Translate

teucer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
teucer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2014 Perşembe

ERMENEK'ten MERSİN'e




GÜNEYYURT - ERMENEK - LİNK





ERMENEK KAYA MEZARINDAN DETAY
TAHRİBAT YAPILIYOR...LİNK   /   LİNK   /  LİNK 



Karamanoğulları, Ermenek ve Bir Bölge Medresesi  
Mümin Köksoy

Karaman'ın Ermenek ilçesinde Karamanoğlu Beyliği döneminde yapılan "Tol Medrese"

İlçeye bağlı Çınarlı Mahallesi'nde bulunan Tol Medrese, Karamanoğulları döneminde Ermenek Valisi Emir Musa Bey tarafından 1339 yılında yaptırılmış. Karamanoğulları döneminin ilk büyük medresesi olması açısından önem taşıyan eser, tek katlı üç yanı revaklarla çevrili, açık avlulu yapı olarak dikkati çekiyor. Dikdörtgen planlı avlunun iki tarafında medrese odaları, güneyinde bir eyvan ve bu eyvanın iki yanında kubbeli mekanlar bulunuyor.

Eyvanın sağında ise medreseyi yaptıran Emir Musa Bey ile ailesine ait türbe yer alıyor. Diğer tarafta ise dershane olarak kullanılan bölüm var. Girişin iki yanında da yine iki tonozlu oda yer alıyor. Üstü açık avlunun ortasında bulunan havuz ise eseri tamamlıyor. Görkemli giriş kapısının üzerindeki, bugün örülmüş bulunan eski pencere Selçuklu sanatında görülmeyen bir yenilik olarak nitelendiriliyor.

Karamanoğullarının ardından Osmanlı devrinde de Cumhuriyet dönemine kadar medrese olarak hizmet veren yapı, Vakıflar Konya Bölge Müdürlüğü tarafından restore edildi. Kullanım hakkı Ermenek Belediyesi'ne devredilen Tol Medrese, Kent Müzesi olarak düzenlendi. Kazılardan çıkan eserler de sergilenecek
basın:


*Mümin Köksoy 1934 yılında Ermenek-Sarıvadi Köyünde doğdu. Diğer eserleri “Yüksek Öğretimde Kalite”, “Türk Yükseköğretimi İçin Öneriler”, “Yabancı Dilde Eğitim”, “Nuh Tufanı ve Sümerler’in Kökeni”   -  LİNK 


YAZARIN BAŞKA KİTABI 
Yerbilimlerinin Katkısıyla Nuh Tufanı ve Sümerlerin Kökeni - LİNK





ERMENEK ULU CAMİİ

Karaman Ermenek ilçesinde Gülpazarı Mahallesi’nde, Ermenek Kalesi önünde kente egemen bir yerde bulunan Ulu Cami’nin ceviz ağacından işlenmiş kapı kitabesine göre; Karamanoğlu Mahmut Bey tarafından 1302 yılında yaptırılmıştır. Bununla beraber bu caminin Mahmut Bey’in ölümünden sonra oğlu Halil Bey tarafından tamamlandığı bazı kaynaklarda belirtilmiştir. Şeyh Seyit Hacı Abdülvahab Efendi 1710 yılında camiyi tamir ettirmiştir.

Ermenek camilerinin en büyüklerinden biri olan Ulu Cami dikdörtgen planlı olup, ibadet mekanı mihraba paralel iki sıra halinde altışar sütunla üç sahına ayrılmıştır. Buradaki ağır taş payeler birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Üzeri düz toprak damla örtülmüştür. İçerisindeki sütunların tavanı desteklemesinde Karamanoğlu sanatında görülen sadelik burada da bulunmaktadır.

Caminin batısındaki son cemaat yeri 1543 yılında İshak Bey’in oğlu Hacı Seydi Ali tarafından yaptırılmıştır. Dört kemerle dışarıya açılan son cemaat yerinin üzeri ibadet mekanında olduğu gibi yine düz bir damla örtülüdür. Caminin ibadet mekanı mihrap duvarındaki altı pencere ile son cemaat yerindeki iki pencere ile aydınlanmaktadır. Bu nedenle de içerisi oldukça loştur. Son cemaat yerindeki ceviz ağacından çift kanatlı kapıları üzerinde caminin yapımı ile ilgili bir yazıt bulunmaktadır. 

