Translate

Ahmet Taşağıl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Taşağıl etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2013 Perşembe

KIRGIZ TÜRKLERİ





Milattan önce II. asırda “Gegun” olarak adlandırılan Kırgızlar, tarih boyunca Türklerin anayurdu olarak bilinen Altay ve Tanrı dağları dolaylarında yaşayan Türk boylarındandır. Kırgız adının “Kır gez”, “Kırk Oğuz”, “Kırk soy”, “Kırk boy”, “Kırk er”, “Kırk kız” gibi söz grublarıyla ilgisi olduğu yolunda ondan fazla açıklaması bulunmaktadır. “Kırgız” sözcüğünün Kırgız halkı tarafından çeşitli etimolojisi yapılmıştır. Halk tarafından yapılan “Kırgız” kelimesinin açıklamaları Kırgızların ortaya çıkış efsanelerinde belirtildiği gibi genellikle “kırk” sözcüğüyle bağlantılıdır.

Bilimsel olarak da ”Kırgız” sözcüğünün çeşitli etimolojisi yapılmıstır. S.E. Malov ve A. Kononov’a göre “Kırgız” kelimesi “kırk” sayı ismi ve “-z” çokluk ekinden meydana gelmistir. A. Margalen, M.Ö. III. yy’da Hun yönetimi altında yaşayan Gegunların bugünkü Kırgızların ataları olduğunu belirtmektedir. Ona göre “Gegun” kelimesinin Türkçe biçimi olan ”kırkın” sözcüğü daha sonra “Kırgız” (Kır adamları) seklini almıstır. K. Petrov’a göre ”Kırgız” kelimesi “kırıg” veya ”kırgu” (kızıl) sözcüğünden ve “-z” çokluk ekinden meydana gelmistir. Bunların dısında ”Kırgız” sözcüğünün “Kızıl Oğuz”, “Kırk Oğuz” gibi açıklamalaları da yapılmıştır. Genelliklle tarihçiler ve Türkologlar ”Kırgız” kelimesinin “Kırk Oğuz” sözünden meydana geldiği düsüncesindedirler. Kırgızların ortaya çıkıs efsanelerinde de Kırgızların atası olan Kırgız, Oğuz Han’ın torunu veya yakını olarak tanıtılmaktadır. (Çorotegin, Moldokasımov, 2000:11-12)

Orta Asya ile iliskisi olan Türk boylarına ait unsurların bugünkü Kırgız halkıyla karıştığı; Manas Destanı’nda ve Kırgız sancıralarında adı geçen Kıpçak, Döölös, Cediger, Nogay, Katagan, Sart, Cabağı, Çerik, Munduz, Özbek, Azık, Türkmen, Kıtay, Buğu, Moŋoldar gibi uruk adlarından anlaşılmaktadır.


KIRGIZLARIN ORTAYA ÇIKIŞI 
“Kırgız” Terimi Hakkında

PROF. DR. ÖMÜRKUL KARAYEV 
Kırgızistan Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü 


Türkiye Türkçesine Aktaran: MEHMET KILDIROĞLU


________________


KIRGIZLAR
Prof.Dr. Ahmet Taşağıl


Kırgızların eski yurdu yani esas anayurtları Kögmen Dağlarının kuzeyi, Yenisey Nehrinin kollarından Kem havzası idi. Kırgız adı etimolojik çalışmalarla etüd edilmiştir. Ancak, günümüze kadar kesin neticelere hala varılamadığı görülmektedir. Bu filolojik mesele ise de araştırmaların neticesinde kelime anlamı olarak Kırgız adının kır-gezmek’ten veya Kırk Oğuz’dan geldiği konusunda önemli fikirler olduğunu söyleyebiliriz. Çince metinlerde ise Kırgız ismi ilk defa Ke-k’un olarak kaydedilmiştir.

Bu Kırgız isminin tarihte bilinen ilk transkripsiyonudur. Daha sonra Chienk’un şeklinde zikredildiğine rastlıyoruz. Gök-Türklerin ilk zamanlarında (555’lerde) Ch’iku, 648 yılı dolaylarında Chie-ku, Büyük Uygur Kaganlığı döneminde(744-840) Chie-ku, Hsia-chia-ssu, Chia-chia-ssu ve Ho-ke-ssu gibi isimlerle yazılmışlardır. Bunların hepsi Kırgız isminin değişik transkripsiyonlarıdır.


Fakat, WHTK’da  verilen Ho-ke-ssu okununuşu Kırgız ismine en yakın olanıdır. 603 yılı dolaylarında Töles boyları için verilen listede geçen He-ku’ların ki, bunlar Tanrı Dağlarındaki Pai-shan’(Aktağ)ın kuzey eteklerinde yaşıyorlardı, Kırgız isminin son transkripsiyonu He-ke-ssu’ya yakınlığından dolayı söz konusu tarihte bu adla anıldıkları sonucunu ortaya koymaktadır. Bu durum Kırgız ismi konusunda yeni bir fikir verdiği gibi aslında aşağıda bahsedilen onların Türk kökenli olmadıkları konusundaki iddialara en iyi cevaptır.

Bunun yanında Kırgız adının yüzyıllar boyu devamlılığını göstermesi bir başka enteresan noktadır.

Kırgızların aslında Türk olmayıp VI. Asırda Türkleştiklerine dair ileri sürülen fikirlere kesinlikle katılmıyoruz. Onların fikri esasında Kırgızların “ yeşil gözlü sarışın veya kızıl saçlı olduklarına ve de kurttan türeyen kimselerden değildir” şeklindeki kayıtlara dayanmaktadır. Bunlardan başka diğer eski Türk boylarıyla kültürel açıdan her hangi farklı bir tarafları olduğu konusunda kayıt yoktur. Üstelik kurttan türeme rivayeti ile ilgili bilgiler sadece Gök-Türklere değil, Kao-ch’e’lara ve Wu-sun’lara aittir. Gök-Türk döneminde kurt yani A-shih-na’ya bağlananlar yalnız hanedandır. Bunun yanında çok sayıda diğer Türk boylarının kurt efsanesiyle ilgisi bulunmamaktadır( Töles boyları, Türgişler, Sir Tarduşlar, Bayırkular, Oğuzlar, Uygurlar, Karluklar ve benzeri küçük boylarda) . Dolayısıyla kurttan türeme rivayeti yok diye Kırgızları Türk asıllı saymamak kanaatimizce doğru değildir; ayrıca Eberhard “ Türklerden değildir demekle “  sadece Gök-Türk hanedanlığının bağlı olduğu kabileden gelmediğine işaret etmiştir. Renk açısından farklı olduklarının bildirilmesi de Kırgızların başka bir etnik kökenden geldiklerini göstermez. Çünkü Hazarlar, Bulgarlar, Kuman-Kıpçaklar tarihî kaynaklarda sarışın ve mavi gözlü tasvir edilmişlerdir.

Diğer taraftan Türk adını taşıyan I.Gök-Türk devletinin meşhur kaganı Mukan (553-572) dahi Çin kaynaklarında “kızıl yüzlü, renkli gözlü(donuk cam gibi)” ifadesiyle anlatılmıştır. Bizim görüşümüzü destekleyen en önemli delil Kırgızların ortaya çıktığı bölgenin yapılan arkeolojik kazılar neticesinde en eski Türk yurdu olarak belirlenmesidir.

M.Ö. 2500-1700 arası Afanesyevo sonra 1700-1200 arası Andronovo kültürlerinin temsilcilerinin Türk soyunun proto-tipi olduğu anlaşılmıştır. Kırgızlar, bilinen tarihte ilk defa Büyük Hun imparatorluğunun Shan-yü’sü Mo-tun zamanında zikredilmişlerdir.

Buna göre Hunların kuzeyinde bulunan Kırgızlar, Ting-ling, Ch’ü-she, Hun-yü, Hsin-li gibi boylar arasında yaşıyorlar ve Ke-k’un ismiyle adlandırılıyorlardı. Muhtemelen M.Ö.203 yılı dolaylarında adını saydığımız diğer kabilelerle bağlanan Kırgızlardan bundan sonra bahis yoktur. Bu esnada Altay dağlarının kuzeyinde Kem ırmağı civarında yaşıyorlardı.

Kırgızların, Gök-Türk Devletinin kuruluşundan itibaren tarihî metinlerde yer almaya başladığı görülmektedir. Aslında Kırgızların Gök-Türk Devleti kurulmadan önce menşe efsanelerinde adlarına tesadüf edilmektedir. Gök-Türklerin ikinci menşe efsanesinde Abakan nehri ile kem nehrinin arasında yaşadıklarından bahis vardır. Buna göre:” Gök-Türklerin atalarından Ni-shih-tou’nun oğullarından birisi değişip, beyaz ördek olmuştur.

Kırgızlar, yine de Karluk, Tibet, İran(Ta-shih) gibi boy ve devletlerle münasebetlerini devam ettirdiler. Uygurlar, onların reisi A-je’ya makam ve unvanlar vermişlerdi. Zamanla Uygurlar kuvvetten düşünce A-je kaganlığını ilan etti. Bunun üzerine Uygurlar bazı kumandanlarını göndererek isyanı bastırmak istedilerse de Uygur kumandanları kuvvetli Kırgız ordularıyla baş edemediler. Üstelik Uygur kumandanlarından Küllüg Baga (Chü-lü Mo-ho), Kırgız kaganı Aje’ya rehberlik ederek Uygur kaganının merkezini bastırttı. Yenilen Uygur kaganı Ho-sa öldürüldü (840). Diğer bütün Uygur kumandanları ve teginleri de mağlup olmuştu. Uygurların altından otağı ve Çin asıllı T’ai-ho prensesleri Kırgızların eline geçti.

