Translate

Lozan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lozan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Temmuz 2015 Cuma

Yurtta Barış, Dünyada Barış...






"Yaza Savaşta olacağız açıklaması yapan Nato"
"Senior NATO Official Claims We’ll Be at War by Summer"

_______________________________________________


"Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde korkunç saldırı..." 
Basın 20 7 2015


 "Suruç bombası Türkiye’yi Irak’ın makus talihine sürüklemek üzere."


___________________________


Her şeyi unutun...
PKK’yı, YPG’yi, PYD’yi, IŞİD’i... Tüm harflerin açılımlarını silin hafızanızdan... Sadece dün Suruç’ta havaya uçan gençlerin annelerinin, babalarının yerine koyun kendinizi...
Ne hissediyorsunuz?

Hisler bitiyor değil mi?
Tüm kuşlar, böcekler susuyor. Hatta uğuldayan kent bile sessizliğe gömülüyor. Gözünüz kararıyor, başınız dönüyor!
Geriye... Hollywood işi kötü aksiyon filmlerinin Ortadoğu sahnelerinde görmeye alışık olduğumuz türden bir sahne kalıyor:
Ne diye bağırdıkları tam olarak anlaşılamayan gençler...
Ellerindeki pankart...
Net olarak anlaşılmayan bir slogan...
Bu sloganda öne çıkan bir kız sesi...
Sonra pankartın havalanan sağ tarafı...
Aynı anda duyulan korkunç bir
patlama...
Ve kaçarken gökyüzünü, ağaçları çeken kamera... Fonda duyulan korkunç haykırışlar!

Daha olayın ne olduğu belli olmadan HDP’li Milletvekili Leyla Güven bağlanıyor bir kanala ve “TC”ye sayıp döküyor!
İyi de bombayı TC mi koymuş?
Hayır. Zaten bu önemli de değil!
Vur TC’ye, prim yap; ölen çocukların kanı üzerinden... Bu arada o TC’nin vekili olmuşsun, ayda 20 bin liraya yakın maaş alıyormuşsun; hiç önemli değil...
Bombayı koyan alçaklara, o gençleri oraya götüren Kürt ırkçılarına tek söz söyleme, vur abalıya!

Siz yine de her şeyi unutun:
PKK’yı unutun... YPG’yi, PYD’yi, IŞİD’i...
Hatta suçu peşinen TC’ye yükleyen LG’yi unutun...
Onun partisi HDP’yi... Uyguladığı abuk sabuk dış politikayla sınırlarımızı kevgire çeviren AKP’yi... Bu çöküşü seyretmekle yetinen CHP’yi, MHP’yi...
Hepsini... Tüm harfleri unutun!
Açılımlarını silin hafızanızdan...
Çünkü... Orada ölen çocukların bırakın adlarını, “harfleri” bile yok görmüyor musunuz?
“En az 31 ölü” diye tanımlıyor ajanslar onları...
“En az 31 ölü...”


Hani hep içinde yaşadığımız çağın en uygar çağ olduğuna inanırız ya...
Boş verin bu masalı!
İnsanoğlu, tarihin en karanlık dönemlerinde bile bu kadar adileşmemişti!
Savaşlar bile daha mertti!
Bu çağ uygar insanların değil, alçak katillerin çağı; çevremiz katil dolu!

Mustafa Mutlu / Basın




GÜNÜN İSYANI

İsyanım, Suruç katliamından sonra, “Canlı bombaya rahmet yakınlarına sabır diliyorum” diye tweet atan AKP İstanbul Milletvekili adayı ve Osmanlı Ocakları’nın İstanbul Gençlik Kolları Başkanı Furkan Gök’e:
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Mustafa Mutlu / Basın




___________________________



-Türk Devletinin binlerce yıllık hafızasını ve her biri birer pırlanta değerindeki bürokratlarını-diplomatlarını yok sayıp, aşağılayacaksın.

-“Pers Prensi” lakaplı bir çocuğu istihbaratın başına getireceksin.
-Kendi Milli Orduna tuzak kurup, terörle boğaz boğaza kavga edip onu yenmiş kahramanlarını zindanlarda çürütüp, “Devlet Refleksini” kıracaksın.

-Sınırları açıp, Ortadoğu’nun bütün it-uğursuz-terörist-canlı bomba sapıklarını ülkeye doldurup, Polisin elini kolunu bağlayacaksın.

-Cemaati devletin en hassas birimlerine kendi elinle sokup, Bakanlıkları Tarikatlar arasında pay edeceksin.

-TC Devletinin kurucularına “AYYAŞ” deyip, PKK Hamisi Barzani’yi “Onur Konuğu” yapacaksın.

-Kendi tarihinle kavga edip, Oslo’da-İmralı’da-Habur’da vatan evlatlarını katleden katillerle kucaklaşacaksın.

-Türk adını her yerden kaldıracaksın.

-Türk Milletinin tüm Cumhuriyet boyunca yaptığı borcun tam üç katını 12 senede yapacaksın ve Cumhuriyetin tüm eserlerini yok pahasına peşkeş çekeceksin.

-Harun gibi gelip KARUN gibi olacaksın, kul hakkı yemekten çekinmeyeceksin.

Sonra Türk Milletine, terör örgütünün siyasi sözcüsü olan bir partiyi şikâyet edip utanmadan yine Türk Milletinden oy isteyeceksin!
Öyle lagara-lugara yok! Önce kendi yarattığın leşleri temizle…

Rifat Serdaroğlu / Basın




_________________________



ŞİD, PKK, PYD, El Kaide, El Nusra, Müslüman Kardeşler ve Özgür Suriye Ordusu dahil hepsi dört dörtlük terör örgütüdür. Bunlar katliamlar yapmışlardır, insanlık suçu işlemişlerdir ve devam etmektedirler. Eğer bu örgütlerden bazılarını siz terör örgütü sınıflandırmasına almıyorsanız samimi değilsiniz demektir. 

Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarları ise ne yazık ki, iyi terörist ve kötü terörist ayrımı yaptı. Suriye’deki yönetimi devirebilmek için teröristlerle işbirliği yaptı ve destekledi. Terörle yatan terörle kalkar. Bugün yaşadıklarımız Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarlarının yanlış ve işbirlikçi politikalarının ülkemize getirdikleridir. Yarın daha kötüsü ile de karşılaşacağız. Çünkü emperyalizm projelerini gerçekleştirebilmek için istikrarı iyice bozmak istiyor, provokasyon yapıyor, Türk-Kürt çatışması ve iç savaş çıkarmak istiyor.

Türker Ertürk / Basın



___________________________



2011 Türkiye İç Savaş Raporu


Terörizm uzmanı Sefa Yürükel, 2003'te Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde gizli bir raporu okuduğunu söylüyor. Rapora göre Türkiye'de bir iç savaş tezgâhlanıyor. Hatta rapor sanki bugünleri anlatıyor. 2003 yılının Şubat ayı sonu.


Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde terörizm uzmanı Prof.Dr. Toje Bjorge'nin odası. Aynı zamanda Danimarka vatandaşı, Norveç'te yaşayan Sefa M. Yürükel, daha öce araştırmacı olarak görev yaptığı enstitü'den rutin ziyaretlerinden birinde. Prof. Bjorge'nin masasında 35 sayfalık bir rapor Yürükel'in dikkatini çekiyor.


Raporun başlığı "2011 Türkiye İç Savaşı". Yürükel şoke oluyor.
Raporu eline aldığında 35 sayfayı dikkatle okuyor. Sanki daha o yıllarda bugünler tarif edilmiş! Ortada müthiş bir iç savaş senaryosu dolaşıyor! Bu esrarengiz raporun kimler tarafından, nasıl ve ne zaman yazıldığı meçhul. Çünkü raporun kopyasını alamıyor bile. Ama raporun tam anlamıyla bir gizli servis elinden çıktığı anlaşılıyor. "Türkiye için iç savaş senaryosunu yazdılar, şimdi de yönetiyorlar.


-Raporu ne zaman gördünüz?
-Bu raporu 2003 yılının Şubat ayı sonunda Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde gördüm. 2 defa okudum.


-Sizin elinize nasıl geçti?
-Ben daha önce Norveç Uluslar arası İlişkiler Enstitüsü'nde araştırmacı olarak çalıştım. Doğal olarak arada bir uğruyorum oraya.


-Peki, orada nerede okudunuz bu raporu? Kimdeydi rapor?
-Orada terörizm konusunda araştırmalar yapan Prof.Dr.Toje Bjorge'nin odasında okudum. 35 sayfalık bir rapordu.


-Kapağında ne yazıyordu raporun?
-"2011/Türkiye İç Savaş" başlığını taşıyordu. Amerikan İngilizcesi ile yazılmış olup, akademik-istihbaratçı bir kimse tarafından yazıldığı belli oluyordu. Ben rutin akademik araştırmacı olduğum için her akademisyen araştırmacı gibi bunu rahatlıkla anlayabilirim. Daha sonra aklımda kalanları not ettim.


-Bir isim yazıyor muydu?
-Hiçbir isim yazmıyordu.


-Gizli servis tarafından yazılmış bir rapor olabilir mi?
-Her tarafına baktım raporun bulamadım açıkçası bir isim, ibare.
Yalnız şu var çok ciddi bir araştırma yapıldığı ve araştırmanın da çok iyi biçimde teorikleştirildiğini gördüm. Bunu normal bir akademisyenin yazmadığı belliydi. Türkiye' de eli kolu olan kimselerin yazdığını anladım. Belki bir ekip araştırmayı yaptı ama tek elden yazıldığı anlaşılıyordu.


-Sözünü ettiğiniz profesör size bu raporu ne diye verdi?
-Bana "Bu aralar ne araştırması yapıyorsun? " diye sordu. Ben normalde soykırım üzerine çalışırım. Profesöre, "terörizmle uğraşıyorum" dedim. Biraz fikir alışverişinde bulunduk. Masasında bazı notlar, yazılar vardı. Bakabilir miyim dedim. İstediğini okuyabilirsin dedi. Onların arasından çıktı bu rapor. Bazılarını kopya etmeme müsaade etti. Ama o raporu vermedi. Bunun anlamı şu, Rapor sadece belli yerlerde dolaşıyor. Norveç Uluslar Arası İlişkiler Enstitüsü Norveç devletinindir. Resmi bir kimliği vardır. Buradan diplomatlar çıkartılır. Bütün Norveç'in diplomatları üst düzey yöneticileri bu merkezden elenir. Çok önemli bir yerdir.


-Prof.Toje Bjorge önemli bir isim mi?
-Norveç açısından önemlidir. Fakat ona bu raporu direkt vermemiş olabilirler. 

-Uzmanlık alanı nedir onun?
-Terörizm ve ırkçılık.


-Neden 2011 yılı planlanıyor sizce?
-AB'nin dayattığı kurallar meselesi var. Irak'a müdahale belki daha önceden planlanmıştı, bu zaten doğru, bölgede büyük bir değişiklik yaratılacağı, mesela Büyük Ortadoğu Projesi kapsamı var, bölgede haritanın değişmesi söz konusu. Buna Türkiye de dâhil bütün bu dayatmalarıyla Türkiye'nin buna 2011 yılına kadar dayanabileceğini, ondan sonra da taviz vererek gücünü yitireceğini planlıyorlar.


Bugünlerde yaşanan gerginlik ve çatışma ortamının yoğunlaştırılması planı var. Batılılar tarafından öngörülen senaryo şu anlama geliyor:
Batılılar bu işin senaryosunu hazırlamakla kalmamışlar, aynı zamanda Kuzey Irak'ta ve Batı Avrupa'daki PKK büroları müsamaha görüyor. Burada bir koruma var ve onları da terörist olarak görmüyor.


-Peki, bu raporun hazırlanma tarihi hakkında bir bilginiz var mı?
-Ben 2003 yılında okudum çok önce de hazırlanmış olabilir rapor. Çok önce hazırlanıp bugünleri gösteren bir senaryodur bu rapor.


-Bu rapor Türkiye'de bir iç savaş çıkarmak maksadıyla mı yazılmış peki?
-Hayır, ama rapor Türkiye'de bir iç savaş tezgâhlandığının tescili özelliği taşıyor. Batılılar genellikle böyle senaryolar hazırlarlar, ondan sonar da arkasına güç koyup harekete geçirirler. Irak' ta olduğu gibi mesela. Bu raporu yazanlar PKK'yı harekete geçiren güçler demek abartılı olmaz. Aynı güçlerdir yani.


-Adres nereye çıkıyor?
-Batılı ülkelerdir. Esas hedef sadece Türkiye değil, İran ve Asya'dır. Direkt CIA diyemem ama bu rapor ABD'ye çok uyuyor. Batının kendi arasında bu konuda bir uzlaşı var anlaşılan. Bu çok net görülüyor.


-Türkiye'de iç savaş çıkartılarak ne amaçlanıyor?
-Türkiye Batı'ya göre çok büyük bir ülke. AB yetkililerinin demeçlerinde de var bu. Türkiye'yi küçültmek istiyorlar. ABD' ye direnemeyecek bir Türkiye olmalı ve haritası değiştirilmeli. Amaç, Kürdistan kurularak Türk devletinin zayıflatılması ve boyun eğdirilmesi. Bu da kendilerinin hassas olarak tanımladıkları, karışık bölgelerdeki etnik çatışmalar çıkartılarak yapılacak. Çünkü bu dünyanın en tehlikeli işidir. Raporda şu da geçiyor, Türkiye' de herkes kendi etnik kökenine göre yolunu seçebilir. Mesela ordu ve polis içindeki Kürtler de Türkler de yolunu seçebilir deniliyor, büyük bir çatışmada. Bu Yugoslavya'da olmuştur. O bakımdan Türk devletinin böyle bir çatışmayı önleyemeyeceği vurgulanıyor. Raporda hazırlanan bu senaryo, geçmiş yıllarda Türkiye'de uygulananın aynısı. Bu kadar net senaryo yazılamaz.


Bunun anlamı; BU SENARYOYU HAZIRLAYANLAR BUNU UYGULAYANLARDIR.
"TÜRKİYE'NİN ESKİ HUDUTLARI KALMAYABİLİR, HARİTASI DEĞİŞEBİLİR"


Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde Sefa Yürükel'in okuduğu raporda 5 bölüm bulunuyor. Her bölümde teorik yaklaşımlar ve senaryolar, iyi rafine edilmiş istihbarat bilgileri yer alıyor.


Sefa Yürükel , "Bizzat yerel işbirlikçiler veya casuslar tarafından verilen bilgilere atıf yapılıyordu" yorumunu yapıyor.


