Hint-Avrupalıların ana yurtları hakkında çeşitli görüşler vardır Orta Avrupa, Baltık bölgesi, Karadeniz'in kuzey batısı, Kafkasların ve Hazar'ın kuzeyi gibi Arî ana yurt görüşleri yanında Hazar'ın güney batısı ile Anadolu'yu da Hint-Avrupa ana yurdu sayanlar vardır.
Aslında Hint-Avrupalıların Anadolu, Iran, Orta Asya ve Hindistan'a ulaşmaları M. Ö. 2000'den daha eskiye gitmez. Orta Anadolu'ya ulaşmaları M. Ö. 2000, Kuzey Hindistan'a ulaşmaları M. Ö. 1700, İran'a ulaşmaları M. Ö. 1500 kabul edilir. Bu tarihlerden önce Anadolu ve Mezopotamya'da çoğunlukla eklemeli dil konuşan kavimler yaşamıştır.
Arî bir kavim olan Hititlerden önce Orta Anadolu'da bulunan Hattilerin, Doğu Anadolu'daki Hurri ve Urartuların, Mezopotam-ya'daki Sümerlerin dilleri eklemeli diller grubundandır.
Bugün yaşayan dil aileleri içinde sadece Ural (Fin, Macar) ve Altay (Türk, Moğol, Tunguz, Kore, Japon) dilleri eklemeli yapıdadır.
SÜMERCE-TÜRKÇE İLİŞKİSİ
...
TÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
1. ALTAY DİLLERİ TEORİSİ
Altay dilinden zaman içinde ayrılarak bağımsız diller hâline gelen akraba diller topluluğuna da "Altay dilleri ailesi" adı verildi. Karşılaştırmalı Altay dilleri bilim alanına Altayistik, bu bilim alanıyla uğraşanlara da Altayist denildi.
Altay dilleri teorisinin başlangıcı 18. yüzyılın otuzlu yıllarına dek gider. Teori, henüz modern bir bilim disiplini hâline gelmeden önceki ilk çalışmalarda Altay dilleri Ural dilleriyle (Fin, Macar, Samoyed) ve hatta birçok farklı dille birlikte ele alınmış; fakat 19. yüzyılın sonlarından itibaren genellikle, Altay dilleriyle sınırlandırılmıştır.
Ural-Altay dillerine ilk dikkat çeken İsveçli subay Johann Philipp Tabbert (von Strahlenberg) olmuştur. Poltava savaşında Ruslara esir düşünce Güney Sibirya'da Daniel Messerschimidt'in yanında araştırma ile görevlendirilen Strahlenberg Köktürk harfli Yenisey yazıtlarının bulunuşunda ve bilim dünyasına tanıtılışında da ilk önemli isimdi. Esaret hayatı bitip İsveç'e döndükten sonra 1730'da ünlü kitabı Das Nord und Östliche Teil von Europa und Asia 'yı neşretti. Bu eserde 32 dilden ve lehçeden 35 kelimenin karşılıklı bir listesi bulunmaktadır. Liste, tanrı, gök, ana gibi kelimelerden ve sayılardan oluşuyordu. Strahlenberg, Tatar adını verdiği bu 32 dil ve lehçeyi altı gruba ayırdı:
1.Fin-Uygur (Ugor yerine kullanılmıştır.): Macar, Fin, Vogul,
Çeremis, Permyak, Votyak, Ostyak.
2.Türk-Tatar: Tatar, Yakut, Çuvaş.
3.Samoyed
4.Moğol-Mançu: Kalmuk, Mançur, Tangut.
5.Tunguz: Tungus, Kamasin, Arin, Koryak, Kuril.
6.Karadeniz'le Hazar Denizi arasındaki halklar. (Caferoğlu 1958: 10).
Bugünkü sınıflandırmalara göre birçok hataları olan bu şema, şüphesiz konuya ilk dikkat çeken araştırma olarak tarihî bir değere sahiptir.