Ölülerini yakan tek Türk kavmi olarak gösterilirler, çadırlarda keçeden kulübelerde otururlar, öldürücü oyunludurlar, ateşe taparlar. Onlara bağlı Furî isimli bir kabile vardı. Kırgız Hakan’ının oturduğu Kemekâs kasabası bulunuyordu. Küseym adlı bir Kırgız boyu daha vardı. Kürk misk ve hutüvv(boynuz) elde emek için avlanırlardı.

Kırgızların en kuvvetli olduğu zamanda seksen bin iyi yetişmiş asker çıkarabildiklerini öğreniyoruz. O sırada doğularında Kurıkan’lar, güneylerinde Tibetliler, güney batılarında ise Karluklar bulunuyordu. Gelenekleri büyük oranda Gök-Türklerle aynı idi.

Kırgızların yaşadığı topraklar yazın çok sulu, rutubetli, bataklı idi. Kışın kar yığılırdı; yani çok yağardı. İnsanların hepsi uzun boylu ve iri yarıdır. Kızıl Saçlı, açık tenli yeşil gözlüdürler. Siyah saçlılara şanssız derlerdi. Kadın çok erkek az idi. Değerli taşlardan dizili küpeler takarlar, geleneklerine sıkı sıkıya geleneklerine bağlıdırlar. Erkekler ellerine kadınlar boyunlarına dövme yaparlardı. Eğlence ve şehvete düşkündürler.

Yıl başına Mao-shih(baş) ay derler ki, üç ay bir zaman birimi( mevsim) oluşturur. 12 ay bir yıl olur. Söz gelimi bir yıla kaplan derler. İklimleri çok soğuktur. Büyük ırmakların yarısı dahi donar. Darı buğday ve benzerlerini ekerler. Ezme suretiyle un yaparlar. Üçüncü ayda ekip, dokuzuncu ayda toplarlar. Yemek ve içki yaparlar. Ayrıca sebze ve meyvaları yoktur. Atları kuvvetli ve iridir. Mükemmel savaşanlar at başı (reis) olurlar. Develeri, sığırları koyunları çokça vardır.

Zengin çiftçilerde birkaç bin hayvan olabilir. Yabani hayvan olarak vahşi at, Ku-t’u , sarı koyun, koç, kara kuyruk, geyik bulunur ki, kara kuyruklar ala geyiklere benzer ve kuyrukları daha büyük ve siyahtır. Balık olarak yedi-sekiz kadem(ayak) uzunluğunda Mie vardır. Mo-ken’ların ise kemikleri (kılçık) yoktur ve ağızları çenelerinin altında bulunur.

Kuş olarak kartal, yabanî ördek, saksağan ve yabanî kaz vardır. Ağaç olarak, çam, kayın ağacı, kara ağaç, söğüt ve P’u çamı bulunmaktadır. Öyle yüksektirler ki; ok atılsa tepesine ulaşmaz. En çok kayın ağacı bulunur.

Maden olarak altın demir ve kalay çıkmaktadır. Her yağmurdan sonra demir elde edilir. Chia-sha adlı iyi cins demirden keskin silahlar yapılır ve bunlar Gök-Türklere ulaştırılırdı. Silah olarak okları, yayları ve sancakları (mızrakları) bulunmaktadır. Süvarileri kendilerine ağaçtan kalkan yapıp, ayak ve bacaklarını korurlar. Bir de omuzlarına koydukları yuvarlak kalkanları imâl ederler ve bu şekilde kendilerini mızraklardan korurlar.

Onların reislerinin unvanı A-je idi. Bundan dolayı A-je soyadını taşıdıkları bilinmektedir. Bir sancak dikerek etrafında toplanırlar ve kızıl renge değer verirlerdi. Diğerleri ise kendi kabilelerine göre unvan almışlardı. Elbiseleri değerli samur ve kunduzdandır. A-je, kışın samurdan yazın altından başlık takar. Ucu sivri süslü altı tarafı bükülmüştür. Halkının(maiyetinin) hepsi beyaz keçeden başlık takarlar, yanlarında bıçak ve bileği taşı taşımayı severlerdi. Milletin giydiği elbise deridendir. Başlık takmazlar, kadınların elbiseleri yün ve ipekten imâl edilir. Elbiselerde kullanılan ipek, Beşbalık, Fergana ve İran’dan getirilirdi.

A-je, Yeşil Dağ’Ch’ing-shan)da konaklar. Etrafında duvar yerine çit vardır. Keçeler birleştirilmek suretiyle yapılan Mi-t’e Ch’ih-t’o adlı çadırı vardır. Kabile reisleri küçük çadırlarda otururlar. Askerler vazifeye çağrıldığında hepsi harekete geçerler. Samur ve yeşil fare kürkünü vergi olarak sunarlardı.

Devlet yönetiminde Kırgız hükümdarından başka altı makam vardır. Bunlar, başbakan (hsin-hsiang),tudun (T’u-tu), ch’ang-shih(sivil memur), general (chiang-chün), takan (Takan) gibi atı makam bulunuyordu. Yedi başbakan, üç tudun, on subayın hepsi askeri makamdırlar. Aynı zamanda, on beş yüksek memur bulunur. General ve tarkan olarak kimse tayin olunmamıştı. Kabilelerin hepsi at kımızı ile et yerler. Sadece A-je etli pide gibi bir şey yerdi.

Musıkî aleti olarak, flüt, davul, pipa, Tatar pipası, düdük, plaka ve ziller vardır. Oyun olarak deve ve arslan oyunları, at oyunları ve ip oyunları bulunuyordu. Zamana bakmadan ruhlar arasında sadece otlara sulara kurban sunarlar. Sihirbazlarına kan derler.

Evlenirken at ve koyun başlık parası olarak verilir. Zenginleri yüz veya bin koyun ile at verirler. Biri ölünce yüzlerini kesmezler. Sonra ceset yakılır, külleri ve kemikleri bir yıl sonra toprağa gömülür. Gömme işlemi sırasında yine ağlaşırlar. Kışın ağaç kabuğundan  örtülü evlerde otururlar.


Onların yazı dilleri tamamen Uygurlarla aynıdır. Kanunları çok serttir. Savaştan kaçanlar, memuriyetlerini iyi yapamayanlar, vatana ihanet edenler, hırsızlık yapanlar gibi suçların cezası başı uçurulmak suretiyle yerine getirilir. Hırsızlık yapanlar gibi suçların cezası başı uçurulmak suretiyle yerine getirilir. Hırsızlık yapan çocuğun başı babasının boynuna asılır ve ölünceye kadar bunu taşırdı.




______________


KIRGIZLARDA KUUDULLUK VE APENDİ 
(NASREDDİN HOCA)

Yrd.Doç.Dr. Zekeriya KARADAVUT

Bu makalede Kırgız fıkra tipi olarak tarif edebileceğimiz kuudulluk ve kuudullar tanıtılmakta, ayrıca bir kuudul olarak tanıtılan Nasreddin Hoca (Apendi) ve onun Kırgızlar arasındaki pozisyonu hakkında bilgi verilmektedir. Kuudulluk Kırgızların geleneksel millî sanatları içinde kökü eskiye dayanan ve halk arasında büyük itibar gören sanatlardan biridir. 

Kuudul hünerbâzlar yaratıcı kabiliyetleri, olaylar karşısındaki tavırları ve hazır cevaplılıkları ile halkın gönlünü okşamış, onları güldürerek rahatlatmışlardır. Kuudullar hasisliği, cimriliği, açgözlülüğü ve cahilliği de tenkit ederek bu vasıflara sahip kişilerle dalga geçmek suretiyle de halkı eğlendirerek güldürmüş, sosyal adaletsizliklere karşı yaptıkları mücadelelerle de halk arasında önemli itibarlar elde etmişlerdir. Kırgızların önemli kuudulları arasında Cooşbay Borso Uulu, Kökötöy Toto Uulu, Karaçunak Şıldır Uulu, Kuyruçuk Ömürzak Uulu, Beknazar ve Şarşen’i sayabiliriz. 

Anadolu Türklerinin Nasreddin Hoca olarak bildikleri fıkra tipine Kırgızlar, Apendi ve Koco Nasır adını verirler ve onu da kuudullar arasında sayarlar. Veya kuudulu tarif ederken Nasreddin Hoca’dan da bahsederler. Ancak Hoca’nın anlattıklarına veya Hocaya mal edilen fıkralara anektod adını da verirler. Ayrıca genel olarak hikâye kelimesiyle karşılayabileceğimiz angeme terimini Nasreddin Hoca’nın fıkraları için de kullanarak Apendi angemeleri demektedirler.




