Translate

scythian etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
scythian etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2016 Cuma

İSKİT VE TÜRK-MOĞOL HALKLARINA AİT AYNI GELENEKLER, KÜLTLER VE PSİKOLOJİK ÖZELLİKLER






Av Sahneleri ve Koçlar 
İskit - Kısmen yaldızlı Gümüş Kap - MÖ.4.yy
Solocha Kurganı - Ukrayna










GİRİŞ


İskitler, Avrasya’nın medenî, kültürel ve askerî gelişmesine önemli katkı sağlayan en eski Avrasya halklarından biridir. İskitler, Orta Asya ve Sibirya kökenlidirler. M.Ö. VII. yüzyıla doğru Doğu Avrupa’da ve Ortadoğu’da görülmeye başlar. İskitlerin bu bölgelere gelmesiyle, atın binek hayvanı olarak kullanılmaya başlaması ve arkasından da tabii olarak birbirlerinden uzak olan bölgelerin idaresi ve kontrolünü sağlayan hareketliliğin (mobilitenin) artması sayesinde mümkün olan dünyanın siyasî bütünleşmesini öngören eşsiz süreci başlar.    

      
Herodot’a (Heradotos/Herodotus) göre İskit İmparatorluğu, değişik İskit kabilelerinden oluşuyordu. Herodot, bunlardan sayıca daha fazla ve güçlü olanının, diğer bütün İskit kabilelerini kendilerinin tebaası (astları) sayan “Kraliyet (Hükümdar, Çar) İskitleri” olduğunu söylemektedir. Herodot’un, İskitlerin tarihi, efsaneleri, mitleri ve geleneklerini anlatırken öncelikle İskit İmparatorluğu’nun iktidar klanıyla, başka bir ifadeyle, “Kraliyet İskitleri”yle ilgili belgelere yer verdiğini belirtmek gerekir. 


Daha önce “Kraliyet (Hükümdar, Çar) İskitleri”nin dilleriyle ilgili yaptığımız araştırmada onların dillerinin Türk dilleriyle akraba olduğu ispatlanmıştır (1).  Bu çalışmada ise, “Kraliyet İskitleri” ile Türk-Moğol halklarının geleneklerinin, kültlerinin ve psikolojisinin birbirleriyle ne kadar örtüştüğü tespit edilmeye çalışılacaktır. 


    
İSKİTLERDE VE TÜRK-MOĞOL HALKLARINDA CENAZE TÖRENLERİ


Herodot, İskit hükümdarlarının cenaze törenini tasvir ederken onların defnedildikleri mekânın, Boristen (Borysthenes) Nehri boyunca gittikten sonra en sonunda nehrin denize döküldüğü yerden kırk günlük mesafede bulunan Gerrhi adında bir mekân olduğunu ileri sürmektedir. Herodot’un sözlerine göre Gerrhi, “Kraliyeti İskitleri”nin hâkimiyeti altındaki en uzak mekândır.  


Herodot ayrıca, “Kraliyet İskitleri”nin vefat etmiş hükümdarları için yas tutarken ellerini ve kulaklarını çizerek kestiklerini; saçlarını kestiklerini (kazıdıklarını); alın ve burunlarını yırttıklarını ve sol ellerine ok sapladıklarını da belirtmektedir. Bundan sonra hükümdarın naaşı Gerrhi’ye giden yolda bir sonraki İskit kabilesine teslim edilir ve onlar da “Kraliyet İskitleri”nin yaptıklarının aynısını yaparlar. Böylelikle her kabile İskit usullerine göre hükümdar için yas tutarak defin sürecine iştirak eder. Bu şekilde İskitler, hükümdarlarının naaşını kabile kabile dolaştırarak ve her kabilenin yas tutmasını sağlayarak kutsal defin yerine varırlar. Sıradan İskitler de ölülerini bölgede kırk gün boyunca dolaştırdıktan sonra defnederler. 


Gerrhi’de hükümdarın defni sırasında beraberinde bir cariyesini, sâkisini, yani elinden içki içtiği şahsı, aşçısını, seyisini, muhafızını ve habercisini de gömdükleri dikdörtgen şeklinde büyük bir kabir kazarlar. Kabre ayrıca altın kaplar da konur. Daha sonra kabir, toprakla kapatılarak “kurgan” dedikleri büyük toprak tepe hâline getirilir. Hükümdarın defnedilmesinin birinci yıldönümünde, “Kraliyet İskitleri” tekrar kurgan dedikleri bu mezara dönerler ve hükümdarın en iyi 50 hizmetkârı ile en iyi 50 atını öldürüp mumyalarlar. Boyunlarından delip çıkacak şekilde gövdelerinden demir kazık geçirilen atların mumyaları daha önceden hazırlanmış olan ahşap kalıpların üzerine ayakları havada sallanacak şekilde yerleştirilir. Atın gövdesinden geçirilen kazık aynı zamanda hizmetkârın bütün omurgalarından da geçirilerek boynundan çıkarıldıktan sonra 50 hizmetkârın mumyaları, bu kazık sayesinde atlı konumunda atların üzerine yerleştirilir. “Kraliyet İskitleri”, “atlıları” böylece hükümdarın mezarı etrafında yerleştirdikten sonra mekânı terk ederler (2). 


Türklerin atalarının, Doğu göçmenlerinin defin törenleriyle ilgili günümüze kadar ulaşan ilk ve en eski belgeler, Çince kaynaklardır. Asya Hunları da, “Kraliyet İskitleri” gibi, hükümdarları öldüklerinde kullarını ve hizmetkârlarını öldürüp beraberinde defnetmişlerdir (3).  Avrupa Hunlarının defin törenleriyle ilgili bilgi veren Jordanes, Atilla’nın ölümü haberini alan Hun askerlerinin gelenekleri gereği saçlarını yolduklarını, gözyaşları kana karışsın diye yüzlerini derin yaralarla yaraladıklarını belirtmektedir (4).  
Görüldüğü üzere, Avrupa Hunlarının bu defin törenleri, Herodot’un anlattığı gibi, hükümdarlarının yasını tutarken kulaklarını çizen, saçlarını kazıyan, ellerini kesen, alın ve burunlarını yırtan, sol kollarını okla delen “Kraliyet İskitleri”nin defin geleneklerinin aynısıdır.


Türkler ve “Kraliyet İskitleri”nin defin törenlerindeki bu benzerlik, Göktürk İmparatorluğu için de söz konusudur. Göktürklerin hükümdarı Bilge Kağan’a ithaf edilen Orhun-Yenisey yazıtlarında, Li-Sun Tay-Sengun’un 500 erkeğin başında Kağan’ın defin törenine geldiğine dair bilgiler var. Onlar, bu defin merasimi için altın, gümüş ve güzel kokulu tütsüler getirirler. Sonra da defin sırasında bu 500 kişinin hepsi saçlarını keser, kulaklarını ve yanaklarını çizer ve kendi güzel atlarını vefat etmiş Kağan’a kurban ederler (5).   


“Kraliyet İskitleri” ve Moğolların geleneklerinin, hükümdarlarını nerede vefat ederse etsin atalarının defnedildiği özel mekâna defnetmeleri hususunda da aynı olması dikkat çekicidir. İskitlerde bu özel mekân, Gerrhi iken; Moğollarda Altay’dır. Moğolların defin törenlerini anlatan Marco Polo, Cengiz Han’ın yadigârlarının ve bütün büyük kağanların, nerede vefat ederlerse etsinler, defnedilmek üzere Altay’a getirildiğini belirtmektedir. Daha sonra da çok garip bulduğu bir hususa dikkatleri çeker: “Altay’a giden yolda Kağan’ın naaşına eşlik eden kervan, definden önce kırk gün boyunca karşılarına çıkan her kimseyi “Git, öbür dünyada Kağanımıza hizmet et” diyerek öldürürler (6). Bunun yanı sıra Kağan’a öbür dünyada lâzım olur düşüncesinden hareketle Kağan’ın en güzel atlarını da öldürürler”.  Aynı bilgiye Reşidüddin’in eserinde de rastlanmaktadır (7). 


Buna benzer bilgiler, Jordanes’in eserlerinde de vardır: “Atilla’nın defninden sonra bu vazifeyi üstlenen herkes öldürülür” (8).  


Türklerin defin törenlerini anlatan bütün kaynaklarda atların kurban kesildiğine dair bilgiler geçse de onların nasıl öldürüldüğüne dair bir kayıt yoktur. Türk-Moğol hükümdarlarının definleri sırasında atların nasıl öldürüldüğüne dair daha teferruatlı bilgiler, İbn-i Battuta’ya aittir. XIV. yüzyılın ortasında Çin’de seyahat eden İbn-i Battuta şahit olduğu, savaşta şehit düşen Türk-Moğol hükümdarının defin merasimini “El-Hansa” (Al-Khansa) adlı kitabında anlatmaktadır: 


“Hükümdarı bütün eşyalarıyla birlikte yerde kazılmış olan büyük bir kabre yerleştirdiler. Kabre ona ait bütün altın ve gümüş eşyaları, dört cariyesini, en sevdiği altı kulunu ve içecek dolu birkaç kabı beraberinde gömdüler. Sonra kabir, büyük bir tepe (kurgan) yüksekliğinde toprakla gömülerek kapatıldı. Ondan sonra da defin sürecine katılanlar, mızrak saplanmış dört at getirdiler. At öldürüldükten sonra gövdesine saplanan mızrak, boynundan delip çıkacak şekilde omurgalarından geçirildi. Sonra kazıkları tepenin üstünde bir yere yerleştirip, atları orada bıraktılar”.


Görüldüğü üzere, Türklerde vefat eden hükümdarların hürmetine öldürülmüş atların kazığa yerleştirilmesi usulü ile Herodot’un anlattığı “Kraliyet İskitleri”nin merasimleri aynıdır. İbn-i Battuta’da hükümdarın altı kulunun vazifelerine dair bir bilgi yok. Herodot’ta ise bunlardan beşi, vazifelerine göre sâki (hükümdarın elinden içki içtiği kimse), aşçı, seyis, silah taşıyıcı ve habercidir (9).     


Yukarıda zikredilen İskitlerin ve Türklerin defin törenleri arasındaki paralellik konusu, E.H. Minns ve F. Thordarson tarafından incelenmiştir (10).   J.A.Boyle, Oğuz, Kıpçak ve Moğolların yası tutulan şahısların atlarının kurban edilmesi geleneklerini tasvir eden Avrupa ve orta asırlardaki Doğu yazılı kaynaklarını incelemiş ve bu geleneği İskitlerin gelenekleriyle mukayese etmiştir (11). 


Herodot’un da zikrettiği, İskitlerdeki tahnit veya mumyalama uygulaması (12),  “Köroğlu”nun Türkmen nüshasında da geçmektedir (13).  T. Tarhan, Orhun yazıtlarına göre Kül-Tigin’in mumyalandığına dikkat çekmektedir. Tarhan, ilâveten İslâm’ı kabul ettikten sonra bile Türklerde mumyalama uygulamalarına devam edildiğine dair deliller getirir. Meselâ, II. Kılıç Arslan, III. Kılıç Arslan ve II. Süleyman Şah mumyalanmıştır (14)


Bütün bu bilgileri şöyle özetlemek mümkündür: 

1) İskitlerde ve Moğollarda defin süresi 40 gün sürer; 
2) İskitler, Avrupa Hunları ve Göktürkler ölünün ardından yas tutarken saçlarını kesip, yüzlerini yırtarak çirkinleştirirler; 
3) İskitler, Oğuzlar, Kıpçaklar ve Moğollar ölüye bağışlanmak üzere atlarını aynı usulle kurban ederler; 
4) İskitler, Göktürkler ve Selçuklular, hükümdarlarını mumyalarlar.  



      
İSKİTLERDE VE TÜRK HALKLARINDA KAN YEMİNİ TÖRENLERİ


İskitlerin ve Asya Hunlarının geleneklerini inceleme neticesinde aşağıdaki paralelliklerin farkına varılmıştır. Bunlar aşağıda mukayese edilecektir. Herodot’ta şu bilgiler geçmektedir: 


“İskitlerde yeminle kutsallaştırılan bütün dostluk anlaşmaları şöyle yapılır: büyük toprak bir kupanın içerisine anlaşmanın taraflarının kanları ile karıştırılmış şarap doldurulur. (Bunun için de yemin edecek olanlar biz veya bıçakla derilerini çizerler). Sonra bu kaba kılıç, oklar, balta ve mızrak daldırırlar. Bu merasimden sonra uzun dualar okunup, yemin edenler ve orada bulunan ileri gelenler bu kaptaki kan karıştırılmış şaraptan içerler”. (15) 


Çin kaynaklarında geçen bilgiler ise şu niteliktedir: 

“Han Çang ve Çang Meng, Şan-Yu [Hunların hükümdarı] ve ileri gelen komutanlarıyla birlikte No Nehri’nin doğusunda bulunan dağa çıktılar. Orada beyaz bir atı boğazladılar. Şan-Yu Çing Lu kaması ve metal kaşığını çıkarıp, [atın kanını] şarapla karıştırdı. Sonra Lao-Şang Şan-yu (Lao-shang Shan-yu) tarafından öldürülmüş Yüeçi kabilesinin hükümdarının kafatasını kap olarak kullanıp, birlikte kan yemini şerefine şarap içtiler.” (16)


İskitler ve Asya Hunları hakkındaki bu iki bilgi şu hususlarda aynılık arz etmektedir: 

1) kaba kan karıştırılmış şarap konur; 
2) sonra aynı kaba silah daldırılır; 
3) yemine katılanlar bu şaraptan içmek suretiyle yeminli anlaşmayı tasdik etmiş olurlar; 
4) Asya Hunlarının yemin gelenekleriyle ilgili Çin kaynaklarından alınmış olan bu kısa bilgide İskitlerin gelenekleriyle büsbütün aynılık arz eden bir başka unsur da söz konusudur. 


