Translate

CENGİZ ÖZAKINCI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CENGİZ ÖZAKINCI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2014 Cuma

Türkiye'nin Siyasi İntiharı, Yeni-Osmanlı Tuzağı







1990 SONRASI TEK KUTUPLU DÜNYADA DİN ÜZERİNDEN EMPERYALİST OYUNLAR VE YENİ OSMANLICILIK


Kasım 1989'da Sovyetler'in başını çektiği sosyalist bloku ve iki kabadayılı dünyayı simgeleyen Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra, Bush ve Gorbaçov 2-3 Aralık 1989'ta Malta'da buluşarak Soğuk Savaş'ın sona erdiğini duyurmuşlardı.


Sovyetler'in çöküşünden sonra gözler Ortadoğu İslam Arap ülkelerinden Orta Asya'ya Sovyetler'deki Türk Cumhuriyetlerine dikilmiş, Amerika Fethullah Gülen takımını hemen Orta Asya'da okullar açmakla görevlendirmiş, kendisi de 16 Ocak 1991'de Yeni Dünya Düzeni çığlıkları atarak Irak'ın üzerine çullanmıştı.


1.Körfez Savaşı, Türkiye'de artık dünyanın değiştiğini, Soğuk Savaş dönemi politikalarının sona erdiği, Amerika'nın Sovyetler varken komünizme karşı gerek duyduğu İslamlaştırma ve Osmanlaştırmanın bundan böyle dayatılmayacağı yargısına yo laçtı. Öyleyse Osmanlıcılığı bırakmak, dört elle laikliğe sarılmak gerekiyordu.


1.Körfez Savaşı başladıktan bir ay sonra, Şubat 1991'de Amerikan beslemesi Osmanlıcılar, İslamcılar ve Türk-İslam Sentezcileri kendilerini "işten atılmış" duyumsadılar. Çünkü devlet sarığı fesi bir yana atmış telaşla frak giyiyordu. Nokta dergisinin 24 Şubat 1991 tarihli kapağı şöyleydi:


"Nereden çıktı bu laiklik?"


Sorunun yanıtı kolaydı: 1945'ten sonra İslamcılık nasıl Amerikan isteğiyle parlatılmışsa, 1991'de Laiklik yine Amerikan isteği sanılarak üstelik daha bir gün önce İslamcı Osmanlıcı Eyaletçi girişimlerde bulunan Amerikancı Özal tarafından yanılgı anlaşılıncaya dek parlatılacaktı. Dergi, olayı en ince ayrıntısına dek şöyle veriyordu :


Gündeme dış politikayla bağlantılı olarak laiklik getirildi. Yurt dışı temsilciliklere yazılar gönderilip "laik Türkiye tanıtımı" isteniyor.


İslamcılığın körüklendiği 1980'li yıllar geride kaldı. 1991'lı yılların modası laiklik! Hiç değilse laikmiş gibi yapmak. İyi de nereden çıktı bu laiklik?


Bundan (24 Şubat 1991) yaklaşık bir ay kadar önce (Aralık 1989-Ocak 1990 Gorbaçov'la Bush'un Malta'da bir araya gelip "Soğuk Savaş bitti" dedikleri günlerde) Dışişleri Bakanlığı dünyanın hemen her ülkesindeki büyükelçiliklerimize "hizmete özel" bir yazı gönderdi.


Yazıda "Türkiye'nin laik bir ülke olarak tanıtılması için yapılabilecekler" konusunda rapor, görüş isteniyordu. Dışişleri Bakanlığı Türkiye'nin laik atağının ilk sinyallerini veriyordu. Bu yazı üzerine büyükelçilikte kollar sıvanıyor, bir anda "Laik Türkiye kampanyası" için hazırlıklar başlatılıyordu. 


Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir yetkili Nokta'nın bu yazıya ilişkin sorularını hayretle karşılıyordu: "Nereden duydunuz bunu?.


Aradan da , adının açıklanmaması kaydıyla şunları anlatıyordu: 


"Evet, yukarıdan (Cumhurbaşkanı Özal'dan) gelen bir istekle hazırlandı yazı. Daha çok Avrupa ülkelerine ve Birleşik Amerika'ya yönelik bir istek. Türkiye'nin laik bir ülke olduğunu, üstelik bölgedeki tek laik ülke olduğunu bu ülkelere anlatmak amaçlanıyor. Laiklik kozu, Türkiye'nin dış politikada önemli bir kozu olacak."


Laiklik atağı konusunda ikinci açık sinyal, Özal'ın Şubat ayında Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu'na uydu aracılığıyla gönderdiği mesaj oldu . Özal : "Türkiye serbest Pazar ekonomisi uygulanan laik bir devlet olarak model teşkil edebilir." diyordu.


Bu arada özellikle İstanbul'da gözlerden kaçan ilginç bir gelişme yaşanıyordu son günlerde. Radikal İslamcılar, polis tarafından üçer beşer toplanıp gözaltına alınıyordu. AK Doğuş ve İBDA yayınlarının yöneticileriyle Kıvam Hukuk Bürosu'nun yöneticilerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 200 kişi gözaltına alınmış, işin ilginç yanı bunların avukatlarıyla görüşmelerine de izin verilmemişti.


Devlet şimdi laiklik istiyor. Bütün bunlar yakın gelecekteki gündeminde laiklik olacağının açık göstergeleri.


Aytunç Altındal : "Körfes Savaşı ve sosyalist ülkelerin kriz içine sürüklendikleri çağımızda, Türkiye'nin laik rolü ve konumu, ...onu istese de istemese de artık hayatın her alanında rasyonel fikir üretmeye yöneltecektir." diyor.


Abdurrahman Dilipak Nokta'ya şu yorumu yapıyor : "Türkiye Laiklik diye yeni bir dinin truva atı. Amerika'nın ilahlığına dayanan yeni bir din."


Türkiye'nin yeni rolü konusunda ortaklık toz dumana boğulacak. Özal, Türkiye'nin direksiyonunu laikliğe doğru kırarken, 'kurtuluşu İslamiyette bulanlar' bu role var güçleriyle karşı koyacaklar. ANAP içindeki İslamcılar laiklik atağına karşı çıkıyorlar. Özal, laiklik atağında inandırıcı bulunmuyor. Bugün Amerika'nın Ortadoğu'daki temsilcisi olabilmek, Avrupa topluluğuna girebilmek için laikliğe soyunan Özal'ın yarın dengeler değişince 'tek yol hak dini İslam' demeyeceğini kimse garanti edemiyor.


Abdurrahman Dilipak ise bu konuya şöyle yaklaşıyor : "ANAP için herşey konjöktüreldir. İman, vatan, millet, Sakarya ya da Sümerbank..."


Derginin laikliğe dönüş atağı konusunda söyleşi yaptığı iki yazardan biri Abdurrahman Dilipak, diğeri Aytunç Altındal'dı. Çünkü her ikisi de uzunca bir süredir Laikliğe karşı Osmanlı Sekülerizmi dedikleri laikliğin içini boşaltan bir kavramı savunuyorlardı yazılarında.


Dilipak, çok doğru olarak laikliğe yönelişin konjöktürel yani iki kutuplu dünyada Amerika öyle istedi diye başladığını, Amerika yarın bundan dönerse laikliğe dönüşün de biteceğini söylüyordu ki, öyle olacaktı gerçekten.


Aytunç Altındal ise, Özal'la birlikte laiklik atağına katılmış, laikliği savunmaya başlamıştı.


Nokta dergisinin bu sayısında kendisine bir sayfa ayrılan Altındal, 'laiklik atağı'nı olumlayarak şöyle diyordu:


"Önümüzdeki yıllarda Avrupa'da en çok tartışılacak olan konu, hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, dinsel gericilik ve laiklik olacaktır. (Kabaran gericiliğe karşı) Avrupalı hükümetler bütçelerine sekülarizmin / laikliğin araştırılması ve geliştirilmesi için fonlar eklemekle meşguller. Türkiye laikleşme yolunda akılcı bir programla uluslar arası arenaya çıkmalıdır."



Yıllar boyu Türkiye'nin Kemalist laikliği bırakıp Osmanlı'ya dönmesini ve Hilafeti kurmasını savunan Altındal, Soveytler çöker çökmez laikliğe sarılıyordu. İslamcılığı ve Osmanlılaşmayı yalnızca Soveytler'i güneyden kuşatmak için zorunlu sanıp, Sovyetler yıkılınca Osmanlılaşmanın, İslamcılığın biteceğini düşünen Engin Ardıç da Sovyetler yıkılır yıkılmaz şöyle yazıyordu köşesinde :



Dincilerin Hüzünlü Çelişkisi


"Sovyet komünist imparatorluğuna karşı stratejik olarak oluşturmaya çalıştığı "yeşil kuşak" girişiminden vazgeçti Amerika....Gerek kalmadı, çünkü komünizm bitti, Sovyet imparatorluğu da dağılma sürecinde."


Bu ortamda Altındal'ın "laiklik atağı" 1992'nin son aylarına dek sürecek, 3 Temmuz 1992 günlü Milliyet gazetesinde yayımlanan bir yazı dizisinde "laiklik atağı"nı Türkiye'ye laiklik konferansı düzenleme önerilerine dek tırmandırarak şöyle diyecekti:


"Türkiye hiç vakit kaybetmeden, bir uluslararası laiklik konferansı düzenleyebilir."


Yeni uluslar arası koşullarda , tek kutuplu dünyada Amerika'nın Osmanlıcılığı İslamcılığı desteklemeyeceğini düşünerek laikliğe dönüş yapan Osmanlıcılar yanılıyordu. Amerika'nın Türkiye'ye verdiği Osmanlılaşma görevi 1945'ten bu yana "Sovyetleri yıkmak için gereklidir" diye sunulmuşsa da gerçeğin bu olmadığı kısa süre sonra Amerika'nın Türkiye'ye yeniden İslamlaşma dayatmaya başlamasıyla anlaşılacak ve Altındal da tıpkı Özal ve çevresi gibi, yeniden Osmanlıcı Hilafetçi söyleme dönecekti.



Osmanlı geliyor! Ecdat geliyor!


1992 sonunda Türkiye'de yeniden Osmanlıcı rüzgarlar esiyor, kaçak olduğu İngiltere'den dönen Kadir Mısıroğlu'nun Osmanlıcı demeçleri 5 Eylül 1992'de Hürriyet gibi çok satışlı gazetelerde veriliyordu.


Kadir Mısıroğlu ; "Fesi Türkiye Cumhuriyeti'ne ve devrimlerine isyanı temsil ettiği için takıyorum. Kemal'in devrimleri ters yüz edilmeli. Osmanlı geliyor! Ecdat geliyor!" diyordu.


Soğuk Savaş bitmişti ama, Amerika'nın Türkiye'den Osmanlıcılığı bırakıp laikliğe sarılması beklediği yoktu, bu yalnızca Türkiye'nin bir sanısı ve derin yanılgısıydı.



1990 : ABD,PKK'ya İslamcılık öneriyor.


Özal'ın laiklik atağı başlattığı günlerde Ufuk Güldemir'in 6 Şubat 1990 günü Cumhuriyet'te yayımlanan haberinde , CIA'nın yan kuruluşu olan RAND Corporation, PKK'ya Marksizm'i bırakın İslam'a yönelin öğüdünü veriyordu:


"Eğer militan Kürt grupları Marksizm yerine İslami ideolojiyi bayrak yaparlarsa, Kürtleri devlete karşı mobilize etme şansları yüksektir."


Güldemir'in bu hhaberini yorumlayan Uğur Mumcu'ya göre :"Ankara'daki eski CIA istasyon şefi Paul Henze'nin de çalıştığı "Rand Corporation", tüm İslamcı akımların Amerikan çıkarına hizmet etmesi için izlemesi gereken yolları da öneriyor" du.



PKK, ABD'nin İslamcılık Önerisine Sarılıyor


Gerçekten de PKK, CIA'nın "Marksizmi bırakın İslamcı motifler kullanın ki sizi destekleyelim" öğüdünü bir ay gibi kısacık süre sonra benimsiyordu:


"Son zamanlarda Kürt örgütleri, din duygularını ve dince kutsal kavramları da kullanmaya başladılar. Kürtçülüğü kitle tabanı sağlamak isteyen ayrımcılar, şimdi de silahına da sarılıyorlar."



1990: ABD, Kuzey Kıbrıs'ta İslam Üniversitesi Kurduruyor


Özal "laiklik atağı" başlata dursun, Amerika, Güneş gazetesinde yayımlanan 28 Şubat 1990 günlü habere göre Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarında Suudi Rabıta örgütü - American Cornelle Üniversitesi işbirliğiyle bir "İslam Üniversitesi" kurulmasına çalışıyordu.



1991 : ABD Körfez Savaşı'yla Kürdistan Kurmaya Başlıyor.


Aynı günlerde bir tokat daha geldi Amerika'dan. Güneri Civaoğlu, Körfez Savaşı sırasında Amerika'lı bir yarbayla yaptığı söyleşiyi yayımladı:


"Amerikalı yarbay ile dev Ortadoğu haritasının önündeyiz. Sağ elini avuç için Musul / Kerkük vilayeti olan alanda gezdiriyor. Ve sakin bir sesle kelimelri tane tane seçerek anlatıyor:


- İşte Kürt devleti burada kurulur. Savaş bitecek, Saddam çökmüş oalcak. Yörede devlet kalmayacak. Devlet otoritesinden yoksun boşluk doğacak. Kürtler bir devlet kurarak buradaki boşluğu dolduracaklar. Türkiye'den toprak isterler.


Ona anımsatıyorum. Türkiye bunu kabul etmeyeceyeceğini açıklamış bulunuyor. 


Amerikalı yarbay, "O zaman çarpışacaksınız" diyor.


Soruyorum : Türkiye'nin düzenli orduları, silahları, topları, füzeleri var. Böyle büyük bir güce nasıl karşı koyarlar?


Amerikalı yarbayın verdiği yanıt düşündürücüdür:


- Irak'ın kuzeyindeki Kürtlerin de yakında silahları olacak. Saddam'ın bıraktığı silahlar onlara kalıyor. Belki Türkiye'de sizinkilerden bile ileri silahları olacak."



ABD, Ermeni Soykırımını Kongre'ye Getiriyor


Amerika bir yandan PKK'yı İslamcı çizgiye çağırıyor, bir yandan Kuzey Irak'ta Türkiye'den toprak isteyecek bir Kürt devleti kurdurmaya çalışıyor, bir yandan Kıbrıs'ta Suudi parasıyla Amerikan üniversitesi kurduruyor, bir yandan da Ermeni soykırımı tasarısını kongrede oya sunuyordu. 


Ortadoğu yeniden cadı kazanına dönmüştü.


Soğuk Savaş'ın sona ermesi Amerika'yı Soğuk Savaş boyunca uyguladığı Ortadoğu'yu etnik ve mezhepsel eyaletlere bölüp din temelinde ve kendi güdümünde bir federasyon çatısı altında birleştirme stratejisinden uzaklaştırmadığı gibi, tersine bu stratejiyi daha da ödünsüz biçimde uygulamaya yöneltmişti.



Sovyetlerin yayılmasına set çekmek, onun yıkılışını sağlamak için gereklidir denilen Ortadoğu birliğinin, Osmanlılaştırmanın, Sovyetler yıkılır yıkılmaz daha güçlü bir biçimde savunulmaya başlanması düşündürücüydü.


Demek ki, Sovyet korkusu Osmanlıcılık üretiminde yalnızca bir bahaneydi. Amerika Türkiye'yi Sovyet korkusu olmasa da Osmanlılaşmayı dayatacaktı.


Özal'ın önerdiği, Yahudi-Hıristiyan Birliği'nin mirasçısı ve lideri Amerika'nın 1960'lardan bu yana dayattığı Türk-Kürt federasyonuydu.


George Bush, 1992 yılında ABD Başkanlık seçimlerinde yaptığı konuşmalarda , sık sık kendilerinin dinsel inançlarla donanmış bir parti olduklarını vurgulayarak : " Biz,...dini inançlara sahip bir partiyiz. Ülkemizi Yahudi-Hıristiyan Birliği'nin tek mirasçısı ve lideri olarak ayakta tutmaya kararlıyız" diyordu.


Demek ki, 1945'ten bu yana Türkiye'yi Ortadoğu İslam Birliği Önderliği'ne, Osmanlıcılığa, İslamcılığa yöneltenler, Türk-Kürt federasyonuna sürükleyenler, PKK'ya İslamcılık önerenler, Yahudi-Hıristiyan Birliği mirasçıları ve liderleriydi.



CIA Ajanı Paul Henze:


"Atatürkçülük öldü: Nakşiler, Nurcular İlericidir"


Ahmet Taner Kışlalı, 30.11.1997 günlü Cumhuriyet'te yayımlanan "Batı cephesinde Yeni Bir Şey Yok; Ama Bizde Var" başlıklı yazısında şöyle diyordu:


" CIA istasyon şefi Paul Henze'nin - Türkiye ile ilgili - 1993 raporunda şu savlar savunuluyor:


-Atatürk ilkeleri, yeni dünya düzeni ile birlikte ölmüştür. Aydınların, imam-hatip okulları konusundaki endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile desteklenen kökten dincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir. Nurcular ilericidir. Nakşibendiler geriye dönük değildir.


CIA güdümündeki bazı Amerikan bilim adamları buyuruyorlar: 


- Türkiye'nin Yeni Dünya Düzeni içindeki yeri Ilımlı İslamdır. Kemalizmi bırakmalıdır. Batı'nın çıkarı Türkiye'nin Batı ile değil, Ilımlı İslamla bütünleşmesindedir."





Türkiye'nin Siyasi İntiharı, Yeni-Osmanlı Tuzağı
Cengiz Özakıncı



» “Hilafet Kaldırılmamıştır. Osmanlı Milletler Topluluğu Kurulmalı.”
» 1808-1918 arası Osmanlı’yı çökerten politikalar 1938′den günümüze aynen uygulanıyor mu?
» Abdülmecid niçin “Senin İçin Öldük Avrupa!” yazılı madalyalar bastırıp dağıtıyordu?
» Osmanlı 1856 yılında o dönemin Avrupa Birliği demek olan Europeen Concert’e tam üye olduktan sonra nasıl adım adım çöküşe sürüklendi?
» Avrupa Devletler Birliği’ne üye olmak uğruna Garter Haçlı Şövalyeleri Tarikatı’na üye edilen Osmanlı padişahları kimlerdi?
» İslam’ın koruyucusu ilan edilen Alman İmparatoru II. Wilhelm, Müslüman ve Hacı mıydı?
» Osmanlı’nın son Genelkurmay Başkanları Alman mıydı?
» Mustafa Kemal’e sandıklarla altın rüşvet teklif eden yabancılar kimlerdi?
» Mehmet Akif Ersoy Hıristiyan Almanya’yı Osmanlı’nın kurtarıcısı ve İslam’ın güneşi olarak mı görüyordu?
» 5.000.000 Alman altını karşılığında Cihad ilan edenler kimler?
» Alman Malı Cihat Fetvası’nı imzalayan Said-i Nursi ne zaman Almanya’ya kaçtı?
» Hıristiyan parasıyla, Hıristiyan komutası altında İslam Cihadı olur mu?
» Hitler, gerçek adı Haydar Ebu Ali olan bir Müslüman mıydı?
» Kimler Mussolini’yi Musa Nili adıyla Müslüman yaptı?
» Said-i Nursi 1957′de hangi tugay camisinin temelini attı?
» 1915′te Çanakkale’ye çıkartma yapan düşman birliklerinde yer alan Siyonistler kimlerdi?
» Siyonistler 1917′de Filistin’de Osmanlı’ya karşı savaştı mı?
» Kafkaslar ve Balkanlar’daki Müslüman Türkleri Hitler’in ordusuna katıp savaşa süren Müftü kimdi?
» “Dinler Arası Diyalog”u başlatan Hitler mi?
» Evangelist – Hitler İşbirliğini gerçekleştiren “dinler arası diyalogçu” Rahip kimdi?
» “Dinler Arası Diyalog” 1945′te İsviçre’de hangi Şato’dan örgütlendi?
» Hangi tarikat Şeyhi 1945′te Eski Hitlerci Evangelist rahiple “Dinler Arası Diyalog” başlattı?
» Amerika Hitler stratejilerinin varisi mi?
» Hitler Amerikan ajanı mıydı?
» Yeni-Osmanlı Düzeni öneren Büyük Ortadoğu Projesi NAZİ ürünü mü?
» Amerikan Scientology Tarikatı’nın Türkiye uzantısı 1952′de kimler tarafından kuruldu?
» Amerikan Başkanı Roosevelt’i mürit ve Amerika’yı Mesih ilan eden hangi Osmanlıcı tarikattı?
» Hangi Tarikat Atatürkçülükten dönme ünlü bir şairi Hz. Muhammed’den sonra gelen yeni Peygamber olarak ilan etti?
» 1949′da peygamber ilan edilen ünlü Atatürkçü Şair’in Allah’tan gelmiş vahyler olarak ilan edilen kitabı neydi?
» Türkiye’ye Osmanlı düzenine dönüş ve Ortadoğu İslam Federasyonu kurma görevini 1950′de Amerika ve NATO mu verdi?
» Necip Fazıl Kısakürek Osmanlıcı olmadan önce Atatürk’ü öven ve irticayı yılan olarak niteleyen yazılar yazdı mı?
» Fethullah Gülen’in “Işık Evi” deyimini ilk kez Amerikan Board Protestan Misyonerleri mi kullandı?
» Osmanlıcı Nurcuların tasavvuf kitaplarını 1970′lerde Protestan Misyonerler mi yayımlıyordu?
» Osmanlıcı Siyonistler kimler?
» Hangi Osmanlıcı Cumhurbaşkanı Türk-Yunan Federasyonu önerdi?
» Turgut Özal, 17 yıldır Türkçe’ye çevrilmeyen Fransızca kitabında Türklük için neler söylüyor?
» Hilafet isteyen ABD Başkanı kim?
» Demirel 1965′de Türk-Kürt Federasyonu istedi mi?
» Eyalet düzenini öven mozaikçi Atatürkçü kim?
» İsmail Cem Osmanlıcı mı?
» İşgalci ABD Irak’ta Osmanlı düzeni mi kuruyor?
» Türkiye Osmanlıcılık yapmak üzere IMF ve Dünya Bankası tarafından Amerika için satın mı alındı?
» Atatürk Hilafetçi miydi?
» Marksist Hilafetçilik ve Marksist Osmanlıcılık hangi koşullarda nasıl doğdu?
» Hangi Siyonist Osmanlıcı Amerikalı Türkiye’de tekke açtı?
» 1956′da Amerikan ajanları Eski Almancı Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarıyla Osmanlı-İslam Birliği hakkında neler görüştü?
» Osmanlıcı Kürtçülüğün tohumları 1945′te Amerikalı uzmanlar tarafından mı atıldı?
» ABD ve NATO 1945′ten sonra Güneydoğu’nun kalkınmasını nasıl önledi?
» NATO Savunma haritalarında yer almayan Güneydoğu, ABD için “Fulda Boşluğu” muydu?
» 12 Eylül’ün derin misyonunda Türkiye’yi Osmanlı’ya döndürmek ve federasyona götürmek mi vardı?
» İstanbul Başkentli Yakındoğu Federasyonu kimlerin önerisi?
» Türkiye Federal Cumhuriyeti ve İstanbul Federe Devleti nereden çıktı?
» Usame Bin Ladin ve Abdullah Öcalan niçin Osmanlıcılığı övüyorlar?
» Siyonistler neden Osmanlıcı?
» Küresel bölücülüğün Türkiye’deki adı Yeni-Osmanlıcılık mı?
» Amerika’dan dönen Osmanlı tahtının varisleri seçimler yoluyla iktidara gelmeye mi hazırlanıyor?
» Hangi olaylar Amerikan Osmanlıcığının maskesini düşürdü?
» Atatürk Hilafeti vasiyet etti mi?
» Osmanlıcıların 81 ilimizi 81 eyalete dönüştürme çabalarının temelleri 12 Eylül’de mi atıldı?
» Atatürk’ün yazdırdığı Osmanlı tarihi neden okullardan kaldırıldı?
» Luther Osmanlı için ne dedi?
» Amerika neden Türkiye Osmanlı’ya dönmeli, İslam’ın lideri olmalı diyor?
» İngiltere Başbakanı Tony Blair Kur’an Hafızı mı?
» İngiltere Veliahtı’nın gizli Müslüman adı Hüseyin Charles mı?
» Prens Charles ve İngiliz Kraliyet Ailesi’nin erkekleri sünnetli, Müslüman ve Nakşi mi?
» İngiliz Kraliyet Ailesi, Peygamberimizin soyundan mı geliyor?
» Başbakan’ın Amerika’da Edelman’la birlikte görüştüğü Osmanlıcı Nakşi Şeyhi kim?
» Amerika ve İngiltere bu Nakşi Şeyhi hangi amaçlarla nasıl kullanıyor?
» Altmış Yıldır Osmanlı-Türkiye Savaşı’nda mıyız?


......



Geçmişte ve yaşadığımız dönemdeki olayların ; Eğitimin içinin boşaltılarak dinleştirilmesi, siyasette iç ve dıştaki tutumlar, yasaların değiştirilmesi , kişi hak ve özgürlüklerine müdahale edilmesi ve Bayramların, Atatürk İlke ve İnkilaplarının, Kurtuluş Savaşımızın, Türk Tarihinin bir çöp gibi kenara atılması ;  bunların hiçbiri "TESADÜF" değil,  "AKIL TUTULMASI" dan sıyrılın.




Mutlaka okuyun, önerin okusunlar.
Saygılar
SB.



*Kitabından alıntılandığım için Cengiz Özakıncı Bey'in affına sığınıyorum.





YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM !
____________________








________________________________

DÜŞMANIM , 
DÜŞMANLIĞINDAN VAZGEÇİNCEYE KADAR 
BEN DE ONUN 
AMANSIZ DÜŞMANIYIM


M.KEMAL ATATÜRK 
(1881 - 193∞)

______________________________________
















23 Şubat 2013 Cumartesi

HİNDİSTAN'da TÜRK-MOĞOL UYGARLIĞI ve JODHAA AKBAR



JODHAA AKBAR
Yönetmen: Ashutosh Gowariker , 2008 , Hindistan
Oyuncular: Aishwarya Rai, Hrithik Roshan, Amitabh Bachchan

16. yüzyılda geçen büyüleyici bir aşk masalı… Moğol İmparatoru Celaleddin Muhammed Akbar ve Hindu Rajput prensesi Jodhaa… İki krallığın ittifakı için yapılan zorlama bir evlilikten gerçek bir aşk doğuyor. İmparatorluğunun sınırlarını, birbirinden başarılı fetihlerle; Himalayalar'dan Afganistan'a kadar devasa bir alanda genişleten İmparator Akbar için politik başarının çok da değeri yoktur. 

Onun için, refah bir imparatorluğun tanımı, barış, huzur ve hoşgörü içinde yaşayan halklardır. Hoşgörüsü, cömertliği, gücü ve zekası ile İmparator Akbar, sonunda Hindu bölgesinin en saldırgan ve cesur halkı olan Rajput'ların sadakatini de kazanır. Her iki taraf da bu bağlılığın daha da güçlenmesi için ne yapılması gerektiğinin farkındadır. İki taraf arasında bir evlilik. Güzeller güzeli Rajput prensesi Jodhaa, babasının zoruyla, hiç görmediği İmparator ile evlenmeyi kabul eder. 

Ama gerçek bir Müslüman olan Akbar'dan, kendi geleneklerini koruyacağı konusunda söz ister. Prensesin, sarayına kendi rızasıyla gelmediğini fark eden İmparator, Jodhaa'nın ve Rajput halkının kalbini kazanmak ve imparatorluk sınırları içinde hayalini kurduğu refahı sağlamak için şimdiye dek alışık olmadığı bir sınav vermek zorundadır. Bunlar yetmezmiş gibi, imparatorluğu içten yıkmak isteyen güçler yavaş yavaş harekete geçer. Akbar acımasız iç ve dış savaşlarda krallığının bütünlüğünü korumaya çalışırken, eşine az rastlanır güçlü ve gerçek aşkın kollarında bulur kendini… Ve fark eder ki onun için asıl savaş şimdi başlamaktadır…(alıntıdır)

FİLMİ TÜRKÇE DUBLAJ İZLEMEK İÇİN: tıklayın




Ekber Şah
Ekber Şah tam adıyla Abül Fatih Celaleddin Muhammed Ekbar ,Babası Hümayun Şah'ın ardından 1556-1605 arası 14 yaşında Babür İmparatorluğu tahtına geçmiştir

Ekber Şah bir Timur torunu olarak Osmanlı Devletine hep tepeden baktı ve hükümdarlığı döneminde Osmanlı Devleti ile resmi hiçbir ilişki kurmadı. O sırada cereyan eden Osmanlı-Safevi çatışmasında Safevilerden yana tavır aldı. Babür, Humayun ve Ekber Şah’ın dönemlerine dair tarihi bilgiler ve edebi eserlere  dayanarak , sarayda eski Özbekçenin etkili olduğunu anlamaktayız.

Ekber, Hint geleneğinin yüzlerce yıllık adaletsiz uygulamalarına son verdi ve adil mahkemeler kurdu. Vergi toplamada adaletli olmaya önem verdi. Hindu ve Müslümanların kendi geleneklerine göre yargılandıkları bir hukuk düzeni geliştirdi. Fethpur Sikri’ni, mimarların yanı sıra bilgin, şair, edebiyatçı ve ressamların bir araya geldiği bir sanat merkezine dönüştürdü.

Ekber, Türk-İslam mimarisi en güzel yapıtlarının yapılmasını sağladı. Bunların başında Fethpur Sikri'deki beş katlı Türki Sultana Sarayı, 1602'de Handeş'in fethi anısına yapılan ve dünyanın en büyük kapılarından Bülend Dervaze ile Lahor'daki Aynalı Saray sayılabilir.

Ekber Şah'ın oğlu Cihangir (31 Ağustos 1569, Fethpur Sikri - 28 Ekim 1627, Hindistan), Babür İmparatorluğu'nun dördüncü hükümdârı (1605-1627). Ve Ekber Şah'ın Cihangir'den olma torunu Şah Cihan eşi Mümtaz ve Taç Mahal...





TAÇ MAHAL


Tac Mahal, Babür İmparatorluğu'nun 6. hükümdarı Şah Cihan (Şah-ı Cihan:Dünyanın Şahı) (1593-1666) tarafından, o zamanki imparatorluğun başkenti olan Hindistan'ın Agra şehrinde, Jumna (Yamuna) Nehri'nin kıyısında yaptırılmıştır. (Babür Şah'ın Hindistan da kurduğu Türk İmparatorluğu, Hindistan'da 332 yıl (1526-1858) egemen oldu.)

Bir isyanı bastırmak için ordularıyla Burhanpur'a giden Şah Cihan'a, dokuz aylık hamile olmasına rağmen her zamanki gibi eşi Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) de eşlik etmişti. Mümtaz Mahal, 14. çocuklarını doğururken öldü.(1631)Şah Cihan, eşinin ölümünden sonra 2 yıl yas tuttu. Artık devlet işlerine ilgisini kaybeden hükümdar, teselliyi sanat ve mimaride buldu. Eşinin ölümünün ertesi yılı 1632'de Tac Mahal'in temeli atıldı.

Yapının mimarları; Mimar Sinan'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi ile yapıdaki yazıları yazan Hattat Serdar Efendi, eserin yapımı için Şah Cihan tarafından İstanbul'dan davet edilmişlerdi. 1632'de inşasına başlanan eser, 20 yıl sonra 1652'de tamamlanmıştır.




Ekber Şah'ın ataları : Timur ve Babür


TİMUR


Timur İmparatorluğu veya diğer kullanımla Timurlular Devleti ,Fars ve İslam medeniyeti unsurları ile Türk-Moğol devlet ve askeri teşkilat unsurlarını bünyesinde barındıran ve soyu Türk-Moğol boylarından biri olan Barlaslar'a dayanan Çağatay Emiri Timur tarafından kurulmuş bir Türk-Moğol devleti.

Timur, Cengiz İmparatorluğu'nu yeniden kurmak amacıyla faaliyetlere başlamıştı. İran'ı almış, Hindistan'a da seferler düzenlemişti. Karakoyunlu emiri Kara Yusuf ve Bağdat Emiri Ahmet Celayir Yıldırım Bayezid'e sığındığı zaman. Celayir ve Karakoyunlu Beyleri Timur hakkında atıp tuttular. Erzincan'dan kaçan Mutahharten ise Timur'u Yıldırım Bayezid'e kışkırtmıştı. Bu yüzden Timur Emirleri geri istediyse de, Yıldırım Bayezid bunu reddetti ve bu olaydan dolayı Timur ile Yıldırım Bayezid'in araları açıldı. Anadolu'ya giren ve Sivas'ı yağmalayan Timur, seçme askerlerden oluşan ordusu ile birlikte Anadolu'da ilerlemeye devam etti. Osmanlı Ordusu da harekete geçti. İki ordu Ankara'da Çubuk Ovası'nda karşılaştılar.


Yıldırım Bayezıd 
Yapılan Ankara Savaşı'nda Yıldırım'ın kuvvetlerinden olan Kara Tatarlar gibi kuvvetlerin Timur tarafına geçmesi Osmanlı Ordusunun dağılmasına neden oldu. (20 Temmuz 1402)

Yıldırım Bayezid, Timur'a esir düştü. Bu savaş Osmanlı Devleti'nin 11 yıl kadar duraklamasına neden oldu. Anadolu Türk birliği dağıldı ve Anadolu'daki beylikler tekrar ortaya çıkarak güçlendi. Başsız kalan Osmanlı Devleti'nde karışıklıklar başladı. (alıntıdır)


BABÜR

Babür İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk hükümdarıdır. Soyu, baba tarafından Timur anne tarafından Cengiz Han'a dayanan Babür Şah, 1519'dan itibaren Hindistan'a düzenlediği seferler sonunda bütün Kuzey Hindistan’ı kontrol altına alıp 1526’da Delhi Sultanlığı'na son vererek Hindistan topraklarında tarihte Hint Moğol Emirliği ve Hint Moğol Sultanlığı , kendi adlandırması ile de Gurakānī olarak bilinen Babür İmparatorluğu'nu kurmuş ve Hindistan'da Türkler için ilk defa bir hakimiyet alanı teşekkül etmiştir.


Babür Şah'ın Çağatay dönemi edebiyatına önemli katkıları olmuştur. Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı ve yaptıklarını kronolojik olarak anlattığı Babürnâme Türk edebiyat tarihinin nesir türündeki başyapıtlarından biri olarak kabul edilir. Hatt-ı Baburi denilen yazı şeklini geliştirmiş olan Babür Şah aynı zamanda Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevai'den sonraki en büyük şairi olarak kabul edilir. Fars kültüründen de yoğun olarak etkilenmiş olan Babür Şah'ın hem kendisi hemde halefleri üzerindeki bu etki, Hindistan'da bu kültürün önemli derecede gelişmesine sebebiyet vermiştir. (alıntıdır)

ve Babür ,Türk -Moğol ve İngilizler ve Hindistan NG belgeseli : tıklayın



İngilizler, sömürgeleri olan Hindistan’da Hintli dokumacıların ellerini, parmaklarını keserek el işi ip eğirme ve kumaş üretimine son vermiş, Hindistan’ın yerli dokumacılığını kanla ,şiddetle yok etmiş ve İngiliz malı fabrika işi kumaşlarına Asya’da pazar açmışlardı. 


Cengiz Özakıncı - Hangi Osmanlı ? ( yazı için tıklayın)


***


TÜRK KÜLTÜRÜNÜN HİNDİSTAN UYGARLIĞINA ETKİSİ

Bu çalışmada Hint medeniyetinin gelişmesinde Türk dünyasıyla kültürünün tesir ve nedenleri araştırılmıştır. Hint mimarisinde, mutfağında, Hint edebiyatında, sanatında ve diğer kültürel alanlarda Türk dünyasının ve İslâmiyet’in etkilerinin hissedildiğini açıklanmaktadır. Türk asıllı kaynaklar, Türkiye ile Hindistan arasındaki dil ve medeniyet ilişkilerinin neticesinde ortaya çıkmıştır. Hint dilindeki Türk kökenli sözler birkaç asırlık tarihi geçmişi olan tarihi ve kültürel ilişkilerin numunesi gibidir. Çeşitli yapılara sahip olan Türk lehçeleriyle Hintçe’deki sözcüklerin değişimine coğrafi, kültürel, tarihi ve sosyal etkenlerin sebep olduğu düşünülmektedir.


Türk lehçeleri ve kültürü geniş bir coğrafyaya yayılmış, pek çok komşu dil ve uygarlıklarla  ilişki kurmuştur ve bugün de bu temaslarını devam ettirmektedir. Hint dillerinin mevcut ve 
eski diğer dillerle bağlantılı olması bu dilin canlı bir tarihi gelişim süreci yaşadığının bir delilidir ve onu ilmi açıdan incelemenin, yalnızca Hint dillerinin tarihi değil, aynı zamanda diğer komşu dillerin tarihi için de ilmi önemi büyüktür. 

Hindistan topraklarına Müslümanların ilk defa girişi VII. yüzyıl gibi erken bir dönemin olayıdır. Fakat o dönemdeki seferlerin Hindistan’ın diğer bölgelerine yaptığı etki zayıftı. 

XI. yüzyılın ilk yarısında ise Hindistan adeta Müslüman Türklerin hücumlarının merkezine dönüşmüştür. Hindistan’da ilk Türk İslâm seferi 1001’de gerçekleşmiştir. O dönemde derebeylik düzenin dağınıklığını yaşayan Hint racalıkları (prenslikleri) bu saldırılara karşılık veremeden geriye çekilmek zorunda kalmışlardır. Süreç içerisinde Kuzey Hindistan’da Müslümanlar hâkimiyeti altında büyük bir devlet olan Türk Sultanlığı kurulmuştur. Taarruzunu güneye doğru devam ettiren bu devletin teşekkülü, Hindistan tarihi ve kültürüne büyük bir etkide bulunmuştur. Bu dönemden itibaren mimarlıktan, edebiyata, sanattan, yazıya ve mutfak kültürüne, bütün kültürel sahalarda İslâmiyet’in etkisi görülmeye başlanmıştır. 



Prof.Dr. Rauşangül AVAKOVA , Jenisbek ABELDAYEV , Bota BOKULEVA
El-Farabi Kazak Milli Üniversitesi, Almatı - KAZAKİSTAN  ( Devamı  için tıklayın) :



SB.


***




4 Kasım 2012 Pazar

UNUTTURULAN OSMANLI TARİHİ - Tekstil ve Fes




"GAVURA DAMIZLIK VERMEK UĞURSUZLUKTUR"





"BULUNMAZ HİNT KUMAŞI"    İLE   "FES"


Cengiz Özakıncı’nın da dediği gibi, çocuklara Osmanlı’nın çöküş sebebinin sadece askerî alanla ilgili olduğu şırıngasını aşılamaktı. Oysa tarih bilmediğimiz birçok ayrıntıyla doludur.

Hangi Osmanlı adlı bölümün başında Cengiz Özakıncı Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı yenen milletlerin imzaladığı bildiriyi yayımlamış. 23 Haziran 1919’da imzalanan bu metinin altında İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Amerika ve Sırbistan’ın ismi geçiyor. 

Kısaca bu bildiride Türklerin ele geçirdiği her ülkenin yıkıldığı, Türklerde geliştirme yetisi olmadığı, Türklerin sadece savaşmayı bildiği yazılıp çizilmiş. Mustafa Kemal 28 Aralık 1999’da şu yanıtı vererek Osmanlı’ya çamur atıldığının altını çizmiştir: 

“… Ulusumuz küçük bir aşiretten, anavatanda bağımsız bir devlet kurduktan başka, Batı dünyasına, düşman içine girdi ve orada büyük çabalarla bir İmparatorluk kurdu. Ve bunu, bu İmparatorluğu, 600 yıl büyük bir yetkinlikle sürdürdü. Bunu başaran bir ulus yüksek bir yöneticilik yeteneğine ve yönetim örgütlenmesine sahiptir. Böyle bir durum yalnızca kılıç gücüyle gerçekleştirilemez…”

Ayrıca Cengiz Özakıncı Atatürk’ün kurduğu Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nce yazılan ve 1931 ve 1941 arasında okutulan tarih kitabında yazılanların bir kısmını alıntılayarak, bize Osmanlı’nın Batı’ya karşı sadece askerî üstünlüğüyle fark atmadığını, aynı zamanda ekonomik ve bilimsel olarak da üstün olduğu gerçeğini aktarmıştır. Ve şu sonuca varıyor Cengiz Özakıncı:

 “Mustafa Kemal döneminde 1930’larda çocuklara okullarda verilen bu Osmanlı tarihi bilgisi onların beyinlerine ‘eğer bilim, sanayi ve teknoloji alanında üstünlük kuramazsak, askerî üstünlük de kuramayız’ yargısını kazımaktaydı.”

Cengiz Özakıncı metni şöyle bitiriyor: 

“… Çocuklarımız Osmanlı’nın yükseliş dönemindeki bilimsel, siyasal, ekonomik başarılarını bilmeli, yerli üretimi koruyup geliştirmenin önemini kavramalı, gâvura damızlık vermenin uğursuzluk getireceği beyinlere kazınmalı, Osmanlı’nın çöküş sebeplerini askerî yenilgiler dışında tün çıplaklığıyla görmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti’ni çöküşten koruyabilsinler.” 


DEVAMI
CENGİZ ÖZAKINCI : HANGİ OSMANLI 1
CENGİZ ÖZAKINCI : HANGİ OSMANLI 2







Fesin Ecnebi Kökeni ve Bir İngiliz Oyunu

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı yobaz kesimin öteden beri sembolüdür fes… Atatürk düşmanı kafaya sorsanız “şapka” ecnebi/Hıristiyan başlığı, “fes” ise Müslüman/Osmanlı başlığıdır! Bu düşüncesi nedeniyle Atatürk düşmanı yobaz, adeta şapkanın üstünde tepinip, sabah akşam şapkaya küfrederken, fesi din ve iman simgesi sanarak sevip sayar, hatta bugün 21. yüzyılda kafasına kalıbı bozulmuş bir vişneçürüğü fes takıp, püskülünü gururla dalganlandıra dalgalandıra arz-ı endam eder! Onu bu fesli haliyle gören cemaat mensupları da “Adama bak amma Müslüman!” diye takdirlerini belirtmekten kendilerini alamazlar!...

Oysa ki Atatürk düşmanı yobaz kafa fena halde yanılmaktadır.

Her şeyden önce fesin Müslümanlıkla hiçbir alakası yoktur. Fesi ilk kullananlar da, fesi üretip Osmanlı’ya satanlar da Müslüman değildir!

Dahası, fes Osmanlı Devleti’nin geleneksel şer’i yapısı değişmeye, devlet Batılılaşmaya başladığı bir dönemde 19. yüzyılın başında reformist (yenilikçi) Osmanlı Padişahı II. Mahmut tarafından bir reform, bir modernleşme adımı olarak kullandırılmaya başlanmıştır. II. Mahmut Kaptan Hüsrev Paşa’nın Kalyoncu askerlerine giydirdiği TUNUS FESLERİNİ beğenerek devlet mamurlarının da aynı başlığı kullanmasını istemiştir. II. Mahmut 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra kurduğu Asaker-i Mansure-i Muhammediye ordusuna da fes giydirmiştir. 1829’dan itibaren din adamları ve kadınlar dışındaki herkesin fes giymesini zorunlu kılmıştır. 1832’den itibaren neredeyse herkes fes giymeye başlamıştır. II.Mahmut, devlet memurlarına fes kullanımını zorunlu tuttuğunda dönemin yobazları “Sarığımızı çıkartmayız!”, “Bu ecnebi başlığını kabul etmeyiz!” “Kahrolsun fes!” diye bağırarak fesin gavur başlığı olduğunu belirterek, fes takmayı reddetmişlerdir. Bunun üzerine II. Mahmut fesin “dinen caiz olduğunu” belirten fetvalar yayınlatmak zorunda kalmıştır.

Çok daha önemlisi Fes gerçekte bir Ortaçağ BİZANS BAŞLIĞI’dır. Yeniçağ’da Avrupa’da İSKOÇ BAŞLIĞI olarak da kullanılmıştır.

Aslına bakılacak olursa II. Mahmut’un  fes reformunun tek nedeni modernleşmek değildir. Bu durumun pek bilinmeyen çok ilginç bir nedeni daha vardır. 

Şöyle ki:

II. Mahmut bilindiği gibi 1838 tarihli Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla İngilizlere çok geniş ekonomik ayrıcalıklar vermiştir. Bu ayrıcalıklardan biri de İngiliz üretimi feslerin Osmanlı topraklarına pazarlanmasıdır. II. Mahmut daha bu anlaşmayı imzalamadan önce 1832'de fes giyilmesini zorunlu kılarak İNGİLTERE'DEN İTHAL EDİLEN FESLERE OSMANLI'DA BİR PAZAR YARATMIŞTIR.

Her şeyi en başından anlatalım:

İngiltere Kraliçesi Elizabeth 1583’te İngiliz ticaret temsilcisine, Cezayir ve Tunus’ta ‘Benettos Colorados Rugios’ (Kırmızı Renkli Başlık) adı verilen kenarsız bir tür kırmızı İskoç başlığı için Türkiye’de (Osmanlı’da) Pazar bulması buyruğu vermiştir. Bunun üzerine İngilizler, Fesi Tunus ve Cezayir gibi iller dışında bütün Osmanlı illerine pazarlamaya hazırlanmışlardır. Fes kelimesinin sözcük kökeni bakımından Kuzey Afrika’daki “Fez” şehriyle ilgili olması bunun böyle olduğu olasılığını güçlendirmektedir.

Özetle, İngiliz Kraliçesi 16. yüzyılda Osmanlı’daki elçisine “kenarsız kırmızı İskoç başlığı” diye tanımladığı, Cezayir’de ve Tunus’a pazarlanan fesin, bütün Osmanlı topraklarına yayılmasını istemiştir.

Cengiz Özakıncı’nın dediği gibi, İngilizler, İngiliz Kraliçesi’nin, “kenarsız kırmızı bir tür İskoç şapkası –fes- giye buyruğunu 250 yıl boyunca unutmamışlar, sonunda 1832’de II. Mahmut döneminde Türklere bunu giydirmeyi başarmışlardır”.

Osmanlı Devleti İngilizler dışında Avusturya-Macaristan'dan da fes satın almıştır bir dönem. Avusturya, Bosna-Hersek'i ilhak edince İstanbul'da Osmanlı Botkotaj Cemiyeti Avusturya feslerini protesto kampanyası başlatmıştır. Bu kampanya çok etkili olmuş ve çoluk çocuk, yaşlı genç tüm Osmanlılar başlarındaki fesleri çıkarıp üzerinde tepinmiştir.

Fesi Din-İman Sembolu Sananlara Kötü Haber:
Sonuç olarak bizim dinle kandırılmış yobazlarımızın din ve iman sembolü sandığı FES aslında İngiliz emperyalizminin Osmanlı’yı daha çok sömürmek için Osmanlı’ya pazarladığı bir ihraç malından başka bir şey değildir. Bugün OSMANLICI olduğunu göstermek için fes giyenler de aslında OSMANLICI değil OSMANLI'YI fesle sömüren İNGİLİZCİ olduklarının bilincinde değillerdir herhalde!.. Ayrıca fes, Osmanlı'nın haşmetli dönemlerini değil, Batı karşısında her bakımdan geri kalıp, emperyalizme sömürüldüğü dönemleri çağrıştıran bir semboldur. 

II. Mahmut özünde bir BİZANS VE İSKOÇ BAŞLIĞI olan fese karşı dinsel tepkileri önlemek için şeyhülislama “FES GİYMEK DİNEN CAİZDİR” diye fetvalar yayınlattığı için ve Atatürk'ün, yerine şapka giydirip kaldırdığı püsküllü vişneçürüğü/kırmızı FESİ din ve iman sembolü sanıp hala kafasından çıkarmayanlar var bu ülkede… 


SİNAN MEYDAN









Yerkürenin yuvarlak ve güneşin etrafında döndüğünü Avrupalılardan ilk açıklayanlar Kopernik (1540) ve Galile (1640) dir.  Halbuki bundan çok daha önce dünyanın yuvarlak olup döndüğünü El-Biruni (973-1051) ispat etmişti.  Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu. Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5 asır önce dile getirdi. (antik çağı karıştırmadım, çünkü orada da Sümer başı çekiyor !) Peki Darwin'in Evrim Teorisi ... o da yalan, çünkü Erzurumlu İbrahim Hakkı ondan 100 yıl önce söylemişti...





AMA HERKES HALA "BATI MASALLARIYLA" UYUTULUYOR !
ONLARA GÜNAYDIN DİYELİM :)





21 Ekim 2012 Pazar

HAZARLAR - AHMET TAŞAĞIL / 2






Hazarların Menşei


Doğu Avrupa’da ilk defa muntazam devlet kuran Türk topluluğu Hazarlar’dır. Sabarlar’ın yaşadığı sahad, Sabar ismi yerine birden bire ortaya Hazar adının çıkması Sabarlar ile Hazarlar arasında bağlantı olduğunu göstermektedir (1). Aslında Belencer ve Semender adlı iki Sabar kabilesinin, Hazarlarda da ortaya çıkması, Hazar kelimesinin aynı Sabar kelimesi gibi, anlam taşıması (2), Hazarlar’ında Sabarların içinde bir kabile olduğunu ve Sabarların yıkılışından sonra büsbütün Sabar topluluğuna bu adın verildiğini göstermektedir. Bu görüşü destekleyen delillerden birisi de 10. yy. tarihçilerinden El-Mesudi’nin “İranlılar’ın Hazar dediği topluluk Türkler tarafından Sabar diye anılır”şeklindeki kaydıdır.


Hazarlarda tıpkı kendilerinden önceki Sabarlar gibi kaynaklarda farklı şekillerde zikredilmişlerdir (3). Hazar Hakanlığı topraklarında türlü Türk grupları vardı. Bu nedenle çeşitli Türk lehçeleri konuşulmakta idi (4).


Hazarların Coğrafi durumu çok önemli bir mevkiide bulunduğu için Hazarlarınsiyasi tarihine başlamadan önce bölgeye bakmamız gerekir. Hazar ülkesi önceleri Terek nehri boylarında iken sonra ağırlık merkezi Aşağı İtil boyuna kaydı. Burası İtil, Yayık, Don ve Kuban gibi dört büyük nehrin havzasını teşkil ediyor aynı zamanda devrin en önemli ticaret yolları üzerinde bulunuyordu. Bu yollardan en önemlisi İtil (Volga) nehrinin kendisi idi; İslam dünyası (Suriye, Irak, İran ve Türkistan) ile Çin ve İskandinavya arasındaki ticaret faaliyeti buradan geçiyordu. Aynı şekilde Harezm’den Aşağı İtil boyuna ve oradan da Karadeniz sahillerine giden Kervan yolu da gidiyordu.


Hazar Devleti’nin Kuruluşu

Hazar ismi ilk defa 558’de Sasani-Sabar savaşlarında geçmekte, 576 yılında Gök-Türk hakimiyeti Karadeniz’in kıyılarına ulaşınca bu sefer Çin kaynaklarında T’ang-Shu’da T’u-küe Ho-sa ve K’o-sa diye geçer. 586 yılındaki Bizans kaynağında ise artık iyice tanınırken aynı zamanda Türk adı ile de anılıyorlardı (5) . Bu sıralarda Hazarlar Batı Gök-Türk Hakanlığı’nın batıda en uç noktasını meydana getiriyorlar ve yine Batı Gök-Türkler’in arzusu ile Sasaniler’e karşı Bizans’a yardım ediyorlardı. İslam ve Ermenikaynaklarına göre Hazarların Gök-Türkler’e bağlılığı 7. yy’ın ikinci yarısına kadar sürmüştür.


Bu devirde Hazarlar’ın Derbend’i geçerek, Gürcistan ve Azerbaycan’a akınlar yaptıklarını ve Tiflis’i kuşattıklarını görmekteyiz. 626 yılında Avarlar’la Sasaniler İstanbul’u kuşatınca, Bizans imparatoru Heraklios Tiflis’e gelip Hazar Başbuğu “Yabgu” (6) ile görüşerek ondan sağladığı 40 bin kişilik ordu ile Bizans içlerine yürüdü. Daha sonra yine Hazarlar’dan Çorpan Tarhan Sasanilere karaşı başarılar kazanıp Anadolu’yu Sasanilerden kurtarmıştır. Bu sırada Yabgu Tiflis’e girip, bazı Ermeni kütlelerini hakimiyetine aldı (629). Hazar Hakanlığının gerçek kuruluşu 630 yılındadır. Bu tarihte doğuda Gök-Türk devleti fetret devrine girince Hazarlar müstakil bir devlet olarak tarih sahnesine çıktılar. Hazar devleti kurulur kurulmaz, o zamanın iki büyük devleti Sasani-Bizans savaşlarında rol oynamaya başladı. Hazarlar Bizans’la dostluk kurup, Sasaniler’e saldırdılar. Türk-Bizans ortak hareketi neticesinde Sasani imparatorluğu zayıfladı. Arkasındanda İslam kuvvetleri tarafından çökertilip tarih sahnesinden çekildi (634-637) (7).


İslam kuvvetlerinin hareketi Kafkaslar’a Ermeniyye bölgesine doğru gelişmeye başlayınca Türk-Bizans dostluğu daha da arttı. Siyasi menfaatlerin ortak olması hükümdar aileleri arasında evlenmeler yolu ile akrabalık tesis edilmesine yol açtı. İmparator Justinianus I (685-695) ve Konstantinos (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler.


Konstantinos’un Hazar prensesi Çiçek’ten doğma oğlu imparator Leon IV (775-780) tarihte Hazar Leon olarak tanınmıştı. Bizans imparatorları çoğu zaman kendi iç ve dış meselelerinde Hazarlar’ın yardımını sağlamaya çalıştılar (8).


VIII-IX yüzyıllarda Hazar Hakanlığı genişleyerek, Doğu Avrupa’nın en önemli devleti oldu. Bu sırada Kama ve İtil boyundaki birçok kavim; İtil Bulgarları ve türlü Fin kavimleri, Burtaslar Hazar kağanına tabi idi. Ayrıca Desna ve Orta Dnyeper boyundaki türlü Slav kavimleri Hazar hakimiyetini kabul ettiler. Bu Slav boyları şunlardı; Radimiç, Vyatiç, Severyan, ve Polyan. Ayrıca Kuzey Kafkasya’nın dağlı kavimleri ve Kuban boyundaki Macarlar’da Hazar hakimiyetini tanıdılar. Hazar hakanlığının sınırları Yayık, Cim nehirlerinden başlayarak, batıda Dnepr (özü) nehrine kadar geniş bir sahayı kaplıyordu. Bu sıralarda Karadeniz’in kuzeyindeki Büyük Bulgarya devleti Hazarlar'ın hücumları neticesinde yıkılmış, buradaki bütün geniş ovalar Hazarlar’ın eline geçmiştir.



Arap-Hazar Münasebeti

Hazarlar’ın tarihinde Araplarla olan mücadele geniş ve önemli bir yer tutar. Bu mücadele yüzyıl kadar sürdü. Neticede Arap ilerleyişi Kafkaslar’da durduruldu. Araplar (Avrupa’da Puvatya savaşından sonra) doğuda da Kafkaslarda durduruluyorlardı (9). Hazar ülkesine ilk büyük Arap taarruzu Halife Osman zamanında yapıldı. 651-652 de Selman b.Rebia kumandasındaki Arap kuvvetleri Derbend’i aşarak Hazar Başkenti Belencer’e kadar sokuldu, fakat Hazarlar bunları püskürtüp, Ermeniyye bölgesine girdiler. 


Bu bölgedeki Arap harekatı Halife I. Velid’in kardeşi Mesleme b. Abd’ülmelik kumandasında yarım asır devam etti (10). 714 yılında Mesleme ordusuyla Derbend’i ele geçirdi. Fakat onun İstanbul’u kuşatmak için bu bölgeden ayrılmasıyla (717) Hazarlar tekrar hücuma geçtiler ve Arap kuvvetleri geri çekilmek zorunda kaldı. Hazar harekatı ilerleyerek Azerbaycan’ın büyük bir kısmına yayıldı. 722 yılında Arapların Ermeniyye valisi El-Cerrah’ül-Hikemi Hazar topraklarında büyük başarılar kazandı ise de 730 yılında Hazarlar’ın hücumu neticesinde burada tutunamayarak Azerbaycan’dan çekilmek zorunda kaldı. Araplar’ın Hazarlar’a karşı en büyük zaferini 737 yılında Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammed sağlamıştır. Arap hücumları karşısında zor duruma düşen Hazar Hakanı barış istemek zorunda kalmıştı.


Hatta Müslümanlığı kabul ettiğini dahi bildirmiştir. Fakat kuvvetleri geri çekilince o da eski dinine, herhalde Yahudiliğe dönmüştür. Bu arada Halifelik Emeviler’den Abbasiler’e geçince mücadelesi yavaşladı (11). 758 yılında Daryal’da kurulmuş olan Ermeniyye vilayetinin valisi Yezid bin Useyd Hazar kağanı ile anlaşabilmek için halifenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlendi. Fakat bu prensesin doğum esnasında ölmesi üzerine, Hazar Hakanı bunun kasıtlı olduğunu düşünerek As-Tarhan kumandasındaki orduyu İslam topraklarına gönderdi (12). 


764 yılında Hazarlar Tiflis’i ele geçirdiler. 799 yılında ise Hazarlar hakanlarının kumandasında Ermenistan’a girdiler. Halife Harun Reşid’in kumandanı Yezid, bu Hazar hücumunu durdurmaya muvaffak oldu (13). İslam İmparatorluğu’nun en kuvvetli devrinde Hazarlar’ın Araplar’a karşı gösterdiği mukavemet, bu Türk devletinin gerçekten güçlü bir oluşumda olduğunu gösterir. Zira, İslam kaynaklarından anlaşıldığına göre söz konusu bu devlet Çin ve Bizans ile aynı ayarda ve Doğu Avrupa’nın en büyük siyasi kuruluşu teşekkülü idi (14).



Hazar-Rus münasebeti:


VIII. asrın sonlarından itibaren ve IX. asırda Hazarlar’ın Kuzey ve batı hudutlarındaki komşularıyla münasebetlerinin arttığı görüyoruz. Hazarlar’ın sağladığı barış ve huzur sayesinde İskandinavya-Bizans ticaret yolu gelişti. Bu arada İskandinavyalı bir kavim olan Varegler, bu yolu takip ederek Kiyef bölgesine geldiler. Burada Hazarlar’a bağlı olarak ticaret yapmaya başlayan ve zenginleşen Varegler 862 yılında Rurik adlı knezin idaresinde Kiyef Rus knezliğini kurdular. Bu knezliğin gelişmesinde Hazar tesiri çok fazladır. Bundan dolayı Kiyef kelimesi ancak Türkçe ile açıklanabilmektedir., yine kurulan Rus birliğinde başkanın ünvanı “Chacanus” (hakan) idi ve 988 de Hristiyanlığı kabul eden Vladimir ile sonradan knez olan Yaroslav hala bu ünvanı kullanıyorlardı.



Hazar-Macar münasebeti:


Hazarlar’a tabi olan kavimlerden birisi de Macarlardı. Macarlar aslında Fin-Ogur (OĞUZ) menşeilidir. Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarını terk ederek bozkır bölgesine geldiler ve Ogur Türkleri ile uzun süre beraber yaşadılar. Aslında kendi bölgelerinden Sabarların baskısı ile göç ederken bir kısım Macar’da eski yerlerinde kaldı (15).


Önceleri Kuban havzasında olan Macarlar daha sonra Don nehri boylarına gittiler. Don nehri boylarında iken Hazarlar’a bağlandılar ve onlar tarafından teşkilatlandırıldılar. Macar Arpad hanedanı bu sırada ortaya çıktı. Fakat doğudan Peçenekler’in belirmesi ile Macarlar’ın rahatı bozuldu. Peçenek saldırıları karşısında tutunamayan Macarlar yurtlarını terk ederek Orta Avrupa’ya doğru göç ettiler (16). 


Daha sonra Karadeniz’in kuzeyine gelen Macarlar, burada Kündü ile Üge tarafından idare edildikleri sırada her bir oymağın başına Hazar Hakanlığının tayin ettiği birer “Ür” bulunan 7 kabileden müteşekkildiler. Burada Türkler’le büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir (17) . Ker-büyük iri, Keszikesik başka diğer iki oymak ise Fin-Ugor;nyer ve magyar, bunlardan Orta Asya menşeili ve Türk olan Kürt kabilesinin bir bölümünün Gök-Türkler çağında gelerek Macarlar’a karıştığı görülmektedir (18).



Hazarların yıkılışı:


X. yüzyıl ortalarına kadar, Hazar Hakanlığı Doğu Avrupa’nın en kuvvetli devleti olma özelliğini sürdürdü. Fakat iç düzenin bozulması ve dış tehlikelerin artması devletin gücünü yavaş yavaş azaltmıştır. Hazar Hakanlığı bir çok yönde Gök-Türk Devleti’nin teşkilatına ve o meyanda askeri teşkilata da sahip olduğu halde, zamanla bu askeri teşkilat gevşedi. Yani asker millet olmaktan çıktılar. Hazar ordusunda 10-12 bin kadar Harizm’li ücretli asker bulunuyordu.


Devlet ekonomik yönden zayıflayınca ücretleri veremez duruma
geldi. Bu sebepten çıkan huzursuzluklar devleti askeri ve idari yönden sarstı. Ayrıca doğudan gelen Peçeneklerin hücumları Harezm-İtil ticaret yolunun huzurunu bozmuştu. Yine ülkenin Karadeniz sahillerindeki Tamatarhan gibi ticaret merkezleri Slavlar’ın hücumuna maruz kaldı. Ruslar Kuban bölgesine kadar ilerlediler ve yağma yaptılar (19). Hazar ülkesinde vaziyet böyle iken, Aşağı Sirderya çevresindeki Türk kavimleri arasındaki kaynaşma neticesinde Hazar Hakanlığı iyice sarsıldı (20).


Nihayet, Hazar Hakanlığı daha yüzyıl kadar ayakta kalabildi. 865’te Rus Prensi Svyatoslav Don boyu ve Kuban bölgesini, Tamatarhan şehrini işgal etti. Arkasından da Kuman-Kıpçaklar, Hazarlar’ın Harezm ve Türkistan ile bağlantılarını kesti ve ticaret faaliyetlerini tamamen durdu. Neticede Kuman-Kıpçak baskısı altında Hazarlar XI. Yüzyıl içinde kaybolup, gittiler.  Bugün Avrupa’da Yahudi dinine mensup olan Karaim Türkleri ve Kafkaslar’da yaşayan Karaçaylar’ın Hazar kalıntıları olduğu sanılmaktadır.



Hazarlar’da Din:


Hazar Hakanlığı’nın kurulmasından sonra bölgede barışın sağlanması, ulaşımı artırmış, dolayısıyla her türlü milletten çok çeşitli insanların kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Böyle bir ortamda çeşitli dinlerin bir arada bulunması tabii bir durumdu.


Hazarlar aslında Gök Tanrı dinine (Tengri Han) inanıyorlardı. Yani Hazar halkının çoğunluğu bu dinde idi (21). Fakat zamanla Hakan ailesi Museviliği kabul etti. Beyler ve saray erkanı da Musevi idi. Tüccar zümrenin arasında ise Müslümanlık yaygındı. Bir de Ortodoksluk Karadeniz’in kuzeyinde epeyce yayılmıştı (22).  İslam tarihçilerinin (23) kayıtlarına göre, camii, kilise ve sinagoglar yan yana bulunuyordu.


Türk tarihinde Hazar Hakanlığından başka, hiçbir hükümdar sülalesi Yahudiliği kabul etmemiştir. Ayrıca sadece Hazar üst tabakasının Yahudiliği benimsemesi dikkat çekicidir. Bu sebepten dolayı Hazarlar’ın Museviliğe girişi meselesi tarihçiler tarafından etraflıca tedkik edilmiş, olmasına rağmen kesin bir netice elde edilememiştir. 


Yahudiler, 730-740 tarihlerinde hem Bizans, hem de İslam ülkelerinde şiddetli takibata uğrayınca, Kafkaslar üzerinden Hazarlara’a giderek, onlara sığınmışlar, arkasından da Hazar büyüklerini etkileyip Museviliği kabul ettirmişlerdir. Hazarlar’ın bu dini kabul edişlerini siyasi yönden izah etmek daha uygun gelmektedir. Çünkü o zamanki iki büyük devlet Bizans Hıristiyan, Abbasiler ise müslümandı. Hazarlarda üçüncü devlet olarak Museviliği kabul edip onların siyasi nüfuzlarından uzak kalmayı düşünmüşlerdi. 


Yahudiliği kabul eden ilk Hazar hakanının “Bulan” olduğu söylenmektedir. Bütün bunlara rağmen Hazar devletinin Yahudi devleti olduğu kabul edemeyiz. Çünkü bu dine girenler yukarıda söylediğimiz gibi sadece hakan ailesi ve devlet erkanı idi.
Halk, ise Gök-Tanrı dinine inanmaya devam ediyordu. Aslında Hazarlar Yahudiliğin “Karay” (24) denilen mezhebine girmişler ve zamanla Musa talimlerini öğreten, ihtiva eden Talmudçuluğa yaklaşmışlardır. Bu arada 960 tarihindeki Endülüs Emevi devletinin Musevi nazırlarından “Hasday bin Şarput” Kurtuba’dan Hazar Hakanı Yasaf’e gönderdiği mektup ile Hakanın İbranice yazdığı cevap konusunda uzun tartışmalar olmuştur. Bugün umumiyetle sahte olduğu kabul edilmekle birlikte mektubun verdiği bilgilerin doğruluğu dikkat çekicidir (25). 


Karay mensuplarının (Karaimler) zamanla Hazar ülkesinde kalabalıklaştılar. Hatta zamanımızda Kırım’da, Polonya’da yaşayan Karaimlerden ana dilleri ve dini lisanı Türkçe olan cemaatler Musevi-Hazar Türklerinin devamı sayılmaktadır (26).



PROF.DR.AHMET TAŞAĞIL
Mimar Sinan güzel Sanatlar Üniv.
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı
kendi sitesinden alıntıdır.



1) A.N. Kurat, Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 30.
2) Hazar-Kazar=Kaz+ar: Anadolu Türkçesinde Gez+er= serbest dolaşan gezen, Gy. Nemeth H.M.K.
3)Arap kaynaklarında Al-Hazar, İbrani kaynaklarda Hazar, Kazar, Latin kaynaklarda Chazari, Gazari, Grek kaynaklarda Khazaroi, Rus kaynaklarda Kozar, Kazarin, Macar kaynaklarda da Kozar, Kazar, Ermeni kaynaklarda Hazir-k, Gürcü kaynaklarda Hazar-i, Çin kaynaklarda T’u-küe Ho-sa.
4) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.157.
5) Tarihte Türklük, s. 114, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 158.
6) Muhtemelen Batı Gök-Türk Hakanı Tong Yabgu’nun küçük kardeşi.
7) Kuzey Karadeniz’deki Türk Kavimleri, s. 32, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 158.
8) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 159.
9)K.K.T. Kav., s. 38, T. Türklük, s. 15.
10) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 159.
11) K.K.T. Kav. S. 39, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S.159.
12) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S. 160, K.K.T. Kav., S.40.
13) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S. 160.
14) Tarihte Türklük, s.116.
15) Başkırt bölgesi.
16) K.K.T. Kav., S. 41, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S.,164, T.Türklük, S. 117.
17) Tarjan-Tarkan, Yenö-Inak, Kürtgyanmat(Yorulmaz)
18) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S.167.
19) R.Grousset, Bozkır İmp., S.182.
20) K.K.T. Kav., S.42.
21) R.Grousset, Boz. İmp. S.180.
22) K.K.T.Kav., S.35-36, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, S.,162.
23) İstahri, El-Mesudi, İbni Havkal.
24) Müslümanlıkla biraz karışık.
25) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.163, K.K.T.Kav., s.36.
26) İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.163, K.K.T.Kav., s.37.
KAYNAKLAR:
A- Bizans kaynakları: Theophannes, Patrik Nikephoros, Konstantinos
Porphygennetos, Hazarlar için önemli Bizans müellifleri.
B- İslam kaynakları: İbni Rustah, Kurtubalı El-Bakri, İranlı Gerdizi, İbni Faldan seyahatnamesi, İstahri, İbni Havkal ve Mesudi, Hazarlar için önemli İslam müellifleridir ayrıca Hudud’ül-Alem adlı eserde Hazarlar hakkında malumat verir.
BİBLİYOGRAFYA:
1- A.N. Kurat, IV. Ve XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk
Kavimleri, Ankara, 1971.
2- İ. KAFESOĞLU, Türk Milli Kültürü.
3- L.Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1971.
4- B.Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1962.
5- Arthur Koestler, 13. Kabile (Türkçe Terc. Belkıs Çorakçı) İstanbul, 1984.
6- S. Runciman, Ortaçağların başında Avrupa’da Türkler, Belleten VII, 1943.
7- M. Kmosko, Araplar ve Hazarlar T.M. III, 1935.
8- Ramazan Şeşen, İbni Fadlan seyahatnamesi, İstanbul, 1976.
9- B.Ögel, Sekeller’in Atları Hakkında, Belleten, s. 36, 1945.
10- Y.Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri, Ankara, 1965.
11- Şaban Kuzgun, Hazar Türkleri, 1984.









HİTLER AVRUPASI VE YAHUDİ SOYKIRIMI


Geleneksel teoriye göre Avrupa yahudilerinin yani Aşkenazi'lerin kökeni Fransa ve Almanya'nın doğusundan daha doğuya yani Polonya ve Doğu Avrupaya göçen gerçek, yani semitik yahudilerden oluşuyor. Avrupa yahudilerinin çoğunluğunu Doğu Avrupa yahudileri oluşturuyor, yani daha çok Polonya Yahudileri. Bu teoriye göre Batı Avrupa'daki veba salgını ve Haçlı Seferleri sırasında yani 2. milenyum başlarında (1100'ler civarı), Fransa ve Almanya'nın Batı bölgesi olan Ren bölgesindeki yahudiler katliama uğramıştı ve kaçanlar Doğuya göç etmişti.



Oysa Arthur Koestler'in bahsi geçen kitabında da belirtildiği gibi o sırada Almanya'nın batısında çok az sayıda yahudi yaşıyordu ve doğuya bir göç olmadı hiç! Yahudiler kendi bölgelerindeki güvenli bölgelere sığındılar.

Peki başta Polonya olmak üzere Doğu Avrupa Yahudilerini oluşturan ve II. Dünya savaşına kadar gelen ve Hitler tarafından kıyıma uğratıldığı söylenen Yahudiler nereden gelmişti ve kökenleri neydi?;


19. Yüzyıl ortalarından itibaren yapılan araştırmalar ve teorilere göre bu yahudiler gerçek yahudi yani semit değillerdi! Ari ırkın kökeni sayılan Kafkasyadan gelen 7. ve 10. yüzyıl arasında Karadenizin kuzeyinde Kiev(kuyuev) ile Hazar denizi arasında büyük ve çok güçlü bir imparatorluk kuran HAZAR TÜRK krallığınin soyundan geliyorlardı. yani bu yahudiler semit soyundan gelen gerçek yahudiler değil TURAN-TÜRK soyundan gelen Türkçe konuşan sonradan din olarak museviliği benimsemiş bir milletin soyundan geliyorlardı.


Bu teoriyi 19. yüzyıldakileri saymazsak ilk olarak 1940'lı yıllarda kendisi de bir Hazar Türk yahudisi olan ve daha sonra katolikliğe dönen Benjamin Freedman dile getirmişti. Daha sonra bu konu yine kendisi de bir Türk Hazar yahudisi olan eski komünist Macaristan doğumlu İngiliz vatandaşı Arthur Koestler tarafından yazılan ünlü 'Onüçüncü Kabile' kitabında dile getirildi ve büyük sansasyon yarattı. Diğer önemli bir kaynak da Kevin BROOK'un "Hazar Yahudileri" kitabıdır.



(Bu konularda Cengiz Özakıncı'nın 'Derin Yahudi Siyon-Türk Zelda' kitabını tavsiye ederim.)






Günümüzde bu teori artık geniş bir kabul görmekte ve şu an Dünyada hararetli bir şekilde tartışılmaktadır;

Buna göre Türk soyundan gelen Hazarlar 700'lü yıllarda Kafkasyanın Kuzeyinde Karadenizin Batı kıyılarında çok güçlü bir imparatorluk kurdular. Hazarlar savaşçı ve fizik olarak çok güçlü, güzel insanlardı (çoğunlukla sarışın ve mavi gözlü).


O tarihlerde güneyde Müslüman Arapların devleti daha Batıda Hristiyan Bizans devleti vardı. Bu iki din ve devlet arasında sıkışan Hazarlar siyasi bir karar alarak Musevi dinini benimsiyorlardı (740 yılları) ( Bazı tarihçilere göre sadece kral ve çevresi museviliği seçti, ama genel görüşe göre kralla birlikte halkın çoğunluğu bu yeni dini benimsedi. Halkın arasında azınlık olarak Müslüman ve Hristiyanlar da vardı) daha sonra musevilik iyice revaç bularak Hazarları tam olarak kuşattı. Hazarlar savaşçı bir millet olmakla beraber aynı zamanda ticaretten çok iyi anlayan Asya ile Avrupa arasında ticaret köprüsü kuran bir kavimdi. Arapların Kafkasyanın Kuzeyine İslamı yaymasını Hazarlar durdurmuştu. bazı tarihçilere göre gerçek Semit Yahudiler Hazarlar ile temas kurarak onların Museviliği seçmesine neden olmuşlardı. böylece Yahudiler Dünya Yahudiliğini koruyacak çok güçlü bir orduya sahip olmuşlardı


2. Milenyumun başlarında 1000 yıllarında Hazar krallığı Ruslar tarafından yıkıldı. (Oysa Hazar Krallığı kurulduğunda daha Rusya diye bir devlet tarih sahnesinde yoktu!) bundan sonra bir süre daha bu bölgelerde Hazarlar yaşadıysa da büyük çoğunluğu Batıya doğru göçmeye başladı ve o zamanki Polonya-Litvanya topraklarına yerleştiler. Polonyalılar tarafından çok iyi karşılandılar. Hazarlar başta Polonya olmak üzere Ukrayna ve Orta Avrupa ülkeleri olan Macaristan (( bir Türk kavmi olan Magyarlar Hun kökenli olup(İngilizce Hungary, Macarcada bir çok Türkçe kelime olup en yaygın erkek ismi Attila'dır) Hazarlarla akrabaydı.)), Avusturya, Almanya, Romanya vb. gibi ülkelere göçerek yerleştiler. 


Daha sonra Ukraynalı Kozak kralının Hazar ülkesinde geride kalan Hazar köylerine hücum etmesi üzerine bu Hazarlar da Polonyaya göç edince, kıtlıktan, Polonyadaki Hazarlar kütleler halinde Macaristan ve Avusturyaya göç etmeye başladılar. bu göçler II. Dünya savaşına kadar sürdü.


Bu arada Polonyaya gelen diğer göçmenler Almanlardı ve kültür bakımından üstündüler. Hazarlar burada ticari kabiliyetlerini kullanarak ticaret yapıyorlardı. Dil olarakta Almancaya önem verdiler. Bu arada bazı gerçek yahudiler de Hazarların ticari kapasitesinden ve museviliği yaşama arzusundan etkilenerek Polonyaya geldiler. Bunlar kültür bakımından daha üstün Alman Yahudileriydi ve Hazarların dini bakımdan eğitimlerine yardımcı oldular. Zamanla hazarlar bir Almanca-İbranice-Slavca karışımı olan ve İbranice harflerle yazılan YİDDİSH dilini konuşmaya başladılar.


Evet kısaca Alman (Aşkenazi) yahudisi denilen ve bir yanılsama olarak Almanya ile bir alakası olmayan Avrupa yahudilerinin hikayesi böyle. Dolayısıyla Dünyadaki gerçek Yahudiler Türkiye, Kuzey Afrika, Akdeniz kıyıları, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın batısında yaşayan yahudilerdi  ve bunlar azınlıktadır. Avrupa'nın Doğusunda ve Rusyada yaşayan yahudilerin % 95'i Türk Hazar kökenlidir ve semitik gerçek Yahudilerle uzaktan yakından bir kan bağı mevcut değildir. Bundan dolayı Hitlerin toplama kamplarında toplanan ve kırılan Yahudiler Türk Hazar Musevileridir...!?... 



çık çıkabilirsen işin içinden. SB