Translate

Doğu Anadolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğu Anadolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Temmuz 2015 Cuma

Bu Vatan Hep Bizimdi...Anlayana!..







Hititlerin Başkenti Hattuşa, aslında Hattiler tarafından kurulmuştur.





Bu topraklar 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak anıldı. Bu ad o kadar yerleşmişti ki Anadolu'yu istila eden Hititler (Nesili) bile yeni yurtlarından söz ederken Hatti Ülkesi deyimini kullanmışlar ve dil, din, kültür ve sanat konularında Anadolu'nun yerlisi olan Hattilerden büyük ölçüde etkilenmişlerdir. 


"Kuššara kralı olarak da kendini sunan Hattušili'nin adında Hatti kelimesi vardır."


Mesela, Hititlerin tanrısı Tarkandemos ya da Fırtına Tanrısı Tarhunzas...


"..Dünyanın bütün Türkologları TÜRK sözcüğünün TARRAKON sözünün birinci hecesi olan TAR sözünden ortaya çıktığına asla şüphe etmiyorlar. Mesela büyük Türkolog N.Y.Marr "Türk teriminin TAR-HAN sözünden" ortaya çıktığını yazıyor. Bu hiç de tesadüf değil, çünkü bu söz boylar arasındaki boy üstünlüğünü bildirir ve hatta o boyu kutsallaştırır ve Tanrı ile eş değer tutardı. Etrüsklerin ulu atalarının TARKAN adını taşımasını da unutmamalıyız. Unutmayalım ki Heredot İskitlerin (Sakların) ulu atalarını TARGİTAY olarak adlandırır." - Prof.Dr.Bahtiyar Tuncay


"...Küçük Asya'daki Troya'dan (Turuva-Turoba) Avrupa'ya oradan İskandinavya'ya giden boyların TOR (Thor) / TÜR adlı tanrıları vardı. Bu yüzden İskandinav Sakalarında Türkel, Turid, Torleyk, Toralv (Tor Alp), Torlauq, Torqaut, Torlak, Torarin, Torberg, Trqeyr gibi antroponimlerin kökünde AS boyların TOR/TÜR şeklinde kullanılan teonimi vardır." - Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu






"Türklerin Anayurdu buraları, Atayurdu ise Altaylardır, dilimizde buralarda oluşmuştur. Mesela Tarkan adını sıkça görürüz. Ön Asya'da yaranmış prototürk dili MÖ. 4binyılın ortalarında batı ve doğu kollara ayrılmış, doğuya giden prototürk urugları Orta Asya'dan İtil yakalarına ve Altay'a kadar ayrı-ayrı bölgelerde ikinci Atayurdlar salmışlar." - Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu






Hitit Kralı II.Murşili (MÖ.1320-1345) mührün ortasında, 
"Hatti ülkesinin kralı, Tanrı tarafından kutsanmış büyük Kral I.Şuppiluliuma'nın oğlu, Hatti ülkesinin kralı, kahraman."
Ugarit (Ras Shamra)- Suriye - Şam Ulusal Müze





Hitit Devleti’nin son dönemlerinde doğu sınırları yakınlarındaki bir Kaška kenti olan Pahhuwa’da, Mita isimli bir isyancının ortaya çıktığı görülmektedir. 

Bu kişi, Anadolu’yu istila etmeye çalışan Asurluların kaynaklarında Muškili Mita olarak geçmektedir. Muški isminde geçen šk etimolojik bağlantısı akla Kaška’yı getirmektedir. 

Bu neticede Kaškaların Hitit Devleti’nin son bulmasıyla birlikte Muški yerleşim alanları olan Orta Anadolu’ya kadar yayıldıkları düşünülebilir. Ayrıca Mita ismi Hitit Devleti’nin çökmesinin ardından birkaç yüzyıl sonra bölgede merkezi bir devlet kurmayı başarmış Friglerin mitolojik kralı Midas’ı da akla gelmektedir.

"Muşkilər İskit kavmi idi....EXCALİBUR sözü Anadolu'da yaşamış XALUB (diğer adları GARGAR, TİBAREN, ALAZAN) İskit boylarıyla alakalıdır. Bu Xalub'lar Samsun etrafında oturur, bakır üretir ve silah yapırdılar. Hitit yazılarında geçen KASKA'lardır." - Elşad ALİLİ 

Kimmerlerin de MÖ. 700/680 yıllarında İç Anadolu’ya girerek Kral Midas’ın Frig krallığını yıktıkları bilinmektedir. 





MÖ.1335 – 1315 : " Şuppiluliuma'nın ölümüyle Anadolu ve Suriye'de Hitit otoritesi sarsıldı ve komşu vasal krallıklar isyan ettiler. II. Murşili Arzava'ya karşı sefere çıktı ve Arzava'yı yendi. Ahhiyava'ya sığınan Arzava kralı Hititlere teslim edildi. II. Murşili, Halep ve Kargamış kentleriyle, Mitanni ve Amurru tampon devletlerindeki statükoyu koruyarak, Suriye'deki Hitit egemenliğini sürdürdü.

Kaşkalar bu dönemde kabile düzeninden sıyrılıp merkezi yönetime yöneliyorlardı. II. Murşili Kaşkaları yendi ve Kaşka kralı Pihhuniya'yı tutsak etti. II. Murşili krallığı boyunca Kaşkalara karşı yapılan 10 sefer kaydedilmiştir. Bu seferler başarılı olmasına karşın, düşmanın göçebe niteliğinden ötürü hiçbirinde kesin sonuç alınamamıştır.

II. Murşili kendi dönemini geriye bakışlarla anlatan bir tarihçeyi tabletlere yazdırdı." - link









"MÖ.13. yüzyılda  “Mısır kıyılarını tehdit eden Deniz Kavimleri‟nden olan TUR'shalar" - Doç.Dr.Hatice Palaz Erdemir, Celal Bayar Üniv.Tarih Bölümü Öğretim Üyesi


 "TURsha ismi Mısır yazıtlarında Trsˇ.w şeklinde geçmektedir ki, bu sözcük Toorshah olarak telaffuz edilmektedir. " - Massimo Pallottino, a.g.e., p. 55. (*)

"Etrüskler, Grekler tarafından TYRrhenoi, TYRsenoi; Romalılar tarafından Tusci, Etrusci isimleriyle anılırlar iken, kendilerine ise, liderlerinden birinin adına bağıntılı Rasna, RASENNA isimlerini vermişlerdir. " - Halicarnassus Dionysius I.30; Otto-Wilhelm Von Vacano, The Etruscans in the Ancient World, New York 1960, p. 1. (*)

"Herodotus, Historia isimli eserinde, Lydia kralı Atys’ın oğlu TYRrhenus önderliğindeki bir topluluğun, beliren kıtlık nedeniyle, deniz yoluyla İtalya’ya göç ettiğini ve onun adına izafeten de TYRrhenler ismini aldıklarını yazmaktadır. " - Herodotus I.94.(*)

"İsmini tanrı MANES’in oğlu ATYS’dan alan Atyad sülalesi, Hitit kralı IV. Tuthaliya (MÖ 1250- 1220) ile çağdaştır."  - Veli Sevin, “Lydialılar”, Anadolu Uygarlıkları-Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi II, İstanbul 1982, s. 278. (*)


"Troia sözcüğü ise, Anadolu dilleri, ya da Grekçe ile izah edilemez. Halbuki, Etrüskçe’deki truia, labirent anlamına gelmektedir ki, Troia’nın tarihi kimliğine yaraşan bir mana taşımaktadır." -  Wilhelm Brandenstein, “Etrüsk Meselesinin Şimdiki Durumu”, II. Türk Tarih Kongresi, IX/2, İstanbul 1943, s. 214. 