Herodot’un tasvir ettiği İskit gelenekleri günümüze, Kırım’da Kül-Oba’daki bir İskit mezarının (kurganının) kazısı esnasında bulunmuş olan M.Ö. IV. yüzyıla ait altın resim şeklinde ulaşmıştır. Söz konusu resimde yanaklarını ve burunlarını birbirlerine yaklaştırarak kan yemini şerefine aynı kaptan şarap içmekte olan iki İskit tasvir edilmiştir (17).  Hunlarla ilgili metinlerde ise “Onlar birlikte kan yemini şerefine içtiler” cümlesinden de anlaşılacağı üzere aynı şarap içme usulüne şahit oluyoruz.  



İSKİTLERDE VE TÜRK HALKLARINDA GANİMET GELENEĞİ (KAFATASI KÜLTÜ)


Yukarıda da belirtildiği gibi, Çince kaynaklarda Hunların yemin merasiminde içki kabı olarak düşmanın kafatasının kullanılması geleneği söz konusudur. Sima Qian, Hunların Yüeçi halkını mağlup ettikten sonra, onları Batı’ya doğru nasıl kovduklarını; hükümdarlarını öldürüp kafatasından nasıl içki kabı (kupa) yaptıklarını çok teferruatlı bir biçimde tasvir eder.(18)


Herodot’ta da aynı şekilde İskitlerin, mağlup olmuş düşmanlarının kafataslarını ziyafetlerde içki kabı olarak kullandıkları zikredilmektedir. Herodot şöyle yazmaktadır: 


“İskitlerin askerî gelenekleri böyledir: Her düşmanıyla olmamakla beraber en acımasız düşmanlarının kafataslarıyla böyle muamele ederler: evvelâ kafatasını kaşlara kadar kesip, temizlerler. Fakir birisi kafatasını, dışından ham sığır derisiyle kaplayarak kullanır. Zengin insanlar ise evvelâ kafatasını ham deriyle kaplarlar, sonra kabın içini altınla yaldızlarlar. İskitler, kardeşler arası kavgada veya mahkemede birinin diğerine galip gelmesi söz konusu olduğunda, kendi akrabalarının kafataslarıyla bile aynı şekilde muamele ederler. Çok saygın misafirlerin ziyareti esnasında ev sahibi, sofraya böyle kafataslarını koymakla, bu akrabalarının onun düşmanı olduğunu ve onların üstesinden geldiğini misafirlerine hatırlatmak ister. Bu davranış, İskitlerde yiğitlik addedilir”. (19)


Böylelikle İskitlerin de, aynen Asya Hunları gibi, kafatası avcıları oldukları anlaşılmaktadır. Herodot’un anlattıklarından ve Çince kaynaklardan da anlaşılacağı üzere, bu barbarca gelenek İskitlerde ve Asya Hunlarında gurur meselesi idi. Aynı zamanda kafatası avcılığı, bir nevi kumandanın, askerlerinin savaşta ne kadar iyi savaştıklarını denetleme yoluydu. Aşağıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere, ganimetler İskit askerleri arasında öldürdükleri düşman sayısına göre üleştirilmiştir.


“İskitlerin askerî gelenekleri şu şekildedir: İskit, ilk düşmanını öldürdüğü zaman onun kanını içer. Savaşta öldürdüğü düşmanlarının hepsinin kafataslarını hükümdara getirir. Zira sadece düşmanlarının kafataslarını getiren asker ganimetten payını alabilir, aksi hâlde hiçbir şey alamaz”.(20)  Kafatası avcılığı, ayrıca toplumda itibar kazanma imkânı da sağlardı. Bunu, Herodot’un aşağıdaki yazısından anlamak mümkündür:


“Her hükümdar yılda bir defa kendi bölgesinde şarap karıştırmak için kap hazırlatır. Bu kaptan sadece düşmanını öldürenler içebilirler. Henüz kendilerine düşman öldürmek nasip olmayanlar ise bu kaptan içemezler. Mahcup ve şerefsiz olarak bir kenarda otururlar. İskitler için bundan daha utanç verici bir şey yoktur. Aksine düşmanını öldürenlere ikişer kupa içki getirilir ve onlar da iki kupayı üst üste (bir defada) içerler.” (21)


Aynı bilgi, Çin tarihçisi Sima Qian’ın Asya Hunları ile ilgili yazdıklarında da vardır: “Savaştan sonra düşmanlarının kellesini alan veya düşmanlarını esir alan (Hunlar), bir kupa şarapla ödüllendirilirler ve onlara, kazandıkları ganimetleri kendileri için bırakmalarına izin verilir”. (22)


Orta asırlarda düşman kafatasının içki kabı olarak kullanılması geleneği, bozkır Türk halklarında devamını bulmaktadır. Meselâ, Günah Çıkartıcı Teofanes’a göre Bulgarların hükümdarı Krum Han, mağlup ettiği Bizans İmparatoru Nikeforos’un kafatasından gümüş kaplamalı içki kupası hazırlatmıştır.(23)  Tarihçi Nestor (Nestor the Chronicler), “Povesti Vremennıyh Let” (Geçmiş Yıllar Kıssası) adlı eserinde, Peçeneklerin Hanı Kurya’nın Kiev Büyük Knezi Svyatoslav’ı mağlup edip, kafasını uçurduğunu ve kafatasından kıymetli metallerle kaplı içki kabı yaptırdığını belirtmektedir. (24)


Ayrıca şu da unutulmamalı ki, kafatası kültü, eski zamanlardan beri dünya arkeolojisi ve mitolojisinde de çok yaygın olan bir külttür. Azerbaycan’da Azıh Mağarasında 300.000 yıl öncesi Alt Paleolitik dönemine ait, içinde ayı kafataslarının saklandığı gizli bir yer bulunmuştur. Bu kafataslarından birinde birbirlerine paralel yedi çizgi sıralanmış, en üstte (sayı birimi göstergesi olarak) enlemesine bir çizgi çizilmiştir.(25)  İster öküz ve kızıl akbaba gibi hayvan kafatası ister insan kafatası kültünün izlerine, insanlığın en eski kültürlerinden olan M.Ö. VIII-VII binyıllara ait Türkiye’nin Çatalhöyük ve Çayönü gibi en eski yerleşim merkezlerinde (komplekslerinde) de rastlanmaktadır.(26)  


Kafatası, içki kabı olarak yaygın bir şekilde Tibet’te kullanılmıştır. B. Laufer, farklı milletlerin farklı dönemlerde kafatası kullandıklarına dair geniş bilgi toplamıştır. Onun araştırmalarından, akrabalarının ve arkadaşlarının kafataslarını içki kabı olarak kullanan Amerika ve Avustralya kabileleri de dâhil olmak üzere, dünyadaki bütün halklarda bu kültün olduğu anlaşılmaktadır. Bununla beraber Laufer’in örnek verdiği bazı benzetmelerin esasa dayandırılmadığını da belirtmek gerekir. Meselâ, Edda’da kafatasının içki kupası olarak kullanılması kültüne dair bulunduğu atıf doğrulanmamıştır.(27)  Diğer araştırmacı A.L. Andrews, Odin’e akıl veren (ve konuşan) Mimir başından (kafatasından) hareketle Edda’da Mimir kafatasının içki kabı olarak kullanıldığına dair aynı şeyleri ispat etmeye çalışır.(28)  Daha sonra J. Lindow, bu yorumlamayı “romantik” bularak Mimir kafasının (kafatasının) içecek kabı olarak kullanıldığına dair gerçeğe dayalı hiçbir delilin bulunmadığını belirtmiştir. (29)


Yukarıda mezkûr delillerden hareketle kafatası kültünün her kavme mahsus “yerel” özellikler taşıdığı kanaatine varmak mümkündür. Hayvana veya insana ait kafatası akıl almak için kullanıldığı gibi, içecek kabı olarak da kullanılmış olabilir. İçecek kabı olarak kullanılan kafatasları düşmana veya arkadaşa ait de olabilir. Ayrıca zaman faktörünü göz önünde bulundurmak gerekir ki, zamanla bu kültün aynı halkta bile şekil değiştirmesi mümkündür.


Kafataslarının bu tür özelliklerinin incelenmesi, kafatası kültünün “yerel” özelliklerinin tespit edilmesine imkân sağlar. Yukarıda zikredilen bilgilere dayanarak sadece Hunlara ve İskitlere mahsus kafatası kültünün özellikleri üzerinde durmak istiyoruz:


1) İskitler ve Hunlar, düşmanlarının kafataslarını savaş ganimeti olarak biriktirmişlerdir; 
2) İskitler ve Hunlar düşmanlarının kafataslarını değerli metallerle kaplayarak içecek kabı olarak kullanmışlardır; 
3) savaşta düşmanlarının kellesini alan İskitler ve Hunlar, toplumda itibar kazanmış ve bir kupa şarapla ödüllendirilmişlerdir; 
4) savaşta düşmanlarının kafasını uçuran İskitlerin ve Hunların savaşta kazandıkları ganimetler kendilerine bırakılmıştır; 
5) İskitlerde ve Hunlarda kafatası kültünün kutsal önemi gibi, aynı zamanda askerlerin savaşta ne kadar iyi savaştıklarını denetlemeyi sağlayan pratik yönü de olmuştur.    


Şunun altını bir daha çizmek gerekir ki, İskitlerdeki ve Hunlardaki ancak bu benzerliklerin tamamı bir araya getirildiğinde, bu iki halkta kafatası kültünün aynı özelliklere, en önemlisi de bu kültün özgünlüğüne işaret etmektedir.  



İSKİTLERİN VE TÜRK HALKLARININ DİNLERİNDE KILIÇ KÜLTÜ


İskitlerin ve Hunların Dinlerinde Kılıca Tapma
Herodot, İskitlerin Ares’e tapma sürecini şöyle tasvir etmektedir: 


“İskitlerin her bölgesinde Ares için, açık bir mekânda çalı çırpıdan dağlar şeklinde birbirlerinin üzerine yığılmış üç aşamalı ve uzunluğu ile genişliği hemen hemen aynı, ama yüksekliği uzunluğuna ve genişliğine nispeten daha az olan mabetler dikilir. En üstte üç tarafı düz olan, dördüncü tarafında da girişi olan dikdörtgen şeklinde bir alan oluşturulur. Kötü hava durumlarında bu inşaat daima çöker. Dolayısıyla her yıl buraya yüz elli yük çalı çırpı getirilir. Her tepenin başına eski demir kılıç yerleştirilir. İşte bu kılıç, Ares putudur. Bu kılıca her yıl diğer Tanrılara olduğundan daha fazla at ve büyükbaş hayvan getirilip kurban kesilir”.(30)


Pan Ku’nun derlediği “Han Şu”(31)  ve onun daha sonraki ilâvelerinde Asya Hunlarının kılıca taptıklarından bahsedilmektedir. Kao Chu-hsun özellikle bu konuyu ele aldığı makalesinde bütün bu bilgileri bir araya getirmiştir. Bunlara aşağıda yer verilecektir. 

   
Ch’ing hanedânından Wang Hsien Chien “Coğrafya ile ilgili Risale”nin ilâvesi olan “Han Şu”da şöyle yazmaktadır: “Hükümdâr Hsiu Chu’nun (başka bir ifadeyle Siu Tu) Gökyüzüne tapmak için hazırlanan metal askerleri ve Ching Lu kaması için Xiongnu (Hsiung-nu) ile ilgili kayıtlara bakınız”.(32)  Xiongnu (Hsiung-nu) ile ilgili kayıtlarda, Hunların hükümdarı Lao-Şang Şan-yu’nun iki Çin elçisiyle beraber dağ tepesine çıktığı, orada beyaz bir atı öldürdükleri ve hükümdarın, atın kanına şaraba bandırılmış Ching Lu kamasını daldırdığına dair yukarıda bahsedilmiş olan bilgiler bulunmaktadır. (33)        


Çince kaynaklardan alınmış olan bu iki kayıtta, “ching lu”nun, “kılıç” veya “kama” anlamına gelen Türkçe bir kelimenin Çince eski fonetik karşılığı olduğu belirtilmektedir. Kao Chu-hsun, makalesinde “ching-lu” kelimesinin anlamını geniş bir şekilde ele almaktadır. F. Hirth, K. Shiratori ve B. Karlgren’le aynı fikirde olan Kao Chu-hsun, “l” ve “r” ünsüzlerinin birbirine dönüşebilirliğine de dayanarak “ching-lu”nun çift yüzlü kama anlamında kullanılan Türkçe “kyngrak/qingrak” ve Moğolca “kingara” kelimelerinin Çince fonetik karşılığı olduğunu ileri sürmektedir.(34)  Bu tür kamalara Yunanlılar “akinakes” diyorlardı. Daha önce de bahsedildiği gibi, Herodot’ta da İskitlerin kılıca taptıklarına dair kayıtlar vardır. Kao Chu-hsun, Han hanedânının tarihi olan “Han Şu”yu, bu kitabın Çinli tarihçiler tarafından düzenlenmiş olan daha sonraki ilâvelerini ve kutsal (ilahî) kılıçla ilgili çağdaş araştırma çalışmalarını esas alarak İskitler ve Hunlarda kutsal kılıç kültünün aynı olduğunu belirtmektedir.   


