“...´Gün´, o ´Gün´ Olmasın?!..”Attilâ İlhan’ın en beğendiğim yazılarından birinin adı: Kitabın adı oradan alıntı. Attilâ İlhan, o yazıda kendi vatanına ihanet eden 'Batı yandaşları'nın bu topraklardan defolup gideceği ‘GÜN’ün kaçınılmaz olduğunu anlatır.. Sonları, “ ‘Ecnebi’ gurbetinde ‘vatansız’ bir ölümdür” der. Kendi milletine ihanet eden ve vatanını batıya peşkeş çekmek için dört dönen bu zevatın, 100 yıl önce de aynı bugün olduğu gibi, aynı ‘yol’un yolcuları olduğunu aktarır. ‘Aynı yolun yolcuları’, efendilerinin hedefine kilitlenmiş pervanelerdir.. Ateşte yanmaları mukadderdir. Halktan ‘görünen’ maskeli ihanet şebekeleridir onlar. Allah’la aldatırlar, Atatürk’le aldatırlar, kendi milletlerini aldatma karşılığı, küresel efendilerden parsa kapmaya çalışırlar. ‘Küresel islamcı’dırlar.. ‘Küresel Türkçü’dürler.. ‘Küresel solcu’durlar.. Attilâ İlhan 100 yıl önce de oyuncuların aynı olduğunu söyler: “İslamcı olarak da, Türkçü olarak da, Sosyalist olarak da; halktan -yâni bin yıllık Tarih'ten- yana olmamayı; 'asrîlik' , müterakki' olmak, ya da 'halife' ye sadakat'ın gereği diye, benimsemişlerdi: âkıbetleri hazindir..” Bu zevatın sonu tarihin her döneminde hep aynı senaryoyla bitmiştir.. ‘Deliğe süpürülmüşlerdir’, ‘Kafese tıkılmışlardır’.. Son kullanım tarihleri geçince ortadan kaldırılmışlardır... ABD yönetiminin başkan yardımcısı Joe Biden 2012 sonbaharında ‘Biz ‘el’iz; Türkler, Ürdünlüler, Suudiler ise ‘eldivenimiz’dir” dedi! Malum ‘eldivenler’ kullanılır, eskir ve çöpe gider... Kendi tarihini bilenler, ‘çöpe giden eldiven’ örneklerini de bilirler. Yıl 1919! Mart'ın 9’u: Damat Ferit Paşa İngiliz yüksek komiser yardımcısı Amiral Webb’i ziyaret ediyor: Şu sözleri ediyor: "Ben ve zatı şahane bütün ümidimizi önce Allah'a sonra da İngiltere Devleti himayesine bağlamış bulunuyoruz." Aradan 3 hafta geçer.. 30 Mart 1919’da Damat Ferit, yüksek komiseri bir kez daha ziyaret eder.. Elinde Sultan Vahdettin’in İngiltere’ye biat belgesi vardır: Belgeye göre, Vahdettin halife olarak kalmak istiyor, karşılığında Osmanlı devletinin tüm mali ve iktisadi işlerinin denetimini İngiltere’ye bırakıyor, siyasi mekanizma, İngiliz uzman, konsolos, danışmanların idaresine veriliyordu.. Tüm vekillerin bir İngiliz danışmanı olacaktı ve Osmanlı devleti 15 yıl süreyle sömürge olarak kalacaktı.
İşte böyle bir durumda, ‘bağımsızlığı, karakteri sayan’ İslamcı, Türkçü ve Solcu cenahtan vatanseverler bir yandaydı, ‘Verelim kurtulalım, yeterki bize dokunulmasın!’ diyen maskeli oyuncular bir tarafta! Vatanın ‘namus’ olduğunu kavrayanlar, her ilde, ilçede, köylerde biraraya geldiler ve ortak direnişin meşalesini yaktılar. Attilâ İlhan özetliyor: “1920’li yılların, Gazi ve Şehit Ankara’sında, Gazi Mustafa Kemâl Paşa, bir yanına Ziya Bey’i (Gökalp) almıştı, bir yanına Yusuf Akçura’yı; Mehmet Akif Bey hiç uzağında değildi; İstiklâl Marşı ona rica edilmişti. Börekçizade Rıfat Hoca Efendi’yle eylem birliği yapıyorlar, dahası Bakü’da İttihatçıları etkisiz kılıp, TKP’yi örgütleyen Mustafa Suphi Bey- ki Galiyev ‘den ruhsatlıdır- Paşa’dan, Ankara’da mülaki olmayı rica ediyor ve ricası kabul ediliyor. Esasen o da, ‘sosyalist sol’da görünen Ethem Nejat Bey de, Şevket Süreyya Bey de, formasyonu itibariyle, ‘Türk Ocağı aydını’dırlar. Nâzım Hikmet de Vala Nurettin’le Anadolu’ya iltihak etmiştir…” Bugün yeniden aynı açmazın içinde kıvranırken, tıpkı geçen yüzyılın başındaki gibi küresel çeteler ve içerdeki adamlarının ülkeyi felakete sürüklediği böylesi bir dönemde yapılacak şey ‘aynı’dır. Attilâ ağabey şöyle der: “…Batı ittifakı ve NATO üyeliğinden bu tarafa, 'Sistem', ekonomiden kültüre, savunmadan eğitim ve öğretime, bütün 'ulusal' kalelerimizi düşürmek peşindedir; 'dil'ini ve 'din'ini açık açık, göstere göstere, dayatmaya başlamıştır; geçen yüzyılın başındakine benzer, bir dünya savaşı 'mağlubu' olmadığımız halde, aşağı yukarı aynı muâmeleye mâruz kalmaktayız. O zaman, hangi kesimden olursak olalım, o dönemdeki benzerlerimizin, ne yaptığına bakacağız; çünkü onlar, 'muzaffer olmuşlardır'.” (Attilâ İlhan Cumhuriyet, 21.01.2005) Birbirinden farklı cenahlardan gelip omuz omuza veren bu insanların verdiği dillere destan mücadele, yedi düveli şaşkına çevirmiş, emperyalizmin kalelerini indirmiş, onun ‘maskeli oyuncularını ’ ise ‘ecnebi gurbetinde ‘vatansız bir ölüm’e itmiştir.
‘Gün’ , işte ‘O Gün’dür! Peki bugün ‘O dönemdeki benzerlerimiz’ gibi hal ve tavır almakta gecikmemizin sebebi nedir? Emperyalizm tarafından sahneye itilmiş, ‘Türkçü’, ‘Solcu’, ‘Dindar’ MASKELİ ‘hainlerin’, GERÇEK OLANI susturuyor, perdeliyor, yokediyor olmaları olmasın! 1940’lardan beri süregelen başta ekonomiyi, siyaseti, orduyu, eğitimi ve kültürü ‘iğdiş etme’ politikası başarıyla uygulanmıştır.. HALK’a, yani bin yıllık TARİH’e karşı savaş açılmıştır! ‘Aydın’ yani halkının önüne ‘ışık’ olması gerekenler, tüm ümidini ‘medeni dünya’ eşittir ‘batı’ya bağlamışlardır. Onlar, oltadaki yemi yutmuş ve celladlarına gizli bir aşkla bağlı kılınmışlardır. Ve görünür olan sadece onlardır, sahne ışıkları altında sadece onlara yer vardır.. Halk ‘aydın’ diye onları tanır... Onlar, ‘Bu millet adam olmaz’ sakızını çiğnerler, kendi milletini yüzdelere bölerler, ve sadece hakarete layık görürler, kendi krallıklarında sefa sürerler... Sorsanız ‘Atatürkçü’dürler, O’nun hakkında tek kelime bilmezler ya da bildikleri klişeler, Batı tarafından beyinlerine zerkedilmiştir, tümüyle yalan ‘bilgiler’..! Ya da Atatürk’ü ‘deccal’ gösteren, Lozan’ı hezimet sayan, laikliğe ‘dinsizlik’ diyen, küresel efendilerinin emrinde cemaatler kuran, İslam’ı ılımlılaştıran, Siyonist planların ‘müslüman maskeli’ uygulayıcılarının ağına düşen ‘aydın’ tipi vardır.. Onlara göre Osmanlı dirilecek, Türk milleti yeniden imparatorluk tebaası olarak aleme hükmedecektir.. Hepsinin yolu ya Utah’dan, ya Pensilvanya’dan ya Londra’dan geçmiştir.. İşte MİLLET, öncü olarak gördüğü bu ‘aydın’lara bakar.. Milletin karşısında uzunca bir zamandır ‘parti kaleleri’ var! Kalın surlarla halktan ‘korunmuş’ bu kaleler, milletin karşısında, ‘sistem’in yanındadırlar. Millet , ‘demokrasi’ adı altında hepsi aynı odaklara hizmet eden ‘partiler’in tabanıdır Çeşitli partiler arasında parçalanmışdır.. Bir kesim ‘muhafazakar’, bir diğeri ‘çağdaş’ sıfatıyla anılır.. Biri sahte bir dinle aldatılır, diğeri özenti bir batıcılığın kurbanıdır..… Aralarında uçurumlar vardır. İki ayrı ülkenin milletleri gibi ayrışmışlardır.. ‘Futbol takımı taraftarlığı’, milli birlik ruhunu geride bırakmıştır.. Sanal dünya ve ekranların parıltısı gözleri kamaştırmış, gözleri ‘cambaza’ odaklamıştır... Bu millet, 70 yıllık bir operasyon sonucu bu noktadadır.. Ülke emperyal odakların emrine verilmiş ve emir kulları iktidar yapılmıştır. ABD başkan yardımcısının ifşa ettiği gibi bir ‘el’ vardır.. Bir de ‘eldiven’ .. Eldiven’in içindeki ‘el’ iyi saklanmıştır! ‘Sol’ görünen aydın, AB/ABD/NATO aşkını ve bağlılığını ‘anti emperyalistiz’ ‘Atatürkçüyüz’ laf salatası arkasına saklamıştır ‘İlerici, solcu’ olarak sahnede yerini alan siyasi lider, bir yanda Gençliğe Hitabe'yi okumakta, bir yanda ‘Türkiye, AB ve NATO’nun vefalı bir üyesi olarak kalacaktır!’ diye çığırmaktadır.. Bir başkası daha da ‘sol’dur.. ‘Enternasyonalist’im diye küresel odakların türküsünü çığırmaktadır.. Milli olan ona göre geridir.. Kendi milletini savunan ırkçıdır! Kendi milleti içinden millet çıkarma arzusundadır. Batının böldüğü etnik unsurlar baştacıdır.. Federe bir Türkiye hayali , emperyalist ıle ‘sol maskeli aydın’ın birleştiği amaçtır.. Kısacası tıpkı, ‘muhafazakar’ liberaller ya da ‘demokratlar’ gibi, ‘ilerici, solcu’ maskeli aktörlerin de efendisi ve kabesi Avro/Atlantik küresel yapıdır! Türkiye’nin ‘yeniden şekillendirilmesi’ sürecinde , epey yol alındığını CIA ajanı Graham Fuller’den okuyalım: ‘Ben Türkiye’nin geleceği için çok iyimserim. Gülen hareketi, Kürt hareketi... Türkiye’deki TÜM HAREKETLERİN SİSTEMLE ENTEGRASYONU, Türkiye’nin gelecekteki İSTİKRARI (!) için esastır. İyimserim çünkü, bu entegrasyonun her geçen gün daha fazla gerçekleştiğini görüyorum!’ demiştir! Daha iyi nasıl anlatılır?! İşte o nedenle ‘Gün’, ‘O GÜN’dür! CIA’in Fuller’i ‘iyimserse’ ‘gün’ gelmiş demektir! Türkiye’deki ‘tüm hareketlerin sistem’le entegrasyonu’ için 70 yıldır uğraşmışlardır.. Önce ‘oltadaki balık Türkiye’nin ekonomisini kuşatmışlardır.. Ardından halka öncülük yapacak aydın kesimi satın almışlardır, ‘kültürel iğdiş’ had safhadadır.. Sistem’e biat etmeyen bertaraf edilmiştir. AMA öte yandan TARİHİN de bir hesabı vardır! Okkalı bir şekilde ihanete uğramış bir milletin de ‘yeter!’ diyeceği ‘gün’ yakındır. Keserin ve sapın döneceğini ve ‘gün’ gelip devran’ın döneceğini atalarından öğrenmiştir bu Millet.. Genetik hafızasına kazılı bilgiler, dersler, tecrübeler vardır.. Madem, efendilerinin açıkça ‘maşa’ ilan ettiği ‘Batının deli gömleğine’ dolanmış olanların, komşu ve kardeş ülkelere ‘savaş’ naraları attıkları ‘gün’dür bugün.. Madem, Vatanın ve milletin etnik ve dini olarak paramparça edilmesinin yolunun açıldığı, psikolojik savaş yöntemlerinin en acımasızın kullanıldığı ‘gün’dür, bugün.. Madem muhalefetiyle iktidarıyla, celladına aşık bir zümrenin, millete ait ne varsa yok etmek için çırpındığı ‘gün’dür bugün.. Madem bu millete ait tüm varlıkların küresel efendilere peşkeş çekildiği, bir milletin sigortası olan ordunun dağıtıldığı, eğitimin parçalandığı, yargının yokedildiği, kişilerin diktasının egemen olduğu ‘gün’dür bugün… Madem bu gerçekleri dile getiren aydınların, gidişe dur diyenlerin yok edildiği, tutuklandığı, susturulduğu ‘gün’dür bugün... Canilerin, bölücülerin, hainlerin ödüllendirildiği ‘gün’dür…. O zaman yüz yıl önceki ‘benzerlerimiz’den ders almanın da günüdür.. O zaman batıyı Kâbe bilenlerin, Kâbe bildikleri ‘Ecnebi gurbetlere’ göçmelerinin de günüdür! Hasılı, ‘GÜN’, ‘O GÜN’DÜR .. Bu kitapta, Türkiye tarihinde son derece büyük önem taşıyan son 3 yılın notlarından seçmeler okuyacaksınız.. Türkiye’nin sokulduğu deli gömleğinde nasıl çırpındığını, iktidarın ve sahte ‘muhalefetin’ de aynı gömleğin içinde olduğunu, Amerika’nın ‘Arap baharı’ ve ‘Kürt baharı’ harekatını, Suriye düşmesinin Türkiye’nin düşmesi demek olduğunu ve Türkiye’yi cinayete iteleyenlerin nihai hedeflerinin, onu, intihara da sürüklemek olduğunu okuyacaksınız.. Türkiye, 100 yıl önce emperyal odakların oyununu bozan tek ülke! Batı yüz yıldır bozulan oyunu yeniden sahnelemek peşinde.. Hedeflerine çok yaklaştıklarını düşünüyorlar.. Yüz yıl önce de öyle düşünmüşlerdi.. Hedeflerine en yakın oldukları noktada DÜŞMÜŞLERDİ.. Onları bu millet yendi! En ummadıkları zaman ve yerdi! Tarih tekerrür etti, benzer bir noktaya geldi.. ‘GÜN’ ‘O GÜN’dür! ‘Zafer’ de tekerrür edecektir! BU vatana ihanet edenleri bekleyen son ‘ecnebi gurbetinde vatansız ölümlerdir’! BANU AVAR 1.KASIM.2012 GÜNCEL MEYDAN
''Bugün de uyumayanlar var ve onlar bizim nasıl bir tuzağa düşürüldüğümüzün resmini çekmiş, dersem, resim değil ama, öyle bir çalışma ki, fazla zorlamaya gerek kalmadan, canlı bir fotoğrafa bakar gibi gerçeği göstermek için çalışmış. Bu kitabı okumak, içine düştüğümüz tuzağı görmemizi sağlayacak. Belki o zaman kendimizi sorgulamaya başlayabiliriz. Azıcık ulusal onurumuz kalmışsa ve gerçekleri okumayı biliyorsak; ders almayı biliyorsak. Oltanın ucundan kurtaramadığımız balığın, bu kez de bir ağda çırpınışını seyrettirmek isteyenlere ders vermenin gününü geciktirmemeliyiz.''
- M. Emin Değer-
ABD ve Avrupa Birliği’nin güdümündeki Rum, Ermeni ve Yahudi örgütlerinin dışarıdan kuşattığı ülkemizi içerden çökertmek isteyen sözde “sivil toplum kuruşları” nı, belgelerle deşifre eden Mustafa Yıldırım, bu çirkin oyunun mutlaka bozulacağının ilk işaretini vermiş bulunuyor. “Sivil Örümceğin Ağı’nda” ki Türkiye’yi demir dağları eritip Ergenekon’dan çıkan Türk Milleti kurmuştur. Sömürgecilerin çürük iplikle ördükleri bu çirkin ağı yırtıp atabilmek için titreyip kendimize gelmemiz yeterlidir. Uzun zaman alacak, yorucu çalışmalara gerek yok. Sivil Örümceğin Ağında’yı okuyunca nasıl bir “tezgâh”la karşı karşıya bulunduğunu görürüz. Osmanlı Devleti’nin son günlerini, mütareke dönemini yaşıyor gibiyiz. Devleti yönettiğini zannedenler gözlerini ve kulaklarını Batıya çevirmiş; gelecek sese veya işarete göre tavır alacaklar. Basın, batıcıların kontrolünde. Topluma hizmet maksadı ile kurulduklarını beyan eden birçok vakıf ve dernek güdümlü; sadece ses veya işarete değil, paraya da endekslenmiş durumdalar. “Sivil Örümceğin Ağında”yı açar açmaz Anthony Sum’un, bizim durumumuzu özetleyen şu cümlesi ile karşılaşıyoruz: “Komplo teorilerim yok! Ama, komplolar hakkında teorilerim var.” Yazar da komplo teorileri üretmiyor; Türkiye’ye ve Türk milletine karşı kurulmuş olan uluslar arası komploları, komplocuların gizleyemedikleri belgelerle, deşifre ediyor. Sivil Örümceğin Ağında başlıklı kitabı okuyunca, ya Batılıların bizi çok sevdiklerine, bize maddî ve manevî destek vermek için birbirleriyle yarıştıklarına inanacaksınız veya öldürücü bir “tezgâh”la karşı karşıya bulunduğumuzu anlayacaksınız. Burada üçüncü bir yol yok. Kitaba, “Uyumayanlar da varmış” başlıklı bir önsöz yazan M. Emin Değer, 1969 yılı başlarında Milli Savunma Bakanlığı Hukuk Müşavirliği odasında yaşadığı şu “acı” süprizle söze başlıyor: “Amerikalı Albay, kapıdan çıkarken bir an durdu ve görüşmeyi şu acı sözlerle noktaladı: “ABD ile Türkiye arasında Ortak Savunma işbirliği anlaşmasına göre yapılan yardım, hibe, satış ya da malzemenin sahibi yalnız ve her zaman Amerika’dır, benim devletimdir. Bunlar size, Ortak Savunma (anlaşması)’nın gereği olarak devrediliyor. Dikkat ederseniz bunların statüsü Kongre Yasasının ¼ ve 3’üncü maddelerine göre saptanır. Buna göre de Türkiye zilyet durumundadır. Bu nedenle yasanızdaki (...) bütçeye kaydedilir, hükmü uygulanamaz. Unutmayın ki, Başkan veya Kongre istediği an, yardımı durdurduğu gibi o madde ya da bilgiyi geri isteyebilir.” Yani dost bildiğiniz Amerika, size bir yardımda bulunursa, bir şey hibe etse veya satsa bile bu şeyi istediği zaman geri alabilir. Çünkü ABD’nin kanunları böyle emrediyor. Sizin kanunlarınızın hiçbir önemi yoktur. Kitabı okuyunca, artık ABD’nin kendi vatandaşı CIA ajanlarıyla değişik ülkelerde operasyonlar düzenlemediğini fark ediyoruz. Bugün devrede çok uluslu şirketlerle içli-dışlı olan Ford Vakfı, Carnegie Vakfı ve Rockefeller Vakfı gibi kuruluşlar vardır ve bu kuruluşların 92 ülke ile sıkı işbirliği söz konusudur. Son yıllarda adı Türkiye’de de sık sık duyulan para piyasaları cambazı Soros da her zaman iş başındadır. Çok sayıda vakıf veya başka ad altında faaliyet gösteren kuruluş da işin içindedir. ABD’nin iki büyük partisi, (Cumhuriyetçi ve Demokratlar) de tıpkı Almanya’daki gibi vakıflar kurarak hedefteki ülkelere yönlendirmeye başlamışlardır. “Resmiyet dışı” göründükleri için “sivil toplum kuruluşu” adını alan bu örgütler, gerçekte ABD’nin devlet politikasına hizmet eden teşkilatlar arasında yer almaktadırlar. Yaklaşık on yıldır Türkiye ile çok yakından ilgilenen bu örgütler; Demokratikleşme, insan hakları, Ermeni Meselesi, Kürt sorunu, Aleviler... vesaire konuları içeren çalışmalara ciddi maddî destek sağlamaktadırlar. Türkiye’de ABD örgütlerinden maddî destek almada ilk sırayı Arı Derneği (Arı Hareketi) ile TESEV alıyor. Amerikan örgütleri, faaliyette bulundukları ülkelerde beyin temizleme, kimlik oluşturma, örgütleme ve eyleme geçirmek için 18 adımlık bir süreç izlemektedirler: Kamuoyu oluşturma, alt örgütler kurma,yeni propaganda aygıtları sağlama, casuslar yerine yaygın bir yayıncı eğitim programı gerçekleştirme, bilimsel ve toplumsal konferanslar düzenleme, iş adamlarının örgütlenmesi, açık ve yaygın istihbaratın güçlendirilmesi, etnik grupların kışkırtılması, toplumu yanlış ve eksik bilgilendirme, yolsuzluk kampanyasıyla yeniden yönetim taleplerinin yükseltilmesi, iktisadî ortamı denetleme, merkezi devlet güvensizlik yaratma, gençlerin örgütlenmesi, millî sanayiinin çökertilmesi, orduları millî savunma kimliğinden koparma, kendilerine inanmış örgüt lideri yetiştirme, millî bunalımlar yaratılması, kültürel kaynaşmanın yıkılması... Yakın zamana kadar, ülkemizde faaliyet gösteren bir kuruluşun dışardan para alması hem suç, hem de, utanılacak bir durumdu. Komünist parti veya örgütlerin Sovyetler Birliği’nden, kendilerine “İslamcı” diyen grupların Araplardan maddî destek gördüğü iddiaları mahkemelere düşerdi. Refah Partisi’ne Libya’dan 500 bin dolar yardım yapıldığı söylentileri bu partinin kapatılma sürecini başlattığını ve sonunu getirdiğini biliyoruz. Ama ABD’nin yarı resmî örgütü NED (Millî Demokrasi Fonu)’den Türkiye’deki “sivil” örgütlere 5 milyon dolara yakın para aktarıldığını belgeler ispatlıyor. Aynı kaynaklardan Soros’un 1 milyon 78 bin dolar, İngiliz WF örgütünün de 6250 sterlin verdiği kayıtlı. Bu paralar “demokrasi” adı altında verildiği için “suç” teşkil etmiyor, herhalde... ABD ve AB’den para alan kuruluşların bazılarını kaydedelim: Yeni Forum Dergisi, Türk Demokrasi Vakfı, Stratejik Araştırmalar Vakfı (SAV), Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV), Toplumsal Sorunları Araştırma Vakfı (TESAV), Liberal Düşünce Topluluğu (LDT), Türk Kalkınma Vakfı, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Arı Hareketi Sivil Örümceğin Ağında’nın sayfaları arasında dolaşınca adını önümüzdeki aylarda/yıllarda daha çok duyacağımız Arı Hareketi/Derneğini de şimdiden yeterince tanıyoruz. Özetle, bu tezgahtan kurtulmak için ağın nasıl kurulduğunu bilmemiz, Sivil Örümceğin Ağında’yı okumamız gerekir.