"Mısır’daki Memphis Nekropolü’nün yabancılara tahsis edilmiş bir kısmına Rasetau ismi verilmesi de, RASENNA ile TURsha isimleri arasında bağlantı kurulması açısından dikkate değerdir."  -Elif Tül Tulunay, a.g. söyleşi, s. 15. (*)

Bu bağlamda, Herodotus’un aktarımındaki göç eden topluluğun, 

"MÖ 8. yy.da İtalya’da tesis edilen hakimiyet ve kültürün yaratıcısı Etrüskler’in ataları olan Turshalar’ın küçük bir grubu olması imkan dahilinde olup, bu olayı MÖ 13. yy.ın sonlarına yerleştirmek icap etmektedir." - G. A. Wainwright, a.g.m., p. 203; Mario Torelli, “History: Land and People”, Etruscan-Life and Alterlife (ed. Larissa Bonfante), Detroit, Michigan 1986, p. 49.(*)

(*) Dr.Murat Orhun, Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Anabilim Dalı, Eski Çağ Tarihi Bilim Dalı Akademik Bakış Cilt 3, Sayı 5,Kış 2009, aittir





"Bugün Türk yurdu gibi sunulan yerlerdeyse yerleşim çok sonralar- 5000 yıl önce başlamıştır. 

Avrupa bilimadamlarının sözkonusu teorisinde Türklerin yerleşim yeri olarak Sayan-Altay’ın gösterilmesi kasıtlıdır ve eski Azerbaycan ve Anadolu topraklarına Türklerin sonradan gelme olduğunu kanıtlamak amacını taşımaktadır. 

Bu tarihi doğru bilmemekten doğan bir konu. 

Altay Türk’ün beşiği değil. Türk’ün beşiği Anadolu’nun güneyi, Azerbaycan ve özellikle, Mezopotomya topraklarıdır. "



Prof.Qəzənfər Kazımov'un prof.Ahmet Bican Ercilasun'a açık məktubu. (aktaran Prof.Minexanım Nuriyeva-Tekleli / Türkolog, Azerbaycan) detaylı:








Somuncuoğlu, Hakkari’nin Gevaruk yaylasına da çıkıp kaya resimlerini fotoğraflamış, görüntülemiş, oradaki damgalarla Kazakistan’daki damgaların birliğini ortaya çıkarmıştı. Dr. Mustafa Aksoy ise halı ve kilimlerden hayatın her alanındaki sanat serlerine kadar bugün de yaşayan o damgaları fotoğrafladı ve bilimsel olarak yorumladı. Farklı bir yoldan giderek, sadece Türklerin şifrelerini değil, Kürtlerin şifrelerini de çözmüş oldu.

Dr. Mustafa Aksoy şöyle diyor:

“Bilindiği gibi Kürt tarihi konusunda çalışan Kürtçü araştırmacılar, dilden hareketle Kürtleri Farsların bir boyu gibi kabul eder. Bu iddia doğruysa, söz konusu araştırmacılar şu soruları cevaplamalıdır:

-Kürtler, halı ve kilimlerde neden Farsların kullandığı damgaları ve düğümü değil de hep Türklerin damgaları ve düğümlerini kullanmışlardır?

-Kürtlerde koç başlı mezar taşları ve balballar varken, Farslarda neden yoktur?

Damgaların dili, düğümlerin sırrı çözüldükçe, çift düğümün (Türk düğümünün) ayrılmaz bir kardeşliği ifade ettiği daha iyi anlaşılacaktır.

Tunceli ile Hakkâri’deki halı ve kilimlerde kullanılan damgaların Sibirya’ya kadar olan Türk kültür coğrafyasında birebir kullanılmış ve kullanılıyor olması, kültür araştırmaları açısından son derece önemlidir.”



Arslan Bulut
yeniçağ,15.08.2014 - detaylı







Anadolu'nun Tapusu




linkler










// Bu vatan bizim.....anlayana!...
_______________________________







"Tarihini bilmeyen toplum, hafızasını kaybetmiş insan gibidir." 
Bernard Lewis

















15 Şubat 2015 Pazar

Anadolu’da Koç Heykelli Mezar Taşları









Koç - Koyun Heykelli Mezar Taşları 

Koç koyun-heykelleri ile balbalların kadim Türklere ait bir gelenek olduğunu Altaylar'daki koç-koyun ve balbal heykelleri konusundaki çalışmalarıyla tanınan Borisenko ve Khudhakov, tarafından "Sibirya Sempozyumu'"nda "Sibirya'da Eski Eserler" adlı bildiride şöyle ifade edilmiştir.:

"İnsan ve hayvanların (koç, koyun, aslan, at) taştan yontulmuş heykelleri eski Türklerin ana eserlerindendir. Bunun gibi anıtlar ilk defa 1722'de D.G.Messerschmidt ve F.I.Strahlenberg tarafından Minusinsk bölgesinde bulunmuştur. Ayrıca Strahlenberg bunların Minusinsk Tatarların kültü olduğunu ifade eder. Çin kaynakları da koç, koyun, at ve insan heykellerini MÖ.1000 ila MS.1000 yılları arasında tarihlendirerek bu eserlerin eski Türklere ait olduğunu belirtirler."


Dr. Mustafa Aksoy








Anadolu’da Koç Heykelli Mezar Taşlarının Tarihi

Koç heykelli mezar taşları, Anadolu’da ilk defa 7. yüzyılda görülmeye başlanmıştır. 7. yüzyılda Ermeni tarihçi Moisey Kagankatvasî ** (** ek bilgi Tarihçi (Azerbaycan) Elesger Siyabov Bey'den geldi. "Moisey Kagankatvatsi ermeni deyildi, Azerbaycanin guzey kisminin böyük bir erazisini ehate eden bir cografiyada uzun yillar var olmus ve kökenin esasen hristiyan türklerin olusturdugu Alban ve ya Agvan devletinin tarihini yazmis orta cag tarihcisi idi, sadece onun yazdigi Alban tarihi eseri orijinali kayb olmus bizim günümüze o eserin ermeni diline tercüme olunmus varianti gelib catmisdir." ) tarafından yazılan “Ağvan Tarihi” adlı kaynakta Doğu Anadolu ve Azerbaycan arazisinde yurt tutmuş topluluklar şu şekilde anlatılmaktadır:

“Bu topluluklar uzun saçlı, mahir ok atan kimseler olup, taştan koç, at vb. heykeller yontmakta usta idiler. En büyük ilahlarına Han Tanrı derler” Görüldüğü üzere yukarıda sayılan bütün hususiyetler, Türklere âit olan özelliklerdir. Söz konusu kaynakta sözü edilen Türk boyu, tarafımızdan yapılan araştırmada Sabir Türkleri olarak tahmin edilmiştir. Bu topluluğu Hazar Türklerinden görenler de vardır. Bu mezar taşlarının 7. yüzyılda yani daha İslâmiyet’in bölgede yayılmadığı dönemlerden itibaren üretilmeye başladığı düşünülürse bunların bir kısmının üzerinde Hıristiyanlığı sembolize edilen işaretlerin bulunması son derece doğal karşılanmalıdır.

