Translate

ADİLE AYDA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ADİLE AYDA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2013 Perşembe

TÜRK KÜLTÜRÜNÜN İZİNDEN :TRUVA SAVAŞI ve ETRÜSKLER



ETRÜSK - MARS ATIN ÜZERİNDE - Mars, İskitlerin baştanrısıdır ve atlardaki tamgalara dikkat!



Biz bu yazımızda, 1984’de söylediğimiz ve bu günlerde diğer ilim adamlarının da yavaş yavaş kabul ettikleri, İtalya’yı İtalya yapan Etrüskler’in Türklerle akraba veya Türk kavmi olduğu, bugün, yani günümüzde de de Turano isminin, Etrüsk geleneklerinin üç eyalette üç bin yıl yaşadığı gün yüzüne çıkmış bulunmaktadır.

Hun Türkleri’nin ve Etrüskler'in İtalya'ya katkıları elbette vardır.
Ancak çoğu Avrupalı bu konunun üzerine gitmez. Gitmek istemez. 

Biz ise her şey batıdan aldığımızı iftiharla söyler dururuz… Türk, Türk ırkı kelimesiyle de biyolojik anlamı dile getirmeyip, kastedilen ulus ve millet kavramları olduğu, kavimler göçü sırasında Anadolu'nun bir kavşak noktasında olması, Kuzeyden İskit-Sakalar Kimmerler ve Hiksoslar’ın Kafkas yolu ile Anadolu'ya inerek Mısır'a kadar uzanmaları, Ulu Türkistan'dan büyük kuraklık esnasında batıya Hazar Denizi güneyinden ve kuzeyinden yapılan çeşitli göçler, atlı kültür medeniyetinin getirdiği avantaj ve dezavantajlar, yerleşik düzenden çok, halkın hayvancılığa bağlı oldukları için genelde yazın yaylalar, kışın ovalara inmesi, harpler ve depremler, salgın hastalıklar medeniyetleri etkilemiş, kültür alışverişi olmuştur.

Bilindiği gibi M.Ö. 743’de Roma’nın kurucuları kabul edilen Romlus ve Romulus kardeşler olup, efsaneye göre bir kurt tarafından emzirilmiştir. 

Türkler’in de Ergenekon destanında kurt yol göstermez mi? 
Aslında ikisi de aynı efsane değil mi? 
Roma’yı da Etrüskler kurmamış mı? 
Çizgi filmlerde seyrettiğimiz Himen’n kılıcı Türkistan’a ait bir Türk efsanesi değil mi? 
Yine çizgi filmlerde zevkle izlenen Galyalı , Obeliks, Asteriks aslında Hun Türk’ü Atilla’nın torunları ve ihtiyar dede rolündeki Büyüfiks ( Magigenix) ise şaman’ı simgelemiyor mu?

Öncelikle kendi kültürümüzü tam anlamıyla öğrenmeliyiz, ondan sonrada diğer kültürleri elbette öğreneceğiz. Bizim ilköğretim 5. sınıftan 7-8 sınıf talebesine kadar bütün öğrenciler; Amerika kıt’asının en uzun nehri, madenleri, Avrupa Tarihine kadar çeşitli konuları o yaşta öğretiriz. 

Halbuki Avrupalı, Amerikalı, Kanadalı aynı yaştaki öğrenciye sorarsan Ankara’nın ne olduğunu değil de Türkiye’nin dünyada neresi olduğunu bilmez… 

Çünkü öğretmezler. 

Belli yaşlara gelince Batı kültüründe ihtisaslaşma başlar, Latince kökenli olduğu için de İtalyanca, Fransızca, almanca İngilizce gibi diller birbirine çok benzediği ve kökenleri aynı olduğu için, birkaç dili birden bilirler.. 

Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder, ileri görüşlü aziz Atatürk ne demişti, ‘’ Dünyada en hakiki mürşit ilimdir, fendir ‘’ Bunu da kurmuş olduğu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi alnına kazıtmıştır. 

Ancak Dil ve Tarih-Coğrafya bir Edebiyat Fakültesi olduğundan, vecizesinin fen kısmını yazdırmamıştır. Ancak şimdiki genç nesil, Batı kültürünün her şeyini bilmekte, kendi kültürünü de garip bırakmaktadır. Unutulmamalı ki dilini ve kültürünü kaybeden milletler, başka milletlerin boyunduruğuna girerler… 

Onun için de tarih şuûru önemlidir…

Cumhuriyetmizin kurucusu, büyük önder, Cumhurbaşkanı Atatürk’ün yüksek himayelerinde 2 Temmuz 1932 yılında ilk defa tertiplenen ve artık günümüzde dört yılda bir gelenek haline gelen Birinci Türk Tarih Kongresinde Türk Tarihini Tedkik Cemiyeti Genel Sekreteri Dr Reşit Galip bildirisinde ; ‘’ Kadim İtalyan tarihi umumi Avrupa tarihinden:

a. Etrüskleri’in gelişi,
b. Roma Medeniyetini kuruluşu 
gibi iki mühim hususiyete ayrılır.iki kısma ayrılır, Etrüskler’in İtalya’ya garbî Anadolu’dan gitmiş oldukları bugün umumi kanaatler arasına girmiş sayılır. 

Etrüsk ve sanat medeniyetinin Anadolu sanat ve medeniyeti ile en yakın akrabalığı kat’i denecek suretle tesbit edilmiştir. Baron Carra de Veaux, Sami ve Hind-Avrupa dillerinden olmadığı öteden beri sabit bulunan Etrüsk dili ile Türk dili arasındaki münasebete dair zengin materyalli bir kitap yazmış, Etrüsk dilinde pek çok Türkçe kelime bulmuştur . 

Baron Carra de Veaux’un bu tedkikatı Avrupa ilim âleminde, izahı bizce müşkül olmayan bir sûkut ile geçiştirilmiştir ‘’, demektedir.

Çinliler’in Türkler’e Yu-eçi, dedikleri bilinmektedir. İnsanlığın ikinci atası kabul edilen Hz. Nuh’un büyük oğlu Yafes’in Türk adında bir oğlu olduğu da kabul ediliyor. 

Tu-kue-Turukku Türk-Törük-Türük-Etrüsk-Etrusci-Tursci-Tursaka size neyi anımsatıyor ? 

Akkad çivi yazısında TU-RU-UK-Kİ-İ


Rahmetli Prof.Sadri Maksudi Arsal’ın kızı Emekli Büyükelçi rahmetli Adile Ayda, İtalya ’da Roma Elçiliğinde Müsteşar bulunduğu sıralarda konu üzerinde araştırma yapmış ve rahmetli Prof. Dr. Ahmet Temir’in kurduğu, Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şükrü Elçin’in de rahatsızlığına kadar bir müddet Başkanlığını yaptığı Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından 1974 yılında ‘’ Etrüskler Türk Mü İdi ? ‘’ başlığı ile yayımlanmıştı.

1986 yılında yapılan Milletlerarası X.Türk Tarih Kongresi’nde Proto-Türkler konusundaki tebliğimle konuya girdiğim ve daha sonra genişleterek kitap haline getirdiğim Proto-Türkler Kitabı’nda, 

‘’ Tıras, Yafes’in diğer bir oğlu olup Etrüskler’in menşeidir . Etrüskler¬’in Türk soyundan geldiklerine ait Sayın Adile Ayda’nın 1974 yılında yayın¬lanan bir eseri bulunmaktadır. Zira tarihte at nallarından, kıvılcımlar çıkaran suvariler, genellikle Türkler’dir .‘’ diye, söylemiştik . (Bu satırların yazarı olarak ben de aynı görüşü kabul ederek destekliyor ve Anadolu’da bir atlama taşı olarak İzmir’in bir ilçesi olan bugünkü TİRE’de arkeolojik bir kazı yapıldığı takdirde bazı kitabe ve ip uçları bulunabileceğini sırası gelmişken arz etmeyi millî bir görev addediyorum ) 


Etrüskler’in menşei hakkında iki görüş olup, ilki nereden geldiği belli olmayan bir kavim, diğeri ve üzerinde durulan ise Türklerle aynı kökten gelmiş olduklarını vurgulayan bilim adamlarıdır . Bazıları Traklar’ın kuzeyden M.Ö. 1200-800 yıllarında gelerek , o sırada İtalya’da Demir Çağı’nı yaşayan halktan üstün oldukları için kısa sürede ülkeye hakim olmuşlardır. 

Bir ikinci ve daha kuvvetli iddia ise Batı Anadolu’dan deniz yoluyla gelmişlerdir. Alfabelerinin de Latin alfabesi dahil bir çok alfabeye temel oluşturmuşlardır .

Lidyalılar, M.Ö. II. Bin yıllarında Marmara Denizi’nin güneyinde Truva bölgesine yakın bir yerde oturuyorlardı. İklim değişikliği nedeniyle daha güneye bugünkü Salihli yörelerine Truva Savaşlarından sonra inmişlerdir.

Ünlü tarihçi Heredotos, Etrüskler’in Lidya’dan kuraklık sebebiyle korkunç bir açlık nedeni ile Anadolu’dan geldiklerini bahseder 

‘’… Manes’in oğlu Atys’in Krallığı zamanında Lydia’da çok korkunç bir açlık hüküm sürmüştü… Kral halkı iki gruba ayırmış ve kura ile bir grubun kalıp, diğer grubun göç etmesini kararlaştırmışlardı. Lydia’da kalanlara kendi, göç edenlere oğlu Tyrrhenos kumanda edecekti. Kura çekildikten sonra bir kısım Lidyalılar İzmir kıyılarına gittiler ve orada gemiler inşa ederek hayatlarını kazanmak için ve yurt bulmak üzere denize açıldılar. Bir çok ülke geçtikten sonra İtalya’nın kuzeyindeki Umbriya bölgesine geldiler ve buraya yerleştiler… ‘’.

