Translate

kırgızlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kırgızlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2016 Perşembe

Türklerde Budizm ve Maniheizm





Göktaşından yapılmış Budist 
Heykel en az 1000 yıllık. / haber linki


1938 yılında Tibet'te "köklerini" arayan Naziler tarafından bulundu. Nasıl bulunduğu ayrıntılı olarak verilmiyor, ama göğsüne kazınmış gamalı haç yüzünden, araştırma görevlilerin etkilendiği ve bu yüzden Almanya'ya getirildiği varsayılıyor. Münih'te özel bir kolleksiyona ait iken, ilk kez 2009 yılında bir müzayede ortaya çıkarılmış.


"Demir Adam" adını verdikleri heykelin ağırlığı 10 kilo. 15 bin yıl önce Dünya'ya çarpan nikel-demir yüklü meteordan yapılmış. Başlığına, oturuşuna, elindeki "and kadehine" bakarak kimlerin yaptığını tahmin edebilirsiniz.;)







Ek bilgi:

Öte taraftan Tibet bölgesindeki manastırlarda ele geçen 5 Anadolu Selçuklu halısı da, dönemin kayıtlarındaki bilgilerin doğruluğunu pekiştirmektedir.(Aslanapa 2005:58-59/96-106;İnalcık 2008:37-38; Yetkin 1991:33)




Demir Göktaşları :

Bunların büyük çoğunluğu demir ve bir miktar nikel karışımından meydana gelir.Bir demir-nikel göktaşı örneği Şekil 5’te verilmiştir. Tümüyle demir ve nikelden yapılmış olduklarından, düşüşleri ve yeryüzüne karışmaları sonrasında da keşfedilme olasılıkları çok yüksektir. 


İlk Çağ döneminde, saf demirin en önemli kaynağı demir göktaşları olmuştur. Tarihsel olarak düştüğü kaydedilen bazı meteoritlerin günümüze ulaşmamasında, bunların silah ve diğer malzeme yapımında kullanılışının önemli katkısı vardır. Bu göktaşlarındaki nikelin demire oranı her zaman yaklaşık %12 civarında olduğu için, bir demir malzemenin göktaşından yapılma olup olmadığı, bu orana bakılarak kolayca anlaşılmaktadır.

Türkiye'de Meteor Bilimi Çalışmaları
M. E. Özel
Çağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi,Tarsus/Mersin / link






Buddha - Buddhism

There were many Buddas , but the name specially recalls the greatest of philosophic and pious teachers, Gotama the Tathagata or "saint" the Sakya-muni or monk of the Sakya clan, Siddartha, who when he quitted the sacred grove of Buddha-gaya received the name of Buddha - "the wise teacher".

Enter the path! there are no woes like hates,
No pains like passions, no deceits like sense,
Enter the path! Far has he gone whose foot,
Treads down one fond offence.

Enter the path! There spring the healing streams,
Enter the path! There grow the immortal flowers,
Carpeting all the way with joy-there throng,
Sweetest and swiftest hours.

Right Life
Bhikshu Ananda-Maitriya

Buddihst sculpture then represented angels and gods, demons, paradises, and hells ; though Gotama Buddha had confessed that he knew nothing as to any spirit, god or soul.

The Sakya-muni is represented as a Kol or Dravid rather than an Aryan, and with the curling hair of the aborginal Negrito. He is pictured with the long ear-lobes said to denote goodness, but which belong to non-Aryans. 

Mr.R.Carnac speaks of a Manipuri whose ear-lobes extended two inches beyond his cheeks. Prof.Beal speaks of the Sakyas as Scythian Aryans (! Scythians are non Aryans, but Turanian, and there is no Aryan race, that does not exist. -SB); but the top-knot of Buddha's coiled locks - said to reach to heaven - recalls the conical head-dresses of Turanians from Central Asia : it becomes a pillar of glory in the Amravati sculptures, but proceeds from the throne of the Hindu Bhagavat, thus belonging to lingam worship, not to Buddha. the deified Buddha is in fact Turanian, not aryan at all.

