Translate

12 Aralık 2013 Perşembe

THE PALEOLITHIC CONTINUITY PARADIGM FOR THE ORIGINS OF INDO-EUROPEAN LANGUAGES



THE PALEOLITHIC CONTINUITY PARADIGM
FOR THE ORIGINS OF INDO-EUROPEAN LANGUAGES 

An Introduction in progress 
Last Updating: May 2012 


by Mario Alinei

.... (IV) On the steppes of Eastern Europe, a conspicuous and well-known Neolithic-Chalcolithic frontier separates the farming cultures of Bug-Dnestr, Tripolye AI, Tripolye AII, Gorodsk-Usatovo, Corded Ware and Globular Amphora in Ukraine, from the pastoral, horse-raising and horse-riding cultures of Sursk-Dnepr, Dnepr-Donec, Seredny Stog/Chvalynsk, Yamna (kurgan!) and Catacombs, in the Pontic steppes: this is the frontier that moved Marija Gimbutas to envisage the epochal clash between the peaceful autochthonous non-IE farmers of the "Old Europe", and the warlike intrusive IE who submerged them. In the light of the PCP and of the available linguistic evidence, instead, this frontier corresponds to an earlier linguistic phylum frontier between an already separated and flourishing eastern Slavic population of farmers to the West, and warlike Turkic pastoral nomadic groups to the East, which would be responsible, among other things, of the two innovations of horse raising and horse-riding.

Linguistically, the new interpretation has the advantage of explaining (A) the antiquity and the quantity of Turkic loanwords precisely for horse terminology in both branches of Samoyed, in the Ugric languages, as well as in Slavic languages, and (B), more generally, the quantity of Turkic agro-pastoral terms in South-Eastern European languages, including Hungarian, which would have been brought into its present area precisely by the kurgan culture (Alinei 2003a).

Interestingly, the uninterrupted continuity of Altaic steppe cultures, from Chalcolithic to the Middle Ages, can be symbolized precisely by the kurgan themselves: for on the one hand, the custom of raising kurgans on burial sites has always been one of the most characteristic features of Altaic steppe nomadic populations, from their first historical appearance to the late Middle Ages. On the other, the Russian word kurgan itself is not of Russian, or Slavic, or IE, origin, but a Turkic loanword, with a very wide diffusion area in Southern Europe, which closely corresponds to the spread of the kurgan culture (Alinei 2000a, 2003). 

Notice that this phylum frontier between IE (Slavic) and Turkic in the course of history has been pushed to the East, leaving however Turkic minorities, as well as innumerable Turkic place names and other linguistic traces behind. 











TÜRK KÜLTÜRÜNÜN İZİNDEN :TRUVA SAVAŞI ve ETRÜSKLER



ETRÜSK - MARS ATIN ÜZERİNDE - Mars, İskitlerin baştanrısıdır ve atlardaki tamgalara dikkat!



Biz bu yazımızda, 1984’de söylediğimiz ve bu günlerde diğer ilim adamlarının da yavaş yavaş kabul ettikleri, İtalya’yı İtalya yapan Etrüskler’in Türklerle akraba veya Türk kavmi olduğu, bugün, yani günümüzde de de Turano isminin, Etrüsk geleneklerinin üç eyalette üç bin yıl yaşadığı gün yüzüne çıkmış bulunmaktadır.

Hun Türkleri’nin ve Etrüskler'in İtalya'ya katkıları elbette vardır.
Ancak çoğu Avrupalı bu konunun üzerine gitmez. Gitmek istemez. 

Biz ise her şey batıdan aldığımızı iftiharla söyler dururuz… Türk, Türk ırkı kelimesiyle de biyolojik anlamı dile getirmeyip, kastedilen ulus ve millet kavramları olduğu, kavimler göçü sırasında Anadolu'nun bir kavşak noktasında olması, Kuzeyden İskit-Sakalar Kimmerler ve Hiksoslar’ın Kafkas yolu ile Anadolu'ya inerek Mısır'a kadar uzanmaları, Ulu Türkistan'dan büyük kuraklık esnasında batıya Hazar Denizi güneyinden ve kuzeyinden yapılan çeşitli göçler, atlı kültür medeniyetinin getirdiği avantaj ve dezavantajlar, yerleşik düzenden çok, halkın hayvancılığa bağlı oldukları için genelde yazın yaylalar, kışın ovalara inmesi, harpler ve depremler, salgın hastalıklar medeniyetleri etkilemiş, kültür alışverişi olmuştur.

Bilindiği gibi M.Ö. 743’de Roma’nın kurucuları kabul edilen Romlus ve Romulus kardeşler olup, efsaneye göre bir kurt tarafından emzirilmiştir. 

Türkler’in de Ergenekon destanında kurt yol göstermez mi? 
Aslında ikisi de aynı efsane değil mi? 
Roma’yı da Etrüskler kurmamış mı? 
Çizgi filmlerde seyrettiğimiz Himen’n kılıcı Türkistan’a ait bir Türk efsanesi değil mi? 
Yine çizgi filmlerde zevkle izlenen Galyalı , Obeliks, Asteriks aslında Hun Türk’ü Atilla’nın torunları ve ihtiyar dede rolündeki Büyüfiks ( Magigenix) ise şaman’ı simgelemiyor mu?

Öncelikle kendi kültürümüzü tam anlamıyla öğrenmeliyiz, ondan sonrada diğer kültürleri elbette öğreneceğiz. Bizim ilköğretim 5. sınıftan 7-8 sınıf talebesine kadar bütün öğrenciler; Amerika kıt’asının en uzun nehri, madenleri, Avrupa Tarihine kadar çeşitli konuları o yaşta öğretiriz. 

Halbuki Avrupalı, Amerikalı, Kanadalı aynı yaştaki öğrenciye sorarsan Ankara’nın ne olduğunu değil de Türkiye’nin dünyada neresi olduğunu bilmez… 

Çünkü öğretmezler. 

Belli yaşlara gelince Batı kültüründe ihtisaslaşma başlar, Latince kökenli olduğu için de İtalyanca, Fransızca, almanca İngilizce gibi diller birbirine çok benzediği ve kökenleri aynı olduğu için, birkaç dili birden bilirler.. 

Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder, ileri görüşlü aziz Atatürk ne demişti, ‘’ Dünyada en hakiki mürşit ilimdir, fendir ‘’ Bunu da kurmuş olduğu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi alnına kazıtmıştır. 

Ancak Dil ve Tarih-Coğrafya bir Edebiyat Fakültesi olduğundan, vecizesinin fen kısmını yazdırmamıştır. Ancak şimdiki genç nesil, Batı kültürünün her şeyini bilmekte, kendi kültürünü de garip bırakmaktadır. Unutulmamalı ki dilini ve kültürünü kaybeden milletler, başka milletlerin boyunduruğuna girerler… 

Onun için de tarih şuûru önemlidir…

Cumhuriyetmizin kurucusu, büyük önder, Cumhurbaşkanı Atatürk’ün yüksek himayelerinde 2 Temmuz 1932 yılında ilk defa tertiplenen ve artık günümüzde dört yılda bir gelenek haline gelen Birinci Türk Tarih Kongresinde Türk Tarihini Tedkik Cemiyeti Genel Sekreteri Dr Reşit Galip bildirisinde ; ‘’ Kadim İtalyan tarihi umumi Avrupa tarihinden:

a. Etrüskleri’in gelişi,
b. Roma Medeniyetini kuruluşu 
gibi iki mühim hususiyete ayrılır.iki kısma ayrılır, Etrüskler’in İtalya’ya garbî Anadolu’dan gitmiş oldukları bugün umumi kanaatler arasına girmiş sayılır. 

Etrüsk ve sanat medeniyetinin Anadolu sanat ve medeniyeti ile en yakın akrabalığı kat’i denecek suretle tesbit edilmiştir. Baron Carra de Veaux, Sami ve Hind-Avrupa dillerinden olmadığı öteden beri sabit bulunan Etrüsk dili ile Türk dili arasındaki münasebete dair zengin materyalli bir kitap yazmış, Etrüsk dilinde pek çok Türkçe kelime bulmuştur . 

Baron Carra de Veaux’un bu tedkikatı Avrupa ilim âleminde, izahı bizce müşkül olmayan bir sûkut ile geçiştirilmiştir ‘’, demektedir.

Çinliler’in Türkler’e Yu-eçi, dedikleri bilinmektedir. İnsanlığın ikinci atası kabul edilen Hz. Nuh’un büyük oğlu Yafes’in Türk adında bir oğlu olduğu da kabul ediliyor. 

Tu-kue-Turukku Türk-Törük-Türük-Etrüsk-Etrusci-Tursci-Tursaka size neyi anımsatıyor ? 

Akkad çivi yazısında TU-RU-UK-Kİ-İ


Rahmetli Prof.Sadri Maksudi Arsal’ın kızı Emekli Büyükelçi rahmetli Adile Ayda, İtalya ’da Roma Elçiliğinde Müsteşar bulunduğu sıralarda konu üzerinde araştırma yapmış ve rahmetli Prof. Dr. Ahmet Temir’in kurduğu, Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şükrü Elçin’in de rahatsızlığına kadar bir müddet Başkanlığını yaptığı Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından 1974 yılında ‘’ Etrüskler Türk Mü İdi ? ‘’ başlığı ile yayımlanmıştı.

1986 yılında yapılan Milletlerarası X.Türk Tarih Kongresi’nde Proto-Türkler konusundaki tebliğimle konuya girdiğim ve daha sonra genişleterek kitap haline getirdiğim Proto-Türkler Kitabı’nda, 

‘’ Tıras, Yafes’in diğer bir oğlu olup Etrüskler’in menşeidir . Etrüskler¬’in Türk soyundan geldiklerine ait Sayın Adile Ayda’nın 1974 yılında yayın¬lanan bir eseri bulunmaktadır. Zira tarihte at nallarından, kıvılcımlar çıkaran suvariler, genellikle Türkler’dir .‘’ diye, söylemiştik . (Bu satırların yazarı olarak ben de aynı görüşü kabul ederek destekliyor ve Anadolu’da bir atlama taşı olarak İzmir’in bir ilçesi olan bugünkü TİRE’de arkeolojik bir kazı yapıldığı takdirde bazı kitabe ve ip uçları bulunabileceğini sırası gelmişken arz etmeyi millî bir görev addediyorum ) 


Etrüskler’in menşei hakkında iki görüş olup, ilki nereden geldiği belli olmayan bir kavim, diğeri ve üzerinde durulan ise Türklerle aynı kökten gelmiş olduklarını vurgulayan bilim adamlarıdır . Bazıları Traklar’ın kuzeyden M.Ö. 1200-800 yıllarında gelerek , o sırada İtalya’da Demir Çağı’nı yaşayan halktan üstün oldukları için kısa sürede ülkeye hakim olmuşlardır. 

Bir ikinci ve daha kuvvetli iddia ise Batı Anadolu’dan deniz yoluyla gelmişlerdir. Alfabelerinin de Latin alfabesi dahil bir çok alfabeye temel oluşturmuşlardır .

Lidyalılar, M.Ö. II. Bin yıllarında Marmara Denizi’nin güneyinde Truva bölgesine yakın bir yerde oturuyorlardı. İklim değişikliği nedeniyle daha güneye bugünkü Salihli yörelerine Truva Savaşlarından sonra inmişlerdir.

Ünlü tarihçi Heredotos, Etrüskler’in Lidya’dan kuraklık sebebiyle korkunç bir açlık nedeni ile Anadolu’dan geldiklerini bahseder 

‘’… Manes’in oğlu Atys’in Krallığı zamanında Lydia’da çok korkunç bir açlık hüküm sürmüştü… Kral halkı iki gruba ayırmış ve kura ile bir grubun kalıp, diğer grubun göç etmesini kararlaştırmışlardı. Lydia’da kalanlara kendi, göç edenlere oğlu Tyrrhenos kumanda edecekti. Kura çekildikten sonra bir kısım Lidyalılar İzmir kıyılarına gittiler ve orada gemiler inşa ederek hayatlarını kazanmak için ve yurt bulmak üzere denize açıldılar. Bir çok ülke geçtikten sonra İtalya’nın kuzeyindeki Umbriya bölgesine geldiler ve buraya yerleştiler… ‘’.

Yine Heredot Tarihi’nde Batı Anadolu kıyılarından yani, Phokai bugünkü ( Foça )’dan ant içerek kalkıp uzun Akdeniz yolculuğuna çıkan guruptan bir kısmı sıla özlemi çekmeğe, yurtlarının alışılmış havasını düşünerek yakınmaya başlamış ve dönmüşler, diğer kısmı Kyrnos varmışlar, yerleşmişler, beş sene yerli halk ile birlikte ortak yaşam kurmuşlar, tapınaklar inşa etmişlerdir.

Çevrede çapulculuk- yağmacılık yaptıkları için de Etrüskler ve Kartacalılar aralarında anlaşarak bunlara karşı her biri 60 gemi ile sefer açmış, Foçalılar da 60 gemi donatarak Sardunya Denizi’nde çarpışmışlar, Foçalılar’ın gemilerinin 40’ı batmış, kalan 20’sininde mahmuzları kırılmış, ‘’ yeneni mahveden zaferi’’ kazanarak, Alalia’ya dönerek kadınlarını ve eşyalarını alarak Kyrnos’u bırakarak Rhegium’a döndüler . Batan gemilerin tayfaları da Kartaca ve Etrüskler arsından paylaşıldı, Etrüskler arsında bulunan Agylla’lılar, en büyük payı aldılar ve kendi yurtlarına götürdüler, orada taşa tutarak öldürdüler .

Bugünkü İzmir- Seferhisar’da eski adıyla Teos’dan kalkan bir grup da Trakya’ya göç etmiş, Abdera kentine yerleşmişler ve yarı-Tanrı katını tutmuşlardır .

Anadolu’nun Eğe kıyılarında bulunan İonia, birleşik Panion şehirleri şunlardır : 

Miletos, Myus, Priene, Karia, Lydia, Ephesos, Kolophon, Lebedos, Teos, Klazomenai, Phokaia, Erythrai ana karadadır. 

Adalarda ise, Samos, Khios bulunur. 

Ömer Çapar; IX. Türk Tarih Kongresi’nde sunduğu tebliğde Homeros Destanlarında Anadolu kavimleri konusunu sunmuş ve Truva Savaşlarında adı geçen kavimler ile M.Ö. 1244-1200 yılarında hüküm sürmüş olan Hitit Kralı IV. Tuthalia zamanında Aşşuwa Konfederasyonu’nda adı geçen isimler ile karşılaştırma yapmıştır .

Homeros’un İlyada’sında Truva Savaşlarına katılan Anadolu kavimlerini şöyle tasvir eder :

Kentin önünde sarp bir tepe var. 811
çıkılır ovanın dört bir yanından tepeye,
Batieia adını takmıştır ona halk,
Ölümsüzlerse yüksek atlayan Myrrhine’in mezarı derler,

Troyalılarla yardımcıları dizilirler orada. 815
Troyalılar’a oynak tolgalı büyük Hektor komuta eder.
Yanında kalabalık seçkin erler,
Kargı atmak için yanıp tutuşurlar.
Dardanieliler’in başında Aineias var, Ankhises’in oğlu,

Tanrısal Aphrodite doğurdu onu Ankhises’ten; 820
Bakmadı tanrıçalığına, birleşti İda eteklerinde bir ölümlüyle.
Arkhelokhos’la Akamas var yanında,
Antenor’un her savaşı iyi bilen iki oğlu.
Sonra Zeleia ‘da oturanlar gelir, İda’nın ta dibinde,

Aisepos’un kara sularını içen zengin Troyalılar. 825
Başlarında Lykaon’un ünlü oğlu Pandaros var.
Apollon kendisi vermiştir Pandaros’a yayını.
Adresteia’da, Apaisos ülkesinde oturanlar gelir sonra,
Pityeia’da,Tereie’nin sarp eteklerinde oturanlar,
Başlarında kendirden zırh giymiş Andrestos’la Amphios var.