Yine Heredot Tarihi’nde Batı Anadolu kıyılarından yani, Phokai bugünkü ( Foça )’dan ant içerek kalkıp uzun Akdeniz yolculuğuna çıkan guruptan bir kısmı sıla özlemi çekmeğe, yurtlarının alışılmış havasını düşünerek yakınmaya başlamış ve dönmüşler, diğer kısmı Kyrnos varmışlar, yerleşmişler, beş sene yerli halk ile birlikte ortak yaşam kurmuşlar, tapınaklar inşa etmişlerdir.

Çevrede çapulculuk- yağmacılık yaptıkları için de Etrüskler ve Kartacalılar aralarında anlaşarak bunlara karşı her biri 60 gemi ile sefer açmış, Foçalılar da 60 gemi donatarak Sardunya Denizi’nde çarpışmışlar, Foçalılar’ın gemilerinin 40’ı batmış, kalan 20’sininde mahmuzları kırılmış, ‘’ yeneni mahveden zaferi’’ kazanarak, Alalia’ya dönerek kadınlarını ve eşyalarını alarak Kyrnos’u bırakarak Rhegium’a döndüler . Batan gemilerin tayfaları da Kartaca ve Etrüskler arsından paylaşıldı, Etrüskler arsında bulunan Agylla’lılar, en büyük payı aldılar ve kendi yurtlarına götürdüler, orada taşa tutarak öldürdüler .

Bugünkü İzmir- Seferhisar’da eski adıyla Teos’dan kalkan bir grup da Trakya’ya göç etmiş, Abdera kentine yerleşmişler ve yarı-Tanrı katını tutmuşlardır .

Anadolu’nun Eğe kıyılarında bulunan İonia, birleşik Panion şehirleri şunlardır : 

Miletos, Myus, Priene, Karia, Lydia, Ephesos, Kolophon, Lebedos, Teos, Klazomenai, Phokaia, Erythrai ana karadadır. 

Adalarda ise, Samos, Khios bulunur. 

Ömer Çapar; IX. Türk Tarih Kongresi’nde sunduğu tebliğde Homeros Destanlarında Anadolu kavimleri konusunu sunmuş ve Truva Savaşlarında adı geçen kavimler ile M.Ö. 1244-1200 yılarında hüküm sürmüş olan Hitit Kralı IV. Tuthalia zamanında Aşşuwa Konfederasyonu’nda adı geçen isimler ile karşılaştırma yapmıştır .

Homeros’un İlyada’sında Truva Savaşlarına katılan Anadolu kavimlerini şöyle tasvir eder :

Kentin önünde sarp bir tepe var. 811
çıkılır ovanın dört bir yanından tepeye,
Batieia adını takmıştır ona halk,
Ölümsüzlerse yüksek atlayan Myrrhine’in mezarı derler,

Troyalılarla yardımcıları dizilirler orada. 815
Troyalılar’a oynak tolgalı büyük Hektor komuta eder.
Yanında kalabalık seçkin erler,
Kargı atmak için yanıp tutuşurlar.
Dardanieliler’in başında Aineias var, Ankhises’in oğlu,

Tanrısal Aphrodite doğurdu onu Ankhises’ten; 820
Bakmadı tanrıçalığına, birleşti İda eteklerinde bir ölümlüyle.
Arkhelokhos’la Akamas var yanında,
Antenor’un her savaşı iyi bilen iki oğlu.
Sonra Zeleia ‘da oturanlar gelir, İda’nın ta dibinde,

Aisepos’un kara sularını içen zengin Troyalılar. 825
Başlarında Lykaon’un ünlü oğlu Pandaros var.
Apollon kendisi vermiştir Pandaros’a yayını.
Adresteia’da, Apaisos ülkesinde oturanlar gelir sonra,
Pityeia’da,Tereie’nin sarp eteklerinde oturanlar,
Başlarında kendirden zırh giymiş Andrestos’la Amphios var.

Perkoteli Mereops’un oğludur ikisi de. 830
Mereops bilirdi falcılığı herkesten çok iyi,
İstememişti gitmelerini öldürücü savaşa,
Ama alıkoyamadı oğullarını bir türlü,
Onları kara ölüm tanrıçaları sürüklüyordu.

Perkote’de Praktios’da oturanlar gelir sonra, 835
Sestoslular, Abydoslular, tanrısal Arisbe’nin yurttaşları,
Başlarında Hyrtakes’in oğlu erlerin başbuğu Asios var,
Selleis Irmağı kıyılarından, Arisbe’den,
Kocaman kızıl atların getirdiği Hyrtakesoğlu Asios

Ünlü kargıcı Pelasg soylarına komuta eder Hippothoos, 840
Otururlar toprağı bereketli Larissa’da.
Başlarında Ares’in filizi Hippothoos’la Pylaios var,
Pelasg soyundan Teutamosoğlu Lethos’un oğlu ikisi de.
Akamas’la yiğit Peiroos var Trakyalılar’ın başında,

Hızla akan Hellespontos çeviri topraklarını. 845
Kargıcı Kikonların komutanıdır Euphemos,
Tanrıların beslediği Keadesoğlu Troizenos’un oğlu.
Pyraikhmes komuta eder kıvrık yaylı Paionlara,
Onlar ta uzaklardan gelmişler, Amydon’dan,
Uzun kıyılardan Aksios’un.

Aksios yayılır bir suyla toprağa. 850
Erkek yürekli Pylaimenes komuta eder Paphlagonialılara,
Gelmişler yaban katırıyla ünlü Enetler’in yurdundan,
Kytoros’ta, Sesamos’ta otururlar,
Parthenios Irmağı çevresinde kurmuşlardır ünlü saraylarını,

Kentleri Kromna, Aigialos, yüksek Erythinoi’dur 855
Odios’la Epistrophos komuta eder Alizonlara,
Ta uzaklardan gelirler, gümüşün yurdu Alybe’den
Mysialılar başında Khromis’le bilici Ennomos var,
Biliciliği kurtaramaz onu kara ölümden,

Çevik ayaklı Aiakos’un torunu öldürecek onu, 860
Nasıl öldürecekse bir çok Troyalının ırmak başında.
Phorkys’le tanrıya benzer Askanios yönetir Phrygialıları,
Uzak Askania’dan gelmişlerdir onlar
Savaşa girmek için yanıp tutuşurlar.
Mesthles’le Antiphos’tur Maionialılar’ın önderi,

Gygaie Gölü tanrıçasıyla talaimenes’in oğullarıdır ikisi de. 865
Buyururlar Tmolos eteğinde büyümüş Maionialılar’a.
Nastes, kaba konuşan karialılar’ın başında yürür,
Miletos’da otururlar, yaprağı bol Phthiron Dağı’nda,
Maiandros kıyılarında, yüksek doruklu Mykale’nin eteğinde.

Önderleri Amphimakhos’la Nastes’tir 870
Nomion’un alımlı iki oğlu,
Amphimakhos, kız gibi, altınlarla süslenip gelmiş savaşa,
Altınlar o çılgından uzaklaştıramaz ölümü,
Aikos’un çevik ayaklı torunu ırmak başında ezecek onu,

Atınları da koca yiğit Akhilleus alacak, 875
Lykialılar’a Sarpedon’la kusursuz Glaukos komuta eder,
Gelmişler uzak Lykia ülkelerinden,
Anaforlu Ksanthos’tan gelmişler.

Bu bölümde geçen Anadolu şehir adlarının bugünkü coğrafi konumları ve isimlerine bakacak olursak :

Dardanos: 
Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus ve Elektra’nın oğludur. Arkadya’dan Anadolu kıyılarına göç eder, bugünkü Çanakkale ile Truva arasında bir şehir kurar. Bu bölge de Dardanos adını taşır. Bir efsanede kıutsalPellas Athena heykelinin aslında Dardanos’a ait olduğu ve torunu Tros onu Truva’ya götürdüğü anlatılır.

Zeleia : 
Balıkesir-Gönen-Sarıköy’de antik bir yerleşim bölgesidir.

Apaisos ülkesi : 
Çanakkale- Lapseki ilçesi 10 km. kuzey-doğusu.

Perkote: 
Çanakkle Boğazı’nın Hellaspontos) Asya kıyısında Abydos ile Lapseki ( Lampsakos) arasında bir şehir.

Praktios : 
Troas’da bir şehir,

Sestos: 
Eceabat’a 4 km. uzaklıkta, Sarıkız mevkiinde, Yalova Köyü’nde, Akbaş limanının güneyinde kurulmuştur. M.Ö. 1200 lerde yapıldığı sanılan ve 9 yıl süren kuşatmadan netice alamayan Agamemnon, 10’uncu senede ancak sahte Truva atı oyunu ile yenebilmiştir. Truva Savaşı’nın karşılığını olarak 2650 sene sonra Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet Han, Çanakkale Boğazı’ndaki Kilitbahir Kal’asını yaptırırken Sestos kalesinin taşlarını kullanmıştır.

Abydos: 
Çanakkale il merkezinin 6 km. kuzeyinde bulunan Nara Burnu ucudur. Pers Ordusu Kral Kserkses komutasında M.Ö.480 yılında Yunanistan Seferine çıkarken, karşı kıyıda Abydosve Sestos şehirleri arasında iki geçici köprü kurulmuş ce ordu buradan geçmiştir. Makedonyalı Büyük İskender’de M.Ö. 334’de gemilere binerek buradan geçmiştir.