Kao Chu-hsun’a göre Sima Qian, eski Hunların dokuz kat Gök’e  (gökyüzünün dokuz tabakasına) taptıklarına işaret etmektedir. Bu dokuz tanrıdan sadece bir tanesine, kutsal Ching-Lu kılıcına sunaklar dikmişlerdir.(35)  İskitler de sadece kılıç tanrısı olan Ares’e sunaklar dikmişlerdir.(36)  Hunlarda ve İskitlerde ching-lu kılıcı, insan biçimindeki Savaşçı Tanrı kültüyle özdeşleştirilmektedir. Bunun delillerini şu aşağıdaki alıntılarda bulmak mümkündür.   


“Coğrafya ile ilgili Risale”nin ilâvesi olan “Han Şu”da: “Yun Yang’da (37) hükümdâr Hsiu Chu’nun, gökyüzüne tapmak için dikilmiş olan metal [veya altın] askerleri ve üç Ching Lu Shen mabedi vardır” denmektedir. “Han Şu”daki “Kurban Risalesi”nde geçen diğer kayıtta da: “Yun Yang’da hükümdâr Hsiu Chu’nun hürmetine kurban kesmek amacıyla dikilmiş olan üç Ching Lu Shen mabedi vardır” denilmektedir. Hsiu Chu, Batı Hunlarına ait kabilelerin hükümdarıdır. (38)


Böylece yukarıda mezkûr Çince kaynaklardan alınmış olan kayıtlara dayanarak “Göklerin metal [altın] savaşçısı”nın, başka bir ifadeyle “Metal tanrı”nın ve “kutsal Ching Lu kaması”nın aynı İlah’ın anlamsal hipostazı olduğunu, daha doğrusu Hunlarda da, İskitlerin Ares’ine benzer Savaş Tanrısı olduğunu tespit etmek mümkündür.


Geriye sadece son meseleyi açıklığa kavuşturmak kalıyor. “Han Şu”daki “Kurban Risalesi”nden alınan yukarıda verdiğimiz alıntıdaki, Ching Lu mabetlerinin hükümdar Hsiu Chu’nun hürmetine kurban kesmek için dikildiğine dair görüşe katılmıyoruz. “Han Şu”nun 96.bölümünde Çin kumandanı Piao Chi’nin (başka bir ifadeyle Huo Qubing) Çin’e göre daha batıda olan Hunların topraklarını fethettiğinden, Hun kabilelerinin hükümdarları Hong Ye’yi ve Hsiu Chu’yu teslim olmaya zorladığından ve sonra bu fethettiği yerlerde ilk defa kaleler inşa ettiğinden bahsedilmektedir.(39)  “Han Şu”nun 68.bölümünde M.Ö. 121 yılının yazında kumandan Huo Qubing’in Çin’e göre daha batıda bulunan topraklara saldırıp, Hunların hükümdarı Hsiu Chu’nun taptığı Altın Gökyüzü Adamını ele geçirerek Batı Hunlarını mağlup ettiğine dair bilgiler vardır.(40)  Hunların hükümdarı (Şan Yu), kendisine bağlı iki kağanın Çin’e karşı koyamadığını duyunca öfkelenip onları öldürmeye karar verir. Ölesiye korkan kağanlar Çin’in hâkimiyeti altına girmeye karar verirler. Ancak daha sonra Hsiu Chu kararından döner ve Hong Ye onu öldürdükten sonra Hsiu Chu’nun ordusunu kendi ordusuna katarak Çin’e teslim olur. Çin imparatoru onu tahtından eder ama unvanını bırakır. Hsiu Chu’nun ailesi ise köleleştirilir. O zaman 14 yaşında olan oğlu Mi-ti Sarı Kapıların ahırına imrahor olarak tayin edilir. Çinliler Mi-ti’ye, babası Hsiu Chu’nun altın savaşçı heykeli (chin jen) yaptırmasından dolayı Chin Mi-ti adını verirler. “Chin”, “altın” anlamına gelmektedir . (41) Daha sonra Chin Mi-ti imparatorun sağ kolu olur ve sarayda yüksek konuma gelir.(42)      


Kao Chu-hsun, Yun Yang’daki Ching Lu kaması için yapılmış mabetlerin Hsiu Chu ailesinin değil, bütün Hunların mabetleri olduğu görüşünde ısrar etmektedir. Bunun delili de şu aşağıdaki hususlardır: Birincisi, yukarıda bahsedildiği gibi, Altın Gökyüzü Savaşçısı’nın (Adamının), Hunların hükümdarı Hsiu Chu daha hayattayken ele geçirilmiş olması gerçeğidir. Bu, Demir Savaşçı ve Kılıç kültlerinin, hükümdarları Hsiu Chu öldükten sonra Hunlar tarafından oluşturulmayıp hükümdarın vefatından çok önce de varlığını sürdürdüğünü ispatlamak için yeterli bir gerekçedir. İkincisi de, Yun Yang’daki Ching Lu kaması için dikilmiş mabetlerin temellerinin, M.Ö. 61 yılında yani hükümdâr Hsiu Chu’nun vefatından 60 yıl sonra; M.Ö. 85 yılında vefat eden oğlu Chin Mi-ti’nin ölümünden 25 yıl sonra; Çin İmparatoru Wu’nun vefatından bir yıl sonra atıldığı gerçeğidir.(43)  Kao Chu-hsun’un görüşüne katılarak şunu ilâve edebiliriz ki, “Kurban Risâlesi”nde Ching Lu kaması için dikilmiş mabetlerin Hunların hükümdarı Hsiu Chu’nun ismiyle bağdaşlaştırılma sebebi, Hunların savaş tanrısı ile hükümdarlarının isimlerinin aynı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu da hükümdar Hsiu Chu’nun ismini, Hunların savaş tanrısının adından aldığı anlamına gelmektedir.(44) 


Iskit ve Avrupa Hunlarının dinlerinde kılıca tapma

Priskos’a (Romalı Priscus’a) atıfta bulunan Jordanes’in örnek verdiği Avrupa Hunlarının efsanesine göre, savaş tanrısı Mars’ın kılıcına hâkim olan Atilla kendini dünyanın hükümdarı olarak ilân eder.

“Zaten kendinden emin olma özelliğine sahip Atilla’nın kendine güveni, İskit hükümdarları arasında her zaman kutsal olarak saygı duyulan Mars’ın kılıcını bulduktan sonra daha da artar. Tarihçi Priskos kılıcın hangi şartlarda ve nasıl bulunduğunu şöyle anlatır: Çoban, sürüsünden bir düvenin topalladığını fark eder ancak yarasının sebebinin ne olduğunu anlayamaz. Endişeli çoban kan izini takip eder ve otlarken yanlışlıkla düvenin ayakları altında çiğnenmiş kılıca rast gelir. Çoban, kılıcı toprak altından kazıyıp çıkartır ve Atilla’ya götürür. Atilla, buna çok sevinir. Bundan kendisinin dünyaya hâkim olacağı anlamını çıkartarak kılıcı memnuniyetle kabul eder. Atilla, Mars’ın kılıcının bütün savaşlarda ona zafer kazandıracağından emindi”. (45)


Otto John Maenchen-Helfen’e göre (Almancası: Otto Mänchen-Helfen), bu olay Priskos’un ağzından anlatılan bir başka Yunanca kaynakta (Constantinian Exerpts) da mevcuttur. Kılıcın aranıp bulunma sürecinin kısa ve öz anlatılmasına rağmen kılıcın kendisi çok teferruatlı bir biçimde tasvir edilmektedir. “Kılıç [Atilla’nın bulduğu Mars’ın Kılıcı], Savaşların Tanrısına inanan İskit hükümdarları arasında saygı duyulan kutsal bir kılıçtı. Ancak [kılıç] çok eski zamanlarda kaybolmuştur.” (46)

Bu alıntıda Herodot’un anlattığı İskitlerin ilk hükümdarı Kolaksay tarafından elde edilen gökten düşmüş yanan kılıçla ilgili mit söz konusudur.   


“Köroğlu” destanının Azerbaycan versiyonunda destanın kahramanı olan Köroğlu’nun kılıcının, yıldırım misali gökten düşmüş ilahî (kutsal) metal parçasından yapıldığı anlatılmaktadır. (47)  


Otto John Maenchen-Helfen’in araştırmalarında Ortaçağ Türk halklarının nasıl kendi kılıçları üzerine yemin ettiklerine dair birkaç örnek daha mevcuttur. (48) 



İskitlerin, Asya Hunlarının ve Avrupa Hunlarının Dinlerinde Kılıç İçin Kurban Kesme



Herodot, İskitlerin Ares için kurban kesmeleriyle ilgili olarak şunları yazmaktadır: 


“İşte bu kılıca her yıl diğer Tanrılara kesilen kurbanlardan daha çok sayıda at ve büyükbaş hayvan kurban kesilir. Ayrıca her yüz esirden biri kurban edilmeye mahkûmdur. Ancak esirlerin kurban edilmesi, hayvanların kurban edilme usulünden farklı bir merasimle gerçekleştirilir. Esirin başına önce şarap serpilir, sonra kabın üzerinde başı kesilir (boğazlanır). Sonra da kanı çalı çırpı yığınının bulunduğu yukarıya götürülür ve orada bu kan kılıca serpilir. Yukarıda durum böyle iken o yığının altında, yani mabedin alt kısmında şöyle bir merasim yapılır: Boğazlanmış kurbanların sağ kolunu omzuyla birlikte kesip havaya fırlatırlar; diğer kurbanlık hayvanlar da kesildikten sonra merasim biter ve herkes dağılır. Kurbanın kolu düştüğü yerde kalır, cesedi ise ayrı bir yerde durur”. (49)


İskitlerin ve Hunların kılıca kurban kesme gelenekleri arasında şöyle benzerlikler tespit ettik:


1) Hunların hükümdarı Lao-Şang Şan-yu’nun bir kapta beyaz atın kanını şarapla karıştırıp, bu karışıma da Ching Lu kamasını daldırdığına dair Çince yazılı kaynaklarda geçen bilgilerden, Hunların da aynen İskitler gibi kutsal kılıç için kurban kestikleri anlaşılmaktadır.(50) 


2) Hunlar da İskitler gibi, kutsal kılıca esir kurban etmişlerdir. “Han Şu”da Hunların, Çin generali Li Guang’ı (Li Kuang) silah için kurban ettiklerine dair kayıtlar vardır. Kao Chu-hsun, N. Egami’ye atıfta bulunarak “Kan Şu”da geçen “Silah için kurban kesme” ifadesinin “Ching Lu” kaması için kesilen kurban olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.(51)  


3) İskitler, esirleri Ares’e kurban olarak keserken önce kafalarına şarap döküp sonra bir kap üzerinde gırtlaklarını keserler. Şarapla karışmış kan kaba akıtıldıktan sonra bu karışım kutsal (ilahî) kılıcın üzerine dökülür.(52)  Hunlar, Ching Lu kılıcı üzerine yemin törenini gerçekleştirirken bir kaba kan ve şarap koyduktan sonra bu kaba Ching Lu kamasını daldırırlar.(53) 


Bütün bunlardan şu neticeye varmak mümkündür: 
1) İskitler de, Asya Hunları ile Avrupa Hunları da kılıca tapmışlardır; 
2) hem İskitlerde hem Asya Hunları ile Avrupa Hunlarında da kılıç tanrısı, insan kılığındaki Ares/Mars/“Metal Savaşçı”dır; 
3) İskitler de Hunlar da sadece kılıç tanrısına sunaklar dikmişlerdir; 
4) İskitler de Hunlar da (kutsal) kılıç için atları ve esirleri kurban olarak kesmişlerdir; 
5) İskitler de Hunlar da kurbanların kanlarını şarapla karıştırmışlardır; 
6) gökten düşmüş yanan “Kolaksay kılıcı” ile ilgili İskit miti, Türk halklarının destanlarında da mevcuttur.  

      

İSKİTLERDE VE TÜRK HALKLARINDA ANTİ ASİMİLASYON PSİKOLOJİSİ


Herodot’un “Tarih”inde İskitlerin asimilasyona karşı tahammülsüzlük psikolojisini resmeden iki olay mevcuttur. Birincisi, İskitlerin düşmanlarına karşı stratejik üstünlük elde etmelerini sağlayan ihlâl edilemez göçebe hayat tarzıdır.