___________




Kırgızistan Koçkor'daki Türgeş Yazıtları


Tanrı Dağları ile Yedisu, Fergana ve Doğu Türkistan gibi komşu bölgeler, eskiden beri çeşitli ırk ve dine mensup pek çok kavmin yoğun olarak yaşadığı coğrafyadır. Bunun en sağlam kanıtı bu topraklarda yaşayan halkların çeşitli malzemeler üzerinde bıraktıkları yazılı anıtlardır. Günümüz Kırgızistan topraklarında Soğd, Süryani, Arap, Tibet, Sanskrit, runik ve Uygur harfli çok sayıda yazıt bulunmaktadır.

 Bu yazıtların çoğunluğunu ise eski Türklere ait runik harfli yazıtlar oluşturmaktadırlar. Şimdiye dek türkoloji literatüründe Kırgızistan, Türk runik yazısının kullanıldığı kenar bölgelerden biri olarak kabul edilirdi. Ancak bilim dünyasına kazandırılan runik yazılı anıtların sayısının halihazırda elliyi geçmiş olması, Moğolistan ve Güney Sibirya gibi, Tanrı Dağları ve civarının da, artık, erken Ortaçağda runik yazının genişçe bilindiği ve uygulandığı ana merkezlerden biri olarak kabul edilmesine  imkan vermektedir. Runik yazının tatbik edildiği yerel malzemenin çeşitli oluşu ise bu görüşümüzü destekleyen önemli bir unsurdur.

 A. M. von Gabain’in de dediği gibi “yazılırken her ne kadar böyle bir amaç güdülmediyse de, bu yazıtlar bizim için zengin ve kıymetli birer tarihi belge niteliğindedir”








___________
















***












11 Eylül 2013 Çarşamba

HAZARLAR / AŞKENAZİ





HAZARLAR - AHMET TAŞAĞIL

Hazarların Menşei

Doğu Avrupa’da ilk defa muntazam devlet kuran Türk topluluğu Hazarlar’dır. Sabarlar’ın yaşadığı sahad, Sabar ismi yerine birden bire ortaya Hazar adının çıkması Sabarlar ile Hazarlar arasında bağlantı olduğunu göstermektedir (1). Aslında Belencer ve Semender adlı iki Sabar kabilesinin, Hazarlarda da ortaya çıkması, Hazar kelimesinin aynı Sabar kelimesi gibi, anlam taşıması (2), Hazarlar’ında Sabarların içinde bir kabile olduğunu ve Sabarların yıkılışından sonra büsbütün Sabar topluluğuna bu adın verildiğini göstermektedir. Bu görüşü destekleyen delillerden birisi de 10. yy. tarihçilerinden El-Mesudi’nin “İranlılar’ın Hazar dediği topluluk Türkler tarafından Sabar diye anılır”şeklindeki kaydıdır.

Hazarlarda tıpkı kendilerinden önceki Sabarlar gibi kaynaklarda farklı şekillerde zikredilmişlerdir (3). Hazar Hakanlığı topraklarında türlü Türk grupları vardı. Bu nedenle çeşitli Türk lehçeleri konuşulmakta idi (4).

Hazarların Coğrafi durumu çok önemli bir mevkiide bulunduğu için Hazarlarınsiyasi tarihine başlamadan önce bölgeye bakmamız gerekir. Hazar ülkesi önceleri Terek nehri boylarında iken sonra ağırlık merkezi Aşağı İtil boyuna kaydı. Burası İtil, Yayık, Don ve Kuban gibi dört büyük nehrin havzasını teşkil ediyor aynı zamanda devrin en önemli ticaret yolları üzerinde bulunuyordu. Bu yollardan en önemlisi İtil (Volga) nehrinin kendisi idi; İslam dünyası (Suriye, Irak, İran ve Türkistan) ile Çin ve İskandinavya arasındaki ticaret faaliyeti buradan geçiyordu. Aynı şekilde Harezm’den Aşağı İtil boyuna ve oradan da Karadeniz sahillerine giden Kervan yolu da gidiyordu.

Hazar Devleti’nin Kuruluşu

Hazar ismi ilk defa 558’de Sasani-Sabar savaşlarında geçmekte, 576 yılında Gök-Türk hakimiyeti Karadeniz’in kıyılarına ulaşınca bu sefer Çin kaynaklarında T’ang-Shu’da T’u-küe Ho-sa ve K’o-sa diye geçer. 586 yılındaki Bizans kaynağında ise artık iyice tanınırken aynı zamanda Türk adı ile de anılıyorlardı (5) . Bu sıralarda Hazarlar Batı Gök-Türk Hakanlığı’nın batıda en uç noktasını meydana getiriyorlar ve yine Batı Gök-Türkler’in arzusu ile Sasaniler’e karşı Bizans’a yardım ediyorlardı. İslam ve Ermenikaynaklarına göre Hazarların Gök-Türkler’e bağlılığı 7. yy’ın ikinci yarısına kadar sürmüştür.

Bu devirde Hazarlar’ın Derbend’i geçerek, Gürcistan ve Azerbaycan’a akınlar yaptıklarını ve Tiflis’i kuşattıklarını görmekteyiz. 626 yılında Avarlar’la Sasaniler İstanbul’u kuşatınca, Bizans imparatoru Heraklios Tiflis’e gelip Hazar Başbuğu “Yabgu” (6) ile görüşerek ondan sağladığı 40 bin kişilik ordu ile Bizans içlerine yürüdü. Daha sonra yine Hazarlar’dan Çorpan Tarhan Sasanilere karaşı başarılar kazanıp Anadolu’yu Sasanilerden kurtarmıştır. Bu sırada Yabgu Tiflis’e girip, bazı Ermeni kütlelerini hakimiyetine aldı (629). Hazar Hakanlığının gerçek kuruluşu 630 yılındadır. Bu tarihte doğuda Gök-Türk devleti fetret devrine girince Hazarlar müstakil bir devlet olarak tarih sahnesine çıktılar. Hazar devleti kurulur kurulmaz, o zamanın iki büyük devleti Sasani-Bizans savaşlarında rol oynamaya başladı. Hazarlar Bizans’la dostluk kurup, Sasaniler’e saldırdılar. Türk-Bizans ortak hareketi neticesinde Sasani imparatorluğu zayıfladı. Arkasındanda İslam kuvvetleri tarafından çökertilip tarih sahnesinden çekildi (634-637) (7).

İslam kuvvetlerinin hareketi Kafkaslar’a Ermeniyye bölgesine doğru gelişmeye başlayınca Türk-Bizans dostluğu daha da arttı. Siyasi menfaatlerin ortak olması hükümdar aileleri arasında evlenmeler yolu ile akrabalık tesis edilmesine yol açtı. İmparator Justinianus I (685-695) ve Konstantinos (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler.

Konstantinos’un Hazar prensesi Çiçek’ten doğma oğlu imparator Leon IV (775-780) tarihte Hazar Leon olarak tanınmıştı. Bizans imparatorları çoğu zaman kendi iç ve dış meselelerinde Hazarlar’ın yardımını sağlamaya çalıştılar (8).

VIII-IX yüzyıllarda Hazar Hakanlığı genişleyerek, Doğu Avrupa’nın en önemli devleti oldu. Bu sırada Kama ve İtil boyundaki birçok kavim; İtil Bulgarları ve türlü Fin kavimleri, Burtaslar Hazar kağanına tabi idi. Ayrıca Desna ve Orta Dnyeper boyundaki türlü Slav kavimleri Hazar hakimiyetini kabul ettiler. Bu Slav boyları şunlardı; Radimiç, Vyatiç, Severyan, ve Polyan. Ayrıca Kuzey Kafkasya’nın dağlı kavimleri ve Kuban boyundaki Macarlar’da Hazar hakimiyetini tanıdılar. Hazar hakanlığının sınırları Yayık, Cim nehirlerinden başlayarak, batıda Dnepr (özü) nehrine kadar geniş bir sahayı kaplıyordu. Bu sıralarda Karadeniz’in kuzeyindeki Büyük Bulgarya devleti Hazarlar'ın hücumları neticesinde yıkılmış, buradaki bütün geniş ovalar Hazarlar’ın eline geçmiştir.

Arap-Hazar Münasebeti

Hazarlar’ın tarihinde Araplarla olan mücadele geniş ve önemli bir yer tutar. Bu mücadele yüzyıl kadar sürdü. Neticede Arap ilerleyişi Kafkaslar’da durduruldu. Araplar (Avrupa’da Puvatya savaşından sonra) doğuda da Kafkaslarda durduruluyorlardı (9).

Hazar ülkesine ilk büyük Arap taarruzu Halife Osman zamanında yapıldı. 651-652 de Selman b.Rebia kumandasındaki Arap kuvvetleri Derbend’i aşarak Hazar Başkenti Belencer’e kadar sokuldu, fakat Hazarlar bunları püskürtüp, Ermeniyye bölgesine girdiler. 

Bu bölgedeki Arap harekatı Halife I. Velid’in kardeşi Mesleme b. Abd’ülmelik kumandasında yarım asır devam etti (10). 714 yılında Mesleme ordusuyla Derbend’i ele geçirdi. Fakat onun İstanbul’u kuşatmak için bu bölgeden ayrılmasıyla (717) Hazarlar tekrar hücuma geçtiler ve Arap kuvvetleri geri çekilmek zorunda kaldı. Hazar harekatı ilerleyerek Azerbaycan’ın büyük bir kısmına yayıldı. 722 yılında Arapların Ermeniyye valisi El-Cerrah’ül-Hikemi Hazar topraklarında büyük başarılar kazandı ise de 730 yılında
Hazarlar’ın hücumu neticesinde burada tutunamayarak Azerbaycan’dan çekilmek zorunda kaldı. Araplar’ın Hazarlar’a karşı en büyük zaferini 737 yılında Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammed sağlamıştır. Arap hücumları karşısında zor duruma düşen Hazar Hakanı barış istemek zorunda kalmıştı.

Hatta Müslümanlığı kabul ettiğini dahi bildirmiştir. Fakat kuvvetleri geri çekilince o da eski dinine, herhalde Yahudiliğe dönmüştür. Bu arada Halifelik Emeviler’den Abbasiler’e geçince mücadelesi yavaşladı (11). 758 yılında Daryal’da kurulmuş olan Ermeniyye vilayetinin valisi Yezid bin Useyd Hazar kağanı ile anlaşabilmek için halifenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlendi. Fakat bu prensesin doğum esnasında ölmesi üzerine, Hazar Hakanı bunun kasıtlı olduğunu düşünerek As-Tarhan kumandasındaki orduyu İslam topraklarına gönderdi (12)

764 yılında Hazarlar Tiflis’i ele geçirdiler. 799 yılında ise Hazarlar hakanlarının kumandasında Ermenistan’a girdiler. Halife Harun Reşid’in kumandanı Yezid, bu Hazar hücumunu durdurmaya muvaffak oldu (13).

İslam İmparatorluğu’nun en kuvvetli devrinde Hazarlar’ın Araplar’a karşı gösterdiği mukavemet, bu Türk devletinin gerçekten güçlü bir oluşumda olduğunu gösterir. Zira, İslam kaynaklarından anlaşıldığına göre söz konusu bu devlet Çin ve Bizans ile aynı ayarda ve Doğu Avrupa’nın en büyük siyasi kuruluşu teşekkülü idi (14).

Hazar-Rus münasebeti:

VIII. asrın sonlarından itibaren ve IX. asırda Hazarlar’ın Kuzey ve batı hudutlarındaki komşularıyla münasebetlerinin arttığı görüyoruz. Hazarlar’ın sağladığı barış ve huzur sayesinde İskandinavya-Bizans ticaret yolu gelişti. Bu arada İskandinavyalı bir kavim olan Varegler, bu yolu takip ederek Kiyef bölgesine geldiler. Burada Hazarlar’a bağlı olarak ticaret yapmaya başlayan ve zenginleşen Varegler 862 yılında Rurik adlı knezin idaresinde Kiyef Rus knezliğini kurdular. Bu knezliğin gelişmesinde Hazar tesiri çok fazladır.

Bundan dolayı Kiyef kelimesi ancak Türkçe ile açıklanabilmektedir., yine kurulan Rus birliğinde başkanın ünvanı “Chacanus” (hakan) idi ve 988 de Hristiyanlığı kabul eden Vladimir ile sonradan knez olan Yaroslav hala bu ünvanı kullanıyorlardı.

Hazar-Macar münasebeti:

Hazarlar’a tabi olan kavimlerden birisi de Macarlardı. Macarlar aslında Fin-Ogur (OĞUZ) menşeilidir. Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarını terk ederek bozkır bölgesine geldiler ve Ogur Türkleri ile uzun süre beraber yaşadılar. Aslında kendi bölgelerinden Sabarların baskısı ile göç ederken bir kısım Macar’da eski yerlerinde kaldı (15).

Önceleri Kuban havzasında olan Macarlar daha sonra Don nehri boylarına gittiler. Don nehri boylarında iken Hazarlar’a bağlandılar ve onlar tarafından teşkilatlandırıldılar. Macar Arpad hanedanı bu sırada ortaya çıktı. Fakat doğudan Peçenekler’in belirmesi ile Macarlar’ın rahatı bozuldu. Peçenek saldırıları karşısında tutunamayan Macarlar yurtlarını terk ederek Orta Avrupa’ya doğru göç ettiler (16)

Daha sonra Karadeniz’in kuzeyine gelen Macarlar, burada Kündü ile Üge tarafından idare edildikleri sırada her bir oymağın başına Hazar Hakanlığının tayin ettiği birer “Ür” bulunan 7 kabileden müteşekkildiler. Burada Türkler’le büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir (17) . Ker-büyük iri, Keszikesik başka diğer iki oymak ise Fin-Ugor;nyer ve magyar, bunlardan Orta Asya menşeili ve Türk olan Kürt kabilesinin bir bölümünün Gök-Türkler çağında gelerek Macarlar’a karıştığı görülmektedir (18).

Hazarların yıkılışı:

X. yüzyıl ortalarına kadar, Hazar Hakanlığı Doğu Avrupa’nın en kuvvetli devleti olma özelliğini sürdürdü. Fakat iç düzenin bozulması ve dış tehlikelerin artması devletin gücünü yavaş yavaş azaltmıştır. Hazar Hakanlığı bir çok yönde Gök-Türk Devleti’nin teşkilatına ve o meyanda askeri teşkilata da sahip olduğu halde, zamanla bu askeri teşkilat gevşedi. Yani asker millet olmaktan çıktılar. Hazar ordusunda 10-12 bin kadar Harizm’li ücretli asker bulunuyordu.

Devlet ekonomik yönden zayıflayınca ücretleri veremez duruma
geldi. Bu sebepten çıkan huzursuzluklar devleti askeri ve idari yönden sarstı. Ayrıca doğudan gelen Peçeneklerin hücumları Harezm-İtil ticaret yolunun huzurunu bozmuştu. Yine ülkenin Karadeniz sahillerindeki Tamatarhan gibi ticaret merkezleri Slavlar’ın hücumuna maruz kaldı. Ruslar Kuban bölgesine kadar ilerlediler ve yağma yaptılar (19).

Hazar ülkesinde vaziyet böyle iken, Aşağı Sirderya çevresindeki Türk kavimleri arasındaki kaynaşma neticesinde Hazar Hakanlığı iyice sarsıldı (20).

Nihayet, Hazar Hakanlığı daha yüzyıl kadar ayakta kalabildi. 865’te Rus Prensi Svyatoslav Don boyu ve Kuban bölgesini, Tamatarhan şehrini işgal etti. Arkasından da Kuman-Kıpçaklar, Hazarlar’ın Harezm ve Türkistan ile bağlantılarını kesti ve ticaret faaliyetlerini tamamen durdu. Neticede Kuman-Kıpçak baskısı altında Hazarlar XI. Yüzyıl içinde kaybolup, gittiler. 

Bugün Avrupa’da Yahudi dinine mensup olan Karaim Türkleri ve Kafkaslar’da yaşayan Karaçaylar’ın Hazar kalıntıları olduğu sanılmaktadır.

Hazarlar’da Din:

Hazar Hakanlığı’nın kurulmasından sonra bölgede barışın sağlanması, ulaşımı artırmış, dolayısıyla her türlü milletten çok çeşitli insanların kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Böyle bir ortamda çeşitli dinlerin bir arada bulunması tabii bir durumdu.

Hazarlar aslında Gök Tanrı dinine (Tengri Han) inanıyorlardı. Yani Hazar halkının çoğunluğu bu dinde idi (21). Fakat zamanla Hakan ailesi Museviliği kabul etti. Beyler ve saray erkanı da Musevi idi. Tüccar zümrenin arasında ise Müslümanlık yaygındı. Bir de Ortodoksluk Karadeniz’in kuzeyinde epeyce yayılmıştı (22)

İslam tarihçilerinin (23) kayıtlarına göre, camii, kilise ve sinagoglar yan yana bulunuyordu.

Türk tarihinde Hazar Hakanlığından başka, hiçbir hükümdar sülalesi Yahudiliği kabul etmemiştir. Ayrıca sadece Hazar üst tabakasının Yahudiliği benimsemesi dikkat çekicidir. Bu sebepten dolayı Hazarlar’ın Museviliğe girişi meselesi tarihçiler tarafından etraflıca tedkik edilmiş, olmasına rağmen kesin bir netice elde edilememiştir. 

Yahudiler, 730-740 tarihlerinde hem Bizans, hem de İslam ülkelerinde şiddetli takibata uğrayınca, Kafkaslar üzerinden Hazarlara’a giderek, onlara sığınmışlar, arkasından da Hazar büyüklerini etkileyip Museviliği kabul ettirmişlerdir. Hazarlar’ın bu dini kabul edişlerini siyasi yönden izah etmek daha uygun gelmektedir. Çünkü o zamanki iki büyük devlet Bizans Hıristiyan, Abbasiler ise müslümandı. Hazarlarda üçüncü devlet olarak Museviliği kabul edip onların siyasi nüfuzlarından uzak kalmayı düşünmüşlerdi. 

Yahudiliği kabul eden ilk Hazar hakanının “Bulan” olduğu söylenmektedir. Bütün bunlara rağmen Hazar devletinin Yahudi devleti olduğu kabul edemeyiz. Çünkü bu dine girenler yukarıda söylediğimiz gibi sadece hakan ailesi ve devlet erkanı idi.
Halk, ise Gök-Tanrı dinine inanmaya devam ediyordu. Aslında Hazarlar Yahudiliğin “Karay” (24) denilen mezhebine girmişler ve zamanla Musa talimlerini öğreten, ihtiva eden Talmudçuluğa yaklaşmışlardır. Bu arada 960 tarihindeki Endülüs Emevi devletinin Musevi nazırlarından “Hasday bin Şarput” Kurtuba’dan Hazar Hakanı Yasaf’e gönderdiği mektup ile Hakanın İbranice yazdığı cevap konusunda uzun tartışmalar olmuştur. Bugün umumiyetle sahte olduğu kabul edilmekle birlikte mektubun verdiği bilgilerin doğruluğu dikkat çekicidir (25)

Karay mensuplarının (Karaimler) zamanla Hazar ülkesinde kalabalıklaştılar. Hatta zamanımızda Kırım’da, Polonya’da yaşayan Karaimlerden ana dilleri ve dini lisanı Türkçe olan cemaatler Musevi-Hazar Türklerinin devamı sayılmaktadır (26).


PROF.DR.AHMET TAŞAĞIL
Mimar Sinan güzel Sanatlar Üniv.
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı
kendi sitesinden alıntıdır.

_____________
1) A.N. Kurat, Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 30.
2) Hazar-Kazar=Kaz+ar: Anadolu Türkçesinde Gez+er= serbest dolaşan gezen, Gy. Nemeth H.M.K.
3)Arap kaynaklarında Al-Hazar, İbrani kaynaklarda Hazar, Kazar, Latin kaynaklarda Chazari, Gazari, Grek kaynaklarda Khazaroi, Rus kaynaklarda Kozar, Kazarin, Macar kaynaklarda da Kozar, Kazar, Ermeni kaynaklarda Hazir-k, Gürcü kaynaklarda Hazar-i, Çin kaynaklarda T’u-küe Ho-sa.
4) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.157.
5) Tarihte Türklük, s. 114, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 158.
6) Muhtemelen Batı Gök-Türk Hakanı Tong Yabgu’nun küçük kardeşi.
7) Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s. 32, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 158.
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 159.
9)K.K.T. Kav., s. 38, T. Türklük, s. 15.
10) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 159.
11) K.K.T. Kav. S. 39, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S.159.
12) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S. 160, K.K.T. Kav., S.40.
13) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S. 160.
14) Tarihte Türklük, s.116.
15) Başkırt bölgesi.
16) K.K.T. Kav., S. 41, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S.,164, T.Türklük, S. 117.
17) Tarjan-Tarkan, Yenö-Inak, Kürtgyanmat(Yorulmaz)
18) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S.167.
19) R.Grousset, Bozkır İmp., S.182.
20) K.K.T. Kav., S.42.
21) R.Grousset, Boz. İmp. S.180.
22) K.K.T.Kav., S.35-36, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S.,162.
23) İstahri, El-Mesudi, İbni Havkal.
24) Müslümanlıkla biraz karışık.
25) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.163, K.K.T.Kav., s.36.
26) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.163, K.K.T.Kav., s.37.

KAYNAKLAR:
A- Bizans kaynakları: Theophannes, Patrik Nikephoros, Konstantinos
Porphygennetos, Hazarlar için önemli Bizans müellifleri.

B- İslam kaynakları: İbni Rustah, Kurtubalı El-Bakri, İranlı Gerdizi, İbni Faldan seyahatnamesi, İstahri, İbni Havkal ve Mesudi, Hazarlar için önemli İslam müellifleridir ayrıca Hudud’ül-Alem adlı eserde Hazarlar hakkında malumat verir.

BİBLİYOGRAFYA:
1- A.N. Kurat, IV. Ve XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk
Kavimleri, Ankara, 1971.
2- İ. KAFESOĞLU, Türk Milli Kültürü.
3- L.Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971.
4- B.Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1962.
5- Arthur Koestler, 13. Kabile (Türkçe Terc. Belkıs Çorakçı) İstanbul, 1984.
6- S. Runciman, Ortaçağların başında Avrupa’da Türkler, Belleten VII, 1943.
7- M. Kmosko, Araplar ve Hazarlar T.M. III, 1935.
8- Ramazan Şeşen, İbni Fadlan seyahatnamesi, İstanbul, 1976.
9- B.Ögel, Sekeller’in Atları Hakkında, Belleten, s. 36, 1945.
10- Y.Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, Ankara, 1965.
11- Şaban Kuzgun, Hazar Türkleri, 1984.

....//...




HİTLER AVRUPASI VE YAHUDİ SOYKIRIMI

Geleneksel teoriye göre Avrupa yahudilerinin yani Aşkenazi'lerin kökeni Fransa ve Almanya'nın doğusundan daha doğuya yani Polonya ve Doğu Avrupaya göçen gerçek, yani semitik yahudilerden oluşuyor. Avrupa yahudilerinin çoğunluğunu Doğu Avrupa yahudileri oluşturuyor, yani daha çok Polonya Yahudileri. Bu teoriye göre Batı Avrupa'daki veba salgını ve Haçlı Seferleri sırasında yani 2. milenyum başlarında (1100'ler civarı), Fransa ve Almanya'nın Batı bölgesi olan Ren bölgesindeki yahudiler katliama uğramıştı ve kaçanlar Doğuya göç etmişti.

Oysa Arthur Koestler'in bahsi geçen kitabında da belirtildiği gibi o sırada Almanya'nın batısında çok az sayıda yahudi yaşıyordu ve doğuya bir göç olmadı hiç! Yahudiler kendi bölgelerindeki güvenli bölgelere sığındılar.

Peki başta Polonya olmak üzere Doğu Avrupa Yahudilerini oluşturan ve II. Dünya savaşına kadar gelen ve Hitler tarafından kıyıma uğratıldığı söylenen Yahudiler nereden gelmişti ve kökenleri neydi?;

19. Yüzyıl ortalarından itibaren yapılan araştırmalar ve teorilere göre bu yahudiler gerçek yahudi yani semit değillerdi! Ari ırkın kökeni sayılan Kafkasyadan gelen 7. ve 10. yüzyıl arasında Karadenizin kuzeyinde Kiev(kuyuev) ile Hazar denizi arasında büyük ve çok güçlü bir imparatorluk kuran HAZAR TÜRK krallığınin soyundan geliyorlardı. yani bu yahudiler semit soyundan gelen gerçek yahudiler değil TURAN-TÜRK soyundan gelen Türkçe konuşan sonradan din olarak museviliği benimsemiş bir milletin soyundan geliyorlardı.

Bu teoriyi 19. yüzyıldakileri saymazsak ilk olarak 1940'lı yıllarda kendisi de bir Hazar Türk yahudisi olan ve daha sonra katolikliğe dönen Benjamin Freedman dile getirmişti. Daha sonra bu konu yine kendisi de bir Türk Hazar yahudisi olan eski komünist Macaristan doğumlu İngiliz vatandaşı Arthur Koestler tarafından yazılan ünlü 'Onüçüncü Kabile' kitabında dile getirildi ve büyük sansasyon yarattı. 

Diğer önemli bir kaynak da Kevin BROOK'un "Hazar Yahudileri" kitabı için tıklayın.


_____________

Günümüzde bu teori artık geniş bir kabul görmekte ve şu an Dünyada hararetli bir şekilde tartışılmaktadır;

Buna göre Türk soyundan gelen Hazarlar 700'lü yıllarda Kafkasyanın Kuzeyinde Karadenizin Batı kıyılarında çok güçlü bir imparatorluk kurdular. Hazarlar savaşçı ve fizik olarak çok güçlü, güzel insanlardı (çoğunlukla sarışın ve mavi gözlü).

O tarihlerde güneyde Müslüman Arapların devleti daha Batıda Hristiyan Bizans devleti vardı. Bu iki din ve devlet arasında sıkışan Hazarlar siyasi bir karar alarak Musevi dinini benimsiyorlardı (740 yılları) ( Bazı tarihçilere göre sadece kral ve çevresi museviliği seçti, ama genel görüşe göre kralla birlikte halkın çoğunluğu bu yeni dini benimsedi. Halkın arasında azınlık olarak Müslüman ve Hristiyanlar da vardı) daha sonra musevilik iyice revaç bularak Hazarları tam olarak kuşattı. Hazarlar savaşçı bir millet olmakla beraber aynı zamanda ticaretten çok iyi anlayan Asya ile Avrupa arasında ticaret köprüsü kuran bir kavimdi. Arapların Kafkasyanın Kuzeyine İslamı yaymasını Hazarlar durdurmuştu. bazı tarihçilere göre gerçek Semit Yahudiler Hazarlar ile temas kurarak onların Museviliği seçmesine neden olmuşlardı. böylece Yahudiler Dünya Yahudiliğini koruyacak çok güçlü bir orduya sahip olmuşlardı

2. Milenyumun başlarında 1000 yıllarında Hazar krallığı Ruslar tarafından yıkıldı. (Oysa Hazar Krallığı kurulduğunda daha Rusya diye bir devlet tarih sahnesinde yoktu!) bundan sonra bir süre daha bu bölgelerde Hazarlar yaşadıysa da büyük çoğunluğu Batıya doğru göçmeye başladı ve o zamanki Polonya-Litvanya topraklarına yerleştiler. Polonyalılar tarafından çok iyi karşılandılar. Hazarlar başta Polonya olmak üzere Ukrayna ve Orta Avrupa ülkeleri olan Macaristan (( bir Türk kavmi olan Magyarlar Hun kökenli olup (İngilizce Hungary, Macarcada bir çok Türkçe kelime olup en yaygın erkek ismi Attila'dır) Hazarlarla akrabaydı.)), Avusturya, Almanya, Romanya vb. gibi ülkelere göçerek yerleştiler. 

