Translate

Timur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Timur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2013 Pazartesi

Anadolu, Orta Asya ve Timur - Ruy Gonzales de Clavijo




Gidip görmek istediğimiz ilk yer Saint John Kilisesi idi.(8)

Saint John Kilisesi, Blachernea sarayından pek uzak değildi. Kilisenin dış giriş kapısında , Saint John'un mozaikleriyle işlenmiş bi sureti göze çarpıyordu. Bu suret hayli uğraşılarak yapılmış mükemmel bir şeydi. 

Kapıdan girerken, dört direğe dayandırılmış muazzam bir kubbe görülüyordu. Asıl kilise binasına girmek için, bu kubbenen altından geçmek lazımdı. Kubbenin içi ve cidarları resim ve tasvirlerle işlenmişti. 

Mozaikler altın yaldızlı veya mavi, beyaz, yeşil ve kırmızı renklerde boyanmıştı. Bunun altından geçerek büyük bir avluya varılıyor. Avlunun etrafındaki kemerlerden, arkadaki binalara çıkılmakta. Burada serviler ve daha başka ağaçlar göğe doğru uzanıyor.

Bundan sonra asıl kubbe altında güzel bir çeşme vardı. Siyah beyaz taşlardan yapılmıştı. Asıl kilise binası, yarım dairelerle çevrilmiş bir murabba (dörtgen) idi. Kubbe yeşil sütunlara dayanıyordu.

Kiliseye girince, üç küçük zaviye ile karşılaşılıyor. Her birinin mezbahı (kurban kesme yeri) ayrıdır. Yüksek mezbah ortada olandı. Zaviye kapılarında, gümüş yaldızlı levhalar vardı. Mezhabı daha yüksek olan zaviyede, dört yeşil sütün üzerinde asılmış gümüşten haçlar görülmekteydi. Bunlar türlü taşlarla işlenmişti.

Zaviye kapıları, bir yandan bir yana uzayabilen genişlikteki ipek perdelerle örtülü idi. Papazlar ayin icrası için içeri girerken bu perdeler açılıyor, böylece içerde bulunanlar papazın nerden girdiğini görmemiş oluyor.

Tavanlar gösterişli mozayiklerle işlenmişti. Bir tarafta, İlah-Baba'nın tasviri gözüküyordu. Duvarlar da , ta yere kadar süslenmişti. Yüksek mezbahı olan zaviyenin etrafındaki oturma yerinin arasına, birinin tükürüp yeri kirletmemesi için bakırdan kaplar konmuştu.

Burada, gümüş ve billurdan yapılma birçok lamba da vardı. İçerde çok sayıda saklı mukaddes eşya vardı. Ama bu eşyayı barındıran sandıkların anahtarları, İmparator'un kendisindeymiş.

Hem bu sandıklar, sıkı bir gözetim altındadır. Buna rağmen, özel olarak bize, Saint john'un sol kolu gösterildi. Bu omuzdan parmak uçlarına kadar tam bir koldu. Kıymetli taşlarla bezenmiş altından bir bağ dirseğe geçirilmişti.

Bundan başka kilisede, Hazreti İsa'ya ait birçok mukaddes eşya bulunduğunu öğrendik. Ama bunlar bize bugün gösterilmeyecekti. Çünkü İmparator ava çıkmıştı. Anahtarları ise İmparatoriçe'nin gözetiminde bırakmıştı. İmparatoriçe de bunları göndermemişti. Ancak daha sonraki günlerde bu mukaddes eşya bize gösterildi. Bundan biz de ilerde bahsedeceğiz.


Ruy Gonzales de Clavijo
Anadolu, Orta Asya ve Timur (Embajada a Tamor Lan)
Timur nezdinde gönderilen İspanyol Sefiri Clavijo'nun seyahat ve sefaret izlenimleri ( Clavijo 1412 de ölmüştür.)


dipnot:
(8) Eskiden Petra denilen ve günümüzde Kesmekaya diye bilinen yerde olduğu belirtilen bu kilisenin bir izi kalmamıştır. O zamanlar Boğdansaray'da bulunduğu da söyleniyor. Boğdan'dan Bab-ı Ali'ye gönderilen elçilerin ikametgahı imiş.



_______________.




23 Şubat 2013 Cumartesi

HİNDİSTAN'da TÜRK-MOĞOL UYGARLIĞI ve JODHAA AKBAR



JODHAA AKBAR
Yönetmen: Ashutosh Gowariker , 2008 , Hindistan
Oyuncular: Aishwarya Rai, Hrithik Roshan, Amitabh Bachchan

16. yüzyılda geçen büyüleyici bir aşk masalı… Moğol İmparatoru Celaleddin Muhammed Akbar ve Hindu Rajput prensesi Jodhaa… İki krallığın ittifakı için yapılan zorlama bir evlilikten gerçek bir aşk doğuyor. İmparatorluğunun sınırlarını, birbirinden başarılı fetihlerle; Himalayalar'dan Afganistan'a kadar devasa bir alanda genişleten İmparator Akbar için politik başarının çok da değeri yoktur. 

Onun için, refah bir imparatorluğun tanımı, barış, huzur ve hoşgörü içinde yaşayan halklardır. Hoşgörüsü, cömertliği, gücü ve zekası ile İmparator Akbar, sonunda Hindu bölgesinin en saldırgan ve cesur halkı olan Rajput'ların sadakatini de kazanır. Her iki taraf da bu bağlılığın daha da güçlenmesi için ne yapılması gerektiğinin farkındadır. İki taraf arasında bir evlilik. Güzeller güzeli Rajput prensesi Jodhaa, babasının zoruyla, hiç görmediği İmparator ile evlenmeyi kabul eder. 

Ama gerçek bir Müslüman olan Akbar'dan, kendi geleneklerini koruyacağı konusunda söz ister. Prensesin, sarayına kendi rızasıyla gelmediğini fark eden İmparator, Jodhaa'nın ve Rajput halkının kalbini kazanmak ve imparatorluk sınırları içinde hayalini kurduğu refahı sağlamak için şimdiye dek alışık olmadığı bir sınav vermek zorundadır. Bunlar yetmezmiş gibi, imparatorluğu içten yıkmak isteyen güçler yavaş yavaş harekete geçer. Akbar acımasız iç ve dış savaşlarda krallığının bütünlüğünü korumaya çalışırken, eşine az rastlanır güçlü ve gerçek aşkın kollarında bulur kendini… Ve fark eder ki onun için asıl savaş şimdi başlamaktadır…(alıntıdır)

FİLMİ TÜRKÇE DUBLAJ İZLEMEK İÇİN: tıklayın




Ekber Şah
Ekber Şah tam adıyla Abül Fatih Celaleddin Muhammed Ekbar ,Babası Hümayun Şah'ın ardından 1556-1605 arası 14 yaşında Babür İmparatorluğu tahtına geçmiştir

Ekber Şah bir Timur torunu olarak Osmanlı Devletine hep tepeden baktı ve hükümdarlığı döneminde Osmanlı Devleti ile resmi hiçbir ilişki kurmadı. O sırada cereyan eden Osmanlı-Safevi çatışmasında Safevilerden yana tavır aldı. Babür, Humayun ve Ekber Şah’ın dönemlerine dair tarihi bilgiler ve edebi eserlere  dayanarak , sarayda eski Özbekçenin etkili olduğunu anlamaktayız.

Ekber, Hint geleneğinin yüzlerce yıllık adaletsiz uygulamalarına son verdi ve adil mahkemeler kurdu. Vergi toplamada adaletli olmaya önem verdi. Hindu ve Müslümanların kendi geleneklerine göre yargılandıkları bir hukuk düzeni geliştirdi. Fethpur Sikri’ni, mimarların yanı sıra bilgin, şair, edebiyatçı ve ressamların bir araya geldiği bir sanat merkezine dönüştürdü.

Ekber, Türk-İslam mimarisi en güzel yapıtlarının yapılmasını sağladı. Bunların başında Fethpur Sikri'deki beş katlı Türki Sultana Sarayı, 1602'de Handeş'in fethi anısına yapılan ve dünyanın en büyük kapılarından Bülend Dervaze ile Lahor'daki Aynalı Saray sayılabilir.

Ekber Şah'ın oğlu Cihangir (31 Ağustos 1569, Fethpur Sikri - 28 Ekim 1627, Hindistan), Babür İmparatorluğu'nun dördüncü hükümdârı (1605-1627). Ve Ekber Şah'ın Cihangir'den olma torunu Şah Cihan eşi Mümtaz ve Taç Mahal...





TAÇ MAHAL


Tac Mahal, Babür İmparatorluğu'nun 6. hükümdarı Şah Cihan (Şah-ı Cihan:Dünyanın Şahı) (1593-1666) tarafından, o zamanki imparatorluğun başkenti olan Hindistan'ın Agra şehrinde, Jumna (Yamuna) Nehri'nin kıyısında yaptırılmıştır. (Babür Şah'ın Hindistan da kurduğu Türk İmparatorluğu, Hindistan'da 332 yıl (1526-1858) egemen oldu.)