''Mustafa Yıldırım, 'Şifre Çözücü/Project Democracy' başlıklı yazısında diyor ki: ''Türkiye'ye gelince, -durumu 'anlamak' için- çevrenizdeki partilere bağlı 'vakıflar'dan ya da, sözde 'bağımsız' vakıfların 'sivil örgütü' denen NGO'ların; üniversitelerin, özellikle 'sosyoloji', 'uluslararası ilişkiler', 'kamu yönetimi' -eski adıyla 'mülkiye'- bölümlerindeki akademisyenlerin, öğrencilik kökenlerine; ABD'den aldıkları 'doktora tezleri'ne bakmak kafidir. Bu duruma ancak, 'nerede bir workshop çalışması varsa, bilinmeli ki, orada bir 'project democracy' yürürlüktedir' denilebilir...'' - Attila İlhan, Cumhuriyet-
SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA - MUSTAFA YILDIRIM
MUTLAKA OKUYUN ! OKUTUN !
ilgili:
“Türkiye’de ve dünyada çok sayıda Sivil Toplum Kuruluşu vardır ve çeşitli alanlarda faaliyet gösterirler. Bu Sivil Toplum Kuruluşları’nın çok büyük bir çoğunluğu da çeşitli yurtiçi ve yurtdışı örgütlerle içli dışlıdır ve maddi olarak da küresel güçlere bağımlıdır. Üstelik bu bağımlılık; efendilerinin kendilerine söylediklerini yapmaları için yeterlidir. Zira onları besleyen asıl damar paradır ve parayı veren düdüğü çalar!” TURUNCU DEVRİMLER VE ARAP BAHARLARI NASIL HAZIRLANIYOR…İŞTE İTİRAFLAR…DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞI NASIL ÖRÜLÜYOR; ARI Hareketi Yönetim Kurulu Başkanı Ural Aküzüm İle Söyleşi.. Ömür Kurt
Dünyayı kimin ya da kimlerin yönettiğini bilmezsek ulusal devletimize, dünyadaki tüm ulusal devletlere ve gelişmekte olan devletlere neler olduğunu anlayamayız. Başlarına nelerin geldiğini ve bunların neden gelmesi gerektiğini ancak bu sayede görebiliriz ve tedbirler alabiliriz. Dünyayı şunlar yönetiyor: Yüksek teknoloji tröstlerinin sermayedarları yönetiyor. Bu ne demektir? Uzay teknolojilerini, uzay silahlarını ve uzay radarlarını üreten bir sanayi sermayesi var. Bu sermayenin sahibi bunlar. Dünya çapında, küresel, dev tröstler, firmalar, şirketler. Bu bir. İki, dünya petrol ve doğalgazının ve madenlerin kontrolünü ele geçirmiş sermaye tröstleri var. Bunlar dünya yönetiminde rol alıyorlar. Üçüncüsü, 1920'lerden sonra hızla büyüyen bir 'Bank kapital, 'Finans kapital' olayı var. Yani hisse senetleri, hedge fonları, sıcak paralar vs. Buna bankacılık dahil. Bunun tröstlerine sahip olanlar var. Dünyayı yöneten dördücü sermaye grubu da medyanın, yazılı ve görsel medyanın tröstlerinin sahipleri var. Mesela, Murdoch gibi, CNN İnternational'ın sahibi gibi. Beşincisi de doğrudan doğruya kitle imha silahlarını üreten sermaye grupları. Bir de yeni bir tanım olan, sanal uzay teknolojilerine sahip olan tröstler. Mesela, Bill Gates'in bilişim teknolojisi, uzay teknolojisi. Bunların sahipleri, tümü 212 kişi. Aile olarak da 12 aile. Bunlar, dünyanın bütün varlıklarını alıyor. Eskiden %20 sini almıştı, şimdi artıyor. Geriye kalanı ise, 6 milyar nüfusa kalıyor . Bu iktidarlar, bu hegamonyalarını, hakimiyetlerini, yeni dünya düzenlerini korumak için, yeni emperyalizmi, yani küreselleşmeyi kullanıyorlar. Küreselleşme, yeni dünya düzeninin yeni adıdır. Bu yeni dünya düzeninin sahipleri kim? Dediğim patronlar. Bunların amacı ne? Tek bir dünya hükümeti ; tek bir dünya devleti, tek bir dünya ülkesi, tek bir din. Evanjelizm mi olacak, hristiyanlık mı? Bunlar dünyayı böyle yönetir. Bu yönetimi A.B.D. adı altında sürdürürken iki süper güç vardı. Biri A.B.D., biri de Sovyetler Birliği. Bir zorluk vardı. Niye? Kitle imha silahları, nükleer bombalar ve füzeler ikisinde de var. Caydırıcılık konsepti geliştirmişlerdi. ABD Moskova'ya ''atarım'' deyince, Moskova da Washington'a ''atarım'' diyordu. Bir konsensüs oluşuyordu. Barış içinde beraber yaşama. Bu örgütler dünyayı yönetebilmek için ne yaptılar? Gizli örgütler kurdular. Bu gizli örgütlerin birincisi: Dış İlişkiler Konseyi adlı gizli örgüt. Council on Foreign Relations. Kısaltması CFR. Bu örgüt dünyayı yönetiyor. Bu örgütün 4 tür beyin takımı var. Çekirdekte, bu örgütü kuran en büyük tröstlerin sahipleri var. Meselâ, dünya petrol devi David Rockefeller var. Finans kapital devi J.P.Morgan var. Bilgisayar sisteminin devi Bill Gates var. Lockheed Martin var. Bu uçakların, mesela F16 lar, F4 ler, 104 ler, 105 lerin hepsi bu Lockheed Martin'indir. Ondan sonra medya var. Murdoch gibi bir sürü insan var. Bu çekirdek kadro. Bir alt grubu da bunların tayin ettiği ve görev verdiği sermaye sahipleri. Yukardakiler tröst, bunlar da yukardakilere bağlı tröst. A.B.D. ilkin Avrupa'yı önemsediği için A.B.D. Birinci çekirdek kadroda beyinler var. Bunlar tayin ve tespit ediyor. Alt kadro, Bilderberg... Bilderberg, CFR'ye karşı Avrupa ülkelerinin yönetiminden sorumlu, emrinde ve hizmetinde, onun taşeronu. Pasifiki, yani Doğu Asya ülkelerini nasıl sahipsiz bırakacak emperyalizm? Bunu için de Bilderberg'in bir altına 'Üç kenar' anlamına gelen Üçlü komisyon, 'Trilateral' var. rada da Trilateral'i kurdular. Trilateral şu demek: Londra Borsası, New York Borsası ve Tokyo Borsası. Bu üçgendir. Oradaki dev Amerikan ağırlıklı tekeller sermayesi, Japonya hepsi var da, baş tröst A.B.D.'dir. Bunlar seçiyor üyeleri. Dördüncü grup da, az önce PKK için ayaktakımı dediğim dağ kadroları gibi. Palavradan Bilderberg üyesi yapılmış kişiler var. Mesela, Douglas Fairbanks gibi bir artist. Halkı peşine takmak için. Ya da Shirley Temple gibi. Sömürdükleri halka, sömürge yaptıkları ülkede idol yaratıyorlar.
Erol Bilbilik
Emperyalizmin, egemenliğini SüperNATO, CFR, Trilateral ve Bilderberg gibi bir dizi gizli örgüt aracılığıyla sürdürdüğü bilgisi her ortaya çıktığında, bu sistemin görevlilerince "komplo teorisi" itirazları ile karşılanır. Bunun en önemli nedeni, gizliliği koruma çabasıdır. Son derece dar bir kliğin, sınıf hakimiyetlerini sürdürmek için oluşturdukları mekanizmanın başarısı gizliliğindedir. Bu giz sayesinde insanlığa karşı faaliyetlerini sürdürebilme olanağına kavuşmaktadırlar. Gazeteci-yazar Erol Bilbilik'in bu çalışması, Türkiye'de ilk kez bu giz perdesini söz konusu örgütlerin kendi kaynaklarına dayanarak aralıyor. Dünyayı yöneten gizli örgütleri oluşturan mafyalaşmış büyük sermayenin elebaşılarını konumlarıyla birlikte ortaya koyuyor. Kitapta ayrıca CFR, Trilateral, Bilderberg üyesi 5 000 kişinin ve Türk Bilderberg üyelerinin isim listesi yer almaktadır.
***
BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI ÇALIŞMA GRUBU NE İŞ YAPAR?