Alybe: 
Gümüş yurdu anlamına gelen şehrin Doğu Karadeniz Bölgesinde tahminen Gümüşhane (?) civarı olabileceği söylenebilir.

Arisbe: 
Antik Lasseki. Musaköy ile Yapıldak ( Seleis) çayı arasında, Çanakkale-Lapseki na karayolununun Yapıldak Çayı ile kesiştiği yere 300-500 m. mesafededir. Bugün herhangi bir kalıntı yoktur.

Mysia Bölgesi:
Bugünkü Manisa’nın kuzeyi, Balıkesir, Bursa’nın güney-batısı, Çanakakle’nin doğusu, İzmir ilinin kuzey-batısını içine alır. Thrak boylarından olup Balkanlardan gelmişlerdir.

Paisos: 
Çanakkale’nin Lapseki İlçesinin 10 Km. kuzey-doğusunda, Bayramdere’nin denize döküldüğü yerde, elbetteki yüksekçe bir yerde kurulmuştur. Paisos kelimesi Luwi-Pelasag dilinde akarsu anlamına gelmektedir.

Maionialılar: 
Gediz Ovasının bitimi ile dağların uzantıları arasında küçük ovada kurulmuştur.

Erythinoi, 
bugün Amasra- Çakraz yakınındaki bir bölge, 

Sesamos’un bugünkü adı Amasra,
Parthenios Irmağı kıyısına kurulan saray ise Bartın’dır. Enet yurdu dediği açıkça Paflagonya’dır. Bugünün Enetleri ise; İtalya’nın Veneto bölgesinde yaşayan, Henetler, ya da Venetler

Etrüskler’in Orta İtalya’da yerleştiği saha Tiber ve Arno Nehirleri arasında olup, kuzey-güney doğrultunda 250 km., doğu-batı doğrultusunda 150 km. mesafelik bir alan içinde üç eyalettir. 

M.Ö. 1200 yıllarında Etruria denilen bölgeye Akdeniz’den gelen kavime Yunanlılar Tyrrnoi veya Tyrrsenoi- Tyrhenler adını vermişlerse de Etrüskler kendilerine Rasna olarak tanımlamışlardır. Tyrrsenoi, bugün İtalya'nın Güney-Batısındaki Tyhen-Tiren Denizi de anımsatmaktadır. 

Prof.Dr Ekrem Memiş, bunu yani Helenler’in Etrüskler’e verdiği adı Tyrhenler’i Turhanlar olarak nitelemekte ve Troyalılar ile Sakaların birleşmesinden meydana gelen kavim olarak zikretmektedir. 

İranlılar’ın da Türkler’e Turanlılar demesini, ayrı bir işaret sayar . Aynı zamanda kurt ve kartal figürlerini de aynı konuda , Asya kökenli olduğunda birleştirir.

Polat Kaya, Merkezi Asya 2000 Projesi ön raporunda,Tyre’nin İzmir ili Tire ilçesi değil de Eski Ahitte geçen Beyrut’un 250 Km. güneyinde İsrail Sınırına yakın, deniz kenarındaki Sur şehri olduğu, Tyre , Tyrians ( Turians), Turanians ( Tyrrians) olabileceği üzerinde durur . 
.
Aynı sempozyumda konuşan M.Ünal Mutlu da, Sümerce ve Etrüskçe arkaik Türk dilleri konusunda bazı misaller verir . 
Yrd.Doç.Dr. İsmail Doğan ise Etrüsk yazısının kaynağının Türk ( Göktürk) yazısı olduğunu aynı eserde belirtir . 

Nilüfer Gürsoy da Homeros ve Heredotos’ta Etrüsk İzleri konulu konuşmasında; Mısır kaynaklarında Etrüsk karşılığı olarak Tursha adı olduğunu belirtir. Homeros’un Pelasg’lardan bahsederken ‘’ ünlü kargıcı Pelasg soylarına komuta eder Hippothoos, otururlar toprağı bereketli Larissa’da ‘’ derken bugünkü İzmir-Tire şehrini bize işaret eder . 

Homeros Truva saflarında çarpışanların arasında Pelasglar olduğunu da zikreder. Pelasglar’ın soyunun tanrısal olduğunu da belirtir. Hippemolgolar için şanlı sıfatını kullanarak sütle beslendiklerini yazar. 

Homeros metnini tercüme eden Paul Mazon ise Hippemolgolar üzerine düştüğü notta, kısrak, at sütü ile beslendiklerini özellikle belirtir . At sütü ile yani kımız ile beslenen kavim tarihte yalnız Türkler’dir.

Tire-İzmir-Limni Adası yoluyla denizden giden Etrüsklerle ilgili Limni ( Lemmnos) Adasında Kaminia Köyü’nde 1885’de, M.Ö. VII. Yüzyıla tarihlenen bir mezar steli üzerinde Etrüskçe bir yazıt bulunmuştur. 

İtalya Turin Üniversitesi’nden Prof. Alberto Piazza ‘’ şimdiki Tuscany olan yerde 3.000 sene önce gelişmiş olan parlak medeniyet sahibi Etrüskler Anadolu göçmeniydi ‘’ demektedir . 

Seneca, Etrüskler’in bir millet göçü oluğunu savunarak; ‘’Tuscos Asia sibi vindicat- Asya Tuscnlara babalık ettiği ‘’ ni iddia eder, Herodotos’a göre Etrüskler Medler ve Mısırlılarla da savaşmışlar, Mısır’dan geri dönmüş olduklarından bahsetmektedir. 

Sayın Nilüfer Gürsoy bu konuları geniş olarak söz konusu sempozyumda işlemiştir.

İtalya Ferara Üniversitesi Genetik Bilimi Anabilimdalı Başkanı Prof.Barbukjani tarafından Etrurya bölgesinde 80 iskelet üzerinde yapılan DNA araştırmalarında, Etrüskler’in Doğu Akdeniz halklarının genetik şifresi ile bire bir uyuştuğu, Anadolu, Kafkas, Osetik-Gürcü Türk asıllı olmaları gerektiği üzerinde durulmaktadır . 

Etrurya bölgesinde sığırların yapılan DNA araştırmalarında sonuçlar yine Anadolu ve Orta-Doğu’yu işaretlemiştir. 

Almanya Hamburg Üniversitesi bilim adamları da yaptığı araştırmalarda aynı kanaati paylaşmaktadırlar . 

Wikipedia’da aynı yerdeki yazıda Turing Üniversitesinden Alberto Piazza da yaptığı araştırmalarda Türk erkekleri ve Hititler üzerinde durmaktadır.

İtalya’nın Başşehri Roma’nın 85 km. kuzeyinde Turano Çayı üzerinde Turano Baraj Gölü bulunmaktadır. Yani Turano ismi İtalya’da 2850 yıldan beri yaşamaktadır. 

Lombardia Eyaletinin Brescia ilinde Valvestino köyünün bir Mahallesinin adı Turano Valvestino’dur. Yine Lombardia Eyaletinin Lodi şehrine bağlı 1500 nüfuslu Turano köyü de bulunmaktadır. 

Turano, İtalyanca signora karşılığı bir hatun-hanım tanrıdır. Yaratıcılık, tanrısallık, doğurganlığı simgelediği, aşk ve üreme tanrısı olduğu, daha sonraları Afrodit karşılığı Venüs adını aldığı, Anadolu’daki Kibele’ye tekabül ettiği görülmektedir.

Lazio Eyaletinin Rieti şehri sınırları içinde vadide Turania (Turan Ülkesi) isminde bir köy olduğu da internetteki araştırmalarda su yüzüne çıkmaktadır..

O dönemlerde insanlar yüksek tepe üzerinde güneşe karşı ibadet eden yüce yaradan, anlamına da kullanılmıştır Turano. Bugünkü Vatikan’nın da kelime anlamı aynıdır. Turano, aynı zamanda Tanrılar Meclisinde Venüs’ün yerini alır ve Etrüskler’in savaş Tanrısı Maris Turano’ya aşık olur.

Dilleri ise henüz çözümlenmemişse de Türkçe runik yazılarla daha çok benzerlik ve yakınlık göstermektedir. Ancak bazı kelimelerde benzerlikler de mevcuttur. 

Volga Bulgarları, Çuvaşca, Başkurtca’ya benzer bazı kelimelerde Etrüsklerde bulunmaktadır . Rakamlarda :1 = pr=bir, ( burada pr=pir=bir Karadeniz az şivesini de anımsatır). 2=ki= iki. Etrüsk yazıları, soldan sağa değil de sağdan sola doğru okunması daha normaldir. 

Latin alfabesinin de temelini teşkil etmiştir . Proto-Türk ( Ön-Türk) yazıları gibi

Çanak-çömlekler üzerinde yapılan araştırmalarda siyah figür tekniği ile kırmızı figür teknikleri Ege adaları süslemesine uyduğu, Etrüsklerin deniz yolu ile geldiği sanılmaktadır


Etrüskler, kurmuş oldukları medeniyetlerinde Sumerliler gibi 12’li sistemi baz almışlardır. Bugün Bektaşilerin, Alevileri’in 12 terekli tacı, 12 imam, bir veryasyondur.

Belli başlı Etrüsk şehirleri ise, Romanın kuzeyinde , İtalya’nın batısında; Vetluna, Felathri, Fufluna, Velch,Tarchna, Caisra, Veii, Velzna, Cleusin, Perusia, Curtun, Arretium.

Po Ovası civarında; Felsina, Spica, Atria, Mantua. Güneyde ise Campeva, Korsika Adasında Alaia.