Bir isyanı bastırmak için ordularıyla Burhanpur'a giden Şah Cihan'a, dokuz aylık hamile olmasına rağmen her zamanki gibi eşi Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) de eşlik etmişti. Mümtaz Mahal, 14. çocuklarını doğururken öldü.(1631)Şah Cihan, eşinin ölümünden sonra 2 yıl yas tuttu. Artık devlet işlerine ilgisini kaybeden hükümdar, teselliyi sanat ve mimaride buldu. Eşinin ölümünün ertesi yılı 1632'de Tac Mahal'in temeli atıldı.

Yapının mimarları; Mimar Sinan'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi ile yapıdaki yazıları yazan Hattat Serdar Efendi, eserin yapımı için Şah Cihan tarafından İstanbul'dan davet edilmişlerdi. 1632'de inşasına başlanan eser, 20 yıl sonra 1652'de tamamlanmıştır.




Ekber Şah'ın ataları : Timur ve Babür


TİMUR


Timur İmparatorluğu veya diğer kullanımla Timurlular Devleti ,Fars ve İslam medeniyeti unsurları ile Türk-Moğol devlet ve askeri teşkilat unsurlarını bünyesinde barındıran ve soyu Türk-Moğol boylarından biri olan Barlaslar'a dayanan Çağatay Emiri Timur tarafından kurulmuş bir Türk-Moğol devleti.

Timur, Cengiz İmparatorluğu'nu yeniden kurmak amacıyla faaliyetlere başlamıştı. İran'ı almış, Hindistan'a da seferler düzenlemişti. Karakoyunlu emiri Kara Yusuf ve Bağdat Emiri Ahmet Celayir Yıldırım Bayezid'e sığındığı zaman. Celayir ve Karakoyunlu Beyleri Timur hakkında atıp tuttular. Erzincan'dan kaçan Mutahharten ise Timur'u Yıldırım Bayezid'e kışkırtmıştı. Bu yüzden Timur Emirleri geri istediyse de, Yıldırım Bayezid bunu reddetti ve bu olaydan dolayı Timur ile Yıldırım Bayezid'in araları açıldı. Anadolu'ya giren ve Sivas'ı yağmalayan Timur, seçme askerlerden oluşan ordusu ile birlikte Anadolu'da ilerlemeye devam etti. Osmanlı Ordusu da harekete geçti. İki ordu Ankara'da Çubuk Ovası'nda karşılaştılar.


Yıldırım Bayezıd 
Yapılan Ankara Savaşı'nda Yıldırım'ın kuvvetlerinden olan Kara Tatarlar gibi kuvvetlerin Timur tarafına geçmesi Osmanlı Ordusunun dağılmasına neden oldu. (20 Temmuz 1402)

Yıldırım Bayezid, Timur'a esir düştü. Bu savaş Osmanlı Devleti'nin 11 yıl kadar duraklamasına neden oldu. Anadolu Türk birliği dağıldı ve Anadolu'daki beylikler tekrar ortaya çıkarak güçlendi. Başsız kalan Osmanlı Devleti'nde karışıklıklar başladı. (alıntıdır)


BABÜR

Babür İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk hükümdarıdır. Soyu, baba tarafından Timur anne tarafından Cengiz Han'a dayanan Babür Şah, 1519'dan itibaren Hindistan'a düzenlediği seferler sonunda bütün Kuzey Hindistan’ı kontrol altına alıp 1526’da Delhi Sultanlığı'na son vererek Hindistan topraklarında tarihte Hint Moğol Emirliği ve Hint Moğol Sultanlığı , kendi adlandırması ile de Gurakānī olarak bilinen Babür İmparatorluğu'nu kurmuş ve Hindistan'da Türkler için ilk defa bir hakimiyet alanı teşekkül etmiştir.


Babür Şah'ın Çağatay dönemi edebiyatına önemli katkıları olmuştur. Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı ve yaptıklarını kronolojik olarak anlattığı Babürnâme Türk edebiyat tarihinin nesir türündeki başyapıtlarından biri olarak kabul edilir. Hatt-ı Baburi denilen yazı şeklini geliştirmiş olan Babür Şah aynı zamanda Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevai'den sonraki en büyük şairi olarak kabul edilir. Fars kültüründen de yoğun olarak etkilenmiş olan Babür Şah'ın hem kendisi hemde halefleri üzerindeki bu etki, Hindistan'da bu kültürün önemli derecede gelişmesine sebebiyet vermiştir. (alıntıdır)

ve Babür ,Türk -Moğol ve İngilizler ve Hindistan NG belgeseli : tıklayın



İngilizler, sömürgeleri olan Hindistan’da Hintli dokumacıların ellerini, parmaklarını keserek el işi ip eğirme ve kumaş üretimine son vermiş, Hindistan’ın yerli dokumacılığını kanla ,şiddetle yok etmiş ve İngiliz malı fabrika işi kumaşlarına Asya’da pazar açmışlardı. 