Gotama the Buddha, Siddartha, the Sakya-muni, the "lion (Simha) of the Sakya tribe" was borne to King suddho-dana, "Lord of the Sakyas" , by Maya his queen, at his capital of Kapila-vastu in Oudh in the year 623 BC. according to the historians of Ceylon and Kashmir, and he died in 543 BC at age of eighty.




Yani Buda-Budha bir Saka-Türk prensi...












Tüm "büyük dinler" arasında sadece Budizm, Birinci Türk Hakanlığı'nın aristokrat kesimi arasında popüler olmuştur. Bügüt kitabesine göre (6.yy), Taspar-han Budizmi devlet dini yapmaya çalışmıştır. Hindistanlı misyoner Çinagupta'yı ülkesine davet eden Taspar-han, bir tapınak kurarak, Budist bir cemaat ihdas etmişti.


Onun sarayında Budist-Soğdiyanlar da vardı. Hatta bizzat Bügüt kitabesi, Budist sutralarının belirgin özelliğini teşkil eden Soğd alfabesiyle yazılmıştır. Türk hakanları, Budizmi, gerek Orta Asya ve gerekse Uzak Doğu'daki farklı etniklere mensup tebaalarını ideolojik yönden birleştirebilecek cihanşümül bir din olarak görüyorlardı.


Ne var ki 581 yılında ortaya çıkan sosyo-politik kriz ve akabinde devletin çökmeye başlaması, bu süreci durdurmuştur. Bununla birlikte Budizm, hakanlığın doğu ve batı kesimlerinde daha fazla yaşayarak, Yenisey Kırgızları ile Kimaklar arasında etkinliğini sürdürmüştür. Hatta Kırgız prenslerinden birisi Budist rahibiydi ve Doğu Türkistan'daki bir manastıra yerleşerek kutsal metinleri Tibetçeden Türkçeye çevirmiştir.


Doğu Kazakistan'da ortaya çıkarılan ve soylu bir Kimak kadına ait olan mezardaki ayna, Türkçe yazılı bir Budist öz deyişiyle süslenmiştir. Ne var ki, sadece Doğu Türkistan Uygurları Budizmi devlet dini olarak kabul etmiş ve Hindistan, Tibet ve Doğu Türkistan'da yazılmış olan Budist metinlerini Türkçeye çevirerek zengin bir kolleksiyon oluşturmuşlardır.


Türkler arasında yayılan ikinic din, İran'da 216-277 yılları arasında yaşayan "Aydınlık rehberi" Mani'nin kurduğu Maniheizm idi. Tüm kainatta ışıkla karanlık arasında ezeli bir savaş oluğunu, kurtuluşun başka bir alemde bulunduğunu, insanın ruhundaki kısmi aydınlığın ibadet ve dualarla kurtulabileceğini savunan Maniheizm, aşağı yukarı bu öğretilerin tamamını Zerdüştizm, Budizm, Hıristiyanlı kve bazı felsefi akımlardan almış, ancak onları manitken birbirine tezat teşkil etmeyen bir sistem içinde bütünleştirmişti.


Hiyerarşik bir yapıya sahip olan Maniheizm, yoğun misyonerlik faaliyetleri sonucunda özellikle Orta Asya, Merkezi Asya ve Çin'de yayılmayı başarmıştır.


Maniheist ve Hıristiyan (Nesturi ve Yakubi) cemaatlar, 6.yy-9.yüzyıllar arasında Taraz'da varlıklarını sürdürmüşlerdir. 7.yüzyıl Hıristiyan cemaatinden geriye sadece Süryanice yazılı kısa bir metin kalmış olmasına rağmen, Maniheist cemaatin daha güçlü olduğu ve Taraz'da manastırlara sahip bulunduğu muhakkak.


"On Ok ülkesinde (yani Batı Türk Hakanlığı'nda) dini yaymak" amacıyla yazılan "İki Esasın Kutsal Kitabı" adlı Mani kitabında (8.yüzyıl), Maniheist manastırların bulunduğu "altın şehir Argu-Talas" (Taraz) ile Yedisu'daki dört şehrin adları geçmektedir. Bir kısım Taraz'lı Soğdiyan'ın Zerdüştizme bağlı olduğu, Kazak arkeologların çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılan mezarlıktan anlaşılmaktadır. Çok dinlilik, Yedisu'daki Erken Orta Çağ şehirlerinin karekteristik bir özelliğiydi.


