Translate

KÜRT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KÜRT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2015 Pazar

Anadolu’da Koç Heykelli Mezar Taşları









Koç - Koyun Heykelli Mezar Taşları 

Koç koyun-heykelleri ile balbalların kadim Türklere ait bir gelenek olduğunu Altaylar'daki koç-koyun ve balbal heykelleri konusundaki çalışmalarıyla tanınan Borisenko ve Khudhakov, tarafından "Sibirya Sempozyumu'"nda "Sibirya'da Eski Eserler" adlı bildiride şöyle ifade edilmiştir.:

"İnsan ve hayvanların (koç, koyun, aslan, at) taştan yontulmuş heykelleri eski Türklerin ana eserlerindendir. Bunun gibi anıtlar ilk defa 1722'de D.G.Messerschmidt ve F.I.Strahlenberg tarafından Minusinsk bölgesinde bulunmuştur. Ayrıca Strahlenberg bunların Minusinsk Tatarların kültü olduğunu ifade eder. Çin kaynakları da koç, koyun, at ve insan heykellerini MÖ.1000 ila MS.1000 yılları arasında tarihlendirerek bu eserlerin eski Türklere ait olduğunu belirtirler."


Dr. Mustafa Aksoy








Anadolu’da Koç Heykelli Mezar Taşlarının Tarihi

Koç heykelli mezar taşları, Anadolu’da ilk defa 7. yüzyılda görülmeye başlanmıştır. 7. yüzyılda Ermeni tarihçi Moisey Kagankatvasî ** (** ek bilgi Tarihçi (Azerbaycan) Elesger Siyabov Bey'den geldi. "Moisey Kagankatvatsi ermeni deyildi, Azerbaycanin guzey kisminin böyük bir erazisini ehate eden bir cografiyada uzun yillar var olmus ve kökenin esasen hristiyan türklerin olusturdugu Alban ve ya Agvan devletinin tarihini yazmis orta cag tarihcisi idi, sadece onun yazdigi Alban tarihi eseri orijinali kayb olmus bizim günümüze o eserin ermeni diline tercüme olunmus varianti gelib catmisdir." ) tarafından yazılan “Ağvan Tarihi” adlı kaynakta Doğu Anadolu ve Azerbaycan arazisinde yurt tutmuş topluluklar şu şekilde anlatılmaktadır:

“Bu topluluklar uzun saçlı, mahir ok atan kimseler olup, taştan koç, at vb. heykeller yontmakta usta idiler. En büyük ilahlarına Han Tanrı derler” Görüldüğü üzere yukarıda sayılan bütün hususiyetler, Türklere âit olan özelliklerdir. Söz konusu kaynakta sözü edilen Türk boyu, tarafımızdan yapılan araştırmada Sabir Türkleri olarak tahmin edilmiştir. Bu topluluğu Hazar Türklerinden görenler de vardır. Bu mezar taşlarının 7. yüzyılda yani daha İslâmiyet’in bölgede yayılmadığı dönemlerden itibaren üretilmeye başladığı düşünülürse bunların bir kısmının üzerinde Hıristiyanlığı sembolize edilen işaretlerin bulunması son derece doğal karşılanmalıdır.

Sabir Türklerinden sonra bölgede yerleşen ve koç heykelli mezar taşı yontan bir diğer Türk boyu Arap tarihçilerinin Kıpçak dediği Kuman Türkleri olmuştur. Kıpçaklar Anadolu’ya 3 göçle yerleşmişlerdir. Birincisinde 10. yüzyılda Bizans devleti tarafından Arap akınlarına karşı sınır boylarına yerleştirildiler. İkincisi 1118-1195 yılları arasında oldu. Ortodoks mezhebini benimseyen Kuman Türkleri, önce Gürcistan’da yoğunlaştılar, ardından Kür ve Çoruh boylarına ve Çıldır gölü çevresine yerleştiler. Buradan da daha güneye Doğu Anadolu’nun kuzeyi ile Karadeniz’in güneydoğu kıyılarına indikleri anlaşılmaktadır. Çünkü bölgede hâlâ koç heykelli mezar taşlarına “Kıpçak mezarı” ya da “Kuman mezarı” denilmektedir. Üçüncü Kıpçak göçü ise 1239-1240 yılları arasında Trabzon’a oldu. Trabzon krallarının en seçkin birliklerini savaşçı Kıpçak Türkleri teşkil ediyordu.

Kıpçaklardan sonra Oğuz Türkleri, Anadolu’ya adeta akın etmeye başladılar. Bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da hâkimiyet kuran Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen devletlerinin etkisi büyük oldu. Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Akkoyunlu Devleti’nin mührü açık şekilde görülmektedir. Bölgedeki birçok tarihî eser Akkoyunlu döneminden kalmadır. Bölgede bulunan koç heykelli mezar taşlarının Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen devletlerinden kaldığına dair genel bir kanı da bulunmaktadır.

Yapılan araştırmalarda Anadolu’muzun birçok yerinde koç heykelli mezar taşlarına rastlanmıştır. Şimdiye kadar yapılan araştırmalar sonucunda Tunceli, Erzincan, Erzurum, Sivas, Bingöl, Diyarbakır, Malatya, Muş, Erciş (Van), Bitlis, Ağrı, Kars, Iğdır, Reşadiye (Tokat), Akşehir (Konya), Afyonkarahisar, Artvin, Rize, Yüksekova (Hakkâri) ve Bayburt illerinde koç heykelli mezar taşları tespit edilmiştir. Ancak koç heykelli mezar taşları, genel olarak Iğdır-Erzincan ile Van-Rize arasında yoğunlaşmakta, en çok bulunduğu yer ise Tunceli olarak karşımıza çıkmaktadır…..

Toplumların geçiş dönemleri doğum, evlilik ve ölüm olmak üzere 3 başlık altında incelenmektedir. Bütün toplumların kültürel yaşamında geçiş dönemleri, renkli törenlere sahne olmakta, her toplulukta değişik maddî kültür unsurları üretilmektedir.

Zazaca konuşan Alevîlerde de, bu geçiş dönemleri ile ilgili birçok tören ve maddî kültür unsurları bulunmaktadır. Bu yazıda başta Tunceli olmak üzere Erzincan, Erzurum, Muş ve Bingöl illerinde yaşayan ve Zazaca konuşan Alevî topluluklarında görülen koç, koyun, dağ keçisi ve at heykelli mezar taşları incelenmiştir.




Ali Rıza ÖZDEMİR
Zazaca Konuşan Alevîlerde Koç Heykelli Mezar Taşları makalesinden 










Tepenin çevresinde dolaşarak Köşker köyü önünden, Varto düzüne akan bu taşkın dereye "Köşker nehri, Köşker deresi "derler. Bu nehrin Köşker baba tepesiyle Köşker köyü arasında bulunan deresi kenarında , yalçın kayalıklarda ve nehir ağzında yapılmış pek eski mağaralar vardır. Bu mağaraların pek eski devirlere ait olduğu tahmin edilmektedir. Köşker köyünün vaktiyle eski bir medeniyet kurağı olduğu ve sonradan bu köyün Köşker baba tarafından tekrar şenlendirildiği ve adını bu köye taktığı, ölürken sevdiği Köşker tepesine kaldırıldığı sanılmaktadır.

İslamiyetten sonra Köşker ve civarındaki köylere yerleşen halkın Ak veyahut Karakoyunlulara mensup oymaklar olduğunu , Köşker babanın bunlara hükümdarlık ettiğini , bu köylerin bugünkü durumundan anlıyoruz. Çünkü bu dağ eteğinde olan Köşkar , Keçan - Kaçan, Kişmir, Kestemert, Tapak, Karaş, Sıkran köylerinin eski mezarlarında büyük bir sanatla yapılmış koç heykelleri vardır.

Gerek tarih ve gerekse Varto toprağı üzerinde yaptığımız incelemelerde : Köşkar baba ve Varto için ortaya atılan rivayetlerin doğru olduğunu ve bu bölgenin tarihin çeşitli devirlerinde boğazına kadar Türk aşiret ve boylarıyla dolduğunu katiyetle söyleyebiliriz.

Evvela halkın son çağlara kadar Köşkar baba'ya fazla saygı göstermesi , onu yedi kere ziyarete gidenlerin Hacca gitmiş gibi sayılması ve ziyaret törelerinde yapılan şenliklerin hepsi ; eski Türklerin örf ve adetleridir. Köşker baba ve çevresindeki yerler halis Türk adını taşıyor. Türkler pek eskiden atalarına tapmış ve hükümdarlarına büyük bir saygı göstermişlerdir. 

Bingöl dağlarının eteklerinde kurulan bütün köylerin mezarlarında eskiden yapılmış koç heykelleri vardır. Bu heykellerin Varto, Hınıs, Karlıova ve Şuşar bölgelerinde yerleşen Ak ve Karakoyunlu oymaklarına ait olduğu sanılmaktadır. Varto ilçesinde bu heykeller, en fazla Aleviliği kabul eden halkın köylerinde ve Bingöllerin yamacında olan Kuzik, Caneseran, Şaman, Siğiran, Rakasan, Köşkar, Keçan, Gülükler köylerinde gözlere çarpar. Bu koç heykellerinin göğüs ve yanlarında at, kılıç, kargı resimleri , kabartma şeklinde yapılmıştır.

Üstükran bucağında muallim vekili iken ilçeye yazdığım, 1.1.1934 gün 5 sayılı raporla bu heykeller hakkında bilgi vermiştim. Ertesi yıl bucağa gelen bir kamyonla Hormek oymağının atalarına ait olan bu heykellerden yedi tanesi Diyarbakır müzesine götürüldü. At, kılıç, kargı kabartmalı olan bu heykellerden birisi Hormekli Hasan Han oğlu Mehmed'in idi.

Bugün altıay tamamen metrelerce kar altında bembeyaz görünen ve dokuz ay misafir kabul etmiyen, Bingöl dağlarının 3654 rakımlı uçlarındaki kalenin civarında ve bu dağların 2000-3000 rakımları arasından geçen pek eski caddenin kenarlarında, uzun çayır ve Şevti mıntıkalarında Kırk-pınarlar bölgesinde ve Eski Han civarında, binlerce Türk mezarı gözlere çarpmaktadır.

Eski Han adını taşıyan yerde pek büyük ve yıkık bir şehir harabesi mevcuttur. Her yanı enkaz altında kalan bu eski şehir harabesinin yukarı kısmında binlerce mezar ve harabenin içinde, geniş çevirmlere, su yolları, oyulmuş taşlar, aşınmış yazılı kemerler vardır.

Bu harabenin yarım saat uzağında bir sıra Bizans mezarları vardır. Bu şehir harabesinin bugünkü durumuna bakıldıkça: Türk ataların eski devirlerde bu şehri yaptıklarını ve burada yüzyıllarca barınarak Türk sanat ve medeniyetini buraya işlediklerini ve ancak bu şehrin Bizans veyahu ermenilerle yapılan savaşların birisinde yıkıldığını ve bu Türklerin şehir haricinde düşman ordusunu karşılayarak, burada savaştıklarını tahmin ediyoruz. Çünkü ecnebilere ait olduğu anlaşılan mezarların şehirden uzak ve savaş yerinde, Türklere ait olan mezarlar da şehrin arkasındadır. O çağda Türkler İslamiyeti kabul etmiş olmalıdırlar ki, mezarlar İslam adeti ile kaldırılmıştır.

...Son zamana kadar Varto ve Hınıs İlçelerinin bütün köyleri , Köşker babayı bir mabet ve şehit olarak tanımışlardı. Bu halk yaz aylarında atalardan süregelen örf ve adetlere göre güzel giyinerek , kuşanarak , gelin alayları halinde bu makberi ziyarete gelir,delikanlı , kız, gelin , erkek kafileler dere geçidinde atları bırakır , yaya olarak Köşker baba tepesine çıkar, bu makberi ziyaret ederek beraber getirdikleri , helva , söğüş, kapama va peyniri birbirine ikram ve lokma sunarlardı. Ziyaretçiler önce şehidin başında bir fasıl ibadet ettikten sonra , saatlerce buradan Bingöl dağlarının yemyeşil göğsünü , Köşker nehrinin delice akışını, Varto ovasında sararan ekin başaklarını ve karşıda Şerafettin dağlarının çimenli eteklerini temaşaya dalar , burada aldıkları yurdun saf havası ve çiçeklerin kokusu ile hür birer melek kisvesine bürünürlerdi.

Köşker babayı ziyarete giderken her aile toplu gider ve en çok genç gelinler ve kızlarla delikanlıları beraber götürmek , gayet temiz giyinmek şarttı. Köşker babanın bu cihetleri vasiyet ettiğine ve hatta hiç kimsenin makber başında neşesiz olmasına razı olamayacağına itikat edilirdi. Bu şartla altında giden ziyaretçiler, edep,erkana son derece riayet eder, ilk önce yüreklerinde saklı olan dileklerini makberin taşını öperek şehide söyler ve biraz ibadetten sonra ziyafetlere , daha sonra neşeli konuşmalara dalardı. Burada terbiyeye aykırı gitmek veya genç bir geline kötü gözle bakmak günah ve yasaktı. Fakat bazı kız ve delikanlılar, şehidin başında tanışır ve sonradan evlenir , bu muratlarının Köşker babadan hasıl olduğuna itikat ederlerdi. Ziyaretçiler aşağı düzlükte at koştururken araziden davul gümbürtüsü gibi bir ses gelirdi. Onlar şehidin gaipten saz çaldığına inanırlardı. (Bu gümbürtünün Gömgüm adıyla ilgisi olsa gerekir.)....




Doğu İlleri ve Varto Tarihi
M.Şerif Fırat





Afyon Taşkoç





























Doğu İlleri, Hamidiye Alayları, Türklerin Kürtleştirilmesi




DOĞU İLLERİ VE VARTO TARİHİ


İstibdat Devrinde Doğu İlleri - Hamidiye Alayları ve Aşiret Kavgaları

Sultan Hamit, Tanzimat Türklerine ve hatta Güya Avrupa devletlerine karşı saltanatını korkudan çıkarmak için 1307-1891 tarihinde doğu illerimizde 36 atlı Hamidiye Alayını teşkil etmiş , bu teşkilata : tarhimizin yukarı kısımlarında açıkladığımız gibi, Yavuz Sultan Selim tarafından Anadolu'dan doğu illerimize kaldırılan ve sonradan Kormanço şubesi adını alan yakın çağ Türk aşiretlerini dahil etmişti.

Sultan Hamit istibdadını yürütmek için artık temeli olarak bu aşiretlerle Kürt ve doğu illerine- de Kürdistan ve kendisine de Kürtlerin babası demekteydi. Vatanına ve milliyetine hiyanet eden bu padişah, doğu illerimizin Kürdistan ve buradaki aşiretlerin de Kürt olmadığını biliyordu. Onun şahsi saltanatı uğrunda söylediği bu sözler, o gün doğu illerinin Türklüğünü yoketmeğe kafi gelmiş, özbeöz Türk soyundan olan doğu halkını , Yavuz'dan sonra bir kere daha felakete sürüklemişti.

Yavuz Sultan Selim devrinden önce yazılmış tarihlerin gerçekte Kürt olarak tesbit ettiği bir millet ve doğu illerimizin coğrafi durumunda yazılmış bir Kürdistan adı yoktu. Sultan Hamit bunu biliyordu.

Fakat o, Tanzimat Türklerine karşı saltanat ve istibdanı ayakta tutabilmek için, coğrafi ve idari durumdan, istibdada elverişli olan doğu illerimizi o günkü, aşiretlerin her üç şubesinin nüfusça en kalabalığı, zengini ve azılısı bulunan Kormanço şubesindeki aşiretleri Hamidiye teşkilatına alarak, bunları Türklük ve gençlik cereyanlarına karşı bir kalkan gibi kullanmak istemişti.

Dördüncü Ordu Müşirliğine tayin kılınan Çerkes Mehmet Zeki Paşa, Erzincan'a gelmiş, doğu illerimizdeki Kormanço şubesine dahil aşiretler arasında Hamidiye teşkilatını kurmak üzere Mirliva Mahmut Paşaya Van, Malazgirt, Hınıs ve Varto'ya göndermişti.

Kormanço şubesi, Mil ve Silif adlı iki partiye ayrılmıştı. Bu partilerin her birine bir aşiret mirlivalığı ile beher alay komutanına birer kaymakam rütbesi verilmişti.

syf 95









Padişah Yavuz çağından başlıyarak Sultan Hamit devrinde tam kökleşen kara siyasetin milli birliği sarsan, milli duyguları din ve hilafete feda eden kötü bir rejimin sonuçlarıydı. 

Yavuz , Şiiliği ve Şah İsmail'i durdurmak için doğu illerimizdeki "Kurt-baba" dağlı Türklere Kürt ve doğu illerine "Kürdistan" adlarını takmış, bunları takviye etmek için Anadolu'dan birçok Türk aşiretlerini kaldırıp doğu illerine göndermişti. 

Sultan Hamit saltanat ve istibdadını yürütmek için bu yakın çağ Türk aşiretlerine "Kormanco" adını takarak onlardan 36 derebeylik ve Hamidiye alayını kurmuş, kendilerine ; "siz benim evlatlarımız ve Kürtlerimsiniz" diye yabancı fikirlere sürüklemişti.

Doğu aşiretleri arasında kökleşen bu yanlış duygular, Birinci Cihan Savaşının sonralarına kadar süregelmiş ve milli mücadele devrinde Kürt taali cemiyeti ile hempalarının işlerine yaramış, bunlar bu aslı astarı olmayan bu adlar üzerinde halkı kandırıp isyana sevk etmişlerdi.

Asılarca bu türlü zehirli fikirler altında inleyen birçok aşiretler Türklüklerini kaybederek çeşit inanlar altında çeşit bölümlere ayrılarak kendilerini Kürt, Seyyit, Abbasi, Halidi, Emevi silsilere kadar götürmüşlerdi. Bu yanlış fikirler ve en çok dini taassup en son onları milli hükümete karşı isyana sürüklemişti. Biz isyan hadisesini anlatırken bu konuya bir kolaylık olsun diye doğu illerimizde bu aşiretlerin ayrıldığı şubeleri ve bağlı oldukları şeyhleri ve irtica harekatında oynadığı rolleri açıklamayı faydalı bulduk.

Kitabımın birinci bölümünde anlattığım gibi, doğu illerimizde yaşayan bu dağlı Türk aşiretleri üç şubeye ayrılmıştı. Baba-kürdiler, Kormançolar, Zazalar.

Bunlardan Hitit-Halti, Lohordo, dağlı Türklerden olan (Kurt-baba) baba-kürdiler; Van ilinin güney bölümündeki kabileler, Şernak, Hakkari, Şemdinan, Pervarı, Gavaş, Cizre, Buhtan aşiretleri, Hizanlı Selahattin ve aşireti, Garzan'da ; Reşkotan, Pencinaran, Bişiri'de; Reman, Midyat'ta; Ara-boyan aşiretleri, Sason, Kabali ve Bitlis'in, Atmanan, Azan aşiretleri, Motikinin ; Sarmi, Musi, Halinan, Bektiran kabileleri, Muş ilinin güney dağlarında oturan Huytu, Beleki, Bildiri , Şigo , Hiyan aşiretleridir. (1)

Bu şubeye bağlı aşiretler tamamen Şafii mezhep, Nakşi ve Kadiri tarikatlı idiler. Bunların en sayılı tekiyeleri ; Hizan'da ; Seyit Ali, Bitlis'te; Küfrevi ve Kadiri ve Norşenli Hazret tekiyeleriydi. Bu tekiyelerden başka her kabilenin birer şeyhi ve birçok hocaları vardı.

Miladın onaltıncı yüzyılında Yavuz sultan Selim'in iç Anadolu'dan doğu illerimize kaldırdığı yakın çağ Türk aşiretlerinden olan Kormançolar : Mil ve Zil adlı iki partiye ayrılmış, bunlardan Mil partisi ; Viranşehirli İbrahim Paşa oğulları ve Milan aşireti, Karakeçi kabilesi, Suruç'ta ; Berazan aşrieti, Varto, Bulanık, Karlıova ilçelerideki  Cibran aşiretleri Malazgirt'ten Hasanan aşireti Hınıs, Karayazı, Tatos ilçelerindeki Zirkan, Seyhan, Karabaş kabileri, Eleşkirt'te ; Sıpkan aşireti, Muş'ta; Seydan kabilesi ve Muş ovası halkıdır.

Zil partisine bağlı aşiretler : Ağrıda; Zilan, Celali aşiretleri, Van, Erçiş, Muradiye, Patnos'da Haydaran, Ademan, Takoriyan, Mişkan, aşiretleriydi. (2)

Kormanci şubesine bağlı bütün kabileler Şafii ve Nakşidirler. Birkaç boyları da Kadiri idi. Bunların en meşhur şeyh ve tekiyeleri ; Asi Şeyh Said'in ecdadı olan Palu'lu Şeyh Ali tekiyesi ve Hınıs'ta Şeyh Sait, Solhan'ın Melekan köyü Şeyh Abdullah ve Eleşkirt'te Şeyh Şirin tekiyeleriydi. Bu tekiyelerden başka birçok şeyh ve hocalar vardı.

İran'dan gelen Part Türklerinden olup Kadisiye savaşından sonra doğu illerimize gelen dağlı Türklerden Dümbüli-Zazalar: Diyarbakır, Siverek, Elazığ, Ergani , Maden, il ve ilçelerinin bazı kesimlerindeki kabileler ile Hazzo ve Farkın beyleri, Palo halkı, Gökdere, Musyan, Okçiyan, Azan, Halilan Kabileleri, Çapakçur ve Garip beyleri, Mistan, Botan kabileleri, Hini, Genç ve Darahini beyleri ve Zaza kabileleri, ile Solhan ilçesinde oturan Solhan, Zikti, Ömeran aşiretleri ve Motki Zazalardır.

Zaza şubesinin en büyük tekiyeleri : Palulu şeyh Ali tekiyesi imiş, bütün Zazalara ve Kormanço şubesine Şafiilik ve Nakşiliği aşılayan bu Şeyh Ali'nin ahfadından olan asi Şeyh Sait, Kormanço şubesinin topluluğunu idare etmek maksadiyle Palo'dan gelerek Hınıs'ta ikinci bir tekiye kurmuştur. Zazaların diğer tekiyeleri, Melekanlı Şeyh Abdullah ve Gökdereli Şeyh Şerif, Sİlvanlı Şeyh Şemsettin ve Çapakçur'un Çan şeyhleri tekiyeleriydi.

Küçük kabileler halinde yaşayan ve aşiret sistemine tam girmeyen Zazalar , kenidlerini Kürt değil en çok Halidi, Abbasi, Emevi ve Arap sanmış, doğu illerine Şafiilik ve Nakşiliği aşılayan şeylerin Zaza olmasından ötürü , kendilerini Kormanço ve Babakürdi şubelerinden daha kutsal bilmiş ve bu dini gayretle dinin, şeriatın ve hilafetin fedaaileri kesilmiş ve yalnız bu dini taassup yüzünden Cumhuriyete karşı isyan etmişlerdi.

Kürt taali cemiyetinin icra kuvveti olan Cibranlı Halit ve yusuf Ziya siyasi maksatlarını gizleyerek dini kisveye bürünüp zehirli fikirlerini bu yoldan Şeyh Sait'le Kormançi ve Zaza şubelerinin şeyh ve hocalarına aşılamışlardı. İş dine ve maneviyata intikal ettiği için dinin en büyük hamisi sayılan ve Cibranlı Halid'in eniştesi ve şey olan Şeyh Sait, emirel-mücahidin adı altında isyanın başına geçerek manevi nüfuzunu kullanmıştı.

syf 124-125



(1) Bu şubeye bağlı aşiretler Şeyh Sait isyanına karışmamış, birkaç ay sonra Batman isyanını hazırlamışlardı.

(2) Bu parti aşiretleri Şeyh Sait isyanında hükümete taraf olmuş ve sonradan Ağrı-Zilan isyanını ve son irtica hareketini meydana getirmişlerdi.









M.Şerif FIRAT
kitaptaki Ermeni zulmü






______________________





OĞUZ BOYLARIN, TÜRKMENLERİN KÜRTLEŞMESİ




TÜRKİYE'DE OĞUZLARIN AVŞAR BOYU - CASUS G.BELL'İN ARŞİVİNDEN / 1899-1918







Türkmenlerin Kürtleşmesi Olayı ve Avşar 


Türk topluluklarından bazılarının ilişkiye girdiği milletlerle kaynaşarak eridikleri malumdur. Türk tarihi incelendiğinde, İran ve Afganistan’da olmak üzere Türk oymaklarının bir kısmının (Afşarlar da dahil) kültürel değişime uğradıkları görülür. Bunun gibi Türk boyları arasında da böyle karışımlar ve erimeler söz konusudur. 

Asırlar boyunca yaşanan boy mücadeleleri ve yapılan göçler esnasında kimi Türk boylarının başka Türk boyları arasına girerek ana boy adını unuttukları ve tabi oldukları boyun adıyla anıldıkları bilinmektedir. Kimi zamanda boyların birleşiminden yeni boylar teşekkül etmiştir. Avşarlarda da bu durum mevcuttur. 

Yaptığımız araştırmalarda aslını unutmuş Afşar kökenli kişi veya köylerin kendisini Türk, Türkmen, Yörük, Yerli, Köylü gibi adlarla tanıttıklarına, hatta bunlardan bazılarının aralarında geçen münasebetler dolayısıyle Afşarları pek sevmediklerine tanık olduk. 

Bursa’da yaşayan Maraş Elbistan’lı bir arkadaşım kendilerinin aslını anlatırken “Biz Türkmen’iz. Bizim köye Dodurlular denir, komşu köyümüz ise Afşar köyüdür.” demişti. Dodurluların Recepli Avşarlarının bir obası olduğunu söylediğimde çok şaşırmıştı. Bu köyün oba adını muhafaza etmesine rağmen ana boy adını unuttuğu görülüyor. Kimi yerlerde ise Avşarlar azınlıkta kaldıkları için yörede etki ve nüfus olarak baskın olan aşiretin adıyla anılmaya başlanmıştır. Adana’da Varsaklar, Antep’te ise Beydililer arasındaki Avşarlar buna örnek verilebilir. Diğer bir husus ta, Alevi Avşarların durumudur. Bunlar, Sünni-Alevi farklılaşmasından dolayı genel ad olan Alevi adını kullanmışlar ve boy adlarını muhafaza edememişlerdir.

Biz bu bölümde ülkemizde ve çevresindeki topraklarda yüzyıllar boyu meydana gelen Türk boyları arasındaki kaynaşmaya örnek olacak böyle bir olaydan bahsedeceğiz. 

Bu “Türkmenlerin Kürtleşmesi” hadisesidir. Peki, insanlarımızın kendisini yukarıda sıraladığımız isimlerle ifade etmesi mesele olmuyorda neden “Kürt” adını taşıyınca sıkıntı çıkarıyor. 

Bunun sebebi Kürtlüğün, Türk milletini ve devletini bölüp parçalamak isteyen mihrakların kullandığı bir unsur olmasıdır. Açık söylemek gerekirse Kürtlük, Türklükten ayrı bir şey değildir. Bu yüzden bir Türk’ün Kürtleşmesi veya bir Kürdün Türkleşmesi, biraz önce bahsettiğimiz Türk boyları arasındaki kaynaşmalara örnektir. Biz olaya böyle bakıyoruz ve işin aslı da budur. 

Ancak geriye dönüp baktığımızda tarihimizde Kürt olayı çok farklı cereyan etmiştir. Dış güçler, Kürtleri Türk devletinin başına bela etmek için inanılmaz oyunlar oynamışlardır. Ancak o dönemlerde ve günümüzde dahi bu oyunlara alet olmayıp erdemli davranan Kürt aşiretleri oldukça fazladır. Kürt konusunda bizim politikacıların da ihmalkar davrandığını belirtmek yerinde olacaktır. Yapılan bir çok araştırma sonunda Kürt adı ile tanınan insanların önemli bir kısmının Türk boylarından geldiğinin kanıtlanmış olması aslında sorunu halletmiş oluyor. Yani kimi kimden koparacaklar. Öz, aslına ihanet etmez. Edenlerin soyunu bir araştırın bakın neler çıkacaktır. Abdullah Öcalan’ın Ermeni asıllı olduğunu ilk kez rahmetli Türkeş ortaya çıkarmıştı. Öldürülen PKK militanları arasında çok sayıda sünnetsiz kişilerin olması da bu açıdan önemlidir. Bu kişiler Kürtlere de düşmandır unutulmasın.

Kürt olayının bu hallere gelmesinde hükümetlerin milli politikalarının olmaması, Kürtlerin Türklükleriyle olan ilgilerinin akademik bir tez olarak kabul edilmemesi ve politik kaygılar sebep olmuştur. Bütün bu sebepler zamanla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türkmen cemaatlerinin ve konumuz itibariyle Avşar Türkmenleri’nin Kürtleşmiş olmalarına veya Kürtleşmeye doğru gitmelerine sebep olmaktadır. 

Bu sebeple Bazı bölgelerde Kurmanç adı altında Türk dilinden Bayat, Bayındır, Salur, Beydili, Döğer, Büğdüz, Yıva, Karkın, Küresinli (Kasımoğlu), Milli, Karakeçili, Türkan, Tilki, Atmalı, Kızkapanlı, Çakallı.... gibi Türkmen boylarıyla birlikte Avşar Türkmenleri de uzaklaşmış ve Türklüklerini unutmuşlardır. Kürt denilen bu insanların şahıs adları da Türkçe’dir. Sözgelimi, Milli aşiretine mensup kişiler arasında adı Avşar olanlar vardır. Bugün hala Kürtler arasında Avşar adlı obalara rastlanması önemlidir.





Avşar Türkmenleri 
Adnan Menderes Kaya




________________



Afşar boyu, Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuzların 
24 boyunun Bozoklar kolundandır. 
Germiyanoğlulları, Karamanoğulları Avşar boyundandır. 
Bunun yanında günümüzde Çuvaş Türkleri 
arasında “Yapşar” şeklinde bir kelime vardır ki; 
bu Avşar ile aynıdır.


kitaptan : "Mahmudlu Oymağı

Avşar elinin kollarından biri de Mahmudlu oymağıdır. Önce Araşlı oymağının terkibinde olmuştu. Sonra Araşlı oymağından çıkıp, müstekil oymağa çevrilmişti. Mahmudlu oymağı esasen, Urmiye yöresinde meskunlaşmıştı.

Mahmudlu oymağının tanınmış simalarından biri Mehemmed beydir. Mehemmed bey Feteli Han Araşlı-Avşara hzmet etmişti. Mahmudlu oymağının adlı emirlerinden biri Bahadur beydir. Bahadur bey Nadir şahın hakimiyeti döneminde Mahmutlu oymağının başçısı idi.

Bahadur beyin öldürülmesi hakkında tarihi kitaplarda kaydiyyat var. Nadir şah ordusu ile Urmiyenin Göytepe menzilinden Mahmudlunun Keçebaş çemenliyine gelmişti. Orda bir neçe oturak etmişti. Bahadur beyi yanına çağırttırır. Günahını, suçunu boynuna koyup, öldürtmüştü. Mahmudlu oymağının tanınmış simalarından biri de Löhrasp beydir. Löhrasp bey Nadir şah Avşara hizmet etmişti. Löhrasp beyin Miran bey, Masum bey adlı oğulları vardı.

Miran bey Urmiye şehrinde doğmuştu. Mükemmel medrese tahsili almıştı. Feteli han Araşlı-Avşarın teşrifat işlerine nezaretçi idi. Eşikağasıbaşı vazifesini aparırdı. Miran beyin Uğurlu bey adlı oğlu vardı.

Uğurlu bey Urmiye şehrinde dünyaya penah getirmişti. Mükemmel medrese tahsili almıştı. Savadlı olduğundan dolayı mirza ünvanı daşırdı. İmamkulu han Kasım-Avşarın övladlarına lalalık etmişti."


Bu Mahmudlu ailesi (de diğerleri gibi) Avşar boyundan olmasına rağmen Kürt olarak tanıtılıyor....



Avşarlar
Ənvər Çingizoğlunun və Aydın Avşarın 


Jurnalist-etnoqraf Ənvər Çingizoğlunun və tədqiqatçı Aydın Avşarın bu kitabı Azərbaycan xalqının etnogenezində, siyasətində və mədəniyyətində mühüm rol oynayan Avşar eli və oymaqlarının yaşam yolundan bəhs edir. Onların dünyaya bəxş etdiyi dühalardan, böyük simalardan söhbət açır.







________________




"Saddam rejiminden sonra, Türk soylarına dönen Türkmenler ana dillerini koruyarak, Aşiret, oymaklarının, boylarının Türkmen olduğunu savunmaktadırlar, ayrıca binlerce Türkmenlerde hala birçok nedenlerden dolayı Arap, Kürt olarak kimliklerine dönmemeleri buda çok üzücü bir durum sergilemektedir, günümüzde Araplaşan Türkmen yanında daha fazlasıyla korku, her türlü baskılarla, asimilasyonla Kürtleştirilmektedirler.

Tek umudumuz bir an önce Türkmen kardeşlerimiz kendi anne, baba Türk kimliklerine dönmelidirler."






Av.Sadun Köprülü
Kerkük'e bağlı Altunköprü ilçesinde 1957 yılında doğmuştur. 
Bağdat üniversitesi Kanun Şeriat (Hukuk) fakültesinden mezundur. 
Irak Türkmen cephesi eski temsilcisi araştırmacı yazardır. 
2014 te hayata veda etmiştir.


Öz be Öz Türk aşiretleri olan Kürtler....



________________





Kürdoloji Yalanları - Ahsen Batur / Selenge Yayınları,2011
KİTAP OKUNMAK İÇİNDİR!


“Siyasî Kürtçüler de tarihlerini istedikleri gibi yazarlar, istediklerini ata seçerler ve bunlar beni rahatsız etmez. Ama hayalî iddialara, mesnetsiz çıkışlara dayanarak ’Biz bu bölgenin aslî sakinleriyiz, sizler sonradan gelip vatanımızı işgal ettiniz; Salahaddin Eyyubî’nin ordusu saflarında on bin Kürt savaşçı olmasaydı, siz Anadolu’ya giremezdiniz, dolayısıyla Anadolu kapılarını size bizler açtık; biz de bu ülkenin kurtuluşu için savaştık ve şehitler verdik, bu yüzden biz de bu devletin kurucu unsuruyuz’ demeye başlamışlarsa, artık o iddialar beni ilgilendiriyor demektir.”

"Türkmenlerin Kürtleşmesi olayı çerçevesinde düşündüğümüzde bazı Alevi Avşarların Kürtleşerek, Alevi-Kürt toplumunun bir parçasını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bize düşen bu gibi soydaşlarımıza Türk kökenli olduklarını anlatarak özüne dönmelerini sağlamaktır.."



_____________



1927 yılından 1985 yılına kadarki Genel Nüfus Sayımları’ndaki tespitler ve 2001 yılına kadar yapılan araştırma ve anketlerdeki veriler değerlendirildiğinde Türkiye’deki etnik grupların nüfusları aşağıdaki gibi tespit edilmiştir.


Etnik Kimlik......Nüfus...........Oran(%)
Türk ............64.650.000......89.79
Kürt..............5.000.000........6.94
Zaza............1.000.000.........1.4
Arap...............600.000.........0.83
Çerkes...........250.000.........0.35
Laz...............200.000..........0.28
Diğer............300.000...........0.42
Toplam........ 74.000.000.......100.00


Burada görüldüğü gibi etnik nüfus toplamda %10’dur. Bir ülkenin etnik bir mozaik olarak tanımlanabilmesinin ön şartı nüfusun genel nüfus içindeki oranın en az %35’ini oluşturmasıdır. Bu değerlendirme Uluslararası ölçüt olarak kabul edilmiştir. (Prof.Dr.Martin Lispet)


....8500 KELİMENİN 3080’İ TÜRKÇE, 2230 Farsça (1200’ü Zend lehçesi), 370 Pehlevi Lehçesi, 2000 Arapça, 220 Ermenice, 108 Keldanice, 60 Çerkezçe, 20 Gürcüce ve 300’ü menşei belli olmayandır. Alman De Groot ise 1300 yıl önce kullanılan Göktürk Türkçesine ait 532 kelimenin bugünkü Kürtçede halen kullanıldığını tespit etmiştir. 


Kaynak : Türkiye'nin Etnik Yapısı - Ali Tayyar Önder 

“Bunlar her bilinçli yurttaşın bilmesi ve üzerinde düşünmesi gereken şeyler…Sayın Ali Tayyar Önder’in 5 yıllık araştırması hemen tüm malzemeyi önümüze koyuyor”
Prof.Dr.Ahmet Taner Kışlalı



"HER BİLİNÇLİ...."



AMERİKA’DA 317 MİLYON AMERİKALI YAŞIYOR, BUNUN 50 MİLYONU ALMAN, 40 MİLYONU AFRİKA AMERİKALI VEYA SİYAH , 36 MİLYONU İRLANDALI , 32 MİLYONU MEKSİKALI , 27 MİLYONU İNGİLİZ, 17 MİLYONU İTALYAN, 10 MİLYONU POLONYALI, 10 MİLYONU FRANSIZ’DIR. 20 MİLYONU İSE KENDİSİNE AMERİKALI ATASI OLDUĞUNU İDDİA ETMİŞTİR. BU SAYININ İÇİNDE GERÇEK AMERİKA YERLİLERİ DE VARDIR. 

"The map that shows where America came from: A truly captivating map that shows the ancestry of everyone of the 317 million people who call the melting pot of America home can now be seen on a U.S. Census Bureau map."

Dailymail news , Eylül 2013




BİZİM BURALARDA O KADAR ETNİK YAPI DA OK, OLSA BİLE HEPSİ TÜRK BOYLARI 

BATI HER ZAMAN "ELE VERİR TALKINI, KENDİ YUTAR SALKIMI"


KÖRFEZ SAVAŞINDA TÜRKİYE'YE SIĞINAN 500 BİN PEŞMERGE , ONUR ÖYMEN’İN MECLİS ÖNERGESİNE VERİLEN CEVAPTA 450 BİNİNE VATANDAŞLIK DAĞILTIĞINI BİLDİRİR ŞİMDİ KALKMIŞ BU SONRADAN GÖRMELER BİZDEN TOPRAK İSTİYOR, MEMLEKETTE KAOS YARATIYOR... !?


"Bugün ülkemizde yaşayan Kürtlerin %10-12 si Türk kökenlidir, geri kalanı ise Yahudi , Ermeni, Fars ve Araptır. Bu çalışma Batılılara aittir." Yrd.Doç.Dr.Osman Çataloluk


Peki Suriye’de başlayan savaş ile kaç “göçmen vatandaşımız” oldu?  20 yıl sonrası düşünülürse…..


"Encyclopedia Britannica’nın 1875 ile 1911 yılları arasındaki bütün baskılarında Kürtler, Turanî bir toplulukken 1911 yılından sonraki baskılarında birdenbire Mezopotamyalı bir kavme dönüşmüşlerdir.

Zazaca ve Kurmançca konuşan Alevî aşiretlerin ileri gelenleri de, Zazacayı ya da Kurmançcayı sonradan öğrendiklerini ve ‘Öz Türk’ olduklarını atalarından gelen bir bilgi olarak ifade ediyorlardı. Hala da bu tezi savunmakta, bilhassa ‘Horasan’dan gelen Türkler’ olduklarını iddia etmektedirler." Zazalar ve Türklük - Ali Rıza Özdemir, Kripto yayınları







İŞTE BU TÜRKİYE’NİN ETNİK YAPISINA YAPILAN 
BİR SOYKIRIM’DIR. 
VE DE SAVAŞIN TA KENDİSİDİR.
GERÇEKLER
SB







ilgili:












27 Aralık 2014 Cumartesi

DOĞU İLLERİ VE VARTO TARİHİ - ERMENİ ZULMÜ



"....Ermeniler, artık doğu illerimizi tamamen terkederek Kars'a doğru kaçıyorlardı, çünkü Erzurum ve Bitlis üzerinden harekata geçen askeri kıtalarımız karları yararak ilerliyorlardı. 

Ermeniler Erzurum, Erzincan, Bitlis, Muş, Hınıs ve Pülümer'deki mühimmat depo ve ambarlarına ateşe verip kaçıyorlardı.

Bu illerden hududa kadar uğradıkları köy ve bölgelerdeki Türk halkını katliam (yoketme) etmiş, gebe kadınların karnını deşerek reşimlerini yere dökmüş, memedeki çocukları süngülere takmak, kestikleri insanların derilerinden cep yapmak gibi türlü zulüm ve vahşetler yapmış, bir aralık kadın, çocuk ve erkek kafilelerini damlara doldurup gazladıkları bir camuşu ateşleyip bunları camuşun ayakları altında ezdirmiş, ve üstelik dama ateş verip bunların hepsini kül etmiş, ve henüz memede olan çocukların karınlarını yarıp tuzlatmış ve bazan bir süt emerin kellesini keserek annesinin karnına sokmuş....

İnsanlığa ve akla sığmıyacak eziyetlerle doğu illerinde on binden fazla can yakmışlardı...."




***


"....Ermeniler aynı günde Hınıs'ın Mirseyit köylü Hasan ağa ve kabilesini basmış burada hayli insan öldürmüş. Hasan ağa ve kardeşleri silaha sarılarak kurtulmuşlardı.

Varto'daki Ermeniler Bingöl eteklerinde kalan bir avuç Lolan halkı üzerine akmış, bunlar : Kestemert köyünde Lolanlı Hüseyin ağa ve akrabası tarafından püskürtülmüş ise de Karaköy bucağında bulunan Lolan halkından erkek, kadın, çoluk çocuk, bin kişi evlere doldurularak öldürülmüş ve yakılmıştır...."





***



Doğu İlleri ve Varto Tarihi 
M.Şerif Fırat
İkinci Baskı - 1961
Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusunda yaşayan insanların nasıl kaynaştıklarını, inanç ve törelerin nasıl içselleştirdiklerini anlatmıştır. Eserinin yayımlandığı tarihten hemen sonra da katledilmiştir. Yazarı katledenler, çeşitli yöntemlerle eserini de piyasadan çekmişlerdir. Yazarın katledilmesi ve eserinin piyasadan çekilmesi nedensiz değildir. Bölgede yaşayan insanların aynı kültürel değerlere ve soya bağlı olduklarının ortaya çıkarılması ayrılıkçıları ve bölücüleri rahatsız etmiştir.



""Bu eser Doğu Anadolu'da oturan, Türkçeye benzemeyen bir dil konuştukları için kendilerini Türk'ten ayrı sayan; bilgisizliğimiz  yüzünden bizim de öyle sandığımız vatandaşlarımızın SU KATILMAMIŞ TÜRK OLDUKLARINI  bir defa daha İSPAT ETMEKTEDİR.

HEM DE İNKARINA İMKAN BIRAKMAYAN İLMİ DELİLLER İLE....
DÜNYA ÜZERİNDE KÜRT DİYE ADLANDIRILABİLECEK MÜSTAKİL HÜVEYİTLİ BİR IRK YOKTUR. 
KÜRTLER YALNIZ VATANDAŞIMIZ DEĞİL, SOYDAŞIMIZDIR DA...""

Cemal Gürsel
Devlet Başkanı ve Başbakan
1961






Okuyun, indirin, paylaşın, herkese ulaşsın



















"Kürt taali cemiyeti ve hempaları, eskiden beri Anadolumuzun bölünmez bir parçası ve asıl bir Türk yurdu olan Doğu illerimize artık tam manasıyle Kürdistan ve bu illerdeki çeşitli Türk boylarından kopmuş aşiretlere Kürt diye hitabediyor ve bu maksatlarına kavuşmak için, milli hükümetin dini, şeriati, Kur'an'ı, hak ve hürriyeti kaldıracağını iddia ederek ve hocaların taassuplarını körüklüyor ve bunlar vasıtasiyle masum halkı zehirleyip gidiyorlardı. Halbuki bu yanlış duygular, yukarı bölümlerde açıkladığımız gibi, Padişah Yavuz çağından başlıyarak Sultan Hamit devrinde tam kökleşen kara siyasetin, milli birliğ isarsan, milli duyguları din ve hilafete feda eden kötü bir rejimin sonuçalrıydı. Yavuz, Şiiliği ve Şah İsmail'i durdurmak için doğu illerimizdeki "KURT-BABA" dağlı Türklere Kürt ve doğu illerine Kürdistan adlarını takmış, bunları takviye etmek için Anadolu'dan birçok TÜRK AŞİRETLERİNİ kaldırıp doğu illerine göndermişti. Sultan Hamit saltanat ve istibdadını yürütmek için bu yakın çağ Türk aşiretlerine "Kormanco" adını takarak onlardan 36 derebeylik ve Hamidiye alayını kurmuş, kendilerine : '''Siz benim evlatlarım ve Kürtlerimsiniz''' diye yabancı fikirlere sürüklemişti. Doğu aşiretleri arasında kökleşen bu yanlış duygular, Birinci Cihan Savaşının sonlarına kadar süregelmiş ve milli mücadele devrinde Kürt taali cemiyeti ile hempalarının işlerine yaramış, bunlar bu aslı astarı olmıyan bu adlar üzerinde halkı kandırıp isyana sevk etmişlerdi."......













NE DİYELİM; 
AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYIN

SB
































12 Aralık 2013 Perşembe

KÜRTLERDEN LOZAN HEYETİNE GİDEN MEKTUP

Orhun Abidelerin de
" EY, TÜRK VE KÜRT BEGLERİ...BEN KÜRT BEGİ ALP EREN URUNGU..."
diye başlıyor.


Lozan'a gönderilen tarihi mektup (1923)


Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Millî an'anelerimiz ve özelliklerimizden (yiğitlik, kahramanlık vb.) dolayı Türkler bize 'yiğit ve cesur' manasına gelen Kürt ismini vermişlerdir.

Kürt adıyla anılan ve büyük hizmetleri geçen kahramanların isimlerinin yaşaması amacıyla Deminan, Haydaran, Kureyşan ve Lolan gibi isimler kabile ve aşiretlere verilmiştir. Bu aşiretler, bugün anavatanın Doğu Türkleri'ni oluşturmaktadırlar.

Kürtlerin 1876 tarihinden önceki ve sonraki durumları araştırılacak olursa, İranlı misyonerlerin aşiretler üzerinde yaptıkları çalışmaların sonucunda Kürtler kendi öz lisanları olan Türkçe lehçesini ve öz kültürlerini yavaş yavaş kaybettiler.

Bundan dolayı Erzurum, Van, Bitlis ve Musul taraflarındaki aşiretler Farsçadan başka bir şey olmayan Kırmanç adı verilen Farisi lehçeyi konuşmaya başladılar.

Bu misyoner faaliyetlerinden az etkilenen Harput ve Diyarbakır taraflarındaki aşiretler ise ana dilleri olan Türk lehçesi ile karışık Zaza lehçesini konuşmaya başladılar.

Bu öz Türk oğlu Türkleri Yavuz Sultan Selim Han Kürtlerin Hanı Şeyh İdris-i Bitlisi'ye gönderdiği fermanla kendi ülkesine dahil etti. O günden bu güne kadar Türk akrabalarının şefkat ve himayelerinde huzurlu ve rahat yaşamakta ve Türk lehçesi ile de konuşmaktadırlar.


Genel değerlendirme

Yukarıda yapılan değerlendirmelerden sonra, İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'a sorarız ki; İranlıların dilini konuşmakla, o millete mensup olunduğu kabul edilirse İngilizler de dahil her milletin durumu tartışılır.

Doğu ülkelerini istila eden ve genellikle dünyanın kendi toprakları içerisinde olmasını hayal eden İngilizlerin, diğer milletlerin kabullenemediği 'müstemleke' kelimesinin yerine kulağa hoş gelmeyen ve aynı manayı taşıyan 'manda' kelimesinin de aslında aynı şey olduğunu Kürtler anlamıştır.

Dünyadaki zenginlik kaynaklarına sahip olmak isteyen İngilizlerin onikide onu Türk olan Musul'u ve petrol kaynaklarını biz Türklere çok görmesini hayretle karşılıyoruz.

Lozan Konferansı'nda İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'un Dersim ve Bitlis olaylarından bahsederek tek millet olan Türk ve Kürt arasına ayrılık fikirleri sokma gayretini biz Kürtler anladık.
Biz Kürtler, Avrupa ve İngiliz diplomatlarının parlak vaatlerinin altında kendi menfaatlerinin olduğunu biliyoruz. Ve bundan dolayı kendi direniş kuvvetlerimizi oluşturduk. 1917 yılında İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon gibi bağımsızlık vaatlerinde bulunan Ruslara biz Kürtler: 'Biz Türküz, bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır' dediler.

İşte bugün bütün Kürtler Lozan'daki Avrupa ve bilhassa İngiliz diplomatlarına aynı cevabı veriyoruz. Kürtler bağımsızlıklarını kendilerini yok edecek yabancılara değil kendi ailelerinden olan Türklere ve onları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne emanet etmişlerdir.

Sonuç olarak biz Kürtler, İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'un bizler için fikirler üretmemesini rica eder ve Lozan'daki Temsil Heyeti'ne ve Reisi sevgili hemşehrimiz İsmet Paşa Hazretlerine başarılar dileriz.


24 Kânûn-ı Sânî 339 (24 Ocak 1923)
Umûm Kürt Amele ve Esnâf Cem'iyyeti Re'isi Salih Kahyâ nâmına Erzurumlu İsa-zâde Ahmet
İstanbul'da Umûm Kürtler nâmına Lolan Aşîreti Re'isi ve sâbık Kürt Gençler Cem'iyeti Re'isi (Düzer)-zâde Dersimli Mehmet Sabri
 
Kaynak:24 Kanun-i Sani (1339-24 ocak 1923), Devlet Arşivleri Genel
Müd.,Başbakanlık Osmanlı Arşivi,HR.İM, 60/3



________


BİRİNCİ KÖRFEZ SAVAŞI’NDAKİ MÜLTECİLERİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ:

Irak’tan ülkemize üç ayrı dönemde sığınma olayı yaşanmıştır. Bu sığınma olaylarının birincisi, 28 Ağustos 1988’de İran-Irak savaşı sonrasında Saddam’ın askerlerinden kaçan Kuzey Iraklılar, canlarını kurtarmak için Türkiye’ye sığınmışlardır.

İkinci sığınma olayı, 2 Ağustos 1990 tarihinde Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle bir bölümü asker olan Iraklıların Türkiye’ye kaçmasıyla gerçekleşmiştir. 

Üçüncü sığınma olayı ise Saddam’ın 17 Ocak 1991’de başlayıp 27Şubat 1991’de sona eren Körfez Savaşı sonrasında 1 milyon dolayındaki Iraklının İran’a, 460 bin Iraklının da Türkiye’ye kaçmasıyla gerçekleşmiştir. 

Bu sığınma olaylarından en önemlisi kitlesel sığınma olayı olan Birinci körfez savaşı sonrasında yaşanan sığınma olayıdır. 

Irak 27Şubat 1991’de BM Güvenlik Konseyi’nin almış
olduğu 12 kararı da kabul etti ve savaş sona erdi. 

Savaşın sona ermesiyle birlikte Irak’ta Güneyde Şii Mezhebine bağlı olanlar ile Kuzeydoğuda bulunan Kürtler, dış ülkelerinde desteklemesiyle Saddam rejimini devirmek maksadıyla iki koldan başkaldırdılar. Bu arada Irak Güçleri toparlanarak hava ve kara kuvvetleriyle önce güneydeki Şii ayaklanmasını sonrada kuzeydoğudaki Kürt ayaklanmasını bastırdı. Irak Güçlerinin yaptığı harekât neticesinde Şiiler ve Kürtler bozguna uğrayarak İran ve Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladılar. Can güvenliği kaygısıyla yaklaşık 500.000 Irak vatandaşı yerlerini terk ederek, kitlesel olarak kaçmış, 2 Nisan 1991 tarihinden itibaren Türkiye’nin sınırlarına ulaşmaya başlamıştır. 

Bölgeye Hakkâri ve Şırnak illeri sınırlarından giriş yapmaya başlamışlardır. Kaçanlar arasında savaş sırasında arada kalan Türkmenler, Hıristiyan kökenli (Keldani ve Nasturi) kimseler ile az miktarda Saddam rejimi muhalif Araplar bulunmakla beraber çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır.

Henüz ağır kış şartlarının hüküm sürdüğü Nisan ayının başlarında Türk sınırına yaklaşan sığınmacıların durumu çok kötüdür. Türkiye aynı tarihte 1988 sığınma olayında Türkiye’ye gelip hala burada barındırılan sığınmacılarla, 1989’da Bulgaristan’dan göçe zorlanmış
320.000 Türk’ün yarattığı sorunların ağırlığını taşıyacak kadar güçlü olmadığı için sığınmacıları kabulde ihtiyatlı hareket etti.

5 Nisan 1991 tarihli Cumhuriyet Gazetesi başsayfasında “Cumhurbaşkanı BM’den Saddam’a dur denilmesini ve sınırdakilere yardım yapılmasını istedi.” Başlıklı haberinde, Türkiye’nin şu an için sınırını açamayacağını, bu konuda Batı ülkelerinin tavrının beklendiğini, 1988’de göç sırasında Türkiye’ye kabul edilen sığınmacılara Batı’nın sahip çıkmadığını belirtti.

Türkiye insani duygularla bu zavallı kişilere sınır ötesinde gıda ve ilaç yardımı yaparak B.M. Güvenlik Konseyini toplantıya çağırmış ve soruna çözüm bulunmasını istemiştir. Benzer istekler Fransa ve İran tarafından da yapılmıştır.

BM. Güvenlik Konseyi 5 Nisan 1991 tarihinde 688 nolu kararı alarak tüm üye devletleri ve tüm insancıl kuruluşları yardım çabalarına katkıda bulunmaya davet etmiştir. Bu karar uyarınca yabancı ülke ve kuruluşlardan gelecek yardım zamana bağlıdır. Fakat yaklaşık 500.000 sığınmacı soğuk ve yağmura rağmen güney sınırımız boyunca dolmuştur. Açlık, yorgunluk ve hastalıklar ölümlere yol açmaktadır. Bu ortamda sınır hukuken olmasa bile fiilen açılmış durumdaydı. 

Yüz binlerce insan Hakkari ve Şırnakillerinin yerleşim yerlerine yaklaşmışlar ve oralarda gelişi güzel konaklamaya başlamışlardır.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal 7 Nisan’da, Kürtlerin BM koruması altında Irak’taki topraklarına geri götürülmesinden söz ederek 688 sayılı karara somutluk kazandırdı. Bu konuşmayı takip eden gelişme İngiltere Başbakanı John Major’un, Lüksemburg’daki Avrupa Topluluğu zirvesinde, Irak’ın kuzeyinde bir Kürt bölgesi kurulmasını dile getirmesi olmuştu. 

Ancak “Kürt Bölgesi” deyiminde bir Kürt devletinin çekirdeğini oluşturma ihtimalinin yaratacağı kaygı göz önüne alınarak deyim değiştirildi. Daha yumuşak ve belirsiz anlam taşıyan“güvenlik bölgesi”,“geçici tampon bölge” ifadeleri kullanıldı.

Major’un ortaya koydugu bu formül iki aşamadan oluşmaktadır.
İlk aşamada Türk sınırına yığılan sığınmacılar için küçük bir bölge kurulacak, ikinci aşamada ise bu bölge genişletilecektir . 

ABD’nin 7 Nisan tarihinde yaptığı havadan malzeme yardımı ile "Huzur Operasyonu" başladı. Ancak kalıcı çözüm için Mültecilerin kendi topraklarına döndürülmesi gerekmektedir. Bu ise, Kuzey Irak’tan Irak ordusunun ve emniyet güçlerinin çekilmesi ile mümkün olacaktı.

Bu soruna çözüm önerisi Türkiye’den geldi. Öneri, Irak toprakları içerisinde bir güvenlik bölgesinin oluşturulması ve sığınmacıların uluslararası teminat altında tutulacak bir bölgede barınması yönündeydi. Bu önerinin benimsenmesi sonrasında Irak’ın
kuzeyinden geçen 36ncı paralel ve Türk sınırı arasında kalan bölge tampon bölge (güvenlik bölgesi) olarak oluşturuldu. 

Bu gelişmeler sonrasında Mayıs ayının ortalarından itibaren Türk sınırı içerisinde ve dışında kalan mülteciler gerek Türkiye gerekse diğer devletlerin sağladığı imkânlarla güvenlik bölgesine taşındılar. 
Ancak Agustos 1991 yılı itibarı ile arta kalan yaklaşık 5000 mülteci Türk topraklarında kaldı.

Gelen sığınmacı sayısının fazlalığı ve daha önce yaşananlardan edinen tecrübeler ışığında, Türk hükümeti hızla daha önce çıkarılmış olan bazı kararları uygulamaya almış ve gelen Irak vatandaşlarını “sivil” ve “asker” olarak gruplara ayırmıştır. Asker olan Irak vatandaşlarını 4104 sayılı yasa gereği Milli Savunma Bakanlığı denetim ve gözetimi altında özel kamplara alındı.

Bu sığınmacılara ait ilk toplanma yerleri Sırnak iline bağlı Işıkveren, Kayadibi, Yıldız, Yekmal, Andaç, Ortaköy kamp merkezleri ile Hakkâri iline bağlı Üzümlü, Asmaköprü, Narlı, Isıklı, Karasu, 49 numaralı Sınır Taşı, Yeşilova ve Pirinçeken gibi merkezler olmuştur. 

3 Mayıs 1991 yılına kadar burada kalmalarına müteakip Batılı ülkeler ve uluslararası araçlarla geldikleri yerlere geri dönmeye başlamışlardır. Mayıs ayı sonunda sığınmacı sayısı 14.000’in altına inmiştir. 29 Ekim 1991 tarihi itibariyle kalan sığınmacı sayısı 4.199’a inmiş ilk iki sığınma olayından kalanlarla birlikte toplam sıgınmacı miktarı 25.675 kişidir.

Diğer taraftan Türk hükümeti, mülteci düzeyinde ki olaylara ilişkin olarak, bakanlık düzeyinde yönetim ve koordinasyonu zorunlu görmüş, 3 Nisan 1991 tarihinde Devlet Bakanı M. Vehbi Dinçerler’i koordinatör bakan olarak görevlendirdi. Bakan aynı gün Diyarbakır’a gitmiş ve Olaganüstü Hal Valiliğinde çalışmalarına başlamıştır. Bu gelişmelere ilave olarak 14 Nisan 1991 tarihinde Koordinatör Bakanlığı başkanlığında bir “yönetim merkezi” oluşturdu.

Başbakanlığa doğrudan bağlı olan bu kuruluşta, Başbakanlık, Genel Kurmay Baskanlığı, Devlet Bakanlığı, M.S.B, İçişleri, Dışişleri, Bayındırlık ve İskan, Sağlık,Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlıkları, M.G.K Genel Sekreterliği, MİT Müsteşarlığı, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlügü, Kızılay temsilcileri haftalık koordinasyon toplantılarına katıldılar. 

Ayrıca “insani yardım” faaliyetine katılan yabancı devlet büyükelçileri veya temsilcileri ile uluslararası kuruluşların temsilcileri ve yabancı gönüllü kurulusların temsilcileri, her toplantının ilk otuz dakikalık bölümüne katıldılar.

Bu merkezin kurulmasında ki maksat Irak’tan gelip geçici barınma merkezlerinde bulunan Iraklıların barınma, yiyecek, sağlık ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak ve bu konuda alınması gereken tedbirleri koordine etmek, uygulamaları takip etmekti. 

Yönetim merkezi ilk toplantısını Koordinatör Devlet Bakanı’nın başkanlığında 22 Nisan 1991 tarihinde yaptı. Merkezin temel görevi ise Bakanlıklar ile kurum ve kuruluşlar arasında kikoordinasyonu hızlandırmak, hükümet görüşünü ve kararını gerektiren konuları üstmakama ileterek çözüme çabuk bir şekilde ulasmak, diğer illerde kurulmuş bulunan İl Koordinasyon ve Destekleme merkezlerini yönlendirmektir. Yönetim merkezi ilk toplantısından sonra her hafta Çarsamba günleri olmak üzere altı toplantı yapmış ve sığınmacıların topraklarımızı terk etmesi üzerine 10 Temmuz 1991 tarihinde Devlet
Bakanlığının koordinatörlük görevine ve Yönetim Merkezinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye’nin hem 28 Agustos 1988 tarihinde, hem de 2 Agustos 1991 Körfez Krizi esnasında ve sonrasında Kuzey Iraklı sığınmacılar nedeniyle katlanmak zorunda olduğu mali külfetin değeri, toplam 1.548.978.235.260 TL’dir.

Kalkınmakta olan bir ülke olarak yatırım sermayesine büyük ihtiyaç duyan Türkiye, dünya çapında uluslararası bir olay olan Iraklı sığınmacılara, her ülkeden çok daha fazla yardımda bulunmuştur. 

Ülkelerin hızlı bir ekonomik yarış ve kalkınma çabası içinde bulunduğu dünyamızda Türkiye Iraklı sığınmacılara, kendi kalkınmasında kullanacağı milyonlarca doları gözünü kırpmadan vermiş ve sığınmacılara yardım elini uzatmıştır. Yapılan bu yardımların Türkiye açısından önemini küçük bir kıyaslama ile
ortaya koymak mümkündür.

Türkiye’nin 1990 yılı Genel Bütçesinden Milli Egitim Bakanlığına ayrılan ödenek 8.506.541.000.000 TL’dir. 

Dolayısıyla Iraklı sığınmacılara yapılan yardım, Türkiye’nin 1990 yılı içinde Eğitime ayırdığı paranın % 18’ini oluşturmaktadır.


I. ve II. KÖRFEZ SAVAŞIN'NIN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ
ALPTAN ULUTAS,2006





Gelen sığınmacılar, kalan sığınmacılar, pkklı olanların beyin yıkamaya başlaması, terör olaylarının artması, paranın başka kanallara akıtılması ve eğitimin köreltilmesi .....

Sonra da Türkiye'yi suçlamak....PES !!!

SB

....