Translate

Nutuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nutuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2014 Çarşamba

8 Ekim 2013 Salı

EY TÜRK GENÇLİĞİ - TURKISH YOUTH - TURKSE JEUGD





Turkish Youth ! 


Your primary duty is ever to preserve and defend the National independence, the Turkish Republic.

That is the only basis of your existence and your future. This basis contains your most precious treasure. In the future, too, there will be ill-will, both in the country itself and abroad, which will try to tear this treasure from you. 

If one day you are compelled to defend your independence and the Republic, then, in order to fulfil your duty, you will have to look beyond the possibilities and conditions in which you might find yourself. It may be that these conditions and possibilities are altogether unfavourable. It is possible that the enemies who desire to destroy your independence and your Republic represent the strongest force that the earth has ever seen; that they have, through craft and force, taken possession of all the fortresses and arsenals of the Fatherland; that all its armies are scattered and the country actually and completely occupied.

Assuming, in order to look still darker possibilities in the face, that those who hold the power of Government within the country have fallen into error, that they are fools or traitors, yes, even that these leading persons identify their personal interests with the enemy's political goals, it might happen that the nation came into complete privation, into the most extreme distress; that it found itself in a condition of ruin and complete exhaustion.

Even under those circumstances, O Turkish child of future generations! it is your duty to save the independence, the Turkish Republic.

The strength that you will need for this is mighty in the noble blood which flows in your veins.


GAZI MUSTAFA KEMAL
PRESİDENT OF THE TURKISH REPUBLİC 
OCTOBER 1927



e-book : 
A SPEECH BY MUSTAFA KEMAL ATATURK



...................



Turkse jeugd!


Uw eerste taak is voor altijd de Turkse onafhankelijkheid en de Turkse republiek verdedigen.

Dit is het fundament van je bestaan en je toekomst. Deze stichting is uw kostbaarste schat. In de toekomst zullen er kwaadaardige mensen binnen-en het buitenland wensen om je te beroven van deze schat. Als je op een dag bent gedwongen om uw onafhankelijkheid en uw republiek te verdedigen, moet je niet talmen om de mogelijkheden en omstandigheden van de situatie af te wegen alvorens uw plicht. Deze mogelijkheden en omstandigheden kunnen zeer ongunstig zijn. De vijanden hebben een samenzwering tegen uw onafhankelijkheid en uw republiek. Ze kunnen achter hen een overwinning hebben ongekend in de annalen van de wereld. Het kan zijn dat, door geweld en list, alle forten van uw geliefde vaderland kan worden vastgelegd, al zijn scheepswerven bezet, al zijn legers verspreid en voor elk deel van het land binnengevallen. En droeviger en ernstiger zijn dan buiten al deze omstandigheden, degenen die de macht in het land hebben in de fout zittende, misleide en verraders zijn. Bovendien kunnen ze hun persoonlijke belangen identificeren met de politieke ontwerpen van de indringers. Het land kan worden verarmd, geruïneerd en uitgeput.

Jeugd van de toekomst van Turkije,

Zelfs in dergelijke omstandigheden is het uw plicht om de Turkse onafhankelijkheid en republiek redden.

U zult de kracht die je nodig hebt in je edele bloed te vinden.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk


........................

Ey Türk Gençliği!


Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!



Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927



_____________________MKA_____________________



17 Mart 2013 Pazar

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE NUTUK


‎"TÜRK ATA YURDUNA VE TÜRKÜN BAĞIMSIZLIĞINA SALDIRANLAR KİMLER OLURSA OLSUN , ONLARA BÜTÜN MİLLETÇE SİLAHLA KARŞI KOYMAK VE ONLARLA ÇARPIŞMAK GEREKİYORDU."


MUSTAFA KEMAL





































VİDEOLAR İÇİN TÜRKYUVASI'NA TEŞEKKÜRLER.
...

29 Ekim 2012 Pazartesi

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN







Türküm Ne Mutlu Bana 




Ne mutlu bana ki Türk yaratıldım
Gönlümün en yüksek gururudur bu
Ne esir edildim, ne de satıldım;
Türk benliği Türklük şuurudur bu.
Bu gurur, bu şuur dünyalar değer
Değişmem cihana verseler eğer
      
İshak Refet






Cumhuriyet yönetimi ve anlamı


Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 251)


Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir. (Gazinin N.A.V., Muhit Mec, Sene: 3, No: 32, 1931, s. 7-8)


Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıkî uygulamasını sağlayan hükümet şekli, cumhuriyettir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazılan, s. 410-411)


Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve haklı olmak şartiyle her fikre hürmet ederiz. Her görüş bizce saygıya değerdir. Yalnız, karşı çıkanlarımızın insaflı olması gerekir.  1923 (Atatürk’ün S.D. III, s.71)


Cumhuriyet, imkân demektir. Cumhuriyet, yalnızca adıyla bile birey özgürlüğünü aşılayan sihirli bir aşıdır. Görülecektir ki, cumhuriyet imkânları olan her memleket, özgürlük davasında er geç başarılı olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri aşamalara götüren imkânları verir. Bağımsızlık ve özgürlüğüne sahip olan milletler, ilerleme yolunda imkânlara sahip demektirler. O halde cumhuriyet, her alanda ilerlemenin de en belirgin teminatıdır. Cumhuriyeti bu anlamıyla ve bu kapsamıyla anlamak gerekir.  (Atatürk’ten BM., s. 45)









Cumhuriyet ile sultanlığın farkı



Cumhuriyet, ahlaksal erdeme dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet yönetimi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir.  1925 (Atatürk’ün S.D.U, s.231)



Türk milleti ve cumhuriyet yönetimi



Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir. 1924 (Atatürk’ün S.D. 111, s. 74)


Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin gerçek eğilimlerine uyarak devlet şeklini, cumhuriyet şeklinde kesin olarak sağlamlaştırdı. Cumhuriyet yönetimi memlekette en ıssız köşeye kadar coşkunluk ve heyecanla kabul edildi. Millet,cumhuriyetin Türk vatanını yüzyılların birikmiş kötü yönetiminden kurtaracak ve memleketin lâyık olduğu itibar ve saygıyı koruyacak ve yükseltecek biricik yönetim şekli olduğuna inancını en belirgin şekilde gösterdi. Millet, cumhuriyetin bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesinlikle ve sonsuza kadar korunmasını istemektedir. Milletin isteği, cumhuriyetin denenmiş ve olumlu bütün kurallara bir an evvel ve tamamen dayandırılması şeklinde ifade olunabilir. Yüce Meclis’in çok önemle meşgul olduğu Anayasa’da, milletin isteğini davranış yolu kabul etmek hepimizin görevidir.  1924 (Atatürk’ün S.D.I, s.314-315)


Büyük, önemli bir devrim oldu. Bu devrim, milletin kurtuluşu adına, hak adına yapıldı. Milletimiz, demokratik bir hükümet kurmak sayesinde düşman ordularını yok etti, vatanı istilâdan kurtardı. Kahraman ordumuzun cesaret meydanlarında kazandığı zaferi, siyaset alanında da verimli yaptı. Türkiye’nin yeni yönetimi yaptığı işlerle, başarı ile niteliğini tanıttıktan sonra dünyaca bilinen unvanıyla varlığını açıklığa kavuşturdu ve kuvvetlendirdi. Türk tarihinde bir cumhuriyet dönemi açtı. 1924 (Atatürk’ün SD.II, s.165-166)


Cumhuriyet, Türk milletinin refah ve yükselmesi yolunda yüzyılların görmediği başarılara erişti. Milletin eğilimlerini ve gereksinimlerini bularak ve öğrenerek onun refah ve gelişme gereklerini gerçekleştirmekte cumhuriyetin az zamanda elde ettiği sonuçlar, cumhuriyet yönetiminin milletimize hazırladığı geleceğin daha ne kadar parlak olduğunu tahmin ettirmeye yeterlidir. Asla şüphe yoktur ki, cumhuriyetin gelecek evlâtları, bizden daha çok refaha erişmiş ve  mutlu olacaklardır.  7927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s.435)


Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek biricik emelimdir.  1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.70)


Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini güvenli ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik bakımından, büsbütün yeni bir yaşamın müjdecisi olmuştur. 1936 (Atatürk’ün S.D. I, s. 372)