Macar bilgini Gyarmathi, araştırmalarını Ural diline hasreder ve 1799'daki eseriyle Fin-Ugor (Ural) dillerinin ilişkilerini tesbit eder. 19. yüzyılın ilk yarısında araştırmalarını sürdüren Danimarkalı bilgin Rasmus Rask, söz konusu dillerin sahasını çok genişletir. İskit Dilleri adını verdiği gruba, Strahlenberg'in karşılaştırdığı dillere ek olarak Arî öncesi İspanya ve Galya, Paleoazyatik, Kuzey Kafkasya, Grönland ve bazı Kuzey Afrika dillerini de katar. Grubu geniş tutanlardan biri de Max Müller'dir. O da Siyam, Güney Hindistan ve Tibet dillerini Ural-Altay dilleri arasına katarak Turanî diller terimini kullanır (Caferoğlu 1958: 11-12).
1838'de Estonyalı bilgin F. Wiedemann, Ural - Altay dillerini, Hint -Avrupa dillerinden ayıran özellikleri 14 madde hâlinde tesbit etti. Über die früheren Sitze der tschudischen Völker und ihre Sprachvervvandtschaft mit den Völkern Mittelhochasiens (1838) adlı eserinde Çud halkları terimini kullanan Wiedemann'ın 14 maddesi şunlardır:
"1. Ses uyumu, bütün Ural-Altay dillerinde müşterek bir esastır.
2.Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur.
3.Artikeller bulunmaz.
4.Tasrif, eklerle yapılır.
5.İsimlerin çekiminde mülkiyet eki kullanılır.
6.Fiil şekilleri zengindir.
7.Hint-Avrupa dillerindeki prepozisyon yerine postpozisyon kullanılır.
8.Sıfatlar isimlerden önce gelir.
9.Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmaz.
10.Mukayese, ablativ (-den hâli) ile yapılır.
11.Yardımcı fiil olarak "habere" (malik olmak) yerine "esse" (olmak, imek) kullanılır.
12.Ural-Altay dillerinin birçoğunda menfî hareket için hususî fiil vardır.
13.Soru eki mevcuttur.
14.Bağlar yerine fiil şekilleri kullanılır" (Temir 2002: 5-6).
Altay dilleri çalışmaları, Alman bilgini W. Schott ile disipline girdi ve ilk ses denklikleri kurulmaya başlandı. Schott, Versuch über tatarischen Sprachen (Berlin 1836) adlı eserinde Tatar dilleri terimini kullandı ve Türkçe z'nin Çuvaşça r sesine, Türkçe ş'nin de Çuvaşça / sesine denk geldiğini buldu.
Fin bilgini Gustaf John Ramstedt 1903'te yayımladığı Über die Konjugation des Khalkha-mongolischen adlı çalışmada aynı denkliklerin Türkçe ile Moğolca arasında da olduğunu ortaya koydu (Tuna 2002: 47).
Ramstedt'ten önce 19. yüzyılın ortalarında Fin bilgini Matias Aleksanteri Castren, Über die Personalsuffixe in den altaischen Sprahen (1850) adlı doktora tezinde Fin, Türk, Moğol ve Tunguz dillerinde zamirlerin ve şahıs eklerinin benzerliğini gösterdi. Altay dilleri terimi Castren'le bilim dünyasına yerleşti; fakat bu terimi o, bugünkü Ural-Altay dilleri anlamında kullanıyordu (Eren 1998: 127). Matias Castren bu çalışmasıyla Ural -Altay teorisinin esas kurucusu sayılmıştır (Temir 2002: 4).
Öte yandan 19. yüzyılın ilk yarısında Alman bilgini Klaproth, Siebold ve 19. yüzyılın ortalarında W. Schott, J. Hoffman Japoncayı da Ural-Altay grubu içinde ele aldılar (Caferoğlu 1958: 13).
Matias Castren 1952'de henüz 39 yaşında iken ölmüştü. Eserleri ölümünden sonra yayımlandı. 1862'de yayımlanan Kleinere Schriften adlı eserinde Ural - Altay dilleriyle ilgili görüşleri ortaya konmuştur (Eren 1998: 127). O, Ural - Altay dillerini Altay terimi altında beşe ayırmıştı:
1.Fin - Ugor
2.Samoyed
3.Türk - Tatar
4.Moğol
5.Tunguzca ve şiveleri
Görüldüğü gibi bu sınıflandırma, modern sınıflandırmanın aşağı yukarı ilk taslağıdır. Bugünkünden farkı Ural ve Altay dillerini ayırmamasıdır. Aslında Castren akrabalığa şüpheyle bakmış; Fin, Samoyed ve Türk dilleri arasındaki benzerliklere daha çok dikkat çekmişti (Caferoğlu 1958: 16).