Bu kitabede kapı kanatlarının Karamanoğulları döneminde yaptırıldığı belirtilmiştir. Caminin iki kanatlı ceviz kapısı geometrik yıldızlar ve küçük palmetlerden oluşan ince bir bordürle çevrelenmiştir. Çeşitli yıllarda onarılan caminin alçı mihrabı zamanının en güzel örneklerinden birisidir. Mihrabın iki tarafındaki duvara dayalı sütuncukların üzerine dikine konulmuş başlıklar bulunmaktadır. Kabartmalarla bezeli olan bu mihrap üzerinde yer yer mavi çiniler bulunmaktadır. Mihrap kündekâri tekniğinde olup, altı taş, üzeri de ahşaptır.     LİNK      /   LİNK








BAŞYAYLA - ERMENEK  -  LİNK







Karaman’ın Ermenek ilçesinin güneydoğusundaki 
Bezciler tepesindedir. 

Rölyeften Kurt Bittel 1939’da kısaca bahsetmiş, ilk detaylı çalışma Kay Kohlmeyer tarafından yapılmıştır. Ne yazık ki Bittel’den sonra rölyefin üstten üçte birlik bölümü ciddi hasar görmüştür. Kolunu öne doğru uzatmış, kısa bir tünik giymiş bir adamı gösteren rölyef bir niş içine oyulmuştur. 

Karabel rölyefi ile bazı benzerlikler gösterir. Muwatalli ve ardıllarının hükümdarlıkları sırasında bölgedeki Hitit kontrolü dikkate alınırsa M.Ö. 13. yy.’a tarihlenmesi önerilir, ancak Kohlmeyer hasar nedeniyle tanımlamanın veya tarihlemenin imkansız olduğunu düşünmektedir. 

Bu anıt 1980’li yılların sonu veya 1990'ların başında tamamen tahrip edilmiştir.  link



TARKASNAWA MÖ.13.yy
KARABEL KAYA KABARTMASI ise

Tarkasnawa, [Mira Ülkesi]'nin Kralı
Mira Ülkesi'nin Kralı Allantallis'in [oğlu]
Mira Ülkesi'nin Kralı ...... torunu.

Kemalpaşa ve Torbalı ilçeleri arasındaki yol üzerinde ve Bozdağlar sıradağlar kütlesi içinde, bu dağ silsilesinin en batıdaki kısmını oluşturan Nif Dağı ile daha doğuda uzanan kalan kısmı arasında yer alan bir geçittir. İzmir'den yaklaşık 20 km uzaklıktadır.

The inscription of the Karabel rock-carved prince-warrior monument in Mount Nif was read as attributing it to "Tarkasnawa, King of Mira", a part of the Kingdom of Arzawa.

Tarkasnawa, King of Mira (land).
(Son of) Alantalli, King of Mira land.
Grandson of (...), King of Mira land.  link




PELOPS / ATLANTİS / OLİMPİYATLAR:
The Name Atalantis or Atlantis:
Tarkandemos
Tarkhun
Tarquin
Tarkhun was also applied as a name to a tribe of Jaghata Turks: 


TARHAN : SOYLU KİMSE, BEY
TARKAN : AYRICAKLI, SAYGIN
TARCAN : AYRICAKLI DOST









Ermenek / Ermenak / Germenikopolis
Yükseklerde Yaşayan Yiğit İnsanların Ülkesi

Karamanoğulları Beyliği'ne başkentlik de yapmış olan ve nüfusunu Avşar Türkmenlerinin oluşturduğu önemli bir yerleşim iken, bu beyliğin yıkılması ve ardından gelen Osmanlı dönemiyle birlikte, bir kasaba haline dönüşmüştür.

Dünyanın önemli mağaralarından biri olan Maraspoli'yi de içinde bulunduran ilçe, denizden oldukça yüksekte Göksu nehri kıyısında yerleşmiştir.

Bir görüşe göre Ermenek güzel yer anlamına gelir ve dünyada bir cennet varsa oranın da burası olduğu söylenir.

