Translate

ÖZGÜRLÜK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÖZGÜRLÜK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2013 Salı

CUMHURİYET BAYRAMI




DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN TÜRKİYE'M





Türk Ulusu'nun doğasına ve geleneklerine 
en uygun yönetim biçimi 
Cumhuriyettir. 

Cumhuriyet ahlaki erdeme dayanan bir idaredir. 

Cumhuriyet erdemdir. 

Cumhuriyet, bir zorbanın eline geçeceğini mezarımda bile duysam, Türk Ulusu'na karşı haykırmak isterim.

Cumhuriyetin, Türk Ulusu'nun kalbinde 
kök saldığını görmek tek amacımdır.



Gazi Mustafa Kemal Atatürk




Gelmiş, geçmiş ve gelecekteki tüm şehitlerimiz için yaşamalıdır Cumhuriyet... Yaşamalı, yaşatılmalıdır ki vatanı uğrunda can veren yiğitler, masumlar huzur içinde uyusun.


CUMHURİYET FİLMİNDEN 
GAZİ MUSTAFA KEMAL'İN CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ



***



Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

Dinleyin sesini doğan tarihin, 
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk, bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,

Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?



MUSTAFA KEMAL ATATÜRK



***


"Gizlenen Atatürk" Belgeseli - M.Samet Demiralp





Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti
Cehennemler kudursa ölmez nigâhbanıyız




_________________MKA ve CUMHURİYET_______________






8 Ekim 2013 Salı

EY TÜRK GENÇLİĞİ - TURKISH YOUTH - TURKSE JEUGD





Turkish Youth ! 


Your primary duty is ever to preserve and defend the National independence, the Turkish Republic.

That is the only basis of your existence and your future. This basis contains your most precious treasure. In the future, too, there will be ill-will, both in the country itself and abroad, which will try to tear this treasure from you. 

If one day you are compelled to defend your independence and the Republic, then, in order to fulfil your duty, you will have to look beyond the possibilities and conditions in which you might find yourself. It may be that these conditions and possibilities are altogether unfavourable. It is possible that the enemies who desire to destroy your independence and your Republic represent the strongest force that the earth has ever seen; that they have, through craft and force, taken possession of all the fortresses and arsenals of the Fatherland; that all its armies are scattered and the country actually and completely occupied.

Assuming, in order to look still darker possibilities in the face, that those who hold the power of Government within the country have fallen into error, that they are fools or traitors, yes, even that these leading persons identify their personal interests with the enemy's political goals, it might happen that the nation came into complete privation, into the most extreme distress; that it found itself in a condition of ruin and complete exhaustion.

Even under those circumstances, O Turkish child of future generations! it is your duty to save the independence, the Turkish Republic.

The strength that you will need for this is mighty in the noble blood which flows in your veins.


GAZI MUSTAFA KEMAL
PRESİDENT OF THE TURKISH REPUBLİC 
OCTOBER 1927



e-book : 
A SPEECH BY MUSTAFA KEMAL ATATURK



...................



Turkse jeugd!


Uw eerste taak is voor altijd de Turkse onafhankelijkheid en de Turkse republiek verdedigen.

Dit is het fundament van je bestaan en je toekomst. Deze stichting is uw kostbaarste schat. In de toekomst zullen er kwaadaardige mensen binnen-en het buitenland wensen om je te beroven van deze schat. Als je op een dag bent gedwongen om uw onafhankelijkheid en uw republiek te verdedigen, moet je niet talmen om de mogelijkheden en omstandigheden van de situatie af te wegen alvorens uw plicht. Deze mogelijkheden en omstandigheden kunnen zeer ongunstig zijn. De vijanden hebben een samenzwering tegen uw onafhankelijkheid en uw republiek. Ze kunnen achter hen een overwinning hebben ongekend in de annalen van de wereld. Het kan zijn dat, door geweld en list, alle forten van uw geliefde vaderland kan worden vastgelegd, al zijn scheepswerven bezet, al zijn legers verspreid en voor elk deel van het land binnengevallen. En droeviger en ernstiger zijn dan buiten al deze omstandigheden, degenen die de macht in het land hebben in de fout zittende, misleide en verraders zijn. Bovendien kunnen ze hun persoonlijke belangen identificeren met de politieke ontwerpen van de indringers. Het land kan worden verarmd, geruïneerd en uitgeput.

