Translate

TÜRKİYE'DE ÇEKİLEN YABANCI FİLMLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TÜRKİYE'DE ÇEKİLEN YABANCI FİLMLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2012 Salı

SİNEMA : ISTANBUL – 1957


BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE TÜRKİYE 'DE ÇEKİLMİŞ FİLMLER /9


iSTANBUL - 1957 / ABD / Yönetmen: Joseph Pevney
Errol Flynn , Cornell Borchers ve Nat King Cole



Konusu:

Maceraperest ve bir elmas soyguncusunu olan James Brennan (Errol Flynn) İstanbul'da gezerken 13 değerli taşlar içeren bir bilezik çalınır.  Kısa sürede  mücevherleri isteyen suçlular tarafından takip edildiğini anlar .
Otelden bir sahne / İSTANBUL
Türk yetkililer tarafından kanıtlanamadığı fakat şüpheli olduğu gerekcesiyle sınırdışı edilir . Ama otelde bileziği gizlemek için zaman bulur. Beş yıl sonra tekrar İstanbul’a dönen  Brennan taşların peşine düşer. Yine  makamlar ve suçlular  tarafından takibe alınır . 
ERROL FLYNN VE CORNELL BROCHERS

Bu arada düğün gecesi yanarak olan eşinin yasını tutmaktadır. Otelde karısına benzeyen kadına  (Cornell Borchers ) aşık olur. Gerçek aşkını bulmuştur, ama aklına soru işaretleri takılır. Ya karısı ölmediyse ! 


İSTANBUL FİLMİNDEN BİR SAHNE

Kaldıkları otelde ki piyanist Nat King Cole’dur .

Filmden bir sahne ile Nat King Cole – When ı fall in love


When I fall in Love ilk kez 1952 de Doris Day tarafından seslendirilmiştir. Beste Victor Young , sözleri ise Edward Heyman'a aittir.
***

NAT KİNG COLE (1919-1965) Amerikalı Jazz müzisyeni , aynı zamanda Amerika'da televizyon şovu yapan ilk Afro-Amerikalıdır. Müziğe küçük yaşlarda kilisede başlamış ve klasik müzikten jazz'a kadar her türlü müziği seslendirmiştir. 1947 de King Cole Tiro Time'da Oscar Moore ve Johnny Miller ile beraber çalmıştır.
1956 yılında ırkçılığın kol gezdiği güneyde bir konser esnasında kaçırılır.Daha sonra kurtarılır ama bir daha asla Güneyde sahne almaz ve hayatı boyunca ırkçılık ile mücadele eder.
1961 yılında Frank Sinatra ile sahne alır ve John F.Kenndy'ye  sivil haklar üzerine ,bir çok kere danışmanlık yapmıştır.






Cornell Borchers
CORNELL BORCHERS (1925- ? )  Alman asıllı aktris film dünyasına Amerika'da girer. Her iki ülkede de sayısız filmler çevirir, hala yaşadığı sanılıyor.

Önemli birkaç filmi : The Big Lift (1950) , Absender unbekannt (1950) , Die Tödlichen Träume (1951) , Never Say Goodbye (1956) .





“KADINLARIMI GENÇ, VİSKİMİ YAŞLI SEVERİM” repliği ile ünlü olan Avustralyalı  ERROL FLYNN  (1909-1959) bu filmden iki sene sonra kalp krizinden Kanada'da vefat etmiştir. 



Sayısız filmleri arasında, Captain Blood (1935), The Sea Hawk (1940), Santa Fe Trail (1940), They Died with Their Boots On (1941) önemli olanlarıdır. Üç adet te kitap yazmıştır. Beam Ends (1937) , Showdown (1946)  ve Otobiyografisi sayılan My Wicked,Wicked Ways (1959).


Martin Scorsese / The Aviator - Howard Hughes'un biyografik filminde Erroll Flynn karakteri Jude Law tarafından oynanmıştı.


Casusların, suikastçilerin,soyguncuların ve aşkın yer aldığı İstanbul filmini hiçbir yerde bulamadım, lakin Amerika’da satıştaymış.



Türklerin ve Türkiye’nin nasıl göründüğü hakkında hiçbir fikrim yok ,umarım lehimize sahneler vardır. !

İyi Seyirler,
SB.


                  NATALİE COLE VE NAT KİNG COLE DÜETİ

                      UNUTULMAZ - UNFORGETTABLE
**

SİNEMA : You Can't Win 'Em All / PARALI ASKERLER


BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE TÜRKİYE 'DE ÇEKİLMİŞ FİLMLER /8



1970 / İNGİLTERE  / Yönetmen : Peter Collinson 
Charles Bronson , Tony Curtis , Fikret Hakan ile Salih Güney. 
Diğer Türk oyuncuları arasında Erol Keskin, Yüksel Gözen, Bülent Gültekin, Mümtaz Alpaslan, Suna Keskin ve Kayhan Yıldızoğlu’da var.
Atatürk rolünü ise Patrick Magee  oynuyor . (1922-1982 İrlandalı Aktör)

Macera türündeki "Paralı Askerler" (You Can't Win 'Em All) adlı film, bazı Türk oyuncuların da katkısıyla Türkiye'de çekilmiş olmasına rağmen yasaklandığı için Türkiye'de gösterilemedi.
1936-1980 yılları arasında yaşamış olan Peter Collinson'un yönettiği, 1922-2000 yılları arasında yaşayan Leo Gordon'un senaryosunu yazdığı filmin konusu, Kurtuluş Savaşı yıllarında Türkiye'de geçiyor.
PARALI ASKERLER FİLMİNDEN KARELER 


KONUSU:
Dönem, 1920'li yılların başları... Adam ve Josh adlı Amerikalı iki eski asker, yanlarında bir grup serüvenci ve içi ağzına kadar silah dolu bir gemiyle Osmanlı Devleti'nin Ege kıyılarına demir atarlar. İki kafadarın başlangıçtaki tek derdi, uzak diyarlara açılıp oralarda bir "savaş" bulmak ve ihtiyacı olanlara silah satmaktır. Tam ortasına düştükleri Türk Kurtuluş Savaşı da  gayet ideal bir pazar görünümündedir. Fakat kafadarlar  kısa yoldan köşeyi dönme hesapları çok geçmeden çökecek ve bu savaşta onlar da adım adım bir taraf seçmek durumunda kalacaktır.

Önceleri, kendilerini koruma görevlisi olarak kiralayan Egeli yerel lider Osman Bey'in milis kuvvetlerinde görev yapmaya başlayan Amerikalılar, bu kişinin başka bir kente nakledilen servetine gözcülük yaptıkları ilk görevleri sırasında rahat ve eğlenceli günler yaşarlar. Ancak sonradan işin içine Anadolu'ya saldıran Yunanlılar ve hem onlarla hem de çökmekte olan İstanbul yönetimiyle mücadele hâlindeki Mustafa Kemal Paşa'nın birlikleri girince, bu topraklarda işlerin o kadar da eğlenceli olmadığı anlaşılacaktır.
Ardarda bir sürü tehlike atlatıp heyecan dolu serüvenler yaşadıktan sonra Kuvvayi Milliye askerleri tarafından tutuklanan Josh ve Adam, İstanbul'a  !!!  getirilerek direnişin lideri Mustafa Kemal Paşa'nın huzuruna çıkarılırlar. 

ATATÜRK ROLÜNDE  Patrick Magee

Zaferin eşiğindeki Mustafa Kemal'in, kendisinin karşısında son dualarını eden bu davetsiz konuklara yaptığı konuşma ise âdeta günümüze ışık tutar gibidir: "Siz Amerikalı serseriler, Anadolu'ya ayak bastığınız andan itibaren ülkeme kargaşadan başka hiç bir şey getirmediniz. Ama ben ikinizi de bir defaya mahsus olmak üzere bağışlayacağım. Sizler de derhal defolup buradan gidecek ve bir daha Türkiye'ye asla geri dönmeyeceksiniz!"  (Atatürk bu üslup ile asla konuşmaz !!)

PARALI ASKERLER FİLMİNDEN KARELER

TRT'den yapılan açıklamada, 1970 yılı İngiltere yapımı savaş macera filmi ve özgün adı "You Can't Win 'Em All" olan ve Türkçe "Paralı Askerler" adı verilen filmin görüntülerinin ilk kez Gülay Özdem'in sunduğu "10'dan Sonra" programında yayınlandı.
Programının konuğu olan ve filmde "Yüzbaşı Enver" rolünü oynayan Salih Güney'in 40 yıldır yasaklı olan filmi görünce şaşkınlığını gizleyemedi. Filmin diğer oyuncusu Fikret Hakan'ın da programa telefonla bağlandığı ve yasaklı filmi ilk kez ekranda görmekten mutlu olduğunu söylerken yasaklanmanın nedenini açıkladı : Charles Bronson ile röportaj yapmak isteyen bir kadın muhabir,Bronson tarafından terslenir. Kadın muhabir daha sonra  :  Vatanımızı kötüleyen, Yüce Önder Atatürk'ü yerden yere vuran filme kendi elimizle hizmet ediyoruz; diye bir yazıyı kaleme alır. Sansür kurulu da filmin Türkiye'de gösterilmesini yasaklar. (Basından)

Kadın muhabir haklı çıktı.... 
Mustafa Kemal'in askerleri asiler diye adlandırılıyor...Vatanını savunmak asiliğe giriyorsa ASİYİZ. 
Unutmamak gerekir bu bir ABD filmi, yani tabii ki kendi açısından bakacak...BİR EMPERYALİST OLARAK.


Altyazı kötü ama,



İyi seyirler
SB.


ATATÜRK 

YIKILIR MIYIM SANIYORSUN ..?
SARSILMAM BİLE !
CAM GİBİYİM,
BAZILARI NE KADAR KIRARSA KIRSIN ;
KIRILDIKÇA KESKİNLEŞİRİM...!

***

SİNEMA : JAMES BOND / 007 - 23’TEN 3 FİLM


BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE TÜRKİYE 'DE ÇEKİLMİŞ FİLMLER /7
IAN FLEMİNG ;Ata'nın evinin bombalanması ile çıkan 6-7 Eylül olayların sorumlularından biridir. Sözde gazeteci ,gerçekte İngiliz deniz ötesi İstihbaratının gözde adamıdır...
Çünkü ertesi gün Sunday Times'ın imzasız haberiyle; alakasız olmasına karşın İngiliz mallarının tahrip edilip, vatandaşlarının yaralandığı balonuyla İngiliz dışişleri bakanlığı da katılmıştı bu çirkin politik oyuna. Fleming ise yıllar sonra, bu tesadüfü hatırlatanlara; sadece 15 dakikalığına  'İstanbul'daki İnterpol toplantısındaydım' yalanını söyledi...!



1-) RUSYA’DAN SEVGİLERLE / FROM RUSSİA WİTH LOVE

1963 - Yönetmen: Terence Young - İNGİLTERE
Sean Connery, Lois Maxwell, Daniela Bianchi, Bernard Lee

1957’de yayımlanan Ian Fleming’in beşinci James Bond romanından aynı isimle uyarlanan “From Russia with Love” serinin ikinci filmidir. Bu filmle Sean Connery ikinci kez Bond’u oynar.

KONUSU:

Sovyet İstihbarat Ordusunda görevli onbaşı Tatiana Romanova, İstanbul Büyükelçiliğinde katip olarak gönderilmiştir. Romanova ülkesi için her türlü fedakarlığı yapmaya hazırdır. Fakat komutanı Klebb aynı zamanda Spectre hesabına çalışmaktadır ve Spectre Dr. No’nun intikamını almayı planlamaktadır. 
Klebb'e güvenmeyen Romanova, İstanbul’da Ali Kerim Bey ile irtibat kurarak LEKTOR kodlama makinasını da yanına alıp Sovyetlerden ayrılmak istediğini, planını ancak James Bond yardım ederse gerçekleştirebileceğini söyler. M ve Bond bunun bir tuzak olduğuna inanmaktadırlar fakat denemeye değecektir. Böylece Bond, Romanova’ya yardım etmek üzere Türkiye’ye gönderilir.


RUSYA'DAN SEVGİLERLE - İSTANBUL

SB'NİN NOTU:
Türkiye o dönemlerde iki ülke arasında kalmıştı, Rusya ve Amerika. Filmde de görüldüğü gibi Amerika Türkiye'nin çok sıkı bir "dostu" olarak gösteriliyor.
Düşünüyorum da, bu kadar çok sık İstanbul'a gelen "AKTÖR ve AKTRİSLER" acaba film çekmeye mi geldiler, yoksa ortalığı karıştırmaya mı ?
Sonuçta bu tip işler eskiden arkeologlar, sanatçılar ve edebiyatçılarla yapılırdı. 
Galiba devir değişti.
Angelina Jolie’nin Hatay’a gelmesi gibi mesela….!!!

Fragmanı : 
,




2-) DÜNYA YETMEZ / THE WORLD İS NOT ENOUGH
      
1999 / ABD – İNGİLTERE , Yönetmen: Michael Apted
Pierce Brosnan - Sophie Marceau


KONUSU:

Robert King adlı çok zengin bir petrol kralı, uluslararası bir teröristin düzenlediği suikast sonucu öldürülür. Yanına nükleer silahlar uzmanı Christmas Jones'u (Denise Richards) da alan çılgın teröristin amacı dünyayı ele geçirmektir.
Öldürülen petrol kralının güzel kızı Elektra'yı (Sophie Marceau) olabilecek tehlikelerden korumakla görevlendirilen James Bond(Pierce Brosnan), Hazar Denizi'ne ve İstanbul'a yolculuklar yaparak çılgın teröristi durdurmaya çalışır. Bu arada can düşmanı Christmas Jones'la da işbirliği yapmaya başlayan Bond'u İstanbul Boğazı sularının derinliklerinde seyreden nükleer bir denizaltıda ölümcül bir mücadele beklemektedir.

İstanbul çekimlerinde Küçüksu Kasrı , Yerebatan Sarnıcı, Kız Kulesi ve Boğaz yer alır.

Fragmanı:





3-) JAMES BOND - SKYFALL
James Bond serisinin 23. ve son filmi "Skyfall" Mayıs ayında Türkiye'de çekildi. 
Başrollerde Danile Craig, Javier Bardem, Ralph Fiennes ve Albert Finney var.

James Bond serisinin 1963'te ''Rusya'dan Sevgilerle''de Sean Connery ile rol alan 78 yasşındaki Nusret Ataer’de , 50 yıl sonra, çekimleri yine İstanbul'da yapılan serinin son filmi ''Skyfall''da küçük bir rol aldı.

Türkiye'deki çekimler: 

*İstanbul / 550 yıllık Kapalı Çarşısının çatısında motorsikletli kovalamaca / 3 asırlık bir dükkanın zarar görmesi / bazı caddelerde trafiğe kapama / Fatih Belediyesinin asırlık çınarlarla beraber kestiği 12 ağaç !!!!
SKYFALL-İSTANBUL / KAPALI ÇARŞI

*Adana / Yüreğir / Misis Beldesi, Kasım Gülek ve Varda Köprülerinde tren sahnesi ...
SKYFALL - ADANA / VARDA KÖPRÜSÜ

*Muğla / Fethiye / Koca Çalış Plajı'nda da sahne çekimleri oldu.


SKYFALL - FETHİYE  / KOCA ÇALIŞ PLAJI

Fragmanı:



DİPNOT:
Çevre Korumasına ilişkin bir soruya verilen cevap: 
''İstanbul 1 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu, kültür varlığının basit onarım kapsamındaki tahribatın 
KUDEB (Koruma Uygulama ve Denetim Büroları) denetiminde onarılmasına, aksi takdirde ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulacağının taraflara hatırlatılmasına; uygulama sonrası rapor ve fotoğrafların Kurula iletilmesi gerektiğine karar vermiştir. Onarımdan sonra KUDEB tarafından hazırlanan tespit raporu Koruma Bölge Kurulu gündeminde değerlendirilecektir.'' 

Çekim izin başvurularının sinematografik açıdan ve "ülke tanıtımına" sağlayacakları katkı bakımından değerlendirilmesine......Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay- 03.08.2012 Basından





Ne diyelim, "çatılar pek bi meşhur"...
ve EVET, filmlerde hala geriyiz.!

İyi seyirler,

SB.



NOT: Alman FOCUS dergisinde Mayıs 2012 de çıkan "James Bond liebt die Stadt" makalesinde daha detaylı bilgiler verilmiş ve Türkiye tanıtımı yapılmış.
Türkçesini  tıklayıp okuyabilirsiniz.

***


11 Ağustos 2012 Cumartesi

SİNEMA : DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET / MURDER ON THE ORİENT EXPRESS


BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE TÜRKİYE 'DE ÇEKİLMİŞ FİLMLER /6
DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET / 1974

Hikaye 1974,2001 ve 2010 da, farklı yönetmenler tarafından üç kere filme alınmıştır. Her ne kadar Agatha Cristie kitaplarını sevsekte , Orient Express filminde hikayeye sadık kalınmamıştır. ! 


Konusu:
Ünlü dedektif Hercule Poirot, 1935 yılında Doğu Ekspresi'nde bir yolculuk yapıyor. Ama tren yoğun kar yüzünden bir yerde sıkışıyor. Yolculardan biri trende ölü bulununca ,yardım ekibi yolu açana kadar dedektif bu gizemli cinayeti çözmek zorundadır.


***1974 - Yönetmen: Sidney Lumet - İNGİLTERE
Albert Finney, Lauren Bacall, Ingrid Bergman, Jacqueline Bisset, Sean Connery, Jean-Pierre Cassel, Anthony Perkins ,Michael York ve Richard Widmark



SAHNE ANDERSON AİLESİNİN YAŞADIĞI TRAJEDİ İLE BAŞLAR VE 5 SENE SONRASI İSTANBUL ANADOLU YAKASINA GELİR. 

İSKELE, SOKAK SATICILARIN, KOSTÜMLERİ , İSKELEDEKİ KOYUN SÜRÜSÜ, MÜZİSYENLERİN FESLERİ, KONUŞULAN REPLİKLER, ŞİŞ VE KEBAB ,TÜRK KAHVESİNE YAPTIĞI HAKARET VE ETRAFTA GEZİNEN "ARABİ" KIYAFETLİ ESNAF ile ÇARŞAFLI İNSANLAR (çarşaflı insanlar belki Ortadoğu'dandır,sonuçta Doğu Ekspresi diye düşünmüşlerdir..?!) ......


KAHVE SAHNESİ /1974
Ama filmin kadrosu sağlam.

filmden sahneler,İstanbul ile başlıyor:


***2001 – Yönetmen : Carl Schenkel / ABD
Alfred Molina, Adam James, Fritz Wepper, Peter Strauss, Meredith Baxter, Leslie Caron

Film İstanbul sokaklarında kovalamaca ile başlıyor, eski bir dava kapanıyor, polisler zanlıyı yakalıyor .


Rusça seslendirme ile filmi seyretmek için tıklayın, çünkü fragmanını bulamadım

DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET / 2001


***2010 - Yönetmen: Philip Martin - İNGİLTERE
David Suchet, Tristan Shepherd, Sam Crane, Brian J. Smith, David Morrissey


SAHNE İSTANBUL 'DAKİ BİR OLAYIN AÇIĞA KAVUŞTURULMASI İLE BAŞLAR. 
POİROT OTELİNE GERİ DÖNERKEN ,BİR KADIN KAÇMAKTA VE PEŞİNDEN DE BİR SÜRÜ İNSAN KOVALAMAKTADIR. AYRICA TRENLE YOLCULUK YAPACAK BİR ÇİFT TE BU OLAYA ŞAHİT OLUR. KADIN OLAYA ÇOK ÜZÜLÜR.
KOVALANAN KADIN ZİNA YAPMIŞ VE HAMİLE KALMIŞTIR. KADINI ORACIKTA TAŞLARLAR...!!!
VE YIL 1935 OLMASINA RAĞMEN "FES" KULLANILMAKTADIR.


Fragmanı :

 





DOĞU EKSPRESİNDE CİNAYET / 2010

Ünlü polisiye romanları yazarı Agatha Christie'nin ünlü romanından uyarlanan filmin orjinal hikayesi:

"Suriye'de bir kış sabahıydı" diye başlar. (FİLMDE BELKİ DE BU YÜZDEN ÇARŞAFLILAR VARDI? sb.)
Halep'ten Doğu Ekspresi trenine binerler ve İstanbul'a doğru yola çıkarlar. Toroslardan ve Konya'dan geçer. Poirot turist olarak İstanbul'da bir kaç gün kalmayı düşünür.
İstanbul'a varıncaya kadar trendeki birçok kişiyi incelemiştir. Anadolu yakasında Doğu Ekpresin Avrupa koluna binebilmek için boğazı geçerler. 

Kitapta Ayasofya,Galata Köprüsü ve Tokatlıyan Oteli geçer. Poirot otele varınca telgraf alır ve Londra'ya dönmesi gerekir. Trenden yeri ayarlanır ve üç gün sürecek Avrupa yolculuğu başlar. 

Yani kitapta Türkleri veya Türkiye'yi aşağılayacak hiç bir şey yoktur. 
Hollywood kandırmacası, yada doğru tabir ile "aşağılama" tıpkı birçok filmlerdeki gibi ,bu filmde yerini almıştır.



İKİSİ DE TÜRKİYE'NİN ALEYHİNEDİR.

TURİSTLERİN NEDEN ÖNYARGILI OLDUĞU BELLİDİR. 
BU BİR PSİKOLİJK SAVAŞ, BU YÜZDEN ÖYLE OLMALARI BEKLENİR.

ASLINDA SORUYU YAPIMCILARA DEĞİL ,BUNA İZİN VERENLERE SORMAK GEREK ....

"1935 LERDE TÜRKİYE MEDENİYETSİZ MİYDİ DE ,
BU İMAJLA DÜNYANIN DÖRT BİR TARAFINDA TANITILMAYA İZİN VERDİNİZ..? " 

İyi Seyirler
SB.

********

AGATHA CHRİSTİE


Agatha Christie ile bütünleşen Pera Palace Eylül 2010 da tekrar açıldı.
  
İstanbul’un önemli kültür miraslarından olan ve 23 milyon euroya yenilenen Pera Palace Hotel, ‘müze-otel’ olarak yeniden hizmete girdi.


MATHEW PRİCHARD

Açılışta ,Pera Palace Hotel’in ilk konukları arasında ise ünlü polisiye roman yazarı Agatha Christie’nin torunu Mathew Prichard da yer aldı.



Otelin kurulmasında büyük katkısı olan Orient Express’e de davet gönderilmiş, bu arada  “Orient Express İstanbul’a yılda bir kez geliyor. 

Agatha Christie’nin odasına yoğun talep :


PERA PALAS / AGATHA CHRİSTİE ODASI

Pera Palace Hotel’de konaklama fiyatları 230 eurodan başlıyor. En çok talep gören odalardan biri olan Agatha Christie’nin kaldığı odanın fiyatı ise KDV hariç 515 euro düzeyinde. Oteldeki kral dairelerinin fiyatı 4 bin euro olarak belirlendi.  Christie’nin otele geldiği yıllarda konakladığı 411 numaralı odada , yazarının kullandığı daktilo, eserlerinin ilk baskıları ve okuduğu kitaplar, kitaplarını yazdığı konsol ve yine ünlü yazarın bir medyum tarafından yeri söylenen anahtarı da bulunuyor. 
Ünlü yazarın hayatında kimsenin bilmediği kayıp 11 günün sırrının, 1934 yılında yayımlanan “Doğu Ekpresi’nde Cinayet” romanı için ilham aldığı Pera Palace Hotel’de olduğu da söyleniyor. 

Agatha Christie’nin yanı sıra otelde Pierre Loti, Ernest Hemingway, Greta Garbo, İsmet İnönü, Celal Bayar ile Kral VIII. Edward ve İmparator Franz Joseph süitleri ve kral daireleri de bulunuyor.

Otelden notlar :
* Otelin kuruluşunda (1892) önemli yeri olan Orient Express’in en önemli durakları olan şehirlerden ilham alınarak özel bir şarap kavı geliştirildi.

* Pera Palace’ta uzun yıllar Atatürk Müze Odası’na ev sahipliği yapan 101 numaralı oda yine müze olarak hizmet verecek.

* Aslen taş bir yapı olarak faaliyet gösteren Pera Palace Hotel’in son 50 yılı boyalı bir şekilde geçti. Yenilenme çalışmaları sırasında 1 yıl boyunca taş ustaları el işçiliği ve çekiçle bu boyaları söküp binayı eski haline dönüştürdü.

ATATÜRK ODASI / PERA PALAS



Pera Palas'ta Atatürk'ün odasında bir halı var. 1930 larda zamanın Hindistan Başkanı Atatürk'e bir hediye vermek istemiş. Kahinine iyi bir hediye hazırlaması için emir vermiş. Kahin bir halı dokutmuş ve Atatürk'e hediye edilmiş. Duvarda asılı olan halı bu işte. İlginç olan deseni : Bir saat var. 09:07'de durmuş görünüyor (Atatürk'ün beyin ölümü saati) ve 10 tane KASIM çiçeği......

Agatha Christie aslında Tokatlıyan’da mı kaldı ?

Agatha Christie’nin Pera Palas’ta kaldığı ve bu ziyaretinden sonra ünlü “Şark Ekspresi’nde Cinayet” adlı polisiye romanı yazdığı yıllardır söylenir. Pera Palas Oteli de tanıtımlarında Christie’nin adını kullanır, kaldığı odayı sık sık basına sergiler. Ancak yazarın geçen yıl Altın Kitaplar tarafından yayımlanan otobiyografisinde dikkat çekici bir ayrıntı “Christie gerçekten Pera’da mı kaldı” sorusunu akla getiriyor. Nitekim Şark Ekspresi’ne atlayıp 1926′da İstanbul’u görmeye gelen Christie, iki günlük ziyaretini anlatırken Pera Palas’ın adını anmak bir yana, Pera Palas’ın o dönemki rakibi bir başka otelde konakladığını yazar. Christie, yolculuğu esnasında tanıştığı Hollandalı bir mühendisle geçirdiği bir günü şöyle anlatır:

“Hollandalı mühendis benim İstanbul’da nerede kalacağımı öğrenmek istedi ve benimle ciddi ciddi ilgilendi. Kentteki tehlikelere karşı beni uyardı. Adam, ‘Dikkatli olmalısınız. İnsanların size söylediklerine inanmamalısınız. Nereye götürüldüğünüzü bilmeden çeşitli eğlence yerlerine gitmekten de sakınmalısınız’ dedi. Adam beni tehlikelerden korumak için İstanbul’a vardığımız zaman yemeğe davet etti. ‘Tokatlıyan Oteli çok iyi bir oteldir. Orada güvende olacaksınız. Ben sizi saat dokuza doğru arayacağım ve güzel ve iyi bir lokantaya götüreceğim’ dedi. Ertesi gün mühendis söylediği saatte beni aradı ve İstanbul’un bazı görülmeye değer yerlerini gezdirdi. Güzel bir akşam geçirdikten sonra mühendis beni tekrar Tokatlıyan Oteli’ne bıraktı.” (sf. 444-445)


TOKATLIYAN OTELİ / İSTANBUL

Aslında Christie de o dönem Pera Palas’ta oda ayırtmıştır. Otelin kayıtlarında da bu rezervasyon yer alır. Ancak usta yazarın anılarına bakılırsa iki günlük bir kaçamak yapıp yer ayırttığı otelde değil de Hollandalı mühendisin önerdiği Tokatlıyan Oteli’nde vaktini geçirdiği anlaşılıyor. Bugün pek az kimsenin hatırladığı Tokatlıyan Oteli, Üç Horan Ermeni Vakfı’nca 1884′te yapılan ve 1892′de yanan tiyatro binasının yerine Mıgırdıç Tokatlıyan Efendi tarafından inşa edildi. Zamanında lokantasıyla ünlü bu otel Pera Palas ile sıkı bir rekabet içindeydi. 1954′te meçhul bir yangınla da yok olup gitti. İstiklal Caddesi’ndeki bina halen işhanı olarak kullanılıyor.Troçki’den Atatürk’e kadar pek çok ünlü ismin de bu otelde kaldığı, toplantılar düzenledikleri biliniyor.

Basından 2010

PERA PALAS / İSTANBUL


PERA PALAS / İSTANBUL 2011
ATATÜRK PERA PALAS'TA

SB.

9 Ağustos 2012 Perşembe

SİNEMA : 5 FINGERS - ANKARA CASUSU /1952

BEYAZ PERDENİN BÜYÜSÜ İLE TÜRKİYE 'DE ÇEKİLMİŞ FİLMLER /5


5 FINGERS yada FİVE FİNGERS /1952 / ABD
YÖNETMEN : Joseph L. Mankiewicz
James Mason, Danielle Darrieux

FİLM HAKKINDA

Yıl 1944, II.Dünya Savaşı döneminde Ankara’dayız. İngiliz büyükelçisinin sınıf atlamak isteyen uşağı olan CİCERO (James Mason) aslında çok sinsi ve çift taraflı çalışan bir casustur. Ayrıca kocasını ve servetini kaybetmiş alımlı bir kontesle evlenip rahat ve mutlu bir hayata kavuşmak ister. İngiliz hükümetinin çok gizli belge ve fotoğraflarını NAZİ Almanlarına nakit karşılığında satar … 

Gerçek bir hikayeden uyarlanmış ,gerilim dolu bu casusluk filmi, usta yönetmen Joseph Mankiewicz’e Oscar adaylığı getirdi; senarist Michael Wilson’a ise Altın Küre kazandırdı. Müziği ise daha sonraları Hitchcock ile çalışmaları sayesinde ün kazanacak Bernard Hermann tarafından bestelendi. 

Fragmanında ise İstanbul gözükür. ?!?!




İlk sahnesi Ankara ? Sokaklarında kovalamaca; Cicero and the British ile başlayan kısa kısa 6 sahne-tıklayın.



AMERİKALILAR BUNU FİLME ÇEKMEDEN ÖNCE TÜRKLER FİLMİNİ YAPMIŞTI. :)
Film ‘in Adı: Ankara Casusu Çiçero
Yönetmen: Mehmet Muhtar
Görüntü Yönetmeni: Coni Kurteşoğlu
Senaryo: Mehmet Muhtar
Oyuncular: Atıf Kaptan, Kadir Savun, Vedat Karaokçu, Münir Ceyhan, Kemal Emin Bara, Berrin Aydan, Rana Şuna, Hasan Çelik
Yapım: 1951, Türkiye
Yapımcı: Kemal İşmen





Lakin ne TC ne de ABD yapımı filmlerin tamamını bulamadım.


***

BİR ANKARA ANISI

Savaşta beş yüz metre ötemde geçenlerle ilgili, babamın anlattıkları, Ankara’nın “yaşayan tarihi” Avukat Halil Makaracı’nın tuttuğu notlar, Altan Öymen’in paha biçilmez birikimin sığamadığı “Bir Dönem Bir Çocuk” kitabı, gazeteci Murat Yetkin’in paylaştığı bilgiler, Ankara araştırmacısı sevgili dostum Koray Özalp’in koleksiyonundan ilk defa gün yüzüne çıkarmaya razı olduğu Nazi bayraklı Alman Sefareti fotoğrafı, unutulmaz “Piknik”in efsane kurucusu Reşat Önat’ın anlattıkları, mimar Yalçın Oğuz’un Çiçero’dan bizzat dinledikleri ve diğer dokümanları süzgecimden geçirip, gelecek kuşaklara minik bilgiler aktarmak istiyorum.
ALMAN SEFARETİ / ANKARA
Atatürk Bulvarı, Çankaya’ya doğru sefaretler bulvarıdır. 1930’lu yıllarda Alman Sefareti’nde gamalı haçlı bayrak dalgalanırken, savaşla birlikte Bulgaristan, İtalya gibi Alman müttefiki ülkelerin de bulunduğu bulvar sefaretlerinde Nazi rüzgarları esmekteydi. Almanlar, Kızılay’daki Özen Pastanesi'ne geldiklerinde, hele savaşta bir başarı elde etmişlerse hep birlikte Lili Marleen’i söylerlerdi. O sırada ortalıkta hiç İngiliz gözükmezdi. Savaşın dengeleri değiştiğinde ise artık Özen Pastanesi'nin müşterileri Lili Marleen’i söyleyen İngilizlerdi.

Lili Marleen aslında Birinci Dünya Savaşı’nda, 1915’te Rus Cephesi’ne savaşmaya giden Alman askeri Hans Leip’in, manavın kızı Lili ve cephede bir ikindi sisinde kaybolup giden Marleen isimli hemşire için yazdığı şiirdi. 1938’de Norbert Schultze tarafından bestelenmiş, Nazi propaganda sekreteri Joseph Goebbels tarafından beğenilmemiş ve sözleri değiştirilmek istenmişti. Şarkıyı söyleyen Lale Andersen bunu reddetmiş ve orijinal hali, yani “fenerin altında, sevdiğini bekleyen kızın şarkısı”, bütün yasaklamalara rağmen dilden dile dolaşmaya başlamıştı.

Ve savaş sırasında lisandan bağımsız olarak her iki taraf askerlerinin de efsane şarkısı olmuştu. Her iki cephede de, her iki tarafın askeri hastanelerinde de Lili Marleen çalıyordu.

Franz Von Papen ;
Birinci Dünya Savaşı’nda, Washington’da Almanya’nın askeri ateşesiydi. Fakat silah üretimiyle ilgili bir sabotaj planlayıcısı olması nedeniyle Amerika’yı terk etmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Filistin’e, Osmanlı Orduları’na danışman olarak gönderilmişti. Bu sırada İrlanda ve Hindistan’daki bir takım sabotaj eylemlerinin planlayıcılarındandı.

Savaştan sonra Katolik Merkez Partisi’ne katılmış ve büyük bir sürpriz olarak 31 Mayıs 1932’de Cumhurbaşkanı Paul Von Hindenburg tarafından Almanya Başbakanı olarak görevlendirilmişti. Daha sonra Nazi Partisi ve Adolf Hitler’e yakınlaşmaya başlamış ve en sonunda Hinderburg’u, Hitler’i 30 Ocak 1933’te başbakan olarak ataması için ikna etmiş, kendisi de başbakan yardımcısı olmuştu.

1934’te Hitler döneminde siyasi cinayetler Almanya’yı kasıp kavururken başbakan yardımcılığından alınmış, Avusturya Büyükelçiliği’ne getirilmiş ve Avusturya’nın 10 Nisan 1938’de Almanya topraklarına katılmasında önemli rol oynamıştı.

1939’a gelindiğine 1944’e kadar sürecek Ankara Büyükelçiliği görevi başlamıştı. Görevi ağırdı. Türkiye’yi Mihver Ülkeleri safına çekemese bile tarafsız kalmasını sağlamaya çalışacaktı.

1 Eylül 1939’da Almanlar’ın Polonya’ya girmesiyle İkinci Dünya Savaşı fiilen başladı. Sovyetler Birliği de doğudan Polonya’ya girerken, Almanya yıllar sonra tersane işçiliğinden cumhurbaşkanlığına gidecek bir düş yolunun yolcusu Lech Walesa’nın çıkacağı Danzig’e (Gdansk’a) kadar Polonya’yı işgal etti.

24 Şubat 1942’de, Ankara’da ekmek karneyle dağıtılır, geceleri karartma uygulanır, sokaklarda farları mavi boyalı araçlar dolaşır, bekçiler ışık sızan evdekileri uyarırken, Almanya Büyükelçisi Von Papen, topraklarına katılmış olan Çekoslavakya’nın ikametgah olarak kullandığı sefaretinden çıkmış, eşi ile birlikte Atatürk Bulvarı’nda yürüye yürüye Almanya Sefareti’ne gidiyordu.

Ancak kendisini yolda, tabancalı ve elinde bomba bulunan bir suikastçı bekliyordu. Telaşlanan suikastçı, daha silahını kullanamadan elindeki bomba büyük bir gürültüyle patlayarak havaya uçuyor ve parçaları çevredeki bahçe duvarlarına, dallara yayılıyordu. Yere düşen Von Papen dizi ve elinden hafifçe yaralanıyor, eşi ise yara almadan kurtuluyordu. Bombanın sesi Çankaya, Kavaklıdere Bağları, Yenişehir, hatta Hergele Meydanı’ndan (İtfaiye Meydanı) bile duyuluyordu.

Ankara’da henüz dip dibe yüksek binalar olmadığından, İtfaiye Meydanı’ndan fırlayan itfaiye araçlarının çaldığı meşin saplı pirinç kampanaların sesi dört bir yanı sarmıştı; Ankara’lılar merak ve korkuyla karışık Bulvar’a koşuyorlardı.

Savaşın hassasiyeti nedeniyle bu suikastle ilgili yayın yasağı konmuştu. Bu konuda yayını sadece Anadolu Ajansı yapabiliyordu. Suikastçının Sırbistan doğumlu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Ömer Tokat isimli Üsküp’lü bir göçmen olduğu belirlenmişti. O sırada Ankara bu kadar büyük bir metropol olmadığı için Vali Nevzat Tandoğan, bütün taksicilerden, binen ve inenlerle ilgili bilgileri toplatabilmiş, suikastçının iki Türk işbirlikçisi de Anafartalar Karakolu’nda görevli taharri memurlarınca Çanakkale’de bir şilebe binmeye çalışırlarken yakalanabilmişti.

Ömer Tokat, Sovyetler Birliği’nin İstanbul’daki konsolosluğunda görevli Pavlov ve Kornilov tarafından suikast için eğitilmişti. Elindeki tahrip gücü yüksek bombanın, Von Papen’i silahla öldürdükten sonra kaçıp kurtulabilmesi için atacağı basit bir sis bombası olduğu söylenerek kandırılmıştı.

Kamu davası açılmıştı. Anafartalar Caddesi’nde bulunan eski Adliye Sarayı’ndaki ağır ceza davasına Türkçe bilmeyen Pavlov, Kornilov tercüman aracılığıyla yargılanırlarken, 2004 yılında bunları bana anlatan o zamanın genç hukuk fakültesi öğrencisi Halil Makaracı da, Muzaffer Akdağ, Mahmut Hekimoğlu, Fevzi Kotay, Münür Ekşi gibi hukuk fakültesinden sınıf arkadaşları ile birlikte duruşmaları izliyordu.

Cumhuriyet Gazetesi’nden Doğan Nadi, Ulus Gazetesi’nden Mümtaz Faik Fenik, yine Ulus Gazetesi’nden Şinasi Nahit Berker, Vatan Gazetesi’nden Ahmet Emin Yalman, Zaman Gazetesi’nden Etem İzzet Benice, Son Posta Gazetesi’nden Selim Ragıp Emeç, Vakit Gazetesi’nden Hakkı Tarık Us gibi gazeteciler de, ağır ceza mahkemesi reisinin Emin Yoldaş ve Cumhuriyet savcısının iki yardımcısıyla Kemal Bora’nın olduğu duruşmaların izleyicilerindendi.

Yargılama sonunda sanıklar suçlu bulunmuş, Pavlov ve Kornilov önce yirmişer yıl, sonra da tarafların verilen mahkumiyet kararını Yargıtay’da temyizi sonucu on altı buçukar yıla; iki Türk işbirlikçi ise onar yıl hapse mahkum edilmişlerdi. İki ülke arasındaki sert tartışmalar başlamıştı. Sovyetler Birliği, hadiseyi Almanların kendilerinin düzenlediğini iddia ediyor, Türkiye ise bunun Türkiye ile Almanya’nın arasının bozulmasını isteyen Sovyetler Birliği’nce düzenlendiğini iddia ediyordu.

Derken Pavlov ve Kornilov diplomatik temaslar sonucunda 1944 yılında cezai sürelerini tamamlamadan ülkelerine iade ediliyorlardı.

Gelelim Çiçero olayına;


Çiçero, yani İlyas Bazna (Elyesa Bazna) İkinci Dünya Savaşı’nın en gizemli casusuydu. “Yüz yılın casusu” olarak da anılacak İlyas Bazna, bir Arnavut göçmeniydi ve İngiltere’nin büyükelçisi Sir Hudge Knatchbull-Hugessen'in kavasıydı; yani sefirin bütün işlerine koşturan çok yakın adamı.

Daha önceden Ankara’daki Yugoslayya Sefareti’nin, sonra da mektupları okuduğu için kovulduğu Alman Dışişleri Bakanı Joachim Von Ribbentrop’un eniştesi diplomat Albert Jenke’nin uşağıydı. Derken 1942’de İngiliz Sefareti’nde çalışmaya başlamış ve sefirin büyük güvenini kazanmıştı. Öyle ki, sefir banyosunu yaparken şarkılar söyleyerek sırtını yıkayacak kadar yakını olmuştu.

Aslında hep bir opera şarkıcısı olmayı istemiş ama ömrü kahyalıkla geçmiş İlyas Bazna belki büyük servet sahibi olabilmek arzusuyla, belki de babasının ölümünden sorumlu tuttuğu İngilizlere nefretinden, artık casusluk yapmaya, bunun için de İngilizlerden elde edeceği gizli bilgileri Almanlara satmaya karar vermişti. 26 Ekim 1943 akşamı eski patronu, Alman Sefareti birinci sekreteri Jenke vasıtasıyla, Von Papen’in adamlarından, istihbaratçı Ludwig Moyzisch’le temas kurdu. “Ari ırk”tan olduğunu kanıtlayamadığı için SS üyeliği düşürülmüş Nazi Moyzisch, “Diello” ismiyle tanıtılan İlyas Bazna’nın teklifini Von Papen’e, o da bu teklifi Berlin’e iletti.

29 Ekim 1943’de Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında Berlin’den onay geldi; Von Papen’in taktığı “Çiçero” kod adıyla Bazna, Almanya hesabına casusluk faaliyetlerine başlayabilirdi.

Almanların kendisine verdikleri yüz vatlık flaşı olan küçük bir Leica fotoğraf makinesi ile gizli belgelerin fotoğraflarını çekecekti.

İngiliz sefir gizli belgelerin durduğu kasanın anahtarını hep boynunda taşıyordu. Mimar Yalçın Oğuz’un Çiçero’nun bizzat kendisinden 1963 Ağustosunda Münih’teki “Norbad Havuzlu Bahçe”sinde dinlediklerine göre, Çiçero önce balmumundan yumuşak bir ağda hazırlamıştı. Bunu kendisine Almanlar öğretmişti.

Hugessen’in sırtını sabunlarken hissettirmeden boynundaki kasa anahtarının mumla ölçüsünü almış, anahtarı çoğaltmış ve sefir her sabah yıkanırken ya da her öğleden sonra piyano çalarken gizlice kasayı açıp dokümanların fotoğraflarını çekmeye başlamıştı.

Fotoğrafları Moyzisch’e bir arabada veriyor, karşılığında başlangıç için yirmi bin İngiliz Sterlini alıyordu. Belgeler özel kurye ile Berlin’e gönderiliyor, Ribbentrop da derhal Hitler’e sunuyordu.

Derken Çiçero, Sofya’nın bombalanması, Moskova, Kahire, Tahran konferansları, Sovyetler Birliği’ne gidecek yardımlar ve kod adı Overlod Operasyonu olan Normandiya Çıkartması’nın planları gibi İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini değiştirecek belgelerin fotoğraflarını da Almanlar’a ulaştırmaya başladı. Bunun karşılığında Von Papen’den toplam üç yüz bin Sterlinlik bir servet aldı.

Ancak bu efsane casusluk hiç kimsenin işine yaramadı.

Berlin, başta Reich’ın Dışişleri Bakanı Von Ribbentrop olmak üzere, ikili oynayan bir casus olabileceği endişesiyle, Çiçero’nun elde ettiği belgelere güvenmedi. Hitler, 1943 Aralık ayında Çiçero‘nun dokümanlarıyla dolu konferans salonunda, müttefiklerin çıkarmasının batıdan değil, Balkanlar’dan ya da Norveç’ten geleceğini söylüyordu.

Bu yanılgı, Çiçero’nun paha biçilmez bilgilerine güvenmemek, kendilerine koca savaşı kaybettirdi.

1944’e gelindiğinde İngiliz Sefareti’nde önlemler arttırılmıştı, Çiçero artık yeni alarm sistemini atlatmak için çok dikkatli bir şekilde sigortaları çıkartarak çalışıyordu. 6 Nisan’da Moyzisch’in sekreteri Nele Kapp’ın Amerika’ya kaçması ve aslında bir ajan olduğunun anlaşılmasından sonra, deşifre olacağı korkusuyla paçaları tutuşmuştu.

Büyük casusluk servetiyle önce İstanbul’a sonra Arjantin’e kaçtı.

Ve orada acı gerçekle karşılaştı;
Von Papen’den aldığı bütün paralar sahteydi.

Almanlar, İngiliz ekonomisini çökertmek için Berlin yakınlarındaki Sachesenhausen’deki toplama kampında gerçeğinden ayırt edilemeyen sahte İngiliz Sterlini basıyorlardı ve yüzyılın casusunun Arjantin’e getirdiği paraların değeri sıfırdı.

Beş parasız İlyas Bazna, savaş sonrası Almanya’yı mahkemeye verdi, hatta küçük bir miktar tazminat da alabildi; ancak esas parayı, 1960’larda anılarını sattığı Stern dergisinden ve yazdığı “Ben Çiçero’ydum” kitabından kazanabildi.

Yine de 1970’te, Münih’te 66 yaşında, yoksul bir gece bekçisi olarak öldü.


*İlyas Bazna casusluk yaptığı yıllarda Von Papen’in taktığı kod adının Çiçero olduğunu bilmiyordu. Hatta, kendisinin Çiçero olduğunu ancak 1950’de, sefarette belgeleri teslim ettiği Moyzisch’in tüm yargılamaların ardından inzivaya çekildiği Tirol Alpleri’nde yazdığı anılarından ve yine 1950’de, İngilizlerin artık bu casusluk olayını açıklamasıyla öğrenebildi.


ALINTIDIR : Düş hekimi Yalçın Ergir.

**********

CİCERO HAKKINDA ve NELE : 
AMERİKAN İSTİHBARAT SERVİSİNDE

Ludwig Carl Moyzisch (Nazi casusu ,Alman Konsolosluğunda Eski Ataşe /Ankara-Türkiye) 1950 yılında "OPERASYON CİCERO" isimli bir kitap yazar. (( CİECERO'nun gerçek adı Elyesa Bazna / İlyas Bazna'dır ve Arnavut göçmenidir. ))



CİCERO OPERASYON , II.Dünya savaşı sırasında Ankara'da geçen ve en iyi casusluk hikayelerinden biridir .
Bu olaya sadece Naziler ve İngilizler değil Amerikalılar da karışmıştır.Gerçi CİCERO OPERASYONU hiçbir zaman amacına ulaşamamıştır.

CİCERO lakabı Almanlar tarafından Türkiye'deki İngiliz Büyükelçisinin uşağına verilmiş olup, İngilizlerin gizli bilgilerini Almanlara çok büyük meblağlara sattığı doğrudur. Belgeler kullanılmadan önce ,bir kadın tarafından bu haber sızdırılır ve CİCERO OPERASYONU başarısızlığa uğrar.

L.C.Moyzisch tarafından kitaplaştırılan bu hikaye böylece halkın bilgisine sunulmuştur. Five Fİngers olarak filme çeken The Studio One ,hikayeyi o dönemde Ankara'nın Alman Büyükelçisi Franz von Papen ile American Press'te çalışan Allen Dulles'e onaylatarak sinemaya taşımıştır. Ayrıca Herr von Papen ve Mr.Dulles kitabın başka bölümleride olabileceğini söylemişlerdir.

O bölümlerin ne olduğunu bilmiyoruz, hiç bir zaman da ortaya çıkmamıştır. Belki de bu ,CİCERO'ya bir uyarı olarak söylenmiş olabilir, çünkü olayların ucunda bir kadının hayatı söz konusuydu. Amerikalılar tarafından Nazi casusu olan bu kadın Türkiye'den Amerika'ya kaçırılacaktı. Almanlar onun ölü yada diri ele geçirilmesini istiyordu.

Kitapta Moyzisch, Cicero Operasyonun, Alman büyükelçisinin sekreterliğini yapan ve histerik olan Elizabeth tarafından düşürüldüğünü söyler. Kendisi Cicero'yu İngilizlere bildirmiştir. Moyzisch haklı olabilir , lakin hikayesinde birkaç detay eksiktir.

Elizabeth'in gerçek adı NELE KAPP'tır. Babası bir Alman diplomat ve savaş zamanında Sofya'nın da Alman Konsolusudur. Nele'nin Ankara'ya gitmesine babası ön ayak olmuştur. Nele ve babası Nazi taraftarı değildi ama bunu saklıyorlardı. Çok iyi İngilizce konuşan Nele, Calcutta ve Cleveland'ta çok iyi bir eğitim almış ve daha sonra da Stuttgart'ta hemşire olarak çalışmıştır. Azimli çalışmaları sayesinde Diplomatların servisine verilen Nele babasının yanına gönderilir. Sofya'ya geldiğinde depresyonda olduğunu fark eden babası onu Ankara'ya aldırır. Yani Moyzisch'in yazdığından daha fazla histerik durumdadır.

Nele'nin aklına yatan bu transfer işi ona bir umut verir. Herşeyden uzaklaşmak isteyen kadın ,Almanların gizli bilgilerini özgürlüğü için satmayı düşünür. İlk irtibatını da Alman-Yahudisi olan Dişçisi ile yapar. Nazi meslektaşlarının bir çoğu dişçiye kötü davrandığı için de , dişçi onu hastası olan ve dış işlerinde çalışan bir Amerikalı ile görüştürür.

Nele Amerikalıya babasının ve kendisinin anti Nazi olduğunu ve bilgiler karşılığında Türkiye'den Amerika'ya gitmek istediğini söyler.

Yabancılar servisindekiler "Amerikalılar hiç bir şey için söz veremez, ama eğer kendisi kararlıysa, herhangi bir problem olduğunda da sonuçlarına katlanmak zorunda" der. Nele sonuçta bir Almandır ve Naziler için çalışmaktadır. Böylece yabancılar servisi olayı Amerika Ordu İstihbaratına devreder ve Nele'de antlaşmada üzerine düşeni yerine getirmeye başlar.

Almanlarla görüşmeye gelen CİCERO yüzünden herkes dışarıya çıkarılır, Nele'nin tek bildiği bunun İngilizlerle bir ilgisi olduğudur.
Amerikalılar bu olayı İngilizlere bildirir Böylece CİCERO'nun casusluğu açığa çıkar. İngilizler planlanan operasyonları iptal eder, Almanlarda aslında bunu hiçbir zaman kullanmamışlardır.

Kitap Nele'nin kayboluşu ile biter. Nele aslında Amerikalı kontağı ile görüşür ve kaçış planları hazırlanır.Naziler onun ölü yada diri ele geçirilmesini istemiştir. Ama Amerikalılar sorunu pek çözmek istemez. Histerik krizlerine giren Nele'ye Amerikalı kontağı (daha sonra arkadaşı olan) yardımcı olur.

Bir hafta boyunca Amerikalı iki kadın sekreterin yanında kalır. Saçları siyaha boyanır ve trenle kaçış planları yapılır.
Almanlar olayı duymuştur, lakin Toros Ekspresin kuzeykolu İstanbul'a, güneykolu Suriye'den Bağdat'a gitmektedir. İstasyonda her yer Nazi kaynar ,ama Nele'yi bulamazlar. Aslında trene yetişemeyen Nele arabayla Ayaş kasabasına götürülür ve buradan kuzeykolu olan Toros Ekspresine bindirilir.

Aslında İstanbul'a gitmeyecektir, Balıkesir'de bir İngiliz kampı bulunmakta ve orada inip küçük bir tekneyle Yunan adalarına oradan da Kıbrıs ve Mısır'a götürelecektir. (her ne kadar Türkiye savaşta tarafsız olsa da, burada Uçuş eğitimi verilen bir İngiliz Havayolları vardır.)

Kahire'ye geldiğinde bir esir kampında tutulan Nele çok kızar ve Ankara'da ona yardımcı olan Amerikalı arkadaşına bir mektup yazar. Ki bu arkadaşı da yetkililer tarafından soruşturulmaktadır. Olaylar çözüme kavuşunca, Nele , Elizabeth olarak hayatına devam ettiği Amerika'ya gönderilir. En son bilinen yeri de Kalifornia'dır. Yazar onunla irtibatın kesildiğini, bunu Elizabeth'in geçmişi unutmak istediği için olduğunu belirtir.

Peki CİCERO'ya ne oldu ? Tam anlamıyla kaybolmamıştı. Savaştan sonra birgün ,tekrar Alman Konsolosluğuna gider ve ona Nazilerin verdiği paranın sahte olduğunu söyler ve tekrar para ister. Küçük işlerde, arasıra Türk İstihbaratı için çalışmıştır. Ama yalnız ve fakir olarak Ankara'da ölmüştür.

Dorothy J. Heatts / Amerikan istihbaratı

***
Her iki kaynak ta farklı bir ölüm yeri söylüyor, ama önemli değil. Sonuçta zamanında olayları epey bir karıştırmış. 
Eğer Almanlar onun getirdiklerini kullansaydı belki de Savaştan galip çıkan Almanlar olacaktı. 

CİCERO tarihte bir kırılma yapmıştı. 
Kader mi , tesadüf mü, asla bilemeyeceğiz.



İyi Seyirler,


SB.

Marlene Dietrich Lili Marleen'i söylerken