış, Sèvres Antlaşmasını imza etmemişti. Bu nedenle Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında 24 Temmuz 1923 günü Lozan’da imzalanan barış antlaşmasına taraf değildi. Ama, ABD ile Türkiye arasında, yine Lozan’da, 6 Ağustos günü ayrı bir Dostluk ve Ticaret Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla iki ülke arasında dostluk ilişkilerin kurulması, normal diplomatik ve konsolosluk ilişkilerinin yeniden başlatılması da öngörüldü. Bu yazıda söz konusu olan işte bu Lozan Dostluk ve Ticaret Antlaşmasıdır, asıl Lozan Barış Antlaşması değildir. Lozan Barış Antlaşması, çok taraflı bir antlaşmadır, bunun altında sekiz devletin imzaları vardır. Amerika ile Lozan’da imzalanan Dostluk ve Ticaret Antlaşması ise ikili bir antlaşmadır, bunu yalnız Türkiye ile Amerika imzalamışlardır. Böyle olduğu halde bu ikili antlaşma da Lozan barış sisteminin bir parçası sayılmakta idi. Amerika’daki Ermeni lobisi, Türk - Amerikan Lozan Antlaşmasına saldırırken aynı zamanda Lozan barış sistemini de hedef almıştı.
Kasım 1922’de Lozan’da başlayan barış konferansına Amerika yalnız gözlemci olarak katıldı. Amerika’nın Bern Büyükelçisi Joseph C. Grew, Roma Büyükelçisi Richard Washburn Child ve İstanbul Yüksel Komiseri Amiral Mark L. Bristol, Lozan Konferansına gözlemci olarak gönderildiler. Washington Hükümeti, yalnız gözlemci olduklarını, Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında yapılacak müzakerelerde resmi bir rol oynayamayacaklarını kendilerine önemle bildirmişti. 1923 Şubat başında Lozan Barış Konferansına ara verilmesi üzerine Grew, Child ve Bristol Lozan’dan ayrıldılar ve asıl görevlerine döndüler. Nisan 1923’te barış konferansı yeniden toplanınca üç Amerikalı gözlemciden yalnız Grew Lozan’a yollandı. Konferansın ikinci döneminde Amerikan delegasyonun başında Grew bulundu.
Lozan Konferansının daha birinci döneminde Türk ve Amerikan delegeleri arasında ikili görüşmeler başlamıştı. Konferans yeniden açılınca, Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa (İnönü), bir Türk - Amerikan antlaşması imzalanması için ikili görüşmelere hemen başlanmasını istedi. Ama Amerikalılar işi biraz ağırdan aldılar; İtilâf devletleriyle Türkiye arasındaki barış görüşmelerinin sonucunu beklediler. Lozan Barış Antlaşması imzalandıktan iki hafta sonra, 6 Ağustos 1923’te, Türk-Amerikan ikili antlaşmaları imzalandı.[2] Antlaşmaları Türkiye adına İsmet Paşa ile yardımcıları Dr. Rıza Nur ve Hasan (Saka) Bey; Amerika adına da Joseph C. Grew imzaladılar.
Amerika ile aynı günde iki antlaşma imzalanmıştı. Birincisi Dostluk ve Ticaret Antlaşması, ikincisi de suçluların iadesi antlaşması idi. Asıl önemli olan birinci antlaşmaydı. Bu antlaşmanın 1. maddesi, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını öngörüyordu. 2. maddesi, tüm kapitülasyonların kaldırıldığını belirtiyordu. 3.-8. Maddeler Türk ve Amerikan vatandaşlarının karşılıklı yerleşme, oturma, çalışma haklarıyla şirketlerin durumlarını düzenliyordu. 9. maddeyle taraflar birbirlerine “en çok gözetilen ülke” statüsünü tanıyorlardı. Eskilerin ifadesiyle “En ziyade müsaadeye mazhar devlet” statüsü. Ondan sonraki yedi madde vergiler, ithalat, ihracat resimleri ve Amerikan gemilerinin Boğazlar bölgesindeki hakları gibi konulara ilişkindi. 17–27. Maddeler Konsolosluk görevlilerinin haklarıyla görevlerini düzenliyordu.[3]
Türk - Amerikan Lozan Antlaşması nispeten kısa, 32 maddelik bir antlaşmaydı. Asıl Lozan Barış Antlaşmasında yer alan devlet sınırları, toprak sorunları, askerlik işleri vb. gibi birçok önemli konuyu kapsamıyordu. Bu gibi konular Amerika’yı doğrudan ilgilendirmemişti. Lozan’da Amerika’nın önemle üzerinde durduğu, kapitülasyonlar, Türkiye’deki Amerikan eğitim, öğretim ve yardım kurumlarının çıkarları, Boğazlardan geçiş ve ticaret özgürlüğü gibi konulardı.[4] İmzalanan antlaşmayla Amerikan isteklerinin çoğu kabul edilmişti. Türkiye’de Amerika’ya tanınan haklar, öteki devletlere tanınan haklardan daha az değildi. Fransa, İngiltere, İtalya gibi ülkelere tüm kapitülasyonların kaldırılması kabul ettirilmişti. Amerika için kapitülasyon rejiminin yürürlükte kalması söz konusu olamazdı. Kapitülasyonların toptan kaldırılmasını Amerika da kabul etmişti. Türk kanunlarına uymak şartıyla Amerikalılar Türkiye ile ticaretlerini sürdürebileceklerdi. Amerika’ya, en çok gözetilen ülke statüsü tanınıyordu. Türkiye’deki Amerikan okulları, yardım kurumları, hastaneleri, misyonları, misyonerleri Türk kanunları çerçevesinde çalışmalarını yürütebileceklerdi. Yine Türk kanunlarına uymak koşuluyla, Amerikan vatandaşlarına Türkiye’ye gelip yerleşme ve burada iş tutma hakları tanınmıştı...
Lozan Barış Antlaşmasından sonra Türkiye ile Amerika arasında böyle bir dostluk antlaşması imzalanması doğaldı. Çünkü yeni Türk Devleti, dış ilişkilerini normale dönüştürebilmek için savaş halinde olduğu eski düşman devletlerle barış antlaşması imzalıyor, savaş halinde olmadığı devletlerle ise dostluk antlaşmaları yapıyordu. 1923 yılında Arnavutluk, Macaristan ve Polonya ile Türkiye arasında dostluk antlaşmaları imzalanmıştı. Türkiye - Polonya dostluk antlaşması, tıpkı Amerika ile yapılan antlaşma gibi, Lozan’da imzalanmıştı. Türkiye, 1924 yılında da Almanya, Avusturya, Çekoslovakya, Estonya, Hollanda, İspanya ve İsveç ile dostluk antlaşmaları yapmıştı. Normal diplomatik ilişkiler kurulurken önce dostluk antlaşması yapılması usulü benimsenmişti. Türkiye Cumhuriyeti, ilişki kurmak istediği 40 kadar devletle dostluk antlaşmaları imzalamıştı. Lozan’da imzalanan Türkiye - ABD antlaşması bu dostluk antlaşmaları zincirinin sadece bir halkasıydı. Ne var ki, Türkiye’nin öteki ülkelerle yaptığı antlaşmaların hepsi sessiz sedasız onaylanmış, yürürlüğe konmuş ve uygulanmış olduğu halde, Türk - Amerikan dostluk antlaşması etrafında büyük bir fırtına koparılmıştır.
“Lozan Antlaşmasına Hayır!” kampanyası
Lozan’da Türk - Amerikan antlaşması imzalanır imzalanmaz Amerika’daki Ermeni ve Rum lobileri ve bütün Türk düşmanları hemen ayağa kalktılar, kükrediler, harekete geçtiler. Amerika sanki yerinden oynadı. “Lozan Antlaşmasına hayır!” sloganı altında yeni ve güçlü bir Türk düşmanlığı kampanyası başlatıldı. Atlantik ötesinde Türklere karşı yıllardır kampanya zaten yürütülüyordu. Yeni kampanya için hava elverişliydi. Eskiden kurulmuş, oturmuş düşman örgütler zaten hazırdı. Yeni kampanya bu kurulu temele oturtuluverdi. Çabucak tutundu, güçlü bir baskı grubu oluşturuldu.
Mütareke yıllarında Türk düşmanlığı kampanyasına öncülük eden “Ermenistan Bağımsızlığı için Amerikan Komitesi” (American Committee for the Independence of Armenia) adlı örgüt, bu kez, Lozan Antlaşmasına Karşı Amerikan Komitesi (The American Committee Opposed to the Lausanne Treaty) adını aldı.[5] Bu örgüt, bütün hazır kadrosu, organları, gazeteleri ve etkisi altındaki çevreleriyle, Lozan Antlaşmasına savaş açtı. Böylece, yıllarca sürecek bir kampanya başlatılmış oldu. Kampanyaya, başka örgütler, gazeteler ve Amerikan iç politikasına oynayan muhalefetteki Demokrat Parti ileri gelenleri de katılınca, Amerikan kamuoyunun ve Kongrenin baskı altına alınması kolaylaştı.
Yeni kampanyanın elebaşıları eski Türk düşmanlarıydı. Bunların başında da James W. Gerard vardı. 1927 yılında T.C. Washington Büyükelçiliğine atanan Ahmet Muhtar Bey, Gerard hakkında özetle şu bilgileri veriyor:
“New York’un ileri gelen avukatlarından ve muhalefetteki Demokrat Parti liderlerindendir. Hükümeti sürekli rahatsız etmek isteyen ataklığı ile tanınır. Ermeni örgütlerince satın alınmış bir kişidir. Büyük Savaşta Amerika’nın Berlin Büyükelçisiydi. Almanya’ya karşı beslediği kinle Amerikalıların yurtseverlik duygularını bir hayli okşamış ve böylece kamuoyunda tanınmış, kendisine oldukça önemli bir yer yapmıştır. Türkiye’yi hiç tanımamaktadır. Rasgele karşımıza çıkmış şarlatan bir düşmandır. Aşırı İngiliz yanlısıdır. Berlin’deki Elçiliği sırasında, Amerika’yı İngiltere yanında, Almanya’ya karşı savaşa sokmak için hayli çaba harcamıştır. İngiltere’ye yaptığı bu hizmetine karşılık İngiliz Hükümeti kendisine nişan vermiştir. Amerika’daki Ermeni örgütleri de Türkiye’ye karşı kampanyalarında İngilizlerce kışkırtılmakta ve paraca beslenmektedirler. Bu bakımdan Gerard’ın ne gibi ilişkilerle Türkiye’ye musallat olduğu kendiliğinden anlaşılır.”[6]
Gerard, Mütareke yıllarında, “Ermenistan’ın Bağımsızlığı için Amerikan Komitesi” adlı örgütün başkanıydı. Bu sıfatla, Türk Kurtuluş Savaşı boyunca Türk düşmanlığı kampanyasını yürütmüş, Ermeni lobisinin sözcülüğünü yapmıştı. Mondros Mütarekesinin, Sèvres Antlaşmasının Ermeniler yararına uygulanmasını savunmuştu.[7] Ermeni komitesi bu defa “Lozan Antlaşmasına Karşı Amerikan Komitesi” adını alınca bunun da başına yine Gerard geçmişti:
Komitenin elebaşılarından biri de Vahan Kardaşyan (Cardashian) adlı yırtıcı bir Ermeni avukatıydı. Ahmet Muhtar Bey’in bildirdiğine göre, Kardaşyan, “vaktiyle Osmanlı Sefaretinde müstahdem olup bilâhare vazifesine hitam verilen ve bu yüzden bize hasım kesilen ve Amerikalı zengince bir kadınla teehhülü (evlenmesi) dolayısıyla hal ve vakti ifa-i tahrikata müsait bulunan ve bilhassa İngilizler tarafından istihdam kılınan” bir kişiydi.[8] 1910–1915 yıllarında Washington’daki Osmanlı Elçiliğinde tercümanlık yapmıştı. İşine son verilince Osmanlı Hükümetinden alacağı bulunduğunu ileri sürmüştü.