Jeugd van de toekomst van Turkije,

Zelfs in dergelijke omstandigheden is het uw plicht om de Turkse onafhankelijkheid en republiek redden.

U zult de kracht die je nodig hebt in je edele bloed te vinden.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk


........................

Ey Türk Gençliği!


Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!



Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927



_____________________MKA_____________________



ASIL SUÇLU KİM ?






Biz, asıl suçluyu bir kenara bırakıp suçsuzlarla uğraşıyoruz!
Evet… Bugünkü ortamın tek suçlusu Atatürk’tür!..

Eğer bugün 60 milyon insanımız, Batı Trakya’daki Türkün durumunda değilse, bunun suçlusu odur!

Eğer 1923′te, kişi başına düşen ulusal geliri 70 dolar olan bir toplum, şimdi 2700 dolara ulaşmışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1929 - 39 yılları arasında, bütün dünyada sanayi üretimi yüzde 19 artarken, Türkiye’de yüzde 96 artmışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer Türk işçisi, Batı’daki gibi, çocuk yaşta yeraltında günde 14 - 16 saat çalıştığı dönemler yaşamamışsa; bir oy hakkı için bile, Fransız işçisi gibi, 59 yıl kanlı bir savaşım vermek zorunda kalmamışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer Türk kadını; yasal olarak erkeğine eşitse; “köle” değilse, seçme ve seçilme hakkını, Fransız kadınından bile önce elde etmişse; kadınlar bugün Türkiye’de vali, bakan, başbakan bile olabiliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1923′te Darülfünun’daki öğrenci sayısı 2100 olan bir Türkiye’de, bugün yüzbinlerce genç üniversitelerde okuyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer açık havadaki klasik müzik konserlerini onbinlerce genç izliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer şeyhülislamlar “fetva” verip Kuran’ın Türkçe basımını engelleyemiyorsa; ezanlar düşman bayraklarının gölgesinde okunmuyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer bugün, Köy Enstitülü binlerce köylü çocuğu, kültür yaşamımıza damgalarını vurabiliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1923′lerde Ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum, bugün 21. yüzyılın aydınlığında bir ölçüde yaşayabilmişse; bunun suçlusu elbette ki odur!

Atatürk’ün suçları saymakla bitmez.

* *
Bir zamanlar kralların, şahların, cumhurbaşkanlarının, başbakanların Ankara’yı ziyaret için kuyruk olmalarının sorumluluğu da Atatürk’e aittir…

Baskı rejimlerinden kaçan yüzbinlerce Batılı bilim adamının bir zamanlar Kemalist Türkiye’yi seçmesinin sorumluluğu da…

Faşit Mussolini’nin bile Türkiye’yi “Avrupalı” saymasının günahı da…

Ama suçlunun suçlarının iyi anlaşılabilmesi için, suçsuzların suçsuzluklarının da unutulmaması gerekir.

Sokaktaki adamın bile “miras hakkı”na dokunulamaz iken… Atatürk’ün vasiyetini çiğneyerek, Türk Dil ve Tarih Kurumlarını devletleştiren, Atatürk’ün miras gelirlerini, devletin aldığı memurlara dağıtan “beş general” suçsuzdur!

“Ben Atatürkçüyüm ve laikim” diyerek, din derslerinin zorunlu olması hükmünü anayasaya koydurtan, Alevi’nin, Hristiyan’ın, Yahudi’nin, “Sünni inancı”nı öğrenmesini zorunlu hale getiren Marmaris’teki emekli adam suçsuzdur!

Köy Enstitülerini kapatırken imam-hatip liseleri açanlar…
Laik liselerde eğitim görenlerin sayısı son 20 yılda 3 kat artarken, imam-hatip okullarını bitirenlerin sayısının 14 kat artmasını sağlayanlar… Menderes’ten, Demirel’e, Özal’dan Yılmaz’a, tüm “Atatürkçü laik” başbakanlar suçsuzdur!

Milli Eğitim Bakanlığı’nı şeriat yanlılarının işgaline terk edenler…
Sağlık ve Tarım Bakanlıklarını şeriatçılara peşkeş çekenler…
İçişleri Bakanlığı’nın yapısını bozup valilerin, kaymakamların, emniyet müdürlerinin şeriatçı olması için kollarını sıvayanlar…

Hepsi, hepsi suçsuzdur!

Asıl suç, Harp Okulu’nu şeriatçılara açmamakta direnen Kemalistlerdir!..
Sokaktaki adama küfreden suçludur; ama Atatürk’e küfreden suçsuzdur!..