Cengiz Özakıncı - Hangi Osmanlı ? ( yazı için tıklayın)


***


TÜRK KÜLTÜRÜNÜN HİNDİSTAN UYGARLIĞINA ETKİSİ

Bu çalışmada Hint medeniyetinin gelişmesinde Türk dünyasıyla kültürünün tesir ve nedenleri araştırılmıştır. Hint mimarisinde, mutfağında, Hint edebiyatında, sanatında ve diğer kültürel alanlarda Türk dünyasının ve İslâmiyet’in etkilerinin hissedildiğini açıklanmaktadır. Türk asıllı kaynaklar, Türkiye ile Hindistan arasındaki dil ve medeniyet ilişkilerinin neticesinde ortaya çıkmıştır. Hint dilindeki Türk kökenli sözler birkaç asırlık tarihi geçmişi olan tarihi ve kültürel ilişkilerin numunesi gibidir. Çeşitli yapılara sahip olan Türk lehçeleriyle Hintçe’deki sözcüklerin değişimine coğrafi, kültürel, tarihi ve sosyal etkenlerin sebep olduğu düşünülmektedir.


Türk lehçeleri ve kültürü geniş bir coğrafyaya yayılmış, pek çok komşu dil ve uygarlıklarla  ilişki kurmuştur ve bugün de bu temaslarını devam ettirmektedir. Hint dillerinin mevcut ve 
eski diğer dillerle bağlantılı olması bu dilin canlı bir tarihi gelişim süreci yaşadığının bir delilidir ve onu ilmi açıdan incelemenin, yalnızca Hint dillerinin tarihi değil, aynı zamanda diğer komşu dillerin tarihi için de ilmi önemi büyüktür. 

Hindistan topraklarına Müslümanların ilk defa girişi VII. yüzyıl gibi erken bir dönemin olayıdır. Fakat o dönemdeki seferlerin Hindistan’ın diğer bölgelerine yaptığı etki zayıftı. 

XI. yüzyılın ilk yarısında ise Hindistan adeta Müslüman Türklerin hücumlarının merkezine dönüşmüştür. Hindistan’da ilk Türk İslâm seferi 1001’de gerçekleşmiştir. O dönemde derebeylik düzenin dağınıklığını yaşayan Hint racalıkları (prenslikleri) bu saldırılara karşılık veremeden geriye çekilmek zorunda kalmışlardır. Süreç içerisinde Kuzey Hindistan’da Müslümanlar hâkimiyeti altında büyük bir devlet olan Türk Sultanlığı kurulmuştur. Taarruzunu güneye doğru devam ettiren bu devletin teşekkülü, Hindistan tarihi ve kültürüne büyük bir etkide bulunmuştur. Bu dönemden itibaren mimarlıktan, edebiyata, sanattan, yazıya ve mutfak kültürüne, bütün kültürel sahalarda İslâmiyet’in etkisi görülmeye başlanmıştır. 



Prof.Dr. Rauşangül AVAKOVA , Jenisbek ABELDAYEV , Bota BOKULEVA
El-Farabi Kazak Milli Üniversitesi, Almatı - KAZAKİSTAN  ( Devamı  için tıklayın) :



SB.


***




3 Aralık 2012 Pazartesi

AKSAK DEMİRİN DEVLET POLİTİKASI




Timurlenk Üzerine İnceleme





...Demir, 1336 İsa yılının 11 Mart Salı gecesi Keş'te doğdu. Babası Gazan Han'ın beylerinden Emir Turgay'dır. Anasının adı, Tekin Hatun'dur. Demir'in Cengiz gibi bir eli kapalı ve kanla dolu olarak doğduğu söylenir. Anası Cengiz sülalesindendir.
Demir, Maveraünnehir Sultanı Emir Hüseyin'in kız kardeşi Olcay Türkân'la evlendi. Kocasına vefasıyla şöhret bulan bu kadının ölümü, Demir'i çok üzdü. Demir, 1369 yılında, bütün Türk hakanları gibi kurultay önünde tahta çıktı. Hiçbir vakit sultan ve han unvanlarını kullanmadı.

Mührünü şöyle kazdırmıştı: "Men Timur" "Tanrı kulu."


O, bütün hayatını bir halk çocuğu olarak geçirdi ve bununla övündü...