Daha sonra Ukraynalı Kozak kralının Hazar ülkesinde geride kalan Hazar köylerine hücum etmesi üzerine bu Hazarlar da Polonyaya göç edince, kıtlıktan, Polonyadaki Hazarlar kütleler halinde Macaristan ve Avusturyaya göç etmeye başladılar. bu göçler II. Dünya savaşına kadar sürdü.

Bu arada Polonyaya gelen diğer göçmenler Almanlardı ve kültür bakımından üstündüler. Hazarlar burada ticari kabiliyetlerini kullanarak ticaret yapıyorlardı. Dil olarakta Almancaya önem verdiler. Bu arada bazı gerçek yahudiler de Hazarların ticari kapasitesinden ve museviliği yaşama arzusundan etkilenerek Polonyaya geldiler. Bunlar kültür bakımından daha üstün Alman Yahudileriydi ve Hazarların dini bakımdan eğitimlerine yardımcı oldular. Zamanla hazarlar bir Almanca-İbranice-Slavca karışımı olan ve İbranice harflerle yazılan YİDDİSH dilini konuşmaya başladılar.

Evet kısaca Alman (Aşkenazi) yahudisi denilen ve bir yanılsama olarak Almanya ile bir alakası olmayan Avrupa yahudilerinin hikayesi böyle.

Dolayısıyla Dünyadaki gerçek Yahudiler Türkiye, Kuzey Afrika, Akdeniz kıyıları, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın batısında yaşayan yahudilerdi ve bunlar azınlıktadır. Avrupa'nın Doğusunda ve Rusyada yaşayan yahudilerin % 95'i Türk Hazar kökenlidir ve semitik gerçek Yahudilerle uzaktan yakından bir kan bağı mevcut değildir.

Bundan dolayı Hitlerin toplama kamplarında toplanan ve kırılan Yahudiler  Türk Hazar Musevileridir...


Cengiz Özakıncı'nın 'Derin Yahudi Siyon-Türk Zelda




için tıklayın



Eski Yunanca'da Türkçe sesler olan "ç" ve "j" yoktur. "Ç" harfini yazabilmek için Yunan kaynakları "z" , "tz" ve "gg" seslerini kullanmış. 

Panialı Prisk Atilla'nın babasının adını (...yunan alfabesi ile yazılmış-SB) "Mundiuk" şeklinde yazmış. Türkçesi Muncuk ya da boncuktur.

İskit kelimesi ise Herodot'un kitabında (...yunan alfabesi ile yazılmış-SB) şeklinde yazılır ve "Skuzes" demektir. Heredot'un bu yazdığını ruslar "Skif" , İngilizler ise "Scyht" olarak okur. Biz de eski tarihi İngilizlerden aldığımız için "İskit" şeklinde okumuşuz.

Asur kaynaklarında ise bu kelime "Aşguzay/İşguzay" olarak geçiyor. Hatta İskitlerle Kimmerlerin kavgası Asur kaynaklarında "Aşguzaylarla Gimmirayların kendi kavgası" diye geçiyor.

Kelimelerin sonlarındaki - ay ekleri etnik (etnonim) benzerliği ortaya koyuyor. Terimin "Kuz" kökünü Asur kaynakları daha iyi koruyup saklamış. Bu "Aşguzay" kelimesi Yahudi kaynaklarına "AŞKENAZİ" olarak geçer. 

Bu durumda kelimenin kökü "Kuz/Guz" dur. Sonuç olarak İskit diye adlandırılan kavim Skuz/Guzlar yani OĞUZLAR'dır.

Böylece Türklerin kadim tarihten beri aynı isimle adlandırıldığı ortaya çıkıyor. Guz, Oğuz, Uz, Uts ve Gots bunlardan birkaçıdır.

V.V.Barthold Deşt-i kıpçak olarak adlandırılan bozkırın 10.yy'daki isminin Guz Bozkırı olduğunu yazar.

Skuzlar ya da Guzlar hem Hunluların hem de Peçeneklerin atalarıdır. Zaten Rusya Avrupa'daki İskit ve Hun mezarlarından çıkan kemikler üzerinde yapılan incelemeler onların baskın bir biçimde R1a ve R1b'li olduklarını söylüyor. Atilla'nın R1b'li olduğunu Macarlar söylüyor !

Osman Çataloluk
Türk'ün Genetik Tarihi - sayfa 119

Not: 
Türk haplotipi R'dir ve R'nin iki evladı olmuştur.R1a ve R1b

R1a bugün dünyada yarısı Slav yarısı Türk olan Slav kısmı Hind-Avrupa dilini konuşan ; Türk yarısı da Türkçe konuşan bölünmüşlüğün acısını hem kendisi yaşayıp hem de dünyaya tattıran koldur.

R1b kolu ise yine bugün dünyada Türkiye Türkleri de dahil olmak üzere yarısı Türk'üm deyip Türkçe konuşan , diğer yarısı da Hind-Avrupa Dilini konuşan bütün Avrupa milletlerini meydana getiren koldur. (O.Çataloluk)




___________ÇIK, ÇIKABİLİRSEN İŞİN İÇİNDEN !__________





9 Ocak 2013 Çarşamba

Anadolu'nun tarihi baştan yazılıyor








Sedat Simavi Ödüllü Servet Somuncuoğlu, akademisyenlerle 'Türkler ne zaman Anadolu'ya geldi' sorusunun peşine düştü. Çalışmalarını 'Damgaların Göçü' isimli kitapla sundu.

Türklerin bilinenin aksine 1071'den önce Anadolu'ya geldiğini düşünen yapımcı-yönetmen Servet Somuncuoğlu'ndan ezber bozan araştırma. Türk mezarı olarak bilinen kurganların Anadolu'daki varlığının, Türklerin bu coğrafyadaki tarihini ortaya koyacak en önemli unsur olarak gören Somuncuoğlu, farklı disiplinlerden akademisyenleri bir araya getirdi. 


GERÇEĞİN PEŞİNDE 

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl, Doç. Dr. İsmail Doğan, Dr. Mustafa Aksoy gibi isimlerin de bulunduğu dev kadro yıllar önce birlikte yola çıktı. Arkeolog ve rehberlerin de katkılarıyla 'Damgaların Göçü - Kurgan / Ankara Güdül Kaya Resimleri' eserini yarattı. Ankara Güdül Dağı ve uzantılarında yapılan çalışmalar sonucu Damgaların Göçü, ortaya çıktı. İşte projeye destek veren akademisyen ve araştırmacıların ağzından Damgaların Göçü:

1071'den önce geldik

l Dr. Cengiz Saltaoğlu (Araştırmacı): Ankara Güdül Salihler Köyü kırsalındaki kaya resmi alanlarında saptanan runik yazılı belgeler Türklerin Anadolu'daki çok eski varlığı ve sahipliğinin birer doğrudan kanıtı ve tapu senedi konumundadırlar. Bu yazıtlar kuşkusuz, Türklerin 1071 yılından çok daha önceleri de Anadolu'da bulunmuş ve yerleşmiş olduklarına ilişkin doğrudan birer kanıt oluşturmaktadırlar.

Asya ve Balkanlar Türkleşti

l  Prof. Dr. Ahmet Taşağıl (Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı): Türkler, Güney Sibirya'dan dünyanın değişik yerlerine gerçekleştirdikleri göçler vasıtasıyla yayıldılar. Bu göçleri M.Ö. büyük 7 göç, M.S. ise 13 büyük göç olarak tespit edebiliyoruz. Bunların hepsi kitleler halinde yayılma idi. Göçler neticesinde Kuzey Çin, Moğolistan, Kırgızistan, Tanrı Dağları, Doğu Türkistan, Hindistan, Batı Türkistan dediğimiz bölge Türkleşti. Daha sonra Anadolu'nun, Ön Asya'nın Türkleştiğini görüyoruz. Türkler gittikleri yerlerde kendi damgalarını da bıraktılar. Bu damgaları mimari eserlerde görebiliyorduk; ama bizi esas heyecanlandıran, ilk göçler esnasında Türklerin gittikleri yerlerdeki kayaların üzerine bıraktıkları hatıralar oldu.

5 bin yıl önce de vardık

l DOÇ. Dr. İsmail Doğan (Ordu Ü. Fen-Edebiyat Fak. Öğret. Üyesi): Bu resimleri kim veya kimler çizmişler? Haliyle Sibirya'dakini, Kafkasya'dakini kim yapmışsa bunları da onlar yapmıştı. Şimdiye kadar pek görülmedi, araştırılmadı. Bu, bizim Anadolu'da 1071'den önce var olduğumuzu göstermekte. Yazılanların aksine tarihimizi bu kaya resimleriyle kazımışız. Ben bir bilim adamı olarak hem fikir yazısı olan bu panoramayı, hem de etrafındaki yazıları şöyle görüyorum: En az 5000 yıl öteden başlayan günümüze gelen kültürün devamlılığını gösteriyor.