* *

Erbakanlar, Mezarcılar, Dicleler… Holding solcuları, numaracı cumhuriyetçi liboşlar… Şeriatçı, Kürt ırkçıları…

Hepsi de haklılar!

Onların ayaklarının altına halıları kim döşedi?
1950′den beri bu ülkeyi yönetenler değil mi?..


A. Taner KIŞLALI
Cumhuriyet, 2 Mart 1994

______________.


SOKRATES MANTIĞI





''SOKRATES YÖNTEMİ''; 'Evet, evet'...


İnsanlarla konuşurken, söze farklı görüşte olduğunuz konuları tartışarak başlamayın. Fikir birliğinde olduğunuz noktaları vurgulayarak başlayın ve bir süre bunları vurgulamayı sürdürün.Aynı amaç için çabaladığınızı ; amaçta değil, yöntemde farklı olduğunuzu belirtin.

Başlangıçta karşınızdaki kişinin “Evet.evet!” demesini sağlayın. “Hayır” yanıtı almaktan olabildiğince kaçının. 

Profesör Harry Overstreet’e göre “hayır” yanıtı aşılması çok zor bir handikaptır. Bir kez “Hayır!” dediğinizde kişiliğiniz ve onurunuz bu yanıtı değiştirmenize engeller. Daha sonra “hayır” yanıtı vermenizin yanlış olduğunu hissetseniz bile o değeri gururunuzu düşünmek zorunda kalırsınız, ağızdan çıkan söze sadık kalınmalıdır. Bu nedenle bir insanın sözlerine olumlu yanıt vererek başlaması çok önemlidir.

Yetenekli bir konuşmacı başlangıçta pek çok “evet” yanıtı almayı başarır. Bu durum psikolojik açıdan dinleyicileri olumlu yönde etkiler. Bunu bir bilardo topunun hareketine benzetebiliriz. Topun bir kez yönlendirildiği yönden sapması için belirli bir güç gerekir. Ters yöne gitmesini sağlamak içinse çok daha fazla güç sarf etmeye ihtiyaç vardır.

Buradaki psikolojik şema son derece açık. Eğer bu insan “hayır” diyorsa ve gerçekten bunu kastediyorsa, sadece beş harflik bir kelime sarf etmekten çok daha fazlasını yapıyor demektir. Tüm organizma bezler, kaslar, sinirler bir karşı çıkma eyleminde işbirliği yapmaktadır. Kısaca tüm nöromasküler sistem olumlu bir yanıtı engellemek için savunmaya geçmiş demektir. 

Oysa ki bir insan “evet” dediğinde bu tür bir karşı çıkma eylemine gerek kalmaz. Organizma ileri dönüktür, durumu kabullenmiştir, dışa açıktır. Bu nedenle ne kadar çok “evet” yanıtı alırsak o kadar ilgi çekmiş oluruz.

Eğer herhangi bir öğrenci, bir çocuk, bir müşteri, karı ve kocadan biri “hayır!” diyecek olursa onların fikirlerini olumlu yönde değiştirmek için Hazreti Süleyman aklı ve sabrı gerekir. 

“Evet! Evet!” yöntemi New York’taki bir bankada çalışan James Eberson’un kaybetmekte oldukları bir müşteriyi geri kazanmasını sağlamıştır.

“Bu adama bir hesap açtırmak için gelmişti,” diye anlatıyor Bay Eberson. “Ona doldurması için her zamanki standart formu uzattım. Bazı soruları gönlünce yanıtladı, ama bazı soruları yanıtlamayı kesinlikle reddetti. Eğer insan ilişkileri konusundaki derslere katılmamış olsaydım, bu müstakbel yatırımcıya bankanın istediği bilgileri vermeyi reddediyorsa bizim de ona hesap açmayı reddedeceğimizi söylerdim. Geçmiş yıllarda bu şekilde davranmış olduğum için suçlu olduğumu utanarak kabul etmeliyim. Doğal olarak bu tarz bir ültimatom beni rahatlatıyordu. Ona kimin patron olduğunu, bankanın kural ve yöntemlerine karşı çıkılamayacağını göstermiş oluyordum. Hiç kuşkusuz bu tür bir davranış müşteri olma amacı ile gelen kişide kendisine önem verilmediği ve hoş karşılanmadığı izlenimi yaratıyordu.