Türkün Üç Bin Yılı
S.G.Klyashtorny / T.İ.Sultanov
Selenge yayınları,2013







İki adam Budist manastırına para yardımı yaparken.
Biri mavi gözlü ve kızıl (Kıpçak?),MS.900
20 nolu mağara, Bezeklik Bin Buda Mağaraları

İpek üzerinde Budistler, MS.864
Çift başlı Kartal ve Türkçe dahil bulunan yazıtlar:
2 nolu rulo Maniheist - "Günahların itirafı" eski Türkçe
3 nolu rulo Runik (Orhun) Türkçe
4-6 nolu rulo Uygur Türkçesi
Bezeklik Bin Buda Mağaraları - Turfan















Aslında Uygur yazısı, aynı işaretlerden ibaret rünik yazıya uygun Türk yazısı olmayıp, bitişik harflerle akıcı yazı sistemine dayanan Sir-Sogd menşeli yazı idi. Bu yazıyı daha sonra Moğol ve Mançu’lar da almışlardır. Zamanımıza pek çok Uygur arşiv malzemesi de kalmıştır. Bunlar arasında bir küçük bahçenin kiraya verilişi gibi az önemli olanlar da vardır. 


Yazıya geniş kitleler vakıf oldukları gibi, kullanılan hukukî tabirlerden de çoğunluk haberdar idi. Von Le Coq’a göre, "O zamanki Avrupa’ya kıyasla Uygur’lar bu sahada da üstün idiler. Acaba o zamanki kaç Avrupa’lı kale beyi, elyazısı ve uygun hukukî ifadelerle bir mukavele tertip edebilirdi? Halbuki Uygur’larda bir köylü, esnaf buna muktedirdi. Hukukî formüller ve kânunlar ise yüksek derecede gelişmiş, iyi tanzim edilmiş hukuk tatbikatına tanıklık ederler” (Turan, 1918, 452).


Arşiv için kullanılan yazı malzemesi umumî olarak kâğıt'tır. Çinde M.S. ilk yüzyılda kâğıdın, sellülozdan paçavra cinsi ince perdahlı kâğıttan tuvalet kâğıdına ve kâğıt peçeteye kadar her çeşidi kullanılmakta idi. Bundan ötürü tabiatiyle Uygur’lar Avrupadan yüzyıllar önce kâğıdı biliyorlardı. 


751. yılındaki Atlah savaşında ele geçen esirlerden Araplar, kâğıdın ne olduğunu öğrendiler ve Semarkant'da kâğıt değirmeni (imalâthanesi) kurdular. Buradan Arap’ların batıdaki kutbu Sicilya ve İspanyada, daha sonra XI. yüzyılda Avrupa Hıristiyan âleminde kâğıt imâli başladı.


Kültür yayılışının ikinci yüce aracı olan kitap basma az bir gecikme ile aynı yolu takip etti. Matbaanın mucidi Gutenberg veya Conter olmayıp onlar ancak geliştiricilerdir.  Matbaa yüzyıllar önce Çin’de, Kore’de ve bizim için önemlisi Uygur’larda bilinmekte idi. Blok baskısının batıya yayılmasında Uygur’ların büyük rolü vardır, en eski müteharrik tipte harfler Türkçe için kullanılmıştır.


Moğol’ları medenileştiren de Uygur’lar olmuştur. Moğol fâtihleri. Uygur yazısını aldılar, diplomatik dil uzun müddet Uygurca idi. Güyük han (ölümü 1248) papa ile Uygurca muhabere etti. Moğolların diplomatları da Uygur’lardan, kısmen Kereiflerden ve Öngüt’lerden idi.


Uygur’lardan elçiler Roma’da, valiler Çin’de ve Bağdad’da, mürebbîler Çingiz ailesi içinde, bilginler Tebriz’deki Moğol sarayında ve mühendisler Moğol ordularında (Meselâ; Kubilây ordusunda 1268’de güney Çin’de) vazife gördüler. Doğu ve batı kültür unsurlarının birlikte yaşadığı ondan sonra aslâ görülmedi. Kültürlerin yayılışında aracılık yapan Uygur’lar, Türklük camiası içinde umumî medenî tekâmül bakımından mümtaz bir unsur idi.



