Translate

NATO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NATO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Temmuz 2015 Cuma

Yurtta Barış, Dünyada Barış...






"Yaza Savaşta olacağız açıklaması yapan Nato"
"Senior NATO Official Claims We’ll Be at War by Summer"

_______________________________________________


"Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde korkunç saldırı..." 
Basın 20 7 2015


 "Suruç bombası Türkiye’yi Irak’ın makus talihine sürüklemek üzere."


___________________________


Her şeyi unutun...
PKK’yı, YPG’yi, PYD’yi, IŞİD’i... Tüm harflerin açılımlarını silin hafızanızdan... Sadece dün Suruç’ta havaya uçan gençlerin annelerinin, babalarının yerine koyun kendinizi...
Ne hissediyorsunuz?

Hisler bitiyor değil mi?
Tüm kuşlar, böcekler susuyor. Hatta uğuldayan kent bile sessizliğe gömülüyor. Gözünüz kararıyor, başınız dönüyor!
Geriye... Hollywood işi kötü aksiyon filmlerinin Ortadoğu sahnelerinde görmeye alışık olduğumuz türden bir sahne kalıyor:
Ne diye bağırdıkları tam olarak anlaşılamayan gençler...
Ellerindeki pankart...
Net olarak anlaşılmayan bir slogan...
Bu sloganda öne çıkan bir kız sesi...
Sonra pankartın havalanan sağ tarafı...
Aynı anda duyulan korkunç bir
patlama...
Ve kaçarken gökyüzünü, ağaçları çeken kamera... Fonda duyulan korkunç haykırışlar!

Daha olayın ne olduğu belli olmadan HDP’li Milletvekili Leyla Güven bağlanıyor bir kanala ve “TC”ye sayıp döküyor!
İyi de bombayı TC mi koymuş?
Hayır. Zaten bu önemli de değil!
Vur TC’ye, prim yap; ölen çocukların kanı üzerinden... Bu arada o TC’nin vekili olmuşsun, ayda 20 bin liraya yakın maaş alıyormuşsun; hiç önemli değil...
Bombayı koyan alçaklara, o gençleri oraya götüren Kürt ırkçılarına tek söz söyleme, vur abalıya!

Siz yine de her şeyi unutun:
PKK’yı unutun... YPG’yi, PYD’yi, IŞİD’i...
Hatta suçu peşinen TC’ye yükleyen LG’yi unutun...
Onun partisi HDP’yi... Uyguladığı abuk sabuk dış politikayla sınırlarımızı kevgire çeviren AKP’yi... Bu çöküşü seyretmekle yetinen CHP’yi, MHP’yi...
Hepsini... Tüm harfleri unutun!
Açılımlarını silin hafızanızdan...
Çünkü... Orada ölen çocukların bırakın adlarını, “harfleri” bile yok görmüyor musunuz?
“En az 31 ölü” diye tanımlıyor ajanslar onları...
“En az 31 ölü...”


Hani hep içinde yaşadığımız çağın en uygar çağ olduğuna inanırız ya...
Boş verin bu masalı!
İnsanoğlu, tarihin en karanlık dönemlerinde bile bu kadar adileşmemişti!
Savaşlar bile daha mertti!
Bu çağ uygar insanların değil, alçak katillerin çağı; çevremiz katil dolu!

Mustafa Mutlu / Basın




GÜNÜN İSYANI

İsyanım, Suruç katliamından sonra, “Canlı bombaya rahmet yakınlarına sabır diliyorum” diye tweet atan AKP İstanbul Milletvekili adayı ve Osmanlı Ocakları’nın İstanbul Gençlik Kolları Başkanı Furkan Gök’e:
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Mustafa Mutlu / Basın




___________________________



-Türk Devletinin binlerce yıllık hafızasını ve her biri birer pırlanta değerindeki bürokratlarını-diplomatlarını yok sayıp, aşağılayacaksın.

-“Pers Prensi” lakaplı bir çocuğu istihbaratın başına getireceksin.
-Kendi Milli Orduna tuzak kurup, terörle boğaz boğaza kavga edip onu yenmiş kahramanlarını zindanlarda çürütüp, “Devlet Refleksini” kıracaksın.

-Sınırları açıp, Ortadoğu’nun bütün it-uğursuz-terörist-canlı bomba sapıklarını ülkeye doldurup, Polisin elini kolunu bağlayacaksın.

-Cemaati devletin en hassas birimlerine kendi elinle sokup, Bakanlıkları Tarikatlar arasında pay edeceksin.

-TC Devletinin kurucularına “AYYAŞ” deyip, PKK Hamisi Barzani’yi “Onur Konuğu” yapacaksın.

-Kendi tarihinle kavga edip, Oslo’da-İmralı’da-Habur’da vatan evlatlarını katleden katillerle kucaklaşacaksın.

-Türk adını her yerden kaldıracaksın.

-Türk Milletinin tüm Cumhuriyet boyunca yaptığı borcun tam üç katını 12 senede yapacaksın ve Cumhuriyetin tüm eserlerini yok pahasına peşkeş çekeceksin.

-Harun gibi gelip KARUN gibi olacaksın, kul hakkı yemekten çekinmeyeceksin.

Sonra Türk Milletine, terör örgütünün siyasi sözcüsü olan bir partiyi şikâyet edip utanmadan yine Türk Milletinden oy isteyeceksin!
Öyle lagara-lugara yok! Önce kendi yarattığın leşleri temizle…

Rifat Serdaroğlu / Basın




_________________________



ŞİD, PKK, PYD, El Kaide, El Nusra, Müslüman Kardeşler ve Özgür Suriye Ordusu dahil hepsi dört dörtlük terör örgütüdür. Bunlar katliamlar yapmışlardır, insanlık suçu işlemişlerdir ve devam etmektedirler. Eğer bu örgütlerden bazılarını siz terör örgütü sınıflandırmasına almıyorsanız samimi değilsiniz demektir. 

Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarları ise ne yazık ki, iyi terörist ve kötü terörist ayrımı yaptı. Suriye’deki yönetimi devirebilmek için teröristlerle işbirliği yaptı ve destekledi. Terörle yatan terörle kalkar. Bugün yaşadıklarımız Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarlarının yanlış ve işbirlikçi politikalarının ülkemize getirdikleridir. Yarın daha kötüsü ile de karşılaşacağız. Çünkü emperyalizm projelerini gerçekleştirebilmek için istikrarı iyice bozmak istiyor, provokasyon yapıyor, Türk-Kürt çatışması ve iç savaş çıkarmak istiyor.

Türker Ertürk / Basın



___________________________



2011 Türkiye İç Savaş Raporu


Terörizm uzmanı Sefa Yürükel, 2003'te Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde gizli bir raporu okuduğunu söylüyor. Rapora göre Türkiye'de bir iç savaş tezgâhlanıyor. Hatta rapor sanki bugünleri anlatıyor. 2003 yılının Şubat ayı sonu.


Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde terörizm uzmanı Prof.Dr. Toje Bjorge'nin odası. Aynı zamanda Danimarka vatandaşı, Norveç'te yaşayan Sefa M. Yürükel, daha öce araştırmacı olarak görev yaptığı enstitü'den rutin ziyaretlerinden birinde. Prof. Bjorge'nin masasında 35 sayfalık bir rapor Yürükel'in dikkatini çekiyor.


Raporun başlığı "2011 Türkiye İç Savaşı". Yürükel şoke oluyor.
Raporu eline aldığında 35 sayfayı dikkatle okuyor. Sanki daha o yıllarda bugünler tarif edilmiş! Ortada müthiş bir iç savaş senaryosu dolaşıyor! Bu esrarengiz raporun kimler tarafından, nasıl ve ne zaman yazıldığı meçhul. Çünkü raporun kopyasını alamıyor bile. Ama raporun tam anlamıyla bir gizli servis elinden çıktığı anlaşılıyor. "Türkiye için iç savaş senaryosunu yazdılar, şimdi de yönetiyorlar.


-Raporu ne zaman gördünüz?
-Bu raporu 2003 yılının Şubat ayı sonunda Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde gördüm. 2 defa okudum.


-Sizin elinize nasıl geçti?
-Ben daha önce Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde araştırmacı olarak çalıştım. Doğal olarak arada bir uğruyorum oraya.


-Peki, orada nerede okudunuz bu raporu? Kimdeydi rapor?
-Orada terörizm konusunda araştırmalar yapan Prof.Dr.Toje Bjorge'nin odasında okudum. 35 sayfalık bir rapordu.


-Kapağında ne yazıyordu raporun?
-"2011/Türkiye İç Savaş" başlığını taşıyordu. Amerikan İngilizcesi ile yazılmış olup, akademik-istihbaratçı bir kimse tarafından yazıldığı belli oluyordu. Ben rutin akademik araştırmacı olduğum için her akademisyen araştırmacı gibi bunu rahatlıkla anlayabilirim. Daha sonra aklımda kalanları not ettim.


-Bir isim yazıyor muydu?
-Hiçbir isim yazmıyordu.


-Gizli servis tarafından yazılmış bir rapor olabilir mi?
-Her tarafına baktım raporun bulamadım açıkçası bir isim, ibare.
Yalnız şu var çok ciddi bir araştırma yapıldığı ve araştırmanın da çok iyi biçimde teorikleştirildiğini gördüm. Bunu normal bir akademisyenin yazmadığı belliydi. Türkiye' de eli kolu olan kimselerin yazdığını anladım. Belki bir ekip araştırmayı yaptı ama tek elden yazıldığı anlaşılıyordu.


-Sözünü ettiğiniz profesör size bu raporu ne diye verdi?
-Bana "Bu aralar ne araştırması yapıyorsun? " diye sordu. Ben normalde soykırım üzerine çalışırım. Profesöre, "terörizmle uğraşıyorum" dedim. Biraz fikir alışverişinde bulunduk. Masasında bazı notlar, yazılar vardı. Bakabilir miyim dedim. İstediğini okuyabilirsin dedi. Onların arasından çıktı bu rapor. Bazılarını kopya etmeme müsaade etti. Ama o raporu vermedi. Bunun anlamı şu, Rapor sadece belli yerlerde dolaşıyor. Norveç Uluslar Arası İlişkiler Enstitüsü Norveç devletinindir. Resmi bir kimliği vardır. Buradan diplomatlar çıkartılır. Bütün Norveç'in diplomatları üst düzey yöneticileri bu merkezden elenir. Çok önemli bir yerdir.


-Prof.Toje Bjorge önemli bir isim mi?
-Norveç açısından önemlidir. Fakat ona bu raporu direkt vermemiş olabilirler. 

-Uzmanlık alanı nedir onun?
-Terörizm ve ırkçılık.


-Neden 2011 yılı planlanıyor sizce?
-AB'nin dayattığı kurallar meselesi var. Irak'a müdahale belki daha önceden planlanmıştı, bu zaten doğru, bölgede büyük bir değişiklik yaratılacağı, mesela Büyük Ortadoğu Projesi kapsamı var, bölgede haritanın değişmesi söz konusu. Buna Türkiye de dâhil bütün bu dayatmalarıyla Türkiye'nin buna 2011 yılına kadar dayanabileceğini, ondan sonra da taviz vererek gücünü yitireceğini planlıyorlar.


Bugünlerde yaşanan gerginlik ve çatışma ortamının yoğunlaştırılması planı var. Batılılar tarafından öngörülen senaryo şu anlama geliyor:
Batılılar bu işin senaryosunu hazırlamakla kalmamışlar, aynı zamanda Kuzey Irak'ta ve Batı Avrupa'daki PKK büroları müsamaha görüyor. Burada bir koruma var ve onları da terörist olarak görmüyor.


-Peki, bu raporun hazırlanma tarihi hakkında bir bilginiz var mı?
-Ben 2003 yılında okudum çok önce de hazırlanmış olabilir rapor. Çok önce hazırlanıp bugünleri gösteren bir senaryodur bu rapor.


-Bu rapor Türkiye'de bir iç savaş çıkarmak maksadıyla mı yazılmış peki?
-Hayır, ama rapor Türkiye'de bir iç savaş tezgâhlandığının tescili özelliği taşıyor. Batılılar genellikle böyle senaryolar hazırlarlar, ondan sonar da arkasına güç koyup harekete geçirirler. Irak' ta olduğu gibi mesela. Bu raporu yazanlar PKK'yı harekete geçiren güçler demek abartılı olmaz. Aynı güçlerdir yani.


-Adres nereye çıkıyor?
-Batılı ülkelerdir. Esas hedef sadece Türkiye değil, İran ve Asya'dır. Direkt CIA diyemem ama bu rapor ABD'ye çok uyuyor. Batının kendi arasında bu konuda bir uzlaşı var anlaşılan. Bu çok net görülüyor.