“Tanıdığımız bütün halklar arasında sadece İskitler, insan hayatı için en önemli sanata sahiptirler. Bu sanat, kendine saldıran hiçbir düşmanın kurtulmasına imkân bırakmamalarından ileri gelmektedir. Ayrıca kendileri buna izin vermedikçe onları geçmek, onların üstesinden gelmek de mümkün değildir. Zira İskitlerin ne şehirleri, ne de kaleleri vardır, evlerini yanlarında taşırlar. İskitlerin hepsi güzel at biner ve ok atarlar; tarımla değil hayvancılıkla uğraşırlar; evleri, çadırlardır. Böyle bir halkın ele geçirilmesi ve yenilmesi hiç mümkün mü? İskitlerin bu özelliklerinde tabii olarak onların topraklarının ve nehirlerinin de payı vardır”. (54)


İkincisi, İskitlerin, atalarından devam ede gelen örf-adetlerine sımsıkı bağlı olmalarıyla ve diğer yabancı halkların geleneklerini benimseyen kendi kandaşlarını ağır bir şekilde cezalandırmalarıyla ilgilidir. Bunun ne anlama geldiğini açıklamaya çalışacağız.


İskit hükümdarlarından Anaharsis (Anacharsis) ve Skil (Scyles, Skyles) diğer halkların hayat tarzı ve geleneklerini uyguladıkları için kendi kabileleri tarafından öldürülmüşlerdir. Herodot’un anlattığına göre Anaharsis çok seyahat eden ve farklı halkların bilgelik sırlarına erişmeye çalışan birisidir. Anaharsis seyahati sırasında, yabancı bir ülkedeki Tanrıça’ya ülkesine sağ salim döndüğü takdirde kendisi için ayin yapacağına dair yeminde bulunur. İskitya’ya dönünce “Ağaçlar Mekânı” olarak bilinen Giley adlı bir yere saklanır. Ayini orada yapar. Ancak onu gören İskitler hükümdar Savliy’e haber verirler. Savliy bu haberi duyar duymaz olay yerine varır ve yabancı örf-adetlere uyduğu için kendi elleriyle kardeşini (55)  öldürür.(56)        


Herodot daha sonra aradan yıllar geçtikten sonra İskit hükümdârı Skil’in başına da aynı şeylerin geldiğini yazar. Skil’in babası İskit hükümdârı Ariapites (Ariapeithes); annesi ise Yunanlı birisidir. Annesi, Skil’e Yunancayı ve yazmayı öğretir; bunun yanı sıra Yunanca olan her şeye karşı sevgi beslemesine vesile olur. Skil, hükümdâr olduğu zaman sık sık Boristen’e gider. Şehre girerken Yunan kıyafetini giyer. Skil, Boristen’de evlenip kendine bir ev yapar. Orada bazen bir ay bazen de daha fazla kaldıktan sonra şehirden ayrılır. Tekrar İskit kıyafetlerini giyerek bozkırdaki topraklarına döner. Tabii olarak İskitler, deliliğe yol açan Tanrı’ya tapmanın ahmaklık olduğu düşüncesiyle Yunanlıları, Bacchanalia ayinine olan tutkularından dolayı kınarlar. Bir keresinde Skil, Bacchanalia ayinine katılır. Bunu gören Boristen ahalisinden birisi, İskitlerin dalga geçtikleri Yunan geleneklerini kendi hükümdarlarının benimsediğini İskitlere haber verir. Haberi ulaştıran adam İskitleri gizlice Bacchanalia’nın yapıldığı yere götürür. İskitler orada Yunan kıyafetini giyip, Yunan müzik aletini çalan kendi hükümdarlarını görünce hemen şehri terk ederler. Bu haberi bütün orduya yayarlar. Bundan sonra halk ayaklanır, Skil’in baba tarafından kardeşi olan Oktamasad’ı (Octamasadas)  hükümdar olarak seçer. Skil, İskitlerin elinden kurtulamaz. Oktamasad onun kellesini alır. Bu olayı özetleyen Herodot: “İskitler geleneklerine o kadar sıkı bağlılar ki, başka kültürlere ait bir geleneği benimseyenleri en ağır cezaya tâbi tutarlar” diye yazmaktadır.(57)


İlk bakışta Herodot’un yazdıklarından bir toplum olarak İskitlerin psikolojik özellikleriyle ilgili kesin bir sonuç çıkarmak mümkün olmayabilir. Ancak daha teferruatlı tahlil yapılarak İskit ve diğer göçebe halkların toplumsal ve psikolojik özellikleri karşılaştırıldığında şu sonuçlara varmak mümkündür:

- İskit toplumunun psikolojik özellikleriyle ilgili Herodot’un anlattığı iki olayda, birbirlerinden ayrı ele alınamayan bir bütün sistem söz konusudur.

- Bu iki psikolojik tespit, birbirleriyle bağlıdır ve İskitler için bu, erimeye (asimilasyona) karşı bir nevi koruyucu bariyer niteliğindedir.


Bu görüşleri desteklemek için, Hunların yabancı olan her şeye karşı tahammülsüzlükleriyle ilgili Han Hanedânı devrinden kalma Çince yazılı kaynaklara başvurulabilir.


Çin tarihçisi Sima Qian, M.Ö. 174 ve 161 yılları arasında Hunların hükümdarı Lao-Şang Şan-yu ile danışmanı Çung-Hang Yueh arasında geçen şu diyaloga yer verir (58)


“Han (Çin) imparatorluğunun ipeği ve yemeği Hunların hoşuna giderdi. Danışmanı Çung-Hang Yueh, Hun hükümdârı Şan-yu’ya dönüp şöyle dedi: “Hunlar, Han imparatorluğu hâkimiyeti altındaki her hangi bir halktan nüfusça daha azdır. Ancak Hunlar, kendi yemekleri ve kıyafetlerine sahip olmaları sayesinde çok güçlüdürler ve hiçbir şeyden dolayı Han İmparatorluğu’na bağlı değildirler. Şan-yu, Çin yemeklerini benimsemeye ve Hunların geleneklerine değişiklik getirmeye çalışıyor. Bu sebeple, Han buraya kendi mallarının beşte birinden daha az bir kısmını gönderse bile neticede amacına ulaşır ve bütün Hun halkını köleleştirmeyi başarır”. “Bugünden itibaren, yani Han’ın ipeğini elde ettiğiniz günden itibaren üzerinize giyip çalılar ve dikenler arasında at üstünde koşturun. Pantolonlarınızın ve kaftanlarınızın ne kadar çabuk paramparça yırtıldığını herkes görür ve ipekten yapılmış giyimin keçe ve deriden yapılmış giyimle kıyaslanamayacağını anlar. Aynı şekilde Han’ın yemeğini aldığınız zaman da onu atın ki, halk Han yemeğinin süt ve kımız kadar kullanışlı ve lezzetli olmadığını anlasın”.  (59)


Bu diyalogdan da anlaşılacağı üzere, Türk halklarının yabancı kültüre ait hayat tarzını reddedişi, aslında bir nevi bağımsızlıklarını koruma mekanizmasıdır. Asya Hunları bağımsızlıklarını, ihtiyaçlarını kendi iktisadî imkânlarıyla karşılamaları sayesinde koruyabilmişlerdir. Hunlar, Çin İmparatorluğu’na bağlı değillerdi. Türk halklarında yabancı kültüre ait örf-adetleri ve töreleri inkâr etme prensibi, Hunların millî ideolojisinin olmazsa olmaz unsurlarından biri olmuştur. Daha sonraki döneme ait Orhun-Yenisey yazıtlarında buna dair örnekler mevcuttur:


“…altını, gümüşü, ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öyle yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötülüğü o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orada kötü kişi öyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip, çok insan öldün! O yere doğru gidersen, Türk milleti, öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur. Ötüken yerinde oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın.(Güney Cephesi, 5-8.satırlar) (60)


Çin İmparatorluğu’nda Çin’in hayat tarzını kabul edenleri teşvik etme geleneği vardı. Bu, Türk halklarının yavaş yavaş göçebe hayat tarzından yerleşik hayat tarzına geçmelerine ve neticede onların sıkça asimilasyona uğramalarına yol açmıştır. Çin medeniyetinin etkisi altında kalanlar, Doğu’nun “Anaharsis”leri ve “Skil”leriydi. Herodot’tan bin yıl sonra yazılmış olan Kül-Tigin yazıtlarından da anlaşılacağı üzere, İskit ve Türklerin psikolojik özelliklerinde aynılık söz konusu idi. Bu benzerlikleri destekleyen bir başka kayıt da, Kül-Tigin’in ağabeyi Bilge Kağan ile danışmanı Tonyukuk arasında geçen bir diyaloga atıfta bulunulan Tang hanedanının tarihinden alınmış fragmanlarda bulunmaktadır:


“Kendisine teslim edilen çok sayıda Çinli mülteciye sahip olan Bilge Kağan, yeni şehirler ve mabetler inşaat etmeyi düşünür. Tonyukuk: “Bu, büyük bir hata olur. Türklerin nüfusu çok azdır, Tang (Çin) halkının yüzde biri kadar olamaz. Onlara karşı koyabilmemizin tek şartı, göçebe hayat tarzımızdır. Biz su ve otlaklar ararız; ama ikamet ettiğimiz belirli bir yer yoktur. Üstelik hareketli hayat tarzımız var: herkes savaş sanatı eğitimini almış, ok atabilir ve avlanabilir. Zayıf düştüğümüz zaman geri çekilip, dağlarda veya ormanlarda saklanabiliriz. Tang’ın çok sayıda askerinin olmasının bizim için bir tesiri yoktur. Şayet şehirler inşaat etmeye başlarsak ve hayat tarzımızı ve örf-adetlerimizi değiştirmeye başlarsak o zaman Tang, bizi “yutacaktır”. Ayrıca mabet geleneği, insanlara cömert ve zayıf olmayı öğretir. Bu ise, savaş sanatının gelişmesi ve iktidar mücadelesi için iyi değildir. Dolayısıyla bütün bu dediklerin yapılmamalıdır.” Bilge Kağan bu görüşe katılır.” (61)


Görüldüğü üzere, Türklerin yabancı kültürlere ait her şeyi reddedişinin sebebi vardır: atalarından devam ede gelen hayat tarzlarını kaybetme ve hem askerî hem de kültürel olarak zayıf düşme tehlikesidir. Askerî olarak zayıf düşmekten kasıt, ordunun ve askerlerin mücadeleci niteliklerini kaybetmesi ise; kültürel olarak zayıf düşmekten kasıt, sayıca çok az olmalarından kaynaklanan asimilasyon (erime) korkusudur.


Böylece, esas aldığımız Yunanca, Çince ve Türkçe yazılı kaynaklarda yer alan bilgileri şöyle özetleyebiliriz: 

1) İskitler de Göktürkler de göçebe hayat tarzlarını, düşmanlarına karşı askerî üstünlük elde etmek için kullanmışlardır ; yerleşik hayat tarzı yaşayan halklara nispeten sayıca daha az olan İskitler ve Göktürkler, göçebe hayat tarzını askerî güçlerinin zayıf düştüğü dönemlerde koruyucu bariyer olarak kullanmışlardır; 
2) İskitler, Hunlar ve Göktürkler asimilasyona uğramamak ve kendilerinden sayıca daha çok olan yerleşik halkların kültürel tesiri altında kalmamak için örf-adetlerine sıkı bağlı kalmış ve yabancı kültüre ait gelenekleri benimseyenleri ağır cezaya tâbi tutmuşlardır; 3) İskitler, Hunlar ve Göktürkler anti asimilasyon psikolojisi bakımından aynı özelliklere sahiptiler.






Çifte Kurt - Saka/İskit - MÖ.5.yy-3.yy
Olon-Kurin Gol Kurganı
Altay Dağları Moğolistan





Böylece, şöyle tespitlerde bulunabiliriz:

1. İskitlerin defin törenleri Asya Hunlarının, Avrupa Hunlarının, Göktürklerin ve Moğolların defin törenlerinin aynısıdır.

2. İskitlerin kan yemini törenlerinin aynısı Hunların geleneklerinde de mevcuttur.

3. İskitlerin mağlup ettikleri düşmanlarının kafataslarını içki kabı olarak kullanma geleneği, Asya Hunları için de söz konusudur. Üstelik bu iki halkta savaş ganimetlerinin, kafatası kültünü esas alarak üleştirilmesi geleneği de aynıdır. 

4. Herodot’un tasvir ettiği, İskitlerin tanrısı Ares’e tapma ve kurban kesme gelenekleri, Asya Hunlarındaki Ching Lu kamasına tapma ve kurban kesme geleneklerinin aynısıdır. Herodot’un verdiği ilahî (kutsal) kılıç hakkındaki bilgiler İskitlerle ilgiliyken; Çince kaynaklarda bu, Asya Hunlarıyla, Yunanca kaynaklarda ise Avrupa Hunlarıyla ilgilidir.

5. İskitler, Asya Hunları ve Göktürkler anti asimilasyon psikolojisi hususunda da aynı özelliklere sahiptir. Göçebe hayat tarzı ve yabancı kültüre ait olan her şeyi reddediş, bu halklarda asimilasyona karşı kullandıkları koruyucu bariyer niteliğindedir. 