Gerard - Kardaşyan ikilisinin egemen bulunduğu Ermeni Komitesinde ayrıca şu kişiler vardı: David Hunter Miller, Albert Bushmell Hart, Güney Metodist Piskoposu James Cannon, Jr., Albert James M. Cox, Homer S. Cummings, Abraham I. Elkus, Oskar S. Straus ve Ray Lyman Wilburn. Bunlar o yıllarda Amerika’da oldukça tanınmış kişilerdi.
Amerika’da Türk düşmanlığı kampanyasının bayraktarlarından biri de Amerika’nın eski İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau idi. New York’un tanınmış ailelerinden ve muhalefetteki Demokrat Parti ileri gelenlerinden olan Morgenthau, Mütareke yıllarında Türklere karşı yazılar yazmıştı. Lozan Barış Konferansı sırasında da Türklere karşı silah kullanılmasını savunuyor ve 10 Ocak 1923 günlü The New York Times gazetesinde şunları yazıyordu:
“400 yıldır Türkleri Avrupa’dan kovmak için çaba harcayan Avrupalılar için Lozan, çok acı bir ders olmuştur. Türklerin Avrupa’dan kovulmaları şöyle dursun, Avrupalıların Türkiye’den kovulacakları anlaşılmaktadır...Türkleri yola getirmenin tek yolu onlara karşı silaha başvurmaktır....”[9]
Devletler Lozan’da barış yapmağa çalışırken bu gibi kışkırtıcı yazılar yazabilen Morgenthau, Lozan Antlaşmasından sonra da “Eli kanlı despotizmle yapılan antlaşma” başlıklı yazılar yazıyor, bu yazılarını Amerikan Kongresine yolluyor ve antlaşmanın reddedilmesini istiyordu. [10]
“Lozan Antlaşmasına hayır!” kampanyasının Amerikan Senatosundaki ateşli sözcüsü Utah eyaleti Demokrat senatörü William H. King idi. Antlaşmaya karşı muhalefetteki Demokrat Partinin görüşlerini kaleme almakla da görevli bulunan King, Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında Sèvres Antlaşmasının Türklere empoze edilmesini savunmuş durmuştu. 1921 Sakarya zaferinden sonra Sèvres Antlaşmasının gözden geçirilmesi, Türk - Yunan savaşına son verilmesi doğrultusunda diplomatik girişimler başlayınca, bu girişimlerin karşısına dikilen Amerikalıların başında yer almıştı. 2 Şubat 1922’de yaptığı konuşmada, Sèvres Antlaşmasının zorla uygulanmasını savunuyor ve “dinî, siyasî ve insanî hakların korunmasından yana olan tüm örgütlerimizle Mustafa Kemal denen haydutun vahşet ve zulmüne karşı çıkmalıyız” diyordu. [11]
Fanatik Türk düşmanı senatör King’in iddiasına göre, Amerika, Lozan Antlaşmasıyla Ermenileri yüzüstü bırakmış, onlara verdiği sözü tutmamıştı. Türkiye, ülkesinde yaşayan azınlıklara zulüm yapıyor, antlaşmalara bağlı kalmıyordu. Bu bakımdan Lozan Antlaşması reddedilmeliydi. 1925 yılında çıktığı bir Avrupa gezisi sırasında, kısa bir süre için İstanbul’a da uğrayan önyargılı King, bu gezisini sürekli olarak Türkiye aleyhine kullanmış, Türkiye’de hiçbir şeyin değişmediğini, eski kötü yönetimin sürüp gittiğini öne sürmüş ve Lozan Antlaşmasının reddedilmesi yolundaki görüşünü değiştirmediğini açıklamıştır. [12]
ABD Anglikan Kilisesinden 110 kişilik bir din adamları gurubu da “Lozan Antlaşmasına Hayır!” kampanyasına katıldılar ve bir bildiri imzaladılar. Türkiye’deki Amerikan misyonerleriyle doğrudan doğruya ilişkileri bulunmayan ve Türkiye’yi yakından tanımayan bu kilise örgütü, Türkiye’de yıllarca çalışmış din adamlarına kıyasla zayıf durumdaydı. Ama Amerika’daki Türk düşmanlığı kampanyasına oldukça güç kattılar. Zaten kampanya için Türkiye’yi yakından tanımağa pek gerek duyulmuyor, yüksek sesle demagoji yapabilmek ve büyük gürültü koparabilmek yetiyor da artıyordu bile.
“Lozan Antlaşmasına Hayır!” kampanyasını yürütenler, kapitülasyonların kaldırılmasına, Ermenilere isteklerinin verilmemesine karşı çıkıyorlardı. Antlaşmanın Amerika’ya dikte edilmiş olduğunu ileri sürüyor ve koskoca Amerika’nın bu diktaya boyun eğemeyeceğini söylüyorlardı. Komitenin elebaşısı Gerard, 28 Kasım 1923’te Türkleri “imansızlıkla” suçluyor, antlaşmanın reddedilmesini istiyor, “Amerika Birleşik Devletlerinin Kemalist Cuntaya boyun eğmesini anlayamadım” diyor ve şunları ekliyordu:
“Lozan Antlaşması, kapitülasyonların kaldırılmasını onaylamış ve 1830 yılından beri konsolosluk mahkemelerimizin kanadı altında korunmuş olan yurttaşlarımızı imansız Türklerin insafına terk etmiştir. Bu antlaşmayla birçok haklarımızdan vazgeçiyor ve Türklerin bu hakları korumayı vadeden sözlerine bağlı kalmış oluyoruz. Türklerin ne denli sözlerinde durdukları ise herkesçe bilinir.
“İtilaf Devletleri (Lozan Antlaşmasını imzalarken) her şeyden önce sömürgelerindeki Müslümanları düşünerek hareket etmişler ve üstelik Osmanlı İmparatorluğundan geniş toprak parçaları koparmışlardır. 1917 yılında İtilaf Devletlerinin yanında yer almaktan kaçınmış olan Amerika Birleşik Devletleri’nin şimdi onların yolunu izlemek istemesi gerçekten gariptir.”
“Türkiye ile herhangi bir antlaşma yapmamak her bakımdan daha uygun olacaktır. Böylelikle, antlaşmaya rağmen bildiklerini okuyacak olan Türklere karşı serbestçe davranmak olanağına kavuşacağız. Senato bu antlaşmayı onaylarsa, Amerika’yı Avrupa’daki amansız fırtınanın tam ortasına sürüklemiş olacaktır.”[13]
Bu gibi çarpık yayınlarla kampanyayı yürütenler, Amerikalıların can damarına basıyorlardı. Amerika Türklere boyun mu eğecekti? Monroe doktrini uyarınca yüz yıldır Avrupa politikasından uzak kalmağa çalışmış olan Amerika şimdi Avrupa’daki “amansız fırtınanın” göbeğine mi atılacaktı? Ve buna Türklerin keyfi için mi katlanacaktı? Hayır! Senato buna göz yumamazdı ve yummamalıydı. Ne yapıp yapıp Lozan Antlaşması veto edilmeliydi. Amerika, Türkiye ile hiçbir ilişki kurmamalıydı. İşlenen tema kısaca buydu.
Ermeni lobisi meydanı boş bulmuştu
Türkiye, Lozan Antlaşmasına karşı Amerika’da yürütülen kampanyayı önleyebilecek veya dengeleyebilecek durumda değildi. Normal diplomatik ilişkiler kurulamadığı için Amerika’da Türk Elçiliği, Türk konsoloslukları, ataşelikleri yoktu. Atlantik ötesinde büyük bir Türk nüfusu, önemli bir Türk lobisi de yoktu. Amerika’da Türk’ün sesi hemen hiç çıkmıyordu. Türk düşmanları meydanı boş bulmuşlardı ve istedikleri gibi at oynatıyorlardı. İstediklerini söylüyor, saf ve cahil Amerikan kamuoyunu istedikleri gibi şartlandırıyor, aldatabiliyorlardı. Amerika’da Türk görevlileri bulunmadığına göre, Lozan Antlaşmasına karşı yürütülen kampanyaya tepki ya Amerikalıların kendilerinden, ya da Amerika’da yaşayan küçük Türk kolonisinden gelebilirdi.
New York’taki “Türk Teavün Cemiyeti” ( Turkish Welfare Association) kampanyaya karşı 1924 yılında ilk tepkiyi gösterdi. “Özgür İnsanlar Ülkesinin Liderlerine” başlıklı İngilizce küçük bir broşür yayımladı.[14] Açık mektup, ya da muhtıra niteliğinde bir broşürdü bu. Amerikan Kongresi üyelerine dağıtılmıştı. Lozan Antlaşmasının onaylanmasını engellemek amacıyla sürdürülen kampanya karşısında, “Biz, Amerika’daki Türk kolonileri... bu muhtırayı saygıyla dikkatinize sunarız” diye başlıyordu. Türk düşmanlarının kasıtlı iftiraları “şiddetle protesto” ediliyordu. Ondan sonra Lozan Antlaşmasının neden onaylanması gerektiği açıklanıyor ve özetle şunlar söyleniyordu:
“Antlaşmanın onaylanması, Türkiye ile Amerika arasında normal ilişkiler kurulmasının en kestirme yoludur. Yeni Türk demokrasisi ile antlaşması bulunmayan tek ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bu durum, Türkiye’deki Amerikan çıkarlarına da ters düşer. Türk düşmanları kapitülasyonların kaldırılmasına karşı çıkıyorlar. Oysa kapitülasyonlar, yalnız Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını kösteklemekle kalmamış, aynı zamanda çeşitli ırklar arasında ayrılıklar ve çatışmalar yaratmıştır. Çağdaş kapitülasyon rejimi, çağdaş Türkiye’de uygulanamaz. Lozan’da, öteki bütün ülkeler kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etmişlerdir. Amerika’daki Türkler, “açık kapı” ve herkese fırsat eşitliği politikasını benimsemiş olan Amerika’nın da kapitülasyonların kaldırılmasını onaylayacağına inanmaktadırlar. Türkiye’deki Amerikan okullarıyla misyonlarının kapitülasyonsuz çalışamayacakları iddiası yanlıştır. Bunun yanlışlığını İstanbul’daki Robert Koleji Müdürü gibi çeşitli yetkililer de belirtmişlerdir. Bugünkü Türkiye, en demokratik temeller üzerine kurulmuş bir Cumhuriyettir. Bütün Türkiye’de yepyeni bir hayat, yepyeni bir enerji ve gayret görülür; dirlik, düzenlik egemendir...”
Broşür, şu cümlelerle son buluyordu:
“Yeni Türkiye Cumhuriyeti, yakın doğuda bir barış ve ahenk faktörü olacaktır. Lozan’daki Amerikan temsilcileri, Türklerin yüce ülkülerini her halde teslim ederek Dostluk ve Ticaret Antlaşmasına imzalarını koymuşlardır. Bu imzaları onaylamakla Birleşik Devletler, Türklerin başlattıkları yapıcı demokratik ve ileri esere en güçlü moral desteği vermiş olacaklardır.”