Romalı general Germanius’un şehri ele geçirince adını değiştirir ve Germenikopolis olur.  LİNK



ERMENEK KÖYLERİ İSİM VE ANLAMLARI: LİNK



Acaba "Eminak" kelimesi ile bir bağı var mıdır?
Olbia antik kenti /Ukrayna, İskit gümüş 
madeni parası üzerinde Eminak - MÖ.440
Eminak (Εμινακος) - this name is read on 
Olbian silver coins dated by 440 BC.
P.O. Karyshkovsky, IMTA, No 4, 1962; E. Molev. Greeks and barbarians, M. 2003, p. 83.



MADENİ PARA - LİNK
OLBİA UKRAYNA - LİNK


ama Türkiye'de de Olba var...



OLBA KRALİÇESİ ABA - MERSİN

Kraliçe Aba’nın babası Olba rahip krallığının güçlü kişilerinden biri olan Ksenophanes’tir.

Olba krallığını birçok kişiyle muhafız kılığında ele geçirir. Bölgenin ve rahip krallığın hakimi olur. Romalıların korsan olarak adlandırdıkları yöre halkının isyan edenlerini yok etmesinden sonra Olba’da (Uzuncaburç= Prakana=Diokaisezeria) Tökrit (Teucrit) soyuna ait rahip krallar oldukça büyük bir bölgeye hakimdiler.

Ksenophanes (Zenophanes)’in kızı olan ABA, Ailos Nikonoros Arios ile evlenerek evlilik yoluyla hanedane girer (İ.Ö. 43).

ABA ve OLBA hakkında birçok bilginin kaynağını Strabon’dan öğreniyoruz:

“Kyinda ve Soli’nin yukarısında dağlık ülkede, içinde Teukros oğlu Aias (Ayas)’ın kurduğu Zeus Tapınağı bulunan OLBE KENTİ vardı. Bu Tapınağın baş rahibi Dağlık Kilikya’nın kralı oldu. Sonra ülke sayısız tiranlar tarafından ele geçirildi ve korsanlar örgütlendirildi. Bunların yokedilmesinden sonra bu ülkeye Teukros’un ülkesi ve rahiplerin çoğuna da TEUKROS veya AİAS adı verildi. Fakat tiranlardan biri olan, Ksenophanes’in kızı ABA, evlilik yoluyla aileye girdi.”

Kilikya konsülü ve Romalı ünlü komutan Markus Antonius ve Mısır Kraliçesi 12. Ptolemaios’un kızı KLEOPATRA, nazik davranışlarından ve saygılı olmalarından dolayı bir lütuf olarak buraları (Uzuncaburç=Olba) KRALİÇE ABA’ya bağışlarlar.

Roma himayesinde otonom bir yönetim oluştururlar. Olba kraliçesi ABA, dönemin bir başka güçlü kadını, Mısır Kraliçesi Kleopatra ile kendi ülkesi için bir anlaşma yapar. Roma kontrolündeki iki ülkenin iki kadını Roma için anlaşırlar.

Roma Konsülü Antonius, Kilikya’daki korsanlık sorununu çözmek için gelen Pompeus’tan sonra bölgede görev alan bir Roma generali, Sezar’ın egemenliğinden sonra, Sezar’ında gözdesi olan Mısır Kraliçesi KLEOPATRA ile bölgedeki zenginliği paylaşmak amacındadır. Başta Tarsus olmak üzere, Dağlık Kilikya’nın zengin ürünlerini Roma donanmasına aktarabilme düşüncesindedir.

Kleopatra, Tarsus’u yönetecek, karşılığında eski dünyanın denizlerine egemen Roma donanmasına o gün için en zengin kaynak olan, Kilikya’nın meşhur katran ağaçlarından, pos çamlarından elde edilen ve gemi yapımında kullanılan, denize dayanıklı, çürümez kerestedir. Kilikya dağlarındaki bu kaynak binlerce yıldır önemli bir kaynaktır. Kilikya’nın zengin kaynaklarını Roma’ya sunacaktı. Sözü edilen bu kaynaklar, yalçın kayalıklar ve derin vadilerle doğal koruma altında olduğundan, yapılacak tek şey, bu ülkenin yönetimi ile anlaşmaktır.