1.Bölüm: Türkiye'nin jeopolitiği ve uluslar arası siyasi coğrafyasına yer veriliyor. Yürükel, "Burada daha çok teorik yaklaşımlar vardı. Bu Türkiye'nin daha çok dışarıya dönük yönünü açıklıyordu" diyor.


2.Bölüm: Türkiye'nin siyasi, sosyal, tarihi, dini, mezhepsel, etnik ve kültürel yapısı üzerine özet halinde ampirik datalarla güçlendirilen rakamların yer aldığı bir bölüm. Bu bölümde özellikle Kürtler-Türkler demografisi ifadeleri altları çizilerek yer alıyor.


Yürükel, raporun bu bölümünde yer alanları şöyle anlatıyor;
Şehir, şehir hatta bazı kasabalar (Kızıltepe, Pazarcık,..vs) gibi yerlerin adı geçiyor ve demografisine örnek olarak yer veriliyordu. Burada esas değinilen karışık oturulan bölgeler biçimindeydi.
Yani Türkiye'nin çatışmaya dönük raporu yazan tarafından etnik demografisi çıkarılmıştı. Buradaki verilerden de hissedildiği gibi Türkiye içerisinden birileri (işbirlikçiler, casuslar, ...vs.) bu raporun yazılması amacıyla çatışma hedefine yönelik olarak çok rafine sayılabilecek hassas ve ayrıntılı bilgi vermiş ve toplamıştı.


3.Bölüm: Rapor'da "hassas bölgeler" diye bir tabir geçiyor. Rapor da ifade edilen Türk ve Kürt etnik kökenden insanların, iç içe ya da sınır bölgeleri olarak Malatya, Erzurum, Maraş, Gaziantep' in bulunduğu yerlerin gelir dağılımı ve siyasi yapısı, ayrılıkçılığa veya devlete karşı çıkışı ya da devlet safında ayrılıkçılığa karşı çıkışa meyilleri ve güç oranında değişken olabilecek durumlar hipotetik olarak ele alınıyor.


4.Bölüm: Devletin ve PKK'nın Güneydoğu Anadolu'daki halk içerisinde etkisi ve bölgedeki stratejik konumu ele alınıyor. Yürükel bu bölümle ilgili de şunları kaydediyor :


-"Raporda sanki burada ikili bir iktidar söz konusu havası veriyordu. PKK' nın harekete geçebileceği NGO ve siyasi bağlantılı güçlerin hassas bölgelerde kontrollü bir çatışmayı yaratıp yaratmayacağı veya Kaosa yol açıp açmayacağı konusunda sorular soruluyordu. Aynı zamanda devletin bu bölgelerde önemli ölçüde zayıf olduğu sadece askeri ve polis gücü ve aşiret gücü olarak varlığını sürdürdüğü fazla bir kitle tabanına sahip olmadığına vurgu yapılıyordu. Yani rapor PKK'yı etnik çatışmaları istediği anda çıkartıp istediği anda da durdurabilecek ve tek muhatap olabilecek bir güç olarak ele alıyordu."


Bu bölümde ayrıca hassas bölgeler dışında Metropol ve turizm bölgelerinde de önemli ölçüde karışık demografik yapının varlığı üzerinde duruluyor ve burada "ayrılıkçı milliyetçiliğin ve ona bağlı toplumun" değişken ve çarpışabilecek ideolojik ve siyasi tutumları fiziki bir çatışma ortamı hazırlayabileceği üzerinde duruluyor.


Süreç 1987 olarak başlatılıyor ve 2011 yılına kadar burada düşük ya da yüksek yoğunlukta çatışmaya varabilecek bir hareketlenme olacağının altı çiziliyor. Yürükel bir noktanın daha altını çiziyor:
"Burada benim dikkatimi çeken bir şey çok kesin ifadeler kullanılması idi. Sanki raporu yazan çatışmanın yani iç savaşın olacağından eminmiş gibiydi."


5.Bölüm: Türkiye'nin iç savaşa doğru sürüklendiği ve sonuçları üzerinde duruluyor. BM, AB, NATO, Batılı ve bölge devletlerinin tutumları üzerinde değerlendirmeler yapılıyor.


Yürükel' in notu şöyle;
"Burada, Batı'nın çok kan akıtılan bölgelere askeri, siyasi ve insani müdahele edebilme olasılığı üzerinde duruyordu. İç savaş terimi kullanılıyor ve bölgede bu iç savaşın yayılma ihtimali dolaylı yardım veya doğrudan katılma şekliyle göz önünde bulunduruluyordu.


Sonuçları üzerinde duruluyordu. Bu bölümde raporun toparlanması yapılıyor.
Türkiye'nin esas mevcut yapısının, Kürt ve Türk demografisi şeklinde ele alınmasının icap ettiğini, 2011'e kadar doğabilecek fiziki çatışma ortamının neler getirip neler gotüreceği, bölgesel ve uluslar arası boyutunun üzerinde duruluyor. Türkiye' nin artık eski hudutlarının kalmayabileceği ve haritanın değişebileceği ve Batı'nın buna karşı çıkmasının söz konusu olmadığı ifadeleri kullanılıyordu.



Saygılarımla
Sefa M. Yürükel,
Antropog & Etnograf
Soykırımlar ve Terörizm Araştırmacısı
Lahey Türklere Soykırımları Araştırmalar Vakfı Başkanı (TGRF)





_________________________








___DARILMAYIN KIZANLAR !, BİZ SADECE "ABD'Yİ" KORURUZ !____




Savunma sisteminin Komutanı Yüzbaşı Van Der Heide, Patriotların 24 saat tetikte olduğunu, olası saldırıya karşı Adana ve İncirlik’i koruyacağını söyledi...



Adana’daki İncirlik askeri üssü için hükümet ABD’ye izin verdi. Üsten kalkan uçaklar IŞİD’i vuracak. Bakanlar Kurulu’nun dünkü toplantısında ABD’nin IŞİD’e karşı İncirlik’i sınırlı olarak kullanabilmesi izni çıktı...



Türkiye ile ABD arasında varılan mutabakatın ayrıntıları da ortaya çıkmaya başladı. Buna göre, ABD, İncirlik Üssü’nü Suriye’ye yönelik hava operasyonlarında kullanacak. Buna karşılık, Suriye’nin kuzeyinde Ankara tarafından kırmızı çizgi ilan edilen gelişmeler yaşanırsa, Türkiye’nin güvenlikli bölge oluşturmasına ABD de olumlu yaklaşacak...





Nasrettin Hoca’nın eşeğini aramasını bilirsiniz. Yitirdiği eşeğini, tek mal varlığı, güvencesi, köy yerinde eli ayağı gibi olan eşeğini güle oynaya ararmış. Nedenini soranlara verdiği yanıt unutulmaz:

“Umudum şu dağın ardında kaldı. Orada da bulamazsam yiten eşeğimi görün bendeki feryadı!”
Feza Tiryaki



______________________





" If you are going to enter this War, We are going to Need to Sell these War to our people!"


'The War You Don't See' (2011) is a powerful and timely investigation into the media's role in war, tracing the history of 'embedded' and independent reporting from the carnage of World War One to the destruction of Hiroshima, and from the invasion of Vietnam to the current war in Afghanistan and disaster in Iraq. As weapons and propaganda become even more sophisticated, the nature of war is developing into an 'electronic battlefield' in which journalists play a key role, and civilians are the victims. But who is the real enemy?