Amerika’daki Türkler bu kadarcık seslerini çıkarabildiler. Haklı bir sesti bu, yerindeydi, ama pek yetersizdi.
“Lozan Antlaşmasına evet!” diyenler
“Lozan Antlaşmasına hayır!” kampanyasına karşı asıl güçlü tepki yine Amerikalıların kendilerinden geldi. “Antlaşmaya evet” diyenler de “hayır” diyenler gibi örgütlendiler. Merkezi New York’ta bulunan “Türkiye ile Antlaşmanın Onaylanmasından Yana olan Amerikan Kurumlarıyla Derneklerinin Genel Komitesi” (General Committee of American Institutions and Associations in Favor of Ratification of the Treaty with Turkey) adlı bir örgüt kurdular. On dört kurum ve dernek bu örgüte katıldı. Bazı ticaret odaları, misyoner dernekleri ve Türkiye’deki tüm Amerikan kulüpleriyle dernekleri Komitenin üyeleri arasındaydı. Uluslararası ilişkiler ve devletler hukuku alanlarında uzmanlaşmış “Dış Politika Derneği” ile “Chicago Dış İlişkiler Derneği” de Antlaşmaya “evet” diyenler arasında yer alıyorlardı.[15]
Komitenin dokuz kişilik bir yönetim kurulu vardı. Başında Türk-Amerikan İlişkileri Derneği Başkanı Rayford W. Alley bulunuyordu.[16] Komite yöneticileri arasında tanınmış kişiler pek yoktu. “Antlaşmaya evet” diyenlerin zayıf taraflarından biri buydu. Amerikan kamuoyunda ve siyaset sahnesinde pek tanınmadıkları gibi, karşı taraftakiler kadar yırtıcı, yüzsüz ve yaygaracı da değillerdi. Komite dışında da Antlaşmanın onaylanmasını savunanlar çoktu. Bunlar da çoğunlukla ağır başlı kişilerdi, Ermeni propagandacıları gibi kavgacı değillerdi.
Lozan Antlaşmasının onaylanmasını isteyen Amerikalılar, — Amerikan vari tuttuğunu koparan “aggressive man” tipinde kimseler gibi görünmemekle birlikte — 1923–1926 yıllarında birçok bildiri yayınladılar, çeşitli demeçler, raporlar hazırladılar, yazılar yazdılar. Bu belgelerin çoğu 1926 yılı sonunda kalınca bir kitapta toplandı. Türkiye ile Antlaşma - Lozan Antlaşmasının Onaylanmasından Yana Demeçler, Kararlar ve Raporlar[17] adını taşıyan ve büyük boy 220 sayfa tutan bu kitaptaki belgeler çok ilginçtir. Lozan Antlaşmasının nasıl savunulduğu, yeni Türkiye’nin bir bölüm Amerikalılarca nasıl görüldüğünü yansıtmaktadır O dönemdeki Türk - Amerikan ilişkileri konusunda değerli ve yararlı bir kaynak kitaptır bu. Aşağıda bu kitaptan bazı satırlar aktarılmaktadır.
Kitabın başında Lozan Antlaşması kısaca şöyle savunuluyor:
1) Türkiye’deki bütün Amerikalılar antlaşmanın onaylanmasından yanadırlar. Antlaşma çerçevesinde işlerini sürdürebileceklerine, yoksa ciddî güçlüklerle karşılaşacaklarına inanmaktadırlar. 2) Antlaşma, Türkiye’deki Amerikalılara, öteki yabancılarla eşit haklar sağlamaktadır. Şimdiye kadar 27 ülke Türkiye ile benzer antlaşmalar imzalamış ve onların vatandaşları, tanınan haklardan yararlanmaktadırlar. 3) Türkiye ile Amerika arasındaki eski antlaşmalar artık öne sürülemez, bunlar eksikti, ve artık ömürlerini tamamlamışlardır. Türkiye’de çalışan her Amerikalı da bu kanıdadır. 4) Türkiye ile antlaşma yapan her Devlet, kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etmiştir. Amerika, Türkiye ile savaşa girmedikçe kapitülasyonları yaşatamaz. 5) Antlaşmanın onaylanmaması Türkiye’deki Rumlara ve Ermenilere herhangi bir yarar sağlamayacaktır. Tersine, Amerika’nın Türkiye’deki etkisini sıfıra indirecek ve dolayısıyla bu azınlıkları Amerika’nın moral desteğinden de mahrum bırakacaktır. Ermeniler için Türkiye’den toprak koparma olanağı yoktur. Amerika, Ermenilere karşı hukukî veya manevî herhangi bir sorumluluk yüklenmiş değildir.
Sıralanan bu gerçekler, kitabın sonraki sayfalarında enine boyuna genişletilmiştir. Çeşitli kurumların, derneklerin, kişilerin yazılarıyla demeçleri birbirine eklenmiş ve Lozan Antlaşmasının savunması iyice güçlendirilmiştir.
Misyonerlerin ilginç tutumu
“Lozan Antlaşmasına evet!” kampanyasında dikkati çeken noktalardan biri şudur: On dokuzuncu yüzyıldan beri sürekli olarak Türk aleyhtarlığı yapmış, Ermenileri Türkiye aleyhine kışkırtmış olan ve Amerika’da bir “Korkunç Türk” imajının yaratılmasında birinci derece sorumluluğu bulunan Amerikan Protestan misyonerleri bu defa yüz seksen derecelik bir dönüş yapmışlardır. Şimdi bütün bu misyonerler oybirliği ile Lozan Antlaşmasını savunurlar. Bu antlaşma Amerika tarafından onaylanmazsa Amerikan misyonerlerinin Türkiye’den büsbütün ayaklarının kesileceği kaygısı vardır.
Misyonerler, kapitülasyonların artık tarihe karıştığını kavramışlardır. Yeni antlaşma çerçevesinde Türkiye’deki işlerini sürdürebilmek onların son umududur. Buna sıkı sıkıya sarılmışlardır ve Lozan Antlaşmasının onaylanması için savaş verirler. Misyonerler aynı zamanda Atatürk Türkiye’sine hayranlık duymağa başlamışlardır. Türkiye’deki devrimci atılımları dikkatle izlerler. Türkiye’yi tanımayan Amerikalılara bunları anlatmağa çalışırlar ve “Lozan Antlaşmasına evet” kampanyasının öncülüğünü yaparlar.
Lozan Antlaşmasının onaylanmasından yana olan Amerikan din adamları, 150 imzalı bir bildiri yayınlamışlardır. Din adamları, “Türk halkına karşı Amerika’da sürdürülen öfkeyi ve toplu suçlamayı üzüntüyle karşıladıklarını” belirtirler. Antlaşmanın onaylanması için gerekçelerini sayıp dökerler. “Türkiye egemen bir Devlettir ve egemen bir Devletle kapitülasyonlar çerçevesinde ilişki kurulamaz” derler. Türkiye’de bugünkü yönetimin, gelmiş geçmiş yönetimlerin en iyisi olduğunu, Türk tarihinde eşine rastlanmayan devrimler yapıldığını söylerler.[18]
Türkiye’de elle tutulur önemli çıkarları bulunan Amerikan misyoner örgütünün 8 Haziran 1926 günü Boston’da aldığı kararda, “Antlaşma onaylanırsa Amerikan misyonerlerine Türkiye’de çalışma kapısı açılacak; onaylanmazsa daha elverişli bir antlaşma yapma olanağı doğmayacak” deniyordu.[19] Hıristiyan Genç Bayanlar Yakın Doğu Derneği Sekreteri Ruth F. Woodsmall, “Kapitülasyonlar ölmüştür, Antlaşmanın reddi onları diriltmeyecektir” diye ekliyordu.[20] Misyoner Kadınlar Derneği Konferansının 20 Temmuz 1926 tarihli kararında, “Uygarlık uğrunda savaş veren uyanmış bir ulusu (Türk ulusunu) kösteklemek, insanca bir davranış değildir” deniyordu.[21] Komite üyelerinden Jeanette W. Emrich adlı rahibe, Atatürk Türkiye sinin uygarlık yolundaki devrimci atılımlarını sayıp döküyor, Amerikalıların Türkler hakkındaki önyargılarını eleştiriyor ve bu yargıların uygarlığa ters düştüğünü belirtiyor ve “Biz Amerikalılar neyi destekliyoruz?” diye soruyordu.[22]
İstanbul Robert Koleji Müdürü Dr. Galeb Frank Gates de Lozan Antlaşmasının onaylanması gerektiğini uzun uzun savunuyordu. “Yeni Türkiye Cumhuriyeti ile dostluk ilişkileri kuracak mıyız, kurmayacak mıyız? Şimdi sorun budur” diyor, Türkiye’de yaşanan devrimci atılımları övüyor ve hem bu bakımdan, hem de Amerikan çıkarları açısından Antlaşmanın onaylanması gerektiğini anlatıyordu. Onun görüşüne göre, Antlaşma reddedilirse Türkiye Amerikalılara kapanabilirdi. Kapitülasyonlar zaten ölmüştü, bunları diriltme olanağı yoktu. Amerika bu yüzden Türkiye’ye savaş açamazdı. Amerikalıların Türkiye’de çalışabilmeleri Türklerin iyi niyetine bağlıydı. “Türkler bizi defetmeğe karar verirlerse, hiçbir antlaşma bizi koruyamaz” diyor ve antlaşmaya karşı çıkanlara çatıyordu: Bunların bir bölümü, sadece antlaşmanın reddedilmesini düşünüyor, ondan sonrasını ise hiç umursamıyorlardı. Bu duygusal kişilerle mantık çerçevesinde konuşulamazdı. Kimi Amerikalılar ise Lozan Antlaşması reddedilirse, yerine daha iyi bir antlaşma yapılabileceğini umuyorlardı. Bunlar da yanılgı içindeydi, gerçek durumu bilmiyorlardı. Amerika için bu antlaşmadan daha iyisini yapma olanağı yoktu.[23]
Otuz dokuz yıldır Türkiye’de oturan ve otuz beş yıldan beri de İzmir Amerikan Koleji Müdürü olan Alexander MacLachlan da, “Son üç yılda Türkiye’de gerçekleşen köklü değişimi gözle görmeyince insan bu ülkenin şimdiki durumunu kavrayamaz... Washington’daki Senato, Ankara Hükümetinin yeni atılımcı ruhunu ve sosyal, dinî ve ekonomik alanlarda şimdiye kadar gerçekleştirdiği şaşırtıcı başarıları kavrayabilirse, Lozan Antlaşmasını hemen, oybirliğiyle onaylar” diyordu.[24]
Ticaret Odaları, Gazeteler
Türkiye ile iş yapan Amerikan Ticaret Odaları da Lozan Antlaşmasını yüksek sesle savunanlar arasında, hatta başında yer alıyorlardı. Uzun uzun raporlar hazırlamışlar, bunları bol istatistik verilerine dayandırmışlar, Amerikan tüccarının Türkiye’deki çıkarlarını birer birer sıralamışlardı. Bu çıkarları koruyabilmek için Türkiye ile ilişkileri tez elden normalleştirmek gerektiğini savunuyorlardı. Amerikan tüccarının başlıca iki kaygısı göze çarpıyordu: 1) Normal ilişkiler kurulamadığı için Amerika’nın Türkiye ile ticaret hacmi hızla düşüyor, Türkiye pazarı başkalarına kaptırılıyordu. 2) Türk-Amerikan ilişkilerindeki anormal ve gergin durum sürüp giderse, Türkiye tepki gösterebilir ve Amerikan tüccarına karşı kısıtlayıcı önlemler alabilirdi.