On yaşını bitiren cumhuriyetimiz, daha kurulurken kendine çizdiği hareket çizgisini adım adım izlemiş ve kısa süre içinde yakın geçmişin biriktirdiği karanlıkları dağıtmayı başarmıştır.  1933 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 560)



Bu yıl cumhuriyetin onuncu yılını kutlamakla mutlu olduk. Milletimizin gösterdiği taşkın sevinçler, gönüllerimizi övünçle doldurdu. Cumhuriyetin verimlilikleri, ülkenin her bucağında canlandırıldı. Millet, geçen on yıllık cumhuriyet eserlerini topluca gözden geçirdi ve gerçekten sevinmeye ve övünmeye hakkı olduğunu gördü. Geçen on yıl gelecek dönemler için, bir başlangıçtan başka bir şey değildir. Bununla beraber, eski dönemlerin tarihi karşısında cumhuriyetin bu on yılı, eşi görülmeyen bir diriliş ve göz kamaştırıcı bir ileri atılış anıtıdır. 1933 (Atatürk’ün S.D.I, s.359)


Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütümüz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümettir ki, onun ismi cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları, kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. 1925 (Atatürk’ün S.D. 11, s.230)


29 Ekim 1923′de Cumhuriyet’in ilâm ve Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Meclis’te yaptığı konuşmadan: Son yıllarda milletimizin fiilen gösterdiği yetenek ve kavrayış, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar dalgın ve ne kadar incelemeden uzak, görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel kanıtladı. Milletimiz, sahip olduğu özelliklerini ve değerini, hükümetinin yeni ismiyle, uygarlık dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeyi başaracaktır. Türkiye Cumhuriyeti, dünyada işgal ettiği yere lâyık olduğunu eserleriyle kanıtlayacaktır.nDaima saygıdeğer arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir şekilde yapışarak, onların kişiliklerinden kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım. Milletin sevgisini daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve galip olacaktır. 29 Ekim 1923 (Nutuk 11, s. 814-815)


Bir akşam sofrada, Kılıç Ali tarafından kaydedilen bir sözü:

- Cumhuriyetçilik ve toplumsal devrim, lâiklik ve yenilikseverlik Türk’ün öz malı ve özelliği haline geldiğini görmek, benim için büyük bir mutluluk olacaktır. Onun meydana gelişi çok yaklaşmıştır. O günden sonra uygarlık ve devrim yolunun kararlı yolcuları arasında, elbette görüş ve düşünüş farkları, önlem ayrılıkları doğal olarak ortaya çıkar. Bu ayrılıklarında millet için, memleket için, devlet için daima hayır ve rahmet doğacak. (Kılıç Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Milliyet gazetesi, 2.11.1970)

Bu millet, bu memleket, yeni rejimi üzerinde dünyanın en beğenilen bir varlığı olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim. 1929 (İkdam gazetesi, 11.8.1929)

Memnuniyetle görmekteyiz ki cumhuriyet rejimi, yurdumuzda huzur ve rahatın en iyi yerleşmesini sağlamış bulunuyor. Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, cumhuriyet yasalarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan özgürlük, refah ve mutluluk imkânlarından en üst derecede yararlanmaktadırlar.  1937 (Atatürk’ün S.D.I, s.377)

Cumhuriyet bayrağı altında toplanmak

Bu kadar matemler ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için kesinlikle egemenliğine sahip kalmak ve cumhuriyet bayrağı altında bütün evlâtlarını toplu ve dikkatli bulundurmak gerekir. 
1924 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 180)







Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır


1926 İzmir suikast girişiminden sonra milletin binlerce telgrafla bu iğrenç girişimi lanetlemesi ve üzüntülerini bildirmesi nedeniyle Anadolu Ajansı’na verdiği demeçten:


Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından oluşan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve bilincinde kurulmuş olan cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan 
doğmuş ilkelerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf beyinli bahtsızlardır. Bu gibi bahtsızların, cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları davranışla karşılaşmaktan başka talihleri olamaz. Benim değersiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır; fakat, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır. Ve Türk milleti güvenlik ve mutluluğunun kefili olan ilkelerle, uygarlık yolunda, duraksamadan yürümeye devam edecektir.  1926 (Atatürk’ün S.D. m, s. 80)



Efendiler! Size şunu söyleyeyim ki, devrimci Türkiye Cumhuriyeti’ni benim kişiliğimde var zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her anlamı ile, büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Değerli evlâtlarının elinde daima yükselecek, sonsuza dek yaşayacaktır. 
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965)



Türk milletinin geleceği, bugünkü evlâtlarının görüş isabeti, yorulmak alışkanlığında olmayan çalışma gayretiyle büyük ve parlak olacaktır.         1927 (Atatürk’ün T.T.B. iv, s. 532)


Millî kararlılık ve bilincin değerli eseri olan aziz cumhuriyetin, bugünkü ve yarınki kuşağın demir ellerinde her an yükseleceğine ve yaşayacağına güvenim tamdır. 1927 (Atatürk’ün S.D. V, s. 160)





Atatürk’e ait el yazısı metin :


Benim için bir tek hedef vardır: Cumhuriyet hedefi! Bu hedefe erişmek için, belirli yolda yürüyen arkadaşların başarılı olması için, başvurulan doğru yolda, namuskârane yolda çok çalışmak ve etkin olmak gerekir. Arkadaşlar, benden kayırma beklenmemelidir. Hepiniz, benim gözümde değerli, yüksek kardeşlersiniz. Ama, hepinize gösterdiğim hedef kutsal bir hedeftir. Oraya yöneliksiniz. Hanginiz daha güzel yollarla, başarılarla oraya erişirseniz onu takdir edeceğim, alkışlayacağım. Benden kayırma ve tarafgirlik beklemeyiniz arkadaşlar! Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar değerlerini göstersinler! Benim, size kardeşçe söyleyeceğim şey budur. 
(Afetinan, Atatürk’ün B.N.M., s. 38)



Cumhuriyetin savunulması


Cumhuriyetimiz, öyle sanıldığı gibi zayıf değildir. Cumhuriyet emeksiz de kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. Gerektiğinde kurumlarımızı savunmak için gerekeni yapmaya hazırız.  (
1923 (Atatürk’ün S.D. III, S. 71)

Devrimimiz, Türkiye’nin yüzyıllar için mutluluğunu üstüne almıştır. Bize düşen, onu kavrayarak ve takdir ederek çalışmaktır. (1924 (Atatürk’ün S.D.H,s.187)

Cumhuriyet yolunda kararlılık ve başarı ile yürüyeceğiz. (1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.73)

Cumhuriyet kurumunun bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim.(
1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.70)


Gelecek kuşakların takdiri

Gelecek kuşakların, Türkiye’de cumhuriyetin ilânı günü, ona en acımasızca hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla sanmayınız! Tam tersine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşünüş biçimlerini çözümleme ve belirlemede hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak şekilde korunmasını zorunlu kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet yönetimi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir. (
1927 (Nutuk II, s. 831)





DOĞRULUK SONSUZLUĞUN GÜNEŞİDİR..
NASIL OLSA DOĞAR..



“Sevgili gençler!... Yalanlara, çarpıtmalara, yutturmalara karşı uyanık durun. Sizi kandırmalarına izin vermeyin. Gerçeğe saygı duyun ve gerçeği dürüst, namuslu kaynaklardan yararlanarak öğrenmeye çalışın. Doğru, gerçek tarihinizi, yanlışları ve doğrularıyla öğrenin. Ağzı kalabalık, kalemi karışık olanlara karşı dikkatli olun. Kanıtsız, belgesiz, tanıksız iddiaları, yani dedikoduları ciddiye almayın. Vicdanınız ve sağduyunuz pusulanız olsun. Tarihimizdeki doğrulardan yararlanın, yanlışlardan uzak durun.” (Turgut Özakman, Cumhuriyet, Ankara, 2009, s.12,13)






“Dünyanın yarısını her zaman ve dünyanın hepsini bir zaman aldatmak mümkündür; 
fakat bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir.”

Mustafa Kemal ATATÜRK







"CUMHURİYET’İN ONUNCU YIL  - PDF KUTLAMALARI" Yasemin DOĞANER
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Öğretim Görevlisi





BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

SB.



23 Eylül 2012 Pazar

ATATÜRK’ÜN BURSA NUTKU


Atatürk’ün “Bursa Nutku” gerçekten var mı, yoksa bu bir fanteziden mi ibaret?