Netice itibarıyla, daha önce tarafımızdan “Kraliyet (Hükümdar, Çar) İskitleri”nin diliyle ilgili araştırma yapıldığını ve İskitlerin dilinin menşe itibarıyla Türkçe ile aynı kökten geldiğini ispatladığımızı bir daha belirtmek isteriz.(63)  “Kraliyet İskitleri”nin ve Türk-Moğol halklarının farklı geleneklerinin aynı olduğunu gösteren bilgiler ise, sadece İskitlerle Türk-Moğol halklarının aynı kökten geldiğini, akraba olduklarını onaylayan ek bilgi niteliğindedir.





Dr.ZAUR HASAN-OĞLU HASANOV
Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi, Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü, 
Çeviren: Yrd.Doç.Dr.BAĞDAGÜL MUSA
Ürdün Üniversitesi, Yabancı Diller Fakültesi, Asya Dilleri Türkçe-İngilizce Bölümü



Av Sahneleri ve Koçlar 
İskit - Kısmen yaldızlı Gümüş Kap - MÖ.4.yy

Solocha Kurganı - Ukrayna








dipnotlar:
1) Zaur Hasanov, Çar iskitler: İskitler ve eski Oğuzlarin etno-dil özdeşleştirmesi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2009. 
2) Herodot, İstoriya, (perevod G. A. Stratanovskogo), Nauka, Leningrad, 1972, IV, 53, 71, 72, 73.
3) Sima Qian, Records of the Grand Historian: Han Dynasty II, Burton Watson (trans.), Columbia University Press, Hong Kong & New York, 1993, The Account of the Xiongnu, Shi ji: 110.
4) The Gothic History of Jordanes in English version. With an  introd. and comment. by Charles Mierow. Speculum Historiale, Barnes & Noble, Cambridge-New York, 1960, XLIX, 254
5) S. E. Malov, Pamyatniki drevnetyurkskoy pismennosti: tekstı i issledovaniya, Iz-vo AN SSSR, Moskva–Leningrad, 1951, Bilge Kağan Yazıtı, X a, 11-12. satırlar.
6) Kniga Marko Polo, (perevod I. P. Minaeva,), Gos. iz-vo geografiçeskoy literaturı, Moskva, 1955, LXIX. 
7) Raşid ad-Din, Sbornik Letopisey, (perevod L. A. Hetagurova,), t. I kn. 2. Moskva–Lenigrad: Iz-vo. AN SSSR, 1952, A97a, S.248.
8) The Gothic History of Jordanes…, XLIX, 258
9) Herodot, a.g.e., IV, 62.
10) E. H. Minns, Scythians and Greeks: a Survey of Ancient History and Archaeology on the North Coast of the Euxine from the Danube to the Caucasus, Biblo and Tannen, New York, 1971, p. 89.; Fridrik Thordarson, “The Scythian funeral customs: some notes on Herodotus IV, 71-75”, A green leaf. Papers in honour of Professor Jes P. Asmussen (Acta Iranica, 28), Brill, Leiden, 1988, p. 546.
11) J. A. Boyle, “A form of horse sacrifice amongst the 13th and 14th century Mongols”, Central Asiatic Journal, X/3-4 (1965), p.145-150.
12) Herodot, a.g.e., IV, 72.
13) Gor-oglı: Turkmenskiy geroiçeskiy epos, Nauka, Moskva, 1983, I, 65.
14) Taner Tarhan, “İskitlerin Dini İnanç ve Adetleri”, Tarih Dergisi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, sy. 23 (1969), s. 168.
15) Herodot, a.g.e., IV, 70.
16) Kao Chu-hsun, “The Ching Lu Shen Shrines of Han Sword Worship in Hsiung Nu Region”, Central Asiatic Journal, V/3 (1960), p. 223.
17) Frank Trippet, The First Horsmen, Time Life Books, New York, 1974, p.99.; Ortwin Dally, “Skythische und Graeco-Skythische Bildelemente im Nördlichen Schwarzmeerraum”, Im Zeichen des Goldenen Greifen: Königs Gräber der Skythen, (ed. Menghin, W., Partzinger, H.), Prestel, Munich, 2007, p. 297.
18) Sima Qian, a.g.e., The Account of the Dayuan, Shi ji: 123.
19) Herodot, a.g.e., IV, 65.
20) Herodot, a.g.e., IV, 64.
21) Herodot, a.g.e., IV, 66.
22) Sima Qian, a.g.e., The Account of the Xiongnu, Shi ji: 110.
23) Letopis Feofana Vizantiytsa: ot Diokletiana do tsarey Mihaila i ego sına Feofilakta, (perevod V. I. Obolenskogo, F. A. Ternovskogo), Moskva, 1884, 6303 – (803. yıl).
24) Povesti vremennıh let, (perevod D. S. Lihaçeva), Im Werden Verlag, Moskva–Augsburg, 2003, 6480 – (972. yıl).
25) I. G. Aliev, “Drevneyşee çeloveçeskoe obşestvo Azerbaydjana: paleolitiçeskie ohotniki i sobirateli”, Istoriya Azerbaydjana. Elm, Baku, 1995, s. 28.
26) Jacques Cauvin, The birth of the Gods and the origins of agriculture, çev. Trevor Watkins. Cambridge University Press, Cambridge, 2000, p. 89-90.; Ian Hodder, Theory and practice in archaeology, RoutledgeCurzon, London & New York, 1992, p. 211-213.
27) Berthold Laufer, “Use of Human Skulls and Bones in Tibet”, Field Museum of Natural History, Department of Anthropology, Chicago, No. 10, 1923, p. 9-24.
28) Andrews A. Leroy, “Old Norse Notes 7: Some Observations on Mímir”, Modern Language Notes, The Johns Hopkins University Press, vol. 43, 1928, p. 166-171.
29) John Lindow, Norse Mythology: A Guide to the Gods, Heroes, Rituals and Beliefs. Oxford University Press, New York, 2002, p. 230-232.
30) Herodot, a.g.e., IV, 62.
31) “Han Şu”, Çin’deki Han hanedanının tarihidir. “Han Şu”nun asıl derleyicisi, Çinli tarihçi Pan Ku’dur. Çinli tarihçiler eserin, babası Pan Ku tarafından başlatılıp, kızı tarafından bitirildiğini ileri sürmektedirler. 
32) Kao Chu-hsun, a.g.e., s. 223.
33) Kao Chu-hsun, a.g.e., s. 223.
34) Friedrich Hirth, The Ancient History of China: to the end of the Chou dynasty, Columbia University Press, New York, 1908.; Kao Chu-hsun, a.g.e., p. 223.; Bernhard Karlgren, Philology and Ancient China. Aschhehoug & Co, Oslo, 1926.; Kurakichi Shiratori, “On the territory of the Hsiung-nu prince Hsiu-t’u Wang and his metal statues for heaven worship”, Memoirs of the Research Department of the Toyo Bunko (the Oriental Library), Tokyo, 1930, No. 5.
35) Kao Chu-hsun, a.g.e., s. 221.
36) Herodot, a.g.e., IV, 72.
37) Yun Yang, Han hanedanının başkentinin yakınlarında bir yerdir.
38) Kao Chu-hsun, a.g.e., s. 222.
39) A. F. P. Hulsewe (trans.),  China in Central Asia. The Early Stage: 125 B.C.-A.D.23. An Annotated Translation of Chapters 61 and 96 of the History of the Former Han Dynasty, Brill, Leiden, 1979, Han Shu 96A, 6A.
40) Burton, Watson (trans.) Courtier and Commoner in Ancient China, Selections from the History of the Former Han by Pan Ku, Columbia University Press, New York & London, 1974, Han Shu 68, p. 151-152.
41) Burton Watson jin kelimesini “altın” olarak tercüme etmektedir. Kao Chu-hsun, Hsiu Chu Jin Zhen ifadesini “hükümdâr Hsiu Chu’nun metal savaşçısı” olarak yorumlamaktadır.
42) Watson, a.g.e., Han Shu, 68, 151-152.
43) Kao Chu-hsun, a.g.e., s. 230.
44) Daha teferruatlı bilgi için bkz. Hasanov, Çar İskitler…, ss. 183-225.
45) The Gothic History of Jordanes…, XXXV, 183.
46) bk. O. J. Maenchen-Helfen, The World of the Huns: Studies in their History and Culture. University of California Press, Berkeley, Los Angeles & London, 1973, p. 279.
47) Koroğlu. Çaşıoğlu, Bakı, 2004, s. 13.
48) Maenchen-Helfen, a.g.e., s. 280.
49) Herodot, a.g.e., IV, 62.
50) Kao Chu-hsun, a.g.e., s. 223.
51) Namio, Egami, “Examination of the Ching Lu Tao”, Yurashiya kodai hoppo bunka (Ancient cultures of Northern Eurasia),  Tokyo, 1948.; Kao Chu-hsun, a.g.e., s. 227.
52) Herodot, a.g.e., IV, 62.
53) Kao Chu-hsun, a.g.e., s. 223.
54) Herodot, a.g.e., IV, 46-47.
55) Herodot, Savliy ve Anaharsis’in şecerelerini inceleyerek onların kardeş oldukları sonucuna varmıştır.
56) Herodot, a.g.e., IV, 76-77.
57) Herodot, a.g.e., IV, 80.
58) Tarih bu alıntıdan alınmıştır: Jagchid Sechin, Symons Van Jay, Pease, War, and Trade Along the Great Wall: Nomadic-Chinese Interaction through Two Millenia, Indiana University Press, Bloomington & Indianapolis, 1989, s. 25. Mete Han’ın vefatı üzerine M.Ö. 174 yılında oğlu Tsiçu, Lao-Şang ismiyle tahta çıkıp Hunların hükümdarı olur.
59) Sima Qian, a.g.e., The Account of the Xiongnu, Shi ji: 110.
60) Orhun Abideleri’nden alınmış olan bu paragrafın tercümesi için Muharrem Ergin’in Orhun Abideleleri’nden istifade edilmiştir:  Muharrem Ergin, Orhun Abideleri (İnceleme), Boğaziçi Yayınları, İstanbul,  2008, 44.baskı, s. 12-13
61) Liu Hsü and others (887-946 A.D.), Chiu T’ang shu (The old history of the T’ang dynasty, 618-907) (Po-na ed.), (Çince) Reprinted in Taipei, 1967, 194 I, chuan 144 I: Account of the Turks, I, 14b. – Söz konusu kaynaktan alınmış geniş atıf kitapta vardır: Jagchid Sechin, Symons Van Jay, a.g.e., s. 193.
62) Bu dipnot, makalenin Rusça aslında olmayıp sonradan makalenin tercümesi esnasında yazar tarafından eklenmiştir: Herodot, Pers İmparatoru Darius’un İskitleri işgâlini tasvir ederken İskitlerin, Pers ordusuna karşı askerî üstünlük elde etmek için göçebe hayat tarzlarını nasıl kullandıklarını açıkça belirtmektedir. İskitler sürekli geri çekilerek Persleri kendi ülkelerinin içlerine doğru çekerler. Böyle yaparken de Perslerin yollarındaki kuyuları kapatıp, hayvanları götürür ve otları yok ederler. İskitler, uzun bir süre için düşmanlarıyla savaşmaya yanaşmaz. Bütün bunlar, Perslerin güçlü ordusunun bitip tükenmesine yol açar. Bu duruma İlhami Durmuş da dikkatleri çekerek şöyle demektedir: “…Darius, İskitlerin oyalama taktiği karşısında gün geçtikçe daha da güç durumunda kalarak, geri çekilmesinin kendisi ve ordusu için daha akılcı olduğunu düşünmüşdür”. Ilhami Durmuş, “Anadoluda Kimmerler ve Iskitler”, Belleten, LXI/231, 1997, s. 285.
63) Hasanov, Çar İskitler…; Zaur Hasanov, “İskit Etnoniminin Okunuşu”, Tarih Dergisi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2009/2, Sayı 50, 2010, s. 1-10.; Z. H. Hasanov Sotsialno-kulturnıe tsennosti skifov: drevnih aşguzov/işkuzov/guzov, Türk Akademiyası, Prosper Print, Astana, 2013.; Zaur Hasanov, “Suffix -t as an Indicator of Plurality in the Ethnonyms of the Royal Scythians”, Discusions in Turkology (ed. Emiroğlu Ö., Godzinska M., Majkowski F.), Department of Turkish Studies and Inner Asian Peoples, University of Warsaw, Warsaw, 2014, p. 646-655.