John Pilger says in the film: "We journalists... have to be brave enough to defy those who seek our collusion in selling their latest bloody adventure in someone else's country... That means always challenging the official story, however patriotic that story may appear, however seductive and insidious it is. For propaganda relies on us in the media to aim its deceptions not at a far away country but at you at home... In this age of endless imperial war, the lives of countless men, women and children depend on the truth or their blood is on us... Those whose job it is to keep the record straight ought to be the voice of people, not power."






__________________________




Rusya’ya sığınan Amerikalı ajan Snowden, IŞİD’in arkasında Müslümanları birbirine kırdırmak hedefiyle ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratı olduğunu söylemiş, IŞİD lideri Bağdadi’yi de MOSSAD’ın eğittiğini bildirmişti. 


IŞİD, Irak’ta ilk iş olarak Musul, Telafer ve Tuzhurmatı’yı işgal ederek Türkmenleri bölgeden tasfiye etti. IŞİD, Barzani’ye Kerkük’ü işgal etmesi için İsrail’e de Gazze’yi bombalayıp iki bin kişiyi öldürmesi için fırsat tanıdı. IŞİD, son olarak da PYD’ye de Türkmenlerden boşalttığı alanlara yerleşmesi için zemin oluşturdu!


David Cameron, geçen yıl IŞİD örgütünün amacına ulaşması halinde dünyanın “Akdeniz’in sınırlarına kadar gelmiş bir terörist devletle” karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunmuştu. Cameron, bu sözlerle, IŞİD’e verdikleri görevin, ilk hedefini itiraf etmiş oluyordu: Büyük Kürdistan kurmak için coğrafyayı hazırlamak!


Arslan Bulut / Basın



________________



GAF MIŞŞŞŞ, NE GAFI? GERÇEK !...



“IŞİD güçlerinin eğitimini hızlandırıyoruz. Anbar vilayetindeki Sünni aşiretlerden çıkan gönüllüler de dâhil” dedi.

Sputnik News’un haberine göre söz konusu metinde yapılan düzeltmede bu ifadeler baştan yazılacağına, IŞİD’in İngilizce’deki kullanımı olan ‘ISIL’in yanına parantez açıldı ve ‘Iraklı’ ifadesi eklendi. Beyaz Saray’ın bu ‘düzeltmeyle’ ne söylemeye çalıştığına ise kimse anlam veremedi. Zira cümle bu haliyle de ‘Irak’taki IŞİD güçlerinin eğitiminin hızlandırılacağı’ anlamına geliyordu.




Kaldı ki IŞİD organizasyonunun asıl mimarlarından ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi de neredeyse “ABD’nin Suriye’deki kara kuvvetleri” sayan Obama’nın, Erdoğan’a Suruç ve Ceylanpınar saldırılarından dolayı taziyelerini iletmesi gerçekten insanlık adına utanç verici değil midir? Bu davranışın, cinayet failinin cenaze törenine katılmasından ne farkı vardır?

“İki lider Amerika ve Türkiye’nin terörle mücadelede birlik içinde olduklarını vurguladı” diyorlar? İyi de alenen “eğit-donat” adı altında terörist yetiştiren kim?








"WE'RE TRAiNiNG iSiL': 
WHiTE HOUSE WEBSiTE CORRECTS OBAMA'S SPEECH BLOOPER"
BY PAUL JOSEPH WATSON : PRESiDENT'S EMBARRASSiNG ERROR DURiNG BRiEFiNG AMENDED ON OFFiCiAL TRANSCRiPT...


Alex Jones : Obama Slip: We Train ISIL! 7/7/15
Obama : " Ideality is not defeated by guns, but defeated by better ideas"
Alex Jones : "Here is it translated: This our proxy army funded by neo, to take over the middle east and kill all the christians and we are going to keep giving them weapons to do it, and then we are going to used to take their rights domestically."
" Saudi Arabia is the homeland of radical İslam and it's allied with our criminal government"



__________________________






Yalanlar Üzerine Kurulmuş Küresel Kuşatma



KARA BELA TÜRKİYE'Yİ SARIYOR



_____________________________





UNDECLARED WW III and TURKISH and HUMANITY GENOCIDE


American foreign policy of the past century, this is what crawls out… invasions … bombings … overthrowing governments … occupations … suppressing movements for social change … assassinating political leaders … perverting elections … manipulating labor unions … manufacturing “news” … death squads … torture … biological warfare … depleted uranium … drug trafficking … mercenaries ….


US and Israel hegemony in the Middle East 


"RUN AWAY , "DEMOCRACY" IS COMING!"
"OPEN YOUR EYES"
"CORPORATE MEDİA LİES"


"ISRAEL IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"US IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"EU IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"CHINA IS ONLY DEFENDING ITSELF!"
"RUSSIA IS ONLY DEFENDING ITSELF!"

ON THE OTHER HAND THEY "SECRETLY" SUPPORT TERRORISM !

AND WHEN THE PEOPLES OF THESE LANDS "ONLY DEFENTING  ITSELF"  IS TERRORISM..

BULL SHIT !!!


Time to End Western Support for Terrorists and War In "Old World".
You Can Be Patriotic, So We Can...
But Patriotism Is Valid Only At Home, And Not Outside !!!!








AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNE HOŞGELDİNİZ !

49,206,934 Germans
41,284,752 Black or African Americans
35,523,082 Irish
31,789,483 Mexican
26,923,091 English
19,911,467 Americans
The surprising number of people across the nation claiming to have American ancestry is due to them making a political statement, or because they are simply uncertain about their direct descendants. Indeed, this is a particularly common feature in the south of the nation, where political tensions between those who consider themselves original settlers and those who are more recent exist.
17,558,598 Italian
9,739,653 Polish
9,136,092 French





BU "BÖLÜNMÜŞLÜĞÜ" EN KISA ZAMANDA GÖRMEK ARZUSU İLE !!!










Türkiye Milli Birleşik Cephesi Kurulmalı!
Yüce Türk Milletinin Değerli Evlatları,



1990 başlarından itibaren dünyadaki “Yeni dünya düzeni” , “Yeni Amerikan Yüzyılı” adı altında kurulması amaçlanan ve içerisinde “Turuncu Devrimler”, “Arap Baharı”, Balyoz, Ergenekon vs. adı altında yapılan “Silivri BOP Toplama Kampı” ve “Milliciliği Yargılama” adı altındaki BOP projesinide barındıran bir dizi operasyonlar olmaktadır.


ABD in liderliğindeki Yeni Batı İmparatorluğunun kendi ömürlerini uzatmak için, ABD ve işbirlikçileri: dünya enerji kaynaklarına ve geçiş yollarına el koyma çabaları amacıyla, özellikle İslam coğrafyası diye bilinen siyasi coğrafyada; ağır buhranlar yaratmalarla, savaşlar ve çatışmalar çıkartmalarla, işgal etmelerle, soykırımlar yapmalarla, Batı yanlısı göbekten bağlı siyasi iktidar değişikleri yapmalarla, batı yanlısı muhalefet oluşturmalar, tek yanlı propaganda yapımları, insan hakları ihlalleriyle, devletleri bölme parçalama atılımlarıyla, yeni devletcikler oluşturma girişimleriyle, rejimleri değiştirmelerle, halkları edilgenleştirerek boyun eğdirmelerle belli bir mesafe kat etmişlerdir.


Bu konuda malesef ABD ve diğer batılı emperyalistler, kullandıkları işbirlikçilerle birlikte gayet başarılı olmuşlardır.


Bugün, Yeni Batı İmparatorluğu kurmak için Batı, Anavatanımız Türkiye’de ise, AKP – F Tipi işbirlikçiler, terör örgütü PKK ve NATO cuların da içinde bulunduğu bir grup kullanılarak, etnik ve mezhepsel konular kaşınarak, coğrafik olarak bölmek amacıyla bir iç savaşa doğru sürüklemek istemektedir.


İç barış tehlikededir. Bunun yanında aynı işbirlikçi grup kullanılarak; Milli kurumların iğdiş edilmesi, sınırsız ve taşaronca yabancılar için özelleştirmeler yapılması, yabancılara toprak ve kurumların satışları, işçi ve çifçilerin haklarının ellerinden yavaş yavaş alınması, eğitimin bilim ve akıldışı hale getirilmesi, eğitimde 4+4+4 sistemi ile ABD yanlısı yeni Emevi nesiller yetiştirme çabaları, Üniversitelerin özerkliklerinin ellerinden alınması, öğrencilerin ağır baskılarla karşılaşmaları, medyanın işbirlikçi grup tarafından kontrol altına alınması ve tek yönlü propagandalar yapması, devletteki yolsuzluğun bir alışkanlık haline getirilmesi, TSK’nın bugünkü NATO’cu Genelkurmay Başkanı da kullanılarak edilgenleştirilmesi ve komşularıyla savaşa sürülme çabaları, millici subayların yargılama ve hapishane yöntemleri ile teslim altına alınma çabaları, ekonominin tamamen batı tarafından kontrolü, milli olan herşeye karşı tutum alınması, korku toplumu yaratılması, yargının tamamen ABD ve diğer emperyalistler için siyasallaştırılması, güvenlik-kolluk kuvvetleri ve MİT’in kontrol altına alınması ve PKK gibi terör örgütlerinin muhatap alınması, Barzanilerin bir kısım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları üzerinde etki oluşturma ve yönlendirme çalışmaları, güvenliğin ve iç barışın yok edilmesi, Türkiye'nin ve Türkiye üzerinde Türklerin egemenliğinin, kendi milli ve millet varlığının sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir.


Dışarda ise, Türkiye ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistler ve onların kullandığı işbirlikci grup tarafından, tüm komşularla gergin, savaş isteyen ve bunun için tezkere bile çıkaran, taşaronlaşan, iradesiz, komşuları rahatsız eden ve iç savaş çıkartan terör örgütlerinin üs kurduğu ve silah sağladığı barış düşmanı bir ülke haline getirilmiş ve aynı zamanda bölge ülkeleri, Bağlantısızlar, Çin ve Rusya tarafından dışlanan bir ülke durumuna düşürülmüştür.


Durum yukarda gibi iken, meclis dışındaki milli düşünen güçler ise dağınık, gittikçe ufalan, marjinalleşen, bir araya gelip bir merkez oluşturmayan, zaman zaman da sadece kendi siyasi parti ya da oluşumları dışında başka yerde bir birleşme olamayacağını yansıtan, hatta bir kısmı ise sadece birleşmenin kendi grubu altında olması gerektiği konusunda çağrı bile yapan ve bu konumlarıyla söylemde ve eylemde milli düşünse de asgari müşterekte milli bir cephe oluşturmadan kaçınan, benim arkamdan gelde israr eden ve istese de istemese de bu tutumları ile malesef gayri milli güçlere objektif olarak yardımcı olan bir durumdadır.


Milli Birlik için birlikte hareket etmekteki durum iç açıcı değildir ve vahimdir. Bazı doğru eylemlilikler olsa da, bölünmüşlüğün yarattığı boşluktan dolayı, organize bir birleşik bir cephe yaratılmadığı için, yapılan doğru eylemler belli yerlerin dışına çıkamamakta ve sonuç alıcı bir sürekliliğe ulaşamamaktadır.


Meclisteki muhalefet ise zaman zaman emperyalist Batının emirlerinden çıkmayan işbirlikçi grup ile beraber hareket eden ilkesiz ve eylemsiz bir konumdadır. Artık bu anlamda Meclisin aldığı kararların meşruluğu kalmamıştır.


Kamuoyu araştırmaları ve izlenimler artık Türkiye’nin ve milletinin kimliğinin sorgulandığı durumdan milletin çoğunluğunun rahatsız olduğu ve bir çekim merkezi aradığını doğrulamaktadır.


Millet tedirgin ve çaresiz durumdadır. Tedirginlik, Milletin korktuğundan değil, sindiğinden değil ve akıl sahibi olmadığından değildir. Esas olarak güveneceği bir milli liderlik olmamasındandır. Bu durum çok iyi tespit edilmelidir ve ortak akıl kullanılarak Atatürk’ün yaptığı gibi bunun cevabı verilmeli ve millet bu tedirginlikten ve bilinmemezlikten kurtulmalıdır.


Bugünlerde, Milli Anayasa Forumu, 19 Mayıs, 29 Ekim, 10 Kasım, 13 Aralık gibi eylemlilikler ve bunun gibi girişimler olumludur. Bunlar kısa ve uzun vadeye yayılan bilgi vererek etkilemeye dayanan eylemlilik ve kamuoyu oluşturma çabalarıdır.


Ama esas olan milli güçlerin bir araya gelerek, milli kongrelerle, milli merkezi yaratacak, milleti milli pratik eylemliliğe çağıracak, milli eylemlilikte örgütleyecek, milletin içine girilerek yönlendirecek ve milleti, milli cephenin içine fiili olarak sokacak ve sonuç alacak, gündem belirliyecek, pro-aktif, ciddi bir koordinasyon örgütlenmesine yani acilen Türkiye Milli Birleşik Cephesi oluşumuna ihtiyacı vardır.


Teorik konular önemli olmasına rağmen öncelik Birleşik Cephe örgütlenmesinde olmalıdır. Çünkü esas yakıcı ihtiyaç olan bugün budur. Milli Anayasa Forumu, ADD, TGB, HES'lere karşı mücadele, Vardiya Bizde ve bunun gibi olumlu oluşum ve girişimler de Milli Birleşik Cephe’nin altında birim olarak yer almalıdır.


Kurulması gerekli olan Milli Birleşik Cephe’nin; felsefesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, ilkeleri devrim kanunları ve Anayasanın ilk 4 maddesi olmalıdır.


Liderlik Milli kongrelerde belirlenmeli ve dönüşümlü olmalı, eylemde ve söylemde asgari birlik yaratılmalı, bölge, şehir, kasaba, nahiye, köy ve mahallelerde en ücra yerlerde bile (Yurtdışında da) hızla örgütlenilmelidir.


Örgütlenme ve örgütlemelerde Türk Milletine aidiyet gösterme ve her yönüyle milli olmak yeterli olmalıdır. Bu örgütlenme her sosyal sınıftan, sivil ve resmi görevli olan her insanı kapsamalıdır.


Milli güçlerin tüm olanakları Cephenin hizmetine verilmelidir.Milli güçler aralarındaki bugün için lüks olan ayrılık ilkelerini, siyasi ve ideolojik yönleri dondurmalıdır hatta bir kenara itlmelidir. Çünkü artık sorun Türk kalmanın, Türkiye’nin Devlet ve Millet varlığının var olma yok olma sorunudur.


Bu bakımdan Atatürk’ü lider kabul eden, onun ilke ve devrimlerine sahip çıkan ve Türklüğe aidiyet gösteren ve milli düşünen her Vatan evladının, artık içeriği ve hedefi Milleti ve Devleti kurtarmak ve büyük ihtiyaç olan Türkiye Milli Birleşik Cephesi’nin oluşumunda yer alması kaçınılmazdır.


Ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" şiarının tekrar hayata geçirilmesi ve Türkiye’nin ve milletin itibarı da buna bağlıdır.


Bu anlamda Ya Milli Birleşik Cephe oluşturulacak Milli bir koordinasyon kurulacak ve Türkiye kurtulacaktır ya da Birleşik bir Cephe oluşturmak için bir araya gelme ve oluşumu oluşturma red edilerek ve benim arkamdan gel çıkmazında ısrar edilerek, Türkiye’nin parçalanmasına ve Devletin ve Milletin yok olmasına ortak olunacaktır. İkinci bir yol artık yoktur.


Yukardaki sebep ve sonuçları bir kez daha düşünerek, Milli güçler bir araya gelmeli ve acilen Milli Cephe’nin oluşumunu gerçekleştirmeleri gerekmektedir.


Bu anlamda Millet artık oluşturulması gereken Milli Birleşik Cephe’de örgütlenmeli ve Türkiye, Devlet ve Millet olarak girdiği çıkmazdan, işbirlikçilerden, emperyalistlerden ve sahte muhalefetten kurtarılmalıdır.


Birlik olunmalıdır. Milletin iradesi yeniden tabii kılınmalıdır. Hızlı hareket edilmelidir. Cephe kurmak için kaybedilecek bir saniye bile zaman yoktur.


Bu anlamda, her Türk evladına ve kendini milli kabul eden her örgütlenmeye acilen Milli Birleşik Cephe’nin kurulması için bir araya gelmesi, Cephenin hayata geçirilmesi ve Kurtuluş için sonuç alınması anlamında bu çağrıyı yapıyoruz.


Şimdiden mücadelenizde başarılar dileriz.
Haydi Türkiye Milli Birleşik Cephesi’ni Kuralım!
Bir olalım, İri olalım, Diri Olalım Türkiye’yi Kurtaralım!
Ne Mutlu Türküm Diyene!



Sefa M.YÜRÜKEL, 14 Aralık 2012
Lahey Türklere Soykırımları Araştırma Vakfı Adına, Başkan - Lahey, Hollanda



______________________





Lord Curzon akşam ABD Temsilcisi Mr.Child ile birlikte İsmet Paşa'yı ziyarete geldi. Havadan sudan konuştular. Lord Curzon konferansın iyi gitmediğinden yakındı.  Ayrılmadan önce tane tane şöyle dedi:


“Bir neticeye varacağız ama, biz memnun ayrılmayacağız. Hiçbir konuda bizi memnun etmiyorsunuz. 

Her dediğimizi, makul olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın kabul etmiyorsunuz. 
Hepsini reddediyorsunuz.
En sonunda şu kanaate vardık ki ne reddederseniz, her birini cebimize atıyoruz.  Ülkeniz haraptır, imar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır. Parayı nereden bulacaksınız? 
Para bugün dünyada bir bende vardır, bir de şu yanımdakinde. Unutmayın, ne reddederseniz, hepsi cebimdedir. 
Nereden para bulacaksınız, Fransızlardan mı? 
Para kimsede yok, ancak biz verebiliriz. 
Memnun olmazsak kimden para alacaksınız, harap bir ülkeyi nasıl kurtaracaksınız? 
İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, 
bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkarıp size gösterecek, önünüze koyacağız.” 

Yeni Lord Curzonların, ustaları Lord Curzon'un uyarısına tam bir bağlılıkla uyduklarını görüyoruz. Keşke Lord Curzon'un 

bu sözleri de Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi gibi basılıp duvarlara asılsaydı, kuşakları uyanık tutsaydı.

TURGUT ÖZAKMAN

CUMHURİYET, TÜRK MUCİZESİ
Cilt 1, sayfa 199-200-389









“Devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmesi ilkesi”
 Lozan Barış Antlaşması
24 Temmuz 1923

"Günümüzde de mazlum ülkelerin emperyalistler karşısında
dayanabileceği bir uluslararası hukuk kanıtı olarak görülmektedir. 
Türkiye, uluslararası diplomaside ısrarla, 
kendisine insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkışan, 
elleri kanlı ve beyinleri-yürekleri kapkara kirli emperyalistlere karşı bu meşru belgeleri başı dik olarak ileri sürmelidir."
Prof. Dr. Ahmet SALTIK











Yurtta Sulh Cihanda Sulh






Bağımsızlık ve Özgürlük Benim Karakterimdir...














12 Aralık 2013 Perşembe

KÜRTLERDEN LOZAN HEYETİNE GİDEN MEKTUP

Orhun Abidelerin de
" EY, TÜRK VE KÜRT BEGLERİ...BEN KÜRT BEGİ ALP EREN URUNGU..."
diye başlıyor.


Lozan'a gönderilen tarihi mektup (1923)


Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Millî an'anelerimiz ve özelliklerimizden (yiğitlik, kahramanlık vb.) dolayı Türkler bize 'yiğit ve cesur' manasına gelen Kürt ismini vermişlerdir.

Kürt adıyla anılan ve büyük hizmetleri geçen kahramanların isimlerinin yaşaması amacıyla Deminan, Haydaran, Kureyşan ve Lolan gibi isimler kabile ve aşiretlere verilmiştir. Bu aşiretler, bugün anavatanın Doğu Türkleri'ni oluşturmaktadırlar.

Kürtlerin 1876 tarihinden önceki ve sonraki durumları araştırılacak olursa, İranlı misyonerlerin aşiretler üzerinde yaptıkları çalışmaların sonucunda Kürtler kendi öz lisanları olan Türkçe lehçesini ve öz kültürlerini yavaş yavaş kaybettiler.

Bundan dolayı Erzurum, Van, Bitlis ve Musul taraflarındaki aşiretler Farsçadan başka bir şey olmayan Kırmanç adı verilen Farisi lehçeyi konuşmaya başladılar.

Bu misyoner faaliyetlerinden az etkilenen Harput ve Diyarbakır taraflarındaki aşiretler ise ana dilleri olan Türk lehçesi ile karışık Zaza lehçesini konuşmaya başladılar.

Bu öz Türk oğlu Türkleri Yavuz Sultan Selim Han Kürtlerin Hanı Şeyh İdris-i Bitlisi'ye gönderdiği fermanla kendi ülkesine dahil etti. O günden bu güne kadar Türk akrabalarının şefkat ve himayelerinde huzurlu ve rahat yaşamakta ve Türk lehçesi ile de konuşmaktadırlar.


Genel değerlendirme

Yukarıda yapılan değerlendirmelerden sonra, İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'a sorarız ki; İranlıların dilini konuşmakla, o millete mensup olunduğu kabul edilirse İngilizler de dahil her milletin durumu tartışılır.

Doğu ülkelerini istila eden ve genellikle dünyanın kendi toprakları içerisinde olmasını hayal eden İngilizlerin, diğer milletlerin kabullenemediği 'müstemleke' kelimesinin yerine kulağa hoş gelmeyen ve aynı manayı taşıyan 'manda' kelimesinin de aslında aynı şey olduğunu Kürtler anlamıştır.

Dünyadaki zenginlik kaynaklarına sahip olmak isteyen İngilizlerin onikide onu Türk olan Musul'u ve petrol kaynaklarını biz Türklere çok görmesini hayretle karşılıyoruz.

Lozan Konferansı'nda İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'un Dersim ve Bitlis olaylarından bahsederek tek millet olan Türk ve Kürt arasına ayrılık fikirleri sokma gayretini biz Kürtler anladık.
Biz Kürtler, Avrupa ve İngiliz diplomatlarının parlak vaatlerinin altında kendi menfaatlerinin olduğunu biliyoruz. Ve bundan dolayı kendi direniş kuvvetlerimizi oluşturduk. 1917 yılında İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon gibi bağımsızlık vaatlerinde bulunan Ruslara biz Kürtler: 'Biz Türküz, bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır' dediler.

İşte bugün bütün Kürtler Lozan'daki Avrupa ve bilhassa İngiliz diplomatlarına aynı cevabı veriyoruz. Kürtler bağımsızlıklarını kendilerini yok edecek yabancılara değil kendi ailelerinden olan Türklere ve onları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne emanet etmişlerdir.

Sonuç olarak biz Kürtler, İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'un bizler için fikirler üretmemesini rica eder ve Lozan'daki Temsil Heyeti'ne ve Reisi sevgili hemşehrimiz İsmet Paşa Hazretlerine başarılar dileriz.


24 Kânûn-ı Sânî 339 (24 Ocak 1923)
Umûm Kürt Amele ve Esnâf Cem'iyyeti Re'isi Salih Kahyâ nâmına Erzurumlu İsa-zâde Ahmet
İstanbul'da Umûm Kürtler nâmına Lolan Aşîreti Re'isi ve sâbık Kürt Gençler Cem'iyeti Re'isi (Düzer)-zâde Dersimli Mehmet Sabri
 
Kaynak:24 Kanun-i Sani (1339-24 ocak 1923), Devlet Arşivleri Genel
Müd.,Başbakanlık Osmanlı Arşivi,HR.İM, 60/3



________


BİRİNCİ KÖRFEZ SAVAŞI’NDAKİ MÜLTECİLERİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ:

Irak’tan ülkemize üç ayrı dönemde sığınma olayı yaşanmıştır. Bu sığınma olaylarının birincisi, 28 Ağustos 1988’de İran-Irak savaşı sonrasında Saddam’ın askerlerinden kaçan Kuzey Iraklılar, canlarını kurtarmak için Türkiye’ye sığınmışlardır.

İkinci sığınma olayı, 2 Ağustos 1990 tarihinde Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle bir bölümü asker olan Iraklıların Türkiye’ye kaçmasıyla gerçekleşmiştir. 

Üçüncü sığınma olayı ise Saddam’ın 17 Ocak 1991’de başlayıp 27Şubat 1991’de sona eren Körfez Savaşı sonrasında 1 milyon dolayındaki Iraklının İran’a, 460 bin Iraklının da Türkiye’ye kaçmasıyla gerçekleşmiştir. 

Bu sığınma olaylarından en önemlisi kitlesel sığınma olayı olan Birinci körfez savaşı sonrasında yaşanan sığınma olayıdır. 

Irak 27Şubat 1991’de BM Güvenlik Konseyi’nin almış
olduğu 12 kararı da kabul etti ve savaş sona erdi. 

Savaşın sona ermesiyle birlikte Irak’ta Güneyde Şii Mezhebine bağlı olanlar ile Kuzeydoğuda bulunan Kürtler, dış ülkelerinde desteklemesiyle Saddam rejimini devirmek maksadıyla iki koldan başkaldırdılar. Bu arada Irak Güçleri toparlanarak hava ve kara kuvvetleriyle önce güneydeki Şii ayaklanmasını sonrada kuzeydoğudaki Kürt ayaklanmasını bastırdı. Irak Güçlerinin yaptığı harekât neticesinde Şiiler ve Kürtler bozguna uğrayarak İran ve Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladılar. Can güvenliği kaygısıyla yaklaşık 500.000 Irak vatandaşı yerlerini terk ederek, kitlesel olarak kaçmış, 2 Nisan 1991 tarihinden itibaren Türkiye’nin sınırlarına ulaşmaya başlamıştır. 

Bölgeye Hakkâri ve Şırnak illeri sınırlarından giriş yapmaya başlamışlardır. Kaçanlar arasında savaş sırasında arada kalan Türkmenler, Hıristiyan kökenli (Keldani ve Nasturi) kimseler ile az miktarda Saddam rejimi muhalif Araplar bulunmakla beraber çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır.

Henüz ağır kış şartlarının hüküm sürdüğü Nisan ayının başlarında Türk sınırına yaklaşan sığınmacıların durumu çok kötüdür. Türkiye aynı tarihte 1988 sığınma olayında Türkiye’ye gelip hala burada barındırılan sığınmacılarla, 1989’da Bulgaristan’dan göçe zorlanmış
320.000 Türk’ün yarattığı sorunların ağırlığını taşıyacak kadar güçlü olmadığı için sığınmacıları kabulde ihtiyatlı hareket etti.

5 Nisan 1991 tarihli Cumhuriyet Gazetesi başsayfasında “Cumhurbaşkanı BM’den Saddam’a dur denilmesini ve sınırdakilere yardım yapılmasını istedi.” Başlıklı haberinde, Türkiye’nin şu an için sınırını açamayacağını, bu konuda Batı ülkelerinin tavrının beklendiğini, 1988’de göç sırasında Türkiye’ye kabul edilen sığınmacılara Batı’nın sahip çıkmadığını belirtti.

Türkiye insani duygularla bu zavallı kişilere sınır ötesinde gıda ve ilaç yardımı yaparak B.M. Güvenlik Konseyini toplantıya çağırmış ve soruna çözüm bulunmasını istemiştir. Benzer istekler Fransa ve İran tarafından da yapılmıştır.

BM. Güvenlik Konseyi 5 Nisan 1991 tarihinde 688 nolu kararı alarak tüm üye devletleri ve tüm insancıl kuruluşları yardım çabalarına katkıda bulunmaya davet etmiştir. Bu karar uyarınca yabancı ülke ve kuruluşlardan gelecek yardım zamana bağlıdır. Fakat yaklaşık 500.000 sığınmacı soğuk ve yağmura rağmen güney sınırımız boyunca dolmuştur. Açlık, yorgunluk ve hastalıklar ölümlere yol açmaktadır. Bu ortamda sınır hukuken olmasa bile fiilen açılmış durumdaydı. 

Yüz binlerce insan Hakkari ve Şırnakillerinin yerleşim yerlerine yaklaşmışlar ve oralarda gelişi güzel konaklamaya başlamışlardır.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal 7 Nisan’da, Kürtlerin BM koruması altında Irak’taki topraklarına geri götürülmesinden söz ederek 688 sayılı karara somutluk kazandırdı. Bu konuşmayı takip eden gelişme İngiltere Başbakanı John Major’un, Lüksemburg’daki Avrupa Topluluğu zirvesinde, Irak’ın kuzeyinde bir Kürt bölgesi kurulmasını dile getirmesi olmuştu. 

Ancak “Kürt Bölgesi” deyiminde bir Kürt devletinin çekirdeğini oluşturma ihtimalinin yaratacağı kaygı göz önüne alınarak deyim değiştirildi. Daha yumuşak ve belirsiz anlam taşıyan“güvenlik bölgesi”,“geçici tampon bölge” ifadeleri kullanıldı.

Major’un ortaya koydugu bu formül iki aşamadan oluşmaktadır.
İlk aşamada Türk sınırına yığılan sığınmacılar için küçük bir bölge kurulacak, ikinci aşamada ise bu bölge genişletilecektir . 

ABD’nin 7 Nisan tarihinde yaptığı havadan malzeme yardımı ile "Huzur Operasyonu" başladı. Ancak kalıcı çözüm için Mültecilerin kendi topraklarına döndürülmesi gerekmektedir. Bu ise, Kuzey Irak’tan Irak ordusunun ve emniyet güçlerinin çekilmesi ile mümkün olacaktı.

Bu soruna çözüm önerisi Türkiye’den geldi. Öneri, Irak toprakları içerisinde bir güvenlik bölgesinin oluşturulması ve sığınmacıların uluslararası teminat altında tutulacak bir bölgede barınması yönündeydi. Bu önerinin benimsenmesi sonrasında Irak’ın
kuzeyinden geçen 36ncı paralel ve Türk sınırı arasında kalan bölge tampon bölge (güvenlik bölgesi) olarak oluşturuldu. 

Bu gelişmeler sonrasında Mayıs ayının ortalarından itibaren Türk sınırı içerisinde ve dışında kalan mülteciler gerek Türkiye gerekse diğer devletlerin sağladığı imkânlarla güvenlik bölgesine taşındılar. 
Ancak Agustos 1991 yılı itibarı ile arta kalan yaklaşık 5000 mülteci Türk topraklarında kaldı.

Gelen sığınmacı sayısının fazlalığı ve daha önce yaşananlardan edinen tecrübeler ışığında, Türk hükümeti hızla daha önce çıkarılmış olan bazı kararları uygulamaya almış ve gelen Irak vatandaşlarını “sivil” ve “asker” olarak gruplara ayırmıştır. Asker olan Irak vatandaşlarını 4104 sayılı yasa gereği Milli Savunma Bakanlığı denetim ve gözetimi altında özel kamplara alındı.

Bu sığınmacılara ait ilk toplanma yerleri Sırnak iline bağlı Işıkveren, Kayadibi, Yıldız, Yekmal, Andaç, Ortaköy kamp merkezleri ile Hakkâri iline bağlı Üzümlü, Asmaköprü, Narlı, Isıklı, Karasu, 49 numaralı Sınır Taşı, Yeşilova ve Pirinçeken gibi merkezler olmuştur. 

3 Mayıs 1991 yılına kadar burada kalmalarına müteakip Batılı ülkeler ve uluslararası araçlarla geldikleri yerlere geri dönmeye başlamışlardır. Mayıs ayı sonunda sığınmacı sayısı 14.000’in altına inmiştir. 29 Ekim 1991 tarihi itibariyle kalan sığınmacı sayısı 4.199’a inmiş ilk iki sığınma olayından kalanlarla birlikte toplam sıgınmacı miktarı 25.675 kişidir.

Diğer taraftan Türk hükümeti, mülteci düzeyinde ki olaylara ilişkin olarak, bakanlık düzeyinde yönetim ve koordinasyonu zorunlu görmüş, 3 Nisan 1991 tarihinde Devlet Bakanı M. Vehbi Dinçerler’i koordinatör bakan olarak görevlendirdi. Bakan aynı gün Diyarbakır’a gitmiş ve Olaganüstü Hal Valiliğinde çalışmalarına başlamıştır. Bu gelişmelere ilave olarak 14 Nisan 1991 tarihinde Koordinatör Bakanlığı başkanlığında bir “yönetim merkezi” oluşturdu.

Başbakanlığa doğrudan bağlı olan bu kuruluşta, Başbakanlık, Genel Kurmay Baskanlığı, Devlet Bakanlığı, M.S.B, İçişleri, Dışişleri, Bayındırlık ve İskan, Sağlık,Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlıkları, M.G.K Genel Sekreterliği, MİT Müsteşarlığı, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlügü, Kızılay temsilcileri haftalık koordinasyon toplantılarına katıldılar. 

Ayrıca “insani yardım” faaliyetine katılan yabancı devlet büyükelçileri veya temsilcileri ile uluslararası kuruluşların temsilcileri ve yabancı gönüllü kurulusların temsilcileri, her toplantının ilk otuz dakikalık bölümüne katıldılar.

Bu merkezin kurulmasında ki maksat Irak’tan gelip geçici barınma merkezlerinde bulunan Iraklıların barınma, yiyecek, sağlık ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak ve bu konuda alınması gereken tedbirleri koordine etmek, uygulamaları takip etmekti. 

Yönetim merkezi ilk toplantısını Koordinatör Devlet Bakanı’nın başkanlığında 22 Nisan 1991 tarihinde yaptı. Merkezin temel görevi ise Bakanlıklar ile kurum ve kuruluşlar arasında kikoordinasyonu hızlandırmak, hükümet görüşünü ve kararını gerektiren konuları üstmakama ileterek çözüme çabuk bir şekilde ulasmak, diğer illerde kurulmuş bulunan İl Koordinasyon ve Destekleme merkezlerini yönlendirmektir. Yönetim merkezi ilk toplantısından sonra her hafta Çarsamba günleri olmak üzere altı toplantı yapmış ve sığınmacıların topraklarımızı terk etmesi üzerine 10 Temmuz 1991 tarihinde Devlet
Bakanlığının koordinatörlük görevine ve Yönetim Merkezinin varlığına son verilmiştir.

Türkiye’nin hem 28 Agustos 1988 tarihinde, hem de 2 Agustos 1991 Körfez Krizi esnasında ve sonrasında Kuzey Iraklı sığınmacılar nedeniyle katlanmak zorunda olduğu mali külfetin değeri, toplam 1.548.978.235.260 TL’dir.

Kalkınmakta olan bir ülke olarak yatırım sermayesine büyük ihtiyaç duyan Türkiye, dünya çapında uluslararası bir olay olan Iraklı sığınmacılara, her ülkeden çok daha fazla yardımda bulunmuştur. 

Ülkelerin hızlı bir ekonomik yarış ve kalkınma çabası içinde bulunduğu dünyamızda Türkiye Iraklı sığınmacılara, kendi kalkınmasında kullanacağı milyonlarca doları gözünü kırpmadan vermiş ve sığınmacılara yardım elini uzatmıştır. Yapılan bu yardımların Türkiye açısından önemini küçük bir kıyaslama ile
ortaya koymak mümkündür.

Türkiye’nin 1990 yılı Genel Bütçesinden Milli Egitim Bakanlığına ayrılan ödenek 8.506.541.000.000 TL’dir. 

Dolayısıyla Iraklı sığınmacılara yapılan yardım, Türkiye’nin 1990 yılı içinde Eğitime ayırdığı paranın % 18’ini oluşturmaktadır.


I. ve II. KÖRFEZ SAVAŞIN'NIN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ
ALPTAN ULUTAS,2006





Gelen sığınmacılar, kalan sığınmacılar, pkklı olanların beyin yıkamaya başlaması, terör olaylarının artması, paranın başka kanallara akıtılması ve eğitimin köreltilmesi .....

Sonra da Türkiye'yi suçlamak....PES !!!

SB

....