İtalya’da Etrüsk Çağı, M.Ö. 1200’lü yıllarda Truva Savaşı’ndan sonra başlamış ve M.Ö.265’de son Etrüsk şehri olan Volsini yıkılışına kadar devam etmiştir.

Latin kökenlilerin çok kullandıkları ‘’ Vox poluli, vox Dei ‘’ atasözünün kökeni Etrüklerdir. Yurdumuzda ‘’ Halkın sesi, Hakkın sesi’’ şekline kullanıldığını rahmetli Adile Ayda Yazar.

Bizanslı T.Gazes ile İtalyan Filelfo arasındaki mektuplaşmalardan da XV.asır Türkleri’nin eski Turuva neslinden geldiğini, Türkler’in İstanbul’u zaptetmeleriyle de de Truva’nın intikamını aldıklarını zikretmesi de bir belge niteliğindedir.

Snorri Sturluson / Edessa kitabından 13.yy


Truva konusu açılmışken, bu konuyu da ele almak, konumuzu daha da güçlendirecektir.

Egeli bir ozan olan Homeros’un 24 bölüm, 16.000 dizelik destanı M.Ö.900’lerde söylenmeye başlanmış, Homeros’un yaşadığı çağ tam olarak bilinmemekte, ve M.Ö. 900 ile M.Ö.550’ler arasında Grekçeye çevrilerek, Grek üstünlüğü üzerine bazı rotuşlar yapılarak Truva Savaşları anlatılır. 

Aslında destanda Homeros tarafsız davranmakla birlikte, M.Ö. yıllarda yapılan çeviride Yunanistan lehine bazı ilaveler yapıldığı sanılmaktadır. Destan olarak bizim Dedekorkut destanlarını da anımsatır.

Geçtiğimiz yıllarda filmleri de dünya sahnelerinde gösterilen Troya, neresidir? Bugünkü Çanakkale-Hisarlık mevkii mi? Aslında çok şeyi bilmiyoruz da onu da bilemiyoruz ? 

Priamos’un hazinelerini arayan meşhur Alman Schlieman, Hisarlık mevkiindeki ruhsatlı kazısında , bulduğu eserleri Muze-i Hümayun’a teslim etmeyerek kaçak kazıda bulunmuş eserleri önce Atina’ya götürmüştü. 

O dönemde Osmanlı Devleti Atina’da gazetelere kaçak kazıdan elde edilen buluntuların iadesi için ilan da vermişti. Bu gün o eserler Rusya-Ermitaj Müzesi depolarında ortaya çıkmıştır. 

Peki, Sayın Alman Prof.Dr. Manfrried Korfman 1988 yılından beri kazı yaptığı Hisarlık’ta bildiğimiz kadarı ile Luwi dilinde bir bronz mühürden gayri, üzerinde Troy yazılı bir belge bulmuş mudur ? 

Hayır… Ancak yine de biz Hisarlık mevkiini Truva olarak kabul ediyoruz.

Truva şehrini Grekler’e karşı savunmak üzere Truva Savaşlarına bugün bizim Amasra-Bartın-Kastamonu havalisi olan Paflagonia’lılar da katımış olup, İliada Bölüm II, 851-855’de :

Erkek yürekli Pylaimenes komuta eder Paphlagonialılara,
Gelmişler yaban katırıyla ünlü Enetler’in yurdundan,
Kytoros’ta, Sesamos’ta otururlar,
Parthenios Irmağı çevresinde kurmuşlardır ünlü saraylarını,
Kentleri Kromna, Aigialos, yüksek Erythinoi’dur

Yazmaktadır. Erythinoi, bugün Amasra- Çakraz yakınındaki bir bölge, Sesamos’un bugünkü adı Amasra, Parthenios Irmağı kıyısına kurulan saray ise Bartın’dır. Enet yurdu dediği açıkça Paflagonya’dır. Bugünün Enetleri ise; İtalya’nın Veneto bölgesinde yaşayan, Henetler, ya da Venetler’dir .


İliada V. Bölüm 576-580’de ise :

O sırada avladılar Ares’in dengi Pylaimenes’i,
Mert savaşcılar Paphlagonialıların önderini,
Kargısıyla ün salmış Menealos, Atreus oğlu,
Önünde görünce onu boylu boyunca,
Bir mızrak attı, deldi kürek kemiğini.

İliada’nın XIII. Bölüm 642-663’de ise :

Ön sırada saldırdı üstüne Harpalion,
Kral Pylaimenes’in oğlu,
Savaşmaya gelmişti Troia’ya, sevgili babasıyla,
Ama bir daha dönmeyecekti baba toprağına,
İşte kalkanının ortasından o vurdu Atreusoğlu’nu,
Çok yakından vurdu, ama delemedi tunçu,
Çekildi geri geri, arkadaşına doğru,
Dört bir yanına bakına bakına,
Biri etine saplamasın tuncu.
Tam o sırada Meriones saldı oku üstüne,
Vurdu onu sağ kalçasından,
Kemiğin altından geçti ok, deldi sidik torbasını,
Olduğu yerde devrildi, arkadaş ellerine,
Soludu canını, bir solucan gibi serildi yere,
Aktı kanı kara kara, ıslattı toprağı,
Ulu yürekli Paphlagonlar çevresine üşüştüler,
Koydular arabaya, götürdüler kutsal İlion’a.
Hepsinin içi kan ağlıyordu,
Babası da gidiyordu göz yaşı döke döke,
Hiç bir karşılık alamayacaktı oğlunun ölümüne.
Paris görünce Harpalion’un ölüsünü,
Yüreğinde büyük öfke duydu,
Harpalion, bunca Paphlagonlu arasında konuğuydu onun,
İşte bu yüzden içerledi, saldı tunç okunu…

Anadolu’nun Paflagonya bölgesinde yaşayan Enetler, demir atlılar adıyla da ünlü olup, Truvalılar’ın yanında Greklere karşı M.Ö. 1200 yıllarında savaşmışlardır. 

10 yıl süren Savaş meşhur tahta at hilesiyle Akhalılar lehine sonuçlanınca, Paflagonyalı demir atlı Enetler, Trakya üzerinden şimdiki Padova kentinin bulunduğu İtalya’ya gelirler ve Roma’nın kuruluşuna önderlik eden Aineias gibi Antenor ailesi de bu grubun içindedir .

Vergillius M.Ö. 29’da yazmaya başladığı destanı L’Enei’de; Aineias I, 242’de bunu şöyle anlatır :

Antenor, Akhalar arasından kurtulan savaşcı,
Ulaşmış İlliria Koyuna Libirnus Krallığı içinde,
Geçmiş Timavus kaynağından öteye, dağlardan,
Gümbürtülerle dökülen, dokuz kaynaktan çıkan,
Geniş ovaları kaplayan, sulayan ırmağın uzağına,
Orada kurdu Patavium kentini Troialılar için,
Bugün onun adıyla anılan, Troia armasını,
Taşıyan, mutluluk içinde yaşadığı yeri.

Paflagonyalı Antenor, eşi Theano, oğulları Helicaone, Polidamente ve beraberindeki Enetler ve Trioalılardan oluşan halk; Kral Veleso hakimiyetindeki Euganeliler tarafından hoş karşılanmamış, Antenor’un oğlu Helicaone, yapılan savaşta kılıç darbesiyle ölmüş, buna karşılık ta Antenor, şehri, ölen oğlunun vurulduğu yere şehri kurmuştur . 

Padova şehri M.Ö. 1184 tarihlerinde kurulduğu söylenir. Şehir ismi önce Patavium-Padua-Padova şeklini almıştır. Aineias soyundan gelen Romus ve Romulus kardeşlerin birbirleriyle çatışmasını Sayın Emel Altan Ege, Helicaone’nin ölümünün Polidamente tarafından gerçekleştirilmiş olma ihtimali üzerinde durur. 

Konunun günümüze yansıması ise, Dr.Ugo Silvello önderliğinde 2001 yılında ‘’ Demir atlarıyla ayrıldılar, Bisikletle geri dönüyorlar’’, parolası ile Padova şehri Rotary Klübü ile Bartın Rotary Klübü kültür-spor faaliyeti düzenlemiştir. 

21 Temmuz 2001’de 2974 km.lik bisiklet yolculuğu başlamış, Fontaniva'dan törenle Padova'ya doğru yola koyuldu. İlk durak Antenor'un mezarıydı. Ardından 155 kilometrelik etap tamamlanıp, Bologna'da gecelendikten sonra, 175 kilometrelik Volterra, 222 kilometrelik Terni, 200 kilometrelik Pescara, 165 kilometrelik San Severo, 160 kilometrelik Bari ve 120 kilometrelik Brindisi etapları tamamlanarak 4 Ağustos 2001 günü saat 16.00'da Çeşme'ye giden feribota binildi. 06.08.2001’de Çeşme törenle karşılanmışlardır. 

Bundan sonra, konakladıkları her noktada onları bölgenin Rotary Kulüp üyeleri misafir etmiş. 89 Kilometrelik Çeşme-İzmir etabının ardından ekip üyeleri Anadolu topraklarındaki ilk gecelerini burada geçirdiler ve ertesi sabah 182 kilometrelik Edremit etabını tamamlayarak, 8 Ağustos günü kendileri için en heyecan verici yere, 3200 yıl önce atalarının yıllarca savaştıktan sonra bir daha asla dönmemecesine Anadolu'dan ayrıldıkları son noktaya, Troia'ya ulaştılar.