TÜRK DEVLETİNİ DOĞUDA YAŞATANLAR: UYGURLAR
TARİHTE TÜRKLER - LASZLO RASONYİ

























5 Aralık 2013 Perşembe

KIRGIZ TÜRKLERİ





Milattan önce II. asırda “Gegun” olarak adlandırılan Kırgızlar, tarih boyunca Türklerin anayurdu olarak bilinen Altay ve Tanrı dağları dolaylarında yaşayan Türk boylarındandır. Kırgız adının “Kır gez”, “Kırk Oğuz”, “Kırk soy”, “Kırk boy”, “Kırk er”, “Kırk kız” gibi söz grublarıyla ilgisi olduğu yolunda ondan fazla açıklaması bulunmaktadır. “Kırgız” sözcüğünün Kırgız halkı tarafından çeşitli etimolojisi yapılmıştır. Halk tarafından yapılan “Kırgız” kelimesinin açıklamaları Kırgızların ortaya çıkış efsanelerinde belirtildiği gibi genellikle “kırk” sözcüğüyle bağlantılıdır.

Bilimsel olarak da ”Kırgız” sözcüğünün çeşitli etimolojisi yapılmıstır. S.E. Malov ve A. Kononov’a göre “Kırgız” kelimesi “kırk” sayı ismi ve “-z” çokluk ekinden meydana gelmistir. A. Margalen, M.Ö. III. yy’da Hun yönetimi altında yaşayan Gegunların bugünkü Kırgızların ataları olduğunu belirtmektedir. Ona göre “Gegun” kelimesinin Türkçe biçimi olan ”kırkın” sözcüğü daha sonra “Kırgız” (Kır adamları) seklini almıstır. K. Petrov’a göre ”Kırgız” kelimesi “kırıg” veya ”kırgu” (kızıl) sözcüğünden ve “-z” çokluk ekinden meydana gelmistir. Bunların dısında ”Kırgız” sözcüğünün “Kızıl Oğuz”, “Kırk Oğuz” gibi açıklamalaları da yapılmıştır. Genelliklle tarihçiler ve Türkologlar ”Kırgız” kelimesinin “Kırk Oğuz” sözünden meydana geldiği düsüncesindedirler. Kırgızların ortaya çıkıs efsanelerinde de Kırgızların atası olan Kırgız, Oğuz Han’ın torunu veya yakını olarak tanıtılmaktadır. (Çorotegin, Moldokasımov, 2000:11-12)

Orta Asya ile iliskisi olan Türk boylarına ait unsurların bugünkü Kırgız halkıyla karıştığı; Manas Destanı’nda ve Kırgız sancıralarında adı geçen Kıpçak, Döölös, Cediger, Nogay, Katagan, Sart, Cabağı, Çerik, Munduz, Özbek, Azık, Türkmen, Kıtay, Buğu, Moŋoldar gibi uruk adlarından anlaşılmaktadır.


KIRGIZLARIN ORTAYA ÇIKIŞI 
“Kırgız” Terimi Hakkında

PROF. DR. ÖMÜRKUL KARAYEV 
Kırgızistan Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü 


Türkiye Türkçesine Aktaran: MEHMET KILDIROĞLU


________________


KIRGIZLAR
Prof.Dr. Ahmet Taşağıl


Kırgızların eski yurdu yani esas anayurtları Kögmen Dağlarının kuzeyi, Yenisey Nehrinin kollarından Kem havzası idi. Kırgız adı etimolojik çalışmalarla etüd edilmiştir. Ancak, günümüze kadar kesin neticelere hala varılamadığı görülmektedir. Bu filolojik mesele ise de araştırmaların neticesinde kelime anlamı olarak Kırgız adının kır-gezmek’ten veya Kırk Oğuz’dan geldiği konusunda önemli fikirler olduğunu söyleyebiliriz. Çince metinlerde ise Kırgız ismi ilk defa Ke-k’un olarak kaydedilmiştir.