OLBA Kraliçesi ABA, kocası AİLOS NİKONOROS ARİOS aracılğı ile Olba yönetimini ikna edip, Kraliçe Kleopatra ile görüşüp ilk antlaşmasını yapmış olmalıdır. Böylece rahip kralların yapamadığını ABA gerçekleştirmiş oldu.

İ.Ö. 39 yılında ABA, yönetimden alınmışsa da (kurduğu yönetimle) yüzyıllarca OLBA METROPOLÜ ve KANYTELLA onun soyu tarafından yönetilmiştir. İhtimal ki, TOKRİD soyunun bir ferdi olan M. Antonius Polemon kral olmuştur. Ve bu suretle TOKRİD’lerin hakimiyeti yeniden başlamıştır. (İ.S. 11-17)

Bir süre Teucher’in oğlu Ajax geçmiştir. İ.S. 17′de Kapadokya kralı ARKHELAOS’un ölümünden sonra Romalılar ele geçirmişlerdi. Bağımsız paraların varlığına bakılırsa OLBA’nın bağımsız kaldığı anlaşılmaktadır.

UZUNCABURÇ’un (Prakana/Diokaisezeria Diokaisazea) adını almış olduğu (I.S. 69-79) İmparator VESPASIANUS’tan itibaren paralar üzerinde görülmesinden anlaşılmaktadır.ANTONIUS PIUS, (I.S.138-161) krallığı zamanında Uzuncaburç, imparatorluğa ait para çıkartmıştır.

Kayalık Çanakçı nekropolünde kaya mezarları bulunmaktadır. En solda ABA’nın 1.90 boyundaki rölyefi göze çarpar. Rölyefin altında mezar odası ile kitabesi vardır. ABA, (yazımına göre AWA, APPAİS, ABBA, ABA) kitabesinin üzerinde TANRIÇA ARTEMİS’in gece ismi olan AY TANRIÇASI SELENE’nin simgesi zarif bir ay görülmektedir.

Kendi kaya mezarındaki yazıt ile, kocası ve iki oğlu için yapılan anıt mezardaki yazıtında zamanın kültürü yanında dini inançları, salgın hastalıkları gibi sosyal konularda da bilgi sahibi oluyoruz. KRALİÇE ABA’nın kayamezarındaki yazıt metni şöyledir :

“Aba, Kaligon Kapeos’un mirasçısı olup, Ailos Nikanoros Arios’un karısı ve Nikanor ve Arios’un anası olup, Arios’un vasiyeti ile görevlendirilip, Arios’un mezarına benden (Aba) başkasının konulmamasını istiyor ve emrediyorum. Bu emre karşı gelenin ve (onun) cehennemin kötü tanrılarının gazabını ve Sebaste (Ayas) şehri ve Kanigelle (Kanlıdivane) kentinin Sezar’ın veznesine 10.000 ödesin. Kocası tarafından emredilen ve yazılanlar yüzyıllar boyunca geçerli olsun ve bunlara uymayanlar sorumlu olsun”.

Kaya mezarlar üzerinde tek başına yüksek kabartma yontusunu gördüğümüz Kraliçe ABA’nın ince ve görkemli görünüşü, ince ipek elbisesi ile usta bir yontucunun elinden çıkıp, giysilerindeki ayrıntılar, eski dünyanın moda merkezi konumundaki Anadolu’nun “Penelope” tipini betimler.

Kendi mezarı üstündeki yontusunda sağ elini zarifçe kaldırıp baş örtüsünü düzeltirken sol eli böğründe acılı, üzgün, ölümüne giden kocasına kavuşmayı bekler gibidir. Helenistik dönemin Erken Roma modası göğüs altı fiyonklu elbisesi dolgun bedenini sarıyor.

Yönetimi sırasında baş gösteren bir veba salgınında Aba, en yakınları olan kocası ve iki oğlunu kaybetti. Veba hastalığı koruyucusu SELENE ve HERMES tanrılarına verilen adaklara karşın ölüme yenik düşen sevgili oğulları ve kocasının anısına Kanytella’da bir anıt mezar yaptırdı. Bazı kaynaklarda Olba’nın adı Ourba yahut Orba olarak geçiyor. Sonraki Olba eski adın Rumcalaşmış şeklidir. Silifkeli Basil, Azize Aya Thekla’nın hayatını yazarken Olba şeklinde yazmıştır. Bazı kaynaklarda Olba ya da Olbe adı “bahtlılık, mutluluk” anlamındadır. ABA adı ise bir kaynakta Luvi asıllı bir sözcük olup “su” anlamındadır.



KRALİÇE ABA BALESİ

Müzik: Ferhang HÜSEYİNOV
Metin: Altay BAYRAM
Koreografi: Şamil TEREGULOV

KONU:

“Kraliçe Aba” balesi, M.Ö.45 yıllarında Olba Krallığında cereyan eden gerçek bir olayı işlemektedir. Olba Krallığı M.Ö. 1000 civarında kurulup, Grek ve Roma medeniyetlerine rağmen 1200 yıl kadar diplomasiyle ayakta kalmayı başarmış Mersin yöresine ait antik bir krallıktır.

Kral Teukros ile evlenerek Kraliçe olan Aba, eşini kaybedince oğlu henüz küçük olduğundan Olba idaresini üstlenir. Bu dönemde topraklar Antonius tarafından Kleopatra ‘ya armağan edilmiştir. Kraliçe Aba, Kleopatra karşısındaki diplomatik başarısı ile Olba topraklarının bağımsızlığını geri kazanır. “Kraliçe Aba” balesi konusu itibarı ile yöremizin belki de ilk özgürlük öyküsünü anlatmaktadır.

Kanlıdivane’de bulunan Aba’ya ait anıt mezar ise gene yöremizin ilk özgürlük anıtı durumundadır. Mersin’ in yerlisi bir krallık olan Olba ve onun kraliçesi Aba’nın öyküsü bu sebeplerden ötürü yeni bir bale için üzerinde çalışılacak son derece uygun bir konu olmuştur.

Özellikle, yerel antik değerlerimizin ve tarihsel zenginliğimizin bale gibi görsel bir şölenle insanlara ulaşmasıyla bölgemizin tanıtılmasının, öğrenilmesinin tüm Mersin ve çevresine getireceği faydaları sonsuzdur. Bu nedenle bu konu üzerinde çalışılması bir tercih değil, ihtiyaç olmuştur.

Kraliçe Aba balesinin antik tarihimizden gerçek bir kesit sunması ve yerel özellikleri ön plana çıkarması hedeflenmiştir. Bu sebeple, günümüze ulaşan bilgiler üzerinde titizlikle çalışılmakta ve baleye uygun duruma getirilmiştir.

Olba Kraliçesi Aba – Araştırmacı Şahin ÖZKAN  link  /  link





Queen Aba with Teukros King of Olba

Azerbaijani composer Farhang Huseinov (1949- ) has written another masterful orchestral work - again based on a socio - cultural theme set outside the borders of Azerbaijan.

The inspiration for this new ballet called Queen Aba are the historical and archaeological roots that date back 2,000 years ago to Queen Aba of Cilicia (ancient name of Southern Turkey) and Mark Anthony (Emperor of Rome) and Cleopatra (Queen of Egypt).

The setting takes place in the Olba Kingdom (near Mersin, Turkey, on the Mediterranean Sea). At that time this region was paying taxes to the Roman Empire. When King Teukros of Olban married Aba and made her queen, he was not aware that in earlier years she had been a female warrior. Enter Mark Anthony who presents his lover Cleopatra Queen of Egypt with the Olba kingdom as gift. Pompey, the Roman general objects since Cleopatra is Egyptian and he attacks the region. But Queen Aba comes to Cleopatra's rescue and, in return, Cleopatra returns the Olban Kingdom to her. Queen Aba succeeds in liberating the Olban Kingdom from the Roman Empire and then continues to rule after her husband's death.

Even the Greek historian Strabo (born 63 BC and who died after 21 AD) mentions Queen Aba in his well-known Geographia. Many archaeological ruins can still be seen in this region today showing what an advanced civilization existed at that time in the region of southern Turkey.

The Queen Aba Ballet premiered on October 13, 2005, at the Mersin State Opera and Ballet Theater under the auspices of the Turkish Ministry of Culture. The production included more than 150 performers, including 70 musicians in the orchestra, 40 dancers and 40 members of the chorus.

The libretto was written by Altay Bayram in 2001 and was choreographed by Ali Hoja and features the following dancers: Ozlem Shenormanlilar (Aba, Queen of Olba), Ender Uchdemir (Teukros, King of Olba), Victoria Haylova (Cleopatra, Queen of Egypt), Ulvi Azizov (Anthony, Emperor of Rome), Mahmut Akyol (Head Priest of Olba) and Zihnibek Ussin (Pompey, Roman General).

Though independence is one of the main themes running through the ballet, more importantly for Huseinov is the illustrious example of Aba as a woman who used her ingenuity, wisdom and diplomatic skills to lead her nation. As Huseinov likes to say: "It happened not 20 years ago, nor 200, but 2,000 years ago!

Under the guidance of the Mersin University Archaeology Department, Altay Bayram pieced together aspects of the story that had previously been unknown and created the story line for a dramatic work based on Olban culture, which is Anatolian and based on Hittite culture, along with Roman and Egyptian cultures.

"One of the most significant aspects about this ballet," says composer Huseinov, "is that viewers can still visit Aba's tomb and see the archaeological ruins of the settlement where the story actual took place. You can go and walk in the same valley and touch the same walls that Aba did 2,000 years ago. What an incredible feeling!"

with photo's link







.....


"Nihayet, bugün de Mitan ve Ermen (Ermin) boylarının 
Türk halklarının içinde olması olgusu, eski Ermen halkının kaynağını açıkça gösterir. "....
" Hurriler esasen Subar boylarından olan Mitan urukları ile kaynayıp karışmışlar, çünkü, Hurrilerin kurduğu devlet 
daha çok Mitani adı ile tanınmaktaydı.
Arme bölgesinin Mitani ülkesinin ortasında olması ve 
Mitan boylarının yaşadığı topraklarda, göçdüğü arazilerde 
daima Arman, Ermen yer adlarının, Ermen etnik isminin 
ortaya çıkmasını da dikkate alarak, Mitan boyları hakkındaki 
belli belgeleri gözden geçirelim." 
Ermen Boyları ve Pseudo-Ermeni Haylar 
(Milattan Önce Türk -Ermeni İlişkileri) 
Prof. Dr. Firudin Celilov : link




//Ermenek'e Saygılarımla....













15 Nisan 2014 Salı

PROTEUS VE HELENE HİKÂYESİ





PROTEUS VE HELENE HİKÂYESİ

HERODOT: II

112;
Ondan sonra gelen, bana dediklerine göre, Memphisli birisidir, adı Yunan söylenişine göre Proteus’tur ve bugün Memphis’te pek güzel, pek bakımlı bir kutsal yeri vardır; Hephaistos tapınağının güney yüzünün karşısına düşer.

Tyr Fenikelileri bunun çevresinde otururlar ve bütün buralara Tyr’lular mahallesi denir. Proteus’un bu yerinde, Yabancı Aphrodite tapınağı denilen bir tapınak vardır. Bu tapınak, Tyndareos kızı Helene için kurulmuş olsa gerekir, bana anlatılan ve Helene’yi Proteus’un yanında gösteren hikâyeden ve Aphrodite’ye takılan yabancı sıfatından ben böyle çıkarıyorum. Çünkü bu tanrıça , başka hiçbir tapınağında böyle anılmış değildir.

113;
Helene hakkındaki sorularıma rahiplerin cevapları şudur; Alexandros, Sparta’da Helene’yi kaldırdıktan sonra yurduna doğru denize açıldı. Ege denizine vardığı zaman ters rüzgârlar onu Mısır denizine attılar ve rüzgâr düşmediği için Mısır kıyılarına, tam Nil’in Knabos denilen ağzına ve Tarikheia’ya yanaştı.