Kazı Başkanı Prof. Dr.Manfred Korfman misafirleri karşılamış ve Cincinnati Üniversitesinden C. Brian Rose misafirleri kazı alanını gezdirmiştir. Çanakkale Truva Oteli’nde verilen akşam yemeğinden sonra , ertesi sabah 159 Km.lik Balıkesir, ardından 110 km.lik Bursa, 174 Km.lik İznik-Adapazarı, 114 Km. Bolu, 13 Ağustos 2001’de 189 Km.lik Amasra etabı ile ana vatana gelinmiş, 139 Km.lik İnebolu 93.Km.lik Kastamonu, 105 Km.lik Safranbolu, 71 Km. Bartın turu ile sefer 17.08.2001’de tamamlanmıştır. Törene zamanın Kültür Bakanı İstemihan Talay ve Bartın Milletvekilleri katılmışlardır . 

01.10.2001 Tarihinde Bartın’dan bir heyet Fontaniva’yı iade-i ziyaret etmişlerdir. Amerigo Sartore ve eşi tarafından verilen davete Veneto bölgesinde bulunan Rotary, Lions ve Panathlon Kulüplerinin üyelerinden oluşan 170 kişinin yanı sıra, bu kulüplerin başkanları, Rotary Kulüp Triveneto Guvernörü Dr. Alvise Farina, milletvekili Flavio Rodeghiero, Fontaniva Belediye Başkanı Luciana Bertoncello, Padova Müzesi Müdürü Dr. Girolamo Zampieri, Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Müjdat Yeşildağ, Emel Altan Ege, katıldılar. 

Projeyi başarıyla tamamlayan Dr. Ugo Silvello ise inandığı bir araştırmayı, hakikate dönüştürmenin hazzını yaşamıştır..

Bartın ile Podova iki şehir kardeş şehir ilan edilmiştir. 13.12.2002 tarihinde Padova il Başkanı Vittorio Casarin ile Bartın Valisi arasında Kültürel işbirliği protokolü imzalanmış olup, ilişkiler halen devam etmektedir. (ama buradaki amaç "Buralarının sahibi biziz, siz değilsiniz demek içindir !!!! sponsorlara dikkat edin-SB)

Netice olarak; M.Ö. 2000’li yıllarda Anadolu’daki çeşitli yönlere göçler, Anadolu kültür ve medeniyetine bir hareketlilik vermiş, çeşitli kavimler iklim değişikliği sebebiyle yer değiştirmişlerdir. 

Bu arada Girit, Miken ve Adalarda da çeşitli göçler olmuştur. 

Yunanistan’dan Anadolu’ya bir kadın kaçırma hikâyesinden su yüzüne çıkan ve Yunan tanrılarının karıştığı hizip, savaşa dönüşmüş, Agamemnon komutasındaki Homeros’un verdiği bilgilere göre Greklerden 27 bölgeden 1297 geminin iştirak ettiği, her gemide 50 kürekçi ve mızrak kullanan gemicilerden ayrı her gemide en az 50 askerin de bulunduğu dikkate alınırsa ve kuşatma ile savaşın dokuz yılı tamamlayıp onuncu yıla sarktığı da dikkate alınırsa, Truva’nın nasıl bir sağlam kale ve Anadolu halkı tarafından şiddetle müdafaası düşünüldüğünde savaşın asıl boyutları ortaya çıkmaktadır. 

Bunun yanında savaşta üstünlüğünü gösteremeyen Grekler, Truva atı hilesi ile savaşın kazanıldığı 2650 yıldan beri batı dünyası edebiyat literatüründe hâlâ klasikliğini korumaktadır.

Diğer taraftan Anadolu’dan İtalya’ya M.Ö. 1200 yıllarında gelip Kuzey İtalya’ya yerleşen Etrüskler, Enetli demir atlılar, kuzeyde İtalya’da Padova , Orta İtalya’da Roma şehrini de kurarak İtalya’da parlak bir devir yaşamışlar, diğer şehirlerden kovulanları Roma vatandaşlığına alarak zamanla çoğunluklarını kaybetmişler, M.Ö. IV. Yüzyıldan itibaren de Grek medeniyetinden etkilenerek iki medeniyetin karışmasından dünyanın üç önemli imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu vücut bulmuştur. 

Dolayısıyla Rönesans ve reform hareketlerinin, aydınlanma hareketinin doğumunda, Sumer medeniyeti, Anadolu medeniyeti, Türkler’in ve İspanya’daki Endülüs Emevi Devletinin rolü büyüktür, unutulmamalıdır….



Bu makale, 2011 Mart ayında Editörlüğünü Prof.Dr. Tuncer Gülensoy ve Hayrettin İvgin'in yaptığı Sayın Nail Tan'a Armağan Kitabı'nın 208-226 Sayfaları Arasında Yayımlanmıştır


Sadi BAYRAM


__________________________


ADİLE AYDA : ETRÜSKLER TÜRK MÜ İDİ?


___________________________



*ETRÜSKLER DEMİRCİ İNSANLARDI. 
DEMİRCİLİK TÜRKLERE MAHSUSTU. 

*BULUNAN YAZITLARI YUNAN DİYE OKUYORLAR, 
LAKİN YAZITLAR İSKİT YAZITLARI İLE AYNI. !


ALMANCA BELGESEL:

Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 1/5


Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 2/5


Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 3/5


Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 4/5


Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 5/5



_____________


ŞARK'ın ESKİ TARİHİ - MED SAVAŞLARINA KADAR
Historie Ancienne De L'Orient jusqu'aux mediques,
Prof.François Lenormant ,Paris,1881 
(professor of archaeology at the Bibliothèque Nationale de France ;çalışma alanları Yunan, Sumer, Asur idi.)


(...) Altayların güneyinde , Tiyenşan'da Çinliler ve müslüman yazarlarca korunan bütün töreler, burada hatırlanmayacak kadar eski zamanlarda oturan TÜRK-TATAR TOPLULUKLARIN EN ESKİ TARİHLERDEN İTİBAREN DEMİR İMALATIYLA MEŞGUL OLDUKLARINI VE YÖNTEMLERİNİ ÇOK İLERİ AŞAMALARA GETİRDİKLERİNİ GÖSTERMEKTEDİR. 

Bunlar, Çindeki Miao-tseu'lerin ve Yunan ve Latin yazarların Seres (Kuzey Çin Halkları) dedikleri grubun bir kısmını oluşturan Tibetli kabileler içinde yer almaktadır. Bahsettiğimiz Miao-tseu'ler Çin göçünün ulaşmasından önce, yani İSA'nın DOĞUMUNDAN EN AZ YİRMİBEŞ ASIR ÖNCE, DEMİRİ İŞLİYORLARDI . Kuzey-Çin halkları (Seres), Roma'da muazzam Tibet yaylalarından geçerek Hint Okyanusuna ulaştırılan ve bütün diğerlerinden üstün tutulan demirleriyle ünlüydüler.

***Şimdi Turanlı dediğimiz kavimlerin yayılmasını Akdeniz kenarına, ilkel Mezopotamya'nın Sümerlerine ve Akadlarına getiriyoruz. Biri daha eskiden yerleşmiş ve uygarlaşmış Turanlı ,ve Sami olmayan bir kavim olmak üzere ,değişik kökenli iki kavmin oturduğu bu bölgede, ürünlerini, örneklerini orta Dicle havzasına, Suriye ve Arabistan'a kadar duyurmuş olan eski ve parlak demir sanayi merkezini görüyoruz. Eski imparatorluğa ait. Mısır mezarlarından daha eski olmayan en eski Mezopotamya mezarları , bize altın bronz hatta eşyalarla birlikte kullanılan yontulmuş ve cilalanmış çakmak taşından aletler ve silahlar ,ok başları, baltalar ve çekiçlere rastlanmaktadır.

En yaygın maden bronzdur; bütün araç-gereçlerin tümü bronzdandır, bu durum Dicle-Fırat havzasına hakim görünümdedir. Demire gelince daha nadir olup, üretimdeki güçlük nedeniyle henüz kıymetli bir maden karakteri taşıdığı sezilmekte ; alet yapımı yerine, bilezik veya diğer kaba süs eşyası olarak şekillendirilmektedir. Buna rağmen, görüldüğü gibi, maden işleme eksiksiz biçimdedir ve bronzla yetinilmemektedir. 

Ancak ,bütün bunlar çivi yazısının kökenini oluşturan Sümer ve Akadların icad ettiği ilkel hiyeroglif yazısının yer aldığı bugün bilinen anıtların döneminden çok gerilere gitmemektedir. Bu hiyeroglifler arasında bir yandan altın ve gümüş gibi asil madenleri, öte yandan da bakırı belirtmek için iki sade işaret bulunmaktadır; buna karşılık bronz, demir ve kalayın daha sonra şekillendirilmiş karmaşık karakterlerin bileşimiyle ifade edilen isimleri vardır. 