KAYNAKÇA
* Aliev I. G., “Drevneyşee çeloveçeskoe obşestvo Azerbaydjana: paleolitiçeskie ohotniki i sobirateli”, İstoriya Azerbaydjana, Elm, Baku, 1995, s. 23-38.
* Andrews A. Leroy, “Old Norse Notes 7: Some Observations on Mímir”, Modern Language Notes, The Johns Hopkins University Press, vol. 43, 1928, p. 166-171.
* Boyle J. A., “A form of horse sacrifice amongst the 13th and 14th century Mongols”, Central Asiatic Journal, vol. X/3-4, 1965, p. 145-150.
* Cauvin, J., The birth of the Gods and the origins of agriculture, trans. Trevor Watkins. Cambridge University Press, Cambridge, 2000.
* Dally, O., “Skythische und Graeco-Skythische Bildelemente im Nördlichen Schwarzmeerraum”, Im Zeichen des Goldenen Greifen: Königs Gräber der Skythen, (ed. Menghin, W., Partzinger, H.), Prestel, Munich, 2007, ss. 291-298.
* Durmuş,  İ., “Anadoluda Kimmerler ve Iskitler”, Belleten, LXI/231, 1997, ss. 273-286.
* Egami, Namio, “Examination of the Ching Lu Tao”, Yurashiya kodai hoppo bunka (Ancient cultures of Northern Eurasia), Tokyo, 1948, p. 133-163.
* Ergin, M., Orhun Abideleri (İnceleme), Boğaziçi Yayınları, İstanbul,  2008, 44.baskı.
* Gor-oglı: Turkmenskiy geroiçeskiy epos, Nauka, Moskva, 1983.
* Hasanov, Z.H., “Suffix -t as an Indicator of Plurality in the Ethnonyms of the Royal Scythians”, Discussions in Turkology (ed. Emiroğlu Ö., Godzinska M., Majkowski F.), Department of Turkish Studies and Inner Asian Peoples, University of Warsaw, Warsaw, 2014, p. 646-655.
____________, Gasanov Z. G. Sotsialno-kulturnıe tsennosti skifov: drevnih aşguzov/işkuzov/guzov, Türk Akademiyası, Prosper Print, Astana, 2013.
____________, Çar İskitler: İskitler ve Eski Oğuzların Etno-dil Özdeşleştirmesi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2009. 
____________, “İskit Etnoniminin Okunuşu”, Tarih Dergisi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 2010, Sayı 50, 2009/2, s. 1-10.
* Herodot = Gerodot, Istoriya, (perevod G. A. Stratanovskogo), Nauka, Leningrad, 1972.
* Hirth, F., The Ancient History of China: to the end of the Chou dynasty, Columbia University Press, New York, 1908.
* Hodder, I., Theory and practice in archaeology, Routledge Curzon, London & New York, 1992.
* Hulsewe, A. F. P., (trans.),  China in Central Asia. The Early Stage: 125 B.C.-A.D.23. An Annotated Translation of Chapters 61 and 96 of the History of the Former Han Dynasty, Brill, Leiden, 1979.
* İbn Battuta. Trafels in Asia and Africa 1325-1354, (trans. H. A. R. Gibb), Routledge & Kegan Paul, London, 1929.
* Jagchid, S. – V. J. Symons, Pease, War, and Trade Along the Great Wall: Nomadic-Chinese Interaction through Two Millenia, Indiana University Press, Bloomington & Indianapolis, 1989.
* Kao, Chu-hsun, “The Ching Lu Shen Shrines of Han Sword Worship in Hsiung Nu Region”, Central Asiatic Journal,  V/3, 1960, p. 221-232.
* Karlgren, B., Philology and Ancient China. Aschhehoug & Co, Oslo, 1926.
* Kniga Marko Polo, (perevod I. P. Minaeva), Gos. iz-vo geografiçeskoy literaturı, Moskva, 1955.
* Koroğlu. Çaşıoğlu, Bakı, 2004. 
* Laufer, B., “Use of Human Skulls and Bones in Tibet”, Field Museum of Natural History, Department of Anthropology, Chicago, No. 10, 1923, p. 9-24.
* Letopis Feofana Vizantiytsa: ot Diokletiana do tsarey Mihaila i ego sına Feofilakta, (perevod V. I. Obolenskogo, F. A. Ternovskogo), Moskva, 1884.
* Lindow, J., Norse Mythology: A Guide to the Gods, Heroes, Rituals and Beliefs. Oxford University Press,  New York, 2002.
* Liu Hsü and others (887-946 A.D.), Chiu T’ang shu (The old history of the T’ang dynasty, 618-907) (Po-na ed.), (Çince) Reprinted in Taipei, 1967.
* Maenchen-Helfen, O. J., The World of the Huns: Studies in their History and Culture. University of California Press, Berkeley, Los Angeles & London, 1973.
* Malov, S. E., Pamyatniki drevnetyurkskoy pismennosti: tekstı i issledovaniya, Iz-vo AN SSSR, Moskva–Leningrad, 1951.
* Minns, E. H., Scythians and Greeks: a Survey of Ancient History and Archaeology on the North Coast of the Euxine from the Danube to the Caucasus, Biblo and Tannen, New York, 1971.
* Povest vremennıh let, (perevod D. S. Lihaçeva), Im Werden Verlag, Moskva–Augsburg, 2003.
* Pristsian, “Zemleopisanie”, Antiçnıe istoçniki po istorii Azerbaydjana, (Aliev, K. G.) Elm, Baku, 1978.
* Raşid ad-Din, Sbornik Letopisey, (Hetagurov, L. A.), t. I kn. 2. Moskva–Lenigrad: Iz-vo. AN SSSR, 1952.
* Shiratori, Kurakichi, “On the territory of the Hsiung-nu prince Hsiu-t’u Wang and his metal statues for heaven worship”, Memoirs of the Research Department of the Toyo Bunko (the Oriental Library), Tokyo, 1930, No. 5, p. 1- 77.
* Sima Qian, Records of the Grand Historian: Han Dynasty II, Burton Watson (trans.), Columbia University Press, Hong Kong & New York, 1993.
* Tarhan, T., “İskitlerin Dini İnanç ve Adetleri”, Tarih Dergisi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sayı 23, 1969, ss. 145-170.
* The Gothic History of Jordanes in English version. With an  introd. and comment. by Charles Mierow. Speculum Historiale, Barnes & Noble, Cambridge-New York, 1960.
* Thordarson, F., “The Scythian funeral customs: some notes on Herodotus IV, 71-75”, A green leaf. Papers in honour of Professor Jes P. Asmussen (Acta Iranica, 28), Brill, Leiden, 1988. ss. 539-547.
* Trippet, F., The First Horsmen, Time Life Books, New York, 1974.
* Watson, Burton (trans.), Courtier and Commoner in Ancient China, Selections from the History of the Former Han by Pan Ku, Columbia University Press, New York & London, 1974.







İlgili:



Dr.Zaur Hasanov book in Russian language:
Royal Scythians" and ancient Oghuz Zaur Hasanov

in Azerbaijan Turkish: Çar Skifler
ya da Türkçe olarak
Çar İskitler, Zaur Hasanov 
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,2009 ISBN 9754981933
































25 Ocak 2015 Pazar

Massagetler





Scythians = Saka = Massagetae (Big Scythian)






Asya dünyanın en eski kıtalarından birisidir. Coğrafi olarak Kuzey Asya, Doğu Asya, Güney Asya, Ön Asya ve Orta Asya olmak üzere beş bölümde incelenmektedir (LİGETİ 1986:14-15).

Adı geçen coğrafyalarda tarih öncesi devirlerden başlamak üzere çok sayıda kültür ortaya çıkmış ve gelişimini sürdürmüştür. Özellikle, İç Asya ya da Merkezi Asya olarak da bilinen Orta Asya çeşitli kültürlerin beşiği olmuştur. Burası, doğuda Kadırgan dağlarından, batıda Ural dağları ve Hazar denizine, kuzeyde Sibirya'dan güneyde Çin, Tibet ve İran ülkelerine kadar uzanan geniş sahadır (ARSAL 1933:3). Burada ortaya çıkan kültürler daha geniş sahalara yayılmıştır. Böylece, kültürler Çin Seddinden Tuna nehrine kadar uzanan bozkırlarda varlığım hissettirmiştir.

Coğrafi şartlardan dolayı hareketli hayat tarzları olan bozkır kavimleri Asya'nın ortası merkez olmak üzere doğu-batı yönünde hareket ederek, çeşitli kültürlerin oluşumu ve gelişiminde birinci derecede rol oynamışlardır.

Bozkır kavimlerinin yayıldığı coğrafya çok geniş düzlüklerle kaplı doğal bir otlak görünümündedir (MEMİŞ 1987:15). Altayların eteklerinden başlayan bozkırlar, güneydoğudan kuzeybatıya doğru gidildiğinde düzleşmektedir.

Aşağı İnci (Sır Derya) ve Aral gölü doğrultusundaki bozkırlar Güney Sibir ovalarını oluşturmakta ve Hazar denizinin kuzeyinden Karadeniz'in kuzeyine uzanmaktadır (KURAT 1992:6). Böylece adı geçen coğrafya Pamir, Tanrı dağlan, Altaylar ve Batı Türkistan üzerinden aşağı Tuna bölgesine kadar bütün Güney Rusya'yı içine almaktadır. Batıda Silezya'ya kadar uzanmakta ve çok sayıda geçitle Doğu Türkistan ve Gobi bölgesiyle bağlanmaktadır. Bölgenin doğusu büyük çöl sahasıyla kaplıdır, buna karşılık batı kısmı genellikle verimli ve yaşamaya doğudan daha elverişlidir. Kuzeye doğru bu mekan eski zamanlarda bataklıklar ve sık ormanlarla tamamen kaplanmıştı, güneye doğru geniş alanlar Hazar denizi ve Karadeniz, geri kalan kısımlar İran'daki dağlık arazinin yükselen dağ sıraları ve Kafkas dağlarıyla sınırlanmıştır (JUNGE 1939:5).

Bozkırlar, İrtiş nehrine doğru çıkıldığında zenginleşmekte, bol su ve otlaklar bulunmaktaydı. İrtiş boyları ve Batı Sibir'den Orta ve Güney Ural dağlarına, oradan Kama ve İtil nehirleri boyuna gitmek için doğal bir engel yoktu. Balkaş gölü ve Talas nehrinden İnci, Yayık ve İtil nehirlerine doğru uzanan bozkırlar ise, Hazar denizinin kuzeyi ve Uralların güneyinden, tarihte "Kavimler Kapısı" olarak bilinen kum, çöl sahasından, Karadeniz'in kuzeyinden ta Karpatlara, Tuna boyuna kadar uzanmaktaydı. Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlar Orta Asya ve Batı Sibir'deki yayla ve bozkırların devamı mahiyetindeydi. Arada yüksek dağlar ve büyük çöller olmadığından Orta Asya'daki kavimler doğudan batıya kolayca geçebilirlerdi (KURAT 1992:6).

Eski dönemlerde adı geçen bölgenin sınırları daha çok siyasi sınır olmaksızın coğrafi hatlarla belirlenmişti. Bu coğrafi sınırlar, doğudan batıya doğru Nanşan ve Tanrı dağları ile Ögüz (Amu Derya) nehrinden oluşmaktaydı. Bunlardan sonra gelen İran platosu, belki daha ziyade siyasi bir sınırdı, fakat onu tekrar Kafkas dağları, Karadeniz ve Tuna nehrinin oluşturduğu doğal sınırlar takip ediyordu (RICE 1958:33-34).

Coğrafi özelliklerini belirtmeye çalıştığımız bozkırlarda büyük ölçüde atlı-göçebe kültürler ortaya çıkmıştır. Atın hızı ve demirin vurucu gücünden en iyi şekilde faydalanan bu kavimler geniş coğrafyalara yayılmışlardır. Adı, ülkesi, kökeni, tarihi ve kültürü üzerinde durmaya çalıştığımız kavimlerden birisi de Massagetlerdir. 

Massaget Adı Massaget adı üzerinde şimdiye kadar çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İlk defa antik Grek kaynaklarında Massaget adına rastlanmaktadır. Massaget adının aydınlatılmasına Pers kaynakları yardımcı olmaktadır. Bu kaynaklarda Saka tigrakhauda, Saka tiay para daray ve Saka haumavarga olmak üzere üç Saka gurubundan söz etmektedir (HERRMANN 1933:158). 

Pers kaynaklarında geçen saka haumavarga, şüphesiz Herodotos'ta geçen Sakai Amyrgioi ile aynıdır. (HERODOTOS VE:64). Kelimenin etimolojisi karanlık olmakla beraber, belki basit olarak "Omargas Sakaları" ya da "Omargas'a tabi olan Sakalar" düşünülebilir (MORDTMANN 1877: 42). 

Saka tiay para daray, yani denizin ötesindeki Sakalar olarak karadeniz İskitleri düşünülmektedir. Greklerin dilindeki Sakalara genel olarak "Skythai" denilirken, doğu Sakaları olan Saka haumavarga "Sakai" olarak adlandırılmaktadır (HERODOTOS VII:64).

Strabo Hazar denizi çevresinde hüküm süren İskitlerin daha çok Dahailer, daha doğuda bulunanların ise Massaget ve Sakalar olduklarını belirtmektedir (STRABO XI:8.2). Hekataios ise, Karadeniz İskitleri, Hazar denizinin doğusunda geniş düzlükte yaşayan massagetler ve onların doğusunda bulunan Sakai Amyrgioi olmak üzere üç gurup tanıyor. Saka tigrakhauda ve Massaget adı tamamen maksada uygun olarak aynı şekilde görülüyor. Her iki adla açık bir şekilde görülüyor. Her iki adla açık bir şekilde Sakaların Batı Türkistan düzlük sahasındaki gurupları belirtiliyor. 

Mısır Darius stelinde "Düzlük Sakaları", Hekatios'taki Hazar denizinin doğusundaki bölgede yaşayan "Düzlük Massagetleri" olarak geçiyor (JUNGE 1939:70). Bu tarihi belgelerden Massaget adının Saka tigrakhauda adıyla aynı topluluk için kullanıldığı anlaşılıyor.