Akşam 04 Ocak 2013







ANKARA – GÜDÜL – SALİHLER KÖYÜ 


ASMALIYATAK MEVKİİNDEKİ KAYA RESİMLERİNDEN KAĞAN PANOSU. ÜZERİNDE MUTLAKA Kİ ÇOK SÖZ SÖYLENEBİLİR. 

KISACA BİLGİ VERMEM GEREKİRSE, BİR KAĞANIN ÖLÜMÜNDEN SONRA ONUN HAYAT HİKAYESİNİ ANLATAN, TEK ZAMANLI RESİMLERİN YER ALDIĞI BU PANO, ANADOLU TÜRK TARİHİNİN EN ÖNEMLİ BELGELERİNDEN BİRİDİR. 
TAHMİNİ OLARAK MÖ. ÜÇÜNCÜ BİNLİ YILLARA AİTTİR. DAHA GENİŞ BİLGİ İÇİN “DAMGALARIN GÖÇÜ” BELGESELİNE BAKILABİLİR YA DA “DAMGALARIN GÖÇÜ – KURGAN” KİTABIMIZDAN İSTİFADE EDİLEBİLİR. 
SİYAH BEYAZ ÇIKARTMA DEĞİŞİK BİR AÇIDAN BAKIŞ AÇILARI DOĞURABİLİR. 






SERVET SOMUNCUOĞLU
kendi sitesi
atok yayınları




















21 Ekim 2012 Pazar

PEÇENEKLER - AHMET TAŞAĞIL / 4








Peçeneklerin Nagy Szent Miklos Hazinesindeki Garuda Figürü



Doğu Avrupa’da Hazarlar’ın zamanla kuvvetten düşmesiyle, doğudan yine bir Türk kavmi, Pçenekler belirdi. Peçenekler, Batı Gök-Türk Oğuz boylarından olup, Kaşgarlı Mahmud’a göre 22 Oğuz boyundan 19.sudur (1)Peçenekler göçlerinden evvel Issık-Balkaş gölleri havalisinde yaşıyorlardı. GökTürk Hakanlığı çözülünce doğuda Karluk devleti kuvvetlenmişti. Karluklar’ın baskısı üzerine Oğuzlar Peçenekleri batıya, Sibirya’ya doğru ittiler (2).

Bizans imparatoru Porphrogennetos’a göre Peçenekler’den bir bölük Oğuzlar’ın yanında kalmıştır. Kaşgarlı Mahmud’un bahsettiği Oğuz boyları listesindeki Peçenekler, bunlar olmalıdır (3). Peçenekler’in kaynaklarda zikredilişi ise şöyledir; Bizans kaynaklarında; “patzinak” , Latin kaynaklarında; “pecenaci” , “pacinacae”, “bissenus”, Rus kaynaklarında; “peçenyeg”, Ermeni kaynaklarında; “badzinag”, Macar kaynaklarında; “beşenyö” (4) .

Peçenekler hakkındaki esas malumatı, onların Cim (Emba) ve Yayık nehirleri boylarında yaşadıkları sırada alıyoruz. Peçenekler, bu bölgede yerleşik olmayan bir hayat yaşarken sık sık komşu Hazar ülkesi topraklarına hücum ediyorlar, özellikle Hazar ticareti Peçenek saldırılarından büyük zarar görüyordu. Hazarlar bu sırada askeri kuvvetleri zayıflamış olduğundan doğuda bulunan Oğuzlar’ı (Uzlar) Peçeneklere karşı kışkırttılar. Peçenekler, bu Oğuz-Hazar ortak hareketine dayanamayıp 860-880 yılları arasında İtil behrini geçerek Karadeniz’in kuzeyine doğru ilerlediler (5).

Peçenekler’in büyük kısmı İtil nehrini geçerken, çok az bir grupta eski yerlerinde yani Yayık nehri boylarında Oğuzlar’a tabi olarak kaldılar. 922 yılında, bu bölgeden geçen İbni Fadlan, Peçnekler’in çok fakir bir hayat yaşadığından bahsetmektedir (6). İtil nehrini geçen Peçenekler ise Etel-Közü mevkiindeki Macarlar’ı mağlup ederek bölgeden uzaklaştırıp, kendileri yerleştiler(889-893). Böylece Peçenekler, Don nehrinden Dnyepr’in batısına kadar uzanan bozkırlara hakim olmuşlardır.

Bizans kaynağı De Administrando İmperio’da (948-952) zikredildiğine göre  Peçenekler 8 boy halinde idi; 

1- Ertim (Erdem, Başbuğu Bayça sonra Yavdı).
2- Çor (Başbuğu Kügel sonra Küerçi).
3- Yula (Başbuğu Korkut+an sonra Kabukşın).
4- Külbey (Başbuğu İpa sonra Suru).
5- Karabay (Başbuğu Kaydu).
6- Tolmaç (Başbuğu Kotran sonra Boru).
7- Kapan (Başbuğu Yazı).
8- Çoban (Başbuğu Bat+an sonra Bula).

Bu Peçenek boylarının yerleştiği sahalar ise şöyle idi; Çoban (7), Tomaç (8), Külbey (Onetz), Çor (9), Karabay (10) , Ertim(Dnyester), Yula (Prut), Kapan (Aşağı Tuna), boy adlarından bir kısmı eski Türk ünvanları (11) olup Başbuğ isimleri ise daha ziyade renkleri ifade etmektedir. Peçenekler, tarihleri süresince her biri kendi başbuğunun idaresinde olarak, yalnız boy teşkilatı çevresinde kalmışlar ve bir devlet düz enine girmemişler fakat savaş ve müdafaa zamanlarında bir araya gelerek ortak hareket etmesini bilmişlerdir (12).


Peçenek-Rus Münasebetleri:

Peçenek-Rus münasebetleri özellikle Rus tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Kiyef Rus knezliği üzerinde büyük tesirler yapan Peçenekler adeta Rus tarihinin bir sahifesini doldururlar. Ünlü Rus tarihçisi, Klüçevski’nin tabiri ile “Ruslar’ın steple mücadeleleri Peçeneklerle başlamaktadır (13). Peçenekler’in Karadeniz’in kuzeyine geldikleri sırada, bu bölgedeki en mühim devlet Kiyef Rus Knezliği idi. Bu knezlikle Peçenekler 900 yıllarından 1036 yılına kadar yan yana yaşadılar. Bu süre içersinde Peçenekler ilki 915 yılında olmak üzere 121 yıl içinde 11 büyük akın yaptılar (Rus arazisine) (14).

Rus ve kayiinamelerine göre Peçenekler Rus kasabalarını yağmalıyorlar ve halkı esir alıp götürüyorlardı (15)Aslında düşmanlık çok kere Ruslar’ın tecavüzünden veya Peçenek 
düşmanlarını korumalarından meydana geliyordu. Bazen da birbirine düşen knezler Peçenekler’den yardım istiyordu.İlk akın yılı olan 915’te Peçenekler, Rus topraklarına ilk defa girdiler. Knez İgor barış yapmak zorunda kaldı. Daha sonra Peçenekler’in Rus knezlerinin ordularına yardımcı kuvvet olarak girdiğini görmekteyiz. Knez İgor 944 yılında Bizans’a sefere gittiği zaman, 
ücretli Peçenek askerlerini de yanına almıştı. Knez İgor’un 946 yılındaki ölümünden sonra Rus vekayinamelerinde 22 yıl Peçenek akınına rastlanmıyor. Bu da göstermektedir ki, Peçenekler bu süre içersinde Ruslarla iyi geçiniyorlardı.Kiyef Rus Knezliğinin başına Svyatoslav geçince Peçenek Rus münasebetleri tekrar bozuldu. Bu arada Ruslar Peçenekler’den askeri teşkilatla ilgili çok şey almışlardı. 

Özellikle Svyatoslav Peçenek başbuğu vasfında askerdi. Bir Peçenek gibi ata biner, at sırtında seferlere katılır ve gayet sade bir hayat yaşardı. Svyatoslav 965 yılında İtilBulgarlarına ve Hazarlar’a karşı sefer açarak başarılar kazandı. 968 yılında ise Knez, Tuna Bulgarlar’ı üzerine sefere gittiği zaman Peçenekler, Kiyef’i kuşattılar. Fakat ağır silahları olmayışı yüzünden kuşatmayı yarıda bırakarak, geri döndüler. Bu arada 968’deki Bulgaristan’a giderek harbe başladı. Fakat Bizans İmparatoru İan Tzimistzes tarafından ağır yenilgiye uğratılıp geri dönerken, Peçenekler tarafından sıkıştırılarak (16), kılıçtan geçirildi. Knez Svyatoslav’ın kafatasından maşrapa yaptırarak, içki kadehi olarak kullanmaya başladı. Böylece eski Rus tarihinin Büyük İskender diye anılan reisi bir Türk başbuğunun elinde can verdi. Svyatoslav’ın ölümünden sonra Kiyef knezliğinde çıkan taht mücadelelerine Peçenekler’de karıştı. Daha sonra knez olan Vladimir (Aziz Vladimir) zamanında PeçenekRus mücadelesi çok daha şiddetli oldu. Ruslar, Peçenek arazisine devamlı akınlar yapıyorlardı. Rus vekayiinamelerine göre ise, 988’de Peçenekler Vladimir’i yendiler. 922’de bu sefer Peçenekler Rus arazisine hücum ettiler. 966’da bir kere daha Kiyef şehrine kadar geldiler. 