Neden bazı  çevreler ilk günden beri bu Nutka şiddetle karşı çıkarken, kimi çevreler aynı şiddetle savunur?

Ağır Ceza Mahkemelerinde bile sorgulanan bu Nutuk, eğer gerçekten Atatürk tarafından söylenmişse, neden o zaman “Söylev ve Demeçleri”  arasında yer almıyor?

İyi ama her söylediği zaten orada kayıtlı mı ki?

Bu yazının sonunda mutlaka bir fikriniz olacak ve kararı siz vereceksiniz 
 İzmirdeydi… 

Haberi aldığında İzmir’deydi. Yorucu bir gün geçirmişti. O gün Buca’ya gitmişler, dönüşte İzmir Millî Kütüphanesini gezmiş, kitapları incelemiş, kütüphane hakkında bilgi almıştı. Bankaları, arkasından İncir Kooperatifi’ni  ziyaret etmişti. Akşam CHP’nin Karşıyaka’da vereceği baloya katılacaktı ki… Bursa’daki olayı duydu.(Şahingiray, 1955).

Vali Bey, olayın pek de büyütülecek bir yanı olmadığını anlatmaya çalışıyordu: 

     “…İki gün önce, 1 Şubat Çarşamba günü, Bursa Ulu Cami’den çıkan 100 kadar kişi, ‘ Ezan her yerde Arapça okunurken, neden bir tek Bursa’da Türkçe okunuyor? ‘ diye bağırışarak Müftülüğe doğru yürüyüşe geçmişler. Meraklıların da katılımıyla kalabalık giderek büyümüş. Müftü, bu konuda talimat alındığını, Ezanın yalnız Bursa’da değil, her yerde Türkçe okunduğunu, asıl yanıtı Vali’nin verebileceğini söyleyince de, kalabalık Hükümet Konağı’na yürümüş. Makamında olmayan Vali’yi beklerlerken merdivenlere oturmuşlar, sonra da polisin müdahalesiyle, bir olay çıkmaksızın dağılmışlar.”(Kocatürk, 1973) 

Vali’yi dikkatle dinliyordu. Sonra yüz hatları gerildi… çelik gibi bir ses tonuyla talimatını verdi:

 -“  Başvekil Paşayla temas kurun, bana Afyon’da katılsın! Tren hazırlansın, bu gece Bursa’ya hareket ediyoruz. Balo’ya gitmeyeceğim, ama balo yapılsın.” 

Hava birden değişmiş, ortalık buz kesmişti. Antalya’da bulunan İsmet Paşa’ya talimat iletildi ve sabaha karşı 03.30’da Atatürk beraberindekilerle İzmir’den Afyon’a doğru yola çıktı.

Hedef Bursaydı. 

Oysa, daha iki hafta önce gene Bursa’daydı. (17.1.1933). Çok sevdiği ve sık geldiği Bursa’da her zamanki gibi Valiliği, Belediyeyi, Komutanlığı ziyaret etmiş, şehirde tetkiklerde bulunmuş, son gün de İpekiş Dokuma Fabrikasını gezmişti. Hatıra defterine yazdıklarında içtendi. 

     ”…İpekiş Fabrikası’nda gördüklerimden çok sevinç duydum”. 

Nerede bir fabrika açsa, çocuklar gibi şenlenir, mutlu olurdu. Çünkü fabrika demek, üretim demek, kalkınma demek, teknoloji demek, istihdam demekti, iş-aş demekti…  

Ama bu kez bu ani gidişinden hiç de mutlu olmadığı yüz ifadesinden belliydi. 15 Ocak’tan beri seyahat halindeydi. Önce Bursa’ya gelmiş, sonra Bandırma, Balıkesir, Kütahya, Afyon ve Konya’yı ziyaret edip, Adana’ya kadar gitmişti. (25 Ocak). Oradan Gaziantep, sonra tekrar Adana, nihayet Mersin. (28 Ocak 1933). Buradan Gülcemal Vapuruyla Antalya ve İsmet Paşayla buluşma. Daha sonra da Fethiye ve Marmaris üzerinden İzmir. (31 Ocak 1933). (Şahingiray,1955). 
İsmet Paşayla Başbaşa… 

Ve işte şimdi de sabaha karşı Afyon’da Başvekil Paşayla baş başaydı. İstasyondaki uğurlama merasimini kısa tuttular ve hemen kompartmanlarına geçtiler. Tren bir an önce Bileciğe varmak ister gibi  karanlığın derinliklerinde yoluna hızla devam ederken, Bursa’da olanları giderek hiddetlenen bir ses tonuyla başvekiline anlatmaya başlamıştı bile. 

İyi ama, İsmet Paşa’nın bu olaydan haberi elbette vardı fakat doğrusu bu kadar telaş edecek bir olay gibi de görmemişti olanları... Ama Atatürk öyle bir döküm yaptı ki, yılların Başvekil Paşası’nın da çok geçmeden suratı asıldı. Atatürk’ü dinleyince hak verdi, çünkü bir noktayı çok kötü atlamıştı. Aslında herkes atlamıştı. Atatürk hariç… 

Afyon’dan Eskişehir’e kadar Başvekil’e içini döktü. Özellikle Serbest Fırka günlerinin geri gelmesinden endişeliydi, bu konuda İsmet Paşa’ya özellikle idarecilerin kayıtsızlığı konusunda yakındı. Eskişehir’e gelince İsmet Paşa Ankara’ya gitmek üzere ayrılırken, Atatürk Bileciğe doğru yoluna devam ediyordu. 

Afyon-Eskişehir arasında ne konuştular? 1928-1933 arasında olup biten her şeyi… 

     Tam da memleketin dar bir geçitten geçtiği günlerdi. 

Daha birkaç yıl önce, 1928’de, Latin Harflerine geçişle ilgili devrimin ülke için ne kadar da önemli olduğunu kavrayamamış bir yobaz kesim, bu olaya “ Kur’an harflerini terkediş” gözüyle bakarken, bir de Anayasa’dan “…devletin dini islâmdır” hükmünün çıkarılışını duyunca homurdanmalar bütün ülkede iyice yükselmişti. (10 Nisan 1928).

Çabuk atlatmışlar, bu reformun meyvelerini de bir yıl gibi kısa sürede toplamaya başlamışlardı. 

Ardından, tam da bu sırada 1929 Dünya Ekonomik Krizi patlamıştı. Bundan Türkiye’nin etkilenmemesi zaten olanak dışıydı. Homurtular daha da yoğunlaştı ama devrim hız kesmeden  sürüyordu.  Şimdi de “Kadın Hakları” gündemin başındaydı ve Avrupa’nın pek çok ülkesinde bu haklar kadınlara henüz tanınmazken, Belediye seçimlerinden başlayarak Türk kadınının seçme ve seçilme haklarına sahip olmasının yolu açılmıştı. (3 Nisan 1930).  “Kadın ancak hamur yoğurur, çocuk doğurur” zihniyetindeki tarikat-cemaat ehli yığınlar, bu gelişmeleri dişlerini gıcırtarak, “la havle…”çekerek izliyorlardı. Bunun farkındaydı. Umursamıyordu ama dikkatliydi. 

 Normal olarak her ülkede iktidarlar, özellikle bu tür zor koşullardan geçilirken “muhalefet” istemezler. Atatürk, tam aksine, toplumun bir an önce demokrasi kültürüne sahip olabilmesi için, kendi eliyle ve hatta baskısıyla, kendi kurduğu partiye karşı muhalefet yapması için, yakın arkadaşı ve Paris Büyükelçimiz Ali Fethi Okyar’ı bir muhalif parti kurmaya ikna etmişti. Serbest Fırka böyle kurulmuştu. (12 Ağustos 1930). Ne yazık ki bu iyi niyetli girişim, cumhuriyetin o güne kadar getirdiği kazanımların tümünün bir anda yok olması anlamına gelecek şekilde ülkedeki tüm gericilerin bu parti etrafında toplanması nedeniyle, bizzat bu tehlikeyi gören Fethi Bey tarafından kapatılmıştı. (17.11.1930). Bu olay da gösteriyordu ki, pusudaydılar…ve hep tetikte olmak zorunluydu…(Göze,2000) 
Şehit edilen yedek Subay KUBİLAY
Menemen’i Yakın… 

Nitekim, korkulan oldu. Aradan bir ay geçmişti ki, “Menemen Olayı” patladı. İzmir’in Menemen ilçesinde Giritli Derviş Mehmedî adlı Nakşibendi Tarikatı’na bağlı bir yobazın önderliğinde bir kalabalık, Belediye Meydanı’nda toplanıp, zikrederek şeriatı ilan ettiklerini duyurmuşlardı. Olaya bir müfreze ile müdahale etmeye çalışan yedek subay Kubilay, boğazı kesilerek şehit edilmişti. Cumhuriyet Hükümeti derhal gereken tedbiri alıp suçluları en ağır şekilde cezalandırmıştı ama, Atatürk günlerce bu olayın etkisinden kurtulamamıştı. Her defasında önündeki tabakta Kubilay’ın kesik başını gördüğü için, günlerce yemekten kesildi, uzun süre et yemeği yiyemedi.  

İşte o günlerde ve o kızgınlıkla İsmet Paşa’ya dönüp:

     “Menemen halkını taşıyın ve Menemen’i yakın. Cumhuriyet’in gelecek nesillerine bir örnek olması için de Menemen’i o yanık haliyle muhafaza edin” emrini vermişti.  

İsmet Paşa bu tür emirleri uygulamaz, 48 saat bekletirdi. Buna birlikte karar vermişlerdi. İyi ki de öyle yapardı. Eğer Atatürk konuyu tekrar açıp,  sormazsa, bu İsmet’e “…o meseleyi sen de unut…” anlamına gelirdi… Menemen konusunda da öyle olmuştu… Konu kapandı. 

Atatürk’ün sabaha karşı bütün bunları İsmet Paşa’ya yeniden hatırlatması için elbette kendince haklı bir nedeni vardı. Yoksa mesele, kimilerinin sandığı gibi 100 kişinin Bursa’da toplanıp, rastgele bağırıp çağırıp sonra da dağılmasından ibaret, basit bir mesele olsaydı, o zaman iki “devrimcinin” sabahın ayazında, kör bir istasyonda buluşup, bir kompartımana çekilip sabaha kadar tartıştıkları ne olaydı ki? 

Türkçe Ezan… 

Dışarıda gün hafif hafif ışıyor, Eskişehir’e yaklaşıyorlardı. Atatürk, nihayet asıl konuya gelebilmişti. Kendisini en çok endişeye sevk eden meseleye: Ezanın Türkçe okunması meselesine. 

Geçen yıl tam da bu günlerde çok cesur bir karar daha almıştı. Verdiği talimat üzerine 23 Ocak 1932  günü Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti Şefi Binbaşı Hafız Yaşar (Okur), İstanbul’da Karaköy’deki Yer altı Camii’nde Cuma namazından sonra ilk kez Yasin Suresi’ni önce Arapça, sonra Türkçe okumuştu. 

Yer yerinden oynamıştı ama Hükümet en ufak bir zaaf göstermemiş, uygulama sürüyordu. Aradan sadece 10 gün kadar geçmişti. 3 Şubat 1932 günü Kadir gecesiydi. Ayasofya’da yatsı namazından sonra aralarında bir çok tanınmış hafızın bulunduğu Mevlidhan Heyeti, önce Mevlid ve arkasından Kur’an okumuşlardı…Türkçe olarak… 

Radyodan yapılan canlı yayın bütün ülkede büyük yankı  yapmıştı. Ankara’da Atatürk heykelinin yanına monte edilen hoparlörden de halka dinletilen bu yayını, Ankaralılar, kar altında dinlemişlerdi. Türkçe Kur’an değişik İslâm ülkelerinden de değişik tepkiler almıştı. Kimi çevreler bunu “dinsizlik” olarak değerlendirirken, bazıları da olumlu karşılamıştı. İki gün sonra da, 5 Şubat’ta Süleymaniye Camii’nde ilk Türkçe “hutbe” okunmuştu. (Kocatürk, 1973). 
ATATÜRK BURSA'DA
Yoksa, rövanş mı? 

Aradan tamı tamına bir yıl geçmişti. İşte bugün de günlerden 5 Şubat’tı. Bursa olaylarını İzmir’de haber aldığında ise 3 Şubat. Acaba tam da bu yıldönümü günlerinde geçen yılki bir şeylerin rövanşı mı alınıyordu? Bu olaylar bir rastlantı mıydı, yoksa organize olmuş bir takım çevreler Cumhuriyet’e bir mesaj mı vermek istiyorlardı? Atatürk’ün olayın üzerine hızla gitmesinin sebebi buydu. Başbakanını yanına almış, İçişleri Bakanı ile Adalet Bakanını da Bursa’ya çağırtmış,  devrimi yapan adam, yaptığı devrime sahip çıkıyordu. 

İsmet Paşa Eskişehir’de ayrıldıktan sonra, kızgınlığı hâlâ geçmediği için, beraberindekilere yakınmaya devam etti: 

       “Bir devrim yapıyoruz, oyun mu oynuyoruz? Toplumu bir yerden bir yere taşımak istiyoruz, yasalar çıkarıyoruz, gericiler karşı çıkıyor…Hakimi, polisi, savcısı seyrediyor. Benden ne yapmamı istiyorsunuz, oturup beklememi mi?”… 

Orada bulunan gazetecilerden ve tarihçi Nizamettin Nazif Tepedelen, ilerde o günleri işte böyle anlatacak ve ekleyecek:

     “Öylesine kabına sığmaz bir hali vardı ki, makiniste haber gönderdi:”

-Niye böyle yavaş gidiyoruz, daha hızlı, daha hızlı!...’  


Sabah saat 05.00’te Bileciğe geldiler. Burada trenden inildi, bekleyen otomobillere binildi ve saat 09.30’da olay mahalline, hızla Bursa’ya geldi. (Önder, 1998). Doğru Vilayet’e gidip olaya el koydu. Meseleyi kavramıştı. Olay, korktuğu ölçüde planlı, örgütlü bir olay değildi. Buna rağmen, sayıları az da olsa birilerinin Cumhuriyet’e hesap sorarcasına Vilayete gelip taşkınlık yapmalarına görevlilerin sessiz kalışını kabul edemiyordu. Bu eylem Cumhuriyet yasasına aykırıydı, buna karşın kimse tutuklanmamıştı. Bu kabul edilebilir değildi.

Ertesi gün 6 Şubat. O gün İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Adalet Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek de Bursa’ya geldiler. Yapılan incelemeler sonucunda, olayda ihmali görülen Savcı Sakıp Bey, Sulh Ceza  Hakimi Hasan Bey ve Bursa Müftüsü Nurettin Bey  görevden alındı ve 15 kişi tutuklandı.. 

Aynı  gün Anadolu Ajansı’na resmî demecini verdi: 


     Resmî  Demeç… 

     “…Bursa’ya geldim.  Olay hakkında ilgililerden bilgi aldım. Olay aslında fazla önemi haiz değildir. Herhalde mürteciler Cumhuriyet Adliyesi’nin pençesinden kurtulamayacaktır. Olaya dikkatimizi bilhassa çevirmemizin sebebi, dinî siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır. Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır.” (Cumhuriyet, 7 Şubat 1933), (Ülker,2008). 

O gün akşam Gülcemal Vapuruyla İstanbul’a dönecekti. Hareket saati 19.30’du, fazla vakti yoktu ama gene de Çekirge Köşkü’nde bir yemeğe katılmayı kabul etti. Bu, her zamanki bildik ziyafetlerden değildi. Belliydi ki olayın utancını taşıyan bazı Bursalı yöneticiler, olayı yumuşatıp gönlünü alma çabasındaydılar. Aslında o gün biri Belediye Meclisi’nde olmak üzere iki yerde daha konuştu. Söyledikleri birbirini tamamlıyordu. İrticaya karşı uyanık olunmalıydı. Bu konuda gençliğe çok iş düşüyordu. Devrime sahip çıkma hususunda her şeyi İdare’den beklemek olmazdı. 

Çekirge’deki salonda gençler çoğunluktaydı. Masada ise 15 Ocak’tan beri kendisine refakat eden arkadaşları: Kılıç Ali, Saffet Bey, Nuri Conker, Salih Bozok, Hasan Cavit, Sami Bey, Kâzım Bey, Mümtaz Bey, Avni Bey, Şahap Bey ve Ferit Bey. Vali Fatin Bey, Belediye Başkanı Muhittin Bey. (Şahiniray, 1955). 

Daha sonraki gelişmelerden öğreniyoruz ki, Bursalı gazeteciler, Rıza Ruşen Yücer, Musa Ataş, heyetle beraber olan gazeteci Nizamettin Nazif Tepedelenli de oradadırlar. Atatürk’ün Yaveri Cevdet Tolgay da olaya tanık olanlardandır. Atatürk’ün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak sofrada değil, yan odada işiyle meşguldür.  Atatürk’ün burada yaptığı konuşmayı aynı gün Yaver Cevdet Tolgay’dan dinleyecek ve bunu ilerde Falih Rıfkı Atay’a anlatacaktır.( Bu tanıklar konusuna tekrar döneceğiz). 

Seyahatin başında ve İzmir’e kadarki bölümünde Celal Bayar da heyetin içindedir ama Bayar Afyon’da gruptan ayrılmış, bu kez Antalya’dan gelen İsmet Paşa heyete katılmış, Eskişehir’de de O Ankara’ya gitmek üzere ayrılmıştır. (Bazı kayıtlarda Bursa’ya geldiği yazılıdır.) Ayrıca Bursa’ya bugün gelen vekiller, Şükrü Kaya ve Yusuf kemal Tengirşek de elbette masadadırlar.  

Konuşulan konu günün konusudur: İrtica ve devrimler. 


Gençlerden biri… 

Gençlerden biri ”…Bursa Gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olan güveninden ötürü…”demeye kalktı, olanlar oldu… Atatürk elinden çatalı, bıçağı bıraktı, arkadaşları vücut dilinden fırtınanın yakın olduğunu anlamışlar, onlar da yemeğe ara vermişlerdi; gözlerini gence dikti ve adeta gürleyerek, sonradan “Bursa Nutku” olarak bilinen sözleri bir çırpıda söyleyiverdi: 

     “ Bursa Gençliği de ne demek? Memlekette parça parça, yer yer gençlik yoktur! Sadece ve toplu olarak Türk Gençliği vardır. Türk Genci, inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve inkılapları benimsemiştir…”  

Sofrada soluk alınmıyordu. Herkes pürdikkat Atatürk’ü dinliyordu. Bir devlet başkanı olarak öyle noktalara değinmişti ki, yarın bu söylediklerine kendisi de hedef olabilirdi ama bundan kaygı duymuyordu, yeter ki Gençlik beklediği gençlik olsun. İşte ancak o zaman Cumhuriyet’in sonsuza değin emin ellerde olacağına inanıyordu ve işte ancak gençliğe duyduğu bu güven O’nu rahatlatıyordu. Gençliğe sonsuz kredi tanıyordu. (Ülker, 2008). 

Çok ileriki yıllarda değerli bir akademisyen, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, bu konuda şöyle yazacaktır: “… Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile zaaf içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlarından kuşkulanabilen ama gençliğe böylesine sınırsız bir güven besleyen, böylesine “çek veren”, gençliği böylesine “son çare” olarak gören bir devrimci yoktur. Ve Atatürk, hem gelecek iktidarlar, hem de gençlik konusunda yanılmamıştır.” (Kışlalı). 

Sofrada not alınmadı… 

Atatürk konuşurken sofradakiler not almamışlardı. Nutkun metni o yüzden “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”arasında yoktur ve basına da verilmemiştir. Ama bu da söylenmediği anlamına gelmez. Uzun yıllardır Atatürk’ün sofrasında İsmet Paşa’nın uygulattığı bir sistem vardı: Sofrada konuşulan sofrada kalırdı. Hele sofrada içki servisi varsa. Aksine durumlarda bu (yani not tutulabileceği) baştan belirtilirdi ve o zaman isteyen herkes not tutabilirdi. Nelerin basına verilip topluma aktarılacağı veya aktarılmayıp sofrada kalacağının takipçiliğini de İçişleri Bakanı (aynı zamanda Parti Genel Sekreteri) Şükrü Kaya yapardı. 

Hiçbir memleket meselesinin görüşüldüğü sofrada içki içilmemişti. Bu da sofranın yazılı olmayan kurallarındandı. Sofranın konusunu belirleyen Atatürk olduğu için, misafirler daha yerlerini alırken garson Cemal Granda’nın da, Şefgarson İbrahim’in de gözü Atatürk’te olurdu. 

     “-İçki servisi yapılsın…” talimatı verilmişse, gecenin biraz daha sakin geçeceği anlaşılırdı. 

Oturma düzeninde de bir disiplin vardı. Atatürk’ün sağ başındaki koltuk, İsmet Paşa’nındı. Mareşal sofrada konuksa, hiçbir şekilde sofraya içki servisi yapılmaz ve sağ başta Fevzi Çakmak, bu takdirde sol başta İsmet Paşa otururlardı. Atatürk Mareşale daima” hocam” diye hitap eder ve yemek sonrasında Atatürk bir tek Mareşali dış kapıda arabasına kadar gelerek yolcu eder, ona büyük saygı gösterirdi. Bu, Genelkurmay Başkanı’na özel saygı, Atatürk’ün yaşam biçimiydi. Onun için, tek bir istisnasız, yaşamı boyunca da bu saygıyı hep gösterdi. (Granda, 1973). 


Genelkurmay Başkanı’na Saygı… 

 Mareşal Çakmak Genelkurmay Başkanı, Atatürk ise Cumhurbaşkanı, yani cumhurun başı,  devletin başı. Uzun yıllar İnönü de Başbakan. Genelkurmay Başkanı anayasal bir kurum olarak hep onlara bağlı. Ama aralarındaki ilişkinin düzeyi işte buydu ve benzer düzeyi bütün başbakanlar gözetmek zorunda kalmışlardır. Çünkü onların hepsi Atatürk’ün “rahle-i tedrisi”nden (eğitiminden) geçmişlerdi. Şimdiki siyasilerimizin her birinin bir aslan kesilip, kimi satılmış basının satılmış yazarlarıyla kolkola, gerici tarikat-cemaat taifesinin koruması altında,  Genelkurmay Başkanlığını hedef alarak, üstelik bunu güya “sivil yönetim” ve “demokrasi” gibi yüce amaçlar için yapıyor pozuna bürünerek sürdürdükleri iğrenç kampanya var ya!...İnsan Atatürk dönemine bakıyor da, gerçek devlet adamlığının ne kadar farklı bir şey olduğunu o zaman bir kez daha anlıyor.  

Biz sofraya dönelim: 
Eğer Atatürk, topluma bir mesaj verecekse, o konuşma mutlaka not edilir ve gözden geçirildikten sonra gitmesi gereken yere gönderilirdi. Anadolu Ajansı’na verdiği demeçler böyledir. Gazetecilere demeç veriyorsa, söyleyeceğini doğrudan söyler ama özellikle dış politika konusunda gazetelere makale göndermişse, zaman zaman gönderdiklerini ertesi gün tekrar gözden geçirip, düzeltmeler yaptığı görülür. O yüzden baskıya girmezden önce hep bir son kontrol söz konusudur ve bu konularda Falih Rıfkı (Atay) frenleyicisi ve yardımcısıdır. (Atay, 1973). 

Hatay Meselesi konusunda Kurun Gazetesi’nde, gazetenin başyazarı Tarık Us imzasını kullanarak yazdığı on dört makalede kullandığı üslup son derece kırıcı ve agresivdir ve bunlarda daha çok bizzat hükümeti yani İnönü’yü eleştirmektedir ama  bu Fransa’ya karşı sürdürdüğü bir taktiktir.(Soyak, 1973). 

Sofrada mutlaka kara tahta ve her misafir sandalyesinin önünde not tutmak için bir kalem ve bir defter bulunur. Konuşulanlar not edilsin diye. Ama bir konuşma masada kalacaksa, bu da açıkça belirtilir, o zaman not tutmak da yoktur. 