2 Ocak 1926’da Türk Gümrük yasası değiştirildi. Yeni yasa, Türkiye ile ticaret antlaşması olmayan ülkelerden yapılacak ithalatın gümrük tarifelerini yükseltmeyi öngörüyordu. Bu hüküm öncelikle Amerikan tüccarını ilgilendiriyor, daha doğrusu tehdit ediyordu. Yasa uygulanınca Amerika, en çok gözetilen ülke statüsünden yararlanamayacaktı ve dolayısıyla Amerikan mallarından daha çok gümrük alınacaktı. Bunu önlemek için 18 Şubatta Amerikan Mümessili Amiral Bristol ile Türkiye Hariciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü (Atas) arasında bir Modus vivendi yapıldı. Bu antlaşma altı ay süreliydi, 20 Temmuzda altı ay daha uzatıldı. Bu son uzatmaydı. Türk Hariciye Vekilinin ancak bir defa uzatma yetkisi vardı. Bu süre içinde Türk-Amerikan Dostluk ve Ticaret Antlaşması onaylanmazsa, Amerika artık en çok gözetilen ülke statüsünden yararlanamayacaktı.[25] Bu tehdit karşısında Amerikan ticaret çevreleri, Lozan’da imzalanmış olan Türk-Amerikan antlaşmasını Senatodan geçirebilmek için çabalarını arttırdılar.
Amerikan basınının bir bölümü de Lozan Antlaşmasının onaylanmasından yanaydı. Eskiden Türklere karşı sürekli yayın yapmış ve Ermenilerin avukatı kesilmiş olan The New York Herald Tribune gazetesi, bu defa Türk yanlısı görünüyor ve Lozan Antlaşmasını savunuyordu: “Savaş, kapitülasyonları silip süpürdü. Kapitülasyonlar artık nasıl diriltilebilir? ... Japonya’daki kapitüler haklarımızdan Hükümetimiz gönüllü olarak vazgeçti. Çin’deki kapitülasyonlara son verilmesini de Washington konferansında kabul ettik. Türkiye’ye karşı neden ters bir politika izliyoruz?” diye soruyor ve “Bir devlet egemense, onun egemenliğinden vazgeçmesini bekleyemeyiz” diye ekliyordu. Gazete, Lozan Antlaşmasına karşı çıkanların “eski düşünce alışkanlıklarından” vazgeçemediklerini, yeni Türkiye’yi kavrayamadıklarını söylüyor ve “Ne söylenirse söylensin Mustafa Kemal rejimi eski Osmanlı düzeniyle bağlarını kesinlikle koparmış bir rejimdir” diyordu.[26]
The New York World gazetesi, “1916’ların Enver (Paşa) Türkiyesi değil, 1926’ların (Mustafa) Kemal Türkiyesi söz konusudur” diyor ve bir başyazısında şunları belirtiyordu:
“Lozan Antlaşması, yalnızca bizim Amerikan çıkarlarımıza etkisi ve kimi çevrelerde savaş döneminin eski önyargılarını diriltmesi açısından tartışılmamalıdır. Yakın Doğuda yeni bir durum yaratılmasına doğru atılmış bir adım olarak, geniş bir uluslararası bakış açısıyla göz önünde tutulmalıdır. Kapitülasyonlardan vazgeçişimize, milliyetçi Hükümete (Türkiye’ye) ödün vermemize karşı çıkan baylar, eskiye dönmeyi mi arzuluyorlar? Güçsüz düşmüş, alçalmış, horlanan bir Türkiye mi görmek istiyorlar?...
“(Mustafa) Kemal Hükümeti ve Lozan Antlaşmaları, ülkenin eski, aşağı ve çökmüş durumuna karşı güçlü bir başkaldırıyı simgeler. Aynı başkaldırı, 1890’larda kapitülasyonları kaldırırken Japonya’da da görüldü. Lozan’da, güçlü milliyetçi rejim, Türkiye’nin dünya milletleri arasında eşit olarak yerini alacağını açıkladı. Avrupa bunu kabullendi. Tek başına Amerika mı karşı duracak? Aşırı milliyetçiliğin yalnız tatsız yanını düşünüp (Mustafa) Kemal Hükümetinin sivil, siyasal ve sosyal başarılarını görmezlikten mi geleceğiz?
“Gerek Dışişleri Bakanı Kellog, gerek Türkiye’deki Amerikan iş çevreleriyle misyonerleri gerçekleri kabul etmek durumundadırlar ve zaman çarkının geri döndürülemeyeceğini biliyorlar.”[27]
The Boston Herald gazetesi, Lozan Antlaşmasını engellemeğe çalışanlara sert tepki gösteren gazetelerden biriydi. “Türkiye ile ilişkilerimiz anormal. İstanbul’da bir amiralimiz var. Ama Türk yetkilileriyle kişisel dostluk ilişkilerinden başka hiçbir resmi sıfatı yok... Antlaşma hemen onaylanmalı ve Türkiye ile normal ilişkiler kurulmalı” diyordu. Türkleri zulüm yapmakla suçlayanlara karşı da gazete, “çuvaldızı Türklere saplarken iğneyi de birazcık kendimize batıralım” öğüdünde bulunuyordu: “Bizim insanları linç edişimize ne buyur ulur? Kongre, linç aleyhindeki kanunu bir türlü çıkaramıyor. Dünyanın en suçlu halkı biziz. Yıllarca önce başyargıcımız, ceza kanunun uygulanışı “uygarlığın yüzkarasıdır” demişti” diye yazıyordu.[28]
Lozan Antlaşmasını savunan başka Amerikan gazeteleri de vardı: The Washington Post, The New York Times, The Chicago Daily News, The Boston Transcript, The Baltimore Sun vs. gibi.
Profesörlerin Lozan Raporu
Amerikan Dış Politika Derneği, Lozan kavgasının sürüp gittiği bir sırada, Lozan Antlaşmasını incelemek üzere özel bir komite kurmuş ve bu komiteye uzun bir rapor hazırlatmıştır.[29] Columbia Üniversitesi Tarih Profesörü Edward Mead Earle’nin başkanlığında, tarih, devletler hukuku, uluslararası politika profesörlerince hazırlanan bu ilginç rapor, Lozan Antlaşmasının en güçlü savunmalarından biridir.
Bu rapora göre: “Türk-Amerikan Antlaşması, Lozan barışının bölünmez bir parçası olarak görülmeli... Lozan barışı (da) son yüz elli yıldan beri yapılmış en iyi Yakın Doğu barışı” idi.
Rapor özetle şöyle devam ediyor:
“Antlaşmanın onaylanması, yalnız Amerikan çıkarlarına değil, Yakın Doğu halklarının da pek yararına olacaktır. Yakın Doğu elli yıldır savaş alanıdır. Bölgenin bütün halkları çok acı çekmiştir. Bunda hiçbir halk suçlanamaz. Hiçbir namuslu Amerikan aydını, Türk halkının çektiği acıları görmezlikten gelemez. 1912–1922 döneminde 1.200.000 Türk, yerinden yurdundan edilmiş, göç etmek zorunda kalmıştır. Yalnız 1914–18 savaşında 600.000 Türk can vermiştir. Türk Hükümeti suçlanırken neden bu gerçekler hatırlanmıyor? Yakın Doğu’da halklar boğuşmasına, yabancı entrikalara son vermenin yolu, normal barış dönemi ilişkileri kurmaktan geçer. Lozan Antlaşmasını reddetmek ise, savaşı değilse bile, savaş psikolojisini sürdürmek olacaktır...”
Bunları belirten rapor, gittikçe açılıyordu:
“Lozan’da Müttefikler ve Amerika, Türklere barışı dikte edebilecek durumda değillerdi. Zaten dikte edilen bir barış, iyi bir barış olamaz. Türkler de barış koşullarını kimseye dikte etmemişlerdir. Yapılan barış antlaşması, iyi bir antlaşmadır. Dünya siyasal coğrafyasında kilit yeri tutan Türkiye, barışa gerçek hizmette bulunabilecek durumdadır. Amerika, Ankara Hükümetini desteklemelidir. Lozan’da Amerikan delegasyonu doğru iş yapmıştır. Müttefikler kapitülasyonların kaldırılmasına razı olurken, Amerika için en çok gözetilen ülke hakkından fazlası elde edilemezdi. Kapitülasyonlar, öteden beri Türk hazinesini kurutmuştu, Babıâliyi (İstanbul Hükümetini) Avrupa diplomatlarının ve kapitalistlerinin insafına bırakmıştı. Lozan’da Türkler kapitülasyonları kaldırmaya kesinlikle kararlıydılar. Birinci Lozan konferansı, en başta kapitülasyonlar yüzünden kesilmiştir. Müttefikler kapitülasyonlardan vazgeçerken, Amerika’nın tek başına bunları yaşatması düşünülemez.”
Profesörler raporunda Ermeniler konusunda da özetle şunlar söyleniyordu:
“Amerika, hiçbir zaman Ermenilere ahdî bir vaatte bulunmamış; 1956 Paris ve 1878 Berlin antlaşmalarına taraf olmamıştır. Şimdi Ermenileri Lozan Antlaşmasına karşı kışkırtmak cinayet olacaktır. Çünkü Amerika, Ermenileri, gerektiğinde silahla destekleyebilecek durumda değildir. Lozan Barış Antlaşmasında azınlıklara ilişkin hükümler vardır. Türk Hükümeti azınlıklara güvenceler veriyor. Amerikalılar Ermenileri kışkırtmakla onlara iyilik etmiş olmayacaklardır; tersine, ihanet etmiş olacaklardır. Bu kışkırtmalar sonunda Ermeniler gene ayaklanır ve gene ezilirlerse suç, Amerikalıların olacaktır; Ermenilerin ya da Türklerin değil. Ermenilere karşı gerçek dostluk, onları Türklere yaklaştırmak olacaktır. Bu da barış içinde gerçekleştirilebilir. Yapılacak iş, Türk - Amerikan Antlaşmasını onaylayarak Lozan barışına moral, güç kazandırmak olmalıdır. Amerika’nın Yakın Doğu’ya en büyük hizmeti, eski yaraları sarmak, ırk ve din çatışmalarını yatıştırmak olabilir; yoksa insanları suçlamak ve çatışmaları körüklemek değil.”
Lozan Antlaşması özel komitesinin kanaati buydu...
Amerikan Senatosu Lozan Antlaşmasını reddediyor
Amerika’da, 1923 yılında başlayan Lozan Antlaşması tartışmaları 1926 sonuna kadar sürüp gitti. Amerikalılar, üç buçuk yıl boyunca konuştu, yazdı, çizdi, kavga etti. Lozan Antlaşması başka hiçbir ülkede bu kadar uzun tartışılmamıştır. Sanki bütün Amerika iki karşıt kampa bölünmüştü. İktidardaki Cumhuriyetçi Parti, Hükümet, Dışişleri Bakanlığı, Ticaret odaları, Türkiye’deki Amerikan misyonerleri antlaşmanın onaylanmasını, Türkiye ile normal ilişkiler kurulmasını savunuyorlardı. Muhalefetteki Demokrat parti, Kilisenin bir bölümü, Ermeniler, Rumlar ise antlaşmanın reddedilmesini, Türkiye ile ilişki kurulmamasını istiyorlar ve büyük gürültü koparıyorlardı. Lozan Antlaşması, Amerika’da iç politika malzemesi yapılmıştı. Kavga sürerken, Başkan Calvin Coolidge yönetimi Antlaşmanın Senatoya sunulmasını geciktirdi ve bekledi.
Sonunda karar günü gelip çattı. Antlaşmaya “hayır” diyenlerle “evet” diyenler söyleyeceklerini söylemişler, söz sırası Senatoya gelmişti. Amerika’ya yeni atanan T. C. New York Başkonsolosu Celâl Bey, gelişmeleri izliyor ve 13 Ocak 1927 günü, “Amerikan Âyanında (Senatosunda) muahedemizin müzakeresi hafi (gizli) surette cereyan etmek üzere vakt-i âhire tâlik olundu (ertelendi). Şimdilik vaziyet lehimizdedir” diyordu.[30] Antlaşmanın Senatoda onaylanacağı umuluyordu.
Ama umut boşa çıktı. Amerikan Senatosu, 18 Ocak 1927 günü Lozan Antlaşmasını reddetti. Başkonsolos Celâl Bey, bu tatsız haberi Ankara’ya tellerken, “Muahedemizin tasdik olunmadığı kemal-i teessürle arz olunur” dedi ve ekledi: “Verilen 84 reyden 50 rey lehimizde ve 34 aleyhimizde olarak, yani sülüsân (üçte iki) reyden altı rey noksan ile muahedemiz reddolundu.”[31] Senatonun çoğunluğu olumlu oy vermişti. Ama antlaşmanın onaylanması için gerekli olan üçte iki çoğunluk tutturulamamış, altı oy eksik kalmıştı. Lozan Antlaşması, oy azınlığı ile Amerikan Senatosunca reddedilmişti.
Senatonun bu kararı Amerika’da çok geniş yankı yarattı. Lozan Antlaşmasının Onaylanmasından Yana olan Amerikan Komitesi, Amerikan basınındaki yankıları, tepkileri, yorumları bir broşürde topladı.[32] Bu broşüre bakılırsa, 17 Amerikan gazetesi Senato kararını alkışlamıştı. Buna karşılık 75 gazete kararı tepkiyle karşılamıştı. Amerikan kamuoyu çoğunlukla Senatoyu ve özellikle Demokrat senatörleri eleştiriyor, suçluyor ve Antlaşmanın reddedilmesine üzülüyordu.
Senato kararını alkışlayan gazetelerden biri, “Antlaşmanın onaylanması, (Mustafa) Kemal’in emperyalist planına teslim olmak anlamına gelecekti” diyor; bir diğeri “Diktatör Kemal’e Amerika’nın alçakça teslim olması demek olacaktı” diye yazıyor.[33] Bir üçüncü gazete “Türkiye reddedildi” diye başlık atmıştı.[34] Bir taşra gazetesi, “Lozan Antlaşması çöp sepetine atıldı; yeri orasıydı” diye seviniyordu.[35]...
Amerikan gazetelerinin çoğu Senato kararını “aptallık”, “dar görüşlülük”, “partizanlık”, “büyük hata”, “gaf” olarak görüyor ve eleştiriyorlardı. Washington Star, “Kaybeden Türkiye değil, Amerika’dır” diyordu (19.1.1927). Huston Chronicle, “Antlaşmayı reddetmekle ne kazanacağımızı anlamak zordur, ama ne kadar çok şey kaybedeceğimizi görmek kolaydır” diye ekliyordu(30.1.1927). The New York Herald Tribune, “Senato azınlığı, sağduyu diplomasisini eski önyargılara feda etti” diye yazıyordu (19.1.1927)...Bağımsız Demokrat The New York Times, pek suya sabuna dokunmayan bir tutum içinde görünüyor, Türkiye’ye olgunluk öğütlüyor, “Şimdi gerçek soru, Türkiye bundan sonra ne yapacak? sorusudur” diyordu ( 20.1.1927).
Amerikalılar, Türkiye’nin sert tepki göstermesinden, misilleme yapmasından kaygı duyuyorlardı. Mademki Amerikan Senatosu Lozan Antlaşmasını reddetmişti, mademki iki ülke arasında normal diplomatik ilişkiler kurulmasının önünü kesmişti; öyleyse Türkiye, haklı olarak, Amerika’ya sert tepki gösterebilir, Türkiye’deki Amerikalılara karşı bazı önlemler alabilirdi. Türk Hükümeti bu yola gitmedi. Türkiye’deki Amerikan okullarını kapatmağa, Amerika’yı en çok gözetilen ülke hakkından yoksun bırakmağa kalkışmadı. Türkiye, şaşılacak bir ağırbaşlılık ve soğukkanlılık sergiledi. Türk basınının da Amerika’ya tepkisi yumuşak oldu ve kısa sürdü.
İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir George R. Clerk’e göre, Türkiye’nin Amerika’ya sert tepki göstermemesinin başlıca nedenleri şunlardı: Türkler, Amerikan Hükümetinin Lozan Antlaşmasının onaylanmasından yana olduğunu biliyorlardı ve Senato’nun kararını Amerikan iç politika çekişmelerine bağlıyorlardı. Amerika’nın iç politikası ise Türklerden çok Amerikalıları ilgilendirirdi. Türk Hükümeti ayrıca, Lozan Antlaşmasını reddetmekle Amerika’nın Türkiye’ye ciddî bir zarar veremeyeceğini görüyordu. Pek rahatsızlık duyulmadan, Amerika’da duyguların değişmesi beklenebilirdi.[36]
Modus Vivendi
Senato kararı üzerine, Türkiye’nin tepkisini önlemek, Türk Hükümetini yatıştırmak amacıyla Amiral Bristol hemen İstanbul’dan Ankara’ya gönderildi. Kararın, Amerikan iç politika çekişmelerinin bir sonucu olduğunu, Amerikan kamuoyunun ve Hükümetinin görüşlerini yansıtmadığını Türk yetkililerine anlattı.[37] Türk yetkilileri, kaygıya kapılmamışlar, Amerika’ya karşı önlemler alma yoluna gitmemişlerdi; ama, Amerika’da azınlığın çoğunluğa egemen olmasına biraz şaşırdıklarını de gizlememişlerdi. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) de Amiral Bristol önünde Ankara’da yaptığı bir konuşmasında bu noktaya değinmişti. “Kültürlü ve uygar bir ülkede, bağnaz bir azınlığın, nasıl olup da aydın çoğunluğa istediğini empoze edebildiğini” anlayamadığını söylemişti.[38]
Neyse, artık olan olmuş, Lozan Antlaşması Amerikan Senatosunca veto edilmişti. Antlaşmanın yeniden Senatoya sunulmasını isteyenler ve bekleyenler vardı. Amiral Bristol de bunlar arasındaydı. Ama, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Lozan Antlaşmasını Senatodan geçirmek için yeni bir denemeye kalkışmadı; buna karşılık, Türk-Amerikan ilişkilerinin düzenlenmesi amacıyla bir modus vivendi yapılması için Amiral Bristol’ e yetki verdi. Bristol, Amerika’nın artık kapitülasyonlardan vazgeçtiğini Türk Hükümetine resmen bildirecekti. Türk Hükümeti de Lozan Antlaşmasının Amerikan Senatosundan geçirilmesini beklemek yerine, yeni bir antlaşma yapılmasını tercih ediyordu. Yeni antlaşmanın eskisinin yerini tutacak şekilde yapılmasını arzu ediyordu. Bristol, yapılacak yeni antlaşmanın da Senatodan geçmemesi kaygısını belirtince, nota değiş-tokuşu yoluyla bir Modus Vivendi yapılması daha uygun görüldü.[39] Bunun Senatoya sunulmasına gerek olmayacaktı.
Türkiye Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü (Aras) ile Amiral Bristol arasında, Ankara’da üç hafta kadar süren görüşmeler yapıldı. Sonunda, 17 Şubat 1927 günü, notalar imzalanıp değiş-tokuş edildi. Böylece, on yıllık aradan sonra, Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini sağlayan bir antlaşma yapılabilmiş oldu.
İmzalandığı gün, yani 17 Şubat 1927 günü yürürlüğe giren bu Modus Vivendi’nin Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulmasını öngören maddesi şöyleydi:
“1. Amerika Hükümat-ı Müttehidesi (ABD) ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti aralarında diplomasi ve şehbenderî (konsolosluk) münasebatını, hukuk-u düvel (devletler hukuku) esasatına tevfikan yeniden tesis eylemek ve sür’ati mümkine ile Sefirler teati etmek hususlarında ittifak etmişlerdir. Tarafeynden her birinin siyasî ve şehbenderî mümessilleri, diğerinin arazisinde mütekabiliyet şartı ile, hukuk-u umumiye-i düvel esasatınca müesses muameleye mazhar olacaklardır.”[40]
Artık kördüğüm çözülmüş, normal Türk-Amerikan ilişkilerinin yolu açılmış, Senato engeli aşılmıştı. Amerika’daki Ermeni lobisinin çirkin oyunu bozulmuştu. Şimdi Türkiye ile Amerika arasında Büyükelçiler düzeyinde diplomatik ilişki kurulacaktı, hem de tez elden. Antlaşma, “sür’ati mümkine ile” Büyükelçiler teati edileceğini hükme bağlamıştı. Böyle bir antlaşmaya nispeten kolayca varılabilmesinde, Türk Hükümetinin anlayışlı tutumu ile Amiral Bristol’ün Türkiye’deki kişisel dostluk ilişkilerinin büyük payı olmuştur. Bristol, Lozan’da İsmet Paşa ile kurduğu yakın ilişkilerin bu kez Modus Vivendi antlaşmasını yaparken kendisine çok yararlı olduğunu söylüyordu.[41]
Yapılan antlaşma, başta İsmet Paşa ile Bristol olmak üzere, Türk ve Amerikan yetkililerini sevindirdi. Amerika’daki Türk dostları da antlaşmayı sevinçle karşıladılar. Türk basınında pek yankı yaratmayan antlaşmayı, Amerikan basını, “Türkiye’deki Amerikan çıkarları için bir zafer” olarak yorumluyordu, çoğunlukla.
Buna karşılık, oyunları bozulmuş olan Amerika’daki Ermeni lobisi bu defa yapılan Modus Vivendi’ye karşı protesto seslerini yükseltti. Ermeni komitesinin elebaşıları Gerard-Kardaşyan grubu ve diğer Türk düşmanları antlaşmaya sert tepki gösterdiler. Hele Türk-Amerikan ilişkilerinin Büyükelçilik düzeyinde yeniden kurulacağı ve yakında Türk Büyükelçisinin Washington’da göreve başlayacağı haberi, Ermeni lobisini büsbütün çileden çıkardı. Ermeni Avukat Vahan Kardaşyan, Amerika Cumhurbaşkanı Coolidge’e, Dışişleri Bakanı Kellog’a, küstahlık derecesine varan mektuplar gönderdi. Türk-Amerikan Modus Vivendi antlaşmasının Amerikan anayasasına aykırı olarak yapıldığını, Dışişleri Bakanlığının Senatoyu atlayarak Türkiye ile ilişki kuramayacağını ileri sürdü. Ermeni lobisi, Amerika’nın çeşitli yerlerinde mitingler de düzenledi. Mitinglerden de Amerikan Dışişleri Bakanlığına protesto telgrafları çekildi. Dışişleri Bakanlığı, biraz rahatsız olmakla birlikte, protestoları duymazlıktan geldi.[42] Ne demiş atalarımız: İt ürür, kervan yürür!
Türk Büyükelçisine Amerika’da Ermeni suikastı kaygısı
Modus Vivendi antlaşmasının yapılmasından kısa bir süre sonra Türk-Amerikan diplomatik ilişkilerinin yeniden kurulmasına gidildi. 24 Mayıs 1927 tarihinde Joseph C. Grew, Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçiliğine atandı. Büyükelçi Grew, Lozan’da Türk-Amerikan Dostluk ve Ticaret Antlaşmasını imzalamış olan kişiydi. Meslekten yetişme, tecrübeli bir diplomattı. Lozan konferansına katılan, İsmet Paşa’yı (İnönü) yakından tanıyan ve Türk dostu olarak bilinen tecrübeli bir diplomatın Ankara’ya Büyükelçi atanması, Türk Hükümetince ve Türkiye’deki Amerikalılarca olumlu karşılandı. Grew, 21 Eylül 1927 günü İstanbul’a, iki gün sonra da Ankara’ya geldi ve 12 Ekimde Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’e güven mektubunu sundu. Üç gün sonra Ankara’da, TBMM salonunda, Cumhuriyet Halk Partisinin büyük kongresi açıldı. Bu kongrede Atatürk, tarihi eseri Büyük Nutuk’u kürsüden okurken, Büyükelçi Grew, Cumhurbaşkanlığı locasından onu dinliyordu. Atatürk, bir dostluk jesti olarak, kendi locasını yeni Amerikan Büyükelçisine vermişti.[43] Türkiye Cumhuriyeti’ne atanan ilk Amerikan Büyükelçisi Grew, ülkemizde çok iyi karşılanmış, saygı görmüştü. Türk-Amerikan yakınlaşması için sürekli çaba harcayacak ve bu çabaları karşılıksız kalmayacaktı.
Amerikan Büyükelçisi Grew’ün Türkiye’ye atanırken, aynı zamanda Türkiye de Ahmet Muhtar Bey’i Washington Büyükelçiliğine atadı. 25 Mayıs 1927 günü Amerika’dan agreman istendi. Amerikan Hükümeti bu seçimi hemen kabul etti. Ahmet Muhtar Bey, o yıllarda Türk diplomatlarının en seçkinlerinden, en tecrübelilerinden biriydi. Arkasında otuz yılı aşkın bir diplomatlık tecrübesi vardı. 57 yaşındaydı. 1870 yılında doğmuş, 1890’de Mülkiye’yi bitirip Hariciye Nezaretine girmişti. Bu arada İstanbul Hukuk Mektebini de bitirmişti. Çeşitli iç ve dış görevlerde bulunduktan sonra Elçiliğe yükselmiş, 1911’de Atina Elçiliğine, 1913’te vekâleten Lahey Elçiliğine, Ağustos 1918’de Ukrayna Elçiliğine atanmıştı. Kasım 1919’da İstanbul Mebusluğuna seçilmiş, son Osmanlı Mebusan Meclisinin İngilizler tarafından basılması üzerine Mayıs 1921’de Anadolu’ya geçmişti. Ankara’da, mebusluğunun yanı sıra Hariciye Vekâleti Vekilliğine getirildi. Kasım 1921’de TBMM Hükümetinin Tiflis Mümessilliğine, bir yıl sonra da Moskova Büyükelçiliğine atandı. 1924’te, İstanbul Mebusu olarak Büyük Millet Meclisine döndü. Bu görevde bulunduğu sırada Washington Büyükelçiliğine atandı.[44]
Büyükelçi Grew, Ahmet Muhtar Bey’i, Türk diplomatlarının “duayeni”, “eski ekolden yetişme bir diplomat” olarak nitelendirmiş, biraz resmi ve kibirli bulmuştu. “Fazla Excellence” diyordu.[45] Onun Washington’a atanması, Amerikan Hükümetince memnuniyetle karşılanmıştı. Amerikan Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye, en seçkin diplomatlarından birini Washington’a gönderiyor” diyordu.[46]
Ancak, A. Muhtar Bey’in Washington’a gidişi epeyce gecikti. Amerikan Büyükelçisi Grew Türkiye’de göreve başladığı halde A. Muhtar Bey hala Türkiye’deydi. Oysa o yıllarda, ikili diplomatik ilişkiler kurulurken iki ülke Elçilerinin aynı günlerde, hatta aynı gün göreve başlamalarına özen gösteriliyordu. Böyle olduğu halde Amerika’ya atanan Büyükelçimiz göreve başlamayı neden geciktirmişti? Bu gecikmenin, siyasi bir nedeni vardı. Türkiye, Amerika’daki kışkırtmaları, kaynaşmaları kolluyordu. Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden kurulmasına karşı Amerika’da yürütülen protesto kampanyasının yatışmasını bekliyordu. Gerçekten, Gerard ve Kardaşyan’ın başını çektiği Ermeni lobisi, yaz boyunca protesto mitingleri düzenlemekten ve Amerikan basınını körüklemekten hiç geri durmamıştı.
Ermeni Komitesinin ve Lozan Antlaşmasına hayır diyen komitenin başı James W. Gerard, Türk Büyükelçisinin Amerika’ya varışı öncesinde kolları sıvayıp yeniden işe koyulmuştu. New York’un sicilli Ermeni komitecilerini, Rum bağnazlarını ayağa kaldırmıştı. Amerikan basınını da durmadan körüklüyor, kin kusuyordu: “Türkiye ile diplomatik ilişki kurulmaz, Senato Lozan Antlaşmasını reddetti” diyordu. Şubatta yapılan Modus Vivendi’yi Senato iradesine meydan okumak gibi gösteriyor, Anayasaya aykırı buluyordu. İddiasına göre, Amerikan Hükümeti böyle bir antlaşma yapamazdı. Gerard, bu kadarla da kalmıyor, büsbütün gemi azıya alıyor ve Büyükelçimizi Ermeni suikastçılara hedef olarak gösteriyordu. “Ahmet Muhtar Bey 30.000 Ermeninin öldürülmesinden sorumludur” diyordu. “Böyle bir suçlu Amerikan toprağına ayak basamaz!”, “Onun Amerika’ya girişi Amerikan halkına karşı bir hakarettir!” diyor, “geleceği varsa göreceği de var!” demeye getiriyordu. Bu azgın Türk düşmanının kin saçan iddiaları, ağırbaşlı ve nispeten tarafsız olarak tanınan The New York Times gazetesinde bile yer alıyordu.[47]
Türkiye Cumhuriyetinin ilk Washington Büyükelçisi Ahmet Muhtar Bey’e karşı Amerika’da bir Ermeni suikastı düzenlenebileceği akla geliyordu. Ermeniler terör ustasıydı, Dr. Rıza Nur’un deyimiyle,“Suikast, Emeni milletinin spesiyalitesi” idi. Ermeni teröristler, 1921’de eski sadrazam Talat Paşa’yı ve Sait Halim Paşa’yı; 1922’de Cemal Paşa’yı vurmuşlardı. Lozan Konferansı günlerinde İsmet Paşa’ya, 1920’lerde ve 1930’larda Atatürk’e karşı suikastlar hazırlamışlardı. Bu defa 1927 yılında Washington Büyükelçimize karşı da suikast hazırlıkları yapılıyor gibiydi. Ermeni Komitesi Başkanı İngiliz asıllı Amerikalı Gerard, “Ahmet Muhtar Bey 30.000 Ermenin öldürülmesinden sorumludur” diye iftira ederken, sanki onu Ermeni teröristlere hedef olarak gösteriyordu. Amerikan tarafının da böyle bir suikasttan kaygılandığı anlaşılıyor. Büyükelçimize karşı suikast hazırlandığı söylentilerini Türkiye’den izleyen Büyükelçi Grew de kendi can derdine düşmüş ve 29 Kasım 1927 günü günlüğüne şunları not etmişti: “Amerika’daki Ermeniler yaşlı Muhtar’ı haklarlarsa, benim cesedimi de buradan aldırmak için Hükümet hemen bir savaş gemisi gönderebilir, çünkü (öldürülmem) uzun sürmez.”
Büyükelçi Ahmet Muhtar Bey, işte böyle bir havada ve büyük bir uğultu içinde, 28 Kasım 1927 günü Amerikan sularına girdi. Yuvalarına çomak sokulup azdırılmış yaban arıları sürüsü hışımla Türk Büyükelçisinin üzerine çullanmağa hazırlanmıştı. Karaya ayak basar basmaz hemen üzerine yürüyecekler, kendisini oracıkta haklayacaklar veya linç edeceklerdi. Büyükelçimiz, ateş yağmuru altında bir “düşman” hattına gelip dayandığını Leviathan transatlantiği ile New York limanına girince anladı. Karaya çıkmadan önce kendisine getirilen o günkü Amerikan gazetelerine şöyle bir göz attı. Havayı kavradı. Az sonra Amerikan görevlileri geldiler. Türk Büyükelçisini gemiden alıp zırhlı araca bindirdikleri gibi, son hızla trene yetiştirdiler. Ermeni teröristlerinden ve Amerikan siyaset gangsterlerinden salimen kaçırılan Muhtar Bey, nefes alırken, “Amerikan toprağına şerareli bir hava içinde ayak bastık” dedi. O günkü “şerareli”, yani elektrikli havayı ve karşılanışını, tumturaklı diliyle Ankara’ya aynen şöyle telledi:
“Muahedenin tasdikinden evvel Hükümeteynce Sefir teatisinin gayri kanuni olduğuna ve âcizlerinin de Ermeni kıtali âmillerinden bulunduğuna dair Âyandan Gerard’ın gazetelerle aleyhimizde beyanatta bulunması bura efkârı umumiyesini muvasalatımızda şiddetle alâkadar ederek gazeteleri işgal eylemektedir.
“Nümayişlere sebebiyet vermemek için Hükümet seyahatimiz esnasında fevkalâde tedbirler ittihaz etmiş ve New York’ta mitralyözlü otomobil refakatinde heyetimizi diğer müteaddid binek otomobilleriyle ve rehgüzarımızda bütün vesait-i nakliyeyi durdurarak sür’at-i mümkine ile derhal limandan istasyona naklettirmiştir. Bu tarz-ı kabul merasim-i ihtiramkârane şeklinde pek heybetli olmuştur.
“Âsar-ı mihmannüvazi ibrazından hali kalmayan Hükümet, matbuat tarafından aleyhimizde vaki neşriyatın şayanı teessür olmadığını ve bu velvelenin yakında kesb-i sükûn olacağını ifade eylemiştir....”[48]
Amerikan Hükümetinin sıkı koruyucu önlemleri ve dostça davranışı Ahmet Muhtar Beyi hoşnut etmişti. Demek ki, karşı tarafın saldırgan düşmanlığına karşılık Hükümet çevrelerinde Türkiye’ye dostluk duyguları besleniyordu. Türk Büyükelçisinin görevi kolaylaştırılacaktı. Büyükelçimiz, Amerika’da başlıca görevinin Türkiye’ye karşı sürdürülmekte olan düşmanca kampanyanın etkilerini gidermeye yönelik olacağına ve bunun da her şeyden önce para gerektireceğine inanmıştı. Bu görüşünü Ankara’ya yazdı.
Büyükelçinin bu telgrafı üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı, “Maruz kaldığınız matbuat hücumuna karşı (Amerikan) Hükümetin(nin) hareketi burada (Ankara’da) hüsnü tesir etti” dedi. Ahmet Muhtar Beye, “kıyaset, metanet ve hüsnü hareket” öğütledi. Amerikan kamuoyu yeni Türkiye’yi tanıdıkça, kışkırtmaların ve saldırıların yatışacağını söyledi.[49] Türk Hükümetinin umudu buydu.
Ahmet Muhtar Bey’in suikast tehditleri altında Amerika’ya varışını Washington’daki yabancı diplomatik çevreler de yakından izlemişlerdi. İngiltere’nin Washington Büyükelçisi olayı Londra’ya şöyle rapor ediyordu:
“Amerika’ya yeni atanan Türk Büyükelçisi Ahmet Muhtar Bey 29 Kasım (1927) günü Washington’a geldi. Hayatına karşı bir suikasttan korkulduğu için New York’a gelişinde silahlı, motosikletli bir polis filosu tarafından karşılandı. New York’ta bir gece bile kalamadı. Hemen başkent trenine götürüldü ve gece yarısı saat 12.30’da başkente geldi. Şimdi kalmakta olduğu Wardman Park Hotel’in yan kapısına kadar detektifler eşliğinde getirildi...Gelişi Mr. James W. Gerard’ın şiddetli saldırılarına neden oldu. Gerard, basına verdiği demeçte Muhtar Beyi suçladı...(Ama) Bu saldırıları fazla taraftar bulmadı...New York Tribune ve Baltimoe Sun gazeteleri Türkiye ile Amerika arasında ilişkiler kurulması konusunda Hükümeti destekleyen başyazılar yayınladılar. “New York Tribune gazetesi Lozan Antlaşmasının onaylanmasını savunuyor.”[50]
Türkiye Cumhuriyetinin ABD’ye gönderdiği ilk Büyükelçi Ahmet Muhtar Bey, işte böyle çok sıkı güvenlik önlemleri altında Washington’da salimen göreve başladı. Belki bu önlemler sayesinde bir Ermeni suikastına uğramaktan kurtuldu.
Sonrası...
Amerika’daki Ermeni lobisinin elebaşısı James W. Gerard, Ahmet Muhtar Bey’in Washington’a varışından sonra da seviyesizce saldırılarını ve kışkırtmalarını sürdürdü. 1 Aralık 1927 günlü Amerikan gazeteleri Gerard’ın yeni demeçlerini yayınladılar. Bunlarda da Türk Büyükelçisi ve Türkiye ağır biçimde suçlandı.[51] Büyükelçimiz, Amerika’daki havayı durmadan Ankara’ya rapor ediyordu. 6 Aralık günlü bir telgrafında şunları söylüyordu:
“Gerard, Hükümetimizi külhan bey çetesi gibi kelimelerle tavsif ve âcizlerine de hücum ile Ermenileri müdafaa, ithamatta berdevamdır. Beyanatı tezvirattan ibaret. Kendisi rüesayı muhaliften mühim bir şahsiyet olmakla velveleye verdiği matbuat ile mehafil-i muhtelifede haysiyetimizi muttasıl rencide etmektedir. Burada hemen herkes bizimle meşguldür denilse sezadır.
“Bir muhalefet manevrası teşkil eden bu hücumlar Amerika Hükümetile bizi müşterek bir dâva karşısında bırakıyor. Hükümet ve taraftarlarımızın tavsiyesi, münakaşadan içtinab edip yalnız Yeni Türkiye hakkında hususî temaslar, gazetede mülâkatlar ve saire ile efkâr-ı umumiyeyi mebzulen tenvir suretindedir. Bu tarz-ı hareketi bendeniz de muvafık-ı basiret addederim. Zira Gerard’ın ithamatını burada redde kalkıştığımız takdirde vaziyetimiz bir kat daha eşkal edecek mukabil bir şiddet-i lisan istimali mecburiyetinden sarfınazar Amerikan Hıristiyanlık âlemi nazarında Ermeni bahsini İngilizlerin dahi istifade edebileceği şekilde ihyaya sebebiyet verilmiş olacağından şurası şayan-ı tezkârdır. Irken İngiliz olan mumaileyh Gerard, Ermeni teşkilâtının başında bulunmakla beraber aynı zamanda Berlin’de Sefir iken kendi memleketinden ziyade İngiltere’nin menafiini iltizam etmiş olmakla Hükümet-i müşarileyhanın burada da mürevvic-i âmali olduğu bazı mehafilde beyan edilmektedir. Hatta bu son hattı hareketi Lozan muahedesinin tasdikini akim bırakmak hususunda İngilizlerin eseri telkini addedenler vardır. Ancak bu hücumlara karşı hassas olduğumuzu matbuatımızla ihsas edebiliriz. Bu yoldaki neşriyatın Anadolu Ajansı vasıtasile buraya (Amerika’ya) aksettirilmesi lâzımdır. Bilmünasebe Ajansta Amerika’nın ahvalimizden külliyen bi-haber olduğu muhtac-ı ihtardır. Nitekim Gerard memleketimizin nüfusunu halâ beş milyon iddia ve buna binaen Sefir teatisini ilzam etmektedir.
“Vaziyet-i maruzaya nazaran diğer taraftan Sefareti dahi burada el altından kabil-i istimal vesait-i cidal ve müdafaa ile teçhiz etmek bir zaruret-i mübreme halini almıştır.
“Amerika’ya muvasalatımızla âdeta unutulmuş birçok hasmane dâvaları tekrar uyandırmış olduk. Kendimizi şimdi müdafaa edemezsek buradaki huzurumuz faideden ziyade mazarratı tevlid etmiş olacaktır.
“Binaenaleyh heyet-i sefaretimizin temsil vezaifini itina-i mahsus ile tevsi ve kendimize müsaid istidatları mütemadi tenmiye ve gazete gibi propaganda vesaitini lehimize imale etmek lâzımdır... Kendimizi lâyikile müdafaa ve memleketi hüsn-ü temsil ettiğimiz takdirde bu netâyic-i mesaimizden hayli ümitvarım”.[52]
Bunları söyledikten sonra Ahmet Muhtar Bey, görevini hakkıyla yapabilmek için en az yirmi bin liraya ihtiyaç duyduğunu, bu para sağlanamazsa “pek ağır bir vaziyette kalacağını” bildirmiştir. Telgrafı Başvekile arz edilmiş ve istenen paranın gönderilmesi ilke olarak kabul edilmiştir.[53] Fakat paranın gönderilip gönderilemediği saptanamamıştır.
Amerika’da Türk Büyükelçisine ve Türkiye Cumhuriyetine karşı yapılan adice hücumlar, geçten geç Türk basınına yansıdı. İlk defa 3 Aralıkta Türk basını olayı genişçe haber verdi. Türkiye Temsilcisinin ve Türkiye’nin Atlantik ötesinde uğradığı ağır hakaret karşısında Türk basınının da ayni ölçüde patlayacağı umulurdu. Fakat öyle olmadı. İlk günlerde Türk gazetelerinde hiçbir yorum görülmedi. Daha sonraları çıkmaya başlayan başyazılar da pek yumuşaktı. Sadece Gerard ile Ermeniler ve Rumlar hedef alınıyor, Amerikalılara sitem bile edilmiyordu. Türk gazetelerin bu tutumu Amerikan Büyükelçisini bile şaşırtmıştı. Grew, “Türk basınının tutumu şaşılacak kadar ılımlı” diyor ve 6 Aralık gününe kadar Türk gazetelerinde hiçbir yorum görülmediğini ekliyordu.[54] Türk gazeteleri, yaygaracı Amerikan gazetelerine nispetle, halâ “ağır ol da molla desinler” havasındaydı. Gazetelerimizin Türkiye’de bile pek çekingen ve cılız kalan yayınları Atlantik ötesinde hemen hiç ses getirmemiştir.
Büyükelçi Ahmet Muhtar Bey, 5 Aralık 1927 günü güven mektubunu Amerikan Cumhurbaşkanı Calvin Coolidge’e sundu. Dört gün sonra Ankara’ya ilk olumlu haberi verdi: “Hükümet partisinin mürevvic-i efkârı olan Washington Post gazetesinin bize müzahereti temim olunmuştur” dedi. Bu gazetenin genel yayın müdürü Mr. Benett, Büyükelçimize ve çalışma arkadaşlarına bir yemek vermiş ve niyetini açıklamıştı: Washingon Post, Türkiye’yi savunacaktı. Ermeni lobisinin propagandası karşısında artık susmayacaktı. “Ermeniler, iki Cumhuriyetin el sıkışmasını şimdiye kadar engellemişlerdi.” Bundan sonra onların Amerikan kamuoyunu yanıltmalarına izin verilmeyecekti... Mr. Benett, “Ermeniler, Amerika’da da Rusya’da da yılandır” diyordu ve gazetesinde, 9 Aralık 1927 günü “Yeni Türkiye” başlıklı, çerçeve içinde bir yazı yayımladı. Bu, Amerika’daki Türk düşmanlığı propagandasına karşı dolaylı cevaplardan biriydi.
Günler geçtikçe Ermeni lobisinin kampanyası hızını kaybetmeğe başladı. Ermeni örgütünün başı olan Gerard, saldırılarını biraz azalttı. Yeni Türkiye’ye karşı Amerikan kamuoyunda ilgi doğmaya başladı. Büyükelçi Ahmet Muhtar Bey, Washington’da birinci ayını doldururken şöyle diyordu:
“Hasımlarımızın tahrikiyle Amerika’ya hîn-i muvasalatımızda baş gösteren sakil bir cereyan kesb-i sükûnet etmiş ve hattâ mâkûs bir şekil almak istidadını göstermiştir... Şimdilik az çok bir buhranın önüne geçilebilmiştir. Yoksa vaziyet şayan-ı itinadır.”[55]
Büyükelçi Ahmet Muhtar Bey, yedi yıl Washington’da kaldı. Bu yıllar Türk-Amerikan yakınlaşmasının gitgide dostluğa dönüştüğü yıllar oldu. Atatürk Türkiyesi, bütün dünyada olduğu gibi, Amerika’da da saygınlık kazandı. Amerikan Cumhurbaşkanı Franklin D. Roosevelt, Türkiye Cumhuriyetinin onuncu yıldönümümü dolayısıyla 1933’te yayınladığı mesajında, “Bu nispeten kısa müddet zarfında Türk milleti hayatında ve müesseselerinde husule getirdiği ve derin akisler yapan yenilikler ve değişiklikler sayesinde terakki yoluna büyük bir emniyetle girmiş ve bütün dünyanın dikkat ve hayranlığını üzerine celbetmeye muvaffak olmuştur” diyordu.[56] Amerika’da Türkiye’nin prestiji yükseldikçe Ermeni lobisinin düşmanca sesi kısılıyor gibiydi.
Ve 50 yıl sonrası
Ancak, evet ancak, Büyükelçi Ahmet Muhat Bey, Amerika’daki Türk düşmanlığının, Ermeni propagandasının köklü olduğuna ve kolay kolay söndürülemeyeceğine de dikkati çekmişti. “Bu hasmane cereyan, kuvvetli kökenleri olmak itibariyle kolay kolay kabil-i itfa değildir” diyordu. Türk-Amerikan dostluğunun doruk noktasına ulaştığı, ya da öyle göründüğü dönemlerde bile, Türk düşmanlığı tohumları sürekli besleniyordu. İlk fırsatta patlayabilirdi. “Vaziyet şayan-ı itinadır” diye ekliyordu Muhtar Bey.
Bu söyledikleri yarım yüzyıl sonra doğrulandı. 1920’lerde, fanatik bir Ermeni lobisine boyun eğerek Lozan Antlaşmasını reddeden Amerikan Senatosu, 1970’lerde de Türkiye’nin Kıbrıs çıkarmasını bahane ederek NATO üyesi Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaktan çekinmedi. Bu ortamda, Amerika’daki Türk düşmanlığının çabucak hortlayıverdiği görüldü. 1920’lerde Ermeni lobisi elebaşıları Gerard gibi Amerikan siyaset gangsterlerinin serpmiş oldukları Türk düşmanlığı tohumlarından eli kanlı Ermeni teröristler üretilmiştir. Bu teröristlerin Amerikan topraklarını kana buladıkları da görüldü. Şöyle ki:
27 Ocak 1973: T.C. Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile yardımcısı Muavin Konsolos Bahadır Demir, Kaliforniya’nın Santa Barbara Kasabasında, Ermeni terörist Mıgırdıç Yanıkyan tarafından pusuya düşürülüp şehit edildiler. Katil terörist yakalandı, yargılandı ve müstahak olduğu cezaya çarptırıldı. Ama, 1920’lerin Ermeni terörü elli yıl sonra Amerikan topraklarında hortlatılmış oldu. Ermeni cinayetleri devam edecekti artık.
28 Ocak 1982: T.C. Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan, sabahleyin evinden işine giderken, Ermeni teröristlerce arabası içinde şehit edildi. Suikastı kendilerine “Adalet Komandoları” diyen Ermeni terör örgütü üstlendi, katil veya katiller yakalanamadı, cezasız kaldı.
4 Mayıs 1982: T.C Boston Fahri Başkonsolosu Orhan Gündüz, Massachusetts eyaletinin Boston şehrinde, işinden evine dönerken, yine “Adalet Komandoları” adlı Ermeni terör örgütü tarafından şehit edildi. Katil veya katiller yakalanamadı, cezasız kaldı.
27 Ağustos 1982: T.C. Ottawa Büyükelçiliği askeri ataşesi Hava Kurmay Albay Atilla Altıkat, sabah evinden işine giderken arabası içinde Ermeni teröristlerce şehit edildi. Suikastı aynı “Adalet Komandoları” adlı Ermeni terör örgütü üstlendi. Katil veya katiller yakalanamadı, cezasız kaldı....
Amerika Birleşik Devletlerinin teröre savaş açtığı şu günlerde (Ekim 2001’de), bizleri pek yakından ilgilendiren bu terör cinayetlerini hatırlamadan edemedik. Ve bu teröristler, Afganistan dağlarında değil, Amerikan (ve Kanada) topraklarında yetişmiş, barınmış ve yine oralarda gizlenip korunmuşlardır. Buna bir nokta koyalım.
Ermeni terörüne karşı uyanık olmak gerektiğini söyleyen ve “Vaziyet şayan-ı itinadır” diyen rahmetli Büyükelçi Ahmet Muhtar Bey’i saygıyla anıyoruz. Onun bu sözleri, sorumsuzca hortlatılmış olan Ermeni terörü karşısında halen geçerlidir.
Emekli Büyükelçi, Dr. Bilal N. ŞİMŞİR
ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 3, Eylül-Ekim-Kasım 2001
Ve diğer makaleleri için tıklayın:
[1] Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Bilâl N. Şimşir, “Türk-Amerikan İlişkilerinin Yeniden Kurulması ve Ahmet Muhtar Beyin Vaşington Büyükelçiliği (1920-1927)”, Belleten, Cilt XLI, Sayı 162, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara : 1977, s. 277-356
[2] Roger R. Trask, The United States Response to Turkish Nationalism and Reform, 1919–1939, The University of Minnesota Press, Minneapolis: 1971, p. 30–34
[3] Ibid. Antlaşmalar “Traités signés entre la Turquie et les Etats-Unis d’Amérique, le 6 Août 1923 à Lausanne” başılığıylqa 1923 yılında Lozan’da basılmıştır.
[4] J. C. Hurewitz, Diplomacy in the Near and Middle East, Vol. II, New York: 1958, p. 114-9
[5] Trask, op. Cit., p. 37-39
[6] T.C. Dışişleri Bakanlığı Arşivi (DBA) - S. Amerika, K.1/2 : T.C. Washington Büyükelçisi Ahmet Muhtar Bey’den Hariciye Vekâletine rapor. 27.12.1927, No. 53/26
[7] Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kuruluş Savaşı, İstanbul: 1974, s. 51, 192
[8] DBA - S. Amerika, K. 1-2 :T.C. Washington B.E.’den Hariciye Vekâletine rapor. 27.12.1927, No. 53/26
[9] Aktaran: Osman Ulagay, op. cit., s. 240
[10] Trask, op. cit., p. 38
[11] 3.2.1922 günlü The New York Times’tan aktaran: Ulagay, op. cit., s. 153
[12] “King back, still foe of Lausanne Pact”, The New York Times, 27.8.1925
[13] 29.11.1923 günkü The New York Times gazetesinden aktaran: Ulagay; op.cit.,s. 310-311.
[14] To the Leaders of the Country of the Free. A Brief from the Turks in America, Edited by Ibrahim Sefa Bey, Contributed by the Turkish Welfare Association, Inc.. Ne York: (1924).
[15] Bu Genel Komiteye üye kurumlarla derneklerin tam listesi şudur: American Board of Commissioner for Foreign Missions, American Chamber of Commerce for the Levant, American Manifacurers Export Association, American Men’s Club of Constantinople, Chamber of Commerce the United States, Chamber of Commerce of the State of New York, Chicago Council on Foreign Relations, Conference of Women’s Foreign Missionary Societies, Federated Chambers of Commerece on the Near East, Foreign Policy Association, National Council of the Congressional Churches, Near East College Association, Young Men’s Chritian Associations, Young Women’s Chritian Associations.
[16] Komiteni yönetim kurulu şu kişilerden oluşuyordu: Rayford W. Alley (Başkan), James L. Barton, James W. De Graff, Jeanette W. Emrich, Irving G. Gray, John R. Mott, George A. Plimton, Guy Emery Shipler ve E. Veil Stebbins.
[17] The Treaty With Turkey. Statements, Resolutions, and Reports in Favour of Ratification of the Trreaty of Lausanne, New York: 1926
[18] Ibid., p. 26-29
[19] Ibid., p. 25
[20] Ibid., p. 42
[21] Ibid., p. 59
[22] Ibid., p. 58
[23] Ibid., p. 60-63
[24] Ibid., p. 67
[25] Ibid., p. 90-91
[26] Ibid., p. 106 ve 110
[27] Ibid., p. 104: “Trying to Turn the Clock Back”, The New York World, 22. 4. 1926
[28] Ibid., p. 112-114
[29] Ibid., p. 136-158: The Foreign Policy Association, “Report of the Committee on the Lausanne Treaty to the Executive Committee.”
[30] DBA. - S. Amerika. K. 1/5: T.C. New York Başkonsolosluğundan Hariciye Vekâletine şifre tel. 13.1.1927.
[31] Ibid. : T.C. New York Başkonsolosluğundan Hariciye Vekâletine şifre tel. 19.1.1927
[32] American Public Opinion Condemns the Failure to Ratify the American-Turkish Treaty, New York: 1927
[33] Ibid., p. 29: Noprfolk Leader Despatch, 20.1.1927, Moon Telegrqaph, 19.1.1927
[34] Ibid., p. 29: Tampa Tribune, 28.1.1927
[35] Ibid., p. 31: Eau Claire Telegram, 20.1.1927.
[36] F.O. (İngiltere Dışişleri Arşivi) 424/266, p. 32, No. 11: Clerck to Chamberlain, 26. 1. 1927, No. 41
[37] F.O. 424/266, p. 32, No. 11
[38] Trask, op.cit., p. 47
[39] Ibid., p. 48-49
[40] Türkiye ile Amerika Hükümatı Müttehidesi Beyninde Münasebatın Tanzimi Zımnında Hariciye Veklili Dr. Tevfik Rüştü Beyefendi ile Amerika Mümessili Siyasisi Amiral L. Bristol arasında Teati Olunan Notalar, Hariciye Vekâleti, Ankara: 1927
[41] F.O. 424/266, p.45, No. 26: Hoare to Chamberlain, 16.3.1927, No. 134 Confidential.
[42] Trask, op.cit., p. 52-54
[43] Büyükelçi Grew, Türkiye anılarını yayımlamıştır. Bkz. Joseph C. Grew, Turbulent Era. A Diplomatic Record of Forty Years, 1904–1945, New York: 1952, Vol. II, p. 707–925. Bu anılar Türkçeye de çevrilmiştir. Bkz. Joseph C. Grew, Yeni Türkiye, Türkçesi Dr. Kadri Mustafa Orağlı, Multilingual, İstanbul: 1999, Ayrıca bkz. Trask, op. cit.p. 54-57;
[44] DBA- A. Muhtar Bey’in Sicil dosyası No. 315; M. Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara: 1968-69 Cilt III, s. 436-437
[45] Grew, op. cit., II, p. 729; Trask, op. cit., p. 60
[46] Grew, op. cit., p. 745
[47] Bu gazetenin haber başlığı şöyleydi: “Gerard Denounces New Turkish Envoy. Blaming Moukhtar Bey for Slaying 30,000 in Armenia. He Calls His Coming an Insult”, The New York Times, 28. 11. 1927
[48] DBA - S. Amerrika. 1/ 2 : T.C. Washington Büyükelçiliğinden Hariciye Vekâletine şifre tel. 2.12.1927, No. 2
[49] Ibid., T.C. Hariciye Vekâletinden Washington Büyükelçiliğine Şifre tel. 5.12.1927, No. 7
[50] F.O. 424/267, p. 122, No. 68: Howard to Chamberlain, 2. 12. 1927, No. 2167
[51] “Gerard Scents Oil in Turkish Policy. Charges Acceptance of Envoy is Part of Move by Certain Group to Size Deposits...Renews Attack on Moukhtar Bey”, The New York Times, 1. 12. 1927
[52] DBA- S. Amerika. K. 1 / 2: T.C. Washington Büyükelçiliğinden Hariciye Vekâletine şifre tel., 6.12. 1927, No.4
[53] Ibid., T.C. Hariciye Vekâletinden Washington Büyükelçiliğine şifre tel. 12.12.1927, No. 26809/10.
[54] Grew, op. cit., II, p. 748
[55] DBA-S. Amerika K. 1 / 2: T.C. Washington Büyükelçiliğinden Hariciye Vekâletine. Rapor. 27.12.1927, No. 53/26
[56] Bu mesajın tam metni ve Ataürk ile Amerikan Cumhurbaşkanları arasındaki yazışmalar için bkz. Bilâl N. Şimşir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara: 1993, s.237-238 ve devamı
***
FAYDALI LİNKLER
TÜRKÇE:
İNGİLİZCE:
FRANSIZCA:
HOLLANDACA:
***