Sabir Türklerinden sonra bölgede yerleşen ve koç heykelli mezar taşı yontan bir diğer Türk boyu Arap tarihçilerinin Kıpçak dediği Kuman Türkleri olmuştur. Kıpçaklar Anadolu’ya 3 göçle yerleşmişlerdir. Birincisinde 10. yüzyılda Bizans devleti tarafından Arap akınlarına karşı sınır boylarına yerleştirildiler. İkincisi 1118-1195 yılları arasında oldu. Ortodoks mezhebini benimseyen Kuman Türkleri, önce Gürcistan’da yoğunlaştılar, ardından Kür ve Çoruh boylarına ve Çıldır gölü çevresine yerleştiler. Buradan da daha güneye Doğu Anadolu’nun kuzeyi ile Karadeniz’in güneydoğu kıyılarına indikleri anlaşılmaktadır. Çünkü bölgede hâlâ koç heykelli mezar taşlarına “Kıpçak mezarı” ya da “Kuman mezarı” denilmektedir. Üçüncü Kıpçak göçü ise 1239-1240 yılları arasında Trabzon’a oldu. Trabzon krallarının en seçkin birliklerini savaşçı Kıpçak Türkleri teşkil ediyordu.

Kıpçaklardan sonra Oğuz Türkleri, Anadolu’ya adeta akın etmeye başladılar. Bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da hâkimiyet kuran Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen devletlerinin etkisi büyük oldu. Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Akkoyunlu Devleti’nin mührü açık şekilde görülmektedir. Bölgedeki birçok tarihî eser Akkoyunlu döneminden kalmadır. Bölgede bulunan koç heykelli mezar taşlarının Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen devletlerinden kaldığına dair genel bir kanı da bulunmaktadır.

Yapılan araştırmalarda Anadolu’muzun birçok yerinde koç heykelli mezar taşlarına rastlanmıştır. Şimdiye kadar yapılan araştırmalar sonucunda Tunceli, Erzincan, Erzurum, Sivas, Bingöl, Diyarbakır, Malatya, Muş, Erciş (Van), Bitlis, Ağrı, Kars, Iğdır, Reşadiye (Tokat), Akşehir (Konya), Afyonkarahisar, Artvin, Rize, Yüksekova (Hakkâri) ve Bayburt illerinde koç heykelli mezar taşları tespit edilmiştir. Ancak koç heykelli mezar taşları, genel olarak Iğdır-Erzincan ile Van-Rize arasında yoğunlaşmakta, en çok bulunduğu yer ise Tunceli olarak karşımıza çıkmaktadır…..

Toplumların geçiş dönemleri doğum, evlilik ve ölüm olmak üzere 3 başlık altında incelenmektedir. Bütün toplumların kültürel yaşamında geçiş dönemleri, renkli törenlere sahne olmakta, her toplulukta değişik maddî kültür unsurları üretilmektedir.

Zazaca konuşan Alevîlerde de, bu geçiş dönemleri ile ilgili birçok tören ve maddî kültür unsurları bulunmaktadır. Bu yazıda başta Tunceli olmak üzere Erzincan, Erzurum, Muş ve Bingöl illerinde yaşayan ve Zazaca konuşan Alevî topluluklarında görülen koç, koyun, dağ keçisi ve at heykelli mezar taşları incelenmiştir.




Ali Rıza ÖZDEMİR
Zazaca Konuşan Alevîlerde Koç Heykelli Mezar Taşları makalesinden 










Tepenin çevresinde dolaşarak Köşker köyü önünden, Varto düzüne akan bu taşkın dereye "Köşker nehri, Köşker deresi "derler. Bu nehrin Köşker baba tepesiyle Köşker köyü arasında bulunan deresi kenarında , yalçın kayalıklarda ve nehir ağzında yapılmış pek eski mağaralar vardır. Bu mağaraların pek eski devirlere ait olduğu tahmin edilmektedir. Köşker köyünün vaktiyle eski bir medeniyet kurağı olduğu ve sonradan bu köyün Köşker baba tarafından tekrar şenlendirildiği ve adını bu köye taktığı, ölürken sevdiği Köşker tepesine kaldırıldığı sanılmaktadır.

İslamiyetten sonra Köşker ve civarındaki köylere yerleşen halkın Ak veyahut Karakoyunlulara mensup oymaklar olduğunu , Köşker babanın bunlara hükümdarlık ettiğini , bu köylerin bugünkü durumundan anlıyoruz. Çünkü bu dağ eteğinde olan Köşkar , Keçan - Kaçan, Kişmir, Kestemert, Tapak, Karaş, Sıkran köylerinin eski mezarlarında büyük bir sanatla yapılmış koç heykelleri vardır.

Gerek tarih ve gerekse Varto toprağı üzerinde yaptığımız incelemelerde : Köşkar baba ve Varto için ortaya atılan rivayetlerin doğru olduğunu ve bu bölgenin tarihin çeşitli devirlerinde boğazına kadar Türk aşiret ve boylarıyla dolduğunu katiyetle söyleyebiliriz.

Evvela halkın son çağlara kadar Köşkar baba'ya fazla saygı göstermesi , onu yedi kere ziyarete gidenlerin Hacca gitmiş gibi sayılması ve ziyaret törelerinde yapılan şenliklerin hepsi ; eski Türklerin örf ve adetleridir. Köşker baba ve çevresindeki yerler halis Türk adını taşıyor. Türkler pek eskiden atalarına tapmış ve hükümdarlarına büyük bir saygı göstermişlerdir. 

Bingöl dağlarının eteklerinde kurulan bütün köylerin mezarlarında eskiden yapılmış koç heykelleri vardır. Bu heykellerin Varto, Hınıs, Karlıova ve Şuşar bölgelerinde yerleşen Ak ve Karakoyunlu oymaklarına ait olduğu sanılmaktadır. Varto ilçesinde bu heykeller, en fazla Aleviliği kabul eden halkın köylerinde ve Bingöllerin yamacında olan Kuzik, Caneseran, Şaman, Siğiran, Rakasan, Köşkar, Keçan, Gülükler köylerinde gözlere çarpar. Bu koç heykellerinin göğüs ve yanlarında at, kılıç, kargı resimleri , kabartma şeklinde yapılmıştır.

Üstükran bucağında muallim vekili iken ilçeye yazdığım, 1.1.1934 gün 5 sayılı raporla bu heykeller hakkında bilgi vermiştim. Ertesi yıl bucağa gelen bir kamyonla Hormek oymağının atalarına ait olan bu heykellerden yedi tanesi Diyarbakır müzesine götürüldü. At, kılıç, kargı kabartmalı olan bu heykellerden birisi Hormekli Hasan Han oğlu Mehmed'in idi.

Bugün altıay tamamen metrelerce kar altında bembeyaz görünen ve dokuz ay misafir kabul etmiyen, Bingöl dağlarının 3654 rakımlı uçlarındaki kalenin civarında ve bu dağların 2000-3000 rakımları arasından geçen pek eski caddenin kenarlarında, uzun çayır ve Şevti mıntıkalarında Kırk-pınarlar bölgesinde ve Eski Han civarında, binlerce Türk mezarı gözlere çarpmaktadır.

Eski Han adını taşıyan yerde pek büyük ve yıkık bir şehir harabesi mevcuttur. Her yanı enkaz altında kalan bu eski şehir harabesinin yukarı kısmında binlerce mezar ve harabenin içinde, geniş çevirmlere, su yolları, oyulmuş taşlar, aşınmış yazılı kemerler vardır.

Bu harabenin yarım saat uzağında bir sıra Bizans mezarları vardır. Bu şehir harabesinin bugünkü durumuna bakıldıkça: Türk ataların eski devirlerde bu şehri yaptıklarını ve burada yüzyıllarca barınarak Türk sanat ve medeniyetini buraya işlediklerini ve ancak bu şehrin Bizans veyahu ermenilerle yapılan savaşların birisinde yıkıldığını ve bu Türklerin şehir haricinde düşman ordusunu karşılayarak, burada savaştıklarını tahmin ediyoruz. Çünkü ecnebilere ait olduğu anlaşılan mezarların şehirden uzak ve savaş yerinde, Türklere ait olan mezarlar da şehrin arkasındadır. O çağda Türkler İslamiyeti kabul etmiş olmalıdırlar ki, mezarlar İslam adeti ile kaldırılmıştır.

...Son zamana kadar Varto ve Hınıs İlçelerinin bütün köyleri , Köşker babayı bir mabet ve şehit olarak tanımışlardı. Bu halk yaz aylarında atalardan süregelen örf ve adetlere göre güzel giyinerek , kuşanarak , gelin alayları halinde bu makberi ziyarete gelir,delikanlı , kız, gelin , erkek kafileler dere geçidinde atları bırakır , yaya olarak Köşker baba tepesine çıkar, bu makberi ziyaret ederek beraber getirdikleri , helva , söğüş, kapama va peyniri birbirine ikram ve lokma sunarlardı. Ziyaretçiler önce şehidin başında bir fasıl ibadet ettikten sonra , saatlerce buradan Bingöl dağlarının yemyeşil göğsünü , Köşker nehrinin delice akışını, Varto ovasında sararan ekin başaklarını ve karşıda Şerafettin dağlarının çimenli eteklerini temaşaya dalar , burada aldıkları yurdun saf havası ve çiçeklerin kokusu ile hür birer melek kisvesine bürünürlerdi.

Köşker babayı ziyarete giderken her aile toplu gider ve en çok genç gelinler ve kızlarla delikanlıları beraber götürmek , gayet temiz giyinmek şarttı. Köşker babanın bu cihetleri vasiyet ettiğine ve hatta hiç kimsenin makber başında neşesiz olmasına razı olamayacağına itikat edilirdi. Bu şartla altında giden ziyaretçiler, edep,erkana son derece riayet eder, ilk önce yüreklerinde saklı olan dileklerini makberin taşını öperek şehide söyler ve biraz ibadetten sonra ziyafetlere , daha sonra neşeli konuşmalara dalardı. Burada terbiyeye aykırı gitmek veya genç bir geline kötü gözle bakmak günah ve yasaktı. Fakat bazı kız ve delikanlılar, şehidin başında tanışır ve sonradan evlenir , bu muratlarının Köşker babadan hasıl olduğuna itikat ederlerdi. Ziyaretçiler aşağı düzlükte at koştururken araziden davul gümbürtüsü gibi bir ses gelirdi. Onlar şehidin gaipten saz çaldığına inanırlardı. (Bu gümbürtünün Gömgüm adıyla ilgisi olsa gerekir.)....




Doğu İlleri ve Varto Tarihi
M.Şerif Fırat





Afyon Taşkoç





























Doğu İlleri, Hamidiye Alayları, Türklerin Kürtleştirilmesi




DOĞU İLLERİ VE VARTO TARİHİ


İstibdat Devrinde Doğu İlleri - Hamidiye Alayları ve Aşiret Kavgaları

Sultan Hamit, Tanzimat Türklerine ve hatta Güya Avrupa devletlerine karşı saltanatını korkudan çıkarmak için 1307-1891 tarihinde doğu illerimizde 36 atlı Hamidiye Alayını teşkil etmiş , bu teşkilata : tarhimizin yukarı kısımlarında açıkladığımız gibi, Yavuz Sultan Selim tarafından Anadolu'dan doğu illerimize kaldırılan ve sonradan Kormanço şubesi adını alan yakın çağ Türk aşiretlerini dahil etmişti.

Sultan Hamit istibdadını yürütmek için artık temeli olarak bu aşiretlerle Kürt ve doğu illerine- de Kürdistan ve kendisine de Kürtlerin babası demekteydi. Vatanına ve milliyetine hiyanet eden bu padişah, doğu illerimizin Kürdistan ve buradaki aşiretlerin de Kürt olmadığını biliyordu. Onun şahsi saltanatı uğrunda söylediği bu sözler, o gün doğu illerinin Türklüğünü yoketmeğe kafi gelmiş, özbeöz Türk soyundan olan doğu halkını , Yavuz'dan sonra bir kere daha felakete sürüklemişti.

Yavuz Sultan Selim devrinden önce yazılmış tarihlerin gerçekte Kürt olarak tesbit ettiği bir millet ve doğu illerimizin coğrafi durumunda yazılmış bir Kürdistan adı yoktu. Sultan Hamit bunu biliyordu.

Fakat o, Tanzimat Türklerine karşı saltanat ve istibdanı ayakta tutabilmek için, coğrafi ve idari durumdan, istibdada elverişli olan doğu illerimizi o günkü, aşiretlerin her üç şubesinin nüfusça en kalabalığı, zengini ve azılısı bulunan Kormanço şubesindeki aşiretleri Hamidiye teşkilatına alarak, bunları Türklük ve gençlik cereyanlarına karşı bir kalkan gibi kullanmak istemişti.

Dördüncü Ordu Müşirliğine tayin kılınan Çerkes Mehmet Zeki Paşa, Erzincan'a gelmiş, doğu illerimizdeki Kormanço şubesine dahil aşiretler arasında Hamidiye teşkilatını kurmak üzere Mirliva Mahmut Paşaya Van, Malazgirt, Hınıs ve Varto'ya göndermişti.

Kormanço şubesi, Mil ve Silif adlı iki partiye ayrılmıştı. Bu partilerin her birine bir aşiret mirlivalığı ile beher alay komutanına birer kaymakam rütbesi verilmişti.

syf 95









Padişah Yavuz çağından başlıyarak Sultan Hamit devrinde tam kökleşen kara siyasetin milli birliği sarsan, milli duyguları din ve hilafete feda eden kötü bir rejimin sonuçlarıydı. 

Yavuz , Şiiliği ve Şah İsmail'i durdurmak için doğu illerimizdeki "Kurt-baba" dağlı Türklere Kürt ve doğu illerine "Kürdistan" adlarını takmış, bunları takviye etmek için Anadolu'dan birçok Türk aşiretlerini kaldırıp doğu illerine göndermişti. 

Sultan Hamit saltanat ve istibdadını yürütmek için bu yakın çağ Türk aşiretlerine "Kormanco" adını takarak onlardan 36 derebeylik ve Hamidiye alayını kurmuş, kendilerine ; "siz benim evlatlarımız ve Kürtlerimsiniz" diye yabancı fikirlere sürüklemişti.

Doğu aşiretleri arasında kökleşen bu yanlış duygular, Birinci Cihan Savaşının sonralarına kadar süregelmiş ve milli mücadele devrinde Kürt taali cemiyeti ile hempalarının işlerine yaramış, bunlar bu aslı astarı olmayan bu adlar üzerinde halkı kandırıp isyana sevk etmişlerdi.

Asılarca bu türlü zehirli fikirler altında inleyen birçok aşiretler Türklüklerini kaybederek çeşit inanlar altında çeşit bölümlere ayrılarak kendilerini Kürt, Seyyit, Abbasi, Halidi, Emevi silsilere kadar götürmüşlerdi. Bu yanlış fikirler ve en çok dini taassup en son onları milli hükümete karşı isyana sürüklemişti. Biz isyan hadisesini anlatırken bu konuya bir kolaylık olsun diye doğu illerimizde bu aşiretlerin ayrıldığı şubeleri ve bağlı oldukları şeyhleri ve irtica harekatında oynadığı rolleri açıklamayı faydalı bulduk.

Kitabımın birinci bölümünde anlattığım gibi, doğu illerimizde yaşayan bu dağlı Türk aşiretleri üç şubeye ayrılmıştı. Baba-kürdiler, Kormançolar, Zazalar.

Bunlardan Hitit-Halti, Lohordo, dağlı Türklerden olan (Kurt-baba) baba-kürdiler; Van ilinin güney bölümündeki kabileler, Şernak, Hakkari, Şemdinan, Pervarı, Gavaş, Cizre, Buhtan aşiretleri, Hizanlı Selahattin ve aşireti, Garzan'da ; Reşkotan, Pencinaran, Bişiri'de; Reman, Midyat'ta; Ara-boyan aşiretleri, Sason, Kabali ve Bitlis'in, Atmanan, Azan aşiretleri, Motikinin ; Sarmi, Musi, Halinan, Bektiran kabileleri, Muş ilinin güney dağlarında oturan Huytu, Beleki, Bildiri , Şigo , Hiyan aşiretleridir. (1)

Bu şubeye bağlı aşiretler tamamen Şafii mezhep, Nakşi ve Kadiri tarikatlı idiler. Bunların en sayılı tekiyeleri ; Hizan'da ; Seyit Ali, Bitlis'te; Küfrevi ve Kadiri ve Norşenli Hazret tekiyeleriydi. Bu tekiyelerden başka her kabilenin birer şeyhi ve birçok hocaları vardı.

Miladın onaltıncı yüzyılında Yavuz sultan Selim'in iç Anadolu'dan doğu illerimize kaldırdığı yakın çağ Türk aşiretlerinden olan Kormançolar : Mil ve Zil adlı iki partiye ayrılmış, bunlardan Mil partisi ; Viranşehirli İbrahim Paşa oğulları ve Milan aşireti, Karakeçi kabilesi, Suruç'ta ; Berazan aşrieti, Varto, Bulanık, Karlıova ilçelerideki  Cibran aşiretleri Malazgirt'ten Hasanan aşireti Hınıs, Karayazı, Tatos ilçelerindeki Zirkan, Seyhan, Karabaş kabileri, Eleşkirt'te ; Sıpkan aşireti, Muş'ta; Seydan kabilesi ve Muş ovası halkıdır.

Zil partisine bağlı aşiretler : Ağrıda; Zilan, Celali aşiretleri, Van, Erçiş, Muradiye, Patnos'da Haydaran, Ademan, Takoriyan, Mişkan, aşiretleriydi. (2)

Kormanci şubesine bağlı bütün kabileler Şafii ve Nakşidirler. Birkaç boyları da Kadiri idi. Bunların en meşhur şeyh ve tekiyeleri ; Asi Şeyh Said'in ecdadı olan Palu'lu Şeyh Ali tekiyesi ve Hınıs'ta Şeyh Sait, Solhan'ın Melekan köyü Şeyh Abdullah ve Eleşkirt'te Şeyh Şirin tekiyeleriydi. Bu tekiyelerden başka birçok şeyh ve hocalar vardı.

İran'dan gelen Part Türklerinden olup Kadisiye savaşından sonra doğu illerimize gelen dağlı Türklerden Dümbüli-Zazalar: Diyarbakır, Siverek, Elazığ, Ergani , Maden, il ve ilçelerinin bazı kesimlerindeki kabileler ile Hazzo ve Farkın beyleri, Palo halkı, Gökdere, Musyan, Okçiyan, Azan, Halilan Kabileleri, Çapakçur ve Garip beyleri, Mistan, Botan kabileleri, Hini, Genç ve Darahini beyleri ve Zaza kabileleri, ile Solhan ilçesinde oturan Solhan, Zikti, Ömeran aşiretleri ve Motki Zazalardır.

Zaza şubesinin en büyük tekiyeleri : Palulu şeyh Ali tekiyesi imiş, bütün Zazalara ve Kormanço şubesine Şafiilik ve Nakşiliği aşılayan bu Şeyh Ali'nin ahfadından olan asi Şeyh Sait, Kormanço şubesinin topluluğunu idare etmek maksadiyle Palo'dan gelerek Hınıs'ta ikinci bir tekiye kurmuştur. Zazaların diğer tekiyeleri, Melekanlı Şeyh Abdullah ve Gökdereli Şeyh Şerif, Sİlvanlı Şeyh Şemsettin ve Çapakçur'un Çan şeyhleri tekiyeleriydi.

Küçük kabileler halinde yaşayan ve aşiret sistemine tam girmeyen Zazalar , kenidlerini Kürt değil en çok Halidi, Abbasi, Emevi ve Arap sanmış, doğu illerine Şafiilik ve Nakşiliği aşılayan şeylerin Zaza olmasından ötürü , kendilerini Kormanço ve Babakürdi şubelerinden daha kutsal bilmiş ve bu dini gayretle dinin, şeriatın ve hilafetin fedaaileri kesilmiş ve yalnız bu dini taassup yüzünden Cumhuriyete karşı isyan etmişlerdi.

Kürt taali cemiyetinin icra kuvveti olan Cibranlı Halit ve yusuf Ziya siyasi maksatlarını gizleyerek dini kisveye bürünüp zehirli fikirlerini bu yoldan Şeyh Sait'le Kormançi ve Zaza şubelerinin şeyh ve hocalarına aşılamışlardı. İş dine ve maneviyata intikal ettiği için dinin en büyük hamisi sayılan ve Cibranlı Halid'in eniştesi ve şey olan Şeyh Sait, emirel-mücahidin adı altında isyanın başına geçerek manevi nüfuzunu kullanmıştı.

syf 124-125



(1) Bu şubeye bağlı aşiretler Şeyh Sait isyanına karışmamış, birkaç ay sonra Batman isyanını hazırlamışlardı.

(2) Bu parti aşiretleri Şeyh Sait isyanında hükümete taraf olmuş ve sonradan Ağrı-Zilan isyanını ve son irtica hareketini meydana getirmişlerdi.









M.Şerif FIRAT
kitaptaki Ermeni zulmü






______________________





27 Aralık 2014 Cumartesi

DOĞU İLLERİ VE VARTO TARİHİ - ERMENİ ZULMÜ



"....Ermeniler, artık doğu illerimizi tamamen terkederek Kars'a doğru kaçıyorlardı, çünkü Erzurum ve Bitlis üzerinden harekata geçen askeri kıtalarımız karları yararak ilerliyorlardı. 

Ermeniler Erzurum, Erzincan, Bitlis, Muş, Hınıs ve Pülümer'deki mühimmat depo ve ambarlarına ateşe verip kaçıyorlardı.

Bu illerden hududa kadar uğradıkları köy ve bölgelerdeki Türk halkını katliam (yoketme) etmiş, gebe kadınların karnını deşerek reşimlerini yere dökmüş, memedeki çocukları süngülere takmak, kestikleri insanların derilerinden cep yapmak gibi türlü zulüm ve vahşetler yapmış, bir aralık kadın, çocuk ve erkek kafilelerini damlara doldurup gazladıkları bir camuşu ateşleyip bunları camuşun ayakları altında ezdirmiş, ve üstelik dama ateş verip bunların hepsini kül etmiş, ve henüz memede olan çocukların karınlarını yarıp tuzlatmış ve bazan bir süt emerin kellesini keserek annesinin karnına sokmuş....

İnsanlığa ve akla sığmıyacak eziyetlerle doğu illerinde on binden fazla can yakmışlardı...."




***


"....Ermeniler aynı günde Hınıs'ın Mirseyit köylü Hasan ağa ve kabilesini basmış burada hayli insan öldürmüş. Hasan ağa ve kardeşleri silaha sarılarak kurtulmuşlardı.

Varto'daki Ermeniler Bingöl eteklerinde kalan bir avuç Lolan halkı üzerine akmış, bunlar : Kestemert köyünde Lolanlı Hüseyin ağa ve akrabası tarafından püskürtülmüş ise de Karaköy bucağında bulunan Lolan halkından erkek, kadın, çoluk çocuk, bin kişi evlere doldurularak öldürülmüş ve yakılmıştır...."





***



Doğu İlleri ve Varto Tarihi 
M.Şerif Fırat
İkinci Baskı - 1961
Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusunda yaşayan insanların nasıl kaynaştıklarını, inanç ve törelerin nasıl içselleştirdiklerini anlatmıştır. Eserinin yayımlandığı tarihten hemen sonra da katledilmiştir. Yazarı katledenler, çeşitli yöntemlerle eserini de piyasadan çekmişlerdir. Yazarın katledilmesi ve eserinin piyasadan çekilmesi nedensiz değildir. Bölgede yaşayan insanların aynı kültürel değerlere ve soya bağlı olduklarının ortaya çıkarılması ayrılıkçıları ve bölücüleri rahatsız etmiştir.



""Bu eser Doğu Anadolu'da oturan, Türkçeye benzemeyen bir dil konuştukları için kendilerini Türk'ten ayrı sayan; bilgisizliğimiz  yüzünden bizim de öyle sandığımız vatandaşlarımızın SU KATILMAMIŞ TÜRK OLDUKLARINI  bir defa daha İSPAT ETMEKTEDİR.

HEM DE İNKARINA İMKAN BIRAKMAYAN İLMİ DELİLLER İLE....
DÜNYA ÜZERİNDE KÜRT DİYE ADLANDIRILABİLECEK MÜSTAKİL HÜVEYİTLİ BİR IRK YOKTUR. 
KÜRTLER YALNIZ VATANDAŞIMIZ DEĞİL, SOYDAŞIMIZDIR DA...""

Cemal Gürsel
Devlet Başkanı ve Başbakan
1961






Okuyun, indirin, paylaşın, herkese ulaşsın



















"Kürt taali cemiyeti ve hempaları, eskiden beri Anadolumuzun bölünmez bir parçası ve asıl bir Türk yurdu olan Doğu illerimize artık tam manasıyle Kürdistan ve bu illerdeki çeşitli Türk boylarından kopmuş aşiretlere Kürt diye hitabediyor ve bu maksatlarına kavuşmak için, milli hükümetin dini, şeriati, Kur'an'ı, hak ve hürriyeti kaldıracağını iddia ederek ve hocaların taassuplarını körüklüyor ve bunlar vasıtasiyle masum halkı zehirleyip gidiyorlardı. Halbuki bu yanlış duygular, yukarı bölümlerde açıkladığımız gibi, Padişah Yavuz çağından başlıyarak Sultan Hamit devrinde tam kökleşen kara siyasetin, milli birliğ isarsan, milli duyguları din ve hilafete feda eden kötü bir rejimin sonuçalrıydı. Yavuz, Şiiliği ve Şah İsmail'i durdurmak için doğu illerimizdeki "KURT-BABA" dağlı Türklere Kürt ve doğu illerine Kürdistan adlarını takmış, bunları takviye etmek için Anadolu'dan birçok TÜRK AŞİRETLERİNİ kaldırıp doğu illerine göndermişti. Sultan Hamit saltanat ve istibdadını yürütmek için bu yakın çağ Türk aşiretlerine "Kormanco" adını takarak onlardan 36 derebeylik ve Hamidiye alayını kurmuş, kendilerine : '''Siz benim evlatlarım ve Kürtlerimsiniz''' diye yabancı fikirlere sürüklemişti. Doğu aşiretleri arasında kökleşen bu yanlış duygular, Birinci Cihan Savaşının sonlarına kadar süregelmiş ve milli mücadele devrinde Kürt taali cemiyeti ile hempalarının işlerine yaramış, bunlar bu aslı astarı olmıyan bu adlar üzerinde halkı kandırıp isyana sevk etmişlerdi."......













NE DİYELİM; 
AKLINIZI BAŞINIZA TOPLAYIN

SB
































17 Temmuz 2013 Çarşamba

Atatürk Döneminde Doğu Anadolu (1923-1938)





Doğu Anadolu’nun Durumu

Cumhuriyet’in devraldığı miras içerisinde Doğu Anadolu Bölgesi, ülke ortalamasının altında bir sosyal ve ekonomik gelişmişlik düzeyinde idi. Ermeni mezalimi, Rus işgali ve dış tahrikli ayaklanmalar gibi nedenlerle pek çok yönden yıpranan yörenin imarı, Türkiye Cumhuriyeti’ne kalmıştı. Cumhuriyet Hükümetleri’nin, yurdun tamamında olduğu gibi, Doğu Anadolu’da da ciddi gayretlerin içerisine girdiklerine şüphe yoktur. Ancak elde olmayan nedenlerden kaynaklanan bir takım engeller bulunmaktaydı: Bölge üzerinde özellikle SSCB’nin mütecaviz istekleri, uluslararası ölçekteki ekonomik bunalımlar ve ilk Cumhuriyet hükümetlerinin içinde bulundukları iktisadi zorlukların yanında Doğu Anadolu Bölgesi’nin kendine özgü durumları da yörenin kalkınmasına doğrudan etki yapacak nitelikteydi.

Doğu Anadolu’yu Kalkındırma Gayretleri

Cumhuriyet döneminin genel kalkınma hamlesi ile birlikte, Doğu Anadolu’da da Devletin büyük bir kalkındırma sürecine girdiğine şüphe yoktur.(69) Bütün olumsuzluklara karşın yörede, bu yönde ciddi adımlar atılmıştır. Bu süreçte, ülkenin öteki yörelerinden buraya devamlı bir kaynak aktarımı da söz konusudur.(70) Bütün bu gayretler sonucu, Doğu Anadolu Bölgesi de belli bir kalkınmışlık düzeyine ulaştırılabilmiştir.

Yürütülen çalışmalar hem merkezi hükümet, hem de onun taşradaki temsilcisi olan Vali ile belediyelerin gayretleri biçiminde kendini göstermekteydi. Örneğin yurdun ve bu arada Doğu Anadolu’nun “çelik ağlarla örülmesi” faaliyetleri, merkezi otoritenin planlanmış çalışmalarıyla yürütülüyordu. Doğu Anadolu’nun çetin coğrafyasında ilerleyen demiryolu çalışmaları, kamuoyunda da geniş ilgi görüyor, ilerlemeler kilometre kilometre izleniyordu.(71) Bu demiryollarının askeri amaçlara hizmet ettiği yolundaki bazı dış yorumlara karşı kamuoyunun inancı ise, yapılanların ulusal ekonomiyi kurmaya yönelik olduğu, ancak bunun için de, Türkiye’nin “her şeyden önce sınırlarından taşan emperyalist akınlara karşı koymak zaruretinde” bulunduğu biçimindeydi.(72)

Daha yerel ölçekli işler ise Valilikler ve Belediyeler eliyle görülmeye çalışılıyordu. Örneğin Siirt içerisindeki yol inşaatı, program dahilinde yürütülerek 1934’te şehirde yedi yeni cadde açılmış ve 21.384 metre yeni kaldırım yapılmıştı.(73) Maraş (74) Belediyesi ise 1935 bütçesine kanalizasyon ve kaldırım tahsisatı koyuyor, kentin en önemli sıkıntısı olan Kanlıdere’nin kapatılmasını, mezarlık ve pazar yeri ile elektrik tesisatının yapımını programına alıyordu.(75) Doğu illerimizin önemli gereksinimlerinden olan yakacak konusunun halli için Vali ve Türkofısi işbirliğine gidiyor, Olti Balkaya kömür madenlerini işletmek için 200.000 TL. sermayeli bir anonim şirket kuruluyordu.(76)

Günlük yaşamı kolaylaştıracak ve sosyo-ekonomik faydaları beklenen küçüklü büyüklü yatırımlar olanaklar ölçüsünde sürdürülüyordu.(77) 1935 mayısında Urfa, Gazi Ayıntab ve Fevzipaşa arasındaki Birecik’te, Fırat üzerinde 12 metre uzunluk ve 5 metre genişliğinde tel üzerinde makara ile işleyen dubalar ısmarlanıyor, bununla mal taşımasının daha kolay ve ucuz olması amaçlanıyordu. Gene aynı yerde üç katlı bir İlçebaylık, yani Kaymakamlık evi de yaptırılmıştı.(78)

Yapılan çalışmalar yalnız bayındırlık alanında değil sağlık ve eğitim başta olmak üzere diğer konularda da sürmekteydi. Örnek olarak Erzurum’da (79), 1936 yılında kız sanat okulu açılmış (80); 1938 yılında 900.000 TL.lık bir imar hareketine girişilerek ilçeler dahil 30 ilkokul, sinema şehir elektriği vs. yatırımlar gerçekleştirilmiştir.(81) Aynı yıl Ilıca nahiyesinde de posta ve telgraf merkezleri açılmış, 14 derslikli ilkokul binası ihale edilmiş, gazino ve lokantası olan bir otel de planlamaya alınmıştı.(82) Gene kültür konusu, nasıl ki ülke genelinde en temel işlerden sayılmış ise Doğu Anadolu’da da aynı yaklaşımın paralelinde çalışmalara rastlamaktayız. Bu bağlamda örneğin 8 Ağustos 1938’de Doğu Kültür Kongresi Erzurum’da açılmıştı.(83)

Yöreye yalnızca yurdun bir parçası olarak değil; Kurtuluş Savaşı’na coğrafi başlangıç yeri olmasından dolayı, belki tarihi bir sorumluluk hissi, bir tür nostalji ile de yaklaşılıyordu. Çünkü “…en müşkül dakikada şarktan yeni ve umulmaz bir ümit yıldızı doğmuştu…”(84) Bu “romantik” sayılabilecek yaklaşım içerisinde yöreye yapılan harcamaların maliyet analizleri genellikle göz ardı edilmiş ve bu, çoğunlukla bilinçli bir tercih olarak ortaya konmuştur. Örneğin Nisan 1935’te Van Gölü İşletme İdaresinin bütçesi hakkında Meclis’te yapılan görüşmeler sırasında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya şöyle diyordu: “…Cumhuriyet Şeyh Sait vakasından ve onu takip eden hadiselerden sonra icap eden inzibat tedbirlerini tamamıyla aldı. Onu müteakip de oranın ümranını gözetti. Bu muntazam bir program halinde devam edecektir ve etmesi de lazımdır. Van Gölü İşletmesi Vapurları Van Gölü sahillerinin ve havalisinin birebir irtibat vasıtalarıdır. İki köy arasında, iki şehir arasında Devlet şosesini yaparken nasıl onun gelirini değil memleketin inkişafını gözetirse, Van Gölü’nün işletilmesinde kullanılan vapur ve sair vesaiti nakliye müteharrik bir köprü, bir şose telakki edilmelidir. Bu bir amme hizmetidir. Bir irat membaı değildir. Ve uzun yıllar böyle devam edecektir”(85)

Bu yaklaşımın başka örneklerine de sıkça rastlamak mümkündür. Nitekim, makine aksamı 18 Şubat 1938’de Almanlara ihale edilen Sivas çimento fabrikasının yapılış nedeni “şark vilayetlerimizle Orta Anadolu’da daha ucuza çimento satışını temin etmek” olarak kayıtlara geçecek (86); aynı yılın başlarında bizzat Başbakanın ağzından “..tetkikatımız bizi rantabl olmasa dahi mühim bir zarara sokmayacak neticeye götürürse, şarları müsait olan mıntıkalarında şeker fabrikaları kurmak karar ve azminde” olunduğu ifade edilecekti.(87)

DR. SAİT AŞGIN




****


ATATÜRK'ÜN GAP PROJESİ "
Ayrılıkçı Kürtçüler Bunu Biliyor mu?"

Atatürk döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 6.124 işyeri açılmıştır.[30]

Atatürk, 1930’larda Doğu’da bir “üniveriste kurma” talimatı vermiştir. Bu doğrultuda bugünkü Erzurum Atatürk Üniversitesi kurulmuştur.[31]

Rahmi Doğanay, “1930-1945 Dönemi Doğu Anadolu Bölgesinde Uygulanan Sanayi Politikaları” çalışmasının sonucunda, genç Cumhuriyetin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birçok yatırım yaptığını doğrulamıştır:

“Doğu Anadolu, Birinci Sanayi Planı çerçevesinde maden, dokuma ve sigara sanayi gibi birçok endüstriyel kuruluşa kavuşmuştur. Kaldı ki; bu dönem kalkınma ve sanayileşme hedefleri bölgesel gelişmeyi değil, bütün ülkenin topyekün gelişmesini hedeflemiştir. İkinci Sanayi Planı ise daha geniş kapsamlı olmakla birlikte uygulamada dünya ve Türkiye’nin olağanüstü şartları içinde daha etkisiz kalmıştır.(…)

İzmir İktisat Kongresi’nden itibaren ülkenin tümüyle bayındır ve mamur hale getirilmesi konusunda izlenen iktisadi politikalar hem devletin sorumluluk alması, hem de özel teşebbüsün yatırımlar için teşvik edilmesine yöneliktir. Birkaç kez çıkarılan Sanayii teşvik Kanunları da iktisadi gelişmeyi sağlamak amacını taşımaktadır. Birinci ve İkinci Beş yıllık Sanayi Planları da ülkenin her tarafı için olduğu kadar, Doğu Anadolu’da devlet ve özel teşebbüs yatırımlarının yaygınlaştırılması yönünde hedefler koymuş, Atatürk de yurt gezilerinde bölgenin özelliklerine göre yapılacak yatırımlar açısından görüşlerini beyan etmiştir. Ayrıca bu gezilerde yatırımları teşvik amacı da dikkate alınmıştır..”[32] 

Ramazan Topdemir de, “Atatürk’ün Doğu-Güneydoğu Politkası ve GAP” adlı kitabında, Atatürk döneminde genç Cumhuriyetin ayrım yapmadan “yurdun her tarafını” kalkındırmak için çok büyük yatırmlar yaptığını, özellikle tarımla uğraşan köylüye büyük kolaylıklar sağladığını ifade etmiştir: 

"Ülkenin en uzak köşelerinde bile halkın huzuru ve güvenliği öylesine sağlanmıştır ki bunu geçmişin en sakin dönemleriyle karşılaştırmak bile yersiz olur. Herkes güven içinde tarlasında çalışmakta ya da zanaatını yürüttüğü yerde işin başındadır. Bu insanlar çalışmalarının sonuçlarından yararlanabileceklerinden emin ve bunların ellerinden zorla alınamayacağının güveni içindedirler. Ekonomi, eğitim sosyal yardım konularında şimdiden somut sonuçlar alınmıştır. Daha önceden var olan tarım okullarına Bursa’da, Balıkesir’de İzmir’de, Adana’da, Erzincan’da beş yenisi eklenmiştir. Savaşın ve değişmelerin işlemez hale getirdiği Ziraat Bankası yeniden çalışır hale getirilmiş ve birçok yerde şubeler açılarak halkın yardımına koşulmuştur. Pek çok sığınak ve göçmen refahları yönünden uygun yerlere gönderilerek yerleştirilmiştir. Bu işin daha çok yürütülmesi için özel yardım bankaları kurulmak üzeredir.

Köylülere önemli düzeyde iki buçuk milyon liralık tarım aletleri dağıtılmıştır ve dağıtım sürdürülmektedir. Ayrıca köylülere tarım araç, gereçleri vermek gerektiğinde bunları onarmak amacıyla sermayesinin yüzde 70`ine katıldığımız bir şirketle anlaşma yapılmak üzeredir. Bu anlaşma çiftçileri çok memnun edecek ve onların yararına olacaktır.” 

Atatürk’ün Güneydoğu Anadolu bölgesine yönelik en önemli projesi, Atatürk öldükten sonra hayata geçirilen GAP Projesi’dir. 

Tarihin en büyük dehalarından Atatürk, "Buraya bir insanlık gölü inşa edelim" diyerek GAP’ın ilk adımını 1934 yılında atmıştır.[33] Atatürk’ün talimatıyla, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki mevcut su kaynaklarından elektrik elde edilmesi için 1936 yılında Elektirk İşleri Etüd İdaresi kurulmuştur. “İdare, ‘Keban Projesi’ ile yoğun etüdlere başlamış, Fırat Nehri'nin her açıdan tetkiki ve sonuçlarının tespiti için rasat istasyonları kurmuştur. 1938 yılında Keban boğazında jeolojik ve topoğrafik etüdlere başlanmıştır. 1950-1960 yılları arasında gerek Fırat gerekse Dicle üzerinde Elektrik İşleri Etüd İdaresi tarafından sondaj çalışmalarına ağırlık verilmiştir”[34].

Böylece GAP’ın alt yapısı hazırlanmıştır.

Sinan MEYDAN



Ayrıca : AKL-I KEMAL-ATATÜRK'ÜN AKILLI PROJELERİ 






*****

Tüsiad'a her türlü desteği vereceğiz. 24.06.2013

İnsanlar doğdukları yerde doyacaklarmış....!!!
Önemli yatırım kararları açıklanacakmış...!!!




........

PKK YIKTI,YAKTI VE İNSANLARI KENDİLERİNE 
MUHTAÇ ETTİ, 
ONLARLA AYNI FİKİRDE OLMAYANLARI ÖLDÜRDÜ VE KALANLAR DA BATIYA GÖÇTÜ...!!!
HA ,ONLARLA AYNI FİKİRDE OLANLAR DA TÜRKİYENİN DÖRT BİR TARAFINA DAĞILDI..! 
BASKI ALTINDA TUTMAK İÇİN.


ŞİMDİ DE HÜKÜMET SANKİ KENDİ BAŞARISIMIYMIŞ GİBİ DOĞUYA HİZMET GÖTÜRECEKMİŞ/ GÖTÜRENLERİ DESTEKLEYECEKMİŞ ...

ACABA BAŞARI KİME AİT ?
TABİİ Kİ EMPERYALİSTLERE
UNUTANLARDA OLAYLARA HEP DÜZ BAKIYOR...

AMA .....

DİRENTÜRKİYEM
ATATÜRK GENÇLİĞİ KAZANACAK.






***