Washington merkezli etkin bir strateji think-tank’inin başkanı olan ABD Dışişleri Bakanı eski yardımcılarından Strobe Talbott; Morton Abramowitz, Marc Grossman, Eric Edelman ve Mark Parris’in yer aldığı “Türkiye 2007 Projesi” adlı bir çalışma grubu oluşturmuş ve direktörlüğüne de Mark Parris’i getirmiştir. Parris; Brookings Enstitüsü, Bahçeşehir Üniversitesi ve TÜSİAD yoğun temaslarda bulunmuş; bir dizi toplantı, panel, konferans ve telekonferanslar düzenlemiştir. İlk aşamada Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süheyl Batum ve Georgetown Üniversitesi Rektörlüğü arasında “Amerikan Araştırmaları Programı”nın faaliyete geçirilmesi için Haziran 2006’da bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmanın ardından Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Global Liderlik Forumu” adlı bir toplantıya katılmak üzere Morton Abramowitz, Marc Grossman ve Alan Makovsky İstanbul’a gelmiştir. Bu toplantıya Türkiye’den de Prof. Dr. Süheyl Batum, Prof. Dr. Hasan Köni, Prof. Dr. İlber Oltaylı, Prof. Dr. Nilüfer Narlı, Dr. Burak Küntay, Koç Holding’den Can Kıraç, Alarko Holding’den İshak Alaton, Doğan Medya Grubu’ndan Arzuhan Doğan Yalçındağ, Mehmet Açar ve Mehmet Ali Bayar katılmıştır. Amerikan heyeti daha sonra; TÜSİAD eski başkanı Halis Komili, Koç Holding’den Rüşdü Saraçoğlu ile, daha sonra da İlhan Kesici ile baş başa görüşmüştür. Bu hazırlık görüşmelerinin sonunda Brookings Enstitüsü Başkanlığı ile TÜSİAD arasında bir anlaşma imzalanmıştır. “Türkiye 2007 Projesi”nin temel amacı; ABD’nin “BOP Eşbaşkanı” olarak iktidara taşıdığı Başbakan liderliğindeki AKP’nin 2007 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Genel seçimlerinden daha güçlü çıkmasını sağlamak, güçlendirilen iktidar aracılığıyla Türkiye’nin, Irak, Kuzay Irak Yönetimi, Kıbrıs ve İsrail ile yaşadığı sorunları çözmek, Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı ve Yeni Anayasa Açılımı’nı hayata geçirmektir. 13 Kasım 2007’ye gelindiğinde, Bahçeşehir Üniversitesi’nin 10’uncu yılı etkinlikleri kapsamında Hukuk Fakültesi bünyesinde “Sürdürülebilir Barış Merkezi (SBM)” kurulmasına karar verilmiştir. Merkezin açılış konuşmasında yeni Rektör Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan özetle şunları söylemiştir: “Merkez’in amacı sürdürülebilir barışın sağlanması için farklı projeler ortaya koymaktır. Bir kaç yıldır Bahçeşehir Üniversitesi “Uluslararası Çalışma Grubu” olarak Prof. Dr. Vamık Volkan ve Kuzey İrlanda barışının mimarlarından Lord John Alderdice ile aynı çalışma grubunu paylaşıyoruz. Grup çoğunlukla psikolog ve psikiyatrlardan oluşuyor. Politik psikoloji tartışıyorlar, dünyadaki çatışmaların psikolojik yansımalarını inceliyorlar. Bu çerçevede Kürt Açılımı’nda benim tanımlamamla “Büyük Türkiye Atılımı”nda bazı unsurların yerine getirilmesi gerekiyor.” ABD Başkanı Obama’nın direktifi ile yapılandırılan “Türkiye 2007 Projesi”nde görevlendirilenlerin Obama neznindeki itibar ve yetkinlikleri ile, Bahçeşehir Üniversitesi’nde oluşturulan “SBM” ve “Uluslararası Çalışma Grubu”nu oluşturanların uluslararası birikim, deneyim ve uzmanlıkları dikkate alındığında; Bahçeşehir Üniversitesi’nin BOP için çalışmakta olduğu anlaşılacaktır. NOT: 2006’daki işbirliği anlaşması sırasındaki ABD Büyükelçisi James Jeffrey’di.
Erol Bilbilik
İLK KURŞUN
30 Haziran 2011
Arka Kapak:
"Dünya 'da yeni bir global sistem oluşmuştur. Dünya 'nın en büyük 5 ekonomisi devletler değil şirketlerdir. Rahmi Koç, 2004 "ABD şuna aldırmaz, bir memlekette demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz. Amerika o memleketten kendisine ne ölçüde labi olduğuna, kendi politikasına ne kadar uydu haline gelebileceğine bakar." İhsan Sabri Çağlayangil, 1972 "İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tek bir yönetim altında toplanması gerekiyor, bu konu üzerinde çalışıyoruz. Özel bir kuruluş istiyoruz. Özerk bir kuruluş istiyoruz." Rahmi Koç, 2004 "Dünya'da İkona'nın merkezi olan istanbul'da ikona Müzesi, kurulacak, Kiliseler. Sinagoglar- Fener ve Balatprojeleri İstanbul'a kazandırılacak." Nuri Çolakoğlu, 2005 "Ya Türkiye'ye hala tarih verilmesiydi... Ya Türkiye'ye bu iş olgunlaşmadı denilseydi, çok alınırdık... Buruiurduk... Gücenir, kırılırdık... Türkiye çok incinirdi." Süleyman Demirel, 2004 "Türkiye'yi AB'ye üye yapmayı 10 kere Başbakan olmaya tercih ederim." Mesut Yılmaz, 2002 "NA TO insanlık tarihinde yepyeni bir başlangıcın konusu olmuştu. Üzerinde güneşin battığı sanılan Batı dünyasında yeni bir ruh doğuyordu." Bülent Ecevit, 1953 "Bu gün geldiğimiz noktaya ekonomik programımızla da gelecektik. Sadece yol uzadı, krizle birlikte kaybettiğimiz 'eşeklerimizi' şimdi bulup seviniyoruz." Gazi Erçel, 2005 "Ben çok güç dönemlerde Dışişleri Bakanlığı yaptım. SSCB benim zamanımda dağıldı. Yugoslavya benim zamanımda parçalandı. Bir çok ülke lideri ile tanışma olanağı buldum. Yeni göreve atanmamda (NATO) sanıyorum bu güne kadar aldığım görevlerin, birde görevleri yaparken beni yakından tanıyanların da etkisi oldu. Ama aslında beni değerlendiren dışarısıdır." Hikmet Çetin, 2003 "2000 milenyum yılında tüm Hıristiyanların 4-5 bin yıllık tarihi olan Anadolu'ya gelerek insanların birbirine yakınlaşacağına inanıyorum. Başta şahsınıza (Papa John Paulz) ve sizin aracılığınızla Hıristiyanlık dünyasını Türkiye'ye davet ediyorum." Erkut Yucaoğlu, 2000 "Ülkelerinde saygı duyulan, derîn bilgi ve yetenek sahibi olan, uluslararası ve ulusal çevrelerle yakın ilişkileri bulunan en üstün niteliklere sahip olanlar Biiderberg 'e seçilir." Joseph Retinger, 1958 "Bilderbergler'den aktarılan yukarıdaki alıntılar, onların ABD politikalarını kayıtsız, şartsız destekleme ortak paydasında ne derece bilinçli olarak buluştuklarını açıklamaktadır. Bu da Türkiye'nin ulusalcı güçlerinin çözüme yönelik temel sorununu teşkil etmektedir." Erol Bilbilik
***
Yeni NATO Stratejik Konsepti NATO Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları 18-19 Kasım 2010’da Lizbon’da toplandı ve “Yeni NATO ve Nükleer Savunma Stratejik Konsepti”ni belirleyen antlaşmayı imzaladı. ABD Başkanı Barack Obama, imzalanan antlaşmanın Avrupa’nın “21. Yüzyıl Savunma ve Güvenliği”ne yönelik tehditleri etkisiz hale getireceğini açıkladı. Yeni NATO Stratejik Konsepti 11 sayfa ve 38 başlıktan oluşmaktadır. Bunun gizlilik taşımayan 13 başlığı açıklanmıştır. NATO Konsepti’nde NATO ülkelerine yönelik tehditler 5 kategoride şöyle sıralanmıştır: •Terör ve aşırı gruplar, •Yabancı askeri ve istihbarat servisleri, •Suç örgütü üyeleri, teröristler ve aşırı kaynaklardan kaynaklanan süper saldırılar, •Enerji güvenliğine yönelik tehditler, •Lazer silahları, elektronik silahlar ve aşırı teknolojilerin gelişmesini de kapsayan ciddi teknolojik boyutlu tehditler. Antlaşmada, bazı tanım, görev ve karar alma konularında NATO’ya üye ulus devletlerin hayati çıkarlarına yönelik dikkate değer ögeler yer almıştır. Şöyle ki: •Terör, NATO’ya yönelik “birinci sırada tehdit” olarak yer almasına rağmen, terörün tanımı yapılmamıştır. •“İslam terör”ün, lafı çok edilmesine rağmen, tanımı yapılmadığı gibi, bu adla “tehdit” olarak da antlaşmaya konmamıştır. Antlaşma içeriğini düzenleyen ABD, terörün tanımını yapmamakla, kendisine yönelik herhangi bir hareketi, “terör tehdidi” kapsamında değerlendirme kozunu elinde tutmuştur. Türkiye’nin ağır tavizlere hangi pazarlıklar sonucu razı edildiği çok iyi bilinmektedir. •ABD Ordusunun NATO’nun askeri gücünden yararlanmasını sürekli olarak veto hakkı ile önleyen Türkiye’nin bu kozu elinden alınmıştır. Bu koz, KKTC’nin, Kıbrıs Rum Yönetimi altında ayrı bir bağımsız devlet olarak AB’ye üye yapılması için elde tutuluyordu. •1999’daki “Yeni NATO Konsepti” ile ABD’nin NATO üyelerine dayattığı ve bugüne kadar tartışma konusu olan 3 önemli madde imzalanan antlaşmaya eklenmiştir. Bu maddeler şunlardır: -NATO askeri gücünün NATO üyesi ülkelerin coğrafi alanlarının dışında kullanılması. -Savaş ve askeri harekât kararlarının, esas karar alıcı örgüt olan BM kararlarına bağlı olmaksızın NATO tarafından alınması. -NATO’da çokuluslu birleşik görev kuvvetleri kurulması ve bu kuvvetlerin NATO’ca gerekli görülen askeri harekâtlarda kullanılması. Antlaşma ile NATO’nun teşkilat ve kadro yönünden küçültülmesi ve yıllık bütçe ile belirlenen harcamaların eşit olarak ödenmesi kararlaştırılmıştır. Yanı sıra, “Nükleer Savunma Sistemi” kapsamında NATO ülkelerine yerleştirilecek radar ve füzesavarların yerlerinin, bu ülkelerle birlikte tespit edilmesi karar altına alınmıştır. Lizbon Zirvesi’nde devlet ve hükümet başkanları, Şubat 2011’de bu konuyu ele almak üzere tekrar toplanmaya karar vermişlerdir. NATO antlaşmasına yönelik önemli konulardaki bu temel değerlendirmeleri yapmamızın nedeni; NATO’nun, “Avrupa için Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni, NATO Stratejik Konsepti’ne dâhil ederek tek antlaşma halinde hayata geçirmesinin, Türkiye’yi, işgal gibi ölümcül bir tehditle karşı karşıya getirebileceği gerçeğidir. Bu durumdaTürk halkının demokratik direnme haklarını kullanmaktan başka çaresi yoktur. Avrupa savunmasının ABD savunmasına bağlanması ABD’nin Ulusal Füze Savunma Sistemi stratejisinin hayata geçirilmesi ile karada, denizde, havada ve uzayda konuşlandırılacak dev nükleer füze savunma sistemi, “Yeni NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi” ile bütünleştirilerek, 21. yüzyılda ABD’nin ulusal savunma ve güvenliğine yönelik tehditler etkisiz hale getirilecektir. Temelindeki, eski başkan George W. Bush Yönetimi tarafından kabul edilen “ulusal strateji”, Obama Yönetimi’nin ilk aylarında aynen benimsenmiştir. Ancak bir süre sonra Obama, Bush’un Avrupa’ya kurulmasını planladığı bu füzesavar savunma sistemi modelinde düzenlemeye giderek “Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni geliştirmiştir.