Bu Kırgız isminin tarihte bilinen ilk transkripsiyonudur. Daha sonra Chienk’un şeklinde zikredildiğine rastlıyoruz. Gök-Türklerin ilk zamanlarında (555’lerde) Ch’iku, 648 yılı dolaylarında Chie-ku, Büyük Uygur Kaganlığı döneminde(744-840) Chie-ku, Hsia-chia-ssu, Chia-chia-ssu ve Ho-ke-ssu gibi isimlerle yazılmışlardır. Bunların hepsi Kırgız isminin değişik transkripsiyonlarıdır.


Fakat, WHTK’da  verilen Ho-ke-ssu okununuşu Kırgız ismine en yakın olanıdır. 603 yılı dolaylarında Töles boyları için verilen listede geçen He-ku’ların ki, bunlar Tanrı Dağlarındaki Pai-shan’(Aktağ)ın kuzey eteklerinde yaşıyorlardı, Kırgız isminin son transkripsiyonu He-ke-ssu’ya yakınlığından dolayı söz konusu tarihte bu adla anıldıkları sonucunu ortaya koymaktadır. Bu durum Kırgız ismi konusunda yeni bir fikir verdiği gibi aslında aşağıda bahsedilen onların Türk kökenli olmadıkları konusundaki iddialara en iyi cevaptır.

Bunun yanında Kırgız adının yüzyıllar boyu devamlılığını göstermesi bir başka enteresan noktadır.

Kırgızların aslında Türk olmayıp VI. Asırda Türkleştiklerine dair ileri sürülen fikirlere kesinlikle katılmıyoruz. Onların fikri esasında Kırgızların “ yeşil gözlü sarışın veya kızıl saçlı olduklarına ve de kurttan türeyen kimselerden değildir” şeklindeki kayıtlara dayanmaktadır. Bunlardan başka diğer eski Türk boylarıyla kültürel açıdan her hangi farklı bir tarafları olduğu konusunda kayıt yoktur. Üstelik kurttan türeme rivayeti ile ilgili bilgiler sadece Gök-Türklere değil, Kao-ch’e’lara ve Wu-sun’lara aittir. Gök-Türk döneminde kurt yani A-shih-na’ya bağlananlar yalnız hanedandır. Bunun yanında çok sayıda diğer Türk boylarının kurt efsanesiyle ilgisi bulunmamaktadır( Töles boyları, Türgişler, Sir Tarduşlar, Bayırkular, Oğuzlar, Uygurlar, Karluklar ve benzeri küçük boylarda) . Dolayısıyla kurttan türeme rivayeti yok diye Kırgızları Türk asıllı saymamak kanaatimizce doğru değildir; ayrıca Eberhard “ Türklerden değildir demekle “  sadece Gök-Türk hanedanlığının bağlı olduğu kabileden gelmediğine işaret etmiştir. Renk açısından farklı olduklarının bildirilmesi de Kırgızların başka bir etnik kökenden geldiklerini göstermez. Çünkü Hazarlar, Bulgarlar, Kuman-Kıpçaklar tarihî kaynaklarda sarışın ve mavi gözlü tasvir edilmişlerdir.

Diğer taraftan Türk adını taşıyan I.Gök-Türk devletinin meşhur kaganı Mukan (553-572) dahi Çin kaynaklarında “kızıl yüzlü, renkli gözlü(donuk cam gibi)” ifadesiyle anlatılmıştır. Bizim görüşümüzü destekleyen en önemli delil Kırgızların ortaya çıktığı bölgenin yapılan arkeolojik kazılar neticesinde en eski Türk yurdu olarak belirlenmesidir.

M.Ö. 2500-1700 arası Afanesyevo sonra 1700-1200 arası Andronovo kültürlerinin temsilcilerinin Türk soyunun proto-tipi olduğu anlaşılmıştır. Kırgızlar, bilinen tarihte ilk defa Büyük Hun imparatorluğunun Shan-yü’sü Mo-tun zamanında zikredilmişlerdir.