Perkoteli Mereops’un oğludur ikisi de. 830
Mereops bilirdi falcılığı herkesten çok iyi,
İstememişti gitmelerini öldürücü savaşa,
Ama alıkoyamadı oğullarını bir türlü,
Onları kara ölüm tanrıçaları sürüklüyordu.

Perkote’de Praktios’da oturanlar gelir sonra, 835
Sestoslular, Abydoslular, tanrısal Arisbe’nin yurttaşları,
Başlarında Hyrtakes’in oğlu erlerin başbuğu Asios var,
Selleis Irmağı kıyılarından, Arisbe’den,
Kocaman kızıl atların getirdiği Hyrtakesoğlu Asios

Ünlü kargıcı Pelasg soylarına komuta eder Hippothoos, 840
Otururlar toprağı bereketli Larissa’da.
Başlarında Ares’in filizi Hippothoos’la Pylaios var,
Pelasg soyundan Teutamosoğlu Lethos’un oğlu ikisi de.
Akamas’la yiğit Peiroos var Trakyalılar’ın başında,

Hızla akan Hellespontos çeviri topraklarını. 845
Kargıcı Kikonların komutanıdır Euphemos,
Tanrıların beslediği Keadesoğlu Troizenos’un oğlu.
Pyraikhmes komuta eder kıvrık yaylı Paionlara,
Onlar ta uzaklardan gelmişler, Amydon’dan,
Uzun kıyılardan Aksios’un.

Aksios yayılır bir suyla toprağa. 850
Erkek yürekli Pylaimenes komuta eder Paphlagonialılara,
Gelmişler yaban katırıyla ünlü Enetler’in yurdundan,
Kytoros’ta, Sesamos’ta otururlar,
Parthenios Irmağı çevresinde kurmuşlardır ünlü saraylarını,

Kentleri Kromna, Aigialos, yüksek Erythinoi’dur 855
Odios’la Epistrophos komuta eder Alizonlara,
Ta uzaklardan gelirler, gümüşün yurdu Alybe’den
Mysialılar başında Khromis’le bilici Ennomos var,
Biliciliği kurtaramaz onu kara ölümden,

Çevik ayaklı Aiakos’un torunu öldürecek onu, 860
Nasıl öldürecekse bir çok Troyalının ırmak başında.
Phorkys’le tanrıya benzer Askanios yönetir Phrygialıları,
Uzak Askania’dan gelmişlerdir onlar
Savaşa girmek için yanıp tutuşurlar.
Mesthles’le Antiphos’tur Maionialılar’ın önderi,

Gygaie Gölü tanrıçasıyla talaimenes’in oğullarıdır ikisi de. 865
Buyururlar Tmolos eteğinde büyümüş Maionialılar’a.
Nastes, kaba konuşan karialılar’ın başında yürür,
Miletos’da otururlar, yaprağı bol Phthiron Dağı’nda,
Maiandros kıyılarında, yüksek doruklu Mykale’nin eteğinde.

Önderleri Amphimakhos’la Nastes’tir 870
Nomion’un alımlı iki oğlu,
Amphimakhos, kız gibi, altınlarla süslenip gelmiş savaşa,
Altınlar o çılgından uzaklaştıramaz ölümü,
Aikos’un çevik ayaklı torunu ırmak başında ezecek onu,

Atınları da koca yiğit Akhilleus alacak, 875
Lykialılar’a Sarpedon’la kusursuz Glaukos komuta eder,
Gelmişler uzak Lykia ülkelerinden,
Anaforlu Ksanthos’tan gelmişler.

Bu bölümde geçen Anadolu şehir adlarının bugünkü coğrafi konumları ve isimlerine bakacak olursak :

Dardanos: 
Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus ve Elektra’nın oğludur. Arkadya’dan Anadolu kıyılarına göç eder, bugünkü Çanakkale ile Truva arasında bir şehir kurar. Bu bölge de Dardanos adını taşır. Bir efsanede kıutsalPellas Athena heykelinin aslında Dardanos’a ait olduğu ve torunu Tros onu Truva’ya götürdüğü anlatılır.

Zeleia : 
Balıkesir-Gönen-Sarıköy’de antik bir yerleşim bölgesidir.

Apaisos ülkesi : 
Çanakkale- Lapseki ilçesi 10 km. kuzey-doğusu.

Perkote: 
Çanakkle Boğazı’nın Hellaspontos) Asya kıyısında Abydos ile Lapseki ( Lampsakos) arasında bir şehir.

Praktios : 
Troas’da bir şehir,

Sestos: 
Eceabat’a 4 km. uzaklıkta, Sarıkız mevkiinde, Yalova Köyü’nde, Akbaş limanının güneyinde kurulmuştur. M.Ö. 1200 lerde yapıldığı sanılan ve 9 yıl süren kuşatmadan netice alamayan Agamemnon, 10’uncu senede ancak sahte Truva atı oyunu ile yenebilmiştir. Truva Savaşı’nın karşılığını olarak 2650 sene sonra Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet Han, Çanakkale Boğazı’ndaki Kilitbahir Kal’asını yaptırırken Sestos kalesinin taşlarını kullanmıştır.

Abydos: 
Çanakkale il merkezinin 6 km. kuzeyinde bulunan Nara Burnu ucudur. Pers Ordusu Kral Kserkses komutasında M.Ö.480 yılında Yunanistan Seferine çıkarken, karşı kıyıda Abydosve Sestos şehirleri arasında iki geçici köprü kurulmuş ce ordu buradan geçmiştir. Makedonyalı Büyük İskender’de M.Ö. 334’de gemilere binerek buradan geçmiştir.

Alybe: 
Gümüş yurdu anlamına gelen şehrin Doğu Karadeniz Bölgesinde tahminen Gümüşhane (?) civarı olabileceği söylenebilir.

Arisbe: 
Antik Lasseki. Musaköy ile Yapıldak ( Seleis) çayı arasında, Çanakkale-Lapseki na karayolununun Yapıldak Çayı ile kesiştiği yere 300-500 m. mesafededir. Bugün herhangi bir kalıntı yoktur.

Mysia Bölgesi:
Bugünkü Manisa’nın kuzeyi, Balıkesir, Bursa’nın güney-batısı, Çanakakle’nin doğusu, İzmir ilinin kuzey-batısını içine alır. Thrak boylarından olup Balkanlardan gelmişlerdir.

Paisos: 
Çanakkale’nin Lapseki İlçesinin 10 Km. kuzey-doğusunda, Bayramdere’nin denize döküldüğü yerde, elbetteki yüksekçe bir yerde kurulmuştur. Paisos kelimesi Luwi-Pelasag dilinde akarsu anlamına gelmektedir.

Maionialılar: 
Gediz Ovasının bitimi ile dağların uzantıları arasında küçük ovada kurulmuştur.

Erythinoi, 
bugün Amasra- Çakraz yakınındaki bir bölge, 

Sesamos’un bugünkü adı Amasra,
Parthenios Irmağı kıyısına kurulan saray ise Bartın’dır. Enet yurdu dediği açıkça Paflagonya’dır. Bugünün Enetleri ise; İtalya’nın Veneto bölgesinde yaşayan, Henetler, ya da Venetler

Etrüskler’in Orta İtalya’da yerleştiği saha Tiber ve Arno Nehirleri arasında olup, kuzey-güney doğrultunda 250 km., doğu-batı doğrultusunda 150 km. mesafelik bir alan içinde üç eyalettir. 

M.Ö. 1200 yıllarında Etruria denilen bölgeye Akdeniz’den gelen kavime Yunanlılar Tyrrnoi veya Tyrrsenoi- Tyrhenler adını vermişlerse de Etrüskler kendilerine Rasna olarak tanımlamışlardır. Tyrrsenoi, bugün İtalya'nın Güney-Batısındaki Tyhen-Tiren Denizi de anımsatmaktadır. 

Prof.Dr Ekrem Memiş, bunu yani Helenler’in Etrüskler’e verdiği adı Tyrhenler’i Turhanlar olarak nitelemekte ve Troyalılar ile Sakaların birleşmesinden meydana gelen kavim olarak zikretmektedir. 

İranlılar’ın da Türkler’e Turanlılar demesini, ayrı bir işaret sayar . Aynı zamanda kurt ve kartal figürlerini de aynı konuda , Asya kökenli olduğunda birleştirir.

Polat Kaya, Merkezi Asya 2000 Projesi ön raporunda,Tyre’nin İzmir ili Tire ilçesi değil de Eski Ahitte geçen Beyrut’un 250 Km. güneyinde İsrail Sınırına yakın, deniz kenarındaki Sur şehri olduğu, Tyre , Tyrians ( Turians), Turanians ( Tyrrians) olabileceği üzerinde durur . 
.
Aynı sempozyumda konuşan M.Ünal Mutlu da, Sümerce ve Etrüskçe arkaik Türk dilleri konusunda bazı misaller verir . 
Yrd.Doç.Dr. İsmail Doğan ise Etrüsk yazısının kaynağının Türk ( Göktürk) yazısı olduğunu aynı eserde belirtir . 

Nilüfer Gürsoy da Homeros ve Heredotos’ta Etrüsk İzleri konulu konuşmasında; Mısır kaynaklarında Etrüsk karşılığı olarak Tursha adı olduğunu belirtir. Homeros’un Pelasg’lardan bahsederken ‘’ ünlü kargıcı Pelasg soylarına komuta eder Hippothoos, otururlar toprağı bereketli Larissa’da ‘’ derken bugünkü İzmir-Tire şehrini bize işaret eder . 

Homeros Truva saflarında çarpışanların arasında Pelasglar olduğunu da zikreder. Pelasglar’ın soyunun tanrısal olduğunu da belirtir. Hippemolgolar için şanlı sıfatını kullanarak sütle beslendiklerini yazar. 

Homeros metnini tercüme eden Paul Mazon ise Hippemolgolar üzerine düştüğü notta, kısrak, at sütü ile beslendiklerini özellikle belirtir . At sütü ile yani kımız ile beslenen kavim tarihte yalnız Türkler’dir.

Tire-İzmir-Limni Adası yoluyla denizden giden Etrüsklerle ilgili Limni ( Lemmnos) Adasında Kaminia Köyü’nde 1885’de, M.Ö. VII. Yüzyıla tarihlenen bir mezar steli üzerinde Etrüskçe bir yazıt bulunmuştur. 

İtalya Turin Üniversitesi’nden Prof. Alberto Piazza ‘’ şimdiki Tuscany olan yerde 3.000 sene önce gelişmiş olan parlak medeniyet sahibi Etrüskler Anadolu göçmeniydi ‘’ demektedir . 

Seneca, Etrüskler’in bir millet göçü oluğunu savunarak; ‘’Tuscos Asia sibi vindicat- Asya Tuscnlara babalık ettiği ‘’ ni iddia eder, Herodotos’a göre Etrüskler Medler ve Mısırlılarla da savaşmışlar, Mısır’dan geri dönmüş olduklarından bahsetmektedir. 

Sayın Nilüfer Gürsoy bu konuları geniş olarak söz konusu sempozyumda işlemiştir.

İtalya Ferara Üniversitesi Genetik Bilimi Anabilimdalı Başkanı Prof.Barbukjani tarafından Etrurya bölgesinde 80 iskelet üzerinde yapılan DNA araştırmalarında, Etrüskler’in Doğu Akdeniz halklarının genetik şifresi ile bire bir uyuştuğu, Anadolu, Kafkas, Osetik-Gürcü Türk asıllı olmaları gerektiği üzerinde durulmaktadır . 

Etrurya bölgesinde sığırların yapılan DNA araştırmalarında sonuçlar yine Anadolu ve Orta-Doğu’yu işaretlemiştir. 

Almanya Hamburg Üniversitesi bilim adamları da yaptığı araştırmalarda aynı kanaati paylaşmaktadırlar . 

Wikipedia’da aynı yerdeki yazıda Turing Üniversitesinden Alberto Piazza da yaptığı araştırmalarda Türk erkekleri ve Hititler üzerinde durmaktadır.

İtalya’nın Başşehri Roma’nın 85 km. kuzeyinde Turano Çayı üzerinde Turano Baraj Gölü bulunmaktadır. Yani Turano ismi İtalya’da 2850 yıldan beri yaşamaktadır. 

Lombardia Eyaletinin Brescia ilinde Valvestino köyünün bir Mahallesinin adı Turano Valvestino’dur. Yine Lombardia Eyaletinin Lodi şehrine bağlı 1500 nüfuslu Turano köyü de bulunmaktadır. 

Turano, İtalyanca signora karşılığı bir hatun-hanım tanrıdır. Yaratıcılık, tanrısallık, doğurganlığı simgelediği, aşk ve üreme tanrısı olduğu, daha sonraları Afrodit karşılığı Venüs adını aldığı, Anadolu’daki Kibele’ye tekabül ettiği görülmektedir.

Lazio Eyaletinin Rieti şehri sınırları içinde vadide Turania (Turan Ülkesi) isminde bir köy olduğu da internetteki araştırmalarda su yüzüne çıkmaktadır..

O dönemlerde insanlar yüksek tepe üzerinde güneşe karşı ibadet eden yüce yaradan, anlamına da kullanılmıştır Turano. Bugünkü Vatikan’nın da kelime anlamı aynıdır. Turano, aynı zamanda Tanrılar Meclisinde Venüs’ün yerini alır ve Etrüskler’in savaş Tanrısı Maris Turano’ya aşık olur.

Dilleri ise henüz çözümlenmemişse de Türkçe runik yazılarla daha çok benzerlik ve yakınlık göstermektedir. Ancak bazı kelimelerde benzerlikler de mevcuttur. 

Volga Bulgarları, Çuvaşca, Başkurtca’ya benzer bazı kelimelerde Etrüsklerde bulunmaktadır . Rakamlarda :1 = pr=bir, ( burada pr=pir=bir Karadeniz az şivesini de anımsatır). 2=ki= iki. Etrüsk yazıları, soldan sağa değil de sağdan sola doğru okunması daha normaldir. 

Latin alfabesinin de temelini teşkil etmiştir . Proto-Türk ( Ön-Türk) yazıları gibi

Çanak-çömlekler üzerinde yapılan araştırmalarda siyah figür tekniği ile kırmızı figür teknikleri Ege adaları süslemesine uyduğu, Etrüsklerin deniz yolu ile geldiği sanılmaktadır


Etrüskler, kurmuş oldukları medeniyetlerinde Sumerliler gibi 12’li sistemi baz almışlardır. Bugün Bektaşilerin, Alevileri’in 12 terekli tacı, 12 imam, bir veryasyondur.

Belli başlı Etrüsk şehirleri ise, Romanın kuzeyinde , İtalya’nın batısında; Vetluna, Felathri, Fufluna, Velch,Tarchna, Caisra, Veii, Velzna, Cleusin, Perusia, Curtun, Arretium.

Po Ovası civarında; Felsina, Spica, Atria, Mantua. Güneyde ise Campeva, Korsika Adasında Alaia.

İtalya’da Etrüsk Çağı, M.Ö. 1200’lü yıllarda Truva Savaşı’ndan sonra başlamış ve M.Ö.265’de son Etrüsk şehri olan Volsini yıkılışına kadar devam etmiştir.

Latin kökenlilerin çok kullandıkları ‘’ Vox poluli, vox Dei ‘’ atasözünün kökeni Etrüklerdir. Yurdumuzda ‘’ Halkın sesi, Hakkın sesi’’ şekline kullanıldığını rahmetli Adile Ayda Yazar.

Bizanslı T.Gazes ile İtalyan Filelfo arasındaki mektuplaşmalardan da XV.asır Türkleri’nin eski Turuva neslinden geldiğini, Türkler’in İstanbul’u zaptetmeleriyle de de Truva’nın intikamını aldıklarını zikretmesi de bir belge niteliğindedir.

Snorri Sturluson / Edessa kitabından 13.yy


Truva konusu açılmışken, bu konuyu da ele almak, konumuzu daha da güçlendirecektir.