Altay dilleri teorisinin gerçek kurucusu Gustaf John Ramstedt'tir. Türkçe-Moğolca arasındaki ses denklikleri çalışmaları 1903'te onunla başlar. Ramstedt'in ortaya koyduğu Türkçe z Moğolca r, Türkçe ş Moğolca / denkliklerinden sonra Macar Zoltan Gombocz bazı ses denklikleri bulur.
1905'teki Macarca bir yazısını genişleterek 1912-1913'te Keleti Szemle adlı ünlü Macar dergisinde yayımladığı Zur Lautgeschichte der altaischen Sprachen yazısında, daha önce Schott ve Anton Boller tarafından"özlem" hâlinde ortaya konan Moğol ve Mançu dillerinde c-, d-, n- -denkliğim sis-temleştirdi. Ardından Ramstedt aynı dergide aynı konulan işledi. Nihayet Nicholas Poppe Altaisch und Urtürkisch (1926) adlı yazısında Ana Altayca d-, c-, y-, n-, n- Moğolca d-, c-, y-, n- Ana Türkçe y- denkliği şeklinde, konuyu, Altay dilleri kapsamında bir sistem hâline getirdi.
Altay dilleri teorisinin en büyük isimleri, Fin bilgini Gustaf John Ramstedt (1873-1950), Alman asıllı Nicholas Poppe (1897-1991) ve yine Finlandiyalı Pentti Aalto (1917-»)'dur.
Ramstedt tam bir poliglot (çok dil bilen) idi. Grekçe, Latince, Sanskritçe gibi klasik diller ve İbraniceden başka Türkçe, Moğolca, Korece ve Japonca biliyordu. Mongolist, Türkolog ve Altayist idi. Altay dillerinin konuşulduğu ülkelerin çoğunu dolaşmış ve dil malzemesi derlemişti. Seyahatleri yıllarca sürmüş, Japonya'da on iki yıl kalmıştı. Yalnız Altayistiğin değil Mongolistiğin de gerçek kurucusu odur. Kore ve Japon dillerini inceleyerek bu iki dili diğer Altay dilleriyle ilmî şekilde karşılaştıran da yine Ramstedt'tir. Onun Altay Dil Bilimine Giriş eseri ölümünden sonra yayımlanmıştır: Einföhrung in die altaische Sprachwissenschaft I. Lautlehre: 1957; //. Formenlehre: 1952; ///. Register: 1966 (Eren 1998: 269-276).
Nicolas Poppe de bir poliglottu. 1897'de Çin'de doğmuş, 1991'de ABD'de ölmüştü. Altayist, Mongolist ve Türkolog idi. Yüksek öğrenimim ve ilmî kariyerini St. Petersburg'da tamamlayan; 1926-1940 arasında Moğolistan Doğu Sibirya, Özbekistan, Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'da araştırma' gezileri yapan Poppe 1943'te Almanya'ya kaçmış, 1949'da ABD'ye yerleşmiştir (Eren 1998: 253-257).
Moğolca üzerine birçok kitabı ve araş-tırması bulunan Poppe'nin Altayistik ile ilgili iki önemli eseri vardır.
Vergleichende Grammatik der altaischen Sprachen I. Vergleichende Lautlehre, Wiesbaden 1960. Bu eser Zeki Kaymaz tarafından Türkçeye çev-rilmiştir: Altay Dillerinin Karşılaştırmalı Grameri - 1. Kısım: Karşılaştırmalı Ses Bilgisi, İstanbul 1994.
Introduction to Altaic Linguistics, Wiesbaden 1965. 1917'de Finlandiya'da doğan Pentti Aalto Helsinki Üniversitesinde klasik filoloji, karşılaştırmalı dil bilimi, Sanskritçe ve Altay filolojisi okumuştur Ramstedt'in talebesi olan Aalto, Moğolistan, Hindistan, Türkmenistan ve Kore'de ilmî araştırma gezileri yapmıştır.
Ramstedt'in birçok eserim yayımlayan Aalto'nun Altayistik ile ilgili çalışmaları, 70. doğum yılı dolayısıyla şerefine çıkarılan bir armağanda toplanmıştır: Studies in Altaic and Comparative Philology, Studia Orientalia 59, 1987 (Eren 1998: 103-104). Aalto Uralisch und Ahaisch (UAJb 41, 1969) adlı yazısında Ural-Altay teorisi üzerinde de durmuş; biçim bilgisi, söz varlığı ve cümle bilgisi benzerliklerini dile getirmiştir (Temir 2002: 6).
Altay dilleri teorisine katkıları olan iki ismi daha zikretmek lâzımdır: Wladislaw Kotwicz (1872-1944) ve Boris Yakovleviç Vladimirtsov (1884-1931). Polonyalı Kotwicz'in Contributions aux etudes altaiques (Wilno 1932) ve Les pronoms dans les langues altaiques (Krakow 1936) adlı çalışmaları, Altayistik alanına katkılardır (Eren 1998: 195).
Japoncanın Altay dili olarak işlenmesinde iki önemli isim vardır. Samuel E. Martin'in "Lexical evidence relating Korean to Japanese" adlı makalesi (Language 42, 1966), "Japoncanın bir Altay dili olarak ele alınışında dönüm noktası" teşkil eder (Tuna 2002: 47). Samuel E. Martin'in konuyla ilgili en önemli eseri 1996'da yayımlanmıştır: Consonant lenition in Korean and the Macro-Altaic Question, Honolulu 1996.
İkinci isim Roy Andrew Millerdir. Konuyla ilgili kitabı 1971'de yayımlanmıştır: Japanese and the other Altaic Languages, Chicago - London 1971. Bazı Japon bilginleri Japoncayı Altay dillerine bağlarken birçok Japon bilgini de Japonca ile Astronezya dilleri arasında paralellikler bulmuş; P. Benedict ile Kavvamoto ise Japoncayı Astro - Tay dil ailesine dahil etmiştir (Starostinvd. 2003:8-9).
Türkiye'de Altayistikle ilgilenen bilim adamları Ahmet Temir, Osman Nedim Tuna, Talat Tekin ve Tuncer Gülensoy'dur.
Temir'in "Türkçe ile Moğolca Arasındaki İlgiler" adlı yazısı (DTCFD III, Ankara 1955) konuyu Türkiye'de ilk ele alan araştırmalardan biridir.
Osman Nedim Tuna'nın Türk Dünyası El Kitabı'nda çıkan (Ankara 1992) "Altay Dilleri Teorisi" adlı uzun araştırması, Türkiye'de konuyu en kapsamlı şekilde ele alan çalışmadır.
Altayistik üzerinde en fazla yayın yapan ise Talat Tekin'dir. onun bilhassa zetasizm (z'leşme) ve sigmatizm (ş'leşme) üzerine birçok yazısı ve katkısı vardır. Tekin'in bu konudaki yazıları 2003'te toplu hâlde yayımlanmıştır: Makaleler 1: Altayistik, Ankara 2003. Tuncer Gülensoy'un "Altay Dillerin¬de Akrabalık Adlan Üzerine Notlar" makalesi (TDAY-Belleten 1973-1974) önemlidir.
Altay dilleri üzerindeki son büyük çalışma Sergei Starostin, Anna Dybo ve Oleg Mudrak'a aittir: Etymological Dictionary of the Altaic Languages I-III, Brill 2003. Bu büyük eserin yazarları, yaklaşık olarak yarısı yeni olan 2800 etimoloji yapmışlar; her kelimenin beş Altay dilinde ve lehçelerinde bulunabilen bütün karşılıklarını göstermişlerdir.
Altay dilleri teorisi konusunda bazı bilginler kararsız kalırken bazı bilginler de teoriye şiddetle karşı çıkmışlardır. Teorinin en şiddetli muarızları Aorelien Sauvageot, Sir Gerard Clauson, Gerhard Doerfer ve A. M. Şerbak'tır.
Sir Gerard Clauson "The relationship between Turkish and Mongolian " adlı yazısında {Turkish and Mongolian Studies, London 1962) Tunguz söz varlığının Moğolca ve Türkçeden çok farklı olduğunu ve temel kelimelerin Türkçe Moğolca ve Tunguzcada birbirini tutmadığını belirterek teoriye itiraz eder (Clauson 1962: 216).
Clauson Moğolca ile Türkçede ortak olan kelimelerin Türkçeden Moğolcaya giren alıntılar olduğunu ileri sürerek bu kelimelerdeki ses değişmelerinin listesini verir ve daha sonra alıntıları tematik bir gruplandırmaya tâbi tutar (Clauson 1962:216- 247). Clauson' un diğer bir yazısı, temel kelimelerin aynı olmaması hakkındadır. A Lexicostatistical Appraisal of the Altaic Theory (CAJ XIII 1969).
Doerfer'in itirazı da temel kelimeler noktasındadır. O, itirazlarını Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen adlı büyük eserinin 4 cildinde (Wiesbaden 1975) ve "Zur Venvardschaft der altaıschen Sorachen" (1966), "Zwei wichtige Probleme der Altayistik" (1968), Temel sözcükler ve Altay Dilleri Sorunu" (TDAY-Belleten 1980-1981) gibi makalelerinde kaleme almıştır.
Doerfer de itiraz noktası olarak temel kelimeleri almakla birlikte Clauson'un istatistik metodunu eleştirir. Ona göre kelimelerin niteliklerine de bakmak lâzımdır. İnsan vücuduyla ilgili 11 «ana temel sözcük" (baş, göz, kulak, burun, ağız, dil, diş, saç, yürek, el, ayak) ve 5 ara temel sözcük" (dudak, parmak, diz, sakal, boyun) seçerek bunları karışık dillerde araştıran Doerfer, ana temel sözcüklerin çok az değiştiğini (ödünçlenmediğini), ara temel sözcüklerin değişme oranının da az olduğunu; takat kirvik gibi "yan temel sözcüklerin çok sık değiştiğini yani ödünçlendiğini tespit etmiş; sonunda da bunu Altay dillerine uygulayarak Türkçe, Moğolca ve Tunguzcada ana temel sözcüklerden hiçbirinin aynı olmadığını ortaya koymuştur.
Aynı işlemi, akraba olduğu kesin olarak bilinen ailelerde de yapan Doerfer 16 ana ve ara temel sözcükten Samı dillerde 16 sının Hint-Avrupa dillerinde 13'ünün, Dravid dillerinde 10'unun, Ural dillerinde 8 inin aynı olduğunu; Altay dillerinde ise hiçbirinin aynı olmadığını tespit etmiş böylece "Altay dillerinin akrabalığı varsayımını", "çürütülmüş, yok edilmiş saymıştır (Doerfer 1983: 1-16).
Altay dilleri akrabalığının ölçütü sadece ses denklikleri değildir. Biçim bilgisiyle ilgili pek çok ortaklıklar da vardır. "Yapılan araştırmalar değişik sıralarla, iki, üç, hatta bazen dört dilde ortak, yüze yakın ekin varlığını ortaya çıkarmışsa da, Ana Altay dilindeki şekilleri kesin olarak bilinen eklerin sayısı, bunun üçte birinden bile azdır.
Birinci gruptaki ekler için:
+çAK, +çl, +çIK, +d, +DA, +KI, +lAr, +1IG, +msIG, +rU; -Açl, -ç, -G, -GA, -GaçI, -GU, -I, -m, -mA, -n, -r; +d-, +DA-, +GA-, +Kır-, +A-, +1A-, +rA-, +rKA- örnekleri verilebilir."
"Ana Altayca için bulunanlar arasında en önemlileri düşüm (hâl) ekleridir (case suffıxes): *+n (genetive, instrumental), +I, *g (accusative), *+A, *+gA (dative), *+dA *+dU (locative), *+rA (directive-locative), *+rU (lative), *+H(prosecutive), *+dI (instrumental), *+ç, *+çA (equative)." (Tuna 2002: 21).
Söz dizimi bakımından da Altay dilleri arasında pek çok ortaklıklar vardır. Konuyu en iyi şekilde Tuna özetlemiştir:
"Ana Altaycada en küçük fiil cümlesi çekimli bir fiildir. Bu, emir cümlesinde sadece (ekli) fiil kök veya tabanından ibarettir. Cümlede öznenin yeri fiilden, belirtenin yeri belirtilenden, ikinci dereceden olan üyelerin yeri birincilerden önce gelir. Fiil, sonda yer alır. Tamlamalarla isim cümleleri arasındaki fark üyelerin sırasına dayanır ve bir cümle meydana getirir (declarative sentence).
Böyle bir cümlede koşaç kullanılması mecburiyeti yoktur. İsim ve sıfat arasında kesin bir sınır yoktur. Bu daha çok, bir sıra meselesidir.
Ana altaycada cins (gender) farkı belirtilmez. Bu bakımdan cümlelerde cins farkı dolayısı ile değişiklik de yapılmaz. Tamlamalarda yalnız tamlanan çokluk eki alabilir. Bunlarda çokluk-teklik dengelemesi yapılmaz.
Cümleler, içindeki üyelerin ilgisi bakımından, gelişmekte olan fikirlerin akla geliş sırasına göre ifadesi değil (cursive), tamamlanmış bir fikrin düzenli bir hierarchy halinde (complexive) sunuluşudur.
Bunlardan birinci tip, bir tesbih dizisine, ikinci tip, küçükleri daha büyüklerinin içine yerleştirilmiş, birçok kuruyu içine alan büyük bir kutuya benzetilebilir. Birincisinde, eskileri çıkarmadan tesbihe yeni taneler eklenebilir. İkincisinde ise, büyük kutuyu daha büyüğü ile değiştirmek ve ilâve edilen kutuyu veya kutuları yeniden ve iç-içe koyup en büyük kutuya doldurmak gerekir. Ana Altaycada ön takı (preposition) yoktur. Buna karşı son takılar (postposition) zengindir.
Bununla birlikte, olumsuz emir kipleri için Çuvaşçada, Moğol ve Tunguz dillerinde 'olumsuzluk fiilleri'nden ayrı olarak bazı 'particle'lerin kullanıldığı hatırlanmalıdır.
Bunlar, eski bir düzenin izleri olabileceği gibi, Altay Dili dışında başka bir kaynaktan da gelmiş bulunabilir" (Tuna 2002: 21-22).
...
TÜRKLÜĞÜN VE TÜRK DİLİNİN KRONOLOJİSİ
M. Ö. 700 : Med krallığının kurulması*.
M. Ö. 675 : İskitlerin Kafkasları aşıp Kuzey İran'a ve Anadolu'ya girmeleri.
M. Ö. 650 : İskitlerin Doğu Avrupa ve Kuzey Balkanlara yayılması (Bu bölgede M.S. 3. yy'a kadar yaşadılar.)
M. Ö. 624 : İskit hükümdarı Madyes'in (Afrâsiyab'm) İranlılarca öldürülmesi.
M. Ö. 590 : İskit krallığının Medlerce yıkılması.
M. Ö. 559 : Pers krallığının kurulması.
M. Ö. 350 : Karadeniz'in kuzeyinde ve Asya bozkırlarında ikinci defa İskit krallığının kurulması (yıkılışı: M. Ö. 70).
M. Ö. 250 : Sarmatların Avrupa'ya girişi.
M. Ö. 247 : İran'da Part krallığının kurulması (yıkılışı: M. S.225).
M. Ö. 209-174 : Tuman'ın oğlu Motun (Mete) Yabgu Hun tahtında (Merkez: Orhun vadisi. Kuzeyde yay çeken bütün kavimlerin birleşmesi).
M. Ö. 135 : İranlılar, Toharlar ve Usunlar (Türk) tarafından Amuderya'daki Baktriya krallığının yıkılması (kuruluşu: M. Ö. 250).
M. Ö. 55 : Hunların ikiye bölünmesi. Çiçi Yabgu'nun Batı'ya çekilmesi.
M. Ö. 36 : Çiçi Yabgu'nun öldürülmesi.
M. S. 55 : Kuzey Hindistan'da Kuşan Devleti (Yıkılışı: 250).
M. S. 216 : Hunların yıkılışı.
224 : İran'da Sasanî Devleti'nin kuruluşu.
...
SÖZ BAŞI
20. yüzyılda ortaya çıkan ulaşım ve iletişim imkânları Türk dilini bugün ana ve ata yurtlarından da dışarıya taşırmış; Avrupa, Amerika ve Avustralya'da yaşayan Türkler vasıtasıyla dilimizin kullanım alanı dünyanın her tarafına yayılmıştır. Hazırladığımız Türk Dili Tarihi, sadece Türkiye Türklerinin değil bütün Türklerin dillerinin tarihi olduğundan sayısız malzeme ve araştırmaya ulaşmak gerekmiş; mümkün olduğu kadar, yayımlanan metinlerin ve yapılan araştırmaların hepsi görülmeye çalışılmıştır. Şüphesiz bunda muvaffak olduğumuz söylenemez.
Hele araştırmaların İngilizceden Rusça ve Çinceye, Lehçeden Japoncaya kadar çok farklı dillerde yapılmış olması, herhangi bir araştırıcının bütün bu çalışmalardan yararlanmasını imkânsız kılar. Son yıllarda Türkiye'de ve dünyada Türk dili araştırmalarının büyük bir artış göstermesi de zorlukların bir başka yönüdür. Ancak alanın genişliği, malzemenin bolluğu, araştırmaların çokluğu böyle bir çalışmanın yapılmamasını gerektirmez. Vaktiyle, Türk dilinin büyük emektarı Ahmet Caferoğlu'nun cesaretle adım attığı bu sahaya ondan 50-60 yıl sonra ben de adım atmaya cesaret ettim ve diyebilirim ki sadece adım attım.
Tarihsiz, Türk dili tarihi düşünülemez. Hangi tarih ve coğrafyanın eserlerini araştırmaya giriştiğimizin belli olması için her dönemin tarihî ve coğrafi zemini ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun için tabiî ki araştırmalardan faydalandık; ancak özellikle atalarımızın bıraktığı eserler, tarihin ortaya konulmasında birinci derecede kaynak olarak kullanılmıştır. Bu arada destanların da tarihî bir kaynak olarak değerlendirildiğini belirtmeliyim.
Tarihî zeminin ortaya konmasında daha çok başlangıç dönemleri ve kökenler üzerinde durulmuştur. Bilinmeyen dönemlerde mümkün olduğu kadar ayrıntıya gidilmiş; bilinen dönemlere yaklaştıkça ayrıntıdan kaçınılmıştır. Çünkü maksadımız bilinen dönemlerin tarihini yazmak değil daha çok karanlık dönemleri ve kökenleri aydınlatmak olmuştur.
Türk dilinin tarihî dönemlerinde de aynı yol izlenmiştir. Köktürk döneminde görülen ayrıntılar, elbette Osmanlı ve Çağatay dönemlerinde yoktur.
Bugüne yaklaşıldıkça teferruat bırakılmış, dönem kuşbakışı olarak değerlendirilmiştir. Bazı dönemlere ait metinlerin verilmeyişinde de aynı düşünce hâkim olmuştur.
Elinizdeki eser, Türk dilinin sadece dış tarihi değildir. Her dönemin dil özellikleri belirtilmeye çalışılarak dilin iç tarihi de ortaya konulmak istenmiştir. Ancak her dönem için aynı şemayı kullanıp tasvirî gramerler yazmak yerine dönem farklılıklarına ağırlık verdim. Böyle bir usulün, dilin dahilî gelişmesini daha açık göstereceğini düşündüm. Tabiî ki bu bölümlerde önceki çalışmalardan yararlandım. Ancak bir yandan bütüncü, bir yandan karşılaştırmalı bir bakışla dilin tarihini kendime has bir şekilde ortaya koyduğum kanaatindeyim.
13. yüzyıl öncesi eserleriyle, Doğu Türkçesi eserleri edebiyat açısından ülkemizde çok az incelenmiştir. Bu eserler üzerindeki edebî değerlendirmeleri büyük ölçüde hâlâ Köprülü'ye borçluyuz. Son yıllarda Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri edebî bakımdan daha fazla ele alınmaya başlanmıştır. Edebî araştırmalar konusundaki eksikliği dikkate alarak eski dönem eserlerinin biçimi, muhtevası ve üslûbu üzerinde de durmaya çalıştım. Bu bakımdan edebiyat tarihçilerinin de kitabın bazı bölümlerinden yararlanabileceğini düşünüyorum.
Bilim alanlarında verilen her eser yeni görüşler, yeni yaklaşımlar ve bakış açıları getirmelidir. Bu kitabı esas itibariyle bir müracaat eseri olarak hazırlamakla beraber bazı sorunları tartışmayı ve kendi görüşlerimi ortaya koymayı da gerekli buldum. Bunu, bir müracaat ve ders kitabının niteliklerini bozmayacak ölçülerde yapmaya çalıştım. Eğer bazı görüş ve yaklaşımlarım tartışmalara yol açabilirse bunun, bilim dalımıza bir kazanç getireceğini düşünüyorum.
Türk dili tarihi bir açıdan Türk dili araştırmalarının da tarihidir. Bu ba-kımdan özellikle eski dönemlerde keşiflerin ve araştırmaların tarihini de ayrıntılı olarak vermeye ve bütün önemli araştırmaları göstermeye çalıştım. Her dönem, isim ve eser üzerinde yapılmış olan çalışmalar, bazen yayımlanmamış tezlere kadar ilgili bölümde verilmiş; bazen de önemli çalışmalar hakkında kısa açıklamalar yapılmıştır. Bölümler içinde künyeleri verilen çalışmaların büyük bir kısmı doğrudan doğruya görülüp incelenmiş; ulaşılamayanlar hakkında ise yapılan tanıtmalardan yararlanılmıştır. Ancak bu çalışmalardan doğrudan doğruya yararlanılmadıkça bibliyografyaya alınmamıştır. Bunun hem bir tekrar olacağı, hem de bibliyografyayı şişireceği düşünülmüştür. İsteyen okuyucular ilgili bölümde, yapılan çalışmaları bulabilirler.
Türk dilinin dünya dilleri arasındaki yerini daha net olarak görebilmek için, Amerika Birleşik Devletlerinde son yıllarda tekrar revaç bulan monogenist teoriye ve bütün dünya dilleri için yapılan sınıflandırmalara da girişte yer verdim. Bu konudaki çalışmaların Türkiye'de henüz tanınmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla giriş bölümünde yer alan Nostratik, Avrasyatik teorileri ve dünya dillerinin sınıflandırılmasıyla ilgili kısa bahislerin ilk bilgiler olarak değerlendirilmesini diliyorum.
Çok geniş kapsamlı bir kitabın pek çok eksik ve kusurunun da olacağı muhakkaktır. Kitapta görülebilecek her türlü eksik ve kusurun yazılmasından veya bana bildirilmesinden memnun olacağım. Bilimin, tenkitle, tartışmayla geliştiğini ve gelişeceğini ben hiç unutmuyorum; kitabımı okuyanların da unutmamasını dilerim.
Bilim hiç şüphesiz objektif bir alandır. Ancak bilimle uğraşanların her zaman ve yüzde yüz objektif olabileceklerini sanmıyorum. Esasen insan beynindeki düşünce ve duygu merkezlerinin birbiri içine girmeden tamamen bağımsız çalışabildiklerini de zannetmiyorum. En fazla objektif olunması gereken alanda da duygular daima işe karışabilir. Bu duygular içinde adına heyecan denilen bir duygu var ki onun işe karışmasının her zaman zararlı olduğu da söylenemez. Ben heyecanı, bizi çalışmaya iten bir enerji olarak düşünüyorum. Eğer bilime ve milletime faydalı olma heyecanını taşımasaydım kendimde bu kitabı da, başka kitaplarımı da yazacak enerjiyi bulamazdım. Okuyucular zaman zaman heyecanımın kitabın bazı satırlarına da yansıdığını görürlerse bu düşüncelerimi hatırlasınlar.
Kitabın yalnız Türkoloji camiasına değil, Türk dil, tarih ve kültürünü merak edenlere de hitap ettiğini sanıyorum. Yalnız meslektaşların değil konuya ilgi duyanların da görüşlerini almak beni memnun edecektir.
Sözlerimi bitirirken kitabın yazılması sırasında bilgisayarda karşılaştığım her problemi çözen ve yazım tekniği hususlarında bana yardım eden oğlum Satuk Buğra Ercilasun'a teşekkür etmek istiyorum. O olmasaydı kitabımı bu kadar rahat bir ortamda yazamazdım.
Prof.Dr.Ahmet B. ERCİLASUN
20.08.2004
ayrıca : DİL-BİLİM.COM
ve diğer ilgili yazılar.
***