Buna göre Hunların kuzeyinde bulunan Kırgızlar, Ting-ling, Ch’ü-she, Hun-yü, Hsin-li gibi boylar arasında yaşıyorlar ve Ke-k’un ismiyle adlandırılıyorlardı. Muhtemelen M.Ö.203 yılı dolaylarında adını saydığımız diğer kabilelerle bağlanan Kırgızlardan bundan sonra bahis yoktur. Bu esnada Altay dağlarının kuzeyinde Kem ırmağı civarında yaşıyorlardı.

Kırgızların, Gök-Türk Devletinin kuruluşundan itibaren tarihî metinlerde yer almaya başladığı görülmektedir. Aslında Kırgızların Gök-Türk Devleti kurulmadan önce menşe efsanelerinde adlarına tesadüf edilmektedir. Gök-Türklerin ikinci menşe efsanesinde Abakan nehri ile kem nehrinin arasında yaşadıklarından bahis vardır. Buna göre:” Gök-Türklerin atalarından Ni-shih-tou’nun oğullarından birisi değişip, beyaz ördek olmuştur.

Kırgızlar, yine de Karluk, Tibet, İran(Ta-shih) gibi boy ve devletlerle münasebetlerini devam ettirdiler. Uygurlar, onların reisi A-je’ya makam ve unvanlar vermişlerdi. Zamanla Uygurlar kuvvetten düşünce A-je kaganlığını ilan etti. Bunun üzerine Uygurlar bazı kumandanlarını göndererek isyanı bastırmak istedilerse de Uygur kumandanları kuvvetli Kırgız ordularıyla baş edemediler. Üstelik Uygur kumandanlarından Küllüg Baga (Chü-lü Mo-ho), Kırgız kaganı Aje’ya rehberlik ederek Uygur kaganının merkezini bastırttı. Yenilen Uygur kaganı Ho-sa öldürüldü (840). Diğer bütün Uygur kumandanları ve teginleri de mağlup olmuştu. Uygurların altından otağı ve Çin asıllı T’ai-ho prensesleri Kırgızların eline geçti.

Ölülerini yakan tek Türk kavmi olarak gösterilirler, çadırlarda keçeden kulübelerde otururlar, öldürücü oyunludurlar, ateşe taparlar. Onlara bağlı Furî isimli bir kabile vardı. Kırgız Hakan’ının oturduğu Kemekâs kasabası bulunuyordu. Küseym adlı bir Kırgız boyu daha vardı. Kürk misk ve hutüvv(boynuz) elde emek için avlanırlardı.

Kırgızların en kuvvetli olduğu zamanda seksen bin iyi yetişmiş asker çıkarabildiklerini öğreniyoruz. O sırada doğularında Kurıkan’lar, güneylerinde Tibetliler, güney batılarında ise Karluklar bulunuyordu. Gelenekleri büyük oranda Gök-Türklerle aynı idi.

Kırgızların yaşadığı topraklar yazın çok sulu, rutubetli, bataklı idi. Kışın kar yığılırdı; yani çok yağardı. İnsanların hepsi uzun boylu ve iri yarıdır. Kızıl Saçlı, açık tenli yeşil gözlüdürler. Siyah saçlılara şanssız derlerdi. Kadın çok erkek az idi. Değerli taşlardan dizili küpeler takarlar, geleneklerine sıkı sıkıya geleneklerine bağlıdırlar. Erkekler ellerine kadınlar boyunlarına dövme yaparlardı. Eğlence ve şehvete düşkündürler.

Yıl başına Mao-shih(baş) ay derler ki, üç ay bir zaman birimi( mevsim) oluşturur. 12 ay bir yıl olur. Söz gelimi bir yıla kaplan derler. İklimleri çok soğuktur. Büyük ırmakların yarısı dahi donar. Darı buğday ve benzerlerini ekerler. Ezme suretiyle un yaparlar. Üçüncü ayda ekip, dokuzuncu ayda toplarlar. Yemek ve içki yaparlar. Ayrıca sebze ve meyvaları yoktur. Atları kuvvetli ve iridir. Mükemmel savaşanlar at başı (reis) olurlar. Develeri, sığırları koyunları çokça vardır.