-Türkiye'de iç savaş çıkartılarak ne amaçlanıyor?
-Türkiye Batı'ya göre çok büyük bir ülke. AB yetkililerinin demeçlerinde de var bu. Türkiye'yi küçültmek istiyorlar. ABD' ye direnemeyecek bir Türkiye olmalı ve haritası değiştirilmeli. Amaç, Kürdistan kurularak Türk devletinin zayıflatılması ve boyun eğdirilmesi. Bu da kendilerinin hassas olarak tanımladıkları, karışık bölgelerdeki etnik çatışmalar çıkartılarak yapılacak. Çünkü bu dünyanın en tehlikeli işidir. Raporda şu da geçiyor, Türkiye' de herkes kendi etnik kökenine göre yolunu seçebilir. Mesela ordu ve polis içindeki Kürtler de Türkler de yolunu seçebilir deniliyor, büyük bir çatışmada. Bu Yugoslavya'da olmuştur. O bakımdan Türk devletinin böyle bir çatışmayı önleyemeyeceği vurgulanıyor. Raporda hazırlanan bu senaryo, geçmiş yıllarda Türkiye'de uygulananın aynısı. Bu kadar net senaryo yazılamaz.


Bunun anlamı; BU SENARYOYU HAZIRLAYANLAR BUNU UYGULAYANLARDIR.
"TÜRKİYE'NİN ESKİ HUDUTLARI KALMAYABİLİR, HARİTASI DEĞİŞEBİLİR"


Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde Sefa Yürükel'in okuduğu raporda 5 bölüm bulunuyor. Her bölümde teorik yaklaşımlar ve senaryolar, iyi rafine edilmiş istihbarat bilgileri yer alıyor.


Sefa Yürükel , "Bizzat yerel işbirlikçiler veya casuslar tarafından verilen bilgilere atıf yapılıyordu" yorumunu yapıyor.


1.Bölüm: Türkiye'nin jeopolitiği ve uluslar arası siyasi coğrafyasına yer veriliyor. Yürükel, "Burada daha çok teorik yaklaşımlar vardı. Bu Türkiye'nin daha çok dışarıya dönük yönünü açıklıyordu" diyor.


2.Bölüm: Türkiye'nin siyasi, sosyal, tarihi, dini, mezhepsel, etnik ve kültürel yapısı üzerine özet halinde ampirik datalarla güçlendirilen rakamların yer aldığı bir bölüm. Bu bölümde özellikle Kürtler-Türkler demografisi ifadeleri altları çizilerek yer alıyor.


Yürükel, raporun bu bölümünde yer alanları şöyle anlatıyor;
Şehir, şehir hatta bazı kasabalar (Kızıltepe, Pazarcık,..vs) gibi yerlerin adı geçiyor ve demografisine örnek olarak yer veriliyordu. Burada esas değinilen karışık oturulan bölgeler biçimindeydi.
Yani Türkiye'nin çatışmaya dönük raporu yazan tarafından etnik demografisi çıkarılmıştı. Buradaki verilerden de hissedildiği gibi Türkiye içerisinden birileri (işbirlikçiler, casuslar, ...vs.) bu raporun yazılması amacıyla çatışma hedefine yönelik olarak çok rafine sayılabilecek hassas ve ayrıntılı bilgi vermiş ve toplamıştı.


3.Bölüm: Rapor'da "hassas bölgeler" diye bir tabir geçiyor. Rapor da ifade edilen Türk ve Kürt etnik kökenden insanların, iç içe ya da sınır bölgeleri olarak Malatya, Erzurum, Maraş, Gaziantep' in bulunduğu yerlerin gelir dağılımı ve siyasi yapısı, ayrılıkçılığa veya devlete karşı çıkışı ya da devlet safında ayrılıkçılığa karşı çıkışa meyilleri ve güç oranında değişken olabilecek durumlar hipotetik olarak ele alınıyor.


4.Bölüm: Devletin ve PKK'nın Güneydoğu Anadolu'daki halk içerisinde etkisi ve bölgedeki stratejik konumu ele alınıyor. Yürükel bu bölümle ilgili de şunları kaydediyor :


-"Raporda sanki burada ikili bir iktidar söz konusu havası veriyordu. PKK' nın harekete geçebileceği NGO ve siyasi bağlantılı güçlerin hassas bölgelerde kontrollü bir çatışmayı yaratıp yaratmayacağı veya Kaosa yol açıp açmayacağı konusunda sorular soruluyordu. Aynı zamanda devletin bu bölgelerde önemli ölçüde zayıf olduğu sadece askeri ve polis gücü ve aşiret gücü olarak varlığını sürdürdüğü fazla bir kitle tabanına sahip olmadığına vurgu yapılıyordu. Yani rapor PKK'yı etnik çatışmaları istediği anda çıkartıp istediği anda da durdurabilecek ve tek muhatap olabilecek bir güç olarak ele alıyordu."


Bu bölümde ayrıca hassas bölgeler dışında Metropol ve turizm bölgelerinde de önemli ölçüde karışık demografik yapının varlığı üzerinde duruluyor ve burada "ayrılıkçı milliyetçiliğin ve ona bağlı toplumun" değişken ve çarpışabilecek ideolojik ve siyasi tutumları fiziki bir çatışma ortamı hazırlayabileceği üzerinde duruluyor.


Süreç 1987 olarak başlatılıyor ve 2011 yılına kadar burada düşük ya da yüksek yoğunlukta çatışmaya varabilecek bir hareketlenme olacağının altı çiziliyor. Yürükel bir noktanın daha altını çiziyor:
"Burada benim dikkatimi çeken bir şey çok kesin ifadeler kullanılması idi. Sanki raporu yazan çatışmanın yani iç savaşın olacağından eminmiş gibiydi."


5.Bölüm: Türkiye'nin iç savaşa doğru sürüklendiği ve sonuçları üzerinde duruluyor. BM, AB, NATO, Batılı ve bölge devletlerinin tutumları üzerinde değerlendirmeler yapılıyor.


Yürükel' in notu şöyle;
"Burada, Batı'nın çok kan akıtılan bölgelere askeri, siyasi ve insani müdahele edebilme olasılığı üzerinde duruyordu. İç savaş terimi kullanılıyor ve bölgede bu iç savaşın yayılma ihtimali dolaylı yardım veya doğrudan katılma şekliyle göz önünde bulunduruluyordu.


Sonuçları üzerinde duruluyordu. Bu bölümde raporun toparlanması yapılıyor.
Türkiye'nin esas mevcut yapısının, Kürt ve Türk demografisi şeklinde ele alınmasının icap ettiğini, 2011'e kadar doğabilecek fiziki çatışma ortamının neler getirip neler gotüreceği, bölgesel ve uluslar arası boyutunun üzerinde duruluyor. Türkiye' nin artık eski hudutlarının kalmayabileceği ve haritanın değişebileceği ve Batı'nın buna karşı çıkmasının söz konusu olmadığı ifadeleri kullanılıyordu.



Saygılarımla
Sefa M. Yürükel,
Antropog & Etnograf
Soykırımlar ve Terörizm Araştırmacısı
Lahey Türklere Soykırımları Araştırmalar Vakfı Başkanı (TGRF)





_________________________








___DARILMAYIN KIZANLAR !, BİZ SADECE "ABD'Yİ" KORURUZ !____




Savunma sisteminin Komutanı Yüzbaşı Van Der Heide, Patriotların 24 saat tetikte olduğunu, olası saldırıya karşı Adana ve İncirlik’i koruyacağını söyledi...



Adana’daki İncirlik askeri üssü için hükümet ABD’ye izin verdi. Üsten kalkan uçaklar IŞİD’i vuracak. Bakanlar Kurulu’nun dünkü toplantısında ABD’nin IŞİD’e karşı İncirlik’i sınırlı olarak kullanabilmesi izni çıktı...



Türkiye ile ABD arasında varılan mutabakatın ayrıntıları da ortaya çıkmaya başladı. Buna göre, ABD, İncirlik Üssü’nü Suriye’ye yönelik hava operasyonlarında kullanacak. Buna karşılık, Suriye’nin kuzeyinde Ankara tarafından kırmızı çizgi ilan edilen gelişmeler yaşanırsa, Türkiye’nin güvenlikli bölge oluşturmasına ABD de olumlu yaklaşacak...





Nasrettin Hoca’nın eşeğini aramasını bilirsiniz. Yitirdiği eşeğini, tek mal varlığı, güvencesi, köy yerinde eli ayağı gibi olan eşeğini güle oynaya ararmış. Nedenini soranlara verdiği yanıt unutulmaz:

“Umudum şu dağın ardında kaldı. Orada da bulamazsam yiten eşeğimi görün bendeki feryadı!”
Feza Tiryaki



______________________





" If you are going to enter this War, We are going to Need to Sell these War to our people!"


'The War You Don't See' (2011) is a powerful and timely investigation into the media's role in war, tracing the history of 'embedded' and independent reporting from the carnage of World War One to the destruction of Hiroshima, and from the invasion of Vietnam to the current war in Afghanistan and disaster in Iraq. As weapons and propaganda become even more sophisticated, the nature of war is developing into an 'electronic battlefield' in which journalists play a key role, and civilians are the victims. But who is the real enemy?


John Pilger says in the film: "We journalists... have to be brave enough to defy those who seek our collusion in selling their latest bloody adventure in someone else's country... That means always challenging the official story, however patriotic that story may appear, however seductive and insidious it is. For propaganda relies on us in the media to aim its deceptions not at a far away country but at you at home... In this age of endless imperial war, the lives of countless men, women and children depend on the truth or their blood is on us... Those whose job it is to keep the record straight ought to be the voice of people, not power."






__________________________




Rusya’ya sığınan Amerikalı ajan Snowden, IŞİD’in arkasında Müslümanları birbirine kırdırmak hedefiyle ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratı olduğunu söylemiş, IŞİD lideri Bağdadi’yi de MOSSAD’ın eğittiğini bildirmişti. 


IŞİD, Irak’ta ilk iş olarak Musul, Telafer ve Tuzhurmatı’yı işgal ederek Türkmenleri bölgeden tasfiye etti. IŞİD, Barzani’ye Kerkük’ü işgal etmesi için İsrail’e de Gazze’yi bombalayıp iki bin kişiyi öldürmesi için fırsat tanıdı. IŞİD, son olarak da PYD’ye de Türkmenlerden boşalttığı alanlara yerleşmesi için zemin oluşturdu!


David Cameron, geçen yıl IŞİD örgütünün amacına ulaşması halinde dünyanın “Akdeniz’in sınırlarına kadar gelmiş bir terörist devletle” karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunmuştu. Cameron, bu sözlerle, IŞİD’e verdikleri görevin, ilk hedefini itiraf etmiş oluyordu: Büyük Kürdistan kurmak için coğrafyayı hazırlamak!


Arslan Bulut / Basın



________________



GAF MIŞŞŞŞ, NE GAFI? GERÇEK !...



“IŞİD güçlerinin eğitimini hızlandırıyoruz. Anbar vilayetindeki Sünni aşiretlerden çıkan gönüllüler de dâhil” dedi.

Sputnik News’un haberine göre söz konusu metinde yapılan düzeltmede bu ifadeler baştan yazılacağına, IŞİD’in İngilizce’deki kullanımı olan ‘ISIL’in yanına parantez açıldı ve ‘Iraklı’ ifadesi eklendi. Beyaz Saray’ın bu ‘düzeltmeyle’ ne söylemeye çalıştığına ise kimse anlam veremedi. Zira cümle bu haliyle de ‘Irak’taki IŞİD güçlerinin eğitiminin hızlandırılacağı’ anlamına geliyordu.




Kaldı ki IŞİD organizasyonunun asıl mimarlarından ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi de neredeyse “ABD’nin Suriye’deki kara kuvvetleri” sayan Obama’nın, Erdoğan’a Suruç ve Ceylanpınar saldırılarından dolayı taziyelerini iletmesi gerçekten insanlık adına utanç verici değil midir? Bu davranışın, cinayet failinin cenaze törenine katılmasından ne farkı vardır?

“İki lider Amerika ve Türkiye’nin terörle mücadelede birlik içinde olduklarını vurguladı” diyorlar? İyi de alenen “eğit-donat” adı altında terörist yetiştiren kim?








"WE'RE TRAiNiNG iSiL': 
WHiTE HOUSE WEBSiTE CORRECTS OBAMA'S SPEECH BLOOPER"
BY PAUL JOSEPH WATSON : PRESiDENT'S EMBARRASSiNG ERROR DURiNG BRiEFiNG AMENDED ON OFFiCiAL TRANSCRiPT...


Alex Jones : Obama Slip: We Train ISIL! 7/7/15
Obama : " Ideality is not defeated by guns, but defeated by better ideas"
Alex Jones : "Here is it translated: This our proxy army funded by neo, to take over the middle east and kill all the christians and we are going to keep giving them weapons to do it, and then we are going to used to take their rights domestically."
" Saudi Arabia is the homeland of radical İslam and it's allied with our criminal government"



__________________________






Yalanlar Üzerine Kurulmuş Küresel Kuşatma



KARA BELA TÜRKİYE'Yİ SARIYOR



_____________________________





UNDECLARED WW III and TURKISH and HUMANITY GENOCIDE


American foreign policy of the past century, this is what crawls out… invasions … bombings … overthrowing governments … occupations … suppressing movements for social change … assassinating political leaders … perverting elections … manipulating labor unions … manufacturing “news” … death squads … torture … biological warfare … depleted uranium … drug trafficking … mercenaries ….


US and Israel hegemony in the Middle East 


"RUN AWAY , "DEMOCRACY" IS COMING!"
"OPEN YOUR EYES"
"CORPORATE MEDİA LİES"


"ISRAEL IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"US IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"EU IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"CHINA IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"RUSSIA IS ONLY DEFENDING ITSELF!"

ON THE OTHER HAND THEY "SECRETLY" SUPPORT TERRORISM !

AND WHEN THE PEOPLES OF THESE LANDS "ONLY DEFENTING  ITSELF"  IS TERRORISM..

BULL SHIT !!!


Time to End Western Support for Terrorists and War In "Old World".
You Can Be Patriotic, So We Can...
But Patriotism Is Valid Only At Home, And Not Outside !!!!








AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNE HOŞGELDİNİZ !

49,206,934 Germans
41,284,752 Black or African Americans
35,523,082 Irish
31,789,483 Mexican
26,923,091 English
19,911,467 Americans
The surprising number of people across the nation claiming to have American ancestry is due to them making a political statement, or because they are simply uncertain about their direct descendants. Indeed, this is a particularly common feature in the south of the nation, where political tensions between those who consider themselves original settlers and those who are more recent exist.
17,558,598 Italian
9,739,653 Polish
9,136,092 French





BU "BÖLÜNMÜŞLÜĞÜ" EN KISA ZAMANDA GÖRMEK ARZUSU İLE !!!










Türkiye Milli Birleşik Cephesi Kurulmalı!
Yüce Türk Milletinin Değerli Evlatları,



1990 başlarından itibaren dünyadaki “Yeni dünya düzeni” , “Yeni Amerikan Yüzyılı” adı altında kurulması amaçlanan ve içerisinde “Turuncu Devrimler”, “Arap Baharı”, Balyoz, Ergenekon vs. adı altında yapılan “Silivri BOP Toplama Kampı” ve “Milliciliği Yargılama” adı altındaki BOP projesinide barındıran bir dizi operasyonlar olmaktadır.


ABD in liderliğindeki Yeni Batı İmparatorluğunun kendi ömürlerini uzatmak için, ABD ve işbirlikçileri: dünya enerji kaynaklarına ve geçiş yollarına el koyma çabaları amacıyla, özellikle İslam coğrafyası diye bilinen siyasi coğrafyada; ağır buhranlar yaratmalarla, savaşlar ve çatışmalar çıkartmalarla, işgal etmelerle, soykırımlar yapmalarla, Batı yanlısı göbekten bağlı siyasi iktidar değişikleri yapmalarla, batı yanlısı muhalefet oluşturmalar, tek yanlı propaganda yapımları, insan hakları ihlalleriyle, devletleri bölme parçalama atılımlarıyla, yeni devletcikler oluşturma girişimleriyle, rejimleri değiştirmelerle, halkları edilgenleştirerek boyun eğdirmelerle belli bir mesafe kat etmişlerdir.


Bu konuda malesef ABD ve diğer batılı emperyalistler, kullandıkları işbirlikçilerle birlikte gayet başarılı olmuşlardır.


Bugün, Yeni Batı İmparatorluğu kurmak için Batı, Anavatanımız Türkiye’de ise, AKP – F Tipi işbirlikçiler, terör örgütü PKK ve NATO cuların da içinde bulunduğu bir grup kullanılarak, etnik ve mezhepsel konular kaşınarak, coğrafik olarak bölmek amacıyla bir iç savaşa doğru sürüklemek istemektedir.


İç barış tehlikededir. Bunun yanında aynı işbirlikçi grup kullanılarak; Milli kurumların iğdiş edilmesi, sınırsız ve taşaronca yabancılar için özelleştirmeler yapılması, yabancılara toprak ve kurumların satışları, işçi ve çifçilerin haklarının ellerinden yavaş yavaş alınması, eğitimin bilim ve akıldışı hale getirilmesi, eğitimde 4+4+4 sistemi ile ABD yanlısı yeni Emevi nesiller yetiştirme çabaları, Üniversitelerin özerkliklerinin ellerinden alınması, öğrencilerin ağır baskılarla karşılaşmaları, medyanın işbirlikçi grup tarafından kontrol altına alınması ve tek yönlü propagandalar yapması, devletteki yolsuzluğun bir alışkanlık haline getirilmesi, TSK’nın bugünkü NATO’cu Genelkurmay Başkanı da kullanılarak edilgenleştirilmesi ve komşularıyla savaşa sürülme çabaları, millici subayların yargılama ve hapishane yöntemleri ile teslim altına alınma çabaları, ekonominin tamamen batı tarafından kontrolü, milli olan herşeye karşı tutum alınması, korku toplumu yaratılması, yargının tamamen ABD ve diğer emperyalistler için siyasallaştırılması, güvenlik-kolluk kuvvetleri ve MİT’in kontrol altına alınması ve PKK gibi terör örgütlerinin muhatap alınması, Barzanilerin bir kısım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları üzerinde etki oluşturma ve yönlendirme çalışmaları, güvenliğin ve iç barışın yok edilmesi, Türkiye'nin ve Türkiye üzerinde Türklerin egemenliğinin, kendi milli ve millet varlığının sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir.


Dışarda ise, Türkiye ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistler ve onların kullandığı işbirlikci grup tarafından, tüm komşularla gergin, savaş isteyen ve bunun için tezkere bile çıkaran, taşaronlaşan, iradesiz, komşuları rahatsız eden ve iç savaş çıkartan terör örgütlerinin üs kurduğu ve silah sağladığı barış düşmanı bir ülke haline getirilmiş ve aynı zamanda bölge ülkeleri, Bağlantısızlar, Çin ve Rusya tarafından dışlanan bir ülke durumuna düşürülmüştür.


Durum yukarda gibi iken, meclis dışındaki milli düşünen güçler ise dağınık, gittikçe ufalan, marjinalleşen, bir araya gelip bir merkez oluşturmayan, zaman zaman da sadece kendi siyasi parti ya da oluşumları dışında başka yerde bir birleşme olamayacağını yansıtan, hatta bir kısmı ise sadece birleşmenin kendi grubu altında olması gerektiği konusunda çağrı bile yapan ve bu konumlarıyla söylemde ve eylemde milli düşünse de asgari müşterekte milli bir cephe oluşturmadan kaçınan, benim arkamdan gelde israr eden ve istese de istemese de bu tutumları ile malesef gayri milli güçlere objektif olarak yardımcı olan bir durumdadır.


Milli Birlik için birlikte hareket etmekteki durum iç açıcı değildir ve vahimdir. Bazı doğru eylemlilikler olsa da, bölünmüşlüğün yarattığı boşluktan dolayı, organize bir birleşik bir cephe yaratılmadığı için, yapılan doğru eylemler belli yerlerin dışına çıkamamakta ve sonuç alıcı bir sürekliliğe ulaşamamaktadır.


Meclisteki muhalefet ise zaman zaman emperyalist Batının emirlerinden çıkmayan işbirlikçi grup ile beraber hareket eden ilkesiz ve eylemsiz bir konumdadır. Artık bu anlamda Meclisin aldığı kararların meşruluğu kalmamıştır.


Kamuoyu araştırmaları ve izlenimler artık Türkiye’nin ve milletinin kimliğinin sorgulandığı durumdan milletin çoğunluğunun rahatsız olduğu ve bir çekim merkezi aradığını doğrulamaktadır.


Millet tedirgin ve çaresiz durumdadır. Tedirginlik, Milletin korktuğundan değil, sindiğinden değil ve akıl sahibi olmadığından değildir. Esas olarak güveneceği bir milli liderlik olmamasındandır. Bu durum çok iyi tespit edilmelidir ve ortak akıl kullanılarak Atatürk’ün yaptığı gibi bunun cevabı verilmeli ve millet bu tedirginlikten ve bilinmemezlikten kurtulmalıdır.


Bugünlerde, Milli Anayasa Forumu, 19 Mayıs, 29 Ekim, 10 Kasım, 13 Aralık gibi eylemlilikler ve bunun gibi girişimler olumludur. Bunlar kısa ve uzun vadeye yayılan bilgi vererek etkilemeye dayanan eylemlilik ve kamuoyu oluşturma çabalarıdır.


Ama esas olan milli güçlerin bir araya gelerek, milli kongrelerle, milli merkezi yaratacak, milleti milli pratik eylemliliğe çağıracak, milli eylemlilikte örgütleyecek, milletin içine girilerek yönlendirecek ve milleti, milli cephenin içine fiili olarak sokacak ve sonuç alacak, gündem belirliyecek, pro-aktif, ciddi bir koordinasyon örgütlenmesine yani acilen Türkiye Milli Birleşik Cephesi oluşumuna ihtiyacı vardır.


Teorik konular önemli olmasına rağmen öncelik Birleşik Cephe örgütlenmesinde olmalıdır. Çünkü esas yakıcı ihtiyaç olan bugün budur. Milli Anayasa Forumu, ADD, TGB, HES'lere karşı mücadele, Vardiya Bizde ve bunun gibi olumlu oluşum ve girişimler de Milli Birleşik Cephe’nin altında birim olarak yer almalıdır.


Kurulması gerekli olan Milli Birleşik Cephe’nin; felsefesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, ilkeleri devrim kanunları ve Anayasanın ilk 4 maddesi olmalıdır.


Liderlik Milli kongrelerde belirlenmeli ve dönüşümlü olmalı, eylemde ve söylemde asgari birlik yaratılmalı, bölge, şehir, kasaba, nahiye, köy ve mahallelerde en ücra yerlerde bile (Yurtdışında da) hızla örgütlenilmelidir.


Örgütlenme ve örgütlemelerde Türk Milletine aidiyet gösterme ve her yönüyle milli olmak yeterli olmalıdır. Bu örgütlenme her sosyal sınıftan, sivil ve resmi görevli olan her insanı kapsamalıdır.


Milli güçlerin tüm olanakları Cephenin hizmetine verilmelidir.Milli güçler aralarındaki bugün için lüks olan ayrılık ilkelerini, siyasi ve ideolojik yönleri dondurmalıdır hatta bir kenara itlmelidir. Çünkü artık sorun Türk kalmanın, Türkiye’nin Devlet ve Millet varlığının var olma yok olma sorunudur.


Bu bakımdan Atatürk’ü lider kabul eden, onun ilke ve devrimlerine sahip çıkan ve Türklüğe aidiyet gösteren ve milli düşünen her Vatan evladının, artık içeriği ve hedefi Milleti ve Devleti kurtarmak ve büyük ihtiyaç olan Türkiye Milli Birleşik Cephesi’nin oluşumunda yer alması kaçınılmazdır.


Ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" şiarının tekrar hayata geçirilmesi ve Türkiye’nin ve milletin itibarı da buna bağlıdır.


Bu anlamda Ya Milli Birleşik Cephe oluşturulacak Milli bir koordinasyon kurulacak ve Türkiye kurtulacaktır ya da Birleşik bir Cephe oluşturmak için bir araya gelme ve oluşumu oluşturma red edilerek ve benim arkamdan gel çıkmazında ısrar edilerek, Türkiye’nin parçalanmasına ve Devletin ve Milletin yok olmasına ortak olunacaktır. İkinci bir yol artık yoktur.


Yukardaki sebep ve sonuçları bir kez daha düşünerek, Milli güçler bir araya gelmeli ve acilen Milli Cephe’nin oluşumunu gerçekleştirmeleri gerekmektedir.


Bu anlamda Millet artık oluşturulması gereken Milli Birleşik Cephe’de örgütlenmeli ve Türkiye, Devlet ve Millet olarak girdiği çıkmazdan, işbirlikçilerden, emperyalistlerden ve sahte muhalefetten kurtarılmalıdır.


Birlik olunmalıdır. Milletin iradesi yeniden tabii kılınmalıdır. Hızlı hareket edilmelidir. Cephe kurmak için kaybedilecek bir saniye bile zaman yoktur.


Bu anlamda, her Türk evladına ve kendini milli kabul eden her örgütlenmeye acilen Milli Birleşik Cephe’nin kurulması için bir araya gelmesi, Cephenin hayata geçirilmesi ve Kurtuluş için sonuç alınması anlamında bu çağrıyı yapıyoruz.


Şimdiden mücadelenizde başarılar dileriz.
Haydi Türkiye Milli Birleşik Cephesi’ni Kuralım!
Bir olalım, İri olalım, Diri Olalım Türkiye’yi Kurtaralım!
Ne Mutlu Türküm Diyene!



Sefa M.YÜRÜKEL, 14 Aralık 2012
Lahey Türklere Soykırımları Araştırma Vakfı Adına, Başkan - Lahey, Hollanda



______________________





Lord Curzon akşam ABD Temsilcisi Mr.Child ile birlikte İsmet Paşa'yı ziyarete geldi. Havadan sudan konuştular. Lord Curzon konferansın iyi gitmediğinden yakındı.  Ayrılmadan önce tane tane şöyle dedi:


“Bir neticeye varacağız ama, biz memnun ayrılmayacağız. Hiçbir konuda bizi memnun etmiyorsunuz. 

Her dediğimizi, makul olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın kabul etmiyorsunuz. 
Hepsini reddediyorsunuz.
En sonunda şu kanaate vardık ki ne reddederseniz, her birini cebimize atıyoruz.  Ülkeniz haraptır, imar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır. Parayı nereden bulacaksınız? 
Para bugün dünyada bir bende vardır, bir de şu yanımdakinde. Unutmayın, ne reddederseniz, hepsi cebimdedir. 
Nereden para bulacaksınız, Fransızlardan mı? 
Para kimsede yok, ancak biz verebiliriz. 
Memnun olmazsak kimden para alacaksınız, harap bir ülkeyi nasıl kurtaracaksınız? 
İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, 
bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkarıp size gösterecek, önünüze koyacağız.” 

Yeni Lord Curzonların, ustaları Lord Curzon'un uyarısına tam bir bağlılıkla uyduklarını görüyoruz. Keşke Lord Curzon'un 

bu sözleri de Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi gibi basılıp duvarlara asılsaydı, kuşakları uyanık tutsaydı.

TURGUT ÖZAKMAN

CUMHURİYET, TÜRK MUCİZESİ
Cilt 1, sayfa 199-200-389









“Devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmesi ilkesi”
 Lozan Barış Antlaşması
24 Temmuz 1923

"Günümüzde de mazlum ülkelerin emperyalistler karşısında
dayanabileceği bir uluslararası hukuk kanıtı olarak görülmektedir. 
Türkiye, uluslararası diplomaside ısrarla, 
kendisine insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkışan, 
elleri kanlı ve beyinleri-yürekleri kapkara kirli emperyalistlere karşı bu meşru belgeleri başı dik olarak ileri sürmelidir."
Prof. Dr. Ahmet SALTIK











Yurtta Sulh Cihanda Sulh






Bağımsızlık ve Özgürlük Benim Karakterimdir...














15 Eylül 2012 Cumartesi

DÜNYAYI KİM YÖNETİYOR ? ve YENİ NATO STRATEJİK KONSEPTİ




Dünyayı kimin ya da kimlerin yönettiğini bilmezsek ulusal 
devletimize, dünyadaki tüm ulusal devletlere ve gelişmekte olan 
devletlere neler olduğunu anlayamayız. 

Başlarına nelerin geldiğini ve bunların neden gelmesi gerektiğini ancak bu sayede görebiliriz ve tedbirler alabiliriz.

Dünyayı şunlar yönetiyor: 
Yüksek teknoloji tröstlerinin sermayedarları yönetiyor.
Bu ne demektir? 
Uzay teknolojilerini, uzay silahlarını ve uzay radarlarını üreten bir sanayi sermayesi var. Bu sermayenin sahibi bunlar. 

Dünya çapında, küresel, dev tröstler, firmalar, şirketler. Bu bir. 
İki, dünya petrol ve doğalgazının ve madenlerin kontrolünü ele geçirmiş sermaye  tröstleri var.  Bunlar dünya yönetiminde rol alıyorlar. 

Üçüncüsü, 1920'lerden sonra hızla büyüyen bir 'Bank kapital, 'Finans kapital' olayı var. 
Yani hisse senetleri, hedge fonları, sıcak paralar vs. 
Buna bankacılık dahil. Bunun tröstlerine sahip olanlar var. 


Dünyayı yöneten dördücü sermaye grubu da medyanın, yazılı ve görsel medyanın tröstlerinin sahipleri var. Mesela, Murdoch gibi, CNN İnternational'ın sahibi gibi. 

Beşincisi de doğrudan doğruya kitle imha silahlarını üreten sermaye grupları. Bir de yeni bir tanım olan, sanal uzay teknolojilerine sahip olan tröstler. Mesela, Bill Gates'in bilişim teknolojisi, uzay teknolojisi. Bunların sahipleri, tümü 212 kişi.

Aile olarak da 12 aile. Bunlar, dünyanın bütün varlıklarını alıyor. Eskiden %20 sini almıştı, şimdi artıyor. Geriye kalanı ise, 6 milyar nüfusa kalıyor .

Bu iktidarlar, bu hegamonyalarını, hakimiyetlerini, yeni dünya düzenlerini korumak için, yeni emperyalizmi, yani küreselleşmeyi kullanıyorlar. Küreselleşme, yeni dünya düzeninin yeni adıdır. 

Bu yeni dünya düzeninin sahipleri kim? 

Dediğim patronlar. Bunların amacı ne? Tek bir dünya hükümeti ;
tek  bir dünya devleti, tek bir dünya ülkesi, tek bir din. 
Evanjelizm mi  olacak, hristiyanlık mı? 

Bunlar dünyayı böyle yönetir. Bu yönetimi A.B.D. adı altında sürdürürken iki süper güç vardı. Biri A.B.D., biri de Sovyetler Birliği. Bir zorluk vardı. Niye? Kitle imha silahları, nükleer bombalar ve füzeler ikisinde de var. Caydırıcılık konsepti geliştirmişlerdi. ABD Moskova'ya ''atarım'' deyince, Moskova da Washington'a ''atarım'' diyordu. Bir konsensüs oluşuyordu. Barış içinde beraber yaşama. 

Bu örgütler dünyayı yönetebilmek için ne yaptılar? 

Gizli örgütler kurdular. Bu gizli örgütlerin birincisi: 
Dış  İlişkiler Konseyi adlı gizli örgüt. Council on Foreign Relations. 
Kısaltması CFR. Bu örgüt dünyayı yönetiyor. 

Bu örgütün 4 tür beyin takımı var. 
Çekirdekte, bu örgütü kuran en büyük tröstlerin sahipleri var. 
Meselâ, dünya petrol devi David Rockefeller var. Finans kapital devi J.P.Morgan var. 

Bilgisayar sisteminin devi Bill Gates var. Lockheed Martin var. 
Bu  uçakların, mesela F16 lar, F4 ler, 104 ler, 105 lerin hepsi bu Lockheed Martin'indir. Ondan sonra medya var. Murdoch gibi bir sürü insan var. Bu çekirdek kadro. 

Bir alt grubu da bunların tayin ettiği ve görev verdiği sermaye sahipleri. Yukardakiler tröst, bunlar da yukardakilere bağlı tröst. A.B.D. ilkin Avrupa'yı önemsediği için A.B.D. Birinci çekirdek kadroda beyinler var. Bunlar tayin ve tespit ediyor. Alt kadro, Bilderberg... Bilderberg,  CFR'ye karşı Avrupa ülkelerinin yönetiminden sorumlu, emrinde ve hizmetinde, onun taşeronu. 

Pasifiki, yani Doğu Asya ülkelerini nasıl sahipsiz bırakacak emperyalizm? 

Bunu için de Bilderberg'in bir altına 'Üç kenar' anlamına gelen Üçlü
komisyon, 'Trilateral' var. rada da Trilateral'i kurdular. 
Trilateral  şu demek: Londra Borsası, New York Borsası ve Tokyo Borsası. Bu üçgendir. Oradaki dev Amerikan ağırlıklı tekeller sermayesi, Japonya hepsi var da, baş tröst A.B.D.'dir. Bunlar seçiyor üyeleri. 


Dördüncü grup da, az önce PKK için ayaktakımı dediğim dağ kadroları gibi. Palavradan Bilderberg üyesi yapılmış kişiler var. Mesela, Douglas Fairbanks gibi bir artist. Halkı peşine takmak için. Ya da Shirley Temple gibi. Sömürdükleri halka, sömürge yaptıkları ülkede idol yaratıyorlar. 

Erol Bilbilik


Emperyalizmin, egemenliğini SüperNATO, CFR, Trilateral ve Bilderberg gibi bir dizi gizli örgüt aracılığıyla sürdürdüğü bilgisi her ortaya çıktığında, bu sistemin görevlilerince "komplo teorisi" itirazları ile karşılanır. Bunun en önemli nedeni, gizliliği koruma çabasıdır. Son derece dar bir kliğin, sınıf hakimiyetlerini sürdürmek için oluşturdukları mekanizmanın başarısı gizliliğindedir. Bu giz sayesinde insanlığa karşı faaliyetlerini sürdürebilme olanağına kavuşmaktadırlar. Gazeteci-yazar Erol Bilbilik'in bu çalışması, Türkiye'de ilk kez bu giz perdesini söz konusu örgütlerin kendi kaynaklarına dayanarak aralıyor. Dünyayı yöneten gizli örgütleri oluşturan mafyalaşmış büyük sermayenin elebaşılarını konumlarıyla birlikte ortaya koyuyor. Kitapta ayrıca CFR, Trilateral, Bilderberg üyesi 5 000 kişinin ve Türk Bilderberg üyelerinin isim listesi yer almaktadır.

***

BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI ÇALIŞMA GRUBU NE İŞ YAPAR?


Washington merkezli etkin bir strateji think-tank’inin başkanı olan ABD Dışişleri  Bakanı eski yardımcılarından Strobe Talbott; Morton Abramowitz, Marc Grossman, Eric Edelman ve Mark Parris’in yer aldığı “Türkiye 2007 Projesi” adlı bir çalışma grubu oluşturmuş ve direktörlüğüne de Mark Parris’i getirmiştir. Parris; Brookings Enstitüsü, Bahçeşehir Üniversitesi ve TÜSİAD yoğun temaslarda bulunmuş; bir dizi toplantı, panel, konferans ve telekonferanslar düzenlemiştir.

İlk aşamada Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süheyl Batum ve Georgetown Üniversitesi Rektörlüğü arasında “Amerikan Araştırmaları Programı”nın  faaliyete geçirilmesi için Haziran 2006’da bir işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmanın ardından Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Global Liderlik Forumu” adlı bir toplantıya katılmak üzere Morton Abramowitz, Marc Grossman ve Alan Makovsky İstanbul’a gelmiştir. 
Bu toplantıya Türkiye’den de Prof. Dr. Süheyl Batum, Prof. Dr. Hasan Köni, Prof. Dr. İlber Oltaylı, Prof. Dr. Nilüfer Narlı, Dr. Burak Küntay, Koç Holding’den Can Kıraç, Alarko Holding’den İshak Alaton, Doğan Medya Grubu’ndan Arzuhan Doğan Yalçındağ, Mehmet Açar ve Mehmet Ali Bayar katılmıştır. Amerikan heyeti daha sonra; TÜSİAD eski başkanı Halis Komili, Koç Holding’den Rüşdü Saraçoğlu ile, daha sonra da İlhan Kesici ile baş başa görüşmüştür. Bu hazırlık görüşmelerinin sonunda Brookings Enstitüsü Başkanlığı ile TÜSİAD arasında bir anlaşma imzalanmıştır.

“Türkiye 2007 Projesi”nin temel amacı; ABD’nin “BOP Eşbaşkanı” olarak iktidara taşıdığı Başbakan liderliğindeki AKP’nin 2007 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Genel seçimlerinden daha güçlü çıkmasını sağlamak, güçlendirilen iktidar aracılığıyla Türkiye’nin, Irak, Kuzay Irak Yönetimi, Kıbrıs ve İsrail ile yaşadığı sorunları çözmek, Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı ve Yeni Anayasa Açılımı’nı hayata geçirmektir.

13 Kasım 2007’ye gelindiğinde, Bahçeşehir Üniversitesi’nin 10’uncu yılı etkinlikleri kapsamında Hukuk Fakültesi bünyesinde “Sürdürülebilir Barış Merkezi (SBM)” kurulmasına karar verilmiştir. Merkezin açılış konuşmasında yeni Rektör Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan özetle şunları söylemiştir:

“Merkez’in amacı sürdürülebilir barışın sağlanması için farklı projeler ortaya koymaktır.
Bir kaç yıldır Bahçeşehir Üniversitesi “Uluslararası Çalışma Grubu” 
olarak Prof. Dr. Vamık Volkan ve Kuzey İrlanda barışının mimarlarından Lord John Alderdice ile aynı çalışma grubunu paylaşıyoruz. Grup çoğunlukla psikolog ve psikiyatrlardan oluşuyor. Politik psikoloji tartışıyorlar, dünyadaki çatışmaların psikolojik yansımalarını inceliyorlar. Bu çerçevede Kürt Açılımı’nda benim tanımlamamla “Büyük Türkiye Atılımı”nda bazı unsurların yerine getirilmesi gerekiyor.”

ABD Başkanı Obama’nın direktifi ile yapılandırılan “Türkiye 2007 Projesi”nde görevlendirilenlerin Obama neznindeki itibar ve yetkinlikleri ile, Bahçeşehir Üniversitesi’nde oluşturulan “SBM” ve “Uluslararası Çalışma Grubu”nu oluşturanların uluslararası birikim, deneyim ve uzmanlıkları dikkate  alındığında; Bahçeşehir Üniversitesi’nin BOP için çalışmakta olduğu anlaşılacaktır. 

NOT: 2006’daki işbirliği anlaşması sırasındaki ABD Büyükelçisi James Jeffrey’di.

Erol Bilbilik
İLK KURŞUN
30 Haziran 2011


Arka Kapak:

"Dünya 'da yeni bir global sistem oluşmuştur. Dünya 'nın en büyük 5 ekonomisi devletler değil şirketlerdir.
Rahmi Koç, 2004

"ABD şuna aldırmaz, bir memlekette demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz. Amerika o memleketten kendisine ne ölçüde labi olduğuna, kendi politikasına ne kadar uydu haline gelebileceğine bakar."
İhsan Sabri Çağlayangil, 1972

"İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tek bir yönetim altında toplanması gerekiyor, bu konu üzerinde çalışıyoruz. Özel bir kuruluş istiyoruz. Özerk bir kuruluş istiyoruz."
Rahmi Koç, 2004

"Dünya'da İkona'nın merkezi olan istanbul'da ikona Müzesi, kurulacak, Kiliseler. Sinagoglar- Fener ve Balatprojeleri İstanbul'a kazandırılacak."
Nuri Çolakoğlu, 2005

"Ya Türkiye'ye hala tarih verilmesiydi... Ya Türkiye'ye bu iş olgunlaşmadı denilseydi, çok alınırdık... Buruiurduk... Gücenir, kırılırdık... Türkiye çok incinirdi."
Süleyman Demirel, 2004

"Türkiye'yi AB'ye üye yapmayı 10 kere Başbakan olmaya tercih ederim."
Mesut Yılmaz, 2002

"NA TO insanlık tarihinde yepyeni bir başlangıcın konusu olmuştu. Üzerinde güneşin battığı sanılan Batı dünyasında yeni bir ruh doğuyordu."
Bülent Ecevit, 1953

"Bu gün geldiğimiz noktaya ekonomik programımızla da gelecektik. Sadece yol uzadı, krizle birlikte kaybettiğimiz 'eşeklerimizi' şimdi bulup seviniyoruz."
Gazi Erçel, 2005

"Ben çok güç dönemlerde Dışişleri Bakanlığı yaptım. SSCB benim zamanımda dağıldı. Yugoslavya benim zamanımda parçalandı. Bir çok ülke lideri ile tanışma olanağı buldum. Yeni göreve atanmamda (NATO) sanıyorum bu güne kadar aldığım görevlerin, birde görevleri yaparken beni yakından tanıyanların da etkisi oldu. Ama aslında beni değerlendiren dışarısıdır."
Hikmet Çetin, 2003

"2000 milenyum yılında tüm Hıristiyanların 4-5 bin yıllık tarihi olan Anadolu'ya gelerek insanların birbirine yakınlaşacağına inanıyorum. Başta şahsınıza (Papa John Paulz) ve sizin aracılığınızla Hıristiyanlık dünyasını Türkiye'ye davet ediyorum."
Erkut Yucaoğlu, 2000

"Ülkelerinde saygı duyulan, derîn bilgi ve yetenek sahibi olan, uluslararası ve ulusal çevrelerle yakın ilişkileri bulunan en üstün niteliklere sahip olanlar Biiderberg 'e seçilir."
Joseph Retinger, 1958

"Bilderbergler'den aktarılan yukarıdaki alıntılar, onların ABD politikalarını kayıtsız, şartsız destekleme ortak paydasında ne derece bilinçli olarak buluştuklarını açıklamaktadır. Bu da Türkiye'nin ulusalcı güçlerinin çözüme yönelik temel sorununu teşkil etmektedir."

Erol Bilbilik



***

Yeni NATO Stratejik Konsepti

NATO Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları 18-19 Kasım 2010’da  Lizbon’da toplandı ve “Yeni NATO ve Nükleer Savunma Stratejik  Konsepti”ni belirleyen antlaşmayı imzaladı.

ABD Başkanı Barack Obama, imzalanan antlaşmanın Avrupa’nın “21. Yüzyıl Savunma ve Güvenliği”ne yönelik tehditleri etkisiz hale 
getireceğini açıkladı.

Yeni NATO Stratejik Konsepti 11 sayfa ve 38 başlıktan oluşmaktadır. Bunun gizlilik taşımayan 13 başlığı açıklanmıştır. NATO Konsepti’nde NATO ülkelerine yönelik tehditler 5 kategoride şöyle sıralanmıştır:

•Terör ve aşırı gruplar,
•Yabancı askeri ve istihbarat servisleri,
•Suç örgütü üyeleri, teröristler ve aşırı kaynaklardan kaynaklanan süper saldırılar,
•Enerji güvenliğine yönelik tehditler,
•Lazer silahları, elektronik silahlar ve aşırı teknolojilerin gelişmesini de kapsayan ciddi teknolojik boyutlu tehditler.

Antlaşmada, bazı tanım, görev ve karar alma konularında NATO’ya üye ulus devletlerin hayati çıkarlarına yönelik dikkate değer ögeler yer almıştır.

Şöyle ki:
•Terör, NATO’ya yönelik “birinci sırada tehdit” olarak yer almasına rağmen, terörün tanımı yapılmamıştır.
•“İslam terör”ün, lafı çok edilmesine rağmen, tanımı yapılmadığı gibi, bu adla “tehdit” olarak da antlaşmaya konmamıştır.

Antlaşma içeriğini düzenleyen ABD, terörün tanımını yapmamakla, 
kendisine yönelik herhangi bir hareketi, “terör tehdidi” kapsamında 
değerlendirme kozunu elinde tutmuştur. 

Türkiye’nin ağır tavizlere hangi pazarlıklar sonucu razı edildiği çok iyi bilinmektedir.

•ABD Ordusunun NATO’nun askeri gücünden yararlanmasını sürekli olarak veto hakkı ile önleyen Türkiye’nin bu kozu elinden alınmıştır. Bu koz, KKTC’nin, Kıbrıs Rum Yönetimi altında ayrı bir bağımsız devlet  olarak AB’ye üye yapılması için elde tutuluyordu.
•1999’daki “Yeni NATO Konsepti” ile ABD’nin NATO üyelerine dayattığı ve bugüne kadar tartışma konusu olan 3 önemli madde imzalanan antlaşmaya eklenmiştir. Bu maddeler şunlardır:

-NATO askeri gücünün NATO üyesi ülkelerin coğrafi alanlarının dışında kullanılması.
-Savaş ve askeri harekât kararlarının, esas karar alıcı örgüt olan BM kararlarına bağlı olmaksızın NATO tarafından alınması.
-NATO’da çokuluslu birleşik görev kuvvetleri kurulması ve bu 
kuvvetlerin NATO’ca gerekli görülen askeri harekâtlarda kullanılması.

Antlaşma ile NATO’nun teşkilat ve kadro yönünden küçültülmesi ve yıllık bütçe ile belirlenen harcamaların eşit olarak ödenmesi 
kararlaştırılmıştır.

Yanı sıra, “Nükleer Savunma Sistemi” kapsamında NATO ülkelerine yerleştirilecek radar ve füzesavarların yerlerinin, bu ülkelerle birlikte tespit edilmesi karar altına alınmıştır.

Lizbon Zirvesi’nde devlet ve hükümet başkanları, Şubat 2011’de bu konuyu ele almak üzere tekrar toplanmaya karar vermişlerdir.

NATO antlaşmasına yönelik önemli konulardaki bu temel 
değerlendirmeleri yapmamızın nedeni; NATO’nun, “Avrupa için Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni, NATO Stratejik Konsepti’ne dâhil ederek tek antlaşma halinde hayata geçirmesinin, Türkiye’yi, işgal gibi ölümcül bir tehditle karşı karşıya getirebileceği gerçeğidir. Bu durumdaTürk halkının demokratik direnme haklarını kullanmaktan başka çaresi yoktur.

Avrupa savunmasının ABD savunmasına bağlanması ABD’nin Ulusal Füze Savunma Sistemi stratejisinin hayata geçirilmesi ile karada, denizde, havada ve uzayda konuşlandırılacak dev nükleer füze savunma sistemi, “Yeni NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi” ile bütünleştirilerek, 21. yüzyılda ABD’nin ulusal savunma ve güvenliğine yönelik tehditler etkisiz hale getirilecektir. Temelindeki, eski başkan George W. Bush Yönetimi tarafından kabul edilen “ulusal strateji”, Obama Yönetimi’nin ilk aylarında aynen benimsenmiştir. Ancak bir süre sonra Obama, Bush’un Avrupa’ya kurulmasını planladığı bu füzesavar savunma 
sistemi modelinde düzenlemeye giderek “Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni geliştirmiştir.




NATO –Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü –II. Dünya Savaşı sonrası İngiliz Lord Ismay'ın deyişiyle Rusları dışarıda, Almanya'yı alaşağı edilmiş halde ve ABD'yi içeride tutmak için kurulmuştur. Yani temel amaç Sovyetlere karşı güvenlik değil, Avrupa'nın güvenliği için ABD'nin katkı koymasını sağlamaktı.

Ancak NATO kurulduğu günden bu yana en çok eleştirilen kurumlardan biridir. Bunun temel sebebi de ABD’nin güdümünde olmasıdır. Bu çok da haksız bir eleştiri değildir. Peki NATO bugün işlevini tam olarak yerine getirebilmekte midir? 

PKK terör örgütüne karşı kılını kıpırdatmayan Amerika ve Batı ülkeleri, 11 Eylül olduğu zaman hemen NATO’nun 5. maddesine devreye sokarak o saldırıyı tüm NATO üyesi ülkelere yapıldığını kabul etmişlerdi. Sadece bu olay bile NATO’nun işlevini sorgulamak için yeterli.

Araştırmacı-yazar Erol Bilbilik NATO’nun bugüne kadarki faaliyetlerini, olaylara yaklaşımını ve en önemlisi de kime hizmet ettiğini sorguluyor. Aynı zamanda II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar dünya siyasetinin perde arkasını okuyucuyu sıkmayacak şekilde anlatıyor.


Bu yeni model yaklaşımla ABD, NATO üyesi ülkeleri ilk defa doğrudan işin içine katarak “NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmuş ve antlaşmanın Lizbon Zirvesi’nde imzalanmasını sağlamıştır. 

Başkan Obama Lizbon Zirvesi’nden sonra yaptığı açıklamada, “İlk defa hem ABD hem Avrupa’daki tüm NATO topraklarını ve nüfusunu kapsayacak bir nükleer füze savunma yeteneğinin geliştirilmesi konusunda anlaşmaya varmış bulunuyoruz.” demiştir.

ABD’nin Nükleer Savunma Stratejisinin gelişimi Obama Yönetimi Dışişleri Bakanlığı’nın NATO ve Güvenlik Konuları’ndan sorumlu Bakan Yardımcısı Tim Towsend, “Çek Cumhuriyeti, Romanya ve 
Türkiye ile füze kalkanı konusunda çok derin konuşmalarımız oldu.” demiştir.

NATO Genel Sekreteri Andreas Fogh Rasmussen, “Davutoğlu, Erdoğan ve Gönül ile ABD, Avrupa ve Türkiye’de görüşmelerde bulunduk.” demiştir.

Sonuçta ABD, “Haydut devlet” olarak gördüğü İran ve Kuzey Kore’den gelecek muhtemel saldırılara karşı güvence sunacağını savunduğu “Nükleer Füze Savunma Sistemi”ni, NATO şemsiyesi altında oluşturmaya başlamıştır.

Aslında ABD’nin bugünkü stratejisi, eski ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından “Yıldız Savaşları” adıyla başlatılmış olan Nükleer Füze Kalkanı Projesi’nin devamıdır.

Bu stratejinin tarihsel gelişimi şöyledir:

1990’ların sonları: ABD, Nükleer Füze Kalkanı oluşturmak için girişimlere başlamıştır.

2001: Başkan George W. Bush Yönetimi, Küresel Savunma Projesi’ne taraftar bulmaya çalışmıştır.

2002: ABD ile SSCB’nin 1972’de imzaladığı ilk 
“Antibalistik Füzelerin Sınırlandırması Antlaşması”nın devamı olarak geliştirilen START II Antlaşması’nı Rusya son anda kabul etmemiştir.

2007: Başkan Bush Yönetimi, Kuzey Kore ve İran’ı öne sürerek, NATO’yu devreye sokmadan, Çek Cumhuriyeti’ne radar ve Polonya’ya füzesavar sistemi konuşlandırmak istemiş, Rusya’nın şiddetli tepkisi nedeniyle bu projeden vazgeçmiştir.

2009: ABD, benimsediği yeni yaklaşımı ile Nükleer Füze Kalkanı’nı, başta Avrupa (NATO) ülkeleri olmak üzere NATO’nun 
tamamını içine alacak şekilde genişletmiştir.

2010: ABD Lizbon Zirvesi’nde, “NATO Avrupa Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmuş ve NATO üyesi ülkeleri ile antlaşmanın 
imzalanmasını sağlamıştır.

Proje dört aşamada uygulamaya geçirilecektir:

-Birinci Aşama: 2011 yılında ABD, “Aegis Balistik Füze Savunma Sistemi”ni (Aegis BMD) taşıyan kruvazörlerine, gelişmiş “Standart Füze 3” (SM-3) avcı füzelerini yerleştirecek ve bu gemileri Akdeniz’de görevlendirilecektir.

-İkinci Aşama: 2015 yılına kadar “SM-3”ten daha gelişmiş “SM-3 Block IIB” avcı füzeleri, kararlaştırılacak karasal alanlara yerleştirilecektir.

-Üçüncü Aşama: 2018 yılı sonuna kadar da “SM-3 Block IIB”nin daha fazla geliştirilmiş versiyonu, kararlaştırılacak karasal alanlara konuşlandırılacaktır.

-Dördüncü Aşama: 2020 yılında İran’ın nükleer füzelerinin menzilinin 5000 km’ye çıkacağı senaryosu uyarınca; “SM-3 Block IIB”nin bu gelişmiş versiyonundan daha da yeni avcı füzeleri, ABD’yi hedef alabilecek “kıtalararası stratejik nükleer balistik füzeler”e karşı saptanacak karasal alanlarda konuşlandırılacaktır.

“NATO Nükleer Füze Kalkanı Antlaşması”na göre, 3000 km’ye kadar olan “orta menzilli füzeler”e karşı bir “nükleer füze kalkanı” 
oluşturulacaktır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun saptanacak karasal alanlarına NATO’nun avcı füzeleri yerleştirilecek ve düşman füzelerini izleyecek bir radar üssü kurulacaktır.



“Amerikaperestler”, yurtiçinde ve yurtdışında yaşamını sürdüren otuz siyasetçi, gazeteci, akademisyen, yönetici ve bilim adamını kamuoyuna tanıtmak için yazıldı. 

Bu isimler çok güçlü ve etkili midir? Hayır! Değildir… Onların güç ve etkinlikleri, arkalarına aldıkları kuvvettedir. O nedenle “söyleyene” değil, “söyletene” bakmak gerekir.

“Amerikaperestler”in davranışları psikopolitik kökenlidir. Görüşleri analiz edildiğinde, hepsinin temel bir programda buluştukları görülmektedir. 
Öte yandan, çok sayıda “Amerikaperest” ise bu kitapta yer almıyor. Bu, onların sırasının gelmeyeceği anlamını taşımıyor.




Türkiye’nin talep ve itirazları :

“Yeni NATO Konsepti” ve “NATO Avrupa Nükleer Savunma Sistemi” konusunda Türkiye’nin başlıca itiraz ve talepleri şunlardı:

1. Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum kesimini AB’ye üye yapmıştır. Buna 
karşın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni üye yapmamış, bugüne kadar da tanımamıştır. Türkiye’nin bütün çabalarına karşın AB, Türkiye’nin tam üyeliğini onaylamaya yanaşmamaktadır. Bu nedenle Türkiye, böyle bir tavır sürdüren AB askeri savunma örgütünün (ordusunun), NATO’nun askeri imkân ve vasıtalarından yararlanmasına yönelik talebi veto edecektir.

2. Türkiye’nin, NATO’da soğuk savaş döneminde olduğu gibi bir cephe ülkesi olarak algılanmasını kabul etmeyeceğiz. Çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz. Sanki füze savaşları başlıyormuşçasına Türkiye bir füze kalkanına ev sahipliği yapacak, böyle bir durum söz konusu değil.

Konu sadece ilkesel bazda ele alınıyor. Uzun dönemde bir füze savunma sistemi oluşturulacaksa, bu NATO’nun bütün üye ülkelerini kapsayıcı ve onlara aynı güvenliği sağlayıcı olmalıdır. Hiç bir ülke hedef olarak gösterilmemeli; İran hedef olarak zikredilmemelidir. “Nükleer Füze Savunma Kalkanı” NATO’nun tümünü kapsamalıdır. Sistem NATO içinde kurulmalı ve Türkiye’de Komuta Kontrolu’na iştirak ettirilmelidir. Sistemde, füze sızıntısı olacaksa,nerede ve hangi irtifada olacağı açıklığa kavuşturulmalıdır.

3. İzmir’deki NATO Unsur Komutanlığı kapatılmamalı, faaliyetine devam etmelidir.Yeni NATO Konsepti’ne yönelik hazırlık aşamalarında bu ve benzeri konularda, Davutoğlu, Gönül, Erdoğan ve Gül; ABD, AB liderleri ve Rasmussen’le yoğun görüşmelerde bulunmuşlar, itirazlarını dile getirmişlerdir.

Tümü geçersiz sayıldı
“Füze Savunma Sistemi NATO üyelerinin tamamını kapsamalıdır. Hiçbir ülke hedef olarak gösterilmemeli; İran’ın adı hedef ülke olarak zikredilmemelidir” şeklindeki Türkiye’nin itirazlarının aşağıdaki belgelere göre geçerliliği söz konusu olmamıştır.

-NATO’nun kurucularından eski ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson, NATO Antlaşması’nın müzakeresi sırasında “Özellikle herhangi bir devlet hedef alınmıyor. Hedef yalnız bu antlaşmaya imza koyan üye devletlere karşı silahlı bir saldırı tasarlayan veya böyle bir saldırıya girişen herhangi bir ulus veya devlettir” demiştir. Dean Acheson, “NATO Antlaşması’nda herhangi bir ülke hedef alınmamıştır, hedef yalnızca silahlı saldırıdır.” demiştir.

Henry Kissinger’in Diplomasi adlı kitabının 458’inci sayfasında yer alan belgeye göre, 4 Nisan 1949 tarihli “Kuzey Atlantik 
Antlaşması”nın hiç bir yerinde, bir ülke hedefte yer almamıştır.

-NATO Akil Adamlar Grubu Üyesi ve Türkiye’nin Eski NATO Temsilcisi Ümit Pamir (NATO’da görevli Korgeneral Yılmaz Doğan ile de fikir alış verişinde bulunuyordu), BBC Türkçe Servisi’ne yaptığı açıklamada, Yeni Strateji Belgesi’nde İran isminin zikredilip zikredilmemesiyle ilgili olarak şunları söylemiştir: NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in ifade ettiği gibi, Yeni Strateji Belgesi’nde hiçbir ülkenin ismi tehdit odağı olarak gösterilmiyor. Sebebi, Belge’nin önceki halinde, örneğin İran’ın sahip olduğu nükleer füze teknolojisi nedeniyle tehdit oluşturduğu tespiti yer almıştı ve aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bazı ülkelerbuna itiraz etmişti. İtirazcı ülkeler, nükleer ve konvansiyonel füze teknolojisine yalnızca İran’ın sahip olmadığı noktasından hareket ediyorlardı. 30’u aşkın ülke buna sahipti. O yüzden Yeni NATO Strateji 
Belgesi’nde isimleri de yer almıyordu. Ancak İran’ın ismi, herhangi bir NATO üyesinin füze saldırısına maruz kalması durumunda tüm NATO üyelerinin muhatap olacağını ifade eden o Antlaşma’nın 5. Maddesi ile ilgili bir örnek olarak Belge’de yer alıyor. Bunun gerekli olmadığını söylemiştim ama genel kanı, bir önlem olarak konmasından yana oldu. Böylece önceki Belge’de İran’ın ismi hedef olarak yer almış oldu. [1]

NATO Genel Sekreteri Rasmussen Alman Welt am Sonntag gazetesine Lizbon Zirvesi’nden dört gün önce verdiği demeçte; Türkiye’nin itirazları konusundaki, zirve sonunda yayınlanacak bildiride Türkiye’nin istediği gibi İran’ın özellikle anılmayacağının doğru olup olmadığı sorusu üzerine, Özellikle bir ülkenin adının anılması şart değil, 30’dan fazla ülke balistik füze sistemlerine sahip, bunların bazıları Avrupa ve Atlantik bölgesini vurabilecek durumda. Bu bir gerçek, bunun için isimleri gerekmez demiştir. [2]

-AKP Hükümeti, NATO’ca kapatılacak İzmir’deki Hava Unsur 
Komutanlığı’nı kaybetmemek için, faaliyete devam etmesinde ısrar ediyor.AKP Hükümeti’nin ısrarının nedeni, bu Komutanlığın Yunanistan’a naklinin önlenmesi ile ilgilidir. 

ABD’nin füze kalkanı komuta kontrol merkezi yapılanması
ABD yönetimi, 3 adet Radar Sistemi konuşlandırılmasına ihtiyaç duyuyor. Sadece “NATO Coğrafyası”nın değil, aynı zamanda “Potansiyel Tehditler Coğrafyası”nın da dikkate alınmasını öngörüyor.

Bu nedenle, NATO Füze Sistemi Komuta Kontrol Merkezi’nin ABD Ulusal Komuta Kontrol Merkezi ile paralel çalışması öngörülüyor. NATO üyesi 28 ülkeyi, NATO Sekreteri’ni, NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Başkomutanı’nıve NATO’daki paralel komuta zinciri aracılığı ile NATO Alt Komutanlıkları’nı kapsaması öngörülüyor.

Kurulması öngörülen Komuta Kontrol Merkezi şeması şöyledir:

Washington Komuta Kontrol Merkezi
NATO Genel Sekreteri  
28 NATO Üyesi Ülke
NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı
NATO Alt Komutanlıkları

Radar Komuta Kontrol Merkezi’nin çalışma prosedürü
Başkan Obama’ya göre İran’ın ‘uzun menzilli’ balistik füze programı hızla ilerlemiyor. Esas tehdit, İran’ın ‘orta ve kısa menzilli’ füzelerinden geliyor. O yüzden ‘kıtalararası’ füzelere şimdilik gerek yok. Avrupa’daki füze sistemleri ile, Amerika’nın Akdeniz, Doğu ve GüneyDoğu Anadolu’ya yerleştireceği füzeler ve ileri radar sistemleri de NATO şemsiyesi altına alınırsa, Moskova’yı rahatsız etmezdi.

Proje için gerekli Standard Füze İnterseptörleri (SM-3) 2011’den 
itibaren Akdeniz ve Kuzey Denizi’ne ve Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait savaş gemilerine konuşlandırılacak ve bunlar İran’ı izleyen radarlarla desteklenecek. Sistemin temelini bu radarlar oluşturacak.

Amerikan silah teknolojileri devlerinden Raytheon radarları, 
Locheed–Martin de füzeleri üretecek. Türkiye’ye yerleştirilmesi 
planlanan yüksek kapasiteli radarın; bir komuta kontrol merkezi ve 
enerji santrali ile 70 bin metrekarelik bir kapsama alanı olacak.

Türkiye’ye yerleştirilmesi planlanan yüksek kapasiteli radarın yapılanma şeması:

Komuta Kontrol Merkezi
Standard Füze İnterseptörü 
Enerji Santralı
70 Bin metrekarelik kapsama alanı


ABD’nin, Pasifik Okyanusu’nda bulunan Marshall mercan adalarından biri olan Kwajalin Adasında Füze Komuta Kontrol Merkezi var. ABD’nin birdiğer Füze Komuta Kontrol Merkezi de Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia Adası’ndadır.

NATO Avrupa Füze Kalkanı’nın üye ülkelere maliyeti
NATO Genel Sekreteri Rasmussen Lizbon Zirvesi öncesinde, NATO’nun AvrupaFüze Kalkanı projesinin maliyeti konusunda şu açıklamayı yaptı: “NATO’nun operasyonları için konuşlandırılmış birliklerin füze saldırılarına karşı koruma sisteminin adaptasyonu ve komuta kontrol merkezlerinin işler hale getirilmesi; 800 milyon Euro’ya mal olacak ve 14 yıla yayılmış bir süreçte tüm üyeler tarafından paylaşılacak. 
NATO’nun ortak bütçesinden karşılanacak ve yılda 200 bin Dolar’dan daha az maliyetli bu program; NATO’yu tüm Avrupa halklarını ve topraklarını savunabilecek hale getirecek.” 

Rasmussen’in, NATO’nun Avrupa Füze Savunma Sistemi’nin adaptasyon ve komuta kontrol sistemleri için 800 Milyon Euro ve 200 Bin Dolar olarak açıkladığı meblağlar gerçeği yansıtmamaktadır. 800 milyon Euro’luk harcama; Yeni NATO yapılandırılması için yapılacak harcamadır. Bu meblağ 28 NATO ülkesi arasında eşit olarak paylaşılacaktır.

Bu durumda, her ülke gibi Türkiye de (Dolar olarak ifade edildiğinde) yaklaşık 40 milyon Dolar ödeyecektir. NATO bütçesi son dünya ekonomik krizi nedeniyle büyük açık vermiştir. Bu açığı kapatmak ve artan NATO bütçesini eşit paylarla finanse etmek 28 NATO ülkesinin görevidir. 
Türkiye borç batağındaki ekonomisiyle eski yıllara oranla çok yüksek birmeblağı ödemeye başlayacak, bundan sonraki yıllarda da ödemeye devam edecektir. 


ABD'nin en temel politikalarından birini oluşturmaktadır. ABD, Küçük Şeytan olarak tanımladığı Irak'ı, Büyük Şeytan olarak tanımladığı İran'a saldırttı ve savaşın sekiz yıl sürmesini sağladı. Ardından, ilk Körfez Savaşı'nda, Birleşmiş Milletler'e üye ülkelerin çoğunluğunun katılımıyla oluşturulan koalisyon güçlerini arkasına aldı ve 1,5 milyonluk bir askeri güçle Saddam Hüseyin'i devirmek amacıyla Irak'a saldırdı. Aynı şekilde NATO müttefiklerinin tümünün desteğiyle Miloseviç'i devirmek için Yugoslavya'yı saldırmış, Somali'de da aynı oyunu tekrarlamıştı.




Ronald Reagan’la başlayan ‘Yıldız Savaşları’ projesi için 2001 yılına kadar harcanan miktar 124,7 milyar Dolardır. 

George W. Bush dönemi sonuna kadar yapılan harcamalar toplamı 
yaklaşık olarak 200 Milyar Dolar olarak hesap edilmektedir. Bu durumda ABD Füze Savunma Sistemi için harcamalar toplamı yaklaşık 300 milyar Dolar’dan fazla olmaktadır.

Obama Yönetimi’nin; iktidara gelmesinden 2010 yılındaki NATO 
Zirvesi’ne kadar olan süreçte, Lockheed–Martin’in füzesavar füzelerine ve Raytheon’un radarlarına harcadığı paraya, Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen sistemin; 28 NATO ülkesine yerleştirilmesi, kadrolandırılması, uzman personelin NATO ülkelerine yerleştirilmesi, Aegis kruvazörlerinde sistem ihtiyacı olarak gerçekleştirilecek modifikasyonlar ve 2020 yılına
kadar devam edecek füze denemeleri için yapılacak harcamaları da 
eklersek, toplamın 300 milyar Doları bulacağı hesap edilmektedir. Bu meblağın; 10 yıllık bir sürede 28 NATO ülkesi tarafından eşit paylarla ödenmesi Antlaşma’da yer aldığından, her NATO ülkesi gibi Türkiye de 10–11 milyar Dolarlık bir meblağı ödemekle yükümlü kılınmıştır. Bellidir ki ABD, bu meblağı Türkiye’yi borçlandırarak finanse edecektir.

Diğer taraftan ABD’nin Türkiye’ye oynadığı oyun sonucu; Türkiye, 
“Ulusal Uzun Menzilli Bölge Hava Savunma ve Füze Savunma Sistemi”ni yaklaşık 2 milyar Dolarlık bir bedelle ve bunu da 5 yılda ödemek şartıyla ABD’den satın almak zorunda kalmıştır. Şüphesiz ABD bunu, borç batağındaki Türkiye’yi yeniden borçlandırarak finanse edecektir. BöyleceTürkiye; Lizbon’da imza attığı “Yeni NATO ve Nükleer Füze Savunma Sistemi” çerçevesinde, yurt sathında kurulacak füze ve radar ağlarıyla ve onlara kumanda edecek uzman istihbarat kuvvetleriyle işgale uğrayacaktır.

Füze kalkanı kimi koruyacak?
Bush yönetiminin, ABD Ulusal Füze Kalkanı Projesi ile ilgili olarak 
Polonya’ya füze kalkanı, Çek Cumhuriyeti’ne füze radarı satmak için pazarlıkların yapıldığı 2006 yılında, Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanan “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi” ihtiyacı hakkındaki teklif AKP Hükümeti tarafından benimsenmiş ve Bush Yönetimi’yle pazarlığa oturulmuştur. Sonuçta sistemin NATO bütçesinden karşılanacak 7,8 milyar Dolarlık bir bedelle ABD’den satın alınmasına karar verilmiştir.

Bu karar üzerine Bush yönetimi çok pahalıya mal olacak olan Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ni kapsayan programı durdurmuştur. Bush yönetimi; farklı füze sistemleriyle aynı savunma programını daha ucuza mal etmenin mümkün olduğunu görmüştü. O nedenle ABD yönetimi, Türkiye’ye pahalı sabit savunma sistemine sahip uzun menzilli balistik füzeler yerine, daha ucuz, esnek ve değiştirilebilir sisteme sahip kısa ve orta menzilli Patriot Füzesavar Sistemini satmaya odaklanmıştır.

Bu durumda Obama yönetimi Türkiye’ye, NATO’nun Avrupa Savunma Sistemi kapsamında orta menzilli füzesavar füzeleri ve füze radarı sistemi yerleştirmeye karar vermiştir. Böylece ABD; Türkiye’yi birincil, İran’ı ikincil hedefine almayı ve kurulacak "müstakbel Kürdistan’ı " da bu füze kalkanı ile koruma altına almayı amaçlamıştır.

Bu durumda Türkiye’nin de; Genel Kurmay Başkanlığı’nın ihtiyacı 
doğrultusunda, ulusal uzun menzilli füze savunma sistemini yerleştirmek için ABD’den yaklaşık 2 milyar Dolarlık füze kalkanı malzemelerini de satın almaktan başka bir çaresi kalmamıştır.

Füze kalkanı satılmasında ABD’nin oyununun perde arkası
ABD’nin, “İran tehdidi altındaki” ülkelere kendi füze savunma sistemini satacağı iddiası güçlendi. İddianın sahibi, The Washington Times gazetesine konuşan ve füzelerle ilgili hükümetler arası görüşmelerde yeraldığı için adının açıklanmasını istemeyen Avrupalı bir diplomat. Söz konusu diplomat, Obama hükümetinin şimdiye kadar 124,7 milyar Dolar harcadığı füze savunma sistemini yerleştirmekten vazgeçme kararının, 7,8 milyar Dolarlık satış kararının ardından geldiğini hatırlattı. 
Diplomat, ABD Yönetimi’nin, İran’ın füze programına karşı daha az maliyetli bir sistem arayışında olduğunu belirterek, “Çek Cumhuriyeti ve Polonya’yı kapsayan program oldukça pahalıydı. Farklı füze sistemleriyle, aynı savunma programını daha ucuza mal etmeleri mümkündü,Türkiye’ye satılması planlanan ‘Patriot Füzesavar Sistemi’ muhtemelen bu kararın bir parçası” dedi. Avrupalı diplomat, Beyaz Saray’ın sabit savunma sistemlerinden, esnek ve yer değiştirebilir sistemlere geçip; uzun menzilli balistik füzeler yerine, kısa ve orta menzilli füzeler üzerinde odaklanmasının Türkiye ile ilgili iddiaları güçlendirdiğini savundu.

TSK ise, yaptığı açıklamada, maliyetin 7,8 milyar Dolar olmadığını, 
yaklaşık 2 milyar Dolar olduğunu bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tuğgeneral Metin Gürak, Türkiye’nin tedarik etmeyi planladığı “Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Projesi”nin, “ABD’nin Füze Kalkanı Projesi” ile hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. Gürak, Patriot füzelerinin basında yer aldığı gibi 13 batarya, maliyetinin de 7,8 milyar Dolar olmadığı kaydetti. Gürak, ihtiyacın 4 batarya tedariği olduğunu ve maliyetin 2 milyar Dolar civarında olacağını söyledi. Gürak,alınacak füze sistemlerinin belli bir ülkeye karşı olmadığını kaydetti.

Wikileaks belgesi Füze Kalkanı’nın İran’a karşı olduğunu doğruladı
ABD’nin diplomatik yazışmalarını yayımlayan Wikileaks’in, 13 Ocak 2011’de sızdırdığı ve 18 Eylül 2009 tarihli belge’ye göre; ABD Başkanı Barack Obama, George W. Bush Döneminde geliştirilen füze savunma sistemi planını, Rusya’ya yönelik kaygılar nedeniyle değil, tamamen İran’ın askeri gücünün artması ve bunun yarattığı tehdidin büyümesi üzerine değiştirdi.

Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından ABD Büyükelçileri’ne 
gönderilen Belge’de şu dikkat çekici ifadeler yer alıyor: “İran’ın 
hâlihazırda elinde, Orta Doğu’daki komşularını, Türkiye ve Kafkaslar’ı tehdit edebilecek nitelikte yüzlerce balistik füze bulunuyor ve Avrupa’nın daha da içlerine ulaşabilecek balistik füzeleri faal olarak geliştiriyor ve test ediyor”. [3]

Genelkurmay Başkanlığı’nın hükümete verdiği ihtiyaç listesi
Genelkurmay Başkanlığı Hükümete, Türkiye’nin ihtiyacı olan “ulusal uzun menzilli hava ve savunma sistemi”nin kurulmasını önerdi. Hükümet bunu kabul etti ve NATO’ya finanse ettirmeye çalıştı, fakat başarılı olamadı ve bunun üzerine de Lizbon’da antlaşmayı imzaladı.


David Rockefeller: Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların, kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan elit’in otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur. 

Henry Kissinger: Hangi yol seçilirse seçilsin, Birleşik Devletler ya da Avrupa’ya dayanan çokuluslu şirketler, küreselleşmeyi yönlendiren lokomotifler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD ve Avrupa’nın çokuluslu şirketleri, gelişmekte olan ülkelerin şirketlerini yutacaktır. 

George Kennan: Dünya servetinin yüzde 50’sine ama nüfusunun yüzde 6,3’üne sahibiz. Bu durumda kıskançlık ve kızgınlık odağı olmamız gayet normaldir. Önümüzdeki dönemde bu ayrıcalıklı pozisyonun devamını sağlayacak bir ilişkiler ağı örgütlemeliyiz. Dünyayı, korku salarak sindirmeliyiz.



Şimdi de, Genelkurmay Başkanlığı’nın önceki talebi doğrultusunda; 
Türkiye’nin “Ulusal Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi”ni oluşturmak amacıyla, tahmini bedeli 2 milyar Dolar olan bir ikinci ihale ile füze malzemesi satın almak zorunda kaldı. Şimdi, verilen 4 teklif üzerinden sonuç alınmaya çalışılıyor. İhale’nin ABD lehine sonuçlanacağı şimdiden biliniyor. 4 teklif şunlardan oluşuyor:

1- ABD; PAC 300 ve AWACS teklif ediyor.
2-Fransız–İtalyan Ortaklığı; SAMP/T sistemi teklif ediyor, sistemde 8 füze bataryası bulunuyor.
3-Rusya; S 400 teklif ediyor.
4-Çin; FP 2000 teklif ediyor, bunlar S 300’ler ile Patriot füzesinin özelliklerini taşıyor.

Bu 4 ülke ortak çalışmalarda bulunmayı da öneriyor.

2001 yılı itibarıyla ABD’nin nükleer silah kapasitesi
-550 adet kıtalararası balistik füze: Bunlardan 500’ü, 3 savaş başlığı 
taşıyabilen ‘Minuteman III’ füzesi; 50’si ise, 10 savaş başlığı 
taşıyabilen ‘Peacekeeper’ füzesidir.
-18 adet Ohio sınıfı denizaltı,
-Her biri 12 savaş başlığı taşıyabilen 432 adet ‘Trident’ füzesi,
-7500 adet nükleer savaş başlığı,
-208’i aktif olmak üzere toplam 300 adet, ‘B2’, ‘B52’, ‘B18’ 
bombardıman uçakları; bu uçaklarda bulunan toplam 300 adet savaş başlığı.

20 Ocak 2001’de Başkanlık koltuğuna oturan George W. Bush’un ilk işi, “Yıldız Savaşları” adıyla anılan ve bugünkü “Füze Kalkanı” projesinin atası olan projeyi gerçekleştirmek uğruna, “modası geçmiş” kıtalar arası balistik nükleer silahları azaltma “jesti” olmuştur. Bush bu amaçla bir “ABD’nin nükleer silah kapasitesinin azaltılması için öneri” paketi açıklamıştır. Bu önerinin maddeleri şunlardır:
-Toplam savaş başlığı sayısı 2500 adetin altına çekilsin.
-Saldırıya hazır kıtalararası füzelerin sayısı azaltılsın.
-‘B2’ ve ‘B52’ bombardıman uçaklarının çoğu konvansiyonel hale getirilsin. [4]

2010 tarihi itibariyle dünyadaki nükleer silahlar 
ABD:           2200  adet
Rusya:     2800  adet
Fransa:       300  adet
Çin:               180  adet
İngiltere:       160  adet
İsrail:        80   adet
Pakistan:        60   adet
Hindistan:       60  adet
Kuzey Kore:  10   adet

ABD’nin sadece Avrupa’daki nükleer silah mevcudu ise 200 adet olup; bunların yerleri şöyledir:

Belçika, Klein Brogel Hava Üssü’nde: 20 adet (Wikileaks bunu doğruladı). 
Hollanda, Volkel Hava Üssü’nde: 20 adet (Wikileaks bunu doğruladı). 
İtalya, Aviano Hava Üssü’nde: 50 adet ve Ghedi Torre Hava Üssü’nde: 40 adet olmak üzere; toplam: 90 adet.
Türkiye, İncirlik Hava Üssü’nde: 90 adet (Wikileaks bunu doğruladı). 
Sığınaklarda muhafaza edilen ve ‘B61’ tipi olan bu taktik nükleer 
başlıkların 50 adedi, ABD 3’üncü Hava Taarruz Filosu’nun ‘F-16C/D’ tipi uçaklarına; geri kalan 40 adedi ise, Türk ‘F-16’ uçakları için tahsis edilmiştir.

Bunların dışında, Almanya’daki Büchel Hava Üssü, Norvenich Hava Üssü ve Ramstein Hava Üssü’ndeki toplam 150 adet başlık ile; İngiltere’deki Lakenheath Hava Üssü’ndeki 10 adet başlığı ABD geri çekmiştir.

Yeni START anlaşması Başkan Obama ve Başkan Medvedev arasında Prag’da imzalanan 8 Nisan 2010 tarihli “Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması” (“New START –
Strategic Arms Reduction Treaty” Antlaşması), ABD ile Rusya’nın 
ellerindeki nükleer stokları yüzde 30 oranında azaltmayı öngörüyor. 
Böylece, antlaşma yürürlüğe girdikten sonraki 7 yıl içinde, iki tarafında elinde 1500’den fazla silah bulunmaması sağlanacak.*

1991’de, baba George Bush ile Mihail Gorbaçov’un başlattığı “START” süreci sonucunda tarafların ellerindeki silahlar 2200 adet düzeyine çekilmişti.

Yeni START Antlaşması, İngiltere, Fransa ve Çin tarafından da 
imzalandı. Bu yeni antlaşma, ülkelerin birbirlerini denetlenmesi için 
özel bir mekanizma kurulmasını da öngörüyor. [5]

Hizbullah İsrail’e karşı güdümlü-güdümsüz nükleer füze kullanıyor :

Lübnan’da konuşlu Hizbullah milisleri güdümlü–güdümsüz füzelere sahip ve bunlarla İsrail’i vuruyor. İsrail ise, nükleer kalkana sahip olmakla birlikte, elindeki füzeleri kullandığı takdirde kendisine ve bölgeye vereceği büyük hasar nedeniyle bundan yararlanamıyor. İran’ın, Hizbullah’a ve Suriye’ye verdiği güdümsüz füzeleri mühendisleri vasıtasıyla güdüm sistemleriyle donattığı biliniyor. 2006 yılındaki, 33 gün süren Gazze Savaşı’nda Hizbullah İsrail’e günde yaklaşık 500 roket fırlatmıştı. İsrail bu savaşta yenilmiş ve BM’e ateşkes çağrısı yapmak zorunda kalmıştı.

Hizbullah, yeni güdümlü ‘Fetih 110’, ‘M 600’ ve ‘Scud’ füzeleriyle 
İsrail’in her yerini vurabilecek kapasitededir. İsrail ise, ‘Arrow’, 
‘Demir Kubbe’ ve ‘Davud Kalkanı’ füze savunma sistemlerine sahip olmasına rağmen, Hizbullah’ın füze tehditlerini önlemekte yetersiz kalıyor. [6]

“Hürmüz Boğazı” neden İran’ın en etkili nükleer savaş önleme kozudur? 

Irak Savaşı öncesi yayımladığı raporda tüm yazdıkları doğru çıkan 
İngiliz Profesör Paul Rogers, Oxford Research Group adlı düşünce 
kuruluşuna (think-tank) hazırladığı raporda şu değerlendirmede 
bulunmuştur: “İran’ın karşı saldırıya geçmesi halinde elinde pek çok 
seçenek var. Bunların en önemlisi Hürmüz Boğazı’dır. 

“İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatmayı başarabilirse, tüm dünyadaki petrol fiyatları dramatik olarak artacak. Diğer taraftan İran, Orta Doğu’da, batıya ait petrol kuyularına paramiliter güçler ve füzelerle 
saldıracaktır. İran Hürmüz Boğazı’nı kapattığında nükleer savaş 
önlenebilir. Ne kadar zor da olsa nükleer kriz başka yollarla 
çözülmelidir.” [7]

James Jeffrey’e göre, “Türkiye Patriot almakta çok geç kaldı” [8]
ABD’nin bir önceki Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’e göre, “Türkiye Patriot füzeleri almakta geç kaldı”. Bunu değerlendirmek için önce Patriot sahibi ülkelere bakalım. 

Patriot (PAC-3) füzesi sahibi ülkeler: Almanya, Hollanda, Suudi 
Arabistan, Kuveyt, Katar, BAE, İsrail. Yunanistan’ın ise, hem PAC-3, hem de Rus yapımı S 300 sistemi var.

Suriye’de, Rus yapımı S 300 sistemi var. İran, Rusya’dan S 300 sistemi alma kararı aldı. Bu sistemler “Nokta Koruma” amaçlıdır.

Polonya ve Çek Cumhuriyeti için gündeme getirilmiş olan sistem 
‘Kıtalararası Balistik Füzeler’e (Intercontinental Ballistic Missile – 
ICBM) karşıydı, hareketli sistemdi.

Patriot Sistemi, NATO’nun kıtalararası balistik füzeler sistemi mimarisinin bir parçası olarak düşünülmüştür.

AEGIS kruvazörlerinin Karadeniz’e giriş yollarının açılması 
Türkiye; başta ABD olmak üzere, Karadeniz’de kıyısı olmayan NATO ülkeleri savaş gemilerinden oluşan bir donanmanın Montrö Antlaşmasına göre görev, tatbikat veya manevra yapmalarının yasak olduğunu ilan etmiş ve çekincesini ortaya koymuştur.

2006 yılı ortalarında Türkiye, ABD ve Gürcistan’ın iştirakleriyle, 
Karadeniz’de ilk kez “Karadeniz Uyum Harekâtı” adıyla bir harekât 
düzenlemiştir. AKP Hükümeti’nin bu harekâta izin vermesi, Türkiye’nin bu konudaki çekincesini gizlice kaldırmış olduğunun kesin kanıtı olmuştur.

AKP Hükümeti’nin 2007 sonbaharındaki NATO toplantısında, NATO üyesi ülke savaş gemilerinin, Yeni NATO üyesi Bulgaristan ve Romanya limanlarını ziyaret etmelerine izin veren bir antlaşma imzaladığı anlaşılmıştır.

25 Ağustos 2008 itibariyle, başta ABD olmak üzere, NATO gemileri 
Gürcistan’a insani yardım götürmek ve tatbikat yapmak için Karadeniz’e girmiştir. Bu girişte, ABD gemilerinde 2500 km menzilli füzelerin bile bulunduğu Rus Genelkurmay Başkanlığı’nca açıklanmıştır.

AKP Hükümeti’nin önce çekinceyi gizlice kaldırması ve 2007’de ABD gemilerinin Gürcistan’a insani yardım götürmek amacıyla Karadeniz’e sorunsuz girebilmeleri ile; aslında nükleer füzeli Aegis gemilerinin Karadeniz’e girme yolu açılmıştır. Füze Kalkanı’nın “Birinci Aşaması”nın tamamlama yılı olan 2011 yılında ABD, Aegis Kruvazörleri’nin Karadeniz’e girmelerini talep edecektir. O zaman gizli anlaşmanın imzalandığı ortaya çıkacaktır. [9] Bu da Türk halkını bir ölüm–kalım savaşının eşiğine getirecektir.

Sonuç
NATO’nun “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”nin,“NATO Stratejik Konsepti” ile ilişkilendirilerek tek bir antlaşma halinde imzalanması; 60 yıllık NATO tarihinde ilk defa karşılaşılan bir olaydır. Daha önce imzalanan antlaşmalar sadece NATO örgütüne ait anlaşmalardır.

ABD’nin “Ulusal Füze Savunma Sistemi” ile ilgili olan antlaşmalar; 
tamamen ayrı antlaşmalar olup, nükleer silahların yayılmasının önlemesi ve sayılarının azaltılması ile ilgili olan “START” ve “START-II” antlaşmalarıdır.

Lizbon Antlaşması’nın, diğer NATO antlaşmalarından en temel farkı budur. Lizbon Antlaşması’nda birbirleriyle ilgili olmayan iki ayrı konu birleştirilerek tek bir antlaşmaya dâhil edilmiş olmaktadır.

Bu ayırt edici nitelik nedeniyle Türkiye, NATO’nun “Avrupa İçin 
Nükleer Füze Savunma Sistemi”nin tamamlanacağı 2010–2020 arasındaki 10 yıllık sürede toplam 10-11 milyar Dolarlık bir ödeme yapacaktır. Borç batağındaki Türkiye’nin bu ödemeyi yapmasının imkânı olmadığından, ABD’nin bu meblağı, Türkiye’yi borçlandırarak finanse edeceği tahmin edilebilir.

Sistem çerçevesinde Türkiye coğrafyası;, “füze” ve “radar” ağları ilekaplanacak ve onlara kumanda edecek “askeri–sivil istihbarat 
kuvvetleri” Türkiye’yi içten çökerteceklerdir. Diğer bir ifade ile 
Türkiye bu kuvvetler tarafından işgale uğrayacaktır.

ABD; Türkiye’ye yerleştireceği ‘orta menzilli füzesavar füze ve 
radarı’ ile Türkiye’yi ‘birinci derecede’, İran’ı ‘ikinci derecede’ 
hedefine almıştır. Aynı sistem kurulması düşünülen “Müstakbel 
Kürdistan”ı koruma kalkanı olarak ta kullanılacaktır.

ABD emperyalizmi; Türkiye’nin ‘1 Mart Tezkeresi’ni reddini 
unutmamıştır. Aynı şoku bir daha yaşamamak için o günden bu yana Türkiye’yi dize getirecek bir stratejiler hazırlamıştır. Son strateji, ABD’nin “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni hayata geçirmesidir. ABD bu stratejisiyle, Türkiye’yi fiili olarak işgal etmeyi ve bir daha “red” şoku yaşamamayı amaçlamıştır.

ABD son dönemde, Saddam Hüseyin’i ‘tam’ hedefine alarak öldürmüştür. 
Kendisinin yarattığı Talaben’ı baş düşmanı olarak seçmiştir. Bunun 
sonucu olarak, aslında düşmanı olan İran’ı bölgenin en güçlü devleti 
haline getirmiştir. Günümüzde de, Lizbon, Yeni NATO ve “Avrupa İçin Aşamalı ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi” antlaşmalarını 
imzalayarak; İran’la Türkiye’yi savaştırmayı ve İsrail’i güçlendirmeyi hedeflemiştir. Türkiye böyle bir hayati tehditle karşı karşıyadır. 

AKP Hükümeti 2007 sonbaharında imzaladığı bir antlaşma ile, ABD savaşgemilerinin Montrö Antlaşması’na aykırı olarak Karadeniz’e giriş yapmalarını da sağlamıştır. Böylece, Füze Kalkanı’nın “Birinci Aşaması”nın tamamlanma yılı olan 2011 yılında, nükleer füzeler bulunan Aegis Kruvazörleri’nin Karadeniz’e giriş yapmalarının olanağı doğmuştur.
ABD, önümüzdeki aylarda bu anlaşmaya göre savaş gemilerini Karadeniz’e sokmayı talep edecektir. O zaman AKP Hükümeti’nin ABD ile imzalamış olduğu gizli anlaşma ortaya çıkacaktır.

ABD bu tehditlerle, 2010–2020 yılları arasında Türkiye’nin ulusal 
güvenliğini, ulusal dış politikasını, ulusal ekonomisini ve ulusal 
bütünlüğünü ipotek altına almayı, ayrıca bu süreçte ‘BOP’un Ortadoğu, Körfez ve Kafkasya ayaklarını tamamlamayı amaçlamaktadır.

‘Lizbon’, ‘Yeni NATO’, ve ‘Avrupa İçin Aşamalı ve 
Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi’ Antlaşmaları, Süper NATO 
operasyonlarıdır. Devrimle kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti füze işgal kuvvetleriyle yıkılmak istenmektedir.

Türkiye’nin devrimci güçleri ayağa kalkmalı, işgali önlemeli ve dayatılan bu Süper NATO paçavrasını yırtmalıdır.


Erol BİLBİLİK
İLK KURŞUN

[1]Cumhuriyet gazetesi, 21 Kasım 2010.
Utku Çakırözer, Cumhuriyet, 15 Kasım 2010.
[3]Akşam gazetesi, 14 Ocak 2011.
[4]Hürriyet, 3 Mayıs 2001.
*“Stratejik Nükleer Silah” (Strategic Nuclear Weapon – SNW)
tanımlamasıyla; düşmanın savaş başlatma ihtimalini düşürmek için
kullanılan ve kitleleri tehdit eden nükleer başlıkları kastedilmektedir.
“Taktik Nükleer Silah” (Tactical Nuclear Weapon – TNW) tanımlamasıyla
ise, savaş zamanında askeri amaçlarla kullanılan nükleer başlıklar
kastedilmektedir.
[5]Milliyet gazetesi, 4 Aralık 2010.
[6]Hakan Albayrak, Yeni Şafak, 7 Aralık 2010.
[7]Yeni Şafak, 16 Temmuz 2010.
[8]Akşam, ‘James Jeffrey röportajı’, Utku Çakırözer, 21 Eylül 2009.
[9] Erol Bilbilik, Aydınlık dergisi, 8 Eylül 2008.

Şimdiki Zaman - Mete AKINCI , Erol BİLBİLİK Bölüm 1
 Bölüm 2 
 Bölüm 3
 Bölüm 4

 Bölüm 5
 Bölüm 6
 Bölüm 7
 Bölüm 8
 Bölüm 9
 Bölüm 10
 Bölüm 11
 Bölüm 12
 Bölüm 13
 Bölüm 14
 Bölüm 15


Türkiye’nin devrimci güçleri ayağa kalkmalı, işgali önlemeli ve dayatılan bu Süper NATO paçavrasını yırtmalıdır.  EROL BİLBİLİK

SB.