Ancak, çivi yazısı son gelişmelerini ve oluşumunu Mezopotamya'da sağlamadı ise de Oppert'in önemli ve yararlı notu, Sümerlerin ve Akadların Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği bölgedeki ovalarda yerleşmesinden sonra bunların, göçlerinden önceki bir aşamayı başka bir yerleşme yerine taşıdıklarını düşündürmektedir. Gerçekten ,daha önce anlamlandırılan eşyaların biçimlerinden hareket etmeye çalışarak incelendiğinde, yazı elemanları haline gelen eşyalar yazının başlangıç yeri olarak Mezopotamya'dan başka bölgeye, daha kuzeyde bitki örtüsü belirgin ölçüde farklı ve örneğin ne aslanın, ne kedi cinsinden büyük et yiyicilerin bilinmediği, palmiye ağaçlarının bulunmadığı bir bölgeye işaret ediyor gibidir.***

Mezopotamya'daki Sümer ve Akadların yazı sistemine ilişkin ilk denemelerin ve daha bu ilk denemeler sırasında noksansız hale gelmiş olan madenciliklerinin doğum yerini bulabilmek için Kitab-ı Mukaddes'in doğudan Shine'ar ülkesine gelen Babil kulesi yapımcılarına izlettiği, onların da göç yolu olan ve Mezopotamya törelerinde ve çivi yazısı metinlerinde insan ırkının başlangıç noktası ve Tanrıların toplanma yeri olarak önemli bir rol oynayan ve daha önceki kitapta geniş şekilde bahsettiğimiz bu Kuzeydoğu'daki dağa ulaşan yolu tırmanmak gerekir. (Atatürk'ün notu: çok mühim)

Böylece, Mezopotamya'daki demirciliğin kökenini Sümer ve Akadlara , yani ilkel TURANLI kavimlere getirmek ve dünyanın bu bölümündeki çivi yazısının oluşmasını onlara bağlamak durumundayız.*****


"ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU KİTAPLAR - Derleyen Gürbüz D.Tüfekçi,İş Bankası Yayınları,1983 " - kitabından alıntıdır. 

Aşağıda ise sözü edilen kitabın orjinal İngilizce ve Fransızca kitaplarına ulaşım adresleri vardır.


İNGİLİZCE OLARAK :
A MANUAL of the ANCIENT HISTORY OF THE EAST,
TO THE COMMENCEMENT OF THE MEDIAN WARS.
FRANCOIS LENORMANT,VOL. I. COMPRISING THE HISTORY OF THE EGYPTIANS,ASSYRIANS, AND BABYLONIANS.




FRANSIZCA ONLİNE OKUMA:
HISTOIRE ANCIENNE DE L'ORIENT JUSQU'AUX GUERRES MÉDIQUES
PAR FRANÇOIS LENORMANT

link:



___________________

MARİO ALİNEİ - 
ETRUSCAN : AN ARCHAİC FORM OF HUNGARİAN
ETRÜSKLER VE MACARLAR 
(Kİ MACARLAR DA TÜRKLERLE AKRABADIR)








BAŞLANGIÇTA "AT" İLE İLGİLİ HERŞEY 
TÜRK'TÜR.


___________________________________.










11 Ekim 2013 Cuma

KUL-OBA KURGANI - TÜRK KÜLTÜRÜ


KUL-OBA ,MÖ.400-350 SFENKSLİ ALTIN BİLEZİK




İskit Sanatının anlaşılması bakımından, Esik, Kul-Oba ve Pazırık kurgan buluntuları önemli bir yer tutmaktadır.



Gold bracelet with protomes of sphinxes,400-350 BC
Kul-Oba burial mound, Bosporan kingdom,Kerch.


***


Talihin garip cilvelerinden biri şudur ki, İtalya’da Etrüsk mezarlarının dikkati çektiği  sırada, Rus çarlarına Orta Asya’da ve Sibirya’nın bir çok yerlerinde hazine dolu mezarların bulunduğu haber veriliyordu. İşte Avrupa müzelerinin Etrüsk sanat eserleriyle dolduğu sıralarda da, Rus müzeleri ve bilhassa Petersbug’daki Ermitaj müzesi, vaktiyle Türk İmparatorluğu’na ait topraklar olup, sonradan birer Rus vilayeti haline gelmiş bölgelerdeki mezarlardan çıkarılan hazinelerle dolup taşmağa başlamıştır. Söz konusu mezarları kaplayan ve hep türkçe ad taşıyan dağ ve nehirlerin civarında bulunan höyüklere yerli halk tarafından “kurgan” denilmekte idi. Bu kelime eski türkçede (“kurmak” mastarından) yapı manasına gelirdi. Orta Asya’da, bu mezarların bulunması Rus bilginleri bakımından içinden çıkılmaz müşkül durumlar yaratmıştır.(62)

Tarafsız bilinen Rus bilginleri bile kurganları iki kategoriye ayırmışlardır: Bronz çağı kurganları, demir çağı kurganları. Demir çağında Orta Asya’nın anılan bölgelerine, hep Türklerin oturmuş olduğu bilindiğinden, bu çağda yapılmış kurganların Türklüğe ait olduğu inkâr etmek mümkün değildi. Bronz çağına ait kurganlara gelince, bunlarda bulunan sanat eserlerine ayni motifler ve ayni teknik görüldüğü halde, bu eserlere Türk olmayan sahipler arandı. Şimdilik Sovyetlerin resmî ilmi bunlara “İskit sanat hazineleri” adını vermeğe münasip görmektedir.... 

DİPNOT:
62) Bir taraftan Rus İmparatorluğu’na tabi Türk kavimlerini hor görmeleri, bit taraftan da kazıların meydana çıkardığı yüksek medeniyete karşı duydukları hayranlık bu bilginleri mevcut tarihî ve ilmî gerçeği kabul etmelerini imkânsız kılmıştır. Söz konusu gerçeği itiraf etmemek için, bu bilginler kurnazca formüllere baş vurmağa mecbur olmuşlardır. Mikail Gryaznov adlı Rus arkeologu 1969 da fransızca olarak yayınlanmış “Güney Sibirya” (Editions Nagel, Genève) adlı eserinde bakın neler diyor: “Daha önceleri muayyen bir medeniyetin şu veya bu unsurunun hangi millete ve hangi ülkeye ait olduğunu tayin etmek büyük mesele teşkil ediyordu… 1939 dan sonra, bütün Sovyet arkeologları… araştırmalarını tarihî maddiyetçilik prensbi açısından yapmışlar ve bilhassa eski toplulukların ekonomik hayatının gelişme derecesini incelemeği hedef edinmişlerdir…” (s. 21, 24, 42) …. 

Göründüğü gibi, Orta Asya medeniyetinin Türk kavimlerine at olduğunu gizlemek için, bu medeniyeti yaratanların etnik menşei hakkında hiçbir şey söylemeksizin, onları sadece ekonomik gelişmeleri açısından incelemek modası icat edilmiştir. 

Arkeolog Gryaznov, bütün peşin hükümlerine rağmen, ilmî gerçeğin kırıntılarının kaleminden dökülmesine mani olamamaktadır… (Kurganların göz önüne serdiği ince medeniyetin Türklere ait olduğuna dair bu gerçek Yirminci Yüzyılın şüphesiz en büyük ilmî kazancıdır.) Sovyet bilgini şöyle demeğe mecburdur: 

“… en büyük keşif 1039–1940 yıllarında, Kopiona köyü civarında, Kırgız asilzadelerine ait zengin bir mezarın ortaya çıkarılması olmuştur. Bu mezar altından yapılmış önemli sanat eserleriyle doludur.” (s. 20) 

HERKES BİLİYOR Kİ, KIRGIZLAR HALİS TÜRKTÜR… 

Bilgin devam ediyor: 
“Kudirgede yapılan kazılar da çok önemlidir. Çünkü bunlar Altay Türklerinin kültür ve sanatının tetkiki bakımından yeni bilgiler getiren vesikalar sağlamıştır.” (s. 21) 

“1946 ile 1954 arasında, bu kitabın yazarı… ilk defa olarak Sibirya’da, bronz çağı, demir çağı ve Türk çağına ait ufak köyler bulmuştur.” (s. 22) 

SANKİ BU BÖLGELERDE TÜRK OLMAYAN ÇAĞLARIN BULUNDUĞUNA DAİR İLMÎ DELİL VARMIŞ GİBİ... 


Rus bilgini bir de şöyle demektedir: 
“... Altay’ın Pazırık tipindeki zengin kurganları (münasebetiyle...), Kisselev, ilk defa olarak, 1949 da, bunların İsa’dan önce 5 inci ve 3 üncü Yüzyıllara ait İskit sanatı olduğunu reddetmiştir. Çünkü bu kurganlarla Moğolistan’daki Hunların ve Karadeniz bozkırlarındaki Sarmatların kurganları arasında benzerlik bulmuştur.” 
(s. 39) 

HERHANGİ TARAFSIZ BİR ANSİKLOPEDİYİ 
AÇIP BAKACAK İNSAN 
SARMATLARIN 
TÜRK OLDUKLARINI ANLAYACAKTIR



ARKEOLOJİK DELİLLER Bölümü: ADİLE AYDA (pdf)




_______________TÜRK TARİHİ_______________









23 Mart 2013 Cumartesi

TRUVALILAR, GİRİTLİLER VE KARYALILAR




...Daha sonra Frigya adıyla anılan bölgenin hemen güzeydoğu kıyısında bulunan Çatalhöyük'te MÖ.6000 yıllarında yaşayan halk ile MÖ.500 yıllarında Etrüsk şehri Tarquinia'da yaşayan ve Lydia'dan gelmiş olan halkın Ana Tanrıçasını temsil eden iki pars motifleri arasındaki mükemmel kültür benzerliği, bu Ana Tanrıça kültünün ve aynı zamanda Anadolu halkının 5500 yıl gibi uzun bir zaman diliminde değişmeyen davamlılığının göstergesidir. Virgil (MÖ.70-19) Aeneid destanında , Batı Anadolu'da yaşayan ve TEUKRİ adı verdiği eski TRUVALILARIN da aynı geleneklere sahip olduklarını anlatır.

"Aeneas'ın gemisi filonun önündeydi ; gemisinin baş tarafında (Kybele'nin) Frig aslanları gibi yükseliyordu."

Virgil, TRUVALILAR ile Frigleri aynı halk olarak görür. Destanında TRUVALI Aeneas, dua ederken Frig Ana Tanrıçası Kybele'nin iki aslanına değinir.