Zengin çiftçilerde birkaç bin hayvan olabilir. Yabani hayvan olarak vahşi at, Ku-t’u , sarı koyun, koç, kara kuyruk, geyik bulunur ki, kara kuyruklar ala geyiklere benzer ve kuyrukları daha büyük ve siyahtır. Balık olarak yedi-sekiz kadem(ayak) uzunluğunda Mie vardır. Mo-ken’ların ise kemikleri (kılçık) yoktur ve ağızları çenelerinin altında bulunur.

Kuş olarak kartal, yabanî ördek, saksağan ve yabanî kaz vardır. Ağaç olarak, çam, kayın ağacı, kara ağaç, söğüt ve P’u çamı bulunmaktadır. Öyle yüksektirler ki; ok atılsa tepesine ulaşmaz. En çok kayın ağacı bulunur.

Maden olarak altın demir ve kalay çıkmaktadır. Her yağmurdan sonra demir elde edilir. Chia-sha adlı iyi cins demirden keskin silahlar yapılır ve bunlar Gök-Türklere ulaştırılırdı. Silah olarak okları, yayları ve sancakları (mızrakları) bulunmaktadır. Süvarileri kendilerine ağaçtan kalkan yapıp, ayak ve bacaklarını korurlar. Bir de omuzlarına koydukları yuvarlak kalkanları imâl ederler ve bu şekilde kendilerini mızraklardan korurlar.

Onların reislerinin unvanı A-je idi. Bundan dolayı A-je soyadını taşıdıkları bilinmektedir. Bir sancak dikerek etrafında toplanırlar ve kızıl renge değer verirlerdi. Diğerleri ise kendi kabilelerine göre unvan almışlardı. Elbiseleri değerli samur ve kunduzdandır. A-je, kışın samurdan yazın altından başlık takar. Ucu sivri süslü altı tarafı bükülmüştür. Halkının(maiyetinin) hepsi beyaz keçeden başlık takarlar, yanlarında bıçak ve bileği taşı taşımayı severlerdi. Milletin giydiği elbise deridendir. Başlık takmazlar, kadınların elbiseleri yün ve ipekten imâl edilir. Elbiselerde kullanılan ipek, Beşbalık, Fergana ve İran’dan getirilirdi.

A-je, Yeşil Dağ’Ch’ing-shan)da konaklar. Etrafında duvar yerine çit vardır. Keçeler birleştirilmek suretiyle yapılan Mi-t’e Ch’ih-t’o adlı çadırı vardır. Kabile reisleri küçük çadırlarda otururlar. Askerler vazifeye çağrıldığında hepsi harekete geçerler. Samur ve yeşil fare kürkünü vergi olarak sunarlardı.

Devlet yönetiminde Kırgız hükümdarından başka altı makam vardır. Bunlar, başbakan (hsin-hsiang),tudun (T’u-tu), ch’ang-shih(sivil memur), general (chiang-chün), takan (Takan) gibi atı makam bulunuyordu. Yedi başbakan, üç tudun, on subayın hepsi askeri makamdırlar. Aynı zamanda, on beş yüksek memur bulunur. General ve tarkan olarak kimse tayin olunmamıştı. Kabilelerin hepsi at kımızı ile et yerler. Sadece A-je etli pide gibi bir şey yerdi.

Musıkî aleti olarak, flüt, davul, pipa, Tatar pipası, düdük, plaka ve ziller vardır. Oyun olarak deve ve arslan oyunları, at oyunları ve ip oyunları bulunuyordu. Zamana bakmadan ruhlar arasında sadece otlara sulara kurban sunarlar. Sihirbazlarına kan derler.

Evlenirken at ve koyun başlık parası olarak verilir. Zenginleri yüz veya bin koyun ile at verirler. Biri ölünce yüzlerini kesmezler. Sonra ceset yakılır, külleri ve kemikleri bir yıl sonra toprağa gömülür. Gömme işlemi sırasında yine ağlaşırlar. Kışın ağaç kabuğundan  örtülü evlerde otururlar.