“O sabah bir av mantığı ile hareket etmeye karar verdim. Bankanın istekleri yerine müşterinin istekleri doğrultusunda hareket edecektim. Ona daha başlangıçta ‘Evet ,evet!’ dedirtmeyi her şeyden çok istiyordum. Bu nedenle ona hak vererek yazmak istemediği bilgilerin çok fazla gerekli olmadığını söyledim.

“Öldüğünüz zaman bu bankada paranız olduğunu varsayalım. Bankanın paranızı yasal varisiniz olan en yakın akrabanıza transfer etmesini ister misiniz?’ diye sordum.

“Evet , elbette isterim,"diye yanıtladı.

“Bu isteğinizin öldüğünüzde herhangi bir yanlışlık ve gecikme olmadan yerine getirilmesi için bize en yakın akrabanızın ismini vermeniz sizce iyi bir fikir değil mi?’ dedim.

Yanıtı ise “Evet” oldu.

“İstediğimiz bilginin bizim yararımıza değil de kendi yararına olduğunu öğrendiğinde genç adamın tutumu değişmiş, yumuşamıştı. Bankadan ayrılmadan önce yalnızca istenen bilgileri vermekte kalmamış, önerim üzerine annesi adına da bir hesap açmamızı istemiş ve annesi ile ilgili tüm soruları da yanıtlamıştı.

Westinghouse Elektrik Firması’nın temsilcisi Joseph Allison’un da bize anlatacakları vardır:

“Bölgemde şirketimin satış yapmaya çok istekli olduğu bir adam vardı. Benden önceki temsilci on yıl boyunca ona hiçbir şey satamamıştı. Ben de bir sipariş almadan tam üç yıl ona düzenli olarak uğradım. Sonuç olarak on üç yıl uğraştıktan sonra ona birkaç motor satmayı başardım. Eğer onlardan memnun kalırsa yüzlerce motorluk bir sipariş bekliyorum. Motorların istediği gibi olduğundan öylesine emindim ki üç hafta sonra ona uğradığımda gerçekten havaya girmiştim.

“Bu mühendis beni, “Allison, geri kalan motorları sizden almayacağız” diye karşıladığında şok oldum.

“Niçin?” diye sordum şaşkınlıkla.
"Çünkü motorlarınız çok ısınıyor, elimi süremiyorum."

“Tartışmanın, karşı çıkmanın bir yarar sağlamayacağını biliyordum. 

Bunu daha önce denemiştim. Bu nedenle ’Evet! Evet!” yöntemini demeye karar verdim.

“Bakın Bay Smith, size yüzde yüz katılıyorum,’ dedim. ‘Eğer bu motorlar ısınıyorsa, bir daha satın almamalısınız. Ulusal Elektronik Aletler Üreticileri Birliği’ nin standartlarına uygun ısıdaki motorları almalısınız,değil mi?’

Beni onayladı böylece ilk ‘evet’imi elde etmiş oldum.

“Elektrik Üreticileri Birliği’nin yönetmenliğine göre iyi bir motorun ısısı oda ısısından 72 °F yüksek olabilir, doğru mu?"

"Evet!’ diye onayladı. ‘Kesinlikle doğru, ama sizin motorlarınız daha fazla ısınıyor"

Onunla tartışmadım, sadece sordum.

“ ‘ Fabrikanızda ısı kaç olacak?’
“ ‘ Aşağı yukarı 75 °F’
“ ‘ Pekala , fabrika ısınız 75 °F. Buna 72’yi ekleyelim, toplam 147 °F eder.

Bu sıcaklıktaki bir suya elinizi soksanız haşlanmaz mı?’

“Yanıtı yine ‘Evet’ oldu.

“ ‘Öyleyse,” diye önerdim.‘ Motorlara eliniz dokundurmasanız daha iyi olmaz mı?’

“ ‘ Evet, sanırım haklısınız’ demek zorunda kaldı. Konuşmamızı biraz daha sürdürdük. Daha sonra sekreterini çağırdı ve gelecek ay için 35.000 dolarlık bir sipariş verdi.

“Tartışmanın yararsız olduğunu anlamam için yıllarım boşa gitmiş ve binlerce dolar zararım olmuştu. Konuya karşınızdakinin bakış açısı ile yaklaşmak ve ona ‘Evet, evet!’ dedirtmek çok daha kazançlı bir yöntem.”

Kaliforniya’daki kurslarımızın sponsoru Eddie Snow, dükkan sahibi ona “Evet, Evet!” dedirttiği için onun nasıl iyi bir müşterisi olduğunu anlattı.

Eddie ok ve yay ile avlanmaya merak sarmış ve bir dükkandan yüklü bir alışveriş yaparak araç gereç almıştı. Erkek kardeşi onu ziyarete geldiğinde bu dükkandan onun için bir yay kiralamak istedi. Satıcı ona yay kiralamadıklarını söylediğinde bir başka dükkana telefon etti. Eddie olayı şöyle anlatıyor: 

“Telefonumu nazik bir beyefendi yanıtladı. Kiralama konusundaki sorunuma yaklaşımı diğer satıcıdan çok farklıydı. Olanaksızlıkları nedeniyle artık yay kiralayamadıklarını söyledi. Sonra bana daha önce yay kiralayıp kiralamadığımı sordu. Ben ‘Evet, birkaç sene önce" diye yanıtladım. Bana bunun için 25-30 dolar ödemiş olmam gerektiğini hatırlattı. Yanıtım yine ‘Evet!’ oldu. Sonra bana parasını iyi kullanmasını bilen bir insan olup olmadığımı sordu. Doğal olarak ‘Evet!’ dedim. Şu anda sattıkları yayın tüm diğer gereçlerle birlikte 34.95 dolar olduğunu söyledi. Sadece 4.95 dolarlık bir fark ödeyerek bunları satın alabileceğimi anlattı ve bu nedenle kiralama işine son verdiklerini belirtti. Bu daha mantıklı değil miydi?

‘Evet !’ yanıtımı siparişim takip etti. Onu almaya gittiğimde başka şeyler de satın aldım ve o günden sonra sürekli müşterisi oldum.”

Sokrat dünya’nın gelmiş geçmiş en tanınmış filozoflarından biridir. Sokrat, tarih boyunca ancak bir avuç insanın yapabildiğini başardı ve insan düşüncesinin yönünü tamamen değiştirdi ve şimdi ölümünden yirmi dört yüzyıl sonra birbirleriyle dolaşan kişilerin dünyasında onları etkileyebilen akıllı insanlardan biri olduğu için saygı ile anılmaktadır.

Sokrates nasıl bir yöntem kullandı? 
İnsanlarla yanılgılarını mı söyledi? 

Hayır, bu Sokrates’in tarzı değil; o çok akıllıydı. 

Onun yöntemi bugün “Sokrates yöntemi”olarak adlandırılmaktadır ve “Evet! Evet!” yanıtı almaya dayanmaktadır. 

Sokrates karşısındaki kişiye “ Evet!” dedirtecek sorular yöneltirdi ve birbiri ardına olumlu yanıtlar alırdı. 

Sonunda birkaç dakika önce ona karşı çıkanlar, farkında olmadan onun düşüncelerine kucak açarlardı.

Birbirine yanıldığını söyleyeceğiniz zaman Sokrates’ı anımsayın...


alıntıdır:





_________________


DALKAVUK VE SOYTARI




Dalkavuk Doğu'nun ürünüdür, soytarı Batı'nın...
Her ikisi de eski çağlardan beri kurumsallaşmıştır.


---


Kralın soytarısı sarayda özel yeri olan bir kişiliktir,
tahtın yamacına konmuştur, protokolün hem içindedir
hem dışında...

Bir bakarsın ki soylu törenlerin en görkemli dakikasında
soytarı yerde yatıp yuvarlanmaya başlamış,
prenslerin, düklerin, baronların, kontların, nazırların,
rektörlerin, kardinallerin kırmızı bayram balonu gibi
şişirilmiş ciddiyetlerini sivri yergileriyle delerek ortalığı
birbirine katmış, öfkeleri, kahkahaları, fısıltıları,
kaygıları soytarılığın sarmalına dolayıp saray halısı gibi
salona yayıvermiş.

Soytarı "evet efendimci" değildir.

Kimi zaman efendisini bile mizahın gergefinde iğneleme
yetkilerini benliğinde duyabilir. Batı dünyasının
hoşgörü kuyusundan çıkrıkla çekebildiği kadarınca
yergilerini bağlı bulunduğu egemenin yüzüne karşı söyleyebilir.
Böyle durumlarda kralın suratı asılır bir an, ama
aldırmaz görünür.

-Canım bir soytarının söylediğinin soytarılıktan
gayrı ne anlamı olabilir ki?..