1015 yılında Vladimir ölünce yerine geçen Yaroslav’a karşı, Peçenekler diğer varis lan Svyatopolk’u desteklediler. Fakat 1019 yılında Peçenekler ağır bir yenilgiye uğrayınca Svyatopolk taht iddiasından vazgeçti. Karadeniz’in kuzeyinde yüzyıldan fazla rahat hayat yaşayan Peçenekler’in huzurunu yine bir Türk kavmi olan Uzlar (17) bozdu. Aslında onlarda Kuman-Kıpçaklar’ın önünde tutunamayarak, İtil nehrini geçmişler ve Don boylarını işgale başlamışlardı. Bu durumda Peçenekler de Dnyeper’e doğru kaydı. Zaten devamlı göç halinde bulunan Peçenekler’den kalabalık gruplar, Orta Avrupa’ya yani Macaristan’a doğru kaymaya başladılar (943-972). Esas kütle ise bugünkü Baserabya denilen bölgeye gitti. 

Peçenekler’in Karadeniz’in kuzeyini terk etmesini fırsat bilen Ruslar Knez Yaroslav idaresinde Peçenekler’e ağır bir darbe indirdiler (1036). Bu savaştan sonra Peçenekler bir daha Rusları tehdit etmemişlerdir (18).


Bizans-Peçenek münasebetleri:

Bizans imparatorluğunun yüzyıllardan beri takip ettiği kuzey politikasını, Peçenekler’e karşı da uyguladı. Bizans’ın kuzey politikası “bir barbar kavmi, başka bir barbar kavim vasıtasıyla imha etmektir”. 9. yy. başlarında Bulgarlar’ın başında bulunan Çar Simeon, Bizans’ın elinden bir çok yeri almış, 914’de Edirne şehrini de aldıktan sonra bütün Trakya’yı tahrip etmişti. Tanrı’nın inayeti olarak kabul ediyordu. Derhal Khersones (Kırım) kumandanı Bogas’a gereken talimat verilerek, Peçenekler’le temasa geçip, onların Bulgarlar’a karşı hareket etmelerini sağlamaya çalışıldı. 917 yılında Peçenekler Tuna Bulgarlar’ı üzerine yürüdü. Fakat Bizans ordusuna kumanda eden Bogas ile Amiral Lecapenus’un birbirine düşmeleri üzerine, Peçenekler Bizanslılar’a güvenemeyip, geri döndüler. K. Porphyrogennetos, De Administrando İmperio’da Peçenekler’e çok önem vermiş ve Peçeneklerle mutlaka dost geçinmek gerektiğini tavsiye etmiştir. Bizans ile Peçenekler arasında dostça münasebetler de kurulmuştu. Peçenekler, Bizans’ın Hazarlar, Ruslar ve Zichia (Kafkaslar) ile olan ticaretine doğrudan ve dolaylı olarak karışıyorlardı.




1018 yılında Bizans İmparatoru II. Basil Bulgarlar’ı kesin yenilgiye uğratınca Peçenek-Bizans münasebetleri yeni bir safhaya girdi. Çünkü birbirleriyle Tuna nehrinde komşu olmuşlardı. Peçenekler daha ilk fırsatta Tuna’yı geçerek Balkanlar’da yayılacaklardı. Bu sırada kuzeyden gelen Uzlar’ın baskısı sonucu Peçenekler zor durumda kaldı. Hatta bir kısım Peçenek grubu Bizans hizmetine girerek, Anadolu’da dahi Bizans’a hizmet etmişlerdir. Bu arada bunların bir kısmı Malazgirt savaşında Alparslan tarafına geçerek savaşın sonucunda etkili rol oynadılar. 1050’li yıllarda Balkanlar’da Peçenekler’in müthiş yayılma hareketleri görülmekte, hatta bu durum 1081-1091 yılları arasında daha da artarak, Anadolu’nun fethini kolaylaştırdığı görülmektedir (19).


1086 yılında Peçenekler Başbuğ Çelgü’nün idaresinde Macar kralı ile beraber Lüleburgaz’a kadar ilerlediler. Çelgü savaşta yaralanarak öldü. Yerine geçen Tatuş adlı başbuğunun idaresinde, Kumanlarla takviyeli Bizans ordusunu Derster (Silistre)’de mağlup ettiler(1087). 1091 yılında ise İzmir Beyi Çakan İstanbul’u zaptetmek için anlaştılar, daha sonra bunlara Selçuklu kuvvetleri de katıldı. Bizans üç koldan sarılmıştı. Bizans imparatorluğu Avrupa’dan yardım istedi. Fakat Bizans’ı kurtaran yine kuzey siyaseti oldu.

Uzlar’ın arkasından Balkanlar’a kadar gelmiş olan Kumanlar ile anlaştı. Kumanları Tugorkan ve Bönek (Bonyak) adlı başbuğları idaresinde Peçenekler’i Meriç kıyısında, Omurbey (Lebinium) mevkiinde çok ağır bir mağlubiyete uğrattı. 40 bin süvarinin hücumuna uğrayan Pçenekler gafil avlanmışlardı. Neticede tamamen yok olan Peçenekler’in siyasi tarihi sona erdi (29 Nisan 1091). Bir kısım Peçenek Macaristan’a giderek Peşte ve Fertö çevresinde yerleştirildi. Bir kısmı Uzlarla ve Kumanlarla karıştı. 

Balkanlar’da kalanlar Vardar boyuna yerleştirildi. Makedonya’daki Meglona Ulahlar ile Sofya etrafındaki Şop-Bulgarlar’ın Peçenek neslinden olduğu söylenir. Anadolu’da, Sırbistan’da, Rusya’da, Macaraistan’da ve Kafkaslar’da bazı yer adları ve halk efsanelerinde Peçenek ismi hala yaşamaktadır. Orta Macaristan’da ele geçen Meşhur Nagy Szent Miklos hazinesinin kapları 
üzerindeki Gök-Türk yazılı kitabelerin Peçenekler’e ait olduğu kabul edilmekte, ayrıca Güney Rusya’da Poltava’da bulunan Perescepine hazinesinin de Peçenekler’e ait olduğu sanılmaktadır.



PROF.DR.AHMET TAŞAĞIL
Mimar Sinan güzel Sanatlar Üniv.
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı
kendi sitesinden alıntıdır.


DİPNOT
Türkler Batıya göçten daha çok doğuya göçmüş ve Çinleşmiştir!
Prof.Dr. Ahmet TAŞAĞIL.


1)A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.44.
2)İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 169.
3)İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 169.
4)L.Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 130-131, Ankara, 1971.
5)A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.45, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 170, L.Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 130.
6)A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.46.
7)Don nehri kıyıları.
8)Don’un denize döküldüğü saha.
9)Dnyper doğusu.
10)Dnyeper-Bug arası.
11)Yula, Çor, Kapan,=Kapgan, Kül, Bey.
12)İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 170-171.
13)A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.47.
14)A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.48.
15)İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 171.
16)Başbuğ Küre tarafından.
17)Rus vekayiinamelerinde Torki.
18)A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.49-54.
19)A.N. Kurat, Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s.62-63.
KAYNAKLAR:
1- K.Porphyrogennetos: De Adminstrando İmperio.
2- Kedrenos.
3- Kinnames.
4- Anna Komnena.
5- Skylitzes.
6- Nketas.
7- Michael Attaleites.
8- Niketas Bryennios.
9- Thedoros Prodromos.
Bu kaynaklar için bkz.: Gy. Moravcsik, Bizantino-Turcica.
L.Rasonyi, Tarihte Türklük, s. 327.
BİBLİYOGRAFYA:
1- Akdes Nimet Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937.
2- Akdes Nimet Kurat, VI. Ve XVIII. yy.larda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri, Ankara, 1972.
3- Faruk Sümer, Oğuzlar, Tarihleri Boy Teşkilatı, Ankara, 1972.
4- Gy. Nemeth, “Peçenek ve Kumanlar’ın Dili”, Belleten, Sayı 14-15, Ankara, 1951.
5- L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971.
6- L. Rasonyi, “Ortaçağ’da Erdel’de Türklüğün İzleri”, Belleten, 1938.
7- Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük, İstanbul, 1936.
8- Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1962.
9- İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü.
10- R. Grousset, Bozkır İmparatorluğu (terc. Reşat Uzmen) İstanbul, 1980.











Bulgaristan'da Sofya ve Niş taraflarına yerleştirilen ve çiftçilikle uğraşmaları için boş arazilere iskan edilen Peçenekler bu işlere alışamadıklarından sık sık isyan ederler. Bizans'ı güç durumlara sokarlar. Sonunda Peçenekler, Bizans ordusu karşısında mağlup olur; önemli bir kısmı diğer Türk boylarıyla karışarak Rus, Bizans ve Macar topraklarına dağılırlar. Güneyden gelen Türk baskısının gittikçe artması üzerine Bizans, l049'da içinde Peçenekler'in de bulunduğu 15 bin kişilik bir kuvveti harekete geçirmişse de Üsküdar yakınlarında bu hareketten cayan Peçenekler, boğazı atlarını yüzdürerek geçip, Tuna civarındaki boydaşlarına katılırlar.