Kıyıda bir Herakles tapınağı vardı – bugün de vardır; bir köle, sahibinden kaçmak ve kendisini bu tanrıya adamak isterse, derisine birtakım kutsal dövmeler yaptırır, o zaman kimse ona dokunamazdı. Bu yasa kurulduğundan bu yana hâlâ geçerlidir.
Alexandros’un köleleri, tapınağın bu özelliğini öğrenince, efendilerini bırakıp, yürüdüler, girip tapınakta oturdular, tanrıya dualar ettiler, Alexandros’u suçladılar, ona kötülük olsun diye bütün yaptıklarını sayıp döktüler. Helene’yi nasıl kaçırdığını ve Menelaos’a karşı işlediği suçu anlattılar. Bu suçlamaları rahiplere söyledikleri sırada, Nil’in bu ağzında vali olan Thonis de orada bulunuyordu.

114;
Bu adamları dinleyen Thonis, Proteus’a haber vermek üzere hemen Memphis’e bir rapor gönderdi; “Bir yabancı geldi, diyordu, Troya soyundan; Yunanistan’da bir günah işlemiş olmakla suçlanıyor; ev sahibinin karısını kaçırmış; birçok da malını almış ve rüzgâr sürükleyip senin kıyılarına, yanımıza atmış. Bırakalım, hiç ceza görmeden yeniden denize açılıp gitsin mi, yoksa getirdiklerini elinden alalım mı?”
Proteus, cevap olarak, bir haberci çıkardı , şu yörüngeyi gönderdi: “Bu adam, evinde konuk kaldığı kimseye karşı bir günah işlemiş olmakla suçlandığına göre, kim olursa olsun yakalayıp ban gönderiniz, bakalım burada neler söyleyecek”.

115;
Bu emri alan Thonis, Alexandros’u yakaladı, gemilerine el koydu, varını yoğunu ve Helene’yi ve tanrıya sığınmış olan kölelerini de yanına katıp Memphis’e gönderdi.
Bunlar geldiğinde Proteus, Alexandros’tan kim olduğunu ve gemilerinin hangi ülkeden geldiğini sordu. Nereden olduğunu, ülkesini, adını söyledi, yolculuğunu, gemilerinin nereden geldiğini açık açık anlattı. Bunun üzerine Proteus, Helene’yi nereden getirdiğini sordu; sözün burasında Alexandros, lafı uydurup kaydırmaya başladı, gerçeği söylemeye yanaşmadı, ama tanrıya sığınmış olan adamları, onun lafını ağzına tıkayıp hıyanetliğini sayıp döktüler.

Sonunda Proteus, yargısını şu söylevle patlattı: “Rüzgârın yoldan çıkarıp ülkeme attığı bir konuğu öldürmeye gönlüm razı gelseydi, sana gösterdiği konukseverliğe karşı ağır bir hıyanetle karşılık vermiş olduğun Yunanlının öcünü senin gibi bir alçakta bırakmazdım. Sana evini açan adamın karısına sataştın: bu kadarla da kalmadın; aykırı uçusunda peşinden gelmesi için ona kanat da verdin; gözün doymadı, üstelik konuğu olduğun evi de soydun. Ama ben bir konuğu, kendisine bir fırsat tanımadan vurmak istemem, bu kadını ve eşyaları burada bırakacaksın, - bunları kendi gelip arayacağı güne kadar, o Yunanlı için, yanımda saklayacağım – sen ve yol arkadaşların üç gün içinde ülkemden çıkıp gidiniz, başka bir yer bulunuz demir atmak için; yoksa düşmana ne yaparsam size de onu yaparım!”

116;
Rahiplerin bana anlattıklarına göre, Helene, Proteus’un yanına böyle gelmiş; zaten ban öyle geliyor ki, bu hikâyeyi Homeros da biliyordu; ama herhalde anlattığı destana layık bulmamış olacak ki bunu bilerek küçümsemiştir, ama bildiğini de belli etmiştir; bu, İlyada’nın Alexandros’un göçebe gezişini ve Helene’yi kaçırırken, en son Fenike’deki Sidon’a yanaşmadan önce, nasıl o kıyıdan bu kıyıya atıldığını anlatan (ve destanın başka bir yerinde tersi söylenmiş olmayan) dizelerinden anlaşılmaktadır.
Bu olaya Diomedes’in başarıları dizelerinde dokunur. – Orada görülüyordu, diyor.