Egeli bir ozan olan Homeros’un 24 bölüm, 16.000 dizelik destanı M.Ö.900’lerde söylenmeye başlanmış, Homeros’un yaşadığı çağ tam olarak bilinmemekte, ve M.Ö. 900 ile M.Ö.550’ler arasında Grekçeye çevrilerek, Grek üstünlüğü üzerine bazı rotuşlar yapılarak Truva Savaşları anlatılır. 

Aslında destanda Homeros tarafsız davranmakla birlikte, M.Ö. yıllarda yapılan çeviride Yunanistan lehine bazı ilaveler yapıldığı sanılmaktadır. Destan olarak bizim Dedekorkut destanlarını da anımsatır.

Geçtiğimiz yıllarda filmleri de dünya sahnelerinde gösterilen Troya, neresidir? Bugünkü Çanakkale-Hisarlık mevkii mi? Aslında çok şeyi bilmiyoruz da onu da bilemiyoruz ? 

Priamos’un hazinelerini arayan meşhur Alman Schlieman, Hisarlık mevkiindeki ruhsatlı kazısında , bulduğu eserleri Muze-i Hümayun’a teslim etmeyerek kaçak kazıda bulunmuş eserleri önce Atina’ya götürmüştü. 

O dönemde Osmanlı Devleti Atina’da gazetelere kaçak kazıdan elde edilen buluntuların iadesi için ilan da vermişti. Bu gün o eserler Rusya-Ermitaj Müzesi depolarında ortaya çıkmıştır. 

Peki, Sayın Alman Prof.Dr. Manfrried Korfman 1988 yılından beri kazı yaptığı Hisarlık’ta bildiğimiz kadarı ile Luwi dilinde bir bronz mühürden gayri, üzerinde Troy yazılı bir belge bulmuş mudur ? 

Hayır… Ancak yine de biz Hisarlık mevkiini Truva olarak kabul ediyoruz.

Truva şehrini Grekler’e karşı savunmak üzere Truva Savaşlarına bugün bizim Amasra-Bartın-Kastamonu havalisi olan Paflagonia’lılar da katımış olup, İliada Bölüm II, 851-855’de :

Erkek yürekli Pylaimenes komuta eder Paphlagonialılara,
Gelmişler yaban katırıyla ünlü Enetler’in yurdundan,
Kytoros’ta, Sesamos’ta otururlar,
Parthenios Irmağı çevresinde kurmuşlardır ünlü saraylarını,
Kentleri Kromna, Aigialos, yüksek Erythinoi’dur

Yazmaktadır. Erythinoi, bugün Amasra- Çakraz yakınındaki bir bölge, Sesamos’un bugünkü adı Amasra, Parthenios Irmağı kıyısına kurulan saray ise Bartın’dır. Enet yurdu dediği açıkça Paflagonya’dır. Bugünün Enetleri ise; İtalya’nın Veneto bölgesinde yaşayan, Henetler, ya da Venetler’dir .


İliada V. Bölüm 576-580’de ise :

O sırada avladılar Ares’in dengi Pylaimenes’i,
Mert savaşcılar Paphlagonialıların önderini,
Kargısıyla ün salmış Menealos, Atreus oğlu,
Önünde görünce onu boylu boyunca,
Bir mızrak attı, deldi kürek kemiğini.

İliada’nın XIII. Bölüm 642-663’de ise :

Ön sırada saldırdı üstüne Harpalion,
Kral Pylaimenes’in oğlu,
Savaşmaya gelmişti Troia’ya, sevgili babasıyla,
Ama bir daha dönmeyecekti baba toprağına,
İşte kalkanının ortasından o vurdu Atreusoğlu’nu,
Çok yakından vurdu, ama delemedi tunçu,
Çekildi geri geri, arkadaşına doğru,
Dört bir yanına bakına bakına,
Biri etine saplamasın tuncu.
Tam o sırada Meriones saldı oku üstüne,
Vurdu onu sağ kalçasından,
Kemiğin altından geçti ok, deldi sidik torbasını,
Olduğu yerde devrildi, arkadaş ellerine,
Soludu canını, bir solucan gibi serildi yere,
Aktı kanı kara kara, ıslattı toprağı,
Ulu yürekli Paphlagonlar çevresine üşüştüler,
Koydular arabaya, götürdüler kutsal İlion’a.
Hepsinin içi kan ağlıyordu,
Babası da gidiyordu göz yaşı döke döke,
Hiç bir karşılık alamayacaktı oğlunun ölümüne.
Paris görünce Harpalion’un ölüsünü,
Yüreğinde büyük öfke duydu,
Harpalion, bunca Paphlagonlu arasında konuğuydu onun,
İşte bu yüzden içerledi, saldı tunç okunu…

Anadolu’nun Paflagonya bölgesinde yaşayan Enetler, demir atlılar adıyla da ünlü olup, Truvalılar’ın yanında Greklere karşı M.Ö. 1200 yıllarında savaşmışlardır. 

10 yıl süren Savaş meşhur tahta at hilesiyle Akhalılar lehine sonuçlanınca, Paflagonyalı demir atlı Enetler, Trakya üzerinden şimdiki Padova kentinin bulunduğu İtalya’ya gelirler ve Roma’nın kuruluşuna önderlik eden Aineias gibi Antenor ailesi de bu grubun içindedir .

Vergillius M.Ö. 29’da yazmaya başladığı destanı L’Enei’de; Aineias I, 242’de bunu şöyle anlatır :

Antenor, Akhalar arasından kurtulan savaşcı,
Ulaşmış İlliria Koyuna Libirnus Krallığı içinde,
Geçmiş Timavus kaynağından öteye, dağlardan,
Gümbürtülerle dökülen, dokuz kaynaktan çıkan,
Geniş ovaları kaplayan, sulayan ırmağın uzağına,
Orada kurdu Patavium kentini Troialılar için,
Bugün onun adıyla anılan, Troia armasını,
Taşıyan, mutluluk içinde yaşadığı yeri.

Paflagonyalı Antenor, eşi Theano, oğulları Helicaone, Polidamente ve beraberindeki Enetler ve Trioalılardan oluşan halk; Kral Veleso hakimiyetindeki Euganeliler tarafından hoş karşılanmamış, Antenor’un oğlu Helicaone, yapılan savaşta kılıç darbesiyle ölmüş, buna karşılık ta Antenor, şehri, ölen oğlunun vurulduğu yere şehri kurmuştur . 

Padova şehri M.Ö. 1184 tarihlerinde kurulduğu söylenir. Şehir ismi önce Patavium-Padua-Padova şeklini almıştır. Aineias soyundan gelen Romus ve Romulus kardeşlerin birbirleriyle çatışmasını Sayın Emel Altan Ege, Helicaone’nin ölümünün Polidamente tarafından gerçekleştirilmiş olma ihtimali üzerinde durur. 

Konunun günümüze yansıması ise, Dr.Ugo Silvello önderliğinde 2001 yılında ‘’ Demir atlarıyla ayrıldılar, Bisikletle geri dönüyorlar’’, parolası ile Padova şehri Rotary Klübü ile Bartın Rotary Klübü kültür-spor faaliyeti düzenlemiştir. 

21 Temmuz 2001’de 2974 km.lik bisiklet yolculuğu başlamış, Fontaniva'dan törenle Padova'ya doğru yola koyuldu. İlk durak Antenor'un mezarıydı. Ardından 155 kilometrelik etap tamamlanıp, Bologna'da gecelendikten sonra, 175 kilometrelik Volterra, 222 kilometrelik Terni, 200 kilometrelik Pescara, 165 kilometrelik San Severo, 160 kilometrelik Bari ve 120 kilometrelik Brindisi etapları tamamlanarak 4 Ağustos 2001 günü saat 16.00'da Çeşme'ye giden feribota binildi. 06.08.2001’de Çeşme törenle karşılanmışlardır. 

Bundan sonra, konakladıkları her noktada onları bölgenin Rotary Kulüp üyeleri misafir etmiş. 89 Kilometrelik Çeşme-İzmir etabının ardından ekip üyeleri Anadolu topraklarındaki ilk gecelerini burada geçirdiler ve ertesi sabah 182 kilometrelik Edremit etabını tamamlayarak, 8 Ağustos günü kendileri için en heyecan verici yere, 3200 yıl önce atalarının yıllarca savaştıktan sonra bir daha asla dönmemecesine Anadolu'dan ayrıldıkları son noktaya, Troia'ya ulaştılar.

Kazı Başkanı Prof. Dr.Manfred Korfman misafirleri karşılamış ve Cincinnati Üniversitesinden C. Brian Rose misafirleri kazı alanını gezdirmiştir. Çanakkale Truva Oteli’nde verilen akşam yemeğinden sonra , ertesi sabah 159 Km.lik Balıkesir, ardından 110 km.lik Bursa, 174 Km.lik İznik-Adapazarı, 114 Km. Bolu, 13 Ağustos 2001’de 189 Km.lik Amasra etabı ile ana vatana gelinmiş, 139 Km.lik İnebolu 93.Km.lik Kastamonu, 105 Km.lik Safranbolu, 71 Km. Bartın turu ile sefer 17.08.2001’de tamamlanmıştır. Törene zamanın Kültür Bakanı İstemihan Talay ve Bartın Milletvekilleri katılmışlardır . 

01.10.2001 Tarihinde Bartın’dan bir heyet Fontaniva’yı iade-i ziyaret etmişlerdir. Amerigo Sartore ve eşi tarafından verilen davete Veneto bölgesinde bulunan Rotary, Lions ve Panathlon Kulüplerinin üyelerinden oluşan 170 kişinin yanı sıra, bu kulüplerin başkanları, Rotary Kulüp Triveneto Guvernörü Dr. Alvise Farina, milletvekili Flavio Rodeghiero, Fontaniva Belediye Başkanı Luciana Bertoncello, Padova Müzesi Müdürü Dr. Girolamo Zampieri, Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Müjdat Yeşildağ, Emel Altan Ege, katıldılar. 

Projeyi başarıyla tamamlayan Dr. Ugo Silvello ise inandığı bir araştırmayı, hakikate dönüştürmenin hazzını yaşamıştır..

Bartın ile Podova iki şehir kardeş şehir ilan edilmiştir. 13.12.2002 tarihinde Padova il Başkanı Vittorio Casarin ile Bartın Valisi arasında Kültürel işbirliği protokolü imzalanmış olup, ilişkiler halen devam etmektedir. (ama buradaki amaç "Buralarının sahibi biziz, siz değilsiniz demek içindir !!!! sponsorlara dikkat edin-SB)

Netice olarak; M.Ö. 2000’li yıllarda Anadolu’daki çeşitli yönlere göçler, Anadolu kültür ve medeniyetine bir hareketlilik vermiş, çeşitli kavimler iklim değişikliği sebebiyle yer değiştirmişlerdir. 

Bu arada Girit, Miken ve Adalarda da çeşitli göçler olmuştur. 

Yunanistan’dan Anadolu’ya bir kadın kaçırma hikâyesinden su yüzüne çıkan ve Yunan tanrılarının karıştığı hizip, savaşa dönüşmüş, Agamemnon komutasındaki Homeros’un verdiği bilgilere göre Greklerden 27 bölgeden 1297 geminin iştirak ettiği, her gemide 50 kürekçi ve mızrak kullanan gemicilerden ayrı her gemide en az 50 askerin de bulunduğu dikkate alınırsa ve kuşatma ile savaşın dokuz yılı tamamlayıp onuncu yıla sarktığı da dikkate alınırsa, Truva’nın nasıl bir sağlam kale ve Anadolu halkı tarafından şiddetle müdafaası düşünüldüğünde savaşın asıl boyutları ortaya çıkmaktadır. 

Bunun yanında savaşta üstünlüğünü gösteremeyen Grekler, Truva atı hilesi ile savaşın kazanıldığı 2650 yıldan beri batı dünyası edebiyat literatüründe hâlâ klasikliğini korumaktadır.

Diğer taraftan Anadolu’dan İtalya’ya M.Ö. 1200 yıllarında gelip Kuzey İtalya’ya yerleşen Etrüskler, Enetli demir atlılar, kuzeyde İtalya’da Padova , Orta İtalya’da Roma şehrini de kurarak İtalya’da parlak bir devir yaşamışlar, diğer şehirlerden kovulanları Roma vatandaşlığına alarak zamanla çoğunluklarını kaybetmişler, M.Ö. IV. Yüzyıldan itibaren de Grek medeniyetinden etkilenerek iki medeniyetin karışmasından dünyanın üç önemli imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu vücut bulmuştur. 

Dolayısıyla Rönesans ve reform hareketlerinin, aydınlanma hareketinin doğumunda, Sumer medeniyeti, Anadolu medeniyeti, Türkler’in ve İspanya’daki Endülüs Emevi Devletinin rolü büyüktür, unutulmamalıdır….



Bu makale, 2011 Mart ayında Editörlüğünü Prof.Dr. Tuncer Gülensoy ve Hayrettin İvgin'in yaptığı Sayın Nail Tan'a Armağan Kitabı'nın 208-226 Sayfaları Arasında Yayımlanmıştır


Sadi BAYRAM


__________________________


ADİLE AYDA : ETRÜSKLER TÜRK MÜ İDİ?


___________________________



*ETRÜSKLER DEMİRCİ İNSANLARDI. 
DEMİRCİLİK TÜRKLERE MAHSUSTU. 

*BULUNAN YAZITLARI YUNAN DİYE OKUYORLAR, 
LAKİN YAZITLAR İSKİT YAZITLARI İLE AYNI. !


ALMANCA BELGESEL:

Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 1/5


Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 2/5


Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 3/5


Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 4/5


Die Botschaft der 12 Etrusker Stadt 5/5



_____________


ŞARK'ın ESKİ TARİHİ - MED SAVAŞLARINA KADAR
Historie Ancienne De L'Orient jusqu'aux mediques,
Prof.François Lenormant ,Paris,1881 
(professor of archaeology at the Bibliothèque Nationale de France ;çalışma alanları Yunan, Sumer, Asur idi.)


(...) Altayların güneyinde , Tiyenşan'da Çinliler ve müslüman yazarlarca korunan bütün töreler, burada hatırlanmayacak kadar eski zamanlarda oturan TÜRK-TATAR TOPLULUKLARIN EN ESKİ TARİHLERDEN İTİBAREN DEMİR İMALATIYLA MEŞGUL OLDUKLARINI VE YÖNTEMLERİNİ ÇOK İLERİ AŞAMALARA GETİRDİKLERİNİ GÖSTERMEKTEDİR. 

Bunlar, Çindeki Miao-tseu'lerin ve Yunan ve Latin yazarların Seres (Kuzey Çin Halkları) dedikleri grubun bir kısmını oluşturan Tibetli kabileler içinde yer almaktadır. Bahsettiğimiz Miao-tseu'ler Çin göçünün ulaşmasından önce, yani İSA'nın DOĞUMUNDAN EN AZ YİRMİBEŞ ASIR ÖNCE, DEMİRİ İŞLİYORLARDI . Kuzey-Çin halkları (Seres), Roma'da muazzam Tibet yaylalarından geçerek Hint Okyanusuna ulaştırılan ve bütün diğerlerinden üstün tutulan demirleriyle ünlüydüler.

***Şimdi Turanlı dediğimiz kavimlerin yayılmasını Akdeniz kenarına, ilkel Mezopotamya'nın Sümerlerine ve Akadlarına getiriyoruz. Biri daha eskiden yerleşmiş ve uygarlaşmış Turanlı ,ve Sami olmayan bir kavim olmak üzere ,değişik kökenli iki kavmin oturduğu bu bölgede, ürünlerini, örneklerini orta Dicle havzasına, Suriye ve Arabistan'a kadar duyurmuş olan eski ve parlak demir sanayi merkezini görüyoruz. Eski imparatorluğa ait. Mısır mezarlarından daha eski olmayan en eski Mezopotamya mezarları , bize altın bronz hatta eşyalarla birlikte kullanılan yontulmuş ve cilalanmış çakmak taşından aletler ve silahlar ,ok başları, baltalar ve çekiçlere rastlanmaktadır.