NATO –Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü –II. Dünya Savaşı sonrası İngiliz Lord Ismay'ın deyişiyle Rusları dışarıda, Almanya'yı alaşağı edilmiş halde ve ABD'yi içeride tutmak için kurulmuştur. Yani temel amaç Sovyetlere karşı güvenlik değil, Avrupa'nın güvenliği için ABD'nin katkı koymasını sağlamaktı. Ancak NATO kurulduğu günden bu yana en çok eleştirilen kurumlardan biridir. Bunun temel sebebi de ABD’nin güdümünde olmasıdır. Bu çok da haksız bir eleştiri değildir. Peki NATO bugün işlevini tam olarak yerine getirebilmekte midir? PKK terör örgütüne karşı kılını kıpırdatmayan Amerika ve Batı ülkeleri, 11 Eylül olduğu zaman hemen NATO’nun 5. maddesine devreye sokarak o saldırıyı tüm NATO üyesi ülkelere yapıldığını kabul etmişlerdi. Sadece bu olay bile NATO’nun işlevini sorgulamak için yeterli. Araştırmacı-yazar Erol Bilbilik NATO’nun bugüne kadarki faaliyetlerini, olaylara yaklaşımını ve en önemlisi de kime hizmet ettiğini sorguluyor. Aynı zamanda II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar dünya siyasetinin perde arkasını okuyucuyu sıkmayacak şekilde anlatıyor.
Bu yeni model yaklaşımla ABD, NATO üyesi ülkeleri ilk defa doğrudan işin içine katarak “NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmuş ve antlaşmanın Lizbon Zirvesi’nde imzalanmasını sağlamıştır. Başkan Obama Lizbon Zirvesi’nden sonra yaptığı açıklamada, “İlk defa hem ABD hem Avrupa’daki tüm NATO topraklarını ve nüfusunu kapsayacak bir nükleer füze savunma yeteneğinin geliştirilmesi konusunda anlaşmaya varmış bulunuyoruz.” demiştir. ABD’nin Nükleer Savunma Stratejisinin gelişimi Obama Yönetimi Dışişleri Bakanlığı’nın NATO ve Güvenlik Konuları’ndan sorumlu Bakan Yardımcısı Tim Towsend, “Çek Cumhuriyeti, Romanya ve Türkiye ile füze kalkanı konusunda çok derin konuşmalarımız oldu.” demiştir. NATO Genel Sekreteri Andreas Fogh Rasmussen, “Davutoğlu, Erdoğan ve Gönül ile ABD, Avrupa ve Türkiye’de görüşmelerde bulunduk.” demiştir. Sonuçta ABD, “Haydut devlet” olarak gördüğü İran ve Kuzey Kore’den gelecek muhtemel saldırılara karşı güvence sunacağını savunduğu “Nükleer Füze Savunma Sistemi”ni, NATO şemsiyesi altında oluşturmaya başlamıştır. Aslında ABD’nin bugünkü stratejisi, eski ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından “Yıldız Savaşları” adıyla başlatılmış olan Nükleer Füze Kalkanı Projesi’nin devamıdır. Bu stratejinin tarihsel gelişimi şöyledir: 1990’ların sonları: ABD, Nükleer Füze Kalkanı oluşturmak için girişimlere başlamıştır. 2001: Başkan George W. Bush Yönetimi, Küresel Savunma Projesi’ne taraftar bulmaya çalışmıştır. 2002: ABD ile SSCB’nin 1972’de imzaladığı ilk “Antibalistik Füzelerin Sınırlandırması Antlaşması”nın devamı olarak geliştirilen START II Antlaşması’nı Rusya son anda kabul etmemiştir. 2007: Başkan Bush Yönetimi, Kuzey Kore ve İran’ı öne sürerek, NATO’yu devreye sokmadan, Çek Cumhuriyeti’ne radar ve Polonya’ya füzesavar sistemi konuşlandırmak istemiş, Rusya’nın şiddetli tepkisi nedeniyle bu projeden vazgeçmiştir. 2009: ABD, benimsediği yeni yaklaşımı ile Nükleer Füze Kalkanı’nı, başta Avrupa (NATO) ülkeleri olmak üzere NATO’nun tamamını içine alacak şekilde genişletmiştir. 2010: ABD Lizbon Zirvesi’nde, “NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmuş ve NATO üyesi ülkeleri ile antlaşmanın imzalanmasını sağlamıştır. Proje dört aşamada uygulamaya geçirilecektir: -Birinci Aşama: 2011 yılında ABD, “Aegis Balistik Füze Savunma Sistemi”ni (Aegis BMD) taşıyan kruvazörlerine, gelişmiş “Standart Füze 3” (SM-3) avcı füzelerini yerleştirecek ve bu gemileri Akdeniz’de görevlendirilecektir. -İkinci Aşama: 2015 yılına kadar “SM-3”ten daha gelişmiş “SM-3 Block IIB” avcı füzeleri, kararlaştırılacak karasal alanlara yerleştirilecektir. -Üçüncü Aşama: 2018 yılı sonuna kadar da “SM-3 Block IIB”nin daha fazla geliştirilmiş versiyonu, kararlaştırılacak karasal alanlara konuşlandırılacaktır. -Dördüncü Aşama: 2020 yılında İran’ın nükleer füzelerinin menzilinin 5000 km’ye çıkacağı senaryosu uyarınca; “SM-3 Block IIB”nin bu gelişmiş versiyonundan daha da yeni avcı füzeleri, ABD’yi hedef alabilecek “kıtalararası stratejik nükleer balistik füzeler”e karşı saptanacak karasal alanlarda konuşlandırılacaktır. “NATO Nükleer Füze Kalkanı Antlaşması”na göre, 3000 km’ye kadar olan “orta menzilli füzeler”e karşı bir “nükleer füze kalkanı” oluşturulacaktır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun saptanacak karasal alanlarına NATO’nun avcı füzeleri yerleştirilecek ve düşman füzelerini izleyecek bir radar üssü kurulacaktır.
“Amerikaperestler”, yurtiçinde ve yurtdışında yaşamını sürdüren otuz siyasetçi, gazeteci, akademisyen, yönetici ve bilim adamını kamuoyuna tanıtmak için yazıldı. Bu isimler çok güçlü ve etkili midir? Hayır! Değildir… Onların güç ve etkinlikleri, arkalarına aldıkları kuvvettedir. O nedenle “söyleyene” değil, “söyletene” bakmak gerekir. “Amerikaperestler”in davranışları psikopolitik kökenlidir. Görüşleri analiz edildiğinde, hepsinin temel bir programda buluştukları görülmektedir. Öte yandan, çok sayıda “Amerikaperest” ise bu kitapta yer almıyor. Bu, onların sırasının gelmeyeceği anlamını taşımıyor.
Türkiye’nin talep ve itirazları : “Yeni NATO Konsepti” ve “NATO Avrupa Nükleer Savunma Sistemi” konusunda Türkiye’nin başlıca itiraz ve talepleri şunlardı: 1. Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum kesimini AB’ye üye yapmıştır. Buna karşın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni üye yapmamış, bugüne kadar da tanımamıştır. Türkiye’nin bütün çabalarına karşın AB, Türkiye’nin tam üyeliğini onaylamaya yanaşmamaktadır. Bu nedenle Türkiye, böyle bir tavır sürdüren AB askeri savunma örgütünün (ordusunun), NATO’nun askeri imkân ve vasıtalarından yararlanmasına yönelik talebi veto edecektir. 2. Türkiye’nin, NATO’da soğuk savaş döneminde olduğu gibi bir cephe ülkesi olarak algılanmasını kabul etmeyeceğiz. Çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz. Sanki füze savaşları başlıyormuşçasına Türkiye bir füze kalkanına ev sahipliği yapacak, böyle bir durum söz konusu değil. Konu sadece ilkesel bazda ele alınıyor. Uzun dönemde bir füze savunma sistemi oluşturulacaksa, bu NATO’nun bütün üye ülkelerini kapsayıcı ve onlara aynı güvenliği sağlayıcı olmalıdır. Hiç bir ülke hedef olarak gösterilmemeli; İran hedef olarak zikredilmemelidir. “Nükleer Füze Savunma Kalkanı” NATO’nun tümünü kapsamalıdır. Sistem NATO içinde kurulmalı ve Türkiye’de Komuta Kontrolu’na iştirak ettirilmelidir. Sistemde, füze sızıntısı olacaksa,nerede ve hangi irtifada olacağı açıklığa kavuşturulmalıdır. 3. İzmir’deki NATO Unsur Komutanlığı kapatılmamalı, faaliyetine devam etmelidir.Yeni NATO Konsepti’ne yönelik hazırlık aşamalarında bu ve benzeri konularda, Davutoğlu, Gönül, Erdoğan ve Gül; ABD, AB liderleri ve Rasmussen’le yoğun görüşmelerde bulunmuşlar, itirazlarını dile getirmişlerdir. Tümü geçersiz sayıldı “Füze Savunma Sistemi NATO üyelerinin tamamını kapsamalıdır. Hiçbir ülke hedef olarak gösterilmemeli; İran’ın adı hedef ülke olarak zikredilmemelidir” şeklindeki Türkiye’nin itirazlarının aşağıdaki belgelere göre geçerliliği söz konusu olmamıştır. -NATO’nun kurucularından eski ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson, NATO Antlaşması’nın müzakeresi sırasında “Özellikle herhangi bir devlet hedef alınmıyor. Hedef yalnız bu antlaşmaya imza koyan üye devletlere karşı silahlı bir saldırı tasarlayan veya böyle bir saldırıya girişen herhangi bir ulus veya devlettir” demiştir. Dean Acheson, “NATO Antlaşması’nda herhangi bir ülke hedef alınmamıştır, hedef yalnızca silahlı saldırıdır.” demiştir. Henry Kissinger’in Diplomasi adlı kitabının 458’inci sayfasında yer alan belgeye göre, 4 Nisan 1949 tarihli “Kuzey Atlantik Antlaşması”nın hiç bir yerinde, bir ülke hedefte yer almamıştır. -NATO Akil Adamlar Grubu Üyesi ve Türkiye’nin Eski NATO Temsilcisi Ümit Pamir (NATO’da görevli Korgeneral Yılmaz Doğan ile de fikir alış verişinde bulunuyordu), BBC Türkçe Servisi’ne yaptığı açıklamada, Yeni Strateji Belgesi’nde İran isminin zikredilip zikredilmemesiyle ilgili olarak şunları söylemiştir: “NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in ifade ettiği gibi, Yeni Strateji Belgesi’nde hiçbir ülkenin ismi tehdit odağı olarak gösterilmiyor. Sebebi, Belge’nin önceki halinde, örneğin İran’ın sahip olduğu nükleer füze teknolojisi nedeniyle tehdit oluşturduğu tespiti yer almıştı ve aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bazı ülkelerbuna itiraz etmişti. İtirazcı ülkeler, nükleer ve konvansiyonel füze teknolojisine yalnızca İran’ın sahip olmadığı noktasından hareket ediyorlardı. 30’u aşkın ülke buna sahipti. O yüzden Yeni NATO Strateji Belgesi’nde isimleri de yer almıyordu. Ancak İran’ın ismi, herhangi bir NATO üyesinin füze saldırısına maruz kalması durumunda tüm NATO üyelerinin muhatap olacağını ifade eden o Antlaşma’nın 5. Maddesi ile ilgili bir örnek olarak Belge’de yer alıyor. Bunun gerekli olmadığını söylemiştim ama genel kanı, bir önlem olarak konmasından yana oldu. Böylece önceki Belge’de İran’ın ismi hedef olarak yer almış oldu.” [1] NATO Genel Sekreteri Rasmussen Alman Welt am Sonntag gazetesine Lizbon Zirvesi’nden dört gün önce verdiği demeçte; Türkiye’nin itirazları konusundaki, zirve sonunda yayınlanacak bildiride Türkiye’nin istediği gibi İran’ın özellikle anılmayacağının doğru olup olmadığı sorusu üzerine, “Özellikle bir ülkenin adının anılması şart değil, 30’dan fazla ülke balistik füze sistemlerine sahip, bunların bazıları Avrupa ve Atlantik bölgesini vurabilecek durumda. Bu bir gerçek, bunun için isimleri gerekmez” demiştir. [2] -AKP Hükümeti, NATO’ca kapatılacak İzmir’deki Hava Unsur Komutanlığı’nı kaybetmemek için, faaliyete devam etmesinde ısrar ediyor.AKP Hükümeti’nin ısrarının nedeni, bu Komutanlığın Yunanistan’a naklinin önlenmesi ile ilgilidir. ABD’nin füze kalkanı komuta kontrol merkezi yapılanması ABD yönetimi, 3 adet Radar Sistemi konuşlandırılmasına ihtiyaç duyuyor. Sadece “NATO Coğrafyası”nın değil, aynı zamanda “Potansiyel Tehditler Coğrafyası”nın da dikkate alınmasını öngörüyor. Bu nedenle, NATO Füze Sistemi Komuta Kontrol Merkezi’nin ABD Ulusal Komuta Kontrol Merkezi ile paralel çalışması öngörülüyor. NATO üyesi 28 ülkeyi, NATO Sekreteri’ni, NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanı’nıve NATO’daki paralel komuta zinciri aracılığı ile NATO Alt Komutanlıkları’nı kapsaması öngörülüyor. Kurulması öngörülen Komuta Kontrol Merkezi şeması şöyledir: Washington Komuta Kontrol Merkezi NATO Genel Sekreteri 28 NATO Üyesi Ülke NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı NATO Alt Komutanlıkları Radar Komuta Kontrol Merkezi’nin çalışma prosedürü Başkan Obama’ya göre İran’ın ‘uzun menzilli’ balistik füze programı hızla ilerlemiyor. Esas tehdit, İran’ın ‘orta ve kısa menzilli’ füzelerinden geliyor. O yüzden ‘kıtalararası’ füzelere şimdilik gerek yok. Avrupa’daki füze sistemleri ile, Amerika’nın Akdeniz, Doğu ve GüneyDoğu Anadolu’ya yerleştireceği füzeler ve ileri radar sistemleri de NATO şemsiyesi altına alınırsa, Moskova’yı rahatsız etmezdi. Proje için gerekli Standard Füze İnterseptörleri (SM-3) 2011’den itibaren Akdeniz ve Kuzey Denizi’ne ve Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait savaş gemilerine konuşlandırılacak ve bunlar İran’ı izleyen radarlarla desteklenecek. Sistemin temelini bu radarlar oluşturacak. Amerikan silah teknolojileri devlerinden Raytheon radarları, Locheed–Martin de füzeleri üretecek. Türkiye’ye yerleştirilmesi planlanan yüksek kapasiteli radarın; bir komuta kontrol merkezi ve enerji santrali ile 70 bin metrekarelik bir kapsama alanı olacak. Türkiye’ye yerleştirilmesi planlanan yüksek kapasiteli radarın yapılanma şeması: Komuta Kontrol Merkezi Standard Füze İnterseptörü Enerji Santralı 70 Bin metrekarelik kapsama alanı ABD’nin, Pasifik Okyanusu’nda bulunan Marshall mercan adalarından biri olan Kwajalin Adasında Füze Komuta Kontrol Merkezi var. ABD’nin birdiğer Füze Komuta Kontrol Merkezi de Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia Adası’ndadır. NATO Avrupa Füze Kalkanı’nın üye ülkelere maliyeti NATO Genel Sekreteri Rasmussen Lizbon Zirvesi öncesinde, NATO’nun AvrupaFüze Kalkanı projesinin maliyeti konusunda şu açıklamayı yaptı: “NATO’nun operasyonları için konuşlandırılmış birliklerin füze saldırılarına karşı koruma sisteminin adaptasyonu ve komuta kontrol merkezlerinin işler hale getirilmesi; 800 milyon Euro’ya mal olacak ve 14 yıla yayılmış bir süreçte tüm üyeler tarafından paylaşılacak. NATO’nun ortak bütçesinden karşılanacak ve yılda 200 bin Dolar’dan daha az maliyetli bu program; NATO’yu tüm Avrupa halklarını ve topraklarını savunabilecek hale getirecek.” Rasmussen’in, NATO’nun Avrupa Füze Savunma Sistemi’nin adaptasyon ve komuta kontrol sistemleri için 800 Milyon Euro ve 200 Bin Dolar olarak açıkladığı meblağlar gerçeği yansıtmamaktadır. 800 milyon Euro’luk harcama; Yeni NATO yapılandırılması için yapılacak harcamadır. Bu meblağ 28 NATO ülkesi arasında eşit olarak paylaşılacaktır. Bu durumda, her ülke gibi Türkiye de (Dolar olarak ifade edildiğinde) yaklaşık 40 milyon Dolar ödeyecektir. NATO bütçesi son dünya ekonomik krizi nedeniyle büyük açık vermiştir. Bu açığı kapatmak ve artan NATO bütçesini eşit paylarla finanse etmek 28 NATO ülkesinin görevidir. Türkiye borç batağındaki ekonomisiyle eski yıllara oranla çok yüksek birmeblağı ödemeye başlayacak, bundan sonraki yıllarda da ödemeye devam edecektir.
ABD'nin en temel politikalarından birini oluşturmaktadır. ABD, Küçük Şeytan olarak tanımladığı Irak'ı, Büyük Şeytan olarak tanımladığı İran'a saldırttı ve savaşın sekiz yıl sürmesini sağladı. Ardından, ilk Körfez Savaşı'nda, Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerin çoğunluğunun katılımıyla oluşturulan koalisyon güçlerini arkasına aldı ve 1,5 milyonluk bir askeri güçle Saddam Hüseyin'i devirmek amacıyla Irak'a saldırdı. Aynı şekilde NATO müttefiklerinin tümünün desteğiyle Miloseviç'i devirmek için Yugoslavya'yı saldırmış, Somali'de da aynı oyunu tekrarlamıştı. Ronald Reagan’la başlayan ‘Yıldız Savaşları’ projesi için 2001 yılına kadar harcanan miktar 124,7 milyar Dolardır. George W. Bush dönemi sonuna kadar yapılan harcamalar toplamı yaklaşık olarak 200 Milyar Dolar olarak hesap edilmektedir. Bu durumda ABD Füze Savunma Sistemi için harcamalar toplamı yaklaşık 300 milyar Dolar’dan fazla olmaktadır. Obama Yönetimi’nin; iktidara gelmesinden 2010 yılındaki NATO Zirvesi’ne kadar olan süreçte, Lockheed–Martin’in füzesavar füzelerine ve Raytheon’un radarlarına harcadığı paraya, Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen sistemin; 28 NATO ülkesine yerleştirilmesi, kadrolandırılması, uzman personelin NATO ülkelerine yerleştirilmesi, Aegis kruvazörlerinde sistem ihtiyacı olarak gerçekleştirilecek modifikasyonlar ve 2020 yılına kadar devam edecek füze denemeleri için yapılacak harcamaları da eklersek, toplamın 300 milyar Doları bulacağı hesap edilmektedir. Bu meblağın; 10 yıllık bir sürede 28 NATO ülkesi tarafından eşit paylarla ödenmesi Antlaşma’da yer aldığından, her NATO ülkesi gibi Türkiye de 10–11 milyar Dolarlık bir meblağı ödemekle yükümlü kılınmıştır. Bellidir ki ABD, bu meblağı Türkiye’yi borçlandırarak finanse edecektir. Diğer taraftan ABD’nin Türkiye’ye oynadığı oyun sonucu; Türkiye, “Ulusal Uzun Menzilli Bölge Hava Savunma ve Füze Savunma Sistemi”ni yaklaşık 2 milyar Dolarlık bir bedelle ve bunu da 5 yılda ödemek şartıyla ABD’den satın almak zorunda kalmıştır. Şüphesiz ABD bunu, borç batağındaki Türkiye’yi yeniden borçlandırarak finanse edecektir. BöyleceTürkiye; Lizbon’da imza attığı “Yeni NATO ve Nükleer Füze Savunma Sistemi” çerçevesinde, yurt sathında kurulacak füze ve radar ağlarıyla ve onlara kumanda edecek uzman istihbarat kuvvetleriyle işgale uğrayacaktır. Füze kalkanı kimi koruyacak? Bush yönetiminin, ABD Ulusal Füze Kalkanı Projesi ile ilgili olarak Polonya’ya füze kalkanı, Çek Cumhuriyeti’ne füze radarı satmak için pazarlıkların yapıldığı 2006 yılında, Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanan “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi” ihtiyacı hakkındaki teklif AKP Hükümeti tarafından benimsenmiş ve Bush Yönetimi’yle pazarlığa oturulmuştur. Sonuçta sistemin NATO bütçesinden karşılanacak 7,8 milyar Dolarlık bir bedelle ABD’den satın alınmasına karar verilmiştir. Bu karar üzerine Bush yönetimi çok pahalıya mal olacak olan Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ni kapsayan programı durdurmuştur. Bush yönetimi; farklı füze sistemleriyle aynı savunma programını daha ucuza mal etmenin mümkün olduğunu görmüştü. O nedenle ABD yönetimi, Türkiye’ye pahalı sabit savunma sistemine sahip uzun menzilli balistik füzeler yerine, daha ucuz, esnek ve değiştirilebilir sisteme sahip kısa ve orta menzilli Patriot Füzesavar Sistemini satmaya odaklanmıştır. Bu durumda Obama yönetimi Türkiye’ye, NATO’nun Avrupa Savunma Sistemi kapsamında orta menzilli füzesavar füzeleri ve füze radarı sistemi yerleştirmeye karar vermiştir. Böylece ABD; Türkiye’yi birincil, İran’ı ikincil hedefine almayı ve kurulacak "müstakbel Kürdistan’ı " da bu füze kalkanı ile koruma altına almayı amaçlamıştır. Bu durumda Türkiye’nin de; Genel Kurmay Başkanlığı’nın ihtiyacı doğrultusunda, ulusal uzun menzilli füze savunma sistemini yerleştirmek için ABD’den yaklaşık 2 milyar Dolarlık füze kalkanı malzemelerini de satın almaktan başka bir çaresi kalmamıştır. Füze kalkanı satılmasında ABD’nin oyununun perde arkası ABD’nin, “İran tehdidi altındaki” ülkelere kendi füze savunma sistemini satacağı iddiası güçlendi. İddianın sahibi, The Washington Times gazetesine konuşan ve füzelerle ilgili hükümetler arası görüşmelerde yeraldığı için adının açıklanmasını istemeyen Avrupalı bir diplomat. Söz konusu diplomat, Obama hükümetinin şimdiye kadar 124,7 milyar Dolar harcadığı füze savunma sistemini yerleştirmekten vazgeçme kararının, 7,8 milyar Dolarlık satış kararının ardından geldiğini hatırlattı. Diplomat, ABD Yönetimi’nin, İran’ın füze programına karşı daha az maliyetli bir sistem arayışında olduğunu belirterek, “Çek Cumhuriyeti ve Polonya’yı kapsayan program oldukça pahalıydı. Farklı füze sistemleriyle, aynı savunma programını daha ucuza mal etmeleri mümkündü,Türkiye’ye satılması planlanan ‘Patriot Füzesavar Sistemi’ muhtemelen bu kararın bir parçası” dedi. Avrupalı diplomat, Beyaz Saray’ın sabit savunma sistemlerinden, esnek ve yer değiştirebilir sistemlere geçip; uzun menzilli balistik füzeler yerine, kısa ve orta menzilli füzeler üzerinde odaklanmasının Türkiye ile ilgili iddiaları güçlendirdiğini savundu. TSK ise, yaptığı açıklamada, maliyetin 7,8 milyar Dolar olmadığını, yaklaşık 2 milyar Dolar olduğunu bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tuğgeneral Metin Gürak, Türkiye’nin tedarik etmeyi planladığı “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Projesi”nin, “ABD’nin Füze Kalkanı Projesi” ile hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. Gürak, Patriot füzelerinin basında yer aldığı gibi 13 batarya, maliyetinin de 7,8 milyar Dolar olmadığı kaydetti. Gürak, ihtiyacın 4 batarya tedariği olduğunu ve maliyetin 2 milyar Dolar civarında olacağını söyledi. Gürak,alınacak füze sistemlerinin belli bir ülkeye karşı olmadığını kaydetti.