"Ey tanrıların anası, İda dağının haşmetli hanımı; O ki (Kybele'nin kutsal dağı) Dindymus dağından, kuleli şehirlerden ve çift aslanlar'dan hoşlanır. Savaşta benim kılavuzum ol ! Yakınımda dur ! Göklere ulaştır bu duamı ! Frigyalı oğullarımın yanından ayrılma ey tanrıça ve onları takdis et !"

Giritlilerde de aynı gelenekler mevcuttur. (Aeneid III)

Etrüsklerin Türkçe konuşan bir halk olduğunu gösterdiğimize göre onlara akraba olan Lydialılar, Frigler, Truvalılar, Mysialılar, Giritliler, Karyalılar ve Likyalılar'ın da Türkçe konuşmuş olmaları gerekir.


TRUVALILAR (TEUKER'LER)

Strabon'a göre ilk defa Kallinos (MÖ.7.yy) Teukri denen bir halkın Girit'ten çıkarak (İda Dağı güneydoğusunda ve denize yakın bulunan Thebe şehri yakınındaki) Khrysa'ya göç ettiklerinden söz eder. (XIII,1,48)

Herodot Truva savaşından önce TEUKER'ler (Teukri) ve Mys'lerin Boğazı geçerek Avrupa'ya göç ettiklerini, bütün Trakya'yı fethederek güneyde Peneus (modern Pinios) ırmağına kadar ilerlediklerini söyler (Herod VII,20) ve kitabının diğer bir bölümünde şöyle devam eder.

"Trakyalılar, Strymon ırmağı kenarında otururken Strymoni ismini taşırken, Asya'ya geçince Bithyni adını aldılar. Kendi ifadelerine göre onları yerlerinden çıkaran Mysi ve Teukri idi " (Herodot VII,75)

Herodot ,Styrmon ırmağı üzerinde yaşayan Paioni dene halkın, TRUVALI TEUKER'lerin bir kolonisi olduğunu ve büyük Dara'nın fütühatı sırasında bu Paioni halkını çok beğenerek onları Avrupadaki yerlerinden alarak (Küçük) Asya'ya yerleştirdiklerini söyler. (V,12.13)

"Denize yakın Karyalılar ve Paioni...,Lelegler ve Kaukonlar ve asil Pelasglar dizilmişlerdi. Thymbre'ye doğru Likyalılar, mağrur Mysi ve Frigler ... ve Maioni (Lydialılar)"

Herodot, TEUKRİ ifadesi ile TRUVALILARI kastettiğini bir çok yerde tekrarlar. Sparta'dan Helen'i kaçıran Truvalı Aleksander (diğer adıyla Paris) onun için bir TEUKR(i) dir. (II,1.14)

İlium (Troia) denen memleketi "TEUKRİ bölgesi" ve İlium halkına da "TEUKRİ" adıyla anar. (II,118)

Virgil'e göre TEUKRİ halkının ismi TEUKER adlı bir Giritli prensten gelir. O, Truvalıların ATASI idi. (Aeneid III,104-110)

"Orada denizle çevrili Jüpiter'in doğduğu, Girit duruyor,
Burada İda Dağı yükseliyor, soyumuz buradan çıktı.
Hikayeyi doğru hatırlıyorsam , Teuker
Bizim meşhur atamız, Truva'ya buradan göçmüştü."

N.L.Goodrich'in Aeneid özetinde Teuker'in bir kızının Truvalıların diğer bir atası olan Dardanos'un kardeşi ile evli olduğu belirtilmektedir.

Daha önce işaret ettiğimiz gibi, Virgil destanında Truvalılardan Teukri diye söz eder ve Truva kahramanı Aeneas için "Teuker'lerin büyük kumandanı" tabirini kullanır. Bazen de Aeneas'ı bir "Frigyalı" olarak gösterir.

Homeros Truvalı Teuker'den söz etmez. Fakat İlyada'sında Truva Savaşı kahramanı Akhaialı meşhur okçu (Genç) Teukros'tan söz eder. (V)

Teukros'un babası Teloman....Bu genç Teuker, Truva savaşından sonra babaı tarafından üvey kardeşi Ajaksı öldürdüğü için Kıbrıs'a sürüldü, orada güçlendi ve Salamis şehrini kurdu.

Bütün bunlar eşliğinde eski Giritliler Truvalılarla, Friglerle ve Batı Anadolu'da yaşayan diğer eski halklarla yakın akraba idiler.

PELASG DİLİ


Herodot, Pelasg dili hakkında bazı ipuçları verir:

"Pelasgların dili hakkında kati bir şey söyleyemem, lakin, mesela eskiden Thesaliotis denen bölgede Dorlar'ın komşusu olup ta bugün Thrrhen'lerin (Etrüskler) yukarısında Kreston'da yaşayan Pelasgların ve yine dah önce bir müddet Atinalılarla birlikte yaşamış olan ve sonra Hellespont üzerinde Plakia ve Skylake şehirlerini bırakmış olmakla beraber, hakikatte Pelasg olan halkların dillerinden bir kanaat edinmek istersek, onların kat'i olarak barbarca (Yunanca olmayan) bir dil konuştukları söyleyebiliriz. Buna göre ve de bütün Pelasglarında aynı dili konuştukları göz önüne alınırsa, Pelasglardan olduğu muhakkak olan Atinalıların Hellenler'e karışmaları ile dillerini değiştirmiş olmaları gerekir. Bugün Kreston'da ve Plakia'da iki ayrı yerde yaşayan halkın dili aynı olduğu halde komşularının dillerine hiç benzemez. Bu da gösteriyor ki onlar eskiden sahip oldukları şivelerini aynen korumuşlardır." (Herod I,57)

Yunanistan'da (Pelasgia'da) Hellenlerle Pelasgların dilleri arasındaki bağları inceleyebilmek için Prof.E.Adelaide HAHN ve Prof.Norman O.BROWN'ın müşahedelerini dikkate almamız gerekiyor.

Prof.Hahn "Hayret verici miktarda çok Yunanca kelime, Hint-Avrupa dil etimolojisine sahip değildir. Mesela Hint-Avrupa dilinde "kral" (Skt.rajan - Lat.rex) kelimesinin karşılığı olan Yunanca anax, basileus ve tyrannos gibi tabirlerin Hint-Avrupa dilinden olmadıkları gözüküyor..." derken Prof.Brown da "Yunan dilindeki kelimelerin en az %40'ı Hint-Avrupa kökenli değildir." diyerek onu destekler.

Bu halde mantık şunu gösteriyor ki, Yunan dilinde bu yabancı kelimeleri verenler Yunanistan'ın yerli halkı olan Pelasglar olmalıdır. Ve Pelasgların komşuları olan Etrüskler, Truvalılar, Mysialılar ve Friglerden de farklı bir dil konuştuğu nazarı itibara alınırsa, dillerin RL diyalektinde yani OGURCA bir dil olması gerekir.

SONUÇ

Arkeolog James Mellaart'a göre Anadolu, Neolotik devirde (MÖ.7000-5600) Yakın Doğu'nun en ileri kültür merkezi olarak saptanmış bulunmaktadır. Ziraatın ve hayvancılığın ve de Anatanrıça kültünün başlangıcına şahit oluyoruz. Ana tanrıça yanındaki iki yırtıcı hayvan (pars veya aslan) bulunan bir taht üzerinde oturmaktadır. Bazen de Ana Tanrıça kendisi yerine sadece yüz yüze duran iki pars ile temsil ediliyordu. 

Prof.Mellaart bu kültün Çatalhöyük'teki devamlılığından bahseder ve bu halin MÖ.6500 ile 5650 yıllarını kapsayan on iki seviyede yani 850 yıl boyunca devam ettiğini belirtir. Daha sonra Frigya adıyla anılan bölgenin hemen güneydoğu kıyısında bulunan Çatalhöyük'te yaratılan bu kültü MÖ.500 yıllarında Etrüsk şehri Tarquinia'da yaşayan ve Lydia'dan gelmiş olan halkın yaptığı resimlerde aynen görüyoruz. 

Anadolu halkı bu geleneği Mezopotamya'ya da aktardı. Ana Tanrıça'nın aslanlarını Sümer'in Lagaş hanedan armasında da görüyoruz. Kral Eannatum ( y.MÖ.2500) tarafından dikilen bir stele üzerinde bulunan bu aramdada kanatları açık bir kartal pençelerinde iki aslan tutmaktadır. Bu amblem Lagaş kralı Lugalanda'nın (y.MÖ.2400) silindir mühüründe de bulunuyordu. 

Yani Çatalhöyüklüler, Sümerliler ve Etrüskler on bin yıllık bir devamlılığı temsil eden zincirin sadece üç halkasını oluşturuyordu.

Prof.Mellaart tabiatıyla Çatalhöyük'te 8000 yıl önce adeta modern görünümlü bir kasabada yaşayan halkın kimliğinden habersizdi. 

Afrodisias kentini kazan ve geçmişini MÖ.5000 li yıllara uzandığını ortaya çıkaran arkeolog Prof.Erim de Anadolu'da ilk medeniyeri yaratanların hakiki hüviyetlerini bilmiyordu. Fakat, bu topraklarda yetişmiş medeniyetlerin içimize kök saldığına inanan Erim şu sözleri söylerken onlarla akrabalığını hissediyor gibiydi : 


"BU ESERLER GREK, ROMA, BİZANS FALAN DEĞİL. BU TAŞLAR BİZİM KÖKÜMÜZ. HEPSİ ANADOLU !"