En yaygın maden bronzdur; bütün araç-gereçlerin tümü bronzdandır, bu durum Dicle-Fırat havzasına hakim görünümdedir. Demire gelince daha nadir olup, üretimdeki güçlük nedeniyle henüz kıymetli bir maden karakteri taşıdığı sezilmekte ; alet yapımı yerine, bilezik veya diğer kaba süs eşyası olarak şekillendirilmektedir. Buna rağmen, görüldüğü gibi, maden işleme eksiksiz biçimdedir ve bronzla yetinilmemektedir. 

Ancak ,bütün bunlar çivi yazısının kökenini oluşturan Sümer ve Akadların icad ettiği ilkel hiyeroglif yazısının yer aldığı bugün bilinen anıtların döneminden çok gerilere gitmemektedir. Bu hiyeroglifler arasında bir yandan altın ve gümüş gibi asil madenleri, öte yandan da bakırı belirtmek için iki sade işaret bulunmaktadır; buna karşılık bronz, demir ve kalayın daha sonra şekillendirilmiş karmaşık karakterlerin bileşimiyle ifade edilen isimleri vardır. 

Ancak, çivi yazısı son gelişmelerini ve oluşumunu Mezopotamya'da sağlamadı ise de Oppert'in önemli ve yararlı notu, Sümerlerin ve Akadların Dicle ve Fırat nehirlerinin birleştiği bölgedeki ovalarda yerleşmesinden sonra bunların, göçlerinden önceki bir aşamayı başka bir yerleşme yerine taşıdıklarını düşündürmektedir. Gerçekten ,daha önce anlamlandırılan eşyaların biçimlerinden hareket etmeye çalışarak incelendiğinde, yazı elemanları haline gelen eşyalar yazının başlangıç yeri olarak Mezopotamya'dan başka bölgeye, daha kuzeyde bitki örtüsü belirgin ölçüde farklı ve örneğin ne aslanın, ne kedi cinsinden büyük et yiyicilerin bilinmediği, palmiye ağaçlarının bulunmadığı bir bölgeye işaret ediyor gibidir.***

Mezopotamya'daki Sümer ve Akadların yazı sistemine ilişkin ilk denemelerin ve daha bu ilk denemeler sırasında noksansız hale gelmiş olan madenciliklerinin doğum yerini bulabilmek için Kitab-ı Mukaddes'in doğudan Shine'ar ülkesine gelen Babil kulesi yapımcılarına izlettiği, onların da göç yolu olan ve Mezopotamya törelerinde ve çivi yazısı metinlerinde insan ırkının başlangıç noktası ve Tanrıların toplanma yeri olarak önemli bir rol oynayan ve daha önceki kitapta geniş şekilde bahsettiğimiz bu Kuzeydoğu'daki dağa ulaşan yolu tırmanmak gerekir. (Atatürk'ün notu: çok mühim)

Böylece, Mezopotamya'daki demirciliğin kökenini Sümer ve Akadlara , yani ilkel TURANLI kavimlere getirmek ve dünyanın bu bölümündeki çivi yazısının oluşmasını onlara bağlamak durumundayız.*****


"ATATÜRK'ÜN OKUDUĞU KİTAPLAR - Derleyen Gürbüz D.Tüfekçi,İş Bankası Yayınları,1983 " - kitabından alıntıdır. 

Aşağıda ise sözü edilen kitabın orjinal İngilizce ve Fransızca kitaplarına ulaşım adresleri vardır.


İNGİLİZCE OLARAK :
A MANUAL of the ANCIENT HISTORY OF THE EAST,
TO THE COMMENCEMENT OF THE MEDIAN WARS.
FRANCOIS LENORMANT,VOL. I. COMPRISING THE HISTORY OF THE EGYPTIANS,ASSYRIANS, AND BABYLONIANS.




FRANSIZCA ONLİNE OKUMA:
HISTOIRE ANCIENNE DE L'ORIENT JUSQU'AUX GUERRES MÉDIQUES
PAR FRANÇOIS LENORMANT

link:



___________________

MARİO ALİNEİ - 
ETRUSCAN : AN ARCHAİC FORM OF HUNGARİAN
ETRÜSKLER VE MACARLAR 
(Kİ MACARLAR DA TÜRKLERLE AKRABADIR)








BAŞLANGIÇTA "AT" İLE İLGİLİ HERŞEY 
TÜRK'TÜR.


___________________________________.










HİTİT / ETRÜSK VE TÜRKLERDE FALCILIK






HİTİTLER'DE KARACİĞER FALI , KUŞ UÇUŞU FALI ve
BUNLARIN ETRÜSKLER'DEKİ UZANTISI


Eski Çağ insanı, doğadan korktuğu, kontrol edemediği, kendisinden üstün gördüğü varlık ve olayların tanrısal güçler olduğuna inanmıştır. Bunun sonucu olarak Güneş, Ay, gökyüzü, toprak, su, bitki vb. doğa unsurları ilahlaştırılmış, başlangıçta tüm dinler politeizm, yani tanrılar alemi (pantheon) anlayışı üzerine inşa edilmiştir. 

Eski Çağ insanının, tanrıların kendisiyle ilgili almış oldukları kararları öğrenme arzusu ise, falcılığın temelinde yatmaktadır. Bütün eski toplumlarda olduğu gibi, gerek Hititler, gerekse Etrüskler tanrısal iradenin bilinmesine izin verecek falcılık teknikleri geliştirmişlerdir ki, karaciğer falı ve kuş uçuşu falı bunlar arasında yer almaktadır. 

Bu çalışmada;
Hititler ve Etrüskler cephesinden farklı zaman ve mekanda hayat bulmuş olmasına karşın, benzer kimlik arz eden bu iki teknik ele alınmıştır. 

Böylece, Anadolu’nun ileri medeniyetlerinden birini kuran Hititler ile, yine Avrupa’nın ileri medeniyetlerinden birini kuran, Anadolu orijinli bir kavim olduğu görüşü büyük ölçüde kabul gören ve Roma kültürü üzerinde önemli ölçüde tesir sahibi olan Etrüskler arasında kültürel bir bağlantı bulunduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.

___

Giriş
Eski toplumlar için doğadaki fenomenlerin hepsi belitseldi. Şu demek ki, insanın kontrolü dışında olduğu görülen olağanüstü olayların hepsi kudretli, ama insana benzeyen ilahi güçler, yani tanrılar tarafından tanzim edilirdi.

Dünya’nın bölümlere ayrılı ve her birininde ayrı bir tanrının kontrolü altında olduğuna inanılırdı. Tanrılar görülemez ve ölümsüzlerdi. Fakat, ihtiyaçları, ilgi duydukları konular ve kendilerine tapınanlara yönelik tutumları açısından bir insan olarak düşünülürlerdi.(1) 

Romalı düşünür Marcus Tullius Cicero (MÖ 106-43), yeryüzünde falcılığı (2) kullanmayan bir toplum yoktur diyerek çok yerinde bir teşhiste bulunmuştur. Ona göre, falcılığın temelinde, insanın, tanrıların kendisiyle ilgili almış oldukları kararları öğrenme isteği yatmaktadır.(3)

Bütün eski toplumlar benzeri Hititler ve Etrüskler, tanrısal iradenin soruşturulacağı, ya da tanrısal öğüdün talep edileceği çeşitli falcılık tekniklerine başvurmuşlardır.

Karaciğer falı ve kuş uçuşu falı bunların ikisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, MÖ 2. bin yılda Anadolu’da ileri bir uygarlık tesis eden Hititler ile, yine MÖ 8.-1. yy.da İtalya’da ileri bir uygarlık tesis eden, Anadolu kökenli oldukları görüşü büyük ölçüde benimsenen (4) ve Roma kültürü üzerinde önemli miktarda tesir sahibi olan (5) Etrüskler’de, benzer şekilde rast gelinen bu ritüellerin mütalaa edilmesi, birbirinden farklı zaman ve mekanda hayatiyet kazanan bu iki toplum arasında kültürel bir bağ kurulması açısından önem arz etmektedir.



Hititler’de Karaciğer Falı ve Kuş Uçuşu Falı

Yazılı belgelerde kendilerinden Bin Tanrılı (6) olarak bahsedilen Hititler, kaderlerini bu tanrıların yönettiğine, yaşamları boyunca başlarına gelen tüm iyi ve kötü olayların, hastalık ve sağlığın onlar tarafından verildiğine inandıklarından, tanrılarını hoşnut etmeye, çok sayıda kurban ve bayram törenleri, dua ve adaklarla onlara karşı görevlerini eksiksiz yerine getirmeye son derece özen göstermişlerdir. 

Hattuşa’da (Çorum/Boğazköy) arkeolojik kazılar sırasında ortaya
çıkarılmış ve devlet arşivlerine ait olan binlerce çivi yazılı tabletin çoğunluğunun dini içerikli olmasının nedeni tanrılara karşı duyulan bu korku ve saygıdır. 

Dinsel konularda yapılan hatalar ve işlenen çeşitli suçlar, tanrıların öfkelenmesine yol açacağından, insan için kötü sonuçlar meydana getirebilirdi. Bu bakımdan, tanrıların isteklerini öğrenmek ve kızmışlar ise, nedenlerini araştırıp, bularak öfkelerini gidirmek, Hititler açısından çok önemliydi. Bu nedenle, doğadaki bir takım olağanüstü olayları tanrıların insana kendiliklerinden verdikleri işaretler, isteklerinin belirtileri olarak yorumlama yoluna gitmişlerdir.

Ancak, bir tür kehanet (omen) (7) olan bu işaret gözlemlerini yeterli
bulmayarak, tanrıların isteklerini, bir şeye öfkelenmişlerse, nedenlerini öğrenmek, ya da kendileri ile ilgili bazı somut sorulara yanıt alabilmek amacıyla bir takım teknikler aracılığına, yani fala (oracle) başvurmuşlardır. Hititler’in yaşamında kehanetten çok daha önemli bir yer tutan falcılığın kendine özgü yönü ise, bir takım somut sorunlara tanrılardan yanıt alabilmek amacıyla kullanılmış olmasıdır.(8) Bir başka deyişle, falcılık, neredeyse, akılcı ve bilimsel şekilde işleyen evrensel bir aydınlanma aracına dönüşmüştür. 

Örneğin, askeri harekat sırasında doğru rotanın çizilmesi, kralın düşmanlarının kimliği ve yapacağı kötülükler, saray entrikaları, yeni kralın tahta çıkması için uygun zaman, kült işlemlerinin tanrıların isteğine uygun bir biçimde gerçekleştirilmesi gibi önemli durumlarda falcılığa başvurulmuştur.(9) 

Mevcut Hitit fal metinlerinden anlaşıldığına göre, falların uygulanmasının genellikle aynı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Önce fala konu olan soru sorulmakta, sonra ne tür fal yapılıyor ise, onun uygulamasına geçilmekte ve sonunda saptanan olumlu sonuç [evet (SİG5)] veya olumsuz sonuç [hayır (NU.SİG5)] kaydedilmekteydi. Eğer falın sonucu istenilen biçimde değilse, diğer sorularla fala devam edilmekte, bazı hallerde ise, bir fal tekniğinde elde edilen yanıt, diğer fal teknikleri ile kontrol edilerek eylem elden geldiğince sağlama alınmaya çalışılmaktaydı.(10) 

MÖ XIV. yy.ın ilk yarısında yaşamış bir Hitit prensi olan Kantuzili’nin duası, Hitit teolojisinde falcılığın önemini açıkca ortaya koymaktadır: 

“Ama (şimdi) tanrım kalbinin derinliklerinden gelerek isteğini ve rızasını açsın. O bana hatamı (açıklama) lütfunda bulunsun ve ben de hatamı kabul edebileyim. Tanrım ya düşümde benimle konuşsun, tanrım bana isteğini açsın, (bana) (hata)mı tanıtsın da, ben de bileyim (11). Ya da falcı kadın (12) benimle konuşsun, (ya da) kurban falcısı karaciğeri (okuyarak) bana seslensin.”. 

Bu metinden, yakarmış olduğu tanrı tarafından terk edildiği anlaşılan Kantuzili’nin, tanrısal hiddetin olası nedenlerini -tanrıların istekleriyle çelişerek Dünya’nın düzenine aykırı düşen girişimler veya davranışlar- araştırmakta olduğu anlaşılmaktadır. (13) 

Yine, ülkeyi kasıp kavuran veba salgını yüzünden kişisel sorumluluk duygusuyla kıvranan Hitit kralı II. Murşili (MÖ 1339-1306) tanrılara şu şekilde yakarmaktadır: 

“(Siz) tanrılar, efendilerim Hatti ülkesinde salgın oldu. Hatti ülkesi salgın yüzünden baskı altında tutuldu. O, çok sıkıştırıldı. Yirmi yıldan beri Hatti ülkesi çok (sayıda kayıplarla) ölüme sürüklendiğinden aklıma Tuthaliya’nın oğlu genç Tuthaliya konusu geldi. Tanrıdan fal yoluyla gerçeği öğrenmeye çalıştım. Tanrı tarafından (falda) genç Tuthaliya konusu saptandı. Genç Tuthaliya Hatti ülkesinin efendisi iken ona Hattuşa’nın prensleri, komutanları, binbaşıları, subayları, (önde gelenleri), askerlerinin ve araba savaşçılarının hepsi onun üstüne yemin ettiler. Babam da onun üstüne yemin (etti).”. (14)


Hititler’in çeşitli fal teknikleri kullandıkları görülmekte olup, bunlar:
1-Karaciğer falı (KUSˇ ), 
2-Kuş uçuşu falı (MUSˇ EN), 
3-Talih falı (KİN), 
4-Hurri kuş falı (MUSˇ EN HURRİ), 
5-Yılan falı (MUSˇ ) şeklinde sıralanabilir. (15)

Hititler, kültürleri MÖ 2. bin yılda Yukarı Mezopotamya ve Kuzey Suriye’yi etki altına almış olan Hurriler’in Babil orijinli karaciğer falını kendilerine uyarlamışlardır. (16) Öncelikle şunu ifade etmek icap eder ki, bu fal tekniğinde amaç, Babil’deki uygulandığı şekliyle genel anlamda hangi olayların meydana geleceği hususunda kehanette bulunmak değil, değinildiği üzere, bazı somut sorulara yanıtlar elde etmektir (17). 

Babil karaciğer falcılığının Hurriler tarafından kullanışı sırasında Akkad terminolojisinin yerini çoğunlukla Hurri terminolojisine bırakmış olmasından ötürü, Hitit karaciğer falcılığında da Hurri terminolojisi hakimdir ve Hurrice’ye ait terimler, ilk heceleri şeklinde, yani kısaltılmış olarak kullanılmıştır. 

Bu kısaltmaların yanı sıra, daha az olarak da, Akkadca ve Sümerce terimlere de yer verilmiştir. Karaciğer falı, kendine has terminolojisi ve de özellikle kısaltılmış terimlere sahip olması dolayısıyla, anlaşılması en zor Hitit fal tekniğidir. (18) Kullanılan terimlerin hangi anatomik noktaların karşılığı olduğu, günümüzde tespit edilememektedir. (19) 

Falın uygulaması, tanrılara sunu olarak yeni kesilmiş ve hala seğirmekte olan bir koyunun karaciğerine yoğunlaşılmak üzere, iç organlarının (kalp, safra kesesi, bağırsaklar vb.) incelenmesine dayanmakta, yanıtı da, bunların bir takım özellikleri ki, karşılaşılan her olağan dışılık özel bir ön belirti karşılığıdır, dikkate alınarak olumlu veya olumsuz olarak saptanması şeklinde tecelli etmekteydi. (20)

Hattuşa’da, karaciğer falında incelenen özelliklerin üzerine yazılmış olduğu ve öğrenim amacıyla, yani ders ve başvuru malzemesi olarak kullanıldığı sanılan, kilden yapılmış karaciğer modelleri ele geçmiştir (bk. Ek Şekil: 1). (21)


Karaciğer falı örnekleri: 
1-“Majesteleri bu sene kışı Hattuşa’da geçirmek istiyor. Eğer majesteleri yukarıda Hattuşa’da (ikamet ettikleri sürece), majestelerinin elinden çıkabilecek bir günahtan korkmamızı gerektiren birşey yoksa, et falı iyi olsun.”. (22) 
2-“Birinci et falı olumsuz olsun, sonraki olumlu olsun.
İlk ciğerin kalınlaşmış bölümü yukarı baktı: Olumsuz. 
Sonraki ciğerin ni, sˇi, ki ve (yolu)nun sol tarafında bir bere var; GAR içine büzülmüştür. On iki bağırsak kıvrımı: Olumlu.”.(23)


Hititler’in kullandıkları bir diğer fal tekniği de, Anadolu kökenli olan ve en erken örnekleri II. Murşili döneminde görülen kuş uçuşu falıdır. (24) 

Falın uygulaması ise, belirli bir zaman süresinde, görüş alanı içinde kalan kuşların gözlemlenmesi neticesinde, bu kuşların, fal sorusunun yanıtını ya belirlemeleri, yani onaylamaları, ya da reddetmeleri üzerine kuruludur.(25) Bu amaçla, fal kuşları denilen ve sayıları kırkı geçen kuş türü dağ, bayır, ırmak vadileri, su birikintileri ve diğer doğal habitatlarında büyük bir titizlikle gözetlenmişlerdir.(26)

Sadece kuşların uçuş şekilleri, düzenleri ve yönleri, konmaları ve kalkmaları değil, çıkardıkları sesler, gagalarının büküldüğü yönler, ayaklarının hareketi gibi münferit davranışları da takip edilmiştir. (27) Kuşların gözlemlenmesi maksadıyla, Kızılırmak ve Yeşilırmak Vadisi ile Bafra, Ceyhan, Seyhan ve Göksu deltalarına kadar gidilmiş, tıpkı günümüz ornitologları (kuş bilimi uzmanı) gibi kuş sürülerinin yakalanabilmesi için de, bazen günler, haftalar, hatta aylarca sabırla beklenilmek zorunda kalınmış ve elde edilen sonuçlar vakit kaybedilmeksizin mektuplar veya özel ulaklar vasıtasıyla ulaştırılmıştır.(28)


Kuş uçuşu falı örneği: 

“Majesteleri seferden geri döndüklerinde tanrıların ayinlerini kutlayacaktır. Kral ve kraliçe Hattuşa’da kışlayacaklar ve kral ve kraliçe, Halep kenti Fırtına Tanrısı’nın Şimşek Bayramı’nı orada Hattuşa’da kutlayacaklardır. (Ayrıca) Yıl Bayramı’nı da orada kutlamak istiyorlar. Bereket (?) kuşlarını orada toplayacaklar. Çiğdem (?) vakti geldiğinde, tanrılara çiğdem (çiçeği) koyacaklar. 

Ey tanrılar, eğer Hattuşa kentini kral ve kraliçe için Halep Fırtına Tanrısı’nın (Fırtına Bayramı’nı kutlamak ve) kışı geçirmek için kayıtsız şartsız uygun buluyorsanız, kral ve kraliçenin başına gelebilecek ölüm (veya) ciddi bir hastalıktan endişe etmememiz gerekiyorsa (ve) eğer kötülük ta oraya kadar yayılmayacaksa, ey tanrılar, Hattuşa’yı kral ve kraliçe için Halep kenti Fırtına Tanrısı’nın (Fırtına Bayramı’nı kutlamak üzere) kışlamaları için uygun buluyorsanız, (bu durumu) üçüncü günün büyü (?) kuşları tespit etsinler.

Kartal kalkıp uçtu; gagasını ileriye doğru tutuyor, harrani kuşu (ise) yerde (?) ve gagasını ters (?) çevirmiş. Aliliya kuşu iyi parselden çıktı ve öteye doğru gitti. Arsintathi kuşu uçarak (?) yolun ötesine (geçti). Aramnanza kuşu öte tarafa doğru geçti. İkinci günde zahurlitinzi kuşu …’den, kartal ise ön taraftan iyi parselden geldi ve gitti. Bir tilki koşarak (?) öteye doğru, yolun öte tarafına geçti gitti. Üçüncü günde aliliya kuşu öte tarafa doğru gitti; ama kartal dolaşmakta (?), gagası öteye dönük. Bir büyü yaptık. Aliliya kuşu iyi parselden çıktı ve gitti. Pattarpalhi kuşu dolaşmakta (?). Harrarani kuşu yolun ötesinde kanat çırparak (?) öte tarafa gitti. (Kuş falcıları) (29) Pihatarhu ve GE6.Sˇ ESˇ şöyle (yorumlarlar): (Kuşlar) olumlu işaret verdiler.”.(30)



Etrüskler’de Karaciğer Falı ve Kuş Uçuşu Falı

Etrüskler, Eski Çağda Etruria olarak isimlendirilen, günümüzde ise, Toscana, Lazio’nun kuzey bölümü ve Umbria’nın batı şeridi kapsamındaki bölgeye denk gelen Orta İtalya’nın batısındaki yerleşim sahasında, MÖ 8. yy. ile MÖ 1. yy. arasında tarih sahnesinde kalmışlardır. (31)

Etrüskler tarafından yazılmış tarihi veya edebi bir metnin henüz ele
geçmemiş olması nedeniyle (32), Etrüsk tarih ve kültürü hakkında yalnızca Latin ve Grek yazarlar tarafından kaleme alınmış eserler [örneğin, Titus Livius (MÖ 59-MS 17)/Ab Urbe Condita (Kentin Kuruluşundan İtibaren) & Herodotus/ Historiai (Tarih)] - Bunlar, Etrüskler’e dair yazılmamış olup, sadece bahisler oranında yer almaktadırlar.- ile arkeolojik kazılar sonucunda gün ışığına çıkmış Etrüsk buluntularından bilgi sahibi olunabilmektedir. (33)

Etrüskler’in dini ve inanışları politeizm üzerine kurulmuştur. (34) Bunun yanı sıra, Romalılar tarafından tamamına Etrusca Disciplina (Etrüsk Düzeni) veya Libri Tagetici (Tages’in Kitapları) (35) ismi verilen vahiy niteliğinde üç adet Etrüsk gizli öğreti kitabı (Libri Haruspicini, Libri Fulgurales, Libri Rituales) (36) bulunmaktadır ki, bunlar, Etrüsk teolojisi içinde çok özel bir yere sahiptir.(37)

Bu kitaplardan Libri Haruspicini, kurban edilen hayvanın karaciğerinin (38) incelenmesine dayalı olarak, tanrıların isteklerinin öğrenilmesine dair gizli bilgileri içermekte idi. (39) 

Etrüskler tarafından netsvis olarak isimlendirilen din adamı ki (bk.Şekil: 4a & 4b), Roma’da bu ritüeli gerçekleştiren din adamına haruspex (40) adı verilmektedir (41) (bk.Şekil: 6), karaciğerin vücuttaki olağan yerini, rengini ve biçimini bilmekte, organın farklı bölgelerine ait özelliklerin ve olağan durumdan sapmaların tanrıların isteklerine tercüman olduğundan hareketle, tanrısal iradeyi belirlemekteydi. (42) 

1877 de Piacenza yakınlarındaki Grossolengo’da bulunan koyun karaciğeri modelinin, karaciğer falında netsvis için bir öğrenim malzemesi olarak görev yaptığı düşünülmektedir. (43) Üstünde; piramit, yarım küre ve yan yatmış koni şeklinde üç çıkıntı yer almakta olup, on altı göksel bölgeye paylaştırılmış kırk tanrının adları yazılıdır (bk.Şekil: 3). (44) 

Tanrılar, büyük olasılıkla, henüz saptanamamış belli bir düzene göre gruplandırılmıştır. (45) Bu model, mikro kozmosu temsil ederek, makro kozmosu yansıtmaktadır.(46) Zira, karaciğer falı felsefi anlamda; tanrısal, kozmik ve insani olmak üzere, üç başvuru düzlemi arasındaki bağıntıyı varsaymaktadır. Sözün kısası, bu fal tekniği sayesinde makro kozmos ile mikro kozmos aynı düzlemde bir araya gelmektedir.(47)

Etrüskler, birtakım kuşların gökyüzündeki pozisyonları ile uçuş istikametlerinin gözlemlenmesine dayalı olarak da, tanrısal iradeyi sorgulamışlardır. (48) 

Kuş uçuşu falını icra eden Etrüsk din adamı ki, Roma’da özellikle
kartal ve akbabaların uçuşuna istinaden bu ritüeli gerçekleştiren din adamına Augur (49) adı verilmektedir (50) (bk.Şekil: 7), kuşlar vasıtasıyla tanrılardan gelecek olan iyi veya kötü arzuların tercümanı vazifesini üstlenmiştir.(51) 

Bu kişinin ayırt edici malzemesi ise, elinde taşımakta olduğu ucu kıvrık asasıydı (bk.Şekil: 5).(52) 

Falın tatbik edileceği mekan olaraksa, kuşların rahatlıkla izlenmesine müsait niteliğe sahip ya bir kayalığın üstü, ya da yapay bir platform tercih edilmekte idi.(53) 

Roma’da Augur görevini, kendisine tahsis edilen kutsal alanda bulunan yüksekçe bir yerde [templum (Tapınak manasına gelen; İngilizce, Fransızca’daki temple, Almanca’daki tempel ve İtalyanca’daki temploi sözcükleri templum’dan gelmektedir.)] ve ayakta durarak yerine getirmiştir.(54) Ayrı olarak, Etrüskler’in bir kentin kuruluşu esnasında kuş uçuşu falı aracılığıyla ilk önce kent akslarını belirledikleri bilinmektedir. Bunun en iyi örneği ise, Marzabotto’dur.(55) Lakin, şunu ifade etmek gerekir ki, Etrüskler’de bu fal tekniği, karaciğer ile yıldırım ve gök gürlemesi fal tekniklerine nispetle arka planda kalmıştır.(56)



Sonuç

Hititler yoğun biçimde Hatti, Mezopotamya ve Hurri etkileri altında kalmış olmalarına rağmen, ulusal kimliklerini yitirmemişler, aksine kendilerine özgün ve Yakın Doğu’da benzeri olmayan yüksek düzeyde bir uygarlık yaratmışlardır.

Sahip oldukları rasyonalist ve realist tutumlarıyla, dilleri ve dinleri birbirlerinden ayrı düzinelerce halkla birlikte yarım bin yıl süresince yaşamayı başarmışlardır.(57) Her şeyi öğrenmeye açık olmaları ve de kendilerine mantıklı gelen her şeyi benimseyip kendi kültürleriyle bütünleştirmeleri, tesis ettikleri hayranlık uyandırıcı medeniyetin mühim bir temel taşı olarak karşımızda durmaktadır. 

İnanç sahasında sergiledikleri hoşgörü ve yararcılık bu hususun
tezahürüdür.(58) Hitit kültüründe dua ve kült işlemlerinin yanı sıra, falcılık dinsel yaşamın, etkileri küçümsenemeyecek olan ana unsurları arasında olup, bazı önemli öğeleri Babil ve Hurriler’den alınmış olsa da, Eski Doğu Dünyası’nda eşsizdir. Daha evvel işaret edildiği üzere, nerede ise, akılcı ve bilimsel biçimde işleyen üniversal bir aydınlanma aracına dönüşmüş olması, ona, benzersiz etiketini temin etmektedir.(59)

Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünü belirleyen nedenlerden birini oluşturan Ege Göçleri’ne (Deniz Kavimleri Göçleri) (MÖ 13. yy.ın sonları ile 12. yy.ın başları) katılan kavimler arasında yer alan Turshalar (60) Etrüskler’e idantifiye edilmektedir.(61) 

Bu husus, Etrüskler’in Anadolu orijinli olmaları (62) yanı sıra, Hitit kültürü ile temas durumunda bulunmuş olabileceklerini beraberinde getirmektedir (63). Lakin, Hititler’in Etrüskler’den hiç bahsetmemeleri ise, muhtemelen, hiçbir vakit Hititler’in nüfuzu altına girmemiş olmaları ile izah olunabilir. (64) 

Bu bağlamda, Etrüskler’deki mevcut karaciğer ve kuş uçuşu fal
tekniklerine, Hititler vasıtasıyla kendilerine intikal etmiş olan Doğu mirası gözüyle bakılmaktadır. (65) Bir farklı deyişle, Hititler’in transferde aracı rolü üstlendikleri anlaşılmaktadır.(66) Görünen odur ki, Hititler aracılığıyla Etrüskler’e, Etrüskler yoluyla da Roma’ya geçmiş olan kültürel bir edinim söz konusudur. Hititler Doğu ile Avrupa arasında köprü başı görevi üstlenmişlerdir.(67)

Bilindiği üzere, Batı medeniyetinin esası Grek ve Roma kültürleridir.(68) Bu çalışma içerisinde izlenebildiği gibi, Roma kültürünün ise, Etrüsk ve Doğu medeniyetine ait gözardı edilemeyecek öğeleri bünyesinde barındırdığı örneklendirilebilmektedir.

Bu olgu da, Roma’nın, dolayısıyla Batı medeniyetinin irdelenmesine alışılmıştan farklı bir bakış açısı kazandırmaktadır. Kuşkusuz
Romalılar, genişliği, kurumlarının ömrü ve tutarlı yapısıyla tarihin gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından birisini kurmuşlar, Batı Avrupa’daki ülkelerin pek çoğu ve bunların Amerika kıtası ve Pasifik Okyanusu’ndaki uzantıları geniş çapta bu yapıdan esinlenmiştir. 

Roma’nın Grek uygarlık kalıtını olduğu gibi alıp özümsemeyi başardığı da aşikardır. Oysa, modern çağlara değin haketmedikleri şekilde unutulmuşluğa terkedilen Hititler ile Etrüskler’e dair atılan her adım, Grek ve Roma medeniyetleri kadar ileri, hatta bir çok konuda daha önde, iki uygarlık portresi sunmaktadır. 

Ancak, ilim adamlarının adeta yap-boz oynarcasına parçaları tek tek birleştirip, hayranlık uyandırıcı bu iki topluma ait tabloları tamamlayabilmeleri için, daha katetmeleri gereken uzun bir yol ve süreç önlerinde uzanmaktadır. 

Son olarak, gelecekte Hititler ve Etrüskler’e ait ele geçebilecek yeni bulgular vasıtasıyla, her iki toplumun kültürel temasına ilişkin daha sarih bir görüntünün ortaya çıkacağı düşünülmektedir.



Dr.Murat Orhun
Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, 
Tarih Anabilim Dalı, Eski Çağ Tarihi Bilim Dalı
Akademik Bakış Cilt 3, Sayı 5
Kış 2009

pdf indirme :


dipnotlar:

1) Oliver Robert Gurney, Hititler (çev. Pınar Arpaçay), Ankara 2001, s. 133, 134. Politeizm; birden çok tanrıya, ya da tanrısal varlığa, iyilik veya kötülük kaynağı doğaüstü güçlere tapınmayı, ya da onlardan sakınmayı temel alan inanç ve ayin sistemi olarak tanımlanmaktadır. Ana Britannica VI, İstanbul 1993, s. 509.

2) Falcılık; ussal bir temele dayanmadığı düşünülen çeşitli tekniklerle, gelecekten ve bilinmeyenden haber verme ve kişilik okuma sanatı olarak tanımlanmaktadır. Ana Britannica VIII, s.430.

3) Ahmet Ünal, Hititler-Etiler ve Anadolu Uygarlıkları, İstanbul 1999, s. 257.

4) Etrüskler’in kökenine ilişkin farklı görüşler bulunmakta olup, bunlar: 

***1-Doğulu görüşü: 
Herodotus’a (MÖ 484-420) göre, Etrüskler’in ana vatanı Anadolu’daki Lydia’dır.  Herodotus I.94.

***2-Yerlilik görüşü: 
Halicarnassus Dionysius (MÖ 60-MS 7) ise, Etrüskler’i, İtalya’da çok eski zamanlardan beri var olan yerli bir kavim olarak kabul etmektedir. Halicarnassus Dionysius I.26, 30.

***3-Kuzeyli görüşü: 
Etrüskler, İtalya’ya Alp Dağları üzerinden gelmiş olan Hint-Avrupa kökenli bir kavimdir. H. H. Scullard, The Etruscan Cities and Rome, Ithaca, New York 1979, p. 43. 

***4-Oluşum görüşü: 
Etrüskler, İtalya’daki yerli ve yabancı tüm etnik unsurların, uzun bir tarihi ve kültürel süreç içerisinde, çeşitli etkilerle de yoğrularak, birbirlerini özümlemesi sonucu yepyeni bir kimlik kazanmasıyla meydana gelmiş, İtalya’nın yerlisi olan bir kavimdir. Alain Hus, The Etruscans, New York 1961, pp. 79, 80. 

Bu görüşlerin en çok bilineni ve büyük ölçüde kabul göreni ise, Etrüskler’i Anadolu orijinli sayan Doğulu görüşüdür. Henry Harrel-Courtés, Etruscan Italy, New York 1964, p. 10. 

Geleceğin bilimi addedilen genetik mühendisliği kullanılmak suretiyle, Guido Barbujani başkanlığındaki on üç ilim adamı tarafından İtalya’da 2004 yılında yapılan ve Etrüskler’in genetik olgunlukları modern toplumların seviyesine sahip nitelikte biyolojik olarak homojen bir kavim, genetik açıdan da, günümüzde İtalya’da yaşayan İtalyanlar’la değil, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika bölgesinde yaşayan insanlarla akraba olduklarını kanıtlayan antropolojik araştırma, köken problematiğine ve de Doğulu görüşüne yepyeni bir ivme kazandırmıştır. Cristiano Vernesi vd., “The Etruscans: A Population-Genetic Study”, American Journal of Human Genetics, LXXIV/4, 2004, pp. 694-704.

5) Devlet iktidarını kullanabilme, velayet altındaki kişilere emir verebilme ve uygulanması için gerekli tedbirleri alabilme yetkisi şeklinde tarif edilebilecek imperium kavramı, Roma’ya Etrüskler’den geçmiş olup, Roma, bu kavramı sadece felsefi anlamda değil, şekil bazında da Etrüskler’den almıştır. Massimo Pallottino, The Etruscans, Harmondsworth, Middlesex 1955, p. 143; Michel Villey, Roma Hukuku Güncelliği (çev. Bülent Tahiroğlu), İstanbul 2000, s. 16. 

Roma consul’leri bir makam koltuğuna (sella curulis) oturmuş, kenarlarında erguvan renkte şeritler bulunan bir toga (toga praetexta) giymiş, dışarıda yürüdükleri zaman ise, birbirine bağlı dallardan mütevellit bir demete sarılı çift ağızlı bir el baltasını (fasces) omuzlarında taşıyan on iki asker (lictores) önlerinden kendilerine refakat etmiştir. 

Imperium’u sembolize etmekte olan gerek consul’lerin kişisel donanımı, gerekse önlerinde giden askerler ve onların donanımı, Etrüsk orijinli geleneğin bir devamıdır. Jacques Heurgon, Daily Life of the Etruscans, New York 1964, p. 44. 

Roma ordusu üzerindeki patricius’ların (aristokrat sınıf) tekelini kırarak plebs’lerinde (avam sınıf) orduya alınmasını temin eden, sınıflara ayırmak suretiyle, onun sistemli bir ordu olmasını sağlayan ve de ona phalanx düzeninde savaşmayı kazandıran Etrüskler olmuştur. H.H. Scullard, a.g.e., pp. 222-225. 

Roma portre sanatındaki dış görünüşün tam olarak yansıtılmak
isteniş ve gerçekçiliğe yöneliş üslubu, Etrüskler’in Roma sanatına bir mirasıdır. Gina Pischel, “Roma Sanatı”, Sanat Tarihi Ansiklopedisi-Görsel Güzel Sanatlar Ansiklopedisi I, İstanbul 1981, s. 129.

Roma’nın en çok bilinmesi yanı sıra, en önemli mitosu olarak kabul gören Remus ve Romulus efsanesindeki kurt motifi Asya bozkırları menşeili olup, Etrüskler aracılığıyla Batı Dünyası’na intikal etmiştir ki, bu efsanenin ürünü, Roma’nın sembolü vasfına haiz Remus ve Romulus’u emziren dişi kurt heykeli de bir Etrüsk eseridir. Otto J. Brendel, Etruscan Art, Harmondsworth, Middlesex 1978, p. 253; İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Ankara 1987, s. 120. 

Roma mimarisi, yol yapımı ve su taşıma teknikleri ile Tuscania düzeni ve atrium tarzını Etrüskler’e borçludur. Axel Boëthius, Etruscan and Early Roman Architecture, Harmondsworth, Middlesex 1987, pp. 90, 102; Mortimer Wheeler, Roma Sanatı ve Mimarlığı (çev. Zeynep Koçel Erdem), İstanbul 2004, s. 142, 143. 

Roma kentindeki Eski Çağın en eski ve en büyük circus’u olan Circus Maximus ile Cloaca Maxima ismini taşıyan kanalizasyon şebekesi Etrüskler tarafından inşa edilmiştir. Hugh Last, “The Kings of Rome”, The Cambridge Ancient History VII, Cambridge 1964, pp. 370-406; Secda Saltuk, Antik Çağda Hipodromlar, Circuslar, İstanbul 2001, s. 21. 

Roma kentinde kurulmuş ilk tapınak olan Capitolium’daki Iuppiter Tapınağı; Iuppiter, Iuno ve Minerva’dan oluşan üçlü tanrı ideali; tanrıların antropomorfik karakteri, Etrüskler’in Roma din ve inanç sistemine armağanlarıdır. Sabahat Atlan, Roma Tarihinin Ana Hatları-Kısım I Cumhuriyet Devri, İstanbul 1970, s. 19; Donald R. Dudley, Roman Society, Harmondsworth, Middlesex 1991, p. 22; Martin Thorpe, Roma Mimarlığı (çev. Rıfat Akbulut), İstanbul 2002, s. 47; Çiğdem Dürüşken, Roma Dini, İstanbul 2003, s. 21. 

Roma denilince ilk akla gelen imgeler arasında ön sırada yer alan
Roma amphitheatrum’larındaki gladyatör dövüşleri Etrüsk orijinlidir. Michael Grant, The World of Rome, New York 1960, p. 142. 

Roma circus’larındaki Troia oyunları, Etrüskler’in Roma’ya bir
hediyesidir. Jacques Heurgon, a.g.e., p. 201. 

Tiyatro sanatının temel öncüleri olan satura ve fescennini versus, Etrüskler’in Roma’ya bir kalıtıdır. Sema Sandalcı, Roma Edebiyatında Satura Türü-Kelimenin Kökeni ve Edebi Gelişimi, İstanbul 2001, s. 15. 

Roma toga’sı, Etrüsk erkeği tarafından kullanılmış tebenna isimli pelerin çıkışlı bir giyim tarzıdır. Jacques Heurgon, a.g.e., p. 176.

Roma diş hekimliğinde uygulanmış köprü yöntemi, Etrüskler tarafından tatbik edilmiş usulün tekrarı mahiyetindedir. Ralph Jackson, Roma İmparatorluğu’nda Doktorlar ve Hastalıklar (çev. Şenol Mumcu), İstanbul 1999, s. 116. 

Roma, Latin alfabesini Etrüskler’den almış olup, Etrüskçe’den Latince’ye belirli sayıda sözcük transferi gerçekleşmiştir. Örneğin, Latince’deki; histrio (aktör), subulo (flütçü), atrium (açık merkezi oda, sofa, salon), persona (maske, rol, karakter) vb. sözcükler Etrüskçe kökenlidir. Raymond Bloch, The Origins of Rome, New York 1960, pp. 115, 116.


6) Hititler, Anadolu ve Suriye’de, kendi kültürlerinden farklı kültürlerle ve zaman zaman fethettikleri halkların tanrıları ile temas halinde bulunmuşlardır. Hitit merkezi hükümeti bir yandan yerel kültlerin hayatta kalmasını hoşgörüyle karşılarken, diğer yandan, yabancı tanrıların benimsenmesi süreçleri aracılığıyla, topraklarındaki farklı dinsel gerçekleri bir araya getirip bir devlet kültü içinde birleştirmeye çalışmıştır. 

Yabancı tanrıların Hitit pantheon’u içinde temsili, her bir tanrının kendi özellikleri temelinde olmuştur ki, bir şekilde, benzer özel niteliği olan tanrılar özümsenmiştir. Bunlar, Hitit metinlerinde neden çok sayıda tanrı isminin yer aldığını açıklar. Tanrı ismi sayısı o kadar çoktur ki, bizzat Hititler kendi tanrılarından söz ederken, Bin Tanrı anlatımını kullanmışlardır. Stefano De Martino, Hititler (çev. Erendiz Özbayoğlu), Ankara 2003, s. 90. 

Tanrıların transferi psikolojik bir savaş taktiği özelliği de taşımaktaydı. Zira, bir kentin güç kaynağı niteliğindeki yerel tanrılarının suretlerinin nakli ki, bu durum, o tanrıların vücuda gelmesi olarak görüldüğünden istenildiği zaman kopyalarının yapılamaması demektir, söz konusu tanrıların kültlerinin yerine getirilememesi ve kentin o tanrıların koruyucu etki ve güçlerinden mahrum kalmasını beraberinde getirmekteydi. 

Böylece, yeni tapınaklarında o tanrıların güçlerinden galip gelen taraf, yani Hititler yararlanıyordu. Birgit Brandau-Hartmut Schickert, Hititler-Bilinmeyen Bir Dünya İmparatorluğu (çev. Nazife Mertoğlu), Ankara 2004, s. 56.

Bununla birlikte, hızlı bir askeri devlet kurma sonucu ortaya çıkan kültürel boşluğun doldurulmaya çalışılmasını (compensate) gözardı etmemek gerekmektedir. Ahmet Ünal, a.g.e., s. 251.

7) Kehanet; doğal olayları, ya da insan yapısı nesneleri gözlemleyerek veya tanrısal güçlerle ilişki kurarak geleceği söyleme sanatı olarak tanımlanmaktadır. Ana Britannica XII, s. 396.

 Belkıs Dinçol, “Hititler’de Fal ve Kehanet”, Arkeoloji ve Sanat, IV, V, 1979, s. 6, 7, 9.

9) Daniel Schwemer, “Karaciğer Falı, Talih Falı, Kuş Uçuşu Falı ve Düş Yorumları-Alamet Yorumunun Türleri ve İşlevleri”, Hititler ve Hitit İmparatorluğu-1000 Tanrılı Halk, Bonn 2002, s. 454.

10) Ali Muzaffer Dinçol, “Hititler”, Anadolu Uygarlıkları-Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi I, İstanbul 1982, s. 90.

11) Hititler, tanrıların rüya yoluyla da insana isteklerini bildirebildiklerine inanmaktaydılar. Rüya aracılığıyla görünüp, dileklerini söyleyebilirler, herhangi bir nedenle kızmışlarsa, bunu açıklayabilirlerdi. İnsan, rüya yoluyla suçundan arındırılmasını tanrılardan dilenebilirdi. 

Ayrıca, doğal olarak görülen rüyanın yanı sıra, bir tür rüya falı denilebilecek, istihare rüyaları vardı ki, bunlar, Hititçe’de sˇuppi sˇesˇk [dinsel bakımdan temiz uyku (incubation)] terimi ile ifade olunmuştur. Bu, belirli bir konuda tanrılardan yanıt almak için, dinsel yönden temizlenerek, rüya görmek için uykuya yatmaktı. Rüya unsurunun en önemli rol oynadığı dönem III. Hattuşili (MÖ 1275-1250) devri olmuştur. 

Örneğin, III. Hattuşili’nin zaman zaman rüyasına girerek öğütler veren Şamuha kenti İştar’ı [Aşk ve Savaş Tanrı(ça)sı], Lawazantiya kenti (Elbistan/Kara Höyük) İştar’ının rahibinin kızı Puduhepa ile evlenmesini rüya yoluyla kraldan istemiştir. 

Ancak, rüya ve istihare unsuru Hititler’de hiçbir zaman asıl fal teknikleri kadar kurumsallaşmış değildir. Bunun nedeni ise, rüyanın fal kadar geniş bir uygulama sahasının olmayışıdır. Belkıs Dinçol, a.g.m., s. 8.

12) Hititler’de ritüeller, gereken etkinin sağlanması üzere, bu amaç için tutulan ehil kişiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Ritüel işlemler bütününde uzman olanlar arasında öne çıkanlar, aralarında birçok erkeğin de bulunduğu ve ağzında diş kalmamış yaşlı kadınlar izlenimi uyandırarak yanıltabilecek bir terim kullanmak gerekirse, kocakarı diye isimlendirilen kadınlardır.

Bunlar için kullanılan Hitit terimi, tam olarak kocakarı değil de, doğum yaptıran dişi anlamına geldiği için, gerçekte, ebelere verilen bir isim olan hasˇava’dır. Bu ünvanı taşıyan kadınlar, her durumda, çoğu kez hekimler, kahinler, büyücü rahipler ve diğer ritüel gösteri, şifa, kutsama sanatları uygulamacıları ile işbirliği yapabilen, çok yönlü uzmanlardı. Trevor Bryce, Hitit Dünyasında Yaşam ve Toplum (çev. Müfit Günay), Ankara 2003, s. 219, 220.


13) Daniel Schwemer, a.g.m., s. 453.

14) Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu-Çivi Yazılı ve Hiyeroglif Yazılı Kaynaklar, İstanbul 2001, s. 128. 

Hitit teolojisine göre, insan ölümlü ve günahkardır. İnsanın kendisi masum olsa bile, babasının günahı ona düşer, hastalık ve sefalet çeker, yürek acısı dindirilemez. Ancak, tanrılardan merhamet dilerse, tanrılar onu dinlerler. Çünkü, tanrılar merhametlidirler, kötü zamanların kurtuluş ümididirler. J. G. Macqueen, Hititler ve Hitit Çağında Anadolu (çev. Esra Davutoğlu), Ankara 1999, s. 168. 

İnsanın günahı ülkenin, hatta bütün evrenin üzerine yağar ve veba salgını işlediği bir günahtan sonra insana verilen bir cezadır ki, bu yüzden tanrılar ülkeye gereken önemi vermemişlerdir. II. Murşili’nin babası I. Şuppiluliuma (MÖ 1380-1340) tahta geçmek için prens genç Tuthaliya’yı öldürmüştür. II. Murşili vebanın kökenini aramaya giderek ona son vermek istemiştir. Isabelle Klock-Fontanille, Hititler (çev. Nuriye Yiğitler), Ankara 2005, s. 67. 

Üstelik, bu hususta kollektif istihare yoluna dahi başvurmuştur. 
Belkıs Dinçol, a.g.m., s. 8.

15) Daliah Bawanypeck, Die Rituale der Auguren, Heidelberg 2005, s. 4-11. 

Anadolu kökenli olduğu anlaşılan talih falının teknik olarak nasıl işlediği bilinmemekle birlikte, zar atmak, bakla tanesi veya mikado oyun çubukları atıp, ortaya çıkan kombinasyondan bir takım sonuçlar çıkarmak gibi bir teknik kullanılmış olduğu düşünülmektedir. 

Burada: iyilik, selamet, kötülük, yok olma, hayat, yaşam gücü, günah, hastalık, barış, gelişme, koruma, dua, hayırlı şey, uğursuz şeyler, olumluluk, olumsuzluk, öfke, ruh, düşünce, veba salgını, savaş, yıl, uzun yıllar, çözülme, görme gücü gibi soyut kavramlarla, taht, sandalye, silah, yol, kale, ülke, askerler, ateş, kan, ekmek, içki, vücut sıvısı gibi somut kavramlar ve düşman, kral, gözcü ve belirli kentlerin halkları ve nihayet çok sayıda tanrı, bilhassa koruyucu tanrılar sayılan nesneler arasında yer alırlar. 

Oyun taşları iyi ve kötü olarak iki genel kategoriye ayrılmakta, iyilerin çoğunlukta olduğu durumlardan olumlu sonuç, kötülerin çoğunlukta olduklarında ise, olumsuz sonuç çıkarılmaktadır. 

Hititler’in Kizzuwatna’da (Kuzeyindeki Toroslar ile birlikte Çukurova) yaşayan Hurriler’den almış oldukları ve yaygın biçimde kullandıkları Hurri kuş falı ise, günümüzde Çukurova’da hala var olan ve en iri kuşlar arasında sayılan toy kuşunun iç organlarının gözetlenmesine dayalı bir fal tekniğidir. Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu II, İstanbul 2003, s.129, 131. 

Hititler tarafından az uygulanmış olan yılan falı da, çok sayıda parsellere bölünmüş ve çeşitli isimler verilmiş -Bunlar: dinsel kavramlar ve yerler (tapınak, tanrıların bayramları, tapınağın ve evin ocağı), dinsel olmayan yerler (ev, kral sarayı, büyük kapı, hapishane) ve somut kavramlar (yıl, uzun yıllar, yaşam, gelecek günler, ölüm tehlikesi, günah, hastalık, isyan, kargaşalık) olarak sınıflandırılabilir.- bir havuzun içine atılan su yılanları veya yılan balıklarının bu bölümler arasında gidip gelmelerinin gözlemlenmesine dayalı diğer bir fal tekniğidir. Ali Muzaffer Dinçol, a.g.m., s. 91; Ahmet Ünal, a.g.e., 2003, s. 132.

16) Daniel Schwemer, a.g.m., s. 453.

17) Babil’deki kehanet inancı, bir defa tespit edilen belirti veya görüntüden sonra meydana gelen olayların, aynı belirtiler tekrar görüldüğünde aynı şekilde tekrarlanacağı varsayımına, yani sonuçların genelleştirilmesine dayanmaktaydı. 

Örneğin, bir kulağı eksik, kusurlu bir bebek doğduğunda ülkenin başına bir felaket geleceği şeklindeki bir kehanet, tek kulağı eksik her bebek doğuşunda yinelecektir. Oysa, Hititler’de kehanet unsuru, arada sırada oluşan bazı doğa dışı olayların, tanrıların verdikleri işaretler olarak gözlenmesinden öteye gitmemiştir. 

Çoğunluğu, Hurriler vasıtasıyla Babil’den Hititler’e geçen, fakat, ayrı bir dünya görüşünün ürünleri olan kehanet türleri, Hititler tarafından ancak kendi bünyelerine, yani anlayış ve kafa yapısına uyduğu oranda kabul görmüş, bazıları Akkadca’daki asıllarından Hititçe’ye çevrilmekle birlikte, genellikle büyük bir kısmı uygulama alanına girmeyen yabancı bir literatür malzemesi olarak kalmıştır. 

En fazla kullanılanı ise, Ay, Güneş ve yıldızların işaretleri, Ay ve Güneş tutulmaları, kuyruklu yıldızların işaretleri gibi astrolojik kehanet türleridir. Belkıs Dinçol, a.g.m., s. 7, 8.

18) Belkıs Dinçol, a.g.m., s. 8, 10.
19) Ali Muzaffer Dinçol, a.g.m., s. 90.
20) Trevor Bryce, a.g.e., s. 168; Stefano De Martino, a.g.e., s. 103.
21) Ali Muzaffer Dinçol, a.g.m., s. 90; Daniel Schwemer, a.g.m., s. 453.
22) Ahmet Ünal, a.g.e., 2003, s. 132.
23) Ali Muzaffer Dinçol, a.g.m., s. 90.
24) Belkıs Dinçol, a.g.m., s. 10; Ahmet Ünal, a.g.e., 2003, s. 129.
25) Daniel Schwemer, a.g.m., s. 454.
26) Ahmet Ünal, a.g.e., 1999, s. 259.
27) Trevor Bryce, a.g.e., s. 168.
28) Ahmet Ünal, “Hititler’de Fal”, Arkeo Atlas, III, 2004, s. 45.

29) Hititler’de kuş uçuşu falını gerçekleştiren kişi, Hititçe’de LÚ MUSˇEN.DÚ terimi ile karşılanmış olup, kuş yakalayıcı, kuş uçuşunu izleyen, kahin anlamlarına gelmektedir. Christel Rüster-Erich Neu, Hethitisches Zeichenlexikon, Wiesbaden 1989, s. 102.

30) Ahmet Ünal, a.g.e., 1999, s. 261.
31) Michael Grant, The Etruscans, New York 1980, p. 9; Elif Tül Tulunay, Etrüsk Sanatı, İstanbul 1992,s. 13.

32) MÖ 8. yy. ile Milat’ın ilk yılları arasına tarihlenen yaklaşık 13.000 Etrüskçe yazıt, ekseriyeti kısa cümleciklerden meydana gelen belli kalıplarda mezar ve adak yazıtlarıdır. Massimo Pallottino, a.g.e., p. 267; Ellen Macnamara, Everyday Life of the Etruscans, New York 1987, p. 185; Graeme Barker-Tom Rasmussen, The Etruscans, Oxford 2001, p. 94. 

Çoğu zaman sağdan sola doğru olmak üzere, Grek harfleri ile yazılmış bu yazıtların hemen hepsi okunmuş olmasına karşın, sınırlı sayıda sözcük hariç -bazı tanrı, mitolojik kahraman, şahıs, eşya, ay, sayı isimleri; hısımlığı ifade eden bazı sözcükler; bazı ünvanlar, fiiller vd.-, anlamlandırılmaları imkan dahiline girmemiştir. Sabahat Atlan, a.g.e., s. 8; Graeme Barker-Tom Rasmussen, a.g.e., pp. 98, 99.

Hint-Avrupa dil ailesi mensubu diller gibi yazılmayan ve muhtemelen onlara benzer konuşulmadığı düşünülen, başka dil aileleriyle de akrabalık bağı kurulamayan Etrüskçe henüz deşifre edilememiştir. Emeline Richardson, “An Archaeological Introduction to the Etruscan Language”, Etruscan-Life and Alterlife (ed. Larissa Bonfante), Detroit, Michigan 1986, pp. 215, 229; James P. Mallory, Hint-Avrupalılar’ın İzinde-Dil, Arkeoloji ve Mit (çev. Müfit Günay), Ankara 2002, s. 109.

33) Nigel J. Spivey-Simon Stoddart, Etruscan Italy, London 1990, pp. 13, 17.
34) Aldo Massa, The World of the Etruscans, New York 1973, p. 117.

35) Etrusca Disciplina’nın Etrüskler’in kendilerine ait yazılı bir örneği günümüze intikal etmemiş olup, Latin ve Grek yazarların 
örneğin, 

Marcus Terentius Varro (MÖ 116-27), 
M. T. Cicero, T. Livius, 
Marcus Annaeus Seneca (MÖ 55-MS 37), 
Gaius Plinius Secundus (MS 23-79), 
Ambrosius Theodosius Macrobius (MS 5. yy.ın ilk çeyreği), 
Ioannes Laurentius Lydos (MS 490-552), 
Lucius Mestrius Plutarchus (MS 46-126), 
Ioannes Zonaras (MS 11. yy. sonu-12. yy. ortası)

eserlerinde küçük parçalar şeklinde bahsi geçmektedir. Alain Hus, a.g.e., pp. 89, 94. 

Etrusca Disciplina, Etrüskler’in Romalılar’a naklettikleri birçok kültürel miras arasında yer almakta olup, Roma din ve inanç sisteminde mühim bir yer işgal etmektedir. 

Roma aristokrasisi [consul, praetor, quaestor, promagistratus, aedilis curulis, tribunus, censor, governer, dictator, magistra tus equitatus, consularis tribunus, rex, triumviri, decemviri, senator, imperator 

(Bu cümleden; Gaius Octavius Augustus (MÖ 27-MS 14), Tiberius Claudius Nero (MS 14-37), Tiberius Claudius Nero Germanicus (MS 41-54), Marcus Aurelius Severus Alexander (MS 222-235) ve hatta I. Constantinus (MS 307-337), Flavius Claudius Iulianus (MS 360-363), I. Theodosius (MS 379-395) misal olarak gösterilebilir.)] 

siyasi, sosyal ve askeri olayların istikametini tayin etmekte Etrusca Disciplina’yı etkin bir şekilde kullanmıştır. G. Herbig, “Etruscan Religion”, Encyclopaedia of Religion and Ethics V (ed. J. Hastings), New York 1912, pp. 532, 537, 538. 

Örneğin, L. M. Plutarchus, Vitae Parallellae/Theseus & Romulus (Paralel Hayatlar/Theseus & Romulus) isimli eserinde, Roma’nın kurucusu ve ilk kralı olan Romulus’un (MÖ 753-715), Roma kentini Etrusca Disciplina uyarınca nasıl kurduğunu ayrıntılı olarak yazmaktadır. 

Plutarchus XI. T. Livius’un Ab Urbe Condita isimli eserinde, plebs tribunus’ları G. Licinius Stolo ile L. Sextius Lateranus’un girişimleri sonucu MÖ 367 de hayatiyet kazanan ve plebs’lerin consul olabilmelerinin yolunu açan Leges Liciniae-Sextiae’nin (Licinius-Sextius Kanunları) oluşumu esnasında senatus’ta yaşanan münazaraların işlendiği aktarımda, avispicium’un gerek geçmişte, gerekse halihazırda Roma Dünyası’nda ne denli mühim bir yer işgal ettiğini izlemek mümkündür. 

Yine, T. Livius aynı eserde, MÖ 340 da vuku bulan Latinler Savaşı sırasında, Roma ordusunun harbe kalkışmadan önce bir kurban adadığını ve bu kurbanın karaciğerini inceleyen haruspex’in o dönemin consul’leri T. Manlius Torquatus ve P. Decius Mus’a karaciğerin olağan konumunda bulunduğunu belirttiğini ve bu işareti alan Roma ordusunun tanrıların kendi yanında olduğuna inanarak muharebeye giriştiğini kaydetmektedir. 

Livius VI.41 & VIII.6. Gaius Suetonius Tranquillus’un (MS 69-140) De Vita Duodecim Caesarum (On İki Caesar’ın Yaşamı) isimli eserinde, ilk Roma imparatoru G. O. Augustus’un ölümü ve ölümü sonrası tanrılaştırılmasına değinilen yazıma göre, bir yıldırım düşmesi yüzünden heykelinin üzerindeki yazıttan isminin (Caesar) ilk harfi olan C’nin silinmesi, yalnızca yüz gün ömrü kaldığı ve ölümünden sonra tanrı makamına ulaşacağı şeklinde yorumlanmıştır. Zira, 100 sayısı için C harfi kullanılması yanı sıra, Caesar adından geriye kalan aesar, Etrüskçe’de tanrı anlamına gelmektedir. Suetonius II.97.


36) M. T. Cicero’nun De Divinatione (Kehanet Üzerine) isimli eserindeki yazım uyarınca, bu kitapların ortaya çıkışı şu şekilde gerçekleşmiştir: 

“Bir çocuk kadar küçük, lakin, bir ihtiyar gibi saçları beyaz ve yüzü buruşuk olan Tinia’nın [Iuppiter/Zeus (bütün tanrıların hükümranı ve Göklerin Tanrısı)] torunu Tages, Tarquinii’de bir çiftçi tarlasını sürer iken, sabanın açtığı yarıktan toprağın altından çıkar. Daha sonrasında, Etrüsk krallarına gizli öğretileri aktarır ve tekrar toprağın altına girerek kaybolur. Tages’in gizli öğretileri yazıya geçirilerek kayıt altına alınır.”. Raymond Bloch, The Etruscans, London 1958, p. 143. 

Bu tradisyonel söylencede geçen kayıt altına alınmış kitaplardan
Libri Fulgurales; yıldırım ve gök gürlemesinin gözlemlenmesine dayalı olarak, tanrıların isteklerinin öğrenilmesi ile ilgili gizli bilgileri içermekte idi. James Wellard, The Search for the Etruscans, New York 1973, p. 149. 

Etrüskler tarafından trutnut frontac, Romalılar tarafından ise, fulguriator olarak isimlendirilen din adamı, yıldırım ve gök gürlemesinin gökyüzünün hangi kısmından geldiğini ve yıldırımın nereye düştüğünü müşahade ederek tanrısal iradeyi tahkik etmekteydi. Massimo Pallottino, a.g.e., p. 166; Jacques Heurgon, a.g.e., p. 227; Georges Dumézil, Archaic Roman Religion With an Appendix on the Religion of the Etruscans II, Baltimore, Maryland 1996, pp. 637, 643. 

Libri Rituales ise; insan hayatını, insanın ölüm sonrası hayatını, kavmi ve devleti tanzim eden talimatlara dair gizli bilgileri içermekte idi. Alain Hus, a.g.e., p. 94. 

İnsan, kavim ve devlet hakkında bir adetler öğretisi olan bu kitap; insan hayatında izlenmesi gereken tutum ve davranışlar, insanı ölüm sonrası bekleyen kader, kavmin ve devletin kaderi, savaş ve barış dönemleri,kavim ve ordunun sistematize edilmesi, kentlerin kurulması ve tapınakların inşasıyla ilgili gizli bilgileri kapsamaktaydı. Raymond Bloch, a.g.e., 1958, p. 143; Jacques Heurgon, a.g.e., p. 224.

37) Raymond Bloch, a.g.e., 1958, pp. 142, 143; Georges Dumézil, a.g.e., p. 637.

38) Etrüskler, vücuttaki diğer bütün uzuvlardan daha büyük ve kanlı olduğu için, hayatın merkezinin kalp değil, karaciğer olduğunu düşünmekte idiler. Graeme Barker-Tom Rasmussen, a.g.e., p. 228.

39) Ellen Macnamara, The Etruscans, London 1990, p. 62.

40) Haruspex Latince bir sözcük olup, iç uzuvlardan kehanette bulunan kahin anlamına gelmektedir. Sina Kabaağaç-Erdal Alova, Latince-Türkçe Sözlük, İstanbul 1995, s. 267. 

Roma’da haruspex tarafından gerçekleştirilen kehanet işine ise, extispicium (Latince’de exta=iç uzuvlar; scipio=bakmak; extispicium=iç uzuvlara bakmak) ismi verilmekteydi. Çiğdem Dürüşken, Antik Çağda Yaşamın ve Ölümün Bilinmezine Yolculuk-Roma’nın Gizem Dinleri, İstanbul 2000, s. 22.

41) Roma’da Vesta (Ocak Tanrıçası), Penates (kilerin koruyucu kutsal ruhları) ve Laris (Koruyucu Ev Tanrısı) gibi aile tanrılarını yatıştırmak için uygun ritüelleri yerine getirmek aile reisinin (pater familias) göreviydi. 

Buna benzer bir işlevi, toplum adına baş din adamları ve yüksek derecedeki görevliler [magistratus (örneğin, consul, dictator, praetor, censor, tribunus plebis, quaestor, aedilis curulis)] yerine getirmekteydiler. 

Din adamları, mesleki bir sınıf oluşturmayıp, yüksek derecedeki görevlilikleri de ellerinde bulunduran ve ordulara komuta eden aristokrat sınıf mensubuydular ki, Haruspex’ler ve Augur’lar bu kişilerin en önemlileri arasında yer almaktaydılar. Din adamlarının tümü ise, devlet dininin başı olan Pontifex Maximus’un (yüksek din adamı) yetkesi altındaydılar. Tim Cornell-John Matthews, Roma Dünyası-İletişim Atlaslı
Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi V (çev. Şadan Karadeniz), İstanbul 1988, s. 94.

42) Larissa Bonfante, “Daily Life and Alterlife”, Etruscan-Life and Alterlife (ed. Larissa Bonfante), Detroit, Michigan 1986, p. 265; Çiğdem Dürüşken, a.g.e., 2000, s. 22; Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi-Gotama Budha’dan Hristiyanlığın Doğuşuna II (çev. Ali Berktay), İstanbul 2003, s. 142.

43) Georges Dumézil, a.g.e., pp. 650, 651.
44) Sibylle Von Cles-Reden, The Buried People-A Study of the Etruscan World, New York 1955, p. 75; Emeline Richardson, The Etruscans-Their Art and Civilization, Chicago 1976, p. 235; Elif Tül Tulunay, a.g.e., s. 140.
45) Mircea Eliade, a.g.e., s. 158.
46) Graeme Barker-Tom Rasmussen, a.g.e., p. 232.

47) Makro kozmos-mikro kozmos benzeşmesi öğretisi, Etrüsk tarih anlayışı olgusu hakkında da bilgi vermektedir. 

Etrusca Disciplina uyarınca, insan, kavim, devlet; kozmosu yöneten benzer kurallarla düzenlenmiş bir ömre sahiptir. Etrüskler’in katı bir kozmik ve varoluşsal determinizme inanmakta olduklarından söz edilmiştir. Oysa, birçok geleneksel toplumun paylaştığı arkaik bir anlayış söz konusudur. İnsan, yaratılışın büyük ritimleriyle uyum içerisindedir. Çünkü, kozmik, tarihi, insani bütün varoluş halleri, kendi özgül başvuru düzlemlerinde hayatın döngüselliğinin mükemmel örneğini yinelemektedir. Mircea Eliade, a.g.e., s. 142, 143.

48) Ellen Macnamara, a.g.e., 1990, p. 62. Kuş uçuşu falı, Libri Rituales öğretisinin kapsamına girmektedir. Sibylle Von Cles-Reden, a.g.e., p. 85.

49) Augur Latince bir sözcük olup, kuşbilici anlamına gelmektedir. 
Sina Kabaağaç-Erdal Alova, a.g.e., s. 51. 

Roma’da Augur tarafından gerçekleştirilen kehanet işine ise, avispicium (Latince’de avis=kuş; scipio=bakmak; avispicium=kuşlara bakmak) ismi verilmekteydi. Hense-Leonard, Hellen-Latin Eski Çağ Bilgisi II (çev. Suad Yakup Baydur), İstanbul 1953, s. 430; Çiğdem Dürüşken, a.g.e., 2003, s. 10.

50) Roma’da Augur, kuşların uçuşu yanı sıra, onların sesini ve yem yiyişini, hatta horoz ve tavukların yine sesini ve yem yiyişini de takip etmek suretiyle görevini ifa etmiştir. Hense-Leonard, a.g.e., s. 430; Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma-Antik Akdeniz Uygarlıkları (çev. Suat Kemal Angı), Ankara 2005, s. 355.

51) Sibylle Von Cles-Reden, a.g.e., pp. 85, 86; Çiğdem Dürüşken, a.g.e., 2003, s. 10.

52) Graeme Barker-Tom Rasmussen, a.g.e., p. 228. Roma’da Augur tarafından taşınan ucu kıvrık asa, lituus ismini almaktadır ki, bu sözcük Latince’de Augur sopası anlamına gelmektedir. Sina Kabaağaç-Erdal Alova, a.g.e., s. 348; Graeme Barker-Tom Rasmussen, a.g.e., p. 228. 

Benzeri forma sahip olan asa, Anadolu’da hükümdar ve din adamları tarafından da kullanılmış olup, örneğin, Alaca Höyük orthostatları ile Hitit İmparatorluk Dönemi’ne (MÖ 1450-1200) ait rölyeflerde gözlemlenebilmektedir ve de Hititler’de GISˇkalmusˇ ismini taşımaktadır (bk.Şekil: 2a & 2b).  G. A. Wainwright, “The Teresh, the Etruscans and Asia Minor”, Anatolian Studies, IX, 1959, p. 210; Sedat Alp, Hitit Güneşi, Ankara 2005, s. 18.

53) Nigel J. Spivey-Simon Stoddart, a.g.e., p. 112.
54) Charles Freeman, a.g.e., s. 355.
55) Nigel J. Spivey-Simon Stoddart, a.g.e., pp. 112-114. Eski ismi bilinmediği için burada bulunan köyün bugünkü adıyla anılan Marzabotto, Reno Nehri’nin oluşturduğu sel ovası üzerinde MÖ 6. yy.ın sonlarında kurulmuş olup, doğu-batı yönünde üç geniş cadde ile buna dik açılı kuzey-güney yönünde bir ana eksen ve çok sayıda dar sokaktan oluşmaktadır. E. J. Owens, Yunan ve Roma Dünyasında Kent (çev. Cana Bilsel), İstanbul 2000, s. 104.

56) Massimo Pallottino, a.g.e., p. 162.

57) Türkler’in MS 16. yy.da kendi Orta Asya özellikleri ile Pers, Arap, Bizans ve eski Anadolu geleneğinden faydalanarak yarattıkları Osmanlı Uygarlığı’na değin, böyle başarılı ve özgün bir sentez örneği Anadolu’da bir daha gerçekleşmemiştir.  Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Ankara 1998, s. 114-116.

58) Birgit Brandau-Hartmut Schickert, a.g.e., s. 56, 57, 325.
59) Daniel Schwemer, a.g.m., s. 453, 454.

60) Tursha ismi Mısır yazıtlarında Trsˇ.w şeklinde geçmektedir ki, bu sözcük Toorshah olarak telaffuz edilmektedir. Massimo Pallottino, a.g.e., p. 55.

61) H. H. Scullard, a.g.e., p. 40; Stefano De Martino, a.g.e., s. 74.

62) Etrüskler, Grekler tarafından Tyrrhenoi, Tyrsenoi; Romalılar tarafından Tusci, Etrusci isimleriyle anılırlar iken, kendilerine ise, liderlerinden birinin adına bağıntılı Rasna, Rasenna isimlerini vermişlerdir. Halicarnassus Dionysius I.30; Otto-Wilhelm Von Vacano, The Etruscans in the Ancient World, New York 1960, p. 1. 

Herodotus, Historia isimli eserinde, Lydia kralı Atys’ın oğlu Tyrrhenus önderliğindeki bir topluluğun, beliren kıtlık nedeniyle, deniz yoluyla İtalya’ya göç ettiğini ve onun adına izafeten de Tyrrhenler ismini aldıklarını yazmaktadır. Herodotus I.94.

İsmini tanrı Manes’in oğlu Atys’dan alan Atyad sülalesi, Hitit kralı IV. Tuthaliya (MÖ 1250- 1220) ile çağdaştır. Veli Sevin, “Lydialılar”, Anadolu Uygarlıkları-Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi II, İstanbul 1982, s. 278. 

Anadolu’da MÖ II. bin yılda Herodotus’un bahsettiği gibi şiddetli
kuraklıklar sebebiyle sık sık açlık baş göstermiştir. Elif Tül Tulunay, ile söyleşi, “Antik Çağda İtalya’da Yaşamış Doğu Kökenli Bir Halk Etrüskler”, Bilim ve Ütopya, CXXXVIII, 2005, s. 11.

Bu durum, Hititler’e ait metinlerden takip edilebilmektedir. MÖ 1211 de Mısır firavunu Merneptah Siptah’ın (MÖ 1219-1210), Hititler’e gemiler dolusu tahıl göndererek yardımda bulunmuş olması, vakıanın bir göstergesidir. Ali Muzaffer Dinçol, a.g.m., s. 51. 

Dendrokronolojik araştırmalar da, bu dönemde normalin çok altında yağış kaydedildiğini, yani kuraklık hüküm sürdüğünü desteklemektedir. Örneğin, Gordion’da ele geçen ve MÖ 1200 lere tarihlenen bir tahta parçası üzerindeki ince ağaç halkaları bunun bir delilidir. Elif Tül Tulunay, a.g.söyleşi, s. 11. 

Çünkü, ağaçlar her yıl gövdelerinde yeni bir halka oluştururlar. Bu halka, bol yağışlı yıllarda kalın, az yağışlı yıllarda ise, ince olur. Bu yoldan, ağaçların ne zaman dikildikleri ve geçmiş yıllarda iklimin nasıl geçtiği belirlenmektedir. Clare Goff, Arkeoloji (çev. Nejat Ebcioğlu), İstanbul 1979, s. 21. 

Ayrıca, bir Etrüsk kenti olan Populonia’daki mezarlarda bulunan
kılıçlar, Hititler’in Kadeş Savaşı’nda (MÖ 1285) kullanmış oldukları kılıçlarla; kamalar, Kıbrıs Adası’ndaki Enkomi’de ele geçen ve MÖ XIII. yy.ın sonları ile MÖ XII. yy.ın başlarına tarihlenen kamalarla; bazı silahlar ise, Kafkaslar ve Hazar arasındaki Taliş bölgesinde bulunan silahlarla benzerlik göstermektedir. 

Yine, Pozzuoli, Civita Vecchia, Roma başta olmak üzere, İtalya’nın batı kıyı şeridinde ele geçen ağır el baltaları, Orta Anadolu’nun değişik yerlerine yayılmış durumda bulunan ağır el baltalarına benzemektedir ki, bunların bir kısmı, Troia’nın MÖ 1240-1100 e tarihlenen Troia VIIb katındaki örnekleriyle tıpa tıp aynıdır. 
G. A. Wainwright, a.g.m., pp. 203, 204. 

Troia VIIb katı ise: 1-VIIb1 (MÖ 1240-1190), 2-VIIb2 (MÖ 1190-1100) olmak üzere, iki alt kata sahiptir. Ege Göçleri’ne katılan ve Mısır firavunu III. Ramses’le (MÖ 1198-1167) savaşan kavimlerin VIIb2 katı yerleşmesinde ikamet ettikleri tespit edilmektedir. 
Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, İstanbul 1995, s. 247. 

Troia sözcüğü ise, Anadolu dilleri, ya da Grekçe ile izah edilemez. Halbuki, Etrüskçe’deki truia, labirent anlamına gelmektedir ki, Troia’nın tarihi kimliğine yaraşan bir mana taşımaktadır. Wilhelm Brandenstein, “Etrüsk Meselesinin Şimdiki Durumu”, II. Türk Tarih Kongresi, IX/2, İstanbul 1943, s. 214. 

Mısır’daki Memphis Nekropolü’nün yabancılara tahsis edilmiş bir kısmına Rasetau ismi verilmesi de, Rasenna ile Tursha isimleri arasında bağlantı kurulması açısından dikkate değerdir. Elif Tül Tulunay, a.g. söyleşi, s. 15. 

Bu bağlamda, Herodotus’un aktarımındaki göç eden topluluğun,
MÖ 8. yy.da İtalya’da tesis edilen hakimiyet ve kültürün yaratıcısı Etrüskler’in ataları olan Turshalar’ın küçük bir grubu olması imkan dahilinde olup, bu olayı MÖ 13. yy.ın sonlarına yerleştirmek icap etmektedir. G. A. Wainwright, a.g.m., p. 203; Mario Torelli, “History: Land
and People”, Etruscan-Life and Alterlife (ed. Larissa Bonfante), Detroit, Michigan 1986, p. 49.

63) Etrüsk kültürü ile Hitit kültürü arasında dikkate değer başka benzerlikler de bulunmakta olup, Etrüsk ve Hitit kültürel temasına dair ipuçları taşımaktadırlar: 

Etrüsk grifon, arslan ve sfenks tasvirleri, Hitit grifon, arslan ve sfenks tasvirlerine benzemektedir. Ekrem Akurgal, a.g.e., 1995, s. 177, 178. 

Etrüskler’deki calcei repandi ismi verilen ucu kıvrık ayakkabı ile tutulus adlı konik başlık da, Hitit ucu kıvrık ayakkabı ve konik başlıklarına benzemektedir. Massimo Pallottino, a.g.e., p. 224; Henry Harrel-Courtés, a.g.e., p. 208. 

Etrüskler’in idare sistemi olan On İki Kent Birliği’nin (Etrüsk Otonom Kent Devletleri Konfederasyonu) ilki, Tyrrhenus’un hısmı veya vekili Tarchon tarafından tesis edilmiş olup, Tarchon, bu birliğin merkezi olan Tarquinii kentinin de -Tarquinii kentin Latince’deki ismidir.  Etrüskçe’deki asli şekli ise, Tarchna’dır.- kurucusudur ki, kentin adı Tarchon ismine dayanmaktadır. Hugh Hencken, Tarquinia and Etruscan Origins, London 1968, p. 18; H. H. Scullard, a.g.e., p. 84. 

Luwiler’in ve Geç Hitit Kent Devletleri’nin (MÖ 1200-650) fatih anlamına gelen Fırtına Tanrısı Tarhunt’tur. Bu ad, Hititçe’de tarh (fethetmek) fiilinden gelen Tarhunna biçimiyle Hititler tarafından da kullanılmıştır.  Aynı zamanda, Etrüskçe’deki Tarchon’un orijinidir. Oliver Robert Gurney, a.g.e., s. 119. 

Etrüsk kültürü ile Anadolu kültürü arasındaki kültürel benzeşmeler Hititler ile de sınırlı değildir: 

Etrüskler’deki On İki Kent Birliği, on iki kentten oluşan Pan-Ionia (Ionia Birliği) şekliyle Ionia’da; Etrüsk kadınının toplumsal statüsü ise, benzer şekliyle Anadolu’da birçok yerde karşımıza çıkmaktadır. Wilhelm Brandenstein, a.g.m., s. 213, 214; Raymond Bloch, a.g.e., 1958, p. 116. 

Etrüsk kaya mezarları, Phrygia kaya mezarlarına; 
Etrüsk tümülüsleri, Lydia tümülüslerine; 
Etrüsk mezar freskleri, Lydia mezar fresklerine; 
Etrüsk müzik enstrümanları, Phrygia ve Lydia müzik enstrümanlarına;
Etrüsk metal ve özellikle altın işçiliği, askos ve rhyton formları, bucchero’ları
Anadolu’daki karşılıklarına; Etrüsk kazanları, Urartu kazanlarına; 
Etrüskler’in su kanal sistemleri, Urartular’ın su kanal sistemlerine benzemektedir.  M. André Piganiol, “Oriental Characte ristics of the Etruscan Religion”, CIBA Foundation Symposium on Medical Biology and Etruscan Origins (eds. G. E. W. Wolstenholme-C. M. O’Connor), Boston 1959, pp. 60, 61; G. A. Wainwright, a.g.m., p. 209; Henry Harrel-Courtés, a.g.e., p. 12; Baki Öğün, “Urartu Araştırmalarının Anadolu, Yunanistan ve Etrüsk Tarihi ve Arkeolojisi Bakımından Önemi”, VI. Türk Tarih Kongresi, IX/6,Ankara 1967, s. 67; Elif Tül Tulunay, a.g.e., s. 132; Ekrem Akurgal, a.g.e., 1995, s. 177, 178.

64) Wilhelm Brandenstein, a.g.m., s. 215.
65) G. Jacopi, “Etrüsk Meselesi ve Bunun Şarktaki Vaziyeti”, II. Türk Tarih Kongresi, IX/2, İstanbul
1943, s. 1058; G. A.Wainwright, a.g.m., pp. 210, 211.
66) Belkıs Dinçol, a.g.m., s. 8.
67) Helmut Uhlig, Avrupa’nın Anası Anadolu (çev. Yasemin Bayer), İstanbul 2007, s. 161.
68) Donald R. Dudley, a.g.e., p. 18.



ETRÜSKÇE PROTO TÜRKÇEDİR

Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu "Etrüsk Türk Bağı" 





FAL VE FALCILIK KAVRAMI EKSENİNDE 
TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDE FAL VE KEHANET:



_________________