Bursa Nutkunun Metni Elbette Atatürk’ün… 

Bursa’da Çekirge Köşkün’de yaptığı konuşma, topluma verdiği resmî bir demeç değildir. O, resmî demecini sabahleyin Anadolu Ajansı muhabirine vermiştir. Sofradaki olay spontane olarak gelişmiş, bir gencin bir açıklaması üzerine, o an içinden geçenleri samimi olarak seslendirmiştir, hepsi o kadar. Ama bunları bağıra bağıra, orada bulunanların gözlerinin içine baka baka söylemiştir. Bunda en ufak bir kuşku yoktur. Sürmekte olan devrimler konusunda kaygıları elbette vardır. Bu kaygıları haklı gösterecek onlarca sebep de gözler önündedir. Bu uzun yurtiçi gezilerinin de maksadı budur. Bursa’ya da seyahat planını değiştirerek, gece yarısı yollara düşüp, Anadolu’nun izbe istasyonlarında başbakanıyla buluşup, görüşüp, bakanlarıyla birlikte piknik yapmaya gitmedi elbette. Eğer o gün o genç o konuşmayı yapmasaydı da Atatürk, bir fırsatını gene yaratıp buna benzer bir konuşmayı gene yapacaktı. Bunun en kesin kanıtı, zaten aynı gün, Resmî Demeci’ni verdikten sonra, Çekirge’dekiyle birlikte üç konuşma yapmış olmasıdır. Yani bir tek Anadolu Ajansı’na verdiği demeç, onu tatmin etmemektedir ve hazır Bursa ‘ya gelmişken, Bursalıların dikkatini pusuda bekleyen tehlikeye çekmek istemektedir. 

Atatürk konuşurken, kimse kelimesi kelimesine o anda kayıt tutmadı ama daha sonra sofradakiler, mealen bu metni ortaya çıkardılar. Nitekim ilerde Bornova Savcısı’nın başvurusu üzerine Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu, bu metnin mealen Atatürk’e ait olduğunu “oybirliği” ile onaylayacaktır. (Ülker, 2008). 

Bursa Nutku, resmî bir demeç olmadığı için,”  Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” arasında yer almaz. Kimi aydın ve yazar, olayın sadece bu tarafına bakarak, bu metnin Atatürk’e ait olamayacağını savunurlar, yanlıştır. Çünkü Atatürk tarafından söylendiği açıkça bilinen yüzlerce söylem daha vardır ki, bunlar da Söylev ve Demeçleri arasında yer almazlar. Oralarda yer almaması, söylenmediği anlamına gelmez. 
Oysa Bursa Nutku’nun Atatürk tarafından söylendiği’nin en büyük iki kanıtı vardır: 

Üslup.
     Bursa Nutku’ndaki üslubu alın 10. Yıl Nutkunun yanına koyun. Sonra da 6 gün boyunca, ayakta, 36 saat 33 dakika boyunca okuduğu Büyük Nutuk’taki “Gençliğe Hitabı” ile kıyaslayın. 

       Üslup ve verilen mesaj aynıdır. Bunda en ufak kuşkunuz var mı? Olamaz. O zaman?... Gençliğe Hitabında, gelecekte bu ülkeyi yönetecek devlet adamlarının bile kimi zaman ihanetle anılabilir tutum ve davranış içinde olabileceklerine işaretle, o durumda da Gençliği rejimin bekçisi olmakla görevlendiren devrimci bir lider, neden Bursa Nutku’nda işaret ettiği noktaları , kimilerine göre, söylememiş olsun…Bunun bir mantığı var mı? Mesele hiç de karmaşık olmayan, son derecede açık bir konudur: Rejim, yani Cumhuriyet ve Devrimler tehlikede mi, Gençlik Görev Başına… 

İçerik.
     Atatürk’ün Bursa Nutku’nun içeriğini alın, O’nun “Gençliğe Hitabı” ile kıyaslayın. Atatürk’ün geleceğe yönelik tek kaygısının bir gün devrimlerin ve Cumhuriyet’in baltalanabileceği riski ve irtica olduğunu görürsünüz. Bunu da açıkça dile getirir ve Gençliği bu konuda hem uyarır hem görevlendirir. Bunda da en ufak bir kuşku yoktur.  

     Daha Cumhuriyet dört yaşındayken, 1927’de, bütün dünyanın önünde Türk Gençliği’ne hitap ederken, söylediklerine bir bakın: Cumhuriyet ve devrimler gençliğin en büyük “ hazinesi”dir, Atatürk buna değinir ve hemen arkasından uyarısını yapar: 

       “…seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların (sapkınların) olacaktır…bütün bu şeraitten (koşullardan) daha elîm (acı) ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hiyanet içinde olabilirler…hatta bu iktidar sahipleri , şahsî menfaatlarını müstevlilerin (işgalcilerin) siyasî emelleriyle tevhid edebilirler… (birleştirebilirler)”. (Kemal, 1928). 

Gençliği Teröre mi itiyor? 


Atatürk’ün bu sözleri söylemiş olduğuna şüphemiz var mı? Yok!... Çünkü bunlar 787 sayfalık Büyük Nutuk’un içinde beş dilde yazılmış olarak duruyor. O zaman Büyük Nutuk’ ta bunları söyleyen bir devrimci, Bursa Nutku’nu niye söylememiş olsun? 

Buna verilen yanıt genelde şudur: “Bursa Nutku’nun metni gençliği  kendi yönetimine, kendi devletine karşı gelmeye, düzeni bozmaya, terör yapmaya teşvik ediyor. Atatürk böyle bir şey istemiş olamaz. Çünkü o daima hukuktan ve düzenden yana olmuştur. O nedenle bu metin uydurmadır…”  

Aşağı yukarı söylenen budur. Şimdi bu görüşün analizini yapalım:  

Hiç  kuşku yok ki Atatürk, Bursa Nutkunda çizdiği irtica tablosu kendi yönetiminde de olsa, Gençliğin aynı şekilde tepki göstermesini istiyor ve ister. Bunun en kesin kanıtı, Atatürk’ün, kendi kurduğu CHP karşısında, kendi yönetimine karşı bir muhalefet partisi kurulabilmesi için samimi olarak gösterdiği çabadır.  

Kaldı  ki işte bu son olay, kendi yönetiminde cereyan etmiştir ve Atatürk, kendi yönetimindeyken meydana gelen bir gerici hareketi gençliğin  seyretmiş olmasını en ağır şekilde eleştirmektedir. Bu konuşmasının bir öncesinde, Belediye Meclisi’nde yaptığı konuşmada, “bu gibi durumlarda, polis müdahale edecekmiş, jandarma gelecekmiş, savcı gereğini yapacakmış” a aldırmaksızın gençlik, hiçbir kuvvetin desteğine ihtiyaç duymadan, kendi müdahalesini yapacaktır…”demiştir. 

Peki acaba bu söylemleriyle Atatürk, iddia edildiği gibi gençliği teröre mi teşvik etmektedir? 

Atatürk, Bursa Nutkuyla Türk Genci’ne ne zaman ve hangi durumda, taşla, sopayla, elinde ne varsa onunla eyleme geçmesini söylüyor? O noktaya bir daha bakalım: 

     “Türk Genci devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı gördüğü an…” diyerek sınırı çiziyor. 

F.RIFKI ATAY 
HASAN RIZA

  Hasan Rıza’dan Falih Rıfkı’ya… 

     İlerde, Falih Rıfkı Atay bu konuda 12 Aralık 1966 günkü Dünya Gazetesi’ndeki köşesinde bir makale yazacak ve bu konuyu tartışarak Nutkun katiyen böyle yasa dışı bir yönlendirmesi olmadığını savunacak. Atatürk’ün ölümüne kadar önce Özel Kalem Müdürlüğü’nü, sonra da Genel Sekreterliği’ni yapacak olan Hasan Rıza Soyak da Falih Rıfkı’ya bu yazısı üzerine gönderdiği bir mektupla onu destekleyecek ve:  

     “…Atatürk’ün hiçbir zaman gençliği meşru olmayan yollara yönlendirmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Böyle bir yönlendirmesi olmamıştır, Bursa Nutku’nun dikkatli okunması gereklidir. Söylediklerinin ruhuna bakmak gerekir. Dikkat buyurulursa, ‘polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, polis henüz inkılap ve Cumhuriyet’in polisi değildir diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır’ diyor. Dikkat buyurulsun, ‘ polise de saldıracaktır’ demiyor, ‘hatta karşı gelecektir’ de demiyor. ‘ Ben inanç ve kanaatimin icabını yaptım, müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir’ diyecek, diyor. (Atay,Dünya Gazetesi,12.12.1966). 

Demek ki Atatürk Türk Gencinin her vesileyle taşa sopaya sarılmasını  istemiyor, onu bu yolda yönlendirmiyor. Sadece “Cumhuriyetin ve devrimlerin tehlikeye düştüğü anda”, bir başkalarının müdahalesini beklemeden devrimleri korumasını istiyor. Ne var bunda?  

Bu satırlar tam da; Devrimci Mustafa Kemal’in ruhunu, bu vatanın temeli olan “kuvva-i milliye” nin ruhunu yansıtıyor. 

Kolağası  Mustafa Kemal’in, Şam’da kurduğu ve Selaniğe gizlice gelip şubesini açtığı “Vatan ve Hürriyet” Cemiyeti’nin yemin töreninde,  silah üzerine ettiği ve arkadaşlarına ettirdiği yeminin ruhunu yansıtıyor. (Ateş, 2003).

İyi ki bu metin pek bilinmez. Yoksa biz bir de o yemin metnine bakarak Mustafa Kemal’i de yargılamaya kalkabilirdik. En iyisi, bende kalsın 

Tekrar Bursa’ya dönelim

Atatürk ve beraberindekiler o gün akşam Gemlik’e geçip, sonra da Gülcemal Vapuruyla İstanbul’a dönüyorlar. (Kocatürk, 1973). Bursa’da yargılamalar sürüyor, olaylara karışanlar cezalandırılıyorlar. Ezan ve kaamet yeniden Türkçe okunuyor. Bir süre sonra da olay unutuluyor çünkü Bursa Nutku zaten içeriği itibariyle her yerde ve fırsatta tekrarlanabilecek bir nutuk değil. Söylenmesi için, söylenmesini gerektirecek koşulların oluşması gerekli. Durup dururken niye okunsun?

Ve aradan yıllar geçiyor.  Sonrası… 

Nutuk, 1935 yılı yayını bir dergide görünüyor. İlerde 1975’te Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi  dosyasına kanıt olarak konuyor.

Uzunca bir aradan sonra, ilk kez yeniden 1947 yılında Rıza Ruşen Yücer’in “Atatürk’e Ait Birkaç Fıkra ve Hatıra” adlı kitabında yer alıyor. (Yücer, 1947).

İki yıl sonra, bu kez 1949 yılında, “İzmir II. D.P. Büyük Kongresi”’nde Celal Bayar tarafından Şeref Balkanlı’ya okutuluyor. Nutku okutarak verilmek istenen mesaj: “Gerici CHP’yi madem yargı durduramıyor, Gençlik durdursun…” mesajıdır. (Ülker, 2008).

Atatürk’ün Bursa Nutku, 1954 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin cephesinde, Atatürk heykeli arkasındaki taşlar üzerinde yazılır.  Bu yazının oraya yazılmasına ise Demokrat Partili Atıf Benderlioğlu başkanlığındaki bir komisyon karar vermiştir. Görülen odur ki, kimin işine gelirse, “bu Nutuk vardır”, kimin işine gelmezse de “Nutuk aniden şüpheli hale gelir”. İşte, Celal Bayar, Şeref Balkanlı, Adnan Menderes, Atıf Benderlioğlu. Hepsi Demokrat Partili ve hepsi Nutkun varlığını kabul ediyor hatta Nutku kullanıyor. İş, ilerde Süleyman Demirel’e gelince, biraz değişecektir. (Ülker, 2008).

1958 yılında, Bu kez CHP’nin resmî yayın organı olan Ulus Gazetesi Nutku yayınlar. Hem de 19 Mayıs günü. Bununla CHP, “…Demokrat Parti’nin rejim için bir ‘tehdit’ oluşturduğu” fikrini işlemekte, “Gençlik, iktidara rağmen, kanun-nizam dinlemeden, rejimi korumak adına, idareye el koyacaktır” görüşüne yer vermektedir. Tartışma uzar. Ankara Cumhuriyet Savcısı Rahmi Ergil işe el kor. Gazeteci Ülkü Arman adliyeye götürülüp sorgulanır ve bu nutkun kaynağı sorulur. Ulus Gazetesi için soruşturma açılmıştır. Oysa aynı Nutuk Demokrat Parti Kongresi’nde okunmuş ve alkışlarla karşılanmıştır. Durumu fark eden Menderes devreye girer de bu soruşturmaya son verilir. (Ulus, 19 Mayıs 1958).


Nutuk Senato’ya da getiriliyor… 

3 Eylül 1963 tarihinde böyle bir nutkun mevcut olup olmadığı Senatör Özel Şahingiray  tarafından ve Milli Eğitim Bakanı İbrahim Öktem’in yanıtlaması talebiyle Senato’ya getirilir.  Bakan verdiği yanıtta, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Afet İnan’ın verdiği yanıtı Senato’da okur. Bu yanıta göre, dönemin tanık ifadeleri dikkat alınarak,” bu sözlerin mealen Atatürk tarafından söylendiği anlaşılmaktadır”denilmekte ve konuya ilişkin dosyanın herkes tarafından incelenebileceği ifade edilmektedir. (Ülker, 2008).

Nutuk yeniden mahkemelik… 

Ege Üniversitesi Fikir ve Sanat Kulübü bir broşür yayınlamış ve “Nasıl Bir Gençlik?” başlığı altında Atatürk’ün Bursa Nutku’nu yayınlamıştır. “Bu nutuk halkı anarşiye teşvik ediyor” savıyla Bornova Cumhuriyet Başsavcılığı bu Fikir Kulübü’nün kapatılması için dâvâ açıyor ve Bornova Asliye Hukuk Hakimliği, böyle bir nutkun var olup olmadığının tespiti için 27 Eylül 1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazı ve bu yazıya ekli Bursa Nutku metnini Türk Tarih Kurumu’na gönderip, görüş istiyor. (Ülker, 2008).

Türk Tarih Kurumu da “Nutku” Doğruluyor… 

Bunun üzerine toplanan TTK Yönetim Kurulu aşağıdaki kararı alıyor:
“ Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu’nun 24 Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova Asliye Hukuk Hakimliği’nin 27/9/1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Atatürk’ün Bursa Nutku ile ilgili sözleri üzerine gerekli incelemeler yapılmıştır. Bu incelemeler sonucunda bu sözlerin Atatürk’ün 1933 Şubat’ında Bursa’da yaptığı konuşmadan mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliğiyle varılmıştır.”(Ülker, 2008). 

Böylece, Nutkun varlığını, bu konuda yorum yapabilecek en yetkin kurum olan Türk Tarih Kurumu da onaylamış oluyor.  

Konuya Ecevit de katılıyor
ECEVİT

12 Aralık 1966 günü Ecevit Erzurum’da, Doğu Sineması salonunda konuşmaktadır. Gençler, bir kâğıda yazdıkları soruyu Ecevit’e gönderirler. Bursa Nutku’nun Atatürk’e ait olup olmadığı sorulmaktadır.

Ecevit gençlere şu yanıtı vermiştir: 

“Atatürk, Türk Devleti yıkılmak üzere olduğu vakit, ‘bu devletin ordusu var, jandarması var,  benim neme gerek’ deyip İstanbul’da bir köşeye çekilmemiştir. 

19 Mayıs 1919 günü  Anadolu’ya çıkıp Türk Kurtuluş  Savaşı’nı başlatmıştır. Bunu yapan insan, Bursa Nutku’nu da söyleyebilecek insandır…” (Ülker, 2008). 

Halk bu yanıtı ayakta alkışlamıştır. 

Nutuk Ağır Ceza Mahkemesi’nde… 

Nihayet konu Ağır Ceza Mahkemelik oluyor.
1975 yılında, Cafer Tanrıverdi adlı vatandaş, kim bilir kime veya neden bozulmuş, Kayseri de Nutku bastırıp, dağıtıyor. 

Yapılan şikâyet üzerine, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kovuşturma yürütülürken, mahkeme bilirkişiye başvuruyor ve bunun üzerine, dönemin Türk tarih Kurumu Başkanı ve Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Öğretim Üyesi Sami N. Özerdim, mahkemeye bu metnin Atatürk’e ait olduğunu gösterir bilgi ve belge sunuyor.Bu belgeler arasında, içinde nutkun yer aldığı 1935 baskısı bir dergi de vardır. (Ülker,2008). 

Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi bunun üzerine Bursa Nutku’nun Atatürk’e ait olduğunu onaylıyor. Bu mahkeme kararından sonradır ki, Bursa Nutku okunur, basılır, dağıtılır hale geliyor. 

Ergenekon ve Bursa Nutku 

Ergenekon davasının delilleri arasında bulunan “Atatürk’ün Bursa Nutku” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve Türk Tarih Kurumu arasında da  yazışmalara yol açtı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 10 Nisan 2008’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gönderdiği “gizli” yazıda; “…İstanbul’da yürütülen bir soruşturma kapsamında yapılan operasyonda, ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Nutku 1933’ başlıklı belge ele geçirilmiştir. Söz konusu belge incelenerek, böyle bir nutuk belgesinin olup olmadığının araştırılması, neticenin ivedi olarak başsavcılığa bildirilmesi.” 

Konu Ankara Emniyet Müdürlüğü  tarafından Türk Tarih Kurumu’na bildirildi. Dönemin TTK Başkanı  Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu imzasıyla yapılan açıklamada, TTK arşivinde1966 yılında aynı konuyla ilgili yapılmış bir araştırma bulunduğu kaydedilerek , “Nutuk” diye  bilinen sözlerin Atatürk’ün Şubat 1933’te Bursa’da bir akşam yemeğinde yaptığı konuşma olduğu”, açıklanıyordu. 

Bornova Cumhuriyet Başsavcılığı’nın  27.9.1966 Tarihinde ve 1966/338 sayılı yazıyla sorduğu bir soru üzerine, Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu, 24 Ekim 1966 tarihinde toplanarak, “…bu sözlerin Atatürk’ün 1933 Şubat’ında  Bursa ‘da yaptığı konuşmadan  mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliğiyle varılmıştır” deniyordu. (Ülker, 2008). 


SONUÇ: 

Atatürk’ün Bursa Nutku’nun kimi çevreleri rahatsız etmesi son derecede normal ve anlaşılır bir durumdur. Ama böyle bir Nutkun hiç söylenmemiş olduğunu iddia edip, hele bunu kanıtlamaya çalışmak olanak dışıdır.  

Bu çaba içine düşenlerin en sık başvurdukları yöntem “dezenformasyon”, yani gerçek olmayan, daha doğrusu yalan olduğu bilinen bilgiler yayarak, bilgi kirliliği yaratmaktır. (İnceoglu, 2009  http://www.yasemininceoglu.com). Örneğin Atatürk’e yakın olduğu bilinen kişilerin ağzından, güya “Atatürk’ün katiyen böyle bir nutuk söylemediğini” dedirtmektir. Bu konuda çok uzun bir isim listesini rastgele yayınlamaktan çekinmezler. Bu kişiler arasında Celal Bayar, Hikmet Bayur, Afet İnan, Falih Rıfkı Atay, Kılıç Ali, Hasan Rıza Soyak gibi ünlüleri özellikle kullanırlar, tamamen yalandır. Bu kişiler, her farkında oldukları bu tür açıklamaları sürekli tekzip etmişlerdir. 

Tekin Erer gibi fanatik yazarlar, bununla da kalmamış, hatta böyle bir yemeğin verilmemiş olduğunu bile yazabilmişlerdir. Atatürk’ün böyle bir nutku olamayacağını, çünkü Atatürk’ün o nutku verdiği iddia edilen saatlerde Bursa’da bile olmadığını, Gülcemal Vapuru’nda  İstanbul yolunda seyir halinde olduğunu, dolayısıyla “akşam verildiği iddia edilen yemekte de böylece olamayacağı için, bahsedilen nutkun tamamen hayal ürünü olduğunu” çekinmeden yazabilmiştir. (18 Kasım 1966, Son Havadis). 

Tekin Erer bunu neye dayanarak iddia etmektedir? Çok zayıf bir varsayıma. Gülcemal Vapuru’nun hareket saatinin 19.30 olmasına dayanarak.  Tekin Erer o gece Atatürk’e, önceki ziyaretlerinde olduğu gibi ziyafet verildiğini sanıyor. Oysa ortam bir ziyafet ortamı mı? Buna hiç bakmıyor. Gece yarıları yollara düşüp, hışımla geldiği Bursa’da Hakimi, Savcıyı, Müftüyü görevden aldığı güne üç konuşma sığdıran Atatürk’ün gözü ziyafet mi görür?  

Akşam verilen sıradan bir yemektir, amaç bu vesileyle de beraber olmaktır. 6 Şubat günü  Bursa’da güneş 17.30’da batmıştır. Bugün de Şubat’ta gene 17.30’da batar ve arkasından hava kararır. Söz konusu yemek, daha sonra ve zaman ölçüsünde kısa tutulmuş ve Atatürk 19.30’da Gemlik’ten Gülcemal’le İstanbul’a hareket edebilecek şekilde  Bursa’dan ayrılmıştır. Yanında arkadaşları, bakanları, Yaveri, Genel Sekreteri olmak üzere. Ama değil mi ki bu Nutukla Gazi gerici-yobaz-mürteci kesimi bir kez daha uyarıp ağızlarının payını veriyor ya, onların sözcüleri bugün dahil büyük bir gayretle bu Nutkun hiç söylenmediğini akla hayale gelmez gerekçelerle kanıtlamaya çalışıyorlar. Bu gayret boşunadır. Sebebi de son derecede açıktır. En azından, aynı gün, yani 6 Şubat 1933’de verdiği” resmî demeci “o zaman yeniden hatırlayalım:   

      “…her halde cahil mürteciler, adaletin pençesinden kurtulamayacaklardır. Hadiseye dikkatimizi bilhassa çevirmemizin sebebi, dini siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsaade etmeyeceğimizin bir defa daha anlaşılmasıdır…” 

İşte, bu da resmi demeçten bir parça. Şimdi anlaşılmış mıdır acaba? 

Atatürk’ün söylediklerinin üstünü örtmeye çalışanlar, söylemediği sözleri O’na mal etmeye özen göstermişlerdir. Örneğin, aynı makalede bu kez Atatürk’ün olduğu iddia edilen “Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir…” sözüne yer verilmiştir. Oysa Atatürk’ün böyle bir sözü hiçbir zaman olmamıştır ve bu söz hayal mahsulüdür.  

1964 yılında Adalet Partili Senatör Fethi Tevetoğlu Toprak dergisi’nde bu yazıyı kullanmıştır. Söz konusu dönemde gazeteci ve yazar olan Çetin Altan, “Bu el yazısı Atatürk’e ait değil”, diyerek, İsveç’te kaligrafi  konusunda uzman ve uluslar arası düzeyde bilirkişi niteliği taşıyan bir kuruluşa yaptırdığı inceleme sonucunda, bu yazıyla ilgili olarak, “ bu yazının Atatürk’e ait olmadığı” gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bunun üzerine Çetin Altan bu yazıyı yazanı da mahkemeye vermiştir. Mahkeme Çetin Altan’ı haklı bulmuştur. Bunun üzerine, yazıyı yazan Münir Hayri olayı yurt dışındaki mahkemelere taşımıştır. Uluslar arası mahkeme de “o yazının sonradan ekleme olduğuna, Atatürk’e ait olmadığına” karar vermiştir. Daha sonra Münir Hayri o yazıyı “cam üzerinden kopya ettiğini” kabul etmiştir. 


Sonuç  olarak, yukarıdaki uydurma söz değil,

“BURSA NUTKU” vardır ve Atatürk bu Nutku tam da bu günler için söylemiştir. 

Dr. Orhan Çekiç
SAYFASINDAN ALINTIDIR.
KAYNAKÇA:

KOCATÜRK, Utkan, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, 1973.
ŞAHİNGİRAY, Özel, Atatürk’ün Nöbet Defteri, 1955.
GÖZE, Ayferi, Türk Kurtuluş Savaşı ve Devrim Tarihi, 2000.
ÖNDER, Mehmet, Atatürk’ün Yurt Gezileri, 1998.
ÜLKER, Reşit, Atatürk’ün Gizlenen Bursa Nutku, 2008.
KIŞLALI, Ahmet Taner, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi,2001.
GRANDA, Cemal, Atatürk’ün Uşağıydım, 1973.
ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya,1973.
SOYAK, Hasan Rıza, Atatürkten Hatıralar, 1973.
KEMAL, Gazi Mustafa, Nutuk, 1928.
ATEŞ, Toktamış, Türk Devrimi, 2003.
YÜCER, Rıza Ruşen, Atatürk’e Ait Birkaç Fıkra ve Hatıra, 1947.
İNCEOĞLU, Yasemin, Dezenformasyon’da Süreklilik, 2009.
http://www.yasemininceoglu.com


SB.