“Bu kadın elinden çıkma gözalıcı dokumalar
Ki tanrı benzeri Paris getirmişti Sidon’dan
Engin deniz üstündeki maceralı yolculuğunda
Soylu Helene’yi kaçırırken uzaklardaki yurduna.”

Öbür belirti de Odysseia’nın şu dizelerindedir:
“Zeus kızının böyle şifalı ilaçları vardı,
Polydamna, Thon’un karısı,
Vermişti ona bunları, bereketli topraklarında,
Mısır’ın , ki orada çok bol yetişir,
Şifalı bitkilerle zehir yan yana.”

İşte Menelaos’un Telemakhos’a söyledikleri:
“Geminin sıla özlemi çeken burnu Mısır’da bağlı kaldı.
Zira tanrılar ille de kurban istiyorlardı benden.”


Bu dizeler pekâlâ gösteriyorlar ki Homeros Alexandros’un Mısır’dan geçtiğini biliyordu, zaten Suriye, Mısır’a sınırdaş olur, Sidon’un sahibi olan Fenikeliler de Suriye’de yaşarlar.

117; 
Bu dizelerden ve özellikle bu bölümden de açıkça belli oluyorki, Kıbrıs destanı, Homeros’un değildir, başkasınındır. Çünkü Kıbrıs Destanı’nda Alexandros’un sütliman bir denizde uygun bir rüzgârla yapılan bir yolculuktan sonra, Sparta’dan ayrıldığının üçüncü günü, Helene ile birlikte İlion’a varmış olduğunu söylenir; oysa İlyada’da ikisinin beraber başıboş denizlerde dolaştıkları anlatılır.

118;
Ama Homeros’u ve Kıbrıs Destanı’nı bırakalım artık. - Yunanlıların İlion üzerine anlattıkları hikayeler aslı astarı olmayan şeyler midir, yoksa gerçek midir, diye sorduğum zaman rahipler, bana kaynağın Menelaos’un kendisi olduğunu söyledikleri şu hikayeyi anlatmak suretiyle cevap verdiler. 

Helene’nin kaldırılması üzerine, güçlü bir Yunan ordusu Menelaos’u desteklemek için TEUCROS’un topraklarına çıkar; asker karaya çıkar ordugâh kurulduktan sonra, İlion’a aralarında Menelaos’un da bulunduğu elçiler gönderilir.

Surlardan içeri alınırlar ve Alexandros’un kaçırdığı Helene’nin ve servetin geri verilmesini ve bu haksız sataşmanın ödetilmesini isterler; ama Troyalılar, sonradan da hep yapacakları gibi, Helene’nin de , çalındığı söylenen servetin de kendilerinde olmadığını söylemekte ağız birliği ederler, yeminler ederler; bunların Mısır’da olduğunu ve Mısır kralı Proteus’un elinde duran şeylerden kendilerinin sorumlu tutulmalarının yanlış olacağını bildirirler.

Yunanlılar, kendileriyle alay edildiğini sanarak kenti kuşatır ve sonunda alırlar. Ama bakarlar ki Helene yok ve kendilerine başta ne söylendiyse gene aynı şey söyleniyor, sonunda inanırlar ve Menelaos’u Proteus’un yanına gönderirler.

119;
Menelaos Mısır’a gelir, Memphis’e doğru yelken açar; olanı biteni dosdoğru anlatır; çok iyi karşılanır, bir sıkıntı çekmemiş olan Helene’yi alır ve onunla beraber bütün servetini geri getirir. 

Ama Menelaos, bütün bu iyiliklerine karşılık Mısır’a haksızlık etmiştir. Yola çıkacağı sırada uygun rüzgâr bulamadığı için olduğu yerde kalmış; bu böyle uzayınca, dine aykırı bir kurban kesmek istemiş; iki Mısırlı çocuk almış, bıçakla boyunlarından kesmiş.

Sonradan bu suç ortaya çıkınca paçaları tutuşmuş, gemileriyle beraber Libya’ya kaçmış. Oradan nereye gitmiş? Mısırlılar bunu söylemediler. Bana anlattıkları bu olayları kimisi, biz kendimiz sorup soruşturduk öğrendik derlerken, kimisi de , bunlar burada oldu, onun için iyi biliriz demişlerdir.

120;
Mısırlı rahiplerin anlattıkları bunlardