Translate

DRUİDLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DRUİDLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2012 Çarşamba

GALYALILAR / GALATLAR / KELTLER






M.Ö. 4.ve 5. yüzyıllarda Karaorman ve Tuna boyu çevrelerinde yerleşmiş olan Galyalılar Romalıların korkulu rüyası olmuşlardı. Çok iyi savaşçı olan bu kavim paralı askerlik yanında şarapçılık ve tuzculuk ile de uğraşırlar, ürünlerini nehir taşımacılığı ile Avrupa'nın her köşesine ulaştırmaya çalışırlardı.

O zamanlar Avrupa, Pirenelerden Karpatlara kadar sonu gelmeyen bir ormanla kaplıydı. Ren nehrinin doğusundan başlayarak Tuna nehri boyunca Helveti’den Pannonia ve Daçya’ya kadar devam eden Hersinya ormanlarında meşe ağaçlarının gövdeleri daha büyüktü ve dalları gök yüzüne daha yakındı. Bu ormanlarda ve nehir vadilerinde çok sayıda Galyalı yaşardı.

KARA ORMAN
M.Ö. 321 (114.olimpiyat, 4.yıl ), Kışın ortası

Soğuk havaya ve yolların karla kaplı olmasına rağmen tüm Galya kabilelerinin şefleri ve druidleri, Hersinia ormanlarının en batı tarafında ki Nemetonda toplandılar. Hersinia ormanlarının en batısını oluşturan Kara Orman’ın bitimiyle Ren nehrinin doğu kıyıları arasındaki bu köyde yaşayanların görevi Nemetonu korumak ve toplantılara hazırlamaktı. İskender'in ölüm haberi Yunanistan’dan sonra orta Avrupa’ya da gelmekte gecikmemişti. Avrupa’nın çeşitli bölgelerine göç etmiş olan Kelt kabilelerinin şefleri belki de ilk defa böylesine yüksek bir katılımla toplanıyorlardı. Büyük İskender öldüğüne göre Makedonya ve Anadolu’da her şey değişebilirdi. Bir şey yapılacaksa tam vaktiydi.

Kelt takvimine göre aylardan Anagantios’un altıncı gecesiydi. Mevsim kış ve evde kalma zamanıydı. Ama bugün yapılacak olan ayin ve sonrasındaki yönetim konseyi çok önemliydi. Güneşin batmasına yakın, druidler Nematonun ortasında daire şeklinde yerlerini aldılar. Çevrelerindeki iri kayaların arasında meşaleler yakılmaya başlandı. Üç bıyıklı ve saçları örgülü Galyalı, arp çalmaya başladılar. Alacakaranlığı dolduran melodi ağlatmak ve güldürmek için çalınmıyordu, dış dünyadan soyutlanmak için bir çağrıydı bu. Bugün toplanan druidlerin hepsi meşe ağacı dallarından yapılmış deyneklerine çok sayıda çentik atacak kadar çok ses almışlardı tanrıları Dis’den. Karanlıkların ve yer altının babası Dis onlara her mağaraya girişlerinde sesleniyordu. Ayin başladı. Evrenin üç bölümü için ayrı ayrı üç koç kurban edilecekti bu ayinde ve druidler hangi kurbanın hangi tanrıya kurban edileceğini söyleyecekti bu gece. Belki de kehanet bile okunabilirdi kurbanlardan sonra; çünkü zaman karar verme zamanıydı.

“Üzerinde yaşadığımız toprakların daha da büyümesi için. Daha da bereketli topraklar için. Tanrıça Dana, bu kurbanımızı kabul et!”. En kenardaki druid bu sözleri söylerken, hem diğer druidler, hem de kayaların etrafında yer almış olan tüm törene katılanlar hep bir ağızdan bağırdılar, “Toprak için, yer yüzü için!”.

“Tanrıça Matrona…Esgor Matrona esgor (doğur)!” Bu kurban için kahinlik görevini üstlenecek druid öne çıktı ve iki Galyalı kehanet için seçilmiş olan kurbanlık koçu getirdiler. Savaşçı olduğu taşıdığı kocaman kılıcından belli olan Galyalı kılıcını aniden koçun böğrüne sapladı ve kenara çekildi. Kurban olduğu yerde iki defa döndü sırt üstü yattı ve çevresinde kenarları harita gibi bir olan bir kan gölü oluştu. Kahin druid, kurbanın etrafında üç tur attıktan sonra değneğinin ucunu kurbanın kanına sürtmeye başladı. Çalınan müzik ve druidlerin mırıldanmaları ve yakarmaları meditasyonu etkili bir kıvama getirmiş olacak ki kahin kendinden geçercesine ellerini gökyüzüne kaldırdı ve, “Gidiyoruz “dedi, “doğuya gidiyoruz. Toprağın, suyun ve havanın tanrıları bize yön gösterdi”.

Başları önlerinde olan kabile reisleri bu sözü duyunca önce bir irkildiler, ve sonra onlar da ellerini kaldırdı havaya druidlerle beraber ve hep bir ağızdan bağırdılar, “Hazırız ! Belenos…Hazırız!”

İlk kurban da durum belli olmuştu. Bir kısım kabileler doğuya göç hazırlığına başlayacaklardı. Şimdi, tanrılardan, yeni yerlerde mutlu bir yaşam ve zafer kazandıracak savaşlar istemek için kesilecek kurbanlara sıra gelmişti.

Okunan ilahilerin ve müziğin eşliğinde, diğer bir druid evrenin diğer bölümü için adanacak kurbanın getirilmesini istedi ve, “Kaybolan ruhlarımızın mekanı yer altı dünyamız için” dedi ve ellerini kaldırdı.

Bu arada, evrenin son bölümü için bekletilen son koç da meydanın ortasına getirilmişti ve üçüncü druid de hazırdı. O da ellerini gök yüzüne doğru kaldırarak, “Görünmeyen öteki dünyamıza adıyorum bu kurbanımızı” dedi ve sonra hep beraber bağırdılar “Kurbanlarımız kabul olsun, geleceğimiz zaferle dolsun”.

Önce druidler, sonra kabile şefleri, sonra savaşçılar, kadınlar ve çocuklar sırayla şölen sofrasında buluşmak üzere Nemetondan ayrıldılar. Ancak, alacakları kararları paylaşmak için, kabile şefleri ve druidlerin bir kısmı, şölene katılmadan önce, konsey için hazırlanan büyük kulübeye gittiler. Bu toplantıya katılmayacak olanlar da, kulübelerin önlerinde ve ağaçların altında toplanarak birbirlerine kabilelerini ve neler yaptıklarını anlattılar, bardların okuduğu şiirleri dinlediler. Her kes mutluydu. Üç çalgıcı artık güldüren melodileri çalıyorlar ve neşeli şarkılar söylüyorlardı.
“Daha sık toplanmalıyız şu aralar” dedi en yaşlı olanı, toplantıyı açar açmaz vakit kaybetmeden, “aramızdaki haberleşme de daha hızlı olmalı”.

“Kayıt da tutmalıyız” dedi Tektosag kabilesinin lideri Kastor, “Bir merkezimiz de olmalı” . İskender’le Pers seferine çıkmadan tanışmış ve onunla şarap içmiş olan Kastor’a hepsi güvenir ve saygı duyardı. Bir an evvel sefere çıkma arzusu içinde olan güleç yüzlü genç Kambules söz aldı,

“Saygıdeğer Kastor. Sen bu konularda en deneyimli olan liderlerimizdensin. Bu işi senin yürütmeni öneriyorum. Nasıl Romalıların Roma diye bir merkezi var, bizim de olsun”

Bu karar alınabilirse çok önemli bir aşama olurdu Galyalılar için. Şimdiye kadar hiç belli bir merkezleri olmamıştı. Her kabile kendinin merkeziydi. Savaş zamanlarında ve önemli durumlarda bir araya gelirler ve savaşı yönetmek için bir başkan seçerlerdi sadece. Merkezden yönetim diye bir uygulamayı denememişlerdi hiç. Anlaşılan gerekiyordu galiba şimdi bu. Söz aldı Po ovasından gelen Orgetoriks, “Avrupa’da durum kritik. Her şey değişecek gibi…İskender öldü. İmparatorluk parçalanıyor. Sanırım her koparan bir yerleri alacak. Kabilelerimizin çoğunun arzusu da göç yönünde. Doğuya gideceğiz besbelli. Kahinler de doğruladı bunu. Beraber kararlar almalıyız. Artık daha da birlik olmalıyız. Destekliyorum bu teklifi. Kastor bir Kelt birliği kursun Avrupa’da. Biz de bilelim bizim merkezimiz neresi..”

Kastor’un bu birliğin kurulması için çalışması oy birliği ile kabul edildi. Yalnız, Keltiberya’daki kabileler, eğer bir başkent olacaksa bunun İberya yarımadasından çok uzakta olmamasını istediler. Kastor’un aklından Tektosag kabilesinin yerleşmeyi planladığı Telosa geçiyordu aklından zaten ve burası da Keltiberya’ya yakındı. Gelecek yüzyılın başlarında Anadolu’da bir Galatya kurulabileceğini düşünememişti Kastor henüz. Böylece Volke konfederasyonun temeli atılmış oldu.

Kastor duyulan güven için teşekkür ettikten sonra, druidlere dönerek, “Meşe ağacı bilge kişilerimiz, Galyalıların evrendeki yerleri konusunda bugün bizleri aydınlattılar. Saçtıkları ışık için ve kurbanlarımızı adarken bizlere yol gösterdikleri için onlara minnettarım”. Sonra kabile reislerine döndü,

“Sevgili silah arkadaşlarım. Biliyorsunuz Trakya’daki kabilelerimiz batıdaki kardeşlerini de yanlarına çağırıyorlar. Makedonyalılar ve Yunalılar savaş içinde. Doğuya yürüyüş için hazırlıklara başlamalıyız. Çocuklarımızın geleceğinin doğuda olduğunu tanrılarımız druidlerimize söylediler. Askerlerimizin, ailelerimizin bu güç yolculuğunda onları toparlayacak bir lidere gereksinimiz var. Bu liderimizi şimdiden seçmeliyiz!” Ve Kambules’i önerdi gelecekteki yolculukta Galyalılara rehberlik etmesi için. Oy birliği ile kabul edildi. Sevecen ve sempatik yaklaşımıyla Kambules herkese kendini sevdirmişti. Genç olmasına rağmen bilge kişiliğe sahip, etrafındakilere de bildiklerini öğretmeye çalışan çalışkan bir Galyalıydı Kambules. Başlayacaktı hemen gece bitiminde Kambules çalışmalarına. Kastor bu kritik ve önemli görev için en uygun adayı önermişti.

Şölen kalabalığını bekletmemek için toplantıyı sonlandırdı en yaşlı olan Galyalı seçilenleri kucakladı, herkese şans diledi. Sonra buluştular şölen sofrasında aileleriyle. Boşalttılar yanlarında getirdikleri fıçılardan şaraplarını kupalarına ve içtiler sabaha dek.



Prof.Dr. Faik TANSU SALMAN
GALATERRA - GALYA'DAN GALATYA'YA
Arkeoloji ve Sanat Yayınları



Ölen bir Galyalı



İlgili:
















5 Ağustos 2012 Pazar

İNSANLIĞIN YAŞAMINDA ULU MEŞE AĞACI



İlk çağlardaki insanlar , devasa ağaçlarla kaplı ucsuz bucaksız ormanları gördüklerinde ; göklere ulaşması ile yağan yağmurun sağladığı bereketli toprakları, yiyecekleri ni ve yaşam için ilaç yapabileceklerini anlayınca , onlara “İLAH” gibi taptılar. Bununla beraber odun ateşi , ateş ısınmayı ve ışığı getirdi . Ağaçlar onların ayrılmaz bir parçası ve öğretmenleri olmuştu. Avustralya’dan, Çin’e , Hindistan’dan Ege’ye , İskandinavya’dan Amerika Yerlilerine kadar tüm dünya birçok ağaç çeşitlerine tapdı. Burada ,görkemiyle en ulu ağaçlardan sayılan Meşe Ağacını okuyacağız.






Yaşamın, aşkın , özlemin, sevdanın , koruyup kollamanın rengi olan “kırmızı” kelimesinin kaynağı, Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da baş gösteren kıtlıkta, meşe palamudu unundan yapılan ekmeği ve birçok hastalıklara şifa olması, Meşe Ağacının niteliklerindendir. Anadolu’da halı ve kilimler, meşe ağacından elde edilen renklerle boyanmakta, meşe palamudunun başlığındaki bir asit ile de ,sütün yoğurt haline gelmesini sağlayan mayalanma süreci başlatılmaktadır. Bugün Mersin’de palamutları ateşte közleyerek yerler.



Meşe ağacı ,odunlarının anatomik özelliklerine göre 3’e ayrılır ; Kırmızı, Ak ve Herdem Yeşil. Ülkemizde 5’i endemik olmak üzere 20 çeşit meşe ağacı bulunmaktadır ve ormanlarımızın da yaklaşık ¼’ünü oluşturur.


Neolitik ve paleolitik çağlarda “Meşe Ağacı” tanrıçanın bedenini , “meşe kovuğu” da tanrıçanın rahmi ile özdeşleşirdi. Ana tanrıça heykellerinin meşe ağacından yapılması , ağaca ve ağaç altında tapınma geleneğinden gelmektedir. 

Meşe Ağacına tapınım , Avrupa’da da Hıristiyanlık öncesi dönemde çok yaygındı. Almanlar ve İskandinavlar , Anadolu insanın aksine “Tanrıça” yerine “Tanrı” olarak tapınmıştır. İlk insanların ağaç kütüklerinden meydana geldiği , iki odunun sürtünmesi ile “ateş” alması , bunun da “doğum” olayını gerçekleştirdiğine inanırlardı.

Ayrıca Prometheus ateşi Meşe odunuyla getirerek insanlığa “ışığı” armağan etmiştir. Işık sadece karanlıktan kurtulmak değil , aynı zamanda düşünmek ve hayatın anlamını sorgulamak anlamına da geliyordu.


Paleolitik çağda, meşe ağacının kovuğunda yaşayan insanoğlu, yerleşik hayata geçince, “Kutsal Meşe Ağacı”nı da ev malzemesi olarak kullanmıştır. Zamanımızda mobilyadan kapılara, merdiven basamaklarından tavan ,taban döşemesine kadar her yerde kullanılmaktadır.


Anadolu’daki neolitik çağ evlerinin tam ortasında yer alan ve evin çatısını ayakta tutan meşe direğinin, sunak hazırlayarak tanrıçaya evinde taptığını ,palamudunu da yiyecek olarak kullandığını, kazılardan öğrenebiliyoruz.


Cafer Höyük - Malatya
Malatya’nın 40 km kuzeydoğusunda, MÖ 7500’lere tarihlenen Caferhöyük neolitik yerleşimi çevresinde açık meşelikler bulunmaktaydı. Lakin bu höyük Karakaya Baraj Gölü suları altında kaldı.

Niğde’nin Bor İlçesi’nde Bahçeli köyünde bulunan Köşkhöyük neolitik yerleşimi , MÖ 6000’ne tarihlenir. (İLGİNÇ bir anekdot…Bir kadına ve çocuğa ait kafatası; iskelet haline dönüştükten sonra kil ya da alçı türü bir maddeyle, daha sonra aşı boyası ile sıvanmış ve gözler de siyah taşlarla belirtilmiştir .)


İzmir’in Neolitik yerleşimi Ulucak ( M.Ö. 7040-6660) ile Diyarbakır Ergani - Sesverenpınar köyünde ki neolitik Çayönü (M.Ö. 7250-6750) yerleşiminde de meşe palamudu kalıntıları bulunmuştur.



ANATANRIÇA VE MEŞE 



Onbinlerce yıldan bu yana onları koruyan, ilaç ve gıda temin eden meşeler ,bir anneye özgü davranışlarından dolayı tanrıçalarla özdeşleştirildi. Sonuçta Toprak Ana’yı dölleyen Tanrı Baba-Gök ‘te ağaçların vasıtasıyla tanrıçalara ulaşırdı.

Friglerin Kybele’si, Galatların Dana’sı ve Yunanlıların Artemis’ine hep meşe koruluğunda tapınılırdı. Bir Artemis ilahisinde, “Efes’te deniz kıyısında bir meşe ağacı altında senin için bir heykel diktiler” denmektedir.


Anadolu’da MÖ 300’lerden itibaren hüküm sürmüş Galatlar da ,yaş meşe ağacını kesenlerin cezası ölümdü. Galatların hukuksal ve politik yaptırımlarını , dinsel bir meclis gibi karara bağlayan kurul olan Drynemeton ; “kutsal meşe koruluğu” veya “kutsal meşe tapınağı” ; Tanrı’nın bir görüntüsü olarak kabul edilirdi. Nitekim Galatlar veya diğer adıyla Keltler, devasa Tanrı heykellerini meşe ağaçlarından yapmışlardır.


KELTLER-GALATLAR / MEŞE

Toplantılar Druid rahipleri tarafından yönetilirdi. Druidler savaşçı rahiplerdi, gerektiğinde çiftçi ve çoban olabiliyorlardı. Bir Şaman gibi rüyaları yorumlar ve kehanette bulunurlardı. Kehanetler için insan kurban ettikleri bilinir. Tanrıçaları Dana için yaptıkları ayinlerde ,Druid rahipleri uzun beyaz elbise giyer, meşe odunundan yapılmış meşale ile güneşin batışına yakın , dizi dizi sıralanmış büyük taşların arasında ,doğa ile kutsal bir birleşme için dualar okurlardı.

1908 yılına kadar Druidler ,Stonenhenge’de binlerce yıldır devam eden ayinlerine , yasak yüzünden son verdi. 2000 yılında ise bu yasak sona erdi ve Yeni nesil Druidler ,hayatı simgeleyen “yaz gündönümü” kutlamalarını tekrar başlattı.



DRUİDLER / STONENHENGE


Galatlar, koyunlardan elde ettikleri yünleri , Kermes meşesinden elde ettikleri kırmızı boya ile boyarlardı. Kırmızı boya, Anadolu kültürlerinin her safhasında “koruyucu” nitelikler (albastı,nazar) yüklenen bir renkti. Kırmızı boya, kermes meşesi üzerinde yaşayan ve “kırmıs” olarak adlandırılan bir böcekten elde edilirdi ve böylece bu meşeye “kırmıs meşesi” de denirdi. Kırmızı ve Kermes kelimesi de buradan türemiştir.

Avrupa’dan gelen Galatlar gibi Frigyalıların da ağaçlarla ilgili törenleri vardı. Din adamlarının gözdesi olan meşe, Kibele’ye adanmış kutsal bir ağaçtı. Ana tanrıçaya ait kutsal yerlerin dağlarda ya da kayalıklarda olduğuna inanılırdı. Anadolu’da bu amaçla yapılmış bir çok sunak ve bu sunaklarda ve kayalarda Kybele heykelinin konulduğu nişlere de rastlanmaktadır.

Ballıhisar-Pessinus Tapınağı meşe koruluğunun dibinde yer alıyordu. Tapınakta bulunan bir meteor taşı , “KARA TAŞ” olarak anılırdı , Kubaba/Kybele’ye aitti ve Stonenhenge ‘i andırdığı için , Galatlar tarafından kabul gördü.



ELİNDE KARATAŞ İLE
KUBABA/PESSİNUS

Günümüzde Anadolu’da hala , Kermes meşesinden kırmızı boya elde edilmektedir. Yaşamın, aşkın, özlemin, sevdanın rengi olan “kırmızı” kelimesi belki de Anadolu’da anlatılan bir efsanede gizlidir. ”Ege’de yaşayan yakışıklı bir delikanlı ,birgün gölde balık tutarken bir nymphia’ya aşık olur. Lakin Demeter bu aşkı onaylamaz, gençler de kaçmaya karar verir. Demeter doğayı çöle çevirecek ve güzel nymphia evine dönene kadar da öyle kalacaktır. Doğanın bu hali nymphianın hoşuna gitmez ve geri dönmeye karar verir. Ama delikanlıya duyduğu aşk onu bir “gül” e çevirir. Kaybolduğunda delikanlı onu aramaya başlar ve ulu bir meşe altında şimdiye kadar hiç görmediği kadar güzel bir çiçekle karşılaşır. Anlamıştır onun sevdiği nymphia olduğunu ve hançerini çıkararak kendi canına kıyar . Akan kan çiçeğin üzerine damlar ve ilk kez görülen BEYAZ GÜL , KIRMIZI GÜLE dönüşür.” 


DEMETER

Trakya krallarının yığma mezarlarında, meşe palamudu motifli altın taçlar ve diademler bulunması, sadece Anadolu değil, Trakya kültüründe de meşeye verilen önemi göstermektedir. Bu bölgeye mahsus Meşe türüne “Quercus trojana ” Makendonya Meşesi/Troya Meşesi denir. 

Karun hazinesinin en nadide parçalarından biri olan, meşe palamudu motifli gerdanlık, Lidyalıların sanatta ne kadar estetik olduklarını gösterir.

Hititliler , günümüzde de olduğu gibi ,Mazı meşesi ve Palamut meşesinden ilaçlar elde ediyorlardı. İshali ve kanamaları önlemede ,antiseptik özelliği ile açık yaralarda, şeker hastalığında ve egzama gibi deri döküntülerinde de hala kullanıldığı biliniyor. Meşe kabuğundaki tanen maddesinden dolayı çay olarak ta içilir ve birçok endüstri kolunda olduğu gibi , kaba derilerin işlenmesinde ve tekstil sanayisinde ipekli kumaşların siyaha boyanmasında kullanılır. 


Diğer uluslarda Meşe Ağacına tapınılma ilgili bir çok örnekler olmasına rağmen birkaçı ile yetineceğiz. Bunlardan en ünlüsü hiç şüphesiz “Sherwood Meşe Ormanı”dır. İngiltere’nin Nottingham şehrinde bulunan bu orman Robin Hood efsanesinin doğduğu yerdir.


ROBİN HOOD SHERWOOD

Almanya’da Kuzey Ren-Vestfalya Borken ilçesinde 1500 yaşında olan Femeiche Meşe ağaçları “Mahkeme Meşe Ağacı” olarak anılır. Ortaçağda ağacın altında mahkemeler kurulur ve ölüm hükmü de dahil bir çok kararlar alınırmış.


BİR PFENNİG


Avrupa ve Amerika’daki Belediyelerin birçoğunda Meşe ağacı, yaprağı, palamudu birer sembol olarak bayraklarına işlenmiştir. Mesela ,Almanların eski para birimi Bir Pfennig’in arka yüzünde Meşe Yaprakları vardı.



ODİN VE MEŞE AĞACI



İskandinav efsanesindeki Tanrı Odin bir yargıç olarak kurdu ve iki kuzgunuyla beraber Meşe ağacı altında otururmuş.









Hıristiyanlığın ilk zamanlarında Die Königseiche yada Şeytan Meşe olarak adlandırılan İki heybetli meşe varmış. Altında mahkemelerin kurulması, danışılması ve tapınılması, papazların Hıristiyan inancına ters düştüğünü söylemesi ile Şeytan olarak ilan edilmiş . Lakin halk ,Meşeye olan inançlarını kaybetmek istemiyormuş ve bir kılıfını bulup onu Kraliyet ünvanı ile asilleştirmiş. Fransız –Alman savaşı sonrasında Barış kutlamaları ,etkinlikler ve festivaller hep burada yapılmış.

KÖNİNGSEİCHE

Belçika’nın Vlaams-Brabant ilinde 17.yy da , yıldırımların sürekli Duivels-Eik’e düşmesiyle halk arasında meşe ağacı koruyucu olarak görülmüş. Oradan geçen herkes meşe ağacına ,korunmak ve kutsanmak için haç çıkarırmış ,hatta bir haç işaretinin olduğunu söyledikleri için Jezus-Eik olarak ta anılırmış. İyileştirici gücü ve bazı “mucize”leriyle Meryemana heykeli asılmış , zamanlada burasını haç yeri olarak kabul etmişler. Meşe ağacının bulunduğu yerde şuan bir kilise var ve ağaç kütüğü sunağın altında . (Bartholomeus Seghers 1615 - 1662 "Den Pilgrim van Sonien-Bosch naar de H. Maget Maria van Jezukens-Eyk")




De Kapel van de Heilige Eik -Noord Brabant, Hollanda’da bir Haç yeridir. Oirschot’un batısında 15.yy da Meryemana heykelini Meşe kovuğunda gören Katolik bir papaz,heykeli alıp kiliseye götürür ,lakin heykel ertesi sabah tekrar meşe kovuğunda bulunur. Heykelin kopyası kilisede , orjinali ise ‘s-Hertogenbosch’ta . Oirschot Belediyesinin bayrağında Meşe ağacı sembolü vardır.



OİRSCHOT BELEDİYESİ

KAPEL VAN DE HEİLİGE EİK / KUTSAL MEŞE ŞAPELİ

Belçika’da ki ,Kapel van de Beukenboom - Lummen ,kovuktaki Meryemana heykeli ile bilinir. Bu gelenek, paganist dünyasındaki “Ana Tanrıça” nın gücünü kırmak , Hıristiyanlığı yaymak ve bir inanıştan diğer bir inanışa geçebilmek için , Efes’teki , ( MS. 431 ) 3.Ökümenik Konsil kararları ile Meryemana’ nın “tanrının annesi “ adını alıp , yüceltilmesiyle yayılmıştır. Meşe ağaçlarının arasında 17.yy’dan kalma bir şapel var ve bin yıllık meşe hala yaşıyor.



Kapel van de Beukenboom - Lummen


DODONA VE MEŞE

Belediye bayraklarında Meşe ağacı ile beraber 5 köşeli 3 yıldız yada 3 balık bulunur. MÖ.8 yy da Yunanistan’daki DODONA’ da (Aphrodite’nin annesi Dione-Dodona) bulunan en eski bilici merkezinde , ulu Meşe ağacı ve onu çepeçevre saran 3 köşeli ayaklık ve orada çalışan 3 rahip vardı . 
Bu kutsal tapınakta ZEUS’a tapınılırdı. Heybetli görünen Ulu Meşe ,dallarının rüzgarda hışırdamasıyla çıkan ses, baş Tanrı Zeus’un nefesi olarak algılanır ve tanrısal bir işaret sayılırdı. 

Mezopotamya-Anadolu : Anaerkil
İskandinav-Yunanistan   : Babaerkil

3 sayısı : Ateş ,su ,hava…Allah’ın hakkı üçtür…Üç dilek…
Türklerde ;at-avrat-silah…

Hint felsefesinde tanrının üç yüzü olması ;Yaratıcı-Koruyucu-Yok edici

3’lü teslis Baba , Oğul, Kutsal Ruh ; yada 

Mısır’da İsis-Osiris-Horus…. 

Baba/Gök Tanrı - İnsan – Ana/Toprak Tanrıçası ;anlamlarına gelir.


Ayrıca 2 üçgenin birbiriyle ters olarak üst üste gelmesiyle 5 köşeli yıldız oluşur . Kybele’nin cinsel bölgesi de bir üçgen olarak tasvir edilirdi . Bu da bize üçgenlerin kadın ve erkeği temsil ettiğini gösterir. 

Zeus’tan bahsetmişken , Bergama’daki Philemon ile Baucis efsanesinde ; İki yaşlı insanın misafirperver davranışları yüzünden Zeus tarafından ödüllendirilir. Ölümde bile ayrılmak istemeyen çift , birbirlerinin içine geçmiş iki ağaça dönüşür. Kimi yerde Meşe ile Ihlamur , kimi yerde de Çınar ile Ihlamur olarak anlatılır. Ağaçların dünyasında Meşe gerçektende misafirperverdir, çevresinde birçok bitkinin ve ağacın yetişmesine izin verir.


 Philemon ile Baucis 

Amerika kıtasında Kızılıderililer doğaya saygı duyar ve herhangi bir saygısızlıktan dolayı doğanın intikam alacağından korkarlardı. Kolonileşme döneminden sonra , Amerika kıtasında Ağaç Kültü devam etti. Kızılderililerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Meşe Ağaçları ile Avrupadan gelen göçmenlerin gelenekleriyle birlikte halkın sembolü oldu. Dayanıklı olduğundan “Ulusal ağaç ““White Oak” adını aldı ve bazı şehirlerinde,kasabalarında ve bölgelerinde kabul gördü. Hollywood ve Thousand Oaks gibi…(Robin Hood filmi burada çevrilmiştir) .

Kuzey Amerika Yerlileri olan Algonkiler mezar taşlarında ,Ölümsüzlüğü veya uzun ömürlülüğü temsilen meşe yapraklarını simge olarak kullanmışlardı.


Günümüzde bazı siyasi partiler de meşeyi simge olarak kullanır. Hatta askeri rütbelerde ,apoletlerin baş kısmına , gümüşten bir şerit üzerine ,4 adet meşe yaprağı zigzag biçiminde yerleştirilmiştir . Türkiye’de ki askeri rütbe apoletlerinde de görülür. Almanya, İngiltere,İrlanda ,Fransa,Polonya , Bulgaristan ve Litvanya’da da Meşe Ağacı ulusal ağaçtır.

“Drys” Yunanca ağaç ve özellikle Meşe Ağacı anlamına gelir. Dryad da ağaç perilerine verilen addır. 

Kardeşleri HAMADRYADES gibi ,kimi ağaçla birlikte biter ve onunla ölür, kimi de ölümsüzdür. Bitkileri korur, ağaç sağlıklı ve canlı olduğu zaman sevinirler, yapraklarını yitirip kurumaya yüz tuttuğu zaman derin bir yasa girerler.

DRUİDSLER


DRYAD
Orpheus’un eşi Eurydike bir Dryad’dır. Arıcılık yapan Aristaios birgün Eurydike’nin peşine takılır ve ölümüne sebep olur. Eurydike’nin peşinden Hades’in ülkesine giden Orpheus , eşini kurtarır, ama dünyaya dönerken geriye bakmayacaktır. Dönüş yolunda geriye baktığı için Eurydike tekrar ölüler diyarına, bu sefer dönmemek üzere gider. Orpheus ezgileriyle ,başında geçeni anlatırken meşe ağaçlarını ayaklandırmıştır.



Mağara girişleri , (Keltlerde ağaçlar, dünyalara giriş kapısıydı) yer altı dünyasına , Hades’e giden kapı görevini görürdü, neolitik dönemde bile insanlar mağara içinde yaşamazdı , içerisini resimlerle süsler , ölülerini gömer ve kutsal bir mekan olarak kabul ederlerdi. Yaşam ,mağara önü ve ağaç altlarında hüküm sürerdi.

Galatlar da ki gibi cezası ölüm olmasa bile , Roma döneminde gereksiz yere ağaç kesmek yasaktı, eğer izin alınıp kesildiyse kesen , kesilenin yerine bir fidan dikmek zorundaydı. Uygarlıklarda olduğu gibi, MİTOLOJİ de de ,ağaç kesmenin büyük bir cezası olduğu anlatılır. Çünkü ağaçlar olmazsa , yağmurlar yağmaz, topraklar bereketlenmez ve canlıların ne suyu ne de yiyeceği olurdu. Ağaç kesmenin cezası ise AÇLIKTI.




ERYSİKHTON 


Thessalia’lı bir kahramandır. Ve kral Triopas’ın oğlu veya kardeşi olduğu söylenir. Çok huysuz, öfkeli bir adamdır. Kendini çok beğenir, kimseye değer vermediği gibi, tanrıları da hiçe sayar, onların buyruklarına kulak asmaz.. Durup dururken bir gün , Demeter’e ait ormanda ki, kutsal meşe ağacını kesmeye karar verir. Bu meşe muhteşemdir, o kadar dal budak sarmış o kadar yükselmiştir ki, sanki koruluktaki ağaçların annesiymiş gibi diğer ağaçlar onun gölgesine sığınmışlardır.

Erysikhton kölelerini çağırır, bu kutsal meşeyi kesmelerini söyler. Onların, tanrıça Demeter’den korkarak kesmek istemediklerini görünce, birisinin elinden baltayı alarak, “neden bu ağaç Demeter için bir değer taşısın, Demeter’in kendisi bile olsa ne çıkar. “diye söylenerek baltayı hızla meşenin gövdesine indirir.


DEMETER

O anda, ağaç titreyerek ve inleyerek feryat eder. Daha ilk vuruşta, keskin balta meşenin gövdesine saplanınca, yeşil yaprakları, palamutları sararıp solar, kabukların altından kan akmaya başlar. Köleler şaşırıp korkar, içlerinden birisi din gayretiyle bu cinayete engel olmak ister ve efendisinin baltasını tutar. Erysikthon ta kölesinin başını uçurur. Sonra yine ağacı kesmeye başlar. O sırada meşe “hala bana acımaz, beni kesmeye devam edersen Demeter seni cezalandırır” diye bağırır. Fakat onun gözü kör, kulağı sağır olmuştur.Yediği darbelerin tesiriyle, ağaç önce sarsılır, sonra büyük bir gürültü ile yıkılır. O yıkılırken, kocaman gövdesi ve dalları altında kalan, bir çok ağaçları da kırıp, yıkar.

Bu cinayet karşısında, orman perileri ağlaşıp, feryat ederler, Demeter’e haber verirler. Tanrıça, bu habere çok üzülür. Merhametsiz Erysikhton’u şimdiye kadar görülmemiş ve işitilmemiş bir şekilde cezalandıracağını bildirir. Onun başına açlık tanrısı Fames’u bela edecektir. İnsanlara ve bütün canlılara yiyecek ihsan eden, onları besleyen ürünleri yetiştiren Demeter ile Açlık Fames’in birbirleriyle karşılaşmalarını, tanrılar uygun bulmadıkları için, dağ perisi Oread’lardan birisini çağırır , Açlığı bulmasını ve mesajını iletmesini ister.


ERYSİKHTON MEŞE AĞACINI KESERKEN

Açlığın hali perişandır. Onun saçları kirpi dikenleri gibi dimdik, gözleri çukura kaçmış, yüzü, ölü yüzü gibi sapsarıdır. Dudakları çürümüş, mosmordur. Etsiz kupkuru derisi kemiklerine yapışmıştır. Oread ,Demeter’in emrini, ona uzaktan tebliğ eder. Oread ona yaklaşamadığı halde, acıktığını hisseder ve korkup kaçar. Açlık sabırsızdır. O, Demeter gibi, ağır başlı, işlerini yavaş yavaş yürüten bir tanrı değildir. Bu sebeple, emri alır almaz, derhal bir kasırga ile havalanır ve Erysikhton’un sarayına gelir. Gece yarısı herkes derin bir uykudayken doğruca Erysikthon’un yatak odasına gider. Onu kolları arasına alır ve Açlık nefesini onun ağzına, ciğerlerine doldurur. Böylece açlık, bütün vücuduna yayılır. İşini bitirdikten sonra, bolluğun, zenginliğin hüküm sürdüğü bu evi ve bu diyarı terk eder.

Erysikhton daha uykuda iken acıkmaya başlar. Rüyasında açlığını gidermek için yemek yiyormuş gibi, çenesini açıp kapatır, ağzını şapırdatır. Uyanınca “karnım acıktı, çabuk yemek getirin” diye bağırmaya başlar. Gerçekten, müthiş bir açlık, onu kasıp kavuruyordur. Günlerce aç kalmış kıtlıktan çıkmış gibidir. Fakat, akıllara durgunluk verecek kadar çok yediği halde bir türlü doymuyordur . Bu durum günlerce sürüp gider. Erysikhton ,bütün zenginliğini, malını, mülkünü, kölelerini satar, hepsini yer , bitirir. Sadece kızı kalmıştır ve onu da satar. Zavallı kız, kendisini satın alan adamın arkasından giderken, köle olarak satılmasına ve yabancı memleketlere sürüklenmesine çok üzülür. Kölelikten kurtulması için Poseidon’a yalvarır. Deniz tanrısı ona acır, onu orada erkek bir balıkçı yapar.


Sonunda kızından elde ettiği parayla da doyamayan Erysikhton , kendisini yiyerek ölür...




Meşe'yi sembol olarak kullananlardan bazıları



MEŞE KONSİLİ


İNGİLTERE / BİR  POUND

MEŞE YAPRAKLI ARMA
VATİKAN

MEŞE YAPRAKLI PENTAGRAM

MEŞE MASKESİ

MÖ.2.YY. DODONA ZEUS/ KARTAL-YILDIRIM-MEŞE

SİYONİSTLERİN KULLANDIĞI MEŞE







































Kaynak: 

Hasan Torlak..Anadolu Kültüründe Meşe Ağacı.. Yolculuk Dergisi
Azra Erat..Mitoloji Sözlüğü
New Akropolis Dergisi 
İnternette oak,meşe,Galatlar ve Druids




Küçük bir NOT:

Sümer’de İnanna , Babil’de İştar meşe ağaçı ile sembolize edilirdi. Vadedilmiş toprakların sınırları içinde kalan bu gelenek Siyonizmin de simgesi olmuştur. Meşe ağacı ormanın tüm ağaçlarını koruyan bir göreve sahiptir. Kabalanın toplumsal öğretisinin sembolü olan Meşe Ağacı , TBMM de “siyaset” yapan BDP’nin de resmi sembolüdür..!!!





SB.