SOVYETLER SONRASI AMAÇBİLİMSEL AÇIDAN TÜRKOLOJİ
VE TÜRKOLOJİ'DE NEYİ NASIL EYLEMEK
ÜZERİNE TESPİTLER
Öncelikle, bütün bilim ve sanat disiplinlerinin "amaçbilimsel" (teleolojik) ve yine herhangi bir sanat veya bilimsel disiplinde "neyi nasıl eylemek gerektiğine" dair "praksis" ilkeleri içeren bir var oluş ve var ediş zemini vardır. Bu yapıları Türkoloji bağlamında "Niçin Türkoloji çalışıyorum?" ve "Nasıl Türkoloji çalışmalıyım?" sorularıyla daha somut kılmak mümkün gibi gözükmektedir.
Türklük veya Türk kültür ekolojisi içinde yer alan her şeyi bilimsel yöntemlerle ele alıp bilimsel olarak geçerli kabul edilen kuramsal çerçeveler içinde yorumlamak olarak işevuruk bir biçimde tanımlayabileceğimiz "Türklük Bilgisi", "Türkoloji" ya da biraz eksik bir ifadeyle "Türk Dili ve Edebiyatı" olarak adlandırılan bu araştırma alanının çerçevesini mümkün olan en geniş anlamıyla çizmek yararlı olacaktır.
Türkoloji‘yi Kuzey Amerika ve Batı Avrupa üniversitelerinde son zamanlarda yaygınlaşan "bölge veya kültür çalışmaları" (area studies) modelinde olduğu gibi bütüncül bir şekilde almak "Bütün parçaların toplamından daha fazla bir şeydir."
Mütearifesi doğrultusunda, Türk dünyasını veya Türk kültür ekolojisini nevi şahsına münhasır bir kültürel örüntüler yumağı olarak ele almak ve bu kültürel ekolojik yapıyı mümkün olan bütün olgu ve görüntüleriyle tarihsel ve güncel bağlamlarda çalışmak kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımızdadır.
Bu zorunluluğun bilimsel temelleri biraz da Türkoloji disiplininin ortaya çıkış bağlamında işe koşulan ideolojik yaklaşımlardan ve onların uygulamalarından kaynaklanmaktadır.
Bilindiği gibi Batı‘da ortaya çıkışının kökleri Osmanlı Devleti‘ni sosyal ve kültürel yönden tanımaktır. (1). Bu anlayış zaman içinde oluşan ve gelişen "Oryantalist" bakış açısıyla ele alınan olay ve olguları tek bir üründen bir kültürün tamamına varacak büyüklüğe kadar istedikleri veya uygun gördükleri tanımlamaya kadar indirgenmiş ve Avrupa merkezci bir bakış açısının ürünü olan kültürel aşamalar skalasında "vahşi", "barbar" ve "uygar" ölçütlerinden istenilen doğrultusunda pek çok alanda olduğu
gibi Türkoloji alanında da elde edilen bilimsel materyaller manipule edilmiştir.
Bu bağlamda, 19. yüzyılın Pan Germenizm kaynaklı filolojik ve karşılaştırmalı dilbilimsel dogmaları doğrultusundaki yapılanışı ve aldığı tavır; bir anlamda Pan Slavizmin de ortaya çıkışını tetiklemiştir(2).
Bu iki ideolojik yapılanış arasında kalan Macarları kendilerine hayat sahası yaratabilmek için "Pan Turanizm" ideolojisini yaratmaya zorlamıştır. (3)
Türkolojinin üniversitelerde kürsülere kavuşması bu sosyo-kültürel şartların hakim olduğu sürecin sonucudur. Bu dönemdeki Türkoloji‘nin adeta kurucu babaları diyebileceğimiz zevatın çalışmalarına sözlü kaynaklardan materyal derlenmesi (4), klasikleşen el yazmalarının bulunup kütüphanelerde muhafaza altına alınması ve zaman içinde de okunup çalışılması bakımlarından şükran borçluyuz (5). Ancak, Çarlık ve özellikle de Sovyet dönemlerinde, sözlü kültürden derlenen malzemelerin bazen olumsuz etkilere maruz bırakılması bir yana tarihin en eski emperyalist ilkesi "böl-yönet" doğrultusunda manipule edilmeleri Türkolojiyi birbirinden bağımsız olmaya çalışan pek çok alt araştırma alanı haline getirmiştir (6).
Üstelik Türk dünyasına yönelik benzer emeller besleyen Batı Türkolojisi (7) içinden de bu tavra bürünen ve doğrultuda araştırmalar üretilmesi adeta birbirlerini desteklemeleri eğilimi her geçen gün hız kazanmaktadır.
Bu sürece eklenmeye çalışılan bir halka kalmıştır. O da, söz konusu yabancı Türkologların ürettikleri söz konusu paradigmaları Sibiryalı, Türkistanlı ve Türkiyeli Türkologlara "mutlak doğru" olarak kabul ettirmeleri ve Türkoloji çalışmalarını istedikleri yönde sürdürmeleridir.
Bilindiği gibi bu süreçte de son derece önemli bir yol alınmıştır. Bugün Fransız Filolojisi ve kültür araştırmalarının merkezi Fransa, Germanistiğin merkezi Almanya vb. Anglo-Saksonluk, Amerika veya İngiltere‘dir.
Ancak Türkoloji‘de hâlâ yabancı Türkologlar söz sahibidir ve Türkoloji‘nin merkezi Türk dünyası değildir.
Türk dünyasında Türkoloji çalışmaları eskiden kalma alışkanlıkla hâlâ "Şarkiyat" (Oriyentalistik) (8) Fakülteleri içinde yer almakta ve yapılan çalışmaların değerlendirilmesi, onay görmesi bağlamında gözler eskiden olduğu gibi belli merkezlere dönmektedir.
Türk dünyasından Türkologlara da bu alanın haricinden Türkologların ortaya attığı problemler üzerinde onları doğrulayacak araştırmalar formüle etmek düşmektedir.
Meselâ, Türk topluluklarının prehistoryası üzerinde duran çalışmalar yoktur. Türk dünyasında bulunan hemen her buluntunun Türklerden gayrı bir topluluğa bağlanabilmesi için adeta özel bir gayret sarf ediliyor gibidir.
Bu tabloya göre tarih sahnesine birdenbire ve bulundukları coğrafyaya sanki muson yağmurlarıyla inmiş gibidirler. Bu bir bakıma 19. Yüzyılın Türkler başta olmak üzere bozkırlı kavimlerin "kültür" ve "medeniyet meydana getiremeyeceği" ve dahası medeniyeti ve kültürü sadece yerleşiklerin oluşturabileceği dogmasıyla, bu milletleri "yerleşik medeniyet ve kültürlerin yağmacısı" olarak tanımlayıp bunu kanıtlama derdindeki yabancı Türkologların günümüzdeki devamıdır denilebilir. (9).
Bu bağlamda Türkoloji çalışmalarında yapılmasını gerekli gördüğümüz alanlara yönelik önerilerimize geçebiliriz. Bundan önce, hiç şüphesiz yukarıdaki genellemelerimize uymayan istisna pek çok yabancı Türkolog varlığına işaret etmeliyiz.
Öncelikle, Türkiye ve Türkistan Türkolojisinde temel sorun amaca yöneliktir. "Niçin Türkoloji çalışıyoruz" sorusunu bu coğrafyanın ve kültürün çocukları, kendilerinden önce yetişen en büyük Türkologlardan birisi olan Reşit Rahmeti Arat‘ın yabancı Türkologlara sık sık söylediği "Türklük bilimi sizin için bir meslektir, fakat bizim için aynı zamanda bir kültür meselesidir" (10) şeklinde amaçbilimsel bir yönelim içinde olmalıdır.
Amaç Türk kültür ekolojisini bir sistem olarak dünü ve bugünüyle ve bütünüyle tanımlamak, anlamak, anlaşılır kılmak ve açıklamak bu sistemde meydana gelen ve gelebilecek çözülme ve yer değiştirme ve kaybolma gibi sosyo-kültürel sorunların çözümüne yönelik uygulamalar yapmak olmalıdır. Bu amaca ve anlayışa bağlı olarak da, Türk dünyası ölçeğinde akademik kurumsallaşma, dil, edebiyat, tarih, dilbilimi, halkbilimi, sanat tarihi, arkeoloji, antropoloji, prehistorya, coğrafya gibi Türklük Bilimi disiplinlerin bir arada bulunacağı ve Çin, Rus, Hint, Arap, Fars, Urdu, Tibet, Moğol, Mançu-Tunguz ve Yunan filolojilerinin başta olmak üzere Rus, Alman, Fransız, İngiliz gibi diğer dil ve edebiyat şubeleri "yardımcı disiplinler" olarak yer aldığı bağımsız "Türkiyat Fakülte"lerinde yer almalıdır (11).
Bu kurumsal yapılanışa uygun olarak Türkoloji eğitim ve öğretimi disiplinler arası özellikteki araştırmaları yapabilecek şekilde donatılmalıdır. Türk dünyasında standart bir hale dönüşecek bu kurumlar arasında karşılıklı öğrenci ve öğretici değişimleri kolaylaştırılmalı ve zorunlu bir uygulamaya dönüştürülmelidir.
Belki de hepsinden önemlisi bu tür bir Türkoloji‘nin temel paradigması "Türk kültür ekolojisini ortaya çıkaran değerlerin ve bunların dışavurum biçimlerinin ortak kökleri bul ve birleştirip bütünleştir" şeklinde olmalıdır.
Sonuç olarak ortaya çıkan, Türk dünyası Türkolojisinin kendisine uzun zamandan beri yöneltilen "böl-yönet" şiarı doğrultusundaki Oryantalist amaçbilimsel söylem ve modele karşı, birliğini, bütünlüğünü ve bölünmezliğine bağlı kültürel bir ekolojik sistem olarak bağımsızlığını ön plana çıkaracak bir modele (praksise) veya Türkoloji araştırmalarına yönelmesinin gerekliliğidir. Bu amaca ve anlayışa bağlı yeni bir akademik kurumsallaşma ve yapılanma da mutlaka gerçekleştirilmesi gerekenlerin başındadır.
Prof. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU
Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Öğretim Üyesi
Beytepe-Ankara, TÜRKİYE
__________________
Açıklamalar1. 1.Alman Türkoloji‘sinin ortaya çıkışı ve belli başlı temsilcileriyle çalışmaları hakkında bkz.: (Gül 2006).
2. Bu süreçle ilgili olarak özellikle karşılaştırmalı dilbilimi ve ideolojik yapılanışa dair bkz. :(Cocchiara 1981).
3. Macar Türkolojisi‘nin ortaya çıkıp gelişmesi ve bu bağlamda meydana gelen değişmeler ve belli başlı temsilciler ve eserleri konusunda bkz. :(Eren 1998; Kakuk 1981).
4. Özellikle yapılan ilmî seferler ile Doğu Türkistan vb. Türk Dünyası coğrafyasından pek çok eseri bulup koruyan ve sözlü kaynaklardan derleyen Türkologlara şükran borçluyuz. Bkz.: (Eren 1998).
5. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika‘da Türkoloji vb. Doğulu kültürlere ait araştırma alanlarının "entelektüel tecessüs"le servis hizmeti verilen siyasal güç arasında kalışına belki de en güzel örneklerden birisi Türkoloji alanında birkaç yüzyıldır en iyi araştırmaları yapan Almanya‘da bu çalışmaların son derece sınırlı bir bir aydın cemaatinin dışına çıkamadığı Türk kültürünü ve bu kültüre ait pek çok temel eseri bilen ve çalışan bu aydınların kültüründe, Alman kültüründe "Türk imgesi" ve "Türklük" hakkındaki önyargılar için bkz. :(Kula 1992; Öztürk 2000).
6. Türkoloji‘deki inanılmaz atomizasyon veya gittikçe alt bilgi dallarına ayrılarak yapılanlar sadece "aşırı ihtisaslaşma" kavramıyla izah edilemez duruma gelmiştir. Bir anlamda "Türklüğün mukadderatı"yla eşanlamlı olan Türkoloji‘de yapılan çalışmaların bir bütün veya sistem olarak ne ifade ettiğini kavrayıp izah edecek insan yetişemez olmuştur. Öte yandan, bu yapılanışın Türk topluluklarını gittikçe birbirinden uzaklaştırarak ayrı milletler haline dönüştürme sürecinin en güçlü katolizörü olduğu da son derece açık bir gerçek olarak karşımızdadır.
7. Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere yönelik kampanyalar bağlamında Batı Türkoloji‘sinin paradigmaları için bkz. (Benginsen 1987, İnalcık 2002).
8. 8.Oryantalizm konusunun ve uygulanan metotların tenkidine ve bu eleştirel yaklaşımın başlı başına bir araştırma alanına dönmesi konusunda bkz. (Said 1991).
9. Yapılan kazılarda bulunanların tamamının yayınlanıp yayınlanmadığı ciddi bir spekülasyon konusudur. Meselâ üç yıl önce Moğolistan Karakurum‘da kazı yapan bir Alman Arkeoloji ekibinde part-time olarak çalışan bir kişinin Ulanbatur‘da bana gizlice verdiği bilgiye göre Çengizliler dönemini aydınlatmaya yönelik bu araştırmada bulunan bir Müslüman-Türk mezarlığı –bildiğim kadarıyla- aradan 4 yıl geçmesine rağmen bilim alemine duyurulmadı bile. Bu kadar önemli bir bilimsel keşif duyurulmayınca, insan belki de elde edilen buluntular tamamen ortadan kaldırılarak hiçbir zaman duyurulmayacak, diye "iyi niyet"ten şüphelenmeden edemiyor.
10. Nuri Yüce Hocanın ―Türklük Bilgisi@googlegroups.com adlı internet sitesinde 15.02.2009 tarihinde yaptığı açıklama notu.
11. Bu kurumsallaşma modeli Atatürk tarafından Ankara Dil, Tarih-Coğrafya Fakültesi‘nde gerçekleştirilmişse de, maalesef, Onun ölümünden sonra amaçbilimsel olarak rayından ve yolundan çıkarak Türkiye‘deki pek çok Edebiyat ve Fen-Edebiyat Fakültesinde olduğu gibi Türkoloji‘yi küçümseyen hatta aşağılayan zihniyetlerin hegomonyasına girmiştir.
...//...
TÜRKOLOJİNİN ARAŞTIRMALARI MESELELERİ
Aynı kökten gelen Türk halklarının tarihi ile kültürünü, dini ile dilini, sanatı ile edebiyatını inceleme konusu; bugüne kadar önemini yitirmemiştir.
"Türkoloji" diye adlandırdığımız bu bilim dalının tarihi son bir-iki asırlık dönemi kapsasa bile, Türk dili ile edebiyatına, özellikle de Türk söz sanatına olan ilginin Orta asırlardan başladığını görmekteyiz.
Bunun delili olarak Orta Çağ Türk yazılı edebiyatının temsilcileri Kaşgarlı Mahmut ile Alişir Nevai gibi ünlü alimlerimizi örnek olarak verebiliriz. Batı ve Rus oryantalistleri ile Doğu kültürü uzmanlarının Türklerin tarihi ile düşünce sistemini araştırmaya olan yoğun ilgisi, "Türkoloji" sahasının gelişmesinde çok etkili olmuştur.
Sonuçta bu durum, Türklerin geçmişi ile geleceğinin araştırmaya bir atılım oldu. Oysaki, bügüne kadar Türk bilimi derken, Türk halklarının dil özellikleri ile lehçe yapısı en önemli konulardan birini oluşturmuştu. Diğer Türk halklarının edebiyat bilimiyle mukayese ettiğimizde, Kazak bilim adamlarının bu ortak konu üzerinde fazla araştırma yapamadığını görmekteyiz.
Özbek, Tatar, Azerbaycan ve Türkler kendi yazılı miraslarını çok eski dönemlerden başlatırken, Kazak edebiyat bilimi ilk başta ХVIII yüzyıl, sonra da ХV yüzyıllardan daha ileriye geçemedi. Bu nedenle eski metinler ile değerli kaynakları inceleyebilen uzman bilim adamlarının sayısı artmadı, Türkoloji ekolü de oluşmadı.
Bunu göz önünde bulundurduğumuzda diğer kardeş halkların ortak manevi mirasa olan ilgisinin hangi seviyede geliştiğini, geçen yüz yılın 60-70‘li yıllardaki edebiyat tarihi ile ilgili araştırmalarından ilmi eserlerinden görebiliriz.
Aynı dönemde ortaya çıkan Kazak edebiyat biliminin ise bu açıdan çok geride olduğunu fark etmek mümkündür.Bununla birlikte diğer bir konuya da değinmek gerekmektedir.
Nitekim 80'li yılların başlarında dilci uzmanların "süzgüsünden" geçen edebi eserlere olan ilgi arttı. Bunun sonuncunda Karahanlılar hakimiyeti ile Altın Ordu dönemindeki bazı eserler, Kazakçaya tercümesinin, araştırma alanına dönüştüğünü söyleyebiliriz.
O senelerden başlayan ortak Türk yazılı miraslarına olan ilgi, bağımsızlık kazanıldıktan sonra yeni açıdan yükselip, gelişti diyebiliriz. Eski destanlar, Orhun abideleri, İslam kültüründen sonra ortaya çıkan yazılı kaynaklar yavaş-yavaş ilim alemine sürülmeye başladı.
Özellikle Kültegin ve Tonyukuk abidelerinin kopyalarının Astana‘ya getirilmesi, bu sahadaki araştırılmaların hız kazanmasını sağladı. Bunun sonucunda Türklerin çok eski tarihi ile kültürüne ait eserler yazıldı. Bilim adamlarının bu sahaya olan ilgileri arttı, yerel Türkoloji merkezleri açıldı.
Türkistan şehrindeki "Türkoloji Bilimsel-Araştırma Enstitüsünü" onlardan biri saymak gerekir. Türk bilimine ilgi artsa bile, bu sahanın seviyesini yükseltmek konusunda biraz eksiklikler de yok değildir. En önemli problemlerden birisi de bu sahadaki bilim adamlarının sayısının çok az oluşudur.
Diğer tarihi dönem değerlendirilmese bile, İslam‘dan sonraki uygarlık çerçevesinde edebi eserleri orijinal haliyle okuyabilen, o eski metinleri kendi döneminin düşüncesine uygun biçimde algılayan ve bügünkü ilmî ihtiyaçlar açısından değerlendiren uzmanlar yok denecek kadar azdır. Türkoloji biliminin sloganlarla veya duygusal sözlerle çözülemeyeceğini dikkate alırsak, bu sahada bu gibi önemli ihtiyaçların çözüm bulması gerekir.
En önemlisi Eski ve Orta Çağ Türk edebi eserlerinin metinleri tamamen yayınlanması doğru olacaktır. Çünkü Türkolojinin (sadece Türkololjinin değil, diğer sosyal ilimlerin) tarihî metinlerden meydana gelmektedir.
Bu metinleri yayınlamakta iki prensipin uygulanması gerekir: Birincisi, metni kendi şeklinde yayınlamak, ikincisi transkripsyon problemini çözmek. Çünkü bugüne kadar Türkler‘in yazılı eserleriyle ilgili ortak transkripsyon meselesi belirlenmemiştir.
Bu konuyu iki açıdan ele almak gerekir ki, Arapça metinlerle Türkçe kelimelere uygun bir biçimde yapılması doğru olacaktır.Bununla birlikte, son zamanlarda Orta Çağda yazılan Türk yazılı eserlere belli bir millete ait miras olarak bakmak ve sadece o halkın milli eseri olarak değerlendirmeler yapıldığı aşikardır.
Günümüzde Kazaklarla Özbeklerin, Tatarlarla Başkurdların, Türkmenlerle Türklerin bilim adamları arasında meydana gelen bu tür anlaşılmazlıklar bunun net delili olarak gösterilebilir. Ortak eserler bir milletin değil, onu karşılaştırmalı tipolojik açıdan ele aldığımızda gerçek sanatsal yönü ortaya çıkabilir.
Maalesef, bügünkü bilim adamları arasında bu tür anlaşılmazlıklar yer almaktadır. Bunun için Türk bilim adamları Orta Çağdaki yazılı eserler üzerine çalışırken, bu eserler için sadece bir milletin adını değil, "Türk" kelimesinin kullanılmasının daha uygun olacağını diye düşünmekteyiz. Mesela: Türk- Tatar, Türk-Kazak, Türk-Özbek, Türk-Başkurt gibi.
Bunun gibi çok önem taşıyan problemlerin çözümü bulunursa Türkoloji sahası için yararlı olur. Eski Sovyetler Birliğinde Türkoloji ile ilgili konferansları gerçekleştirilmiştir.
İlk Türkoloji konferansı 1967 senesinde eski Leningrad şehrinde gerçekleşti. Bu konferansın sonuçları "Türkoloji toplamı" (Турколгический сборник) olarak 1970 senesinde yayımlandı. VI. Türkoloji konferansı 1973 senesinde yine Leningrad şehirinde gerçekleştirildi. Ama Sovyetler Birliği düzeyindeki ilk konferans, 1926 yılında Bakü şehirinde II.si ise 1976 yılında Almatı‘da geçti.
Sonuçta bunun gibi konferansların 4 senede bir düzenlenmesine karar alındı. Bundan sonra III. konferans (1980) Taşkentte, IV. konferans 1985 Aşkabad'ta, V.cisi (1988) Frunzede (Bişkek) gerçeklenmişti.
Sovyetler Birliği dışındaki ülkelerde de Türkolojiyle ilgili kurumlar ve merkezler meydana gelmiştir. Örneğin, 1927 senesinde Türkiyede "Türk Dil Kurumu" 1952 yılında Almanyada "Oral-Altay Kurumu"kuruldu.
Bütün Dünya Türk bilim adamlarının bir araya getirecek uluslararası bilimsel kurum, "Uluslararası geleneksel Altaystik konferans" PİAK 1959 yılında kuruldu.
Sovyet Türkologları Komitesi kurularak, onun yayın işleri merkezi olarak "Sovyetskaya Türkologia" dergisi 1970 yılından itibaren Bakü şehrinde yayınlana başladı. Dergi 1991 yılından sonra "Türkologia" adıyla çıkmaya devam etti.
Diğer ülkelerde: örneğin Türkiyede "Türk Dil Kurumu", "Türk Dünyası", Avusturya‘da "Akta Oriyentalia" gibi günlük yayınlar vardır.
A.Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesinde 2002 yılından itibaren "Türkologia" dergisi yayınlanmaktadır. I. (2002) ve II (2004) Uluslararası Türkoloji kongreleri düzenlendi.
2001 yılında L. N. Gumulev Avrasya Devlet Üniversitesine Kültegin abidesinin kopyasını getirilerek: "Eski Türk Uygarlığı: Yazılı Abideler" adıyla görkemli bir şekilde uluslararası ilmiteorik konferans düzenlendi.
Bununla birlikte eski Türk yazılı eserleri konusuyla ilgili A. Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesinde seminerler, Milli Eğitim Bakanlıgının Dil Komitesi ile birlikte düzenlediği konferanslar gerçekleştirilmektedir. Türkoloji Bilimsel-Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Dosay Kenjetay‘ın Türkolojiyle ilgili yazdığı monografiler, ders kitabları, makaleleri mevcuttur.
"Medeni Miras" programı çerçevesinde "Geleneksel Türk Düşünce Sistemi ve Onun Kazak Felsefesi Tarihindeki yeri" adlı eserin I.ci ciltinde yer almaktadır. Bununla birlikte Hoca Ahmet Yesevi, Farabi, Yusuf Hashacib, Sığanaki, Bakırgani eserleriyle ile ilgili yazdığı bilimsel makaleleri okuyucular tarafından tanılmıştır. Tek başına bir enstitü sayılan Ord. Prof. Dr. Rahmankul Berdibayın bu sahadaki emeği büyüktür.
Baykal‘dan Balkan‘a kadar geniş bir alana yayılmış olan Türk halkları ortaya çıkış tarihini tanıtan çalışması sadece Kazak edebiyatı ile folkloru için değil, bütün Türk halkları tarafından desteklenen bu çalışmada Türk halklarının yer adlarının saptırıldığı konusuna değinilmiştir.
1769-1774 yıllarındaki Türk - Rus savaşları sonucunda Kırım Hanlığı Türkiyeden bölünür. 1783 yılında Çarlık Rusyanın çariçesi Ikinci Ekaterina Kırım topraklarını Rusya‘yla birleştirmek konusunda karar çıkarır. Bu kararda Kırım halkının milli geleneğine, dinine, hukuksal yapısına baskı kullanılmayacağı, söz konusu olsa bile, aradan çok zaman geçmemesine rağmen sömürgeci taraf kendi baskılarını uygulamaya koymuştur. Şehir adlar Yunanca kelimeler ile değiştirildi.
Mesela: Akmeşit, şehri-Simferopol, Akjar-Sevastopol, Kefe-Feodosya, Eski Kermen Levkopol, Kezlev-Evpatoriya diye değiştirildi.
Kırımın bölgesini türlü valiliklere parçalamakla yöresel halkın birliğini bozmak ve onları parçalara ayırarak azınlık duruma düşürmeyi planlamışlardı. Çarlık Rusya Kırım topraklarını feth edene kadar burada Ruslar tamamen yoktu.
Kırım toprakların Çarlık Rusya valilikleri tarafından parçalanarak kendi aralarında paylaşmaya başladı. İşte bunun gibi önemli konulara değinen bu eseri için R. Berdibay "Türk Dünyasına Hizmet" ödülüyle onurlandırıldı.
Yine bir ünlü Türk bilimadamı, dil uzmanı A.Kaydar bizim bilimsel- araştırma enstitümüzde çalışmaktadır. Ord. Prof. Dr. A. Kaydar Beyin kendisi ile birlikte Kazakistan‘lı Türkoloji bilim adamları Emir Necib‘ten arta kalan mirasları yeniden yayınlamaktayız. Ünlü bilim adamı ölümünden önce kendi eserlerinden yayınlanmayan değerli çalışmalarını Kazak bilim adamlarına emanet olarak bırakmıştı.
Türkoloji sahasında büyük önemi bulunan E. Necib‘in çalışmaları Türkistan şehrindeki Türkoloji Bilimsel-Araştırma Enstitüsü tarafından yayına sunulması bizim için onur vericidir. Bu önemli görevi Emir Necib‘in öğrencisi Türkolog A. Kerim kendi görevi üstlendi. Bugüne kadar A. Necib‘in "Literaturnıy Yazik Mamlukskogo Egipeta ХIV-veka" (2004), "Regionı i Etapı Formirovanie Turkskih Pismennih Yazıkov i Leteratur" (2007) adlı kitapları yayınlandı. Diğer eserlerini de önümüzdeki günlerde yayına sunmayı düşünülmekteyiz.
Prof. Dr. K. Ergöbek Türkoloji sahasının edebiyat dalında ün kazanmıştır. Ünlü Türkolog, Beysenbay Kenjebayev‘in Türkoloji müzesini açtı. Sayran Abuşarib‘in Kazak medeniyeti ve devlet tarihi ile ilgili yazdığı 50‘den fazla ilmi eserleri yayınlanmıştır.
O. Bekjan ise senelerce eski Türk runik yazılı eserlerini inceleme çalışmalarıyla uğraşmaktadır. 3 Ocak 2002 yılından bu yana A.Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi Türkoloji Bilimsel-Araştırma Enstitüsünde görev almaktadır. 12 Aralık 2008‘de " Köne Türki Jazba Eskertkışterı Tilinin Semiontikalık Negızderı" konulu doktora tezini L.N. Gumulev Avrasya Üniversitesinde savunmaya sunmuştur.
B. Abjet, T. Kıdır gibi diğer genç bilim adamları ise Türkoloji dalında başarıyla çalışmaktadır. T. Kıdır Üniversite genelinde "Genç Türkologlar" kurumunu yönetmektedır.
Bazıları Türkolojinin araştırma alanını sadece dil ve edebiyatla sınırlandırmakta yetiniyor. Oysa Türk halklarının etnik özelliklerini dil ve edebiyatla sınırlandırmak doğru değildir. Türkoloji çalışmalarının tarihi, sosyal, felsefi, etnolojik, dini ve medeni problemleri de kapsaması gerekiyor. Bunlardan birisi de "Eski Türk Medeniyetinin kaynakları" konusudur.
"Soyunu arasan derinden ara" sözü boşuna söylenmemiştir.
Bu konu gerçekten de Türk halklarının ortak tarihi ile ve kaderiyle bağlantılıdır. Bu nedenle, bu konunun derinden araştırılması gerekmektedir. Bu tür çalışmaların metodolojik önemi büyüktür. Gerçekten de bu söylediklerimiz eski Çin kaynaklarında (2205y) vardır.
Demek ki, Türk tarihi ile medeniyetin, onun kronolojisi ile başlangıç noktasını milattan önceki 1.binyıllığın 1.kısmıyla başlatmak yanlış görüşlere götürür.
İşte, bunun gibi problemler kendi araştırmacılarını beklemektedir. Bunun dışında Türk medeniyeti özellikle günümüzde Cumhurbaşkanı N.
Nazarbayev‘in "Avrasya birliği" problemi, bunlara bilimsel yanıtlar vermek ve Türkolojinin vazifesi sayılmaktadır. Kazak devletinin eski tarihini yazmak işi de Türkolojinin ortak problemlerini bilmekle mümkün olacaktır.
Biz Türk tarihi ile medeniyetinin eski dönemlerini, geniş çapta cesurca ele alarak enstitümüzün bilimsel alanına dönüştürmemiz gerekiyor. İşte o zaman Kazak tarihi ile medeniyetinin kaynaklarını doğru yolda değerlendirir ve önceki kalıplardan kurtulmuş oluruz.
Orta Çağ ve Yeni Çağdaki Türk medeniyetinin özellikleri kendi araştırmacılarını beklemektedir. Ayrıca Türklerin kültürünün ortak benzer noktalarının tanıtılması işinin de çok önemli bir faliyet olduğu söyleyebiliriz. Enstitümüzün temel hedef noktaları: dil, edebiyat, tekstoloji, kültür ve tarihdir.
Bu hedefler "kültür ve medeniyet teorileri", "Dede Korkut Müziği", "Orhun Abidelerinin tekstolojisyi", "Eski Kanglıların yazısı", 30 ciltten oluşan Türk klasik nazımı, tekstolojyle ilgili Yesevi kültürüne ait 50‘den fazla Orta Çağa ait el yazmaları incelenmektedir.
Dünya seviyesindeki Türkoloji bilim adamlarını bir araya getirerek, bu sahada elde ettiğimiz başarılarla eksikliklerimizi değerlendirmek ve gelecekteki vazifelerimizi net bir şekilde belirlemeliyiz. Böylece Türkoloji bilimi sahasında güçlü bir uyanışı hedefliyoruz.
Bunun için Türkoloji Bilimsel-Araştırma Enstitüsünün araştırma, inceleme alanını genişletmek, gereken bilim adamlarını hazırlamak, Türk halklarının manevi birliğini araştırmayı derinleştirmek gerekir. Bunun üzerine üniversite tarafından "Türkoloji" dergisi ile ilişki kurmaktayız. Bilim adamlarımızın Türkolojiyle ilgili çalışmaları, makaleleri adı geçen dergide yayınlanmaktadır. Yine bir değinilecek konu ise geçen kongrede kararlaştırılan Türkoloji Birliği‘ni yeniden ele almak, onun faaliyetlerini geliştirmek planlarıda yapılmaktadır. Elbette, bunların hepsi çok zor ve kapsamlı bir çalışmayı gerektirir.
Fakat Dünya Türkleri‘nin geleceği için yapmış olduğumuz hizmet boş sayılmayacaktır diye düşünüyoruz.
Prof. Lesbek TAŞİMOV
Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Universitesi Rektörü
....//...
Düşünürler, hepimizin hayatının önemli bir kesitine ev sahipliği yapan, geride bıraktığımız 20. yüzyılın, savaşları ve felaketleriyle insanlık tarihinin en dehşet verici asrı olduğu konusunda birleşirler. İnsanın hayallerini zorlayan, bilim ve teknoloji alanındaki baş döndürücü gelişmeler ise, ne yazık ki bu trajik tablonun gölgesinde kalır. Savaşlar, felaketler ve hızlı değişim, yetişen kuşakları geçmişle organik ilişkiden yoksun bir zeminde, yani tarihinden kopuk bir şekilde sürekli "şimdiki zaman" içinde yaşamak zorunda bırakır.
Tarih, yani kimlik şuuru büyük bir erozyona uğrar ve kimlik sorunu çağın sorunu hâline gelir.
Geride bıraktığımız yıl dünyaya veda eden, 20. yüzyılın en önemli yazarlarından Cengiz Aytmatov da, "geçmişin ya da daha çok kişinin çağdaş deneyimini önceki kuşakların deneyimine bağlayan toplumsal mekanizmaların yok olmasını", 20. yüzyılın en karakteristik ve en ürkütücü fenomenlerinden biri olarak görür ve bu asrı "kan"la "iktidar"ın birleştiği şansız bir dönem olarak niteler.
İnsan, yani kimlikler üzerindeki bu büyük baskı, Fransız İhtilali sonrasında 19. yüzyılda öne çıkmaya başlayan fakat imparatorluk ve sömürgecilik anlayışlarının bastırdığı uluslaşma/milliyetçilik düşüncesini, 20. yüzyıl siyasetinin merkezine oturtur.
Bu sebeple bu yüzyıl, imparatorlukların yerlerini birer birer ulus devletlere bırakmak zorunda kaldığı, bir taraftan küreselleşme kendine yer bulmaya çalışırken milliyetçilik düşüncesinin de kök saldığı bir asır olmuştur.
Bugün Türkiye ve Orta Asya‘da odaklaşan, Avrupa ve Balkanlardan Avustralya ve Amerika‘ya kadar yayılan Türk dilli devlet ve topluluklar da, hepinizin bildiği gibi 20. yüzyılın sarsıntılarının odağında yer alan talihsiz uluslardan oldular. Bu toplulukların önemli bir kısmı, tarihleriyle organik bağlarını koparma sürecine girmişken; bildiğiniz gibi yine aynı yüzyıl, bu süreci tersine çevirecek fırsatlar da ortaya koymuştur.
Kimliğin en bariz göstergesi dildir. 1990‘lı yıllarda bağımsızlıklarına kavuşan Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Rusya içindeki özerk cumhuriyetlerde yapılan araştırmalar; 1926-1989 arası süreçte bunlar arasında kendi dilini ana dili olarak kabul oranında ciddi bir düşüş gerçekleştiğini göstermektedir. Kendi dillerini ana dili kabul etmenin yanında, ana dilini konuşma ve yazma yeteneğindeki kayıp ise çok daha büyüktür.
Bu dönemde bilhassa gençler arasında ana dilini kullanma isteğinde önemli bir azalma olmuştur. Dilbilimcilere göre, dil değişimi çok yavaş olmakta ve bunun gerçekleşmesi birkaç kuşağı almakta; iki dilli durumlarda ise üç kuşaktan öteye geçmemektedir.
Tarihin önümüze yeni fırsatlar koyduğu, dil ve tarih şuurunun çok önem kazandığı bu süreçte, Türkologlara ve Türkoloji araştırmalarına önemli sorumluluklar düşmektedir. Öncelikle, egzotik meraklarla, daha sonra bazı güçlerin sömürgecilik anlayışlarının bir aracı olarak yaygınlaşan Türkoloji araştırmaları; 21. yüzyılda ulus devletleri güçlendirme ve bunun temelini oluşturan kimlik/tarih şuurunu geliştirme çabalarının en önemli aracı olarak çok daha önem ve ivme kazanacaktır.
Bu sebeple, bu sürecin siz değerli Türkologlara, Türkolojiye 21. yüzyılda büyük sorumluluklar yüklediğini bir kere daha vurgular; farklı ülkelerden kongremize katılarak bu sorumluluğunuzun bilincinde olduğunuzu gösterdiğiniz için hepinize teşekkür eder, yeni Türkoloji kongrelerinde tekrar buluşabilmek ümidiyle hepinize başarılar dilerim.
Prof. Dr. Osman HORATA
Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi
Mütevelli Heyet Başkanı
III. ULUSLARARASI TÜRKOLOJİ KONGRESİ
Ortak dil,tarih ve alfabe oluşturma sürecinde geçmişten geleceğe
Türkolojinin meseleleri, 18-20 Mayıs 2009 ,TÜRKİSTAN
ve katılanlar , alınan kararların pdf'si:
_____TARİH YAPANLARA SADIK KALANLARA_____