Wikileaks belgesi Füze Kalkanı’nın İran’a karşı olduğunu doğruladı ABD’nin diplomatik yazışmalarını yayımlayan Wikileaks’in, 13 Ocak 2011’de sızdırdığı ve 18 Eylül 2009 tarihli belge’ye göre; ABD Başkanı Barack Obama, George W. Bush Döneminde geliştirilen füze savunma sistemi planını, Rusya’ya yönelik kaygılar nedeniyle değil, tamamen İran’ın askeri gücünün artması ve bunun yarattığı tehdidin büyümesi üzerine değiştirdi. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından ABD Büyükelçileri’ne gönderilen Belge’de şu dikkat çekici ifadeler yer alıyor: “İran’ın hâlihazırda elinde, Orta Doğu’daki komşularını, Türkiye ve Kafkaslar’ı tehdit edebilecek nitelikte yüzlerce balistik füze bulunuyor ve Avrupa’nın daha da içlerine ulaşabilecek balistik füzeleri faal olarak geliştiriyor ve test ediyor”. [3] Genelkurmay Başkanlığı’nın hükümete verdiği ihtiyaç listesi Genelkurmay Başkanlığı Hükümete, Türkiye’nin ihtiyacı olan “ulusal uzun menzilli hava ve savunma sistemi”nin kurulmasını önerdi. Hükümet bunu kabul etti ve NATO’ya finanse ettirmeye çalıştı, fakat başarılı olamadı ve bunun üzerine de Lizbon’da antlaşmayı imzaladı.
David Rockefeller: Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların, kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan elit’in otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.
Henry Kissinger: Hangi yol seçilirse seçilsin, Birleşik Devletler ya da Avrupa’ya dayanan çokuluslu şirketler, küreselleşmeyi yönlendiren lokomotifler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD ve Avrupa’nın çokuluslu şirketleri, gelişmekte olan ülkelerin şirketlerini yutacaktır.
George Kennan: Dünya servetinin yüzde 50’sine ama nüfusunun yüzde 6,3’üne sahibiz. Bu durumda kıskançlık ve kızgınlık odağı olmamız gayet normaldir. Önümüzdeki dönemde bu ayrıcalıklı pozisyonun devamını sağlayacak bir ilişkiler ağı örgütlemeliyiz. Dünyayı, korku salarak sindirmeliyiz. Şimdi de, Genelkurmay Başkanlığı’nın önceki talebi doğrultusunda; Türkiye’nin “Ulusal Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmak amacıyla, tahmini bedeli 2 milyar Dolar olan bir ikinci ihale ile füze malzemesi satın almak zorunda kaldı. Şimdi, verilen 4 teklif üzerinden sonuç alınmaya çalışılıyor. İhale’nin ABD lehine sonuçlanacağı şimdiden biliniyor. 4 teklif şunlardan oluşuyor: 1- ABD; PAC 300 ve AWACS teklif ediyor. 2-Fransız–İtalyan Ortaklığı; SAMP/T sistemi teklif ediyor, sistemde 8 füze bataryası bulunuyor. 3-Rusya; S 400 teklif ediyor. 4-Çin; FP 2000 teklif ediyor, bunlar S 300’ler ile Patriot füzesinin özelliklerini taşıyor. Bu 4 ülke ortak çalışmalarda bulunmayı da öneriyor. 2001 yılı itibarıyla ABD’nin nükleer silah kapasitesi -550 adet kıtalararası balistik füze: Bunlardan 500’ü, 3 savaş başlığı taşıyabilen ‘Minuteman III’ füzesi; 50’si ise, 10 savaş başlığı taşıyabilen ‘Peacekeeper’ füzesidir. -18 adet Ohio sınıfı denizaltı, -Her biri 12 savaş başlığı taşıyabilen 432 adet ‘Trident’ füzesi, -7500 adet nükleer savaş başlığı, -208’i aktif olmak üzere toplam 300 adet, ‘B2’, ‘B52’, ‘B18’ bombardıman uçakları; bu uçaklarda bulunan toplam 300 adet savaş başlığı. 20 Ocak 2001’de Başkanlık koltuğuna oturan George W. Bush’un ilk işi, “Yıldız Savaşları” adıyla anılan ve bugünkü “Füze Kalkanı” projesinin atası olan projeyi gerçekleştirmek uğruna, “modası geçmiş” kıtalar arası balistik nükleer silahları azaltma “jesti” olmuştur. Bush bu amaçla bir “ABD’nin nükleer silah kapasitesinin azaltılması için öneri” paketi açıklamıştır. Bu önerinin maddeleri şunlardır: -Toplam savaş başlığı sayısı 2500 adetin altına çekilsin. -Saldırıya hazır kıtalararası füzelerin sayısı azaltılsın. -‘B2’ ve ‘B52’ bombardıman uçaklarının çoğu konvansiyonel hale getirilsin. [4] 2010 tarihi itibariyle dünyadaki nükleer silahlar ABD: 2200 adet Rusya: 2800 adet Fransa: 300 adet Çin: 180 adet İngiltere: 160 adet İsrail: 80 adet Pakistan: 60 adet Hindistan: 60 adet Kuzey Kore: 10 adet ABD’nin sadece Avrupa’daki nükleer silah mevcudu ise 200 adet olup; bunların yerleri şöyledir: Belçika, Klein Brogel Hava Üssü’nde: 20 adet (Wikileaks bunu doğruladı). Hollanda, Volkel Hava Üssü’nde: 20 adet (Wikileaks bunu doğruladı). İtalya, Aviano Hava Üssü’nde: 50 adet ve Ghedi Torre Hava Üssü’nde: 40 adet olmak üzere; toplam: 90 adet. Türkiye, İncirlik Hava Üssü’nde: 90 adet (Wikileaks bunu doğruladı). Sığınaklarda muhafaza edilen ve ‘B61’ tipi olan bu taktik nükleer başlıkların 50 adedi, ABD 3’üncü Hava Taarruz Filosu’nun ‘F-16C/D’ tipi uçaklarına; geri kalan 40 adedi ise, Türk ‘F-16’ uçakları için tahsis edilmiştir. Bunların dışında, Almanya’daki Büchel Hava Üssü, Norvenich Hava Üssü ve Ramstein Hava Üssü’ndeki toplam 150 adet başlık ile; İngiltere’deki Lakenheath Hava Üssü’ndeki 10 adet başlığı ABD geri çekmiştir. Yeni START anlaşması Başkan Obama ve Başkan Medvedev arasında Prag’da imzalanan 8 Nisan 2010 tarihli “Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması” (“New START – Strategic Arms Reduction Treaty” Antlaşması), ABD ile Rusya’nın ellerindeki nükleer stokları yüzde 30 oranında azaltmayı öngörüyor. Böylece, antlaşma yürürlüğe girdikten sonraki 7 yıl içinde, iki tarafında elinde 1500’den fazla silah bulunmaması sağlanacak.* 1991’de, baba George Bush ile Mihail Gorbaçov’un başlattığı “START” süreci sonucunda tarafların ellerindeki silahlar 2200 adet düzeyine çekilmişti. Yeni START Antlaşması, İngiltere, Fransa ve Çin tarafından da imzalandı. Bu yeni antlaşma, ülkelerin birbirlerini denetlenmesi için özel bir mekanizma kurulmasını da öngörüyor. [5] Hizbullah İsrail’e karşı güdümlü-güdümsüz nükleer füze kullanıyor : Lübnan’da konuşlu Hizbullah milisleri güdümlü–güdümsüz füzelere sahip ve bunlarla İsrail’i vuruyor. İsrail ise, nükleer kalkana sahip olmakla birlikte, elindeki füzeleri kullandığı takdirde kendisine ve bölgeye vereceği büyük hasar nedeniyle bundan yararlanamıyor. İran’ın, Hizbullah’a ve Suriye’ye verdiği güdümsüz füzeleri mühendisleri vasıtasıyla güdüm sistemleriyle donattığı biliniyor. 2006 yılındaki, 33 gün süren Gazze Savaşı’nda Hizbullah İsrail’e günde yaklaşık 500 roket fırlatmıştı. İsrail bu savaşta yenilmiş ve BM’e ateşkes çağrısı yapmak zorunda kalmıştı. Hizbullah, yeni güdümlü ‘Fetih 110’, ‘M 600’ ve ‘Scud’ füzeleriyle İsrail’in her yerini vurabilecek kapasitededir. İsrail ise, ‘Arrow’, ‘Demir Kubbe’ ve ‘Davud Kalkanı’ füze savunma sistemlerine sahip olmasına rağmen, Hizbullah’ın füze tehditlerini önlemekte yetersiz kalıyor. [6] “Hürmüz Boğazı” neden İran’ın en etkili nükleer savaş önleme kozudur? Irak Savaşı öncesi yayımladığı raporda tüm yazdıkları doğru çıkan İngiliz Profesör Paul Rogers, Oxford Research Group adlı düşünce kuruluşuna (think-tank) hazırladığı raporda şu değerlendirmede bulunmuştur: “İran’ın karşı saldırıya geçmesi halinde elinde pek çok seçenek var. Bunların en önemlisi Hürmüz Boğazı’dır. “İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatmayı başarabilirse, tüm dünyadaki petrol fiyatları dramatik olarak artacak. Diğer taraftan İran, Orta Doğu’da, batıya ait petrol kuyularına paramiliter güçler ve füzelerle saldıracaktır. İran Hürmüz Boğazı’nı kapattığında nükleer savaş önlenebilir. Ne kadar zor da olsa nükleer kriz başka yollarla çözülmelidir.” [7] James Jeffrey’e göre, “Türkiye Patriot almakta çok geç kaldı” [8] ABD’nin bir önceki Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’e göre, “Türkiye Patriot füzeleri almakta geç kaldı”. Bunu değerlendirmek için önce Patriot sahibi ülkelere bakalım. Patriot (PAC-3) füzesi sahibi ülkeler: Almanya, Hollanda, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, BAE, İsrail. Yunanistan’ın ise, hem PAC-3, hem de Rus yapımı S 300 sistemi var. Suriye’de, Rus yapımı S 300 sistemi var. İran, Rusya’dan S 300 sistemi alma kararı aldı. Bu sistemler “Nokta Koruma” amaçlıdır. Polonya ve Çek Cumhuriyeti için gündeme getirilmiş olan sistem ‘Kıtalararası Balistik Füzeler’e (Intercontinental Ballistic Missile – ICBM) karşıydı, hareketli sistemdi. Patriot Sistemi, NATO’nun kıtalararası balistik füzeler sistemi mimarisinin bir parçası olarak düşünülmüştür. AEGIS kruvazörlerinin Karadeniz’e giriş yollarının açılması Türkiye; başta ABD olmak üzere, Karadeniz’de kıyısı olmayan NATO ülkeleri savaş gemilerinden oluşan bir donanmanın Montrö Antlaşmasına göre görev, tatbikat veya manevra yapmalarının yasak olduğunu ilan etmiş ve çekincesini ortaya koymuştur. 2006 yılı ortalarında Türkiye, ABD ve Gürcistan’ın iştirakleriyle, Karadeniz’de ilk kez “Karadeniz Uyum Harekâtı” adıyla bir harekât düzenlemiştir. AKP Hükümeti’nin bu harekâta izin vermesi, Türkiye’nin bu konudaki çekincesini gizlice kaldırmış olduğunun kesin kanıtı olmuştur. AKP Hükümeti’nin 2007 sonbaharındaki NATO toplantısında, NATO üyesi ülke savaş gemilerinin, Yeni NATO üyesi Bulgaristan ve Romanya limanlarını ziyaret etmelerine izin veren bir antlaşma imzaladığı anlaşılmıştır. 25 Ağustos 2008 itibariyle, başta ABD olmak üzere, NATO gemileri Gürcistan’a insani yardım götürmek ve tatbikat yapmak için Karadeniz’e girmiştir. Bu girişte, ABD gemilerinde 2500 km menzilli füzelerin bile bulunduğu Rus Genelkurmay Başkanlığı’nca açıklanmıştır. AKP Hükümeti’nin önce çekinceyi gizlice kaldırması ve 2007’de ABD gemilerinin Gürcistan’a insani yardım götürmek amacıyla Karadeniz’e sorunsuz girebilmeleri ile; aslında nükleer füzeli Aegis gemilerinin Karadeniz’e girme yolu açılmıştır. Füze Kalkanı’nın “Birinci Aşaması”nın tamamlama yılı olan 2011 yılında ABD, Aegis Kruvazörleri’nin Karadeniz’e girmelerini talep edecektir. O zaman gizli anlaşmanın imzalandığı ortaya çıkacaktır. [9] Bu da Türk halkını bir ölüm–kalım savaşının eşiğine getirecektir. Sonuç NATO’nun “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”nin,“NATO Stratejik Konsepti” ile ilişkilendirilerek tek bir antlaşma halinde imzalanması; 60 yıllık NATO tarihinde ilk defa karşılaşılan bir olaydır. Daha önce imzalanan antlaşmalar sadece NATO örgütüne ait anlaşmalardır. ABD’nin “Ulusal Füze Savunma Sistemi” ile ilgili olan antlaşmalar; tamamen ayrı antlaşmalar olup, nükleer silahların yayılmasının önlemesi ve sayılarının azaltılması ile ilgili olan “START” ve “START-II” antlaşmalarıdır. Lizbon Antlaşması’nın, diğer NATO antlaşmalarından en temel farkı budur. Lizbon Antlaşması’nda birbirleriyle ilgili olmayan iki ayrı konu birleştirilerek tek bir antlaşmaya dâhil edilmiş olmaktadır. Bu ayırt edici nitelik nedeniyle Türkiye, NATO’nun “Avrupa İçin Nükleer Füze Savunma Sistemi”nin tamamlanacağı 2010–2020 arasındaki 10 yıllık sürede toplam 10-11 milyar Dolarlık bir ödeme yapacaktır. Borç batağındaki Türkiye’nin bu ödemeyi yapmasının imkânı olmadığından, ABD’nin bu meblağı, Türkiye’yi borçlandırarak finanse edeceği tahmin edilebilir. Sistem çerçevesinde Türkiye coğrafyası;, “füze” ve “radar” ağları ilekaplanacak ve onlara kumanda edecek “askeri–sivil istihbarat kuvvetleri” Türkiye’yi içten çökerteceklerdir. Diğer bir ifade ile Türkiye bu kuvvetler tarafından işgale uğrayacaktır. ABD; Türkiye’ye yerleştireceği ‘orta menzilli füzesavar füze ve radarı’ ile Türkiye’yi ‘birinci derecede’, İran’ı ‘ikinci derecede’ hedefine almıştır. Aynı sistem kurulması düşünülen “Müstakbel Kürdistan”ı koruma kalkanı olarak ta kullanılacaktır. ABD emperyalizmi; Türkiye’nin ‘1 Mart Tezkeresi’ni reddini unutmamıştır. Aynı şoku bir daha yaşamamak için o günden bu yana Türkiye’yi dize getirecek bir stratejiler hazırlamıştır. Son strateji, ABD’nin “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni hayata geçirmesidir. ABD bu stratejisiyle, Türkiye’yi fiili olarak işgal etmeyi ve bir daha “red” şoku yaşamamayı amaçlamıştır. ABD son dönemde, Saddam Hüseyin’i ‘tam’ hedefine alarak öldürmüştür. Kendisinin yarattığı Talaben’ı baş düşmanı olarak seçmiştir. Bunun sonucu olarak, aslında düşmanı olan İran’ı bölgenin en güçlü devleti haline getirmiştir. Günümüzde de, Lizbon, Yeni NATO ve “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi” antlaşmalarını imzalayarak; İran’la Türkiye’yi savaştırmayı ve İsrail’i güçlendirmeyi hedeflemiştir. Türkiye böyle bir hayati tehditle karşı karşıyadır. AKP Hükümeti 2007 sonbaharında imzaladığı bir antlaşma ile, ABD savaşgemilerinin Montrö Antlaşması’na aykırı olarak Karadeniz’e giriş yapmalarını da sağlamıştır. Böylece, Füze Kalkanı’nın “Birinci Aşaması”nın tamamlanma yılı olan 2011 yılında, nükleer füzeler bulunan Aegis Kruvazörleri’nin Karadeniz’e giriş yapmalarının olanağı doğmuştur. ABD, önümüzdeki aylarda bu anlaşmaya göre savaş gemilerini Karadeniz’e sokmayı talep edecektir. O zaman AKP Hükümeti’nin ABD ile imzalamış olduğu gizli anlaşma ortaya çıkacaktır. ABD bu tehditlerle, 2010–2020 yılları arasında Türkiye’nin ulusal güvenliğini, ulusal dış politikasını, ulusal ekonomisini ve ulusal bütünlüğünü ipotek altına almayı, ayrıca bu süreçte ‘BOP’un Ortadoğu, Körfez ve Kafkasya ayaklarını tamamlamayı amaçlamaktadır. ‘Lizbon’, ‘Yeni NATO’, ve ‘Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi’ Antlaşmaları, Süper NATO operasyonlarıdır. Devrimle kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti füze işgal kuvvetleriyle yıkılmak istenmektedir. Türkiye’nin devrimci güçleri ayağa kalkmalı, işgali önlemeli ve dayatılan bu Süper NATO paçavrasını yırtmalıdır.
Erol BİLBİLİK
İLK KURŞUN
[1]Cumhuriyet gazetesi, 21 Kasım 2010.
Utku Çakırözer, Cumhuriyet, 15 Kasım 2010.
[3]Akşam gazetesi, 14 Ocak 2011.
[4]Hürriyet, 3 Mayıs 2001.
*“Stratejik Nükleer Silah” (Strategic Nuclear Weapon – SNW)
tanımlamasıyla; düşmanın savaş başlatma ihtimalini düşürmek için
kullanılan ve kitleleri tehdit eden nükleer başlıkları kastedilmektedir.
“Taktik Nükleer Silah” (Tactical Nuclear Weapon – TNW) tanımlamasıyla
ise, savaş zamanında askeri amaçlarla kullanılan nükleer başlıklar
kastedilmektedir.
[5]Milliyet gazetesi, 4 Aralık 2010.
[6]Hakan Albayrak, Yeni Şafak, 7 Aralık 2010.
[7]Yeni Şafak, 16 Temmuz 2010.
[8]Akşam, ‘James Jeffrey röportajı’, Utku Çakırözer, 21 Eylül 2009.
[9] Erol Bilbilik, Aydınlık dergisi, 8 Eylül 2008.
Şimdiki Zaman - Mete AKINCI , Erol BİLBİLİK Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Türkiye’nin devrimci güçleri ayağa kalkmalı, işgali önlemeli ve dayatılan bu Süper NATO paçavrasını yırtmalıdır. EROL BİLBİLİK