Anadolu'nun ve onun ilk dünya uygarlığını yaratan çocuklarının uzun tarihi yeniden yazılacaktır. Onlar ve akrabaları Sumerliler, Babilliler ve elamlılar bu uygarlığı öyle bir olgunluğa eriştirdiler ki, bir modern yazar şunları yazmaktan kendini alamıyordu:

"Yunanlılar, Yunanistan'da değil burada (Anadolu'da) o parlak uygarlıklarını yarattılar. ... Burada onların ilk dehaları çiçek açtı ; edebiyatta Homeros, felsefede Thales, matemtikte Pythagoras , tarihte Herodot, tıpta Hippokrates burada doğdu " (MulLH,Preface v)

Diğer bir ifade ile, eski parlak Yunan uygarlığını Yunanistan'lı Yunanlılar değil, önce Pelasg kanı taşıyan ve Küçük Asya'ya göçtükten sonra da Karyalı kadınlarla evlenmek suretiyle daha da çok Türk kanı ile donanmış olan Anadolulu Yunanlılar yaratmışlardı diyebiliriz.

Roma uygarlığının oluşmasında düşünüldüğü gibi Yunanlılar değil daha ziyade Etrüskler rol oynamışlardır. Virgil'in Aeneid adlı epik eserinde belirttiğine göre Etrüskler Roma'yı uygarlaştırırken kendi dillerini kaybederek Latinlerin asimilasyonuna maruz kalmışlardır. Prof.Muller'e göre sanatları, resmi ve tiyatroyu Romalılar Etrüsklerden, Yunanlılar ise Friglerden ve Lidyalılardan öğrendiler.

Yunanlılar Frig flütünü aldılar, Fenike (Arami) alfabesini, Lidya sikkesini ve Babil (Sümer) ilmini benimsediler. Bu verici milletlerin hepsi sanat ve ilimlerin yeşerdiği ve büyüdüğü büyük TÜRK ORMAN'ın parçalarıydılar.

Türk dilindeki diyalektlerin ve temel gramer kurallarının beş bin yıl önce de mevcut olduğu görülüyor. Avurpa Alpleri'nden ve Tyrrhen Denizi'nden Çin Denizi'ne kadar uzanan bir TÜRK ORMANI içinde Hint-Avrupa ve Sami dillerinden başka üçüncü büyük grubu oluşturan dili dar bir coğrafi çerçeve içinde Ural-Altay adı ile sınıflandırmak manasızdır.

Bunun yerine artık Osmanlı Türkçesi gibi suni birer dil olan Macarca ve Fince dillerini de içine alan bir TÜRK DİLLERİ grubundan söz etmek çok daha ilmi olur.

Türkçe konuşan topluluklar eski zamanlardan beri insani kanunlar yaptılar. Sumerliler'de belki krala hıyanet suçu hariç idam cezası görülmüyor, daha ziyade para cezaları tatbik ediliyordu. Onlar ve diğer Türk kavimleri fethettikleri veya birlikte yaşadıkları diğer topluluklara karşı barış zamanında daima hoş görülü davrandılar.

Avrupa toplulukları için bunu pek söyleyemeyiz. Eski Yunanlılar ve Romalılar fethettikleri ülkelerin insanları ile birlikte uygarlıklarını da ortadan kaldırdılar. Latinler, kendilerine Roma uygarlığını hediye eden Etrüsklerin sadece fiziki mevcudiyetlerini değil kitaplarını ve sanatlarını da yok ettiler.

Yunanlı Dorlar ve daha sonra Romalılar, Yunanistan'da ve Anadoluda Pelasgları öyle bir silip süpürdüler ki kayıtlarda onlardan sadece tek bir kelime TEPAE kaldı.

Aynı hal Karyalıların, Truvalıların ve diğer Anadolu halklarının da başına geldi ki, onlardan bazıları ancak uzak dağ köylerinde hayatlarını kurtarabildiler.

Daha yakın bir tarihte, İspanya'da Arap uygarlığının yok edilişine, Yahudilerin sürgün edilmesine, Almanya'da ise milyonlarcasının Hitler tarafından öldürülmesine şahit oluyoruz.

Amerika'yı keşfeden Avrupalılar da Kızılderili kavimleri kültürleri ile birlikte yok ettiler.

Büyük TÜRK ORMANI ise en küçük milletler için bile bir sığınak hür yaşanılan bir toprak sağlıyordu. Eski Türk imparatorlukları içinde serbestçe yaşamış olan Yunan, Ermeni, Arnavut, Bulgar, Çerkez, Gürcü, Yahudi ve hatta İranlılar ve Araplar gibi büyük toplulukların bugünkü Türkiye dışında devletler halinde bütün dilleri ve kültürleri ile hala varolmaları bu Türk mucizesi'nin şahididirler.

Marco Polo'yu dikkatli incelersek görürüz ki "dehşet saçan" Moğolların imparatoru Kubilay Han'ın idaresi altında bile Türk-Moğol dünyasında Müslüman, Hıristiyan, Musevi ve Budist her dinden insanların serbestçe ibadetlerini yapabileceği laik ve demokratik sayılabilecek bir ortam mevcuttu. Bu imparatorluğun çöküşü sonucu "hürriyetine kavuşan" Çin'de ise artık bir hoş-görü'den ve hür yaşamdan bahsetmenin mümkün olamayacağını Eileen Powel'in şu müşahadelerinden öğreniyoruz :

" MS.1340 yılında , Floransalı Francis Balducci Pegolotti tüccarlar için hazırladığı bir kitapta ' Don ırmağından Çin'e kadar giden yolda tam emniyet içinde seyahat edilebilir' diye yazıyordu. O zaman Pekin'de oturan Kubilay Han, Hıristiyan kilise çanlarının tatlı seslerini dinlemekteydi. Ve bu Orta Çağ'ın karanlık devrinde 13. yüzyılın sonları ile 14.yüzyılın başlarına rastgeliyordu. Fakat 14.yüzyılın ortalarına doğru her şey değişti. Çinlilere geçen Pekin ve Hangohou ve büyük liman şehirleri ile birlikte o eski asil uygarlık karanlığa gömüldü. Artık o büyük ticaret yolu emniyetini yitirmişti ve Zeytun şehrinde Hıristiyan rahipler artık cemaatlerine vaaz veremiyordu."

Pers-Akamen kralları, imparatorluk topraklarında her ırkın hür ve emniyet içinde yaşamalarını sağlamakla kalmadılar, onalrın dillerine de saygı gösterdiler. Yazıtlarını, imparatorluk içinde konuşulan Elam Türkçesi , Farsça ve Babilce(Arapça ?) dilinde yazdılar. Böyle bir uygulamayı Roma ve Yunan'da göremiyoruz.

Eserimizi dikkatle ve bitaraf olarak inceleyenler göreceklerdir ki,klasik yazarların Persler'i , yani Hitler gibi insanların kendilerini "üstün ırk" olarak görmelerine yardımcı olan Aryanist yazarların yücelttiği "ARYANLAR" aslında, resmi yazılarında bir Türk diyalekti olduğunu ispatladığımız Elamca dilini kullanıyorlardı. 

Sami Yahudileri yok ettiğini zanneden Hitler, aslında TÜRK HAZARLAR'ı öldürüyordu. Arthur Koestler bu Yahudilerin Milatın ilk bin yılı içinde Museviliği kabul eden Hazarların torunları olduğunu gösterir. (((aynı şeyden Cengiz Özakıncı'da kitaplarında bahseder-SB)))

Bu filolojik incelemelerimizle ve bilhassa İSKİT meselesinin çözümü ile şimdi tarih sayfalarını süsleyen büyük göç teorilerini kökten değiştirmemiz gerekiyor. Aslında sözde oluştuğu zannedilen Hint-Avrupa kavimlerine dair büyük göçlerin, hiç olmazsa bilinen beşbin yıllık yazılı tarih boyunca vuku bulmadığı anlaşılıyor. Arkayik TÜRK diyalektlerinde Sami ve İrani alıntı kelimelerin mevcudiyeti , bu iki dili konuşan toplulukların, son bin yılda olduğu gibi, tarihin ilk yıllarından beri Türkçe konuşan halklarla bir arada yaşadıklarını göstermektedir.

Son olarak şunu ifade etmeliyim ki, aydınlattığımız beşbin yıllık Türk uygarlığının hastalıklı bir devrinde yeni bir uygarlığın temelini cumhuriyetle atan Mustafa Kemal ATATÜRK , kati arkeolojik ve filolojik delil yokluğuna rağmen, çağında rastlanmayan büyük tarihi önsezisiyle, Türkün bu eserle ortaya çıkardığımız mazisinin varlığına içten inanarak şunları söylüyordu:


"ASLA ŞÜPHEM YOKTUR Kİ TÜRKLÜĞÜN UNUTULMUŞ BÜYÜK MEDENİ VASFI VE BÜYÜK MEDENİ KABİLEYETİ BUNDAN SONRAKİ İNKİŞAFİYLE ATİNİN YÜKSEK MEDENİYET UFKUNDA YENİ BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR."



SELAHİ DİKER'in kitabından alıntıdır




***
NOT: 

ELÂM’lar konusunda araştırmalar yapmış olan Hamit Zübeyir Koşay onların Türk olduklarını ve birkaç yıl Basklar arasında bulunduktan sonra Türkçe ve Baskça arasında bir bağ kurmuştur . Diller kısa sürelerde büyük değişikliklere uğradığı için binlerce sene evvelki durumu için bir şey söylemek zor.(Sadi Bayram/makaleler, incelemeler , Ankara 1974,tıklayın)


***