Onların yazı dilleri tamamen Uygurlarla aynıdır. Kanunları çok serttir. Savaştan kaçanlar, memuriyetlerini iyi yapamayanlar, vatana ihanet edenler, hırsızlık yapanlar gibi suçların cezası başı uçurulmak suretiyle yerine getirilir. Hırsızlık yapanlar gibi suçların cezası başı uçurulmak suretiyle yerine getirilir. Hırsızlık yapan çocuğun başı babasının boynuna asılır ve ölünceye kadar bunu taşırdı.




______________


KIRGIZLARDA KUUDULLUK VE APENDİ 
(NASREDDİN HOCA)

Yrd.Doç.Dr. Zekeriya KARADAVUT

Bu makalede Kırgız fıkra tipi olarak tarif edebileceğimiz kuudulluk ve kuudullar tanıtılmakta, ayrıca bir kuudul olarak tanıtılan Nasreddin Hoca (Apendi) ve onun Kırgızlar arasındaki pozisyonu hakkında bilgi verilmektedir. Kuudulluk Kırgızların geleneksel millî sanatları içinde kökü eskiye dayanan ve halk arasında büyük itibar gören sanatlardan biridir. 

Kuudul hünerbâzlar yaratıcı kabiliyetleri, olaylar karşısındaki tavırları ve hazır cevaplılıkları ile halkın gönlünü okşamış, onları güldürerek rahatlatmışlardır. Kuudullar hasisliği, cimriliği, açgözlülüğü ve cahilliği de tenkit ederek bu vasıflara sahip kişilerle dalga geçmek suretiyle de halkı eğlendirerek güldürmüş, sosyal adaletsizliklere karşı yaptıkları mücadelelerle de halk arasında önemli itibarlar elde etmişlerdir. Kırgızların önemli kuudulları arasında Cooşbay Borso Uulu, Kökötöy Toto Uulu, Karaçunak Şıldır Uulu, Kuyruçuk Ömürzak Uulu, Beknazar ve Şarşen’i sayabiliriz. 

Anadolu Türklerinin Nasreddin Hoca olarak bildikleri fıkra tipine Kırgızlar, Apendi ve Koco Nasır adını verirler ve onu da kuudullar arasında sayarlar. Veya kuudulu tarif ederken Nasreddin Hoca’dan da bahsederler. Ancak Hoca’nın anlattıklarına veya Hocaya mal edilen fıkralara anektod adını da verirler. Ayrıca genel olarak hikâye kelimesiyle karşılayabileceğimiz angeme terimini Nasreddin Hoca’nın fıkraları için de kullanarak Apendi angemeleri demektedirler.




___________




Kırgızistan Koçkor'daki Türgeş Yazıtları


Tanrı Dağları ile Yedisu, Fergana ve Doğu Türkistan gibi komşu bölgeler, eskiden beri çeşitli ırk ve dine mensup pek çok kavmin yoğun olarak yaşadığı coğrafyadır. Bunun en sağlam kanıtı bu topraklarda yaşayan halkların çeşitli malzemeler üzerinde bıraktıkları yazılı anıtlardır. Günümüz Kırgızistan topraklarında Soğd, Süryani, Arap, Tibet, Sanskrit, runik ve Uygur harfli çok sayıda yazıt bulunmaktadır.

 Bu yazıtların çoğunluğunu ise eski Türklere ait runik harfli yazıtlar oluşturmaktadırlar. Şimdiye dek türkoloji literatüründe Kırgızistan, Türk runik yazısının kullanıldığı kenar bölgelerden biri olarak kabul edilirdi. Ancak bilim dünyasına kazandırılan runik yazılı anıtların sayısının halihazırda elliyi geçmiş olması, Moğolistan ve Güney Sibirya gibi, Tanrı Dağları ve civarının da, artık, erken Ortaçağda runik yazının genişçe bilindiği ve uygulandığı ana merkezlerden biri olarak kabul edilmesine  imkan vermektedir. Runik yazının tatbik edildiği yerel malzemenin çeşitli oluşu ise bu görüşümüzü destekleyen önemli bir unsurdur.

 A. M. von Gabain’in de dediği gibi “yazılırken her ne kadar böyle bir amaç güdülmediyse de, bu yazıtlar bizim için zengin ve kıymetli birer tarihi belge niteliğindedir”








___________
















***