Soytarı, zanaatının koşullarında, kişilere ve olaylara
yönelik yergileri gülmeceye dönüştürüp taşı gediğine
koymasını bilen kişidir.

Egemenlik güçlü halktan değil Tanrı'dan kaynaklanan
kralların saraylarında cins ev köpekleri gibi cins
soytarıların bulunduğunu tarihler yazarlar. Öyle bir
av köpeğidir ki soytarı, kralın çevresindeki soyluları
kokularından tanıyıp gülünç yanlarını ortaya çıkarır,
alayla karışık, şakayla barışık biçimde vurgular.

---

Dalkavuk Doğu'ya özgüdür.

Ne iğnesi vardır dalkavuğun ne yergisi ne de eleştirisi...
Dalkavuğun görevi ya "evet efendim" ya da
"sepet efendim "le bağlanır.

Osmanlı tarihinde bol bol dalkavukluk vardır da,
soytarılığa ilişkin kurumsallık oluşamamıştır. Çünkü
soytarılık Batı tarihinin hoşgörü geleneğiyle bağdaşır,
dalkavukluk Doğu tarihinin küt kafalı egemenlerine
yaraşır.

---

Soytarı balonları iğneler.
Dalkavuk balonları şişirir.

Ne olursa olsun, ister bir yüksek makamda otursun,
ister bir yargı kurumunda bulunsun, ister bilim
adamı kılığına bürünsün, ister kalem erbabından sayılsın
dalkavuğun soytarıdan besbeter olduğunu tarihler
yazarlar.

Çünkü soytarının zaman zaman efendisini uyardığı
görülmüştür de dalkavuğun şişirdiği balonlara tutunarak
yükselmek kimseye nasip olmamıştır.

Hey gidi dalkavuk...

Sana soytarı bile denemez, 
çünkü soytarılık senin
için rütbe sayılır. 
Sen dalkavukluk için 
belini kırıp
ikiye katlanırken, 
senin görüntüne bile katlanmak
ne büyük ACI ...




İlhan Selçuk
"Düşünüyorum, Öyleyse Vurun" kitabından





______________


UYUYANLARA AĞIT






DERİN bir uyku içindesiniz. 


Rahatsınız, huzurlusunuz, memnunsunuz! 

Olup bitenleri görememenin, 
uyandırılacağınızı düşünememenin 
keyfini sürüyorsunuz. 
Saadetinizin 
hep böyle devam etmesini, 
hiç uyandırılmamanızı 
isterdim.

Ama maalesef bir gün gelecek, 
siz de uyandırılacaksınız. 
Yazık ki o zaman, 
«Artık çok geç olacak!» 
Bir daha uyumak şöyle dursun, 
yatak bile bulamayacaksınız. 
Ve o vakit, sizin hesabınıza üzülmek 
yine bize düşecek.

Biliyorum: Düşünmeyi sevmiyorsunuz. 
Düşünürseniz rahatınızın kaçmasından korkuyorsunuz. 
Yuvanızın temeline dinamit koymak istiyorlar, diyoruz, aldırmıyorsunuz. 
Sözümüze kulak verirseniz tedbir almak gerekeceğini anlıyor, zahmete girmek istemiyorsunuz. 
Bir tek endişeniz var: 
Gününüzü gün etmek, dilediğiniz gibi yaşamak.

Mücadeleden ürküyorsunuz. 
Öylesine ürküyorsunuz ki, 
sizin için yapılan mücadelelerle ilginiz olmadığını 
göstermek ihtiyacını duyuyorsunuz.

Memleketimizin binbir dâvası var. 
Nizamınızı yıkmak isteyen düşman kuvvetler sayılamayacak 
kadar çok. 
Diken üzerindesiniz. 
Fakat dikenli bir yolda ayağınızı yaralamadan yürümenin 
mümkün olmayacağını unutuyorsunuz. 

Tehlikeyi görünce, korkulu bir rüya görmüşçesine, 
sırtınızı dönüyor, 
yeni ve eskiden daha derin bir uykuya dalıyorsunuz. 
Canınıza kasdedenler 
her geçen gün yatağınıza daha fazla yaklaşıyor, 
korunma imkânlarınızı gittikçe azaltıyorlar. 

Hiçbir feryat sizi uyandıramıyor, 
tehlikeyi anlamanızı temin edemiyor 

Yaklaşan düşmanın ara sıra yumruğunu yiyor, 
hassas bir yerinize iğne batırılmış gibi şöyle bir sıçrıyor, 
şaşkın şaşkın bakıyor 
ve sonra da sayın başınızı tekrar yastığa gömüyorsunuz. 

Kurtuluş ümitlerine veda etmeden uyanmanızı istiyoruz. 

İyi niyetimize akıl erdiremiyor, 
gayretlerimize yabancı kalıyorsunuz. 

Hattâ biz olmasak daha rahat uyuyacağınızı sandığınız, 
bu yüzden bize düşman kesildiğiniz bile oluyor. 

Yine de başucunuzda davul çalmaktan vazgeçmeyeceğiz. 

Gözünüzün açılması için ne mümkünse yapacağız. 

Gafletten sıyrılmağa biraz da sizin çalışmanızı bekliyorsak, 
acaba haksızlık mı ediyoruz?



Galip ERDEM








______________


17 Temmuz 2013 Çarşamba

KISSADAN HİSSE - CENNET CEHENNEM





Bir Samuray, Zen üstadı Hakuin’in karşısına dikilip şu soruyu sordu:

“Gerçekten de cennet ve cehennem var mıdır?”

Üstad: “Kimsiniz?”

“Bir samurayım.”

“Sen mi?” diye dudak büktü Hakuin, “Kendine baksana bir... Hangi efendi senden doğru dürüst hizmet umabilir? Daha ziyade dilenciyi andırıyorsun!”

Sinirden kıpkırmızı kesilen samuray kılıcını çekti.

Hakuin susmak bilmiyordu: “Vay! Kılıcı da varmış! Ama o kadar beceriksize 
benziyorsun ki nasıl olsa kafamı kesemezsin!”

Kanı beynine sıçrayan samuray kılıcını kaldırdı.

Ustaya vurmaya hazırdı. O anda Hakuin sakince,
 “İşte cehennemin kapıları böyle açılır,” 
dedi.

Üstadın serinkanlı tavrına şaşıran samuray kılıcını kınına soktu ve saygıyla eğildi.


Üstad sözünü şöyle bitirdi: 
“Cennetin kapıları da böyle açılır." 
....




Zen Üstadı Hakuin’den Cennet ve Cehennem
düşün-ü-yorum dergisi sayı 37


not:
Resimdeki Tengri Tamgası Türk/Turan Damgasıdır ve Tanrı anlamındadır.




...



KISSADAN HİSSE - KÖRLÜK







"Ya size aslında kısmen kör olduğunuzu söylesem ?

Yani şu an, aslında dünyayı tamamen olduğu gibi gördüğünüzü sanıyorsunuz ama aslında bir şeyi kaçırıyorsunuz.

Gözlerimizi her açtığımızda, ışık retinamızı her aydınlattığında , foto resetör denilen sinir hücreleri ışıkla etkileşime girer, bilgiyi beynimize aktarır, böylece görme eylemini gerçekleştiririz.

Ama retinamızda hiç foto reseptörün olmadığı küçük bir alan var.
Buna bir skotom ya da "Kör Nokta" denir ve hepimizde var.

Peki bu doğruysa nasıl oluyor da hiç "kara bölge" görmüyoruz?

Hiç "kara bölge" görmememizin nedeni :
Beynimizin orada ne olacağına dair tahmin yürütmekte çok iyi olmasıdır ve otomatik olarak boşluğu doldurmakta.

Bazen ne görmek istediğimizi biliriz ve neokorteksimiz bu beklentiyi alır, bir çeşit sanal gerçekliğe dönüştürür.

Bu da gördüğümüz dünyanın bir kısmının bir göz yanılması olduğu manasına gelir.

Bunu bizi ne kadar savunmasız yaptığını düşününce aslında korkutucu bir fikir.



Peki "Kör noktalarımızı" nasıl keşfederiz ?

Gözlerimizin önündeki gerçeği tam olarak nasıl görebiliriz ?



Başlamak için güzel bir yer ; Zihnimizi açmaktır !



Çünkü Fransız filozof Henri Bergson'un da söylediği gibi...

- Göz yalnızca zihnin kavramaya hazır olduğu şeyleri görür-"






Perception dizisinden
....



23 Haziran 2013 Pazar

DİREN TÜRKİYEM / DİREN DÜNYA


ORANTISIZ ZEKA




YANDAŞ/SATILIK MEDYA



NO NWO (NO NEW WORLD ORDER)

NED STARK BU GÜNLERİ GÖREMEDİ !