Mahmut Esat Bozkurt






***




Avrupamerkezci Tarihe Karşı Milli Tarih

Mustafa Kemal Atatürk'ün ve Kemalist Devrim'in ideolojik önderlerinin tarihe, özellikle de Türk tarihine olan ilgisini biliyoruz. Bir yandan çöken bir imparatorluğun enkazından başı dik bir millet yaratılıyor, öte yandan Batı emperyalizmiyle her alanda kıran kırana mücadele ediliyordu. Bu mücadele aynı zamanda tarih alanında yürütülüyordu. Türk tarihinin ve genel olarak Doğu tarihinin Batılı oryantalistlerin/şarkiyatçıların denetiminden kurtarılması gerekiyordu.


Kemalistler, mazlum milletlerin tarihinde daha önce eşine rastlanmayan böyle bir mücadeleyi verirken, ayaklarını sağlam zemine basıyorlar, kendi köklerine dört elle sarılıyorlardı. "Milletin benliğini" ve yaratıcı yeteneğini geliştirmenin yolu da buydu. Başarıya ulaşmak için Türk tarihinin öncelikle Avrupalı önyargılardan temizlenmesi gerekiyordu.


Millete Özgüven Kazandırmak


Atatürk, 1920'lerde kendisiyle art arda söyleşi yapan Batılı gazetecilerle sürekli şu iletiyi veriyordu: "Bizden öğrenecek çok şeyiniz var." Bu boş bir gurur değil, nesnel bir saptamaydı. Kendine güvenin dayandığı bir temel vardı.


Devrimci gelenekten devrimci gelecek yaratmak amacıyla Türk tarihi irdelenirken Timur'a özel bir yer ayrıldı. Atatürk'ün Afet İnan'la yazdığı tarih notlarında, lise Tarih kitabında Timur ve devlet anlayışı ayrı bir başlık altında sayfalarca yer aldı. Daha 1923'te Timur ve Tüzükatı kitabı çevrildi ve yayımlandı.


Atatürk'ün 16 Aralık 1929'da kabul ettiği Sovyet Hariciye Komiser Vekili M. Karahan, bir ziyaretinde, ona, armağan olarak Moskova'dan beraberinde getirdiği Timur'un Semerkant'taki türbesinin yağlıboya tablosunu vermiştir.

Atatürk'ün ve Cumhuriyet Devrimi'nin önderlerinin Türk milletinin tarihine ve kökenlerine ilgisinin bir iletisi olduğu kuşkusuzdur. Mustafa Kemal'in 23 Ocak 1923'te Bursa Sultani Mektebi'nde kadın ve erkek öğretmenlere "yekdiğeriyle denk olma mecburiyetlerini" vurgularken verdiği örneklerden birini aktaralım:

"Timur'a geçecek olursanız, Timur'un doğrudan doğruya karısı, kendisinden daha muktedir bir kadındı. Emir Timur saltanat kurmak için başladığı ilk inkılapta, en yakın ve kuvvetli yardımcısı karısı idi. Aynı ata beraber binerler ve her türlü cevvaliyet ve faaliyette bulunurlardı. Bilhassa bütün bu faaliyetin ilim kısmını takip eden karısı idi. Karısı ulema ile beraber daima kocasına yardım ederdi." (Atatürk'ün Bütün Eserleri, c. 14, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2004, s.376-377.)



Kemalist Devlet Modelini Oluşturmak Bu Açıdan Tarihi Değerlendirmek , Timur kimdir?


Mahmut Esat Bozkurt, elinizdeki kitapta Timur'u, "dünyayı yenmiş bu Türk oğlu Türk'ü içyüzüyle, gerçek çehresiyle" tanıtmaya çalıştığını söylüyor. Timur, bazı tarihçilerin yazdığı gibi "dünyayı ateşe veren bir kan dökücü değil", "politikalarını ahlaka dayandıran bir cihan fatihidir"; "hayatını bir halk çocuğu olarak geçirmiş ve bununla övünmüştür." Mührünü de şöyle kazdırmıştır: 


"Men Timur, Tanrı kulu."


Timur zamanında "Avrupa, Asya'nın bir baronlar ve esirler vilayetinden başka bir şey değildi. Orada şehirler, köylerden; ve hayat, sefaletten ibaretti. Timur, Avrupa eşiğinde göründüğü zaman, Avrupa kralları, Türklerin Hakanı Büyük Timur'a mektuplar ve elçilerle saygılarını sundular."( Tarih, c.2, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2001, s.301. )


Bizans İmparatorluğu'nu vergiye bağlayan, Beyoğlu'na bayrağını çektiren Timur'un ele geçirdiği Herat kentinin "yüzlerce mektebi, hamamı, 10 bin dükkânı, 250 bin nüfusu, birçok yeldeğirmeni vardı. Oysa ne Londra, ne Paris'in o tarihte 60 binden fazla halkı yoktu. Tarih onlarda hamam olduğundan ise bahsetmez."