Massaget adındaki çoğul eki olan "et" çıkarıldığında Ar-sak adında olduğu gibi Mas-sag (Mas-Sak) adının oluşumundaki Sak, Saka bağlantısını hatıra getiriyor (KUUN 1981:LVII). Böylece, Saka ve Massaget adları arasındaki bağlantı da ortaya çıkıyor.


Massaget Ülkesi

Antik kaynaklardan Massagetierin Hazar denizinin doğusunda yaşadıkları anlaşılmaktadır. Herodotos'un belirttiğine göre, Masssagetler Hazar denizinin doğusunda uçsuz bucaksız bir düzlüğün büyük çoğunluğunu ellerinde tutmuşlardır (HERODOTOS I:204). Onlar, İnci nehrinin yanında İssedonların tam karşısında oturuyorlardı (HERODOTOS 1:201). Massagetierin bir kısmı dağlarda, diğer bir kısmı düzlüklerde, bir kısmı ise ırmakların oluşturduğu bataklıklarda, diğer bir kısmı bataklık arazi adalarında yaşamaktaydılar. Çok sayıda akarsuyun döküldüğü İnci ırmağı ve çevresi Massagetierin yaşadıkları önemli coğrafyaydı (STRABO XI:8.6). 

Böylelikle, Massagetlerin oturduğu yer belirlenebilmekte ve Herodotos zamanında yaşadıkları coğrafyada Strabo zamanında da yaşadıkları anlaşılmaktadır. Onların Aral gölü ve Hazar denizi arasındaki coğrafyada varlıklarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Strabo tarafından söz konusu edilen düzlükler Üst Yurt (Ust Urt) platosudur. Bu coğrafyanın güneydoğusunda büyük Balkan dağları bulunmaktadır. Bataklıklar Hazar denizi ve Aral gölü sahil şeridi üzerinde adalarla birlikte Ögüz kollarına kadar ulaşmaktadır (HERRMANN 1930:2126). 

Tarihi kaynaklar incelendiğinde Massagetlerin Hazar denizi ve Aral gölü arasının dışında, daha doğuda da varlıkları ortaya çıkmaktadır. Herodotos Massaget ülkesinden büyük ölçüde altın ve bakır çıkarıldığını ve demirin adı geçen coğrafyada bulunmadığını bildirmektedir (HERODOTOS 1:215). En eski dönemlerden bu yana altının Sogdiana (günümüzde Zarafşan: altın veren)'dan bakırın ise Semerkant ve Fergana dağlık bölgesinden elde edildiği de bilinmektedir (HERRMANN 1930:2126). 

Massaget ülkesinden çıkarılan madenler ve Massagetlerin gereksinimlerini karşıladığı gıda maddeleri de dikkate alındığında onların yayılmış oldukları sahanın belirlenmesi kolaylaşır. Ancak unutmamak gerekir ki, Herodotos'un Massaget ülkesine dair verdiği bilgiler, Strabo'nunkinden aşağı yukarı dört asır önceye aittir. Massagetlerden bahseden Grek kaynaklarında, onların doğuda nereye kadar yayılmış oldukları açık bir şekilde belirtilmemektedir. Ayrıca, Massagetler hareketli, atlı-göçebe bir kavimdi. Bu durum dikkate alındığında, Massagetlerin yayıldığı coğrafyanın doğuda Altay ve Tanrı dağlarından batıda Urallar ve Hazar denizi arasında kalan geniş saha olduğu kabul edilebilir.


Massagetlerin Kökeni

Massagetlerin kökeni hakkında bazı antik kaynaklardan ipuçları çıkarabiliyoruz. Bu konuda en kayda değer bilgileri Herodotos vermektedir. O, Avrupa İskitleri ile Asya'daki Saka, Massagetlerin aynı ırktan olduklarını belirtmektedir (HERODOTOS VII:64). Buradan anlaşılacağı üzere, Asya'daki İskitlerin bir kısmına Grekler Massaget demekteydiler. Massagetler İskitlerle aynı ırktan idiler. 

Fakat Massagetler Asya'da tek başlarına bağımsız bir siyasi birleşme oluşturuyorlardı (ARSAL 1933:7). Bunlar büyük Saka birliğine dahildiler (TARN 1968:72). Saka tıgrakhauda, yani ok şeklinde başlık giyen Sakalar, antik Grek kaynaklarında Massagetler olarak belirtiliyor. Hatta, "Düzlük Sakaları" ve "Düzlük Massagetleri" adı aynı topluluklar için kullanılıyor (JUNGE 1939:70). 

Kaynaklardan da anlaşılacağı üzere, Saka tıgrakhauda ve Massagetlerin aynı kökten olduğu ortaya çıkıyor. Böylece, Massagetlerin kökeninin Sakalar, özellikle "ok şeklinde başlık giymiş Sakalar"labirve aynı olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, Pers kralı Darius'un üçe ayrılmış Sakalara karşı sefer düzenleyerek savaştığı ve Saka liderleri Sakesphares, Homarges ve Thamyris'in ıssız bir yerde durumu istişare ettikleri belirtilmektedir (JUNGE 1939:65). 

Saka tıgrakhauda lideri olarak Thamyris'in Massaget lideri, yani Massaget kraliçesi Tomris olduğu anlaşılmaktadır. Bu bilgi de Saka tigrakhauda'nın Massagetlerle aynı olduğunu göstermek bakımından büyük önem taşımaktadır. Böylece, Massagetlerin büyük Saka grubuna dahil oldukları ve kökenlerinin onlarla aynı olduğu anlaşılıyor. Antik yazarlardan bazıları Massagetlerin Hunların, bazıları da Türklerin ataları olduklarını belirtmektedirler (HERRMANN 1930:2125). 

Bu bilgiler Massagetlerin tarih sahnesinden çekilişi ve Asya Hunlarının güçlendiği ve Hun hakanı Maotun (Batur)un dağınık Hun boylarını Hun adı altında topladığı dönem hatırlandığında değer kazanmaktadır. Böylece, Hunlann siyasi bir güç olarak ortaya çıkmasında Massagetlerin önemli bir yer tuttuğu düşünülebilir. 

Massaget Tarihi

Massagetlerin tarih sahnesine çıkışı M.Ö. VIII. yüzyıla kadar götürülebilmektedir. Herodotos Asya'da yaşayan göçebe İskitlerin Massagetlerle yapmış oldukları mücadeleden yenik çıkarak, Kimmerlerin yanına göç ettiklerini bildirmektedir (HERODOTOS IV: 11). Bu sebeple Massagetlerden ilk kez söz etmektedir. Ancak, onların siyasi tarihleri hakkında M.Ö. VI. yüzyılın üçüncü çeyreğinin sonlarına kadar herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Asıl onların mücadele ettiği Pers kralı Kyros'tur. Başarılı savaşlar sonucunda imparatorluğunun sınırlarını kuzeydoğuya doğru genişleten Kyros, Hazar denizine doğru sınırlarını genişletmek istiyordu. Böylece, Massagetler üzerine bir sefer düzenlemiştir. Onların bağımsızlığını büyük ölçüde tehlikeye düşürmüştür (HERRMANN 1930:2127). 

Bu sırada bazılarına göre Massagetlerin ve bazılarına göre de Sakaların kraliçesi olarak belirtilen Tomris Massagetlerin başında bulunuyordu (HERRMANN 1921:1787). Massaget liderinin ölümü üzerine Tomris, yani Tomir başa geçince Massagetlerin bu durumundan faydalanmak isteyen Kyros, sefer düzenleme ihtiyacını duymuştur (TOGAN 1987:32).

Kyros Tomris'e bir elçi göndererek, onunla evlenmek istediğini bildirmiştir. Kyros'un eş değil, topraklarını istediğini bilen Tomris red cevabı vermiştir. Bunun üzerine kurnazlıkla amacına erişemeyeceğini anlayan Kyros, kaba kuvvet kullanmaya karar vermiştir (HERODOTOS 1:205). Kyros sefer hazırlıklarını sürdürürken Tomris ona seferden vazgeçmesini ve kendi halkını yönetmesi önerisinde bulunmuştur. Massagetlere karşı savaşmak istiyorsa, kendilerinin de onlara karşı hazır olduğunu belirtmiştir (HERODOTOS 1:206).

Kraliçenin mesajı üzerine Kyros harekete geçmiştir. İnci nehrini geçtikten sonra, Massaget ülkesine doğru ilerlemiştir. Bir hileyle kraliçe Tomris'in oğlu Spargapises'i ve çok sayıda Massaget askerini esir almıştır (HERODOTOS 1:211). Oğlunun esir alınmasına çok sinirlenen Tomris, Kyros'tan Massaget ülkesinden çekilip gitmesini istemiştir. Kyros kraliçenin teklifine aldırmamış ve her iki taraf şiddetli bir şekilde savaşmaya başlamıştır. Kraliçe Tomris'in komutasındaki Massaget ordusu, Kyros'un komutasındaki Pers ordusunu ağır bir şekilde yenilgiye uğratmıştır. Pers kralı Kyros bu savaşta öldürülmüştür (HERODOTOS 1:212-213). 

Mücadele Kyros ırmağı geçtikten sonra dar bir boğazda yapılmış ve Massagetier Kyros'un ordusunu burada yenilgiye uğratmıştır. Buna göre Massagetlerin Pers ordusunun önünü köprü başına girişte kestikleri ve dağlık arazinin boğazında, yani büyük Balhan'da onları zorladıkları ve yok ettiklerini anlamaktayız (HERRMANNİ 930:2128). Kyros'un Massagetier üzerine gerçekleştirdiği ve onun ölümüyle sonuçlanan bu savaş son araştırmalara göre, M.Ö. 528 yılında yapılmıştır (TOGAN 1987: 33). 

Bu tarihten aşağı yukarı on iki yıl sonra, yani M.Ö. 517-516 Darius, Kyros'un planını gerçekleştirmiş ve bozkır ülkesine girerek, halkı egemenliği altına almaya zorlamıştır (HERRMANN 1921:1785). Behistun kitabesinden anlaşıldığı üzere Darius, sivri başlıklı, yani ok şeklinde sivri başlık giymiş olan Sakaların ülkesine yaptığı seferde onların bir kısmını yenerek, liderlerinden Sakunkha'yı esir almıştır (HİNZ 1939:365). Darius, Sakalar ile yaptığı savaşta kendi askerlerine Saka askeri elbisesi giydirerek hile ile hareket etmiştir.

Bundan dolayı, Saka liderleri mağlup olup çöllere çekilmiştir. Sirak isminde bir çoban Darius'un ordusuna kasten yanlış yol göstererek, onları çöl ortasına sokup memleketini kurtarabilmiştir (TOGAN 1987:33). Darius'un Saka liderlerinden Sakunkha'yı esir etmesine rağmen, diğer Saka liderleri memleketlerini bütünüyle esarete düşmekten kurtarabilmişlerdir (DURMUŞ 1993:70). 

Büyük İskender'in doğuya, Türkistan'a doğru yaptığı sefer sırasında, Massagetlerin ağırlık noktası Ögüz deltasında bulunuyordu (HERRMANN 1930:2129). Makedonyalı Büyük İskender, Pers Spitanames bir isyan çıkarınca sefer yönünü İnci üzerine çevirmiştir. Makedonlarla Massagetier arasında yapılan mücadeleden Makedonlar galip çıkmıştır. Böylece, bölgenin bir kısmı Makedon imparatorluğunun egemenliği altına girmiştir (ARRİANOS IV: 16-17). 

Bu dönemde Massagetlere komşu olan Dahailer vardı. Onlar, Massagetlerin doğusunda bulunuyordu. Turan bozkırlarında bu arada kavimler göçü sonucunda Dahailer Massagetlerin yerine yerleşmiştir. Massagetlerin büyük çoğunluğu Dahailer tarafından emilmiştir (HERRMANN 1930:2129).


Massaget Kültürü

Massagetlerin yaşayışı tamamen çevrenin şartlarına bağlıydı. Onlar, çoban ve balıkçı bir topluluktu. Ziraatla fazla uğraşmamaktaydılar. Düzlük yerde yaşayanlar hayvancılık yapmakta, özellikle koyun beslemekteydiler. Büyük ölçüde balık avlamaktaydılar. Adalarda yaşayanlar yazın kökleri, kışın ise sonbaharda toplamış oldukları yabani yemişleri yemekteydiler. Ayrıca meyvelerin kabuklarını yakarak kokusuyla kendilerinden geçmekteydiler. 

Dağlık arazide oturanlarda aynı şekilde yabani meyvelerle beslenmekteydiler. Besledikleri koyunları kesmemekte, özellikle onların yünü ve sütünden faydalanmaktaydılar. Bataklık arazide oturanlar balık avlayarak yemekte ve Hazar denizinden ya da Aral gölünden yakaladıkları fok balığının derisinden elbise yaparak giymekteydiler (HERRMANN 1930:2126).

Evleri kapalı yük arabalarıydı, onunla çoban olarak istedikleri yere gidiyorlardı (HERRMANN 1930:2126). Aynı tür arabalar Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda hayatlarını sürdüren İskitlerde de vardı. Bu arabalar dört, ya da altı tekerlekli olup, ev şeklinde yapılmışlardı. Arabaların dört tarafları ve üzerleri keçe ile kaplanmıştı. Bu arabalar soğuğa karşı korunaklı olup, içerlerine kar ve yağmur geçmemekte ve rüzgar da etki etmemekteydi (HÎPOKRATES VI: 18). 

Massagetler Güney Rusya İskitleri gibi aynı şekilde giyiniyorlardı. Koyun yününden elbiseler üretiyorlardı. Yaya olduğu gibi atlı olarak da mücadele ediyorlardı. Ülkelerinde bol miktarda olan altın ve tunçtan yaptıkları okları, yayları, mızrakları ve savaş baltalarını taşıyorlardı. Altından miğfer ve kemer de yapıyorlardı (HERODOTOS I:215). Saka lideri Sakunkha'nın kabartmasında da olduğu gibi sivri başlık taşımaktaydılar. Atların gemleri ve üzengileri altındandı (HERRMANN 1930:2126). 

Massagetlerde erkek ve kadın münasebetleri diğer Orta Asya bozkır kavimlerindeki gibiydi. Hatta, yalnız tek kişiyle evlilik mevcuttu. Massagetlerin dini politesit (çok tanrılı) değildi. Tanrı olarak güneşi tanıyorlardı. Herodotos'un ifadesiyle "Tanrıların en hızlısına, ölümlülerin en hızlısı olan atı" kurban ediyorlardı (HERODOTOS I:216).

Onlarda savaşabilme yeteneği çok fazlaydı ve kahramanlıklarıyla tanınmaktaydılar. Ticari faaliyetlerde son derece samimiydiler. Sadelik ve güvenilirlikleri övgüye değerdi (HERRMANN 1930:2127).


Sonuç

İlk olarak İskitlerle mücadeleleri sonucunda adları bilinen Massagetler, güçlü bir bozkır topluluğu olarak Aral gölü ve Hazar denizi arasındaki coğrafya başta olmak üzere çok geniş coğrafyada yaşamışlardır. Massagetler yaşadıkları coğrafyadan dolayı büyük bir imparatorluğa sahip olan Perslerle mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Gücünün zirvesinde olan Pers imparatorluğunun ordusunu yenilgiye uğratmaları ve Pers kralı Kyros'un savaş sırasında öldürülmesi onların askeri gücünü ortaya koymaktadır. Pers kralı Darius da ancak askerlerine Saka elbisesi giydirmek suretiyle onlarla başa çıkmaya çalışmıştır.

Pers kaynaklarında geçen üç Saka gurubundan biri olan Saka tigrakhauda'nın Grek kaynaklarında da belirtildiği üzere artık Massagetlerle aynı olduğu anlaşılmaktadır. Böylece, Massagetlerin büyük Saka gurubuna dahil olduğu ortaya çıkmaktadır. Onlar, Saka tiay para Daray, yani denizin ötesindeki Sakalarla aynı tür elbiseleri giymekte ve yine aynı tür arabaları ev olarak kullanmaktaydılar. 

Massagetlerin giyimleri Perslerinkinden farklıydı. Bunu Pers kralı Darius'un askerlerine Saka elbisesi giydirmesi açık bir şekilde göstermektedir. 

Antik yazarlardan bazıları kraliçe Tomris'in Massaget, bazıları Saka, bazıları da İskitlerin liderleri olduğunu bildirmektedirler. Böylece, Massaget ve Sakaların aynı topluluk olduğunu söylememiz mümkün olacaktır.

Massagetler ve onlardan sonra aynı coğrafyada ortaya çıkan Türk toplulukları arasında dini inanç, sosyal hayat, karakter ve sanat anlayışı bakımından çok yakın benzerlikler bulunuyordu. Massagetlerde görülen tek tanrı inancı, tanrıya at kurban etme adeti, tek evlilik, savaşlarda gösterilen kahramanlık, ticari faaliyetlerde samimiyet ve madeni en iyi şekilde işleyebilme kabiliyeti çok sayıda Türk topluluğunda da vardı. 

Ayrıca, bazı kaynaklarda Hunlar, bazılarında ise Türkler Massagetlerin halefleri olarak gösterilmişti. Tamamen bu hususlar dikkate alındığında Massagetlerin Aral gölü ve Hazar denizi arası başta olmak üzere, çok geniş coğrafyaya yayıldıkları ve büyük ölçüde Türklerle bağlantılı bir topluluk oldukları hatıra geliyor.

İlhami Durmuş
bilig, Sayı-3/Güz '96 PDF


KAYNAKLAR
HERODOTOS 1973
HERRMANN, Albert 1921-1930-1933
HİPPOKRATES-1816
JUNGE, Julius 1939
Herodot Tarihi. (Çev.Müntekim Ökmen), İstanbul Remzi Kitabevi.
"Sakai", Paulys Real Encyclopädie der Classischen Altertumswissenschaft IIA I, 1770-1806.
"Massagettai", Paulys Real Encyclopâdie der Classischen Altertumsvrissenschaft XIV,2,2123-2129.
"Die Saken und der Skythenzug des Dareios", Beiheftes zur Archiv für Orientforsschung 1,157-170.
Hippokratous to peri Aeron, Hydaton, Topon. Parisioi: İ.M. Eberartos.
Saka Studien, der Ferne nordosten im Weltbid der Antike. Leipzig: Dieterische Verlagsbuchhandlung.
MEMİŞ, Ekrem 1987
RİCE, Tamara Talbot 1958
STRABO 1969
IV-XVin. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri. Ankara, Murat Kitabevi Yayınları.
Codex Cumanicus. Budapest, Oriental Reprints.
Bilinmeyen İç Asya. (Çev. Saadettin Karatay), Ankara, TTK Basımevi.
İskitlerin Tarihi. Konya Selçuk Üniversitesi Yayınları.
The Scythians. London, Thames and Hudson.
The Geography of Strabo. (Çev. Horace Leonard Jones), Cmbridge, Harvard University Press.
ARRİANOS KURAT, Akdes Nimet 1945 İskender'in Anabasisi I. 1992 (Çev. Hayrullah Örs), İstanbul, Maarif matbaası.
ARSAL, Sadri Maksudi 1933 Orta Asya. Ankara, Türk Tarihinin Anahatları Müsveddeleri. KUUN, Geza 1981
DURMUŞ,İlhami 1993 İskitler (Sakalar). Ankara, TKAE Yayınları. LİGETİ, Lajos 1986
MORDTMANN, Andreas David 1877 "Über die keilinschriften zweiter Gattung", Zeitschrift der Deutschen Morgenlândis chen Gesellschaft. XXXIV, 1-85.
TARN, William Woodthorpe 1968 Alexander der Grosse. Darmstadt, Wissenschaftliche Buchgesellschaft.
TOGAN, A. ZekiVelidi 1987 "Sakalar (VI)", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi. 23, 30- 34





Alp Er Tunga‘nın torunlarından olan Türk ecesi.
İskit hakanlığı’nın kraliçesi olup, dünyanın ilk kadın hükümdarıdır.

Tomris Türk ismidir. Sakaların (İran'daki İskitlere verilen ad : Saka Tigrakhauda) bilinen en eski 
Türk boylarından birisi olduğu tarihi gerçeğini burada bir kez daha belirtmekte yarar görmekteyim.

Amazonlar ile Büyük İskender arasında politik diyalog sonucu,
Amazonlar Büyük İskender'e yılda 100 talent altın ve 
500 kadın savaşçı desteği ile 100 adet at teklif etmişlerdir.

Uluslararası Giresun ve Doğu Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu: 

09 - 11 Ekim 2008









JORDANES :
Romalı bir tarihçi olan Jordanes , 6.yy'da iki tarihi eser kaleme almıştır. 
"De Suma Temporum Vel Origine Actibusque Romanorum" - "Romanorum Getica". Biri dünya kroniğidir, diğeri ise Got tarihidir. Got Tarihi adını taşıyan eser Hunlar hakkında çok geniş bilgi vermekte ve dönemin en önemli kaynaklarından biri olarak görülmektedir. Got kökenli olan Jordanes'in babasının adı Alanowamuth'dur.  İddialara göre Peria adındaki büyük dedesi kendi isteği ile veya zorla Atilla'nın bayrağı altında olan Candax adında Alanlı bir reisin sekreterliğini yapmıştır.

İsmail Mangaltepe "Bizans Kaynaklarında Türkler" kitabından








Ancient Tomi - A city on the western shore of the Euxine (Black Sea) famous for being the place of Ovid's banishment. Ovid regarded Tomis as utterly remote from civilization (i.e. from Rome). Now the oldest city of Romania......

According to one myth dating from Antiquity, found in the Bibliotheca, it was founded by Aeetes: "When Aeetes discovered the daring deeds done by Medea, he started off in pursuit of the ship; but when she saw him near, Medea murdered her brother and cutting him limb from limb threw the pieces into the deep. Gathering the child's limbs, Aeetes fell behind in the pursuit; wherefore he turned back, and, having buried the rescued limbs of his child, he called the place Tomi." 

Another legend is recorded by Jordanes (after Cassiodorus), who ascribes the foundation of the city to a Getae queen (The origin and deeds of the Goths): "After achieving this victory (against Cyrus the Great) and winning so much booty from her enemies, Queen Tomyris crossed over into that part of Moesia which is now called Lesser Scythia - a name borrowed from Great Scythia -, and built on the Moesian shore of the Black Sea the city of Tomi, named after herself." 

In 29 BC the Romans captured the region from the Odryses, and annexed it as far as the Danube, under the name of Limes Scythicus. In AD 8, the Roman poet Ovid (43 BC-17) was banished here by Augustus, where he found his death eight years later. He laments his exile in Tomis in his poems: Tristia and Epistulae Ex Ponto. Tomis was "by his account a town located in a war-stricken cultural wasteland on the remotest margins of the empire". A statue of Ovid stands in the Ovid Square (Piaţa Ovidiu) of Constanţa, in front of the History Museum. A number of inscriptions found in the city and its vicinity show that Constanţa lies where Tomis once stood.







"At this time the Massagetae were ruled by a queen, named Tomyris, who at the death of her husband, the late king, had mounted the throne." Herodotus (1:205) 

TOMRIS - historical person, woman rule ( Azerbaijan ) Tomyris, was a queen who reigned over the Massagetae, a Turkish people of Central Asia (Azerbaijan ) , at approximately 530 BC. she "defeated and killed" the Persian emperor Cyrus the Great during his invasion and attempted conquest of her country.







In the historical times, the Persians refer to the Saka Tigrakhauda and in the Greek rendition Kermikhions (“pointed hat” Scythians), and the antique Greek authors refer to the Scythian Melanchlaeni (literary, Black Mantle) as pointed hat peoples. Later, in the 9 c AD, pointed hat Türks “Black Klobuks” (Black Hoods) fought against and as mercenaries for the ruling elite of the incipient Rus Principalities. Pointed hat Kara Kalpak (Black Hat) Türks continue to inhabit the area south of the Aral Sea, in the present day Kara Kalpak Autonomous Republic. 

The pointed hat remains a national headdress of Bashkirs (Bashkorts), descendants of Masguts, possibly a northern nomadic branch of the Greek’s Massagets.

The Türkic “Kazaks”, integrated into the Middle Age East European principalities, continued to remain a distinct military class until the 21-st century. The warriors of the 3-5 cc AD Hun army, of the Bulgarian and Avar Khaganates of the 6-8 cc, of the Slavic, Rus and Türkic principalities of the 9-12 cc, then of the Rus and Slavic confederations and the Türkic Kipchak Khaganate of the 13-15 cc, then of the centralized Rus and Türkic principalities of the 16-17 cc, then of the Imperial Russia and Türkic states of the 18-20 cc, and finally “united” under a single metropoly of the former USSR, the Pointed Hat people left a legacy visible today in all remnants of the metropoly. 

The pointed sheepskin hat, called “papakha”, continues to be a trademark of the upper military class in that area, and is proudly displayed at the military shows. The “papakha” is known from the reliefs on the vessels attributed to Greek artisans, as well as from the Assirian and Persian reliefs. The Greeks depict the Persian warriors only as Saka/Scythians, giving a visual impression that the Persian army did not have any conscripts, but consisted only of Türkic mercenaries with characteristic leather boots, pants, belt buckles, composite bows and ….pointed “papakha” hat.

“Masgut” and its derivations remain “popular” last names among the people living in the “Scythian” territories and the territories historically adjacent to the Northern Pontic, Caspian and Aral Seas. Quite a number of the East European outstanding people carried this last name. The legacy of Herodotus and Massagets (Tissagets, Thyssagetae), cemented into the birth certificates, passports and titles of the publications, continues.

L.T. Yablonsky
Burial place of a Massagetan warrior
Antiquity 64 (1990), Pp 288-296
Institute of Archaeology, Scythian & Sarmatian Section DM, Ulianova 19, 117036, Moscow, USSR.
link














TAMARISK
TAMAR - TEMİR - TAMİR - TİMUR - DEMİR
TAMAR - DAMAR - KAN
TAMAR - TOMUR - TOMRUK - TOMRİS - FİLİZ
TOMRİS - DEMİRİN UCU, DEMİRİN SESİ, DEMİRİN ÖZÜ/FİLİZ
TAMAR - TAMARA - AKTAMAR
TAMAR - ŞAMAR - DEMİR DÖVMEK , ŞEKİL VERMEK
TUMRUL - DUMRUL - DEMİRİN UCU
TAMAR; Demir damarı, cevheri 
TOMAR ; Örs