DİRENİYORUM
ÖYLEYSE VARIM 





***

ORANTISIZ ZEKA


(D)elta, (I)ndia, (R)omeo, (E)cho , (N)ovember ,
 (G)olf , (E)cho, (Z)ulu , (I)ndia 





ODTÜ Sloganları 

Marx burada, Spencer nerede?

Dünyada bir çapulcu dolaşıyor.

Bu Marx bir harika dostum.

Diren Darwin —Evrim Lobisi

Mezun olacağımızın istihbaratını bir yıl önceden aldık.

Asistanarımızı zor tutuyoruz.

Devrim'e ayakkabılarla girdiler.

Anne merak etme ben iyiyim, burada polis yok.

Mutantlar baş olmuş.

Onlar gaz sıkar, Müjgan'la ben ağlaşırız.

En az üç diploma.

Mezun olamıyoruz, bu da mı tesadüf?

Tezimi bitirmeme dış mihraklar engel oldu.

GEZİ'ye sahip olabilirsin, ama RUHUna asla!

Direniş yaz twiter'a yolla, polis evine gelsin.

Zincirlenimi kaybettim, hükümsüzdür.

Laboratuvarlarda kızlı erkekli robot yapıyorlar.

Slogan bulamadık, galiba bize nazar değdi.

Geç oldu ama temiz oldu.

%50'miz mezun oldu, kalan %50'yi zor tutuyoruz.

TOMA'ya petrol veren bizden değildir.

Öldürmeyen TOMA güçlendirir.

Bu stadyum çok büyük AVM yapalım.

En güzel taş kaldırım taşıdır.

Sistemli bir delilik ancak örgütlenerek tedavi edilebilir.

White Sea çok güzel, sen de gelsene!

Diren babamın cüzdanı.

Einstein'ın saçının kılıyız. —Fizik B.

8 barlık basıncı deneyerek öğrendik. —Fizik B.

Freud'un saçının teliyim. —Biyoloji B.

Taksitle çaldığın özgürluğümüzü faizi ile geri alacağız. —İşletme B.

Kahrolsun bağzı faiz lobileri. —İşletme B.

Fıskıyenin arkasındaki belediyeyi kim soydu? —Bilgisayar Müh.

Bunca yıllık eletronikçiyiz böyle direnç görmedik. —
Elektronik Müh.

Helikopteri biber gazı atın diye mi yapıyoz la! —
Havacılık ve Uzay B.

Çapulcu nesil bizim eserimiz olacak. —Eğitim F.

Beton kadar dirençliyiz. —İnşaat F.

Bizim meselemiz 3-5 ağaç değil. —Çevre Mühendisliği B.

Yönetecek kamu mu bıraktınız? —Kamu Yönetimi B.

Biz bu bölümü promterdan okumadık. —Kamu Yönetimi B.

Dış mihraklar biziz. —Uluslararası İlişkiler B.

Sosyolojiyi size öğretecek değiliz. —Sosyoloji B.

Michel Foucault'nun askerleriyiz. —Sosyoloji B.

Senden tez konusu olmaz. —Psikoloji B.

Olur öyle. —Psikoloji B.

Aynı TOMA'da 2 kere yıkanılmaz. —Felsefe B.

Aklımın %50'sinin zor tutuyorum. —Enformatik Enstitüsü

80 kişiden 23 mezun, %70'i bölümde zor tutuyoruz. —
Matematik B.

Kadınlı erkekli integral alıyoruz. —Matematik B.

DİRENmek KİMYAmızda var! —Kimya B.

Valimutlu su da (H2O) kimyasaldır. —Kimya B.

Kırılmayan fışkiye tasarlarız. —Endüstriyel Tasarım B.

Su uyur, tasarımcı uyumaz. —Endüstriyel Tasarım B.

Benim tasarımcı bacılarımı juride üzmüşler. —
Endüstriyel Tasarım B.

Rant için değil halk için mimarlık. —Mimarlık B.

327 koltuklu uzay gemiciğiniz hazır başbakan, bi binin bişey deniyeceğiz.Uzay Lobisi - 
Uzay Bilimleri


VATANDAŞ



Duyuyor musun bizi? İşte çapulcunun sesi" 
(Do you hear the people sing?)














Gün gün Gezi Parkı direnişi için tıklayın :





***