Bozkurt, kitabında Timur'un lider kişiliğini, devlet yönetme anlayışını ayrıntılarıyla ele alıyor.


Ancak bu, basit bir aktarım değil, bazen "nasıl olması gereken"e gönderme, bazen de "neden bugün böyle"ye yanıttır. Timur'dan kalkarak Kemalizmin devlet teorisinin ve devlet yönetiminin inşası ve açıklaması yapılmakta, hatta bazen eleştirilere yanıt verilmektedir.


Osmanlı'yla Timur'un karşıtlığı çizilerek farklar vurgulanmaktadır.

Timur, tarihi ilerleten, gelişmeyi gören bir devlet adamıdır. "Yönetim sistemi bugün de kıymetinden kaybetmiş değildir."


Türk birliğini yaratmak istemiştir. Bir devlet kurucusudur. Yabancı saydığına karşı birleştiricidir. "Devlet işlerine yabancı, el sürmemelidir. Bu, hükümet hikmeti icabıdır. İdare yabancılara verilmemelidir." 


Maliye ve ekonomi çok önemlidir, saat gibi işlemelidir. Düzenli ordu her şeyden üstündür, halk ile ordu arasında bir fark ve imtiyaz olmamalıdır. Biri olmadan diğeri de olmaz. Bir yönetici kendini değil, memleketi, milleti düşünmelidir. Kinci ve öç alıcı olmamalıdır. Her söylenene kulak asmamalı, doğru olanı ilkelerine göre uygulamalı, kararlı ve dirayetli, fedakâr ve sabırlı olmalıdır. Halkla doğrudan bağlantı kurulmalıdır. İnsafsız zenginlerin yoksulları ezmesine izin verilmemelidir. Devlet gelirlerini kötüye kullananlara ağır ceza uygulanmalıdır. Lider ve diğer yöneticiler arasındaki ilişki alışverişe dayanmalı, fikirlerden ve uyarılardan yararlanılmalıdır. Ancak önder, devletin başı olduğunu da unutmayacaktır. Halkla devlet yönetiminin ilişkisi de benzeri olmalıdır. Devlet aygıtı, "asayiş, sükûn ve nizam" için var, ama bu, zayıfı güçlüye karşı korumanın, hakları savunmanın da olmazsa olmazıdır. Böyle bir esasa dayanmayan devletin bekasına da olanak yoktur.


Siyasetle çözülecek yerlerde zor kullanılmamalıdır. Bilgiye dayanan plan, proje, strateji yapılmalı, nesnel durum saptanmalıdır. "Gözler yumuk olmamalıdır."


Ekonomi, kültür ve sanat da ancak böyle bir "düzen"de gelişebilir. Düşünce alanında verimliliğin, yaratıcılığın önünü açmak da devletin görevidir, ancak yıkıcı bir anarşizme de izin yoktur.


Dillerini kaybeden milletler kaybolup giderler.


"Rahmetli Atatürk de böyle idi."


"Tabiatlarında ne kadar benzerlik var..."



Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ve Timur için böyle diyor,çünkü;

 "Timur da, Atatürk de yoktan devlet kuran Türk çocuklarıdır."
"Demir'in devlet prensipleri, devlet anlamı o esaslardır ki, bugünkü modern devletler için de kıymetlerinden bir şey kaybetmiş değildirler. Bu bakımdan, Demir, altı asır önce altı asır
sonrasını görmüştür. Bakalım bizden sonra daha kaç asrı görecektir."

Tarih, ideolojik bir bilim dalıdır. Bir siyasi akımın düşünce sistemini tarih tezleri en yalın biçimde yansıtır. Kemalist devlet modeli oluşturulurken tarih bu bakışla değerlendirilmiştir.

Mahmut Esat Bozkurt, bu kitabı yazarken ve altı yüzyıl önceki bir devletin ilkelerini incelerken bu inşa faaliyetini esas almıştır. Bu bir duruş sorunudur, kehanet değil. Bugün de değişmemiştir. Altı yüzyıl sonra da değişmeyecektir. İnşa faaliyeti sürmektedir.

"Aksak Demir'in Devlet Politikası" bu faaliyete hız kazandırmak açısından okunmalıdır.


Şule Perinçek





TİMUR - Duvar Resmi ÖZBEKİSTAN


Batılıların "Tamerlane" diye adlandırdıkları Timur Türk tarihinde ayağındaki aksama nedeniyle Aksak Timur ya da aynı anlama gelen Farsça kökenli Timurlenk olarak geçmektedir. 
Moğolca tumur, Asya Türkçesinde timür, timir, Sanskritçe tamra, Sümerce tibir, "demir" anlamına gelmektedir. Mahmut Esat Bozkurt, kitabında Timur'a "Demir" demeyi yeğlemiştir. Buna da dokunulmadı. (Kaynak Yayınları )



***






MAHMUT ESAT BOZKURT (1892-1943)

Türk devlet adamı ve hukukçu, Türk Devrimi'nin ideolojisi olan Kemalizmin belli başlı

kuramcılarından biridir.
1892 yılında İzmir'in Kuşadası ilçesinde doğan Mahmut Esat Bozkurt, çiftçilik ve ticaretle
uğraşan, bir ara İzmir Umumi Meclis üyeliğinde bulunan Hacı Mahmut Oğulları'ndan Hasan Bey'in oğludur.
1923'te İzmir'de Menekşelizade Dr. Hüsnü Bey'in kızı Feheda Hanım ile evlenmiş. Gün, Ay adlarında iki kızı ve Yüksel adında bir oğlu dünyaya gelmiştir. 

İlköğrenimini Kuşadası ve İzmir Yusuf Rıza mektebinde yapan Bozkurt, İzmir İdadisi'ni bitirdikten sonra II. Abdülhamit'in istibdat yönetimine karşı mücadeleye katılan dayısı Ubeydullah Efendi ile birlikte İstanbul'a gelerek 1908'de Hukuk Mektebi'ne girmiştir. İstanbul Hukuk'tan 1912 yılında mezun olduktan sonra İsviçre'de Fribourg Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yeniden hukuk öğrenimi görerek önce lisans diploması almış, sonra, "Du Regimes des Capitulations Ottomanes" ("Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi Üzerine") adlı doktora tezi ile "Cum Laude" derecesiyle Hukuk Doktoru olmuştur. 1919'da İsviçre'nin Lozan kentinde kurulan Türk Talebe Cemiyeti'nin başkanlığına seçilmiştir. Yurdun işgali üzerine derhal İsviçre'den ayrılıp arkadaşları Saraçoğlu Şükrü ve Kâzım Nuri Bey'ler ile vatana dönmüş, Kuşadası bölgesinde Kuvayı Milliye'yi kurarak başına geçmiş ve efelerle birlikte Milli Mücadele'ye katılmıştır.


23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne İzmir milletvekili olarak seçilen Mahmut Esat Bey, bu görevini 1943 yılında (51 yaşında) ölümüne kadar sürdürmüştür. 12 Temmuz 1922'de kurulan Rauf Orbay kabinesine 30 yaşında İktisat Vekili olmuş, bu görevi sırasında Ziraat Bankası'nın ıslahı, çiftçi kredi kooperatiflerinin kurulması, esnaf teşkilatlarının reorganizasyonu, Emlak ve Eytam Bankası'nın kurulması gibi sosyal ve ekonomik davalarla uğraşmıştır. Büyük zaferden sonra Mahmut Esat Bey'in önerisi ve Atatürk'ün onayı ve onursal başkanlığında Türkiye'de ilk kez Milli İktisat Kongresi İzmir'de 17 Şubat 1923'te toplanmıştır.

Bu kongrede milli ekonomi, girişimci sınıfın Türkleştirilmesi ve karma ekonomi savunulmuştur.

1924'te Adliye Vekilliği'ne getirilen Mahmut Esat Bey, 1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi'ni kurmuş ve ilgili çalışmaları sürdürmüştür.

17 Şubat 1926'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde oybirliğiyle kabul edilen Medeni Kanun'un mimarıdır. Bu kanunun tarihi gerekçesi O'nun eseridir. 4 Nisan 1926'da Resmi Gazete'de, yayımlanan Medeni Kanun'un altı ay gibi kısa bir geçiş döneminden sonra kesin olarak uygulanmasını kabul ettirmiştir. Bu sürenin çok kısa olduğunu ileri süren ve İsviçre'de bile dört yıllık geçiş döneminin öngörüldüğünü hatırlatarak, din kaynağına dayanan hukuk sisteminin kolay kolay değiştirilemeyeceğini öne sürenlere karşı, "Türk hukukçuları için altı aylık sürenin yeterli olacağına dair inancını" belirtmiştir. Kanunun uygulamaya geçişindeki başarı, Mahmut Esat Bey'in haklı olduğunu göstermiştir.

Türk Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu, daha sonra da Ceza Muhakemeleri Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Türk Vatandaşlık Kanunu, İcra İflas Kanunu ve 1930'da kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkını tanıyan Belediye Kanunu izlemiştir.


Mahmut Esat Bey, 1927'de Ege Denizi'nde Türk gemisi Bozkurt ile Fransız gemisi Lotus'un çarpışması ve sekiz Türk denizcisinin ölümünü takiben, Türk Adliyesi'nin Fransız kaptanı tutuklaması üzerine Fransa ile aramızda çıkan anlaşmazlığı sonuçlandırmak için Atatürk'ün de onayını alarak konuyu Lahey Adalet Divanı'na götürmüştür. 7 Eylül 1927 günü Lahey'de Türk hükümetini temsil ederek yaptığı başarılı savunma ile davayı kazanarak dünya hukuk literatürüne "Lotus-Bozkurt davası" olarak yerleşmesini sağlamıştır. Kemal Atatürk, bu başarısı nedeniyle Mahmut Esat Bey'e "Bozkurt" soyadını vermiştir.


1930 sonlarında Adliye Vekilliğinden istifa ettikten sonra Ankara Hukuk Fakültesi'nde Devletler Hukuku, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde "Anayasa Hukuku" Profesörü olarak görev

yapan Bozkurt, Atatürk'ün isteğiyle Türk gençliğine İhtilal'in Hukuk Tarihini anlatmak üzere görev almış, İstanbul Üniversitesi İnkılap Tarihi kürsüsünde 8 Mart 1934 Perşembe günü ilk dersini vermiştir.
16 yaşında olduğu 1908 yılından ölümüne kadar (1943) 35 yıl boyunca ülke sorunları hakkında yazılar yazan Bozkurt, Milli Mücadele yıllarında Anadolu'da Yeni Gün ve Hâkimiyeti Milliye gazetelerinde ateşli yazılar yazmış, daha sonra İzmir'de çıkan Anadolu gazetesinde yazılarına devam etmiştir. Son yazılarını Yeni Sabah gazetesinde yazan Mahmut Esat Bozkurt son yazısı "Yürekler Acısı"nı yazdıktan az sonra gazetede rahatsızlanmış ve derhal hastaneye kaldırılmışsa da bir hafta sonra, 21 Aralık 1943 günü hayata gözlerini yummuştur.

Son yazısı vefat haberi ile birlikte 22 Aralık 1943'te Yeni Sabah gazetesinde yayımlanmıştır. Mahmut Esat Bozkurt, dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu tarafından Ankara Devlet

Mezarlığı'na alınmak işlenmişse de, eşi Feheda Bozkurt'a vasiyeti ile Selçuk'taki çiftliğinde aile mezarlığına defnedilmiştir.

Vefatı üzerine yazdığı makalesinde, Yusuf Ziya Ortaç, yazısını şöyle bitiriyordu...


"İsviçre dağlarından Anadolu dağlarına silah omuzda koşan hukuk doktoru, serdengeçti Mahmut Esat Bozkurt, vatan hudutlarından fikir hudutlarına kadar her cephede dövüşe dövüşe, en son, kalem elinde, Allah'ına kavuştu... " Bir yanardağı toprağa veriyoruz.


Başlıca Eserleri: 

Beynelmilel Bozkurt-Lotus Davası'nda Türkiye-Fransa Müdafaaları (Ankara,1927), 
Osmanlı Kapitülasyonlarına Dair.(DoktoraTezi, İstanbul, 1928), 
Türk İhtilalinde Vatan Müdafaası (İzmir, 1934), 
Türk Köylü ve İşçilerinin Hakları (İzmir, 1939), 
Hukuku Düvel Yardımcı Talebe El Notu (Ankara, 1939), 
Devletlerarası Hak ("Hukuku Düvel") (Ankara,1940), 
Atatürk İhtilali (İstanbul, 1940), 
Aksak Demir'in Devlet Politikası (İstanbul, 1943),
Atatürk İhtilali I-II (İstanbul, 2003) adlı yapıtları yayımlandı.







TİMURLENK   TAŞKENT/ÖZBEKİSTAN




Nasıreddin Toktamış Han (1342?-1405-08?, Tümen yakınları, Batı Sibirya), 1380-96 arasında Altın Orda hanı (Altın Ordu). Ak Orda ve Gök Orda hanlıklarını Altın Orda devleti altında birleştirmiştir. Cengiz Han'ın en küçük torunu Orda Han'ın soyundan gelir. Babası öldürülünce Timur'a sığınmıştır. Lakin belirli bir güce kavuşunca Timur'a savaş açmıştır. 





TİMUR ORDUSU İLE TOKTAMIŞ'IN ÜZERİNE GİDERKEN






Altın Ordu ve Çöküşü - A.Yu.Yakubovskiy 
çeviren: Hasan Eren - link


ALTIN ORDU HANI TOKTAMIŞ'IN BİK HÂCİ ADLI KİŞİYE VERDİĞİ 1381 TARİHLİ TARHANLIK YARLIĞI 
DR. A. MELEK ÖZYETGİN (pdf)





Timurlenk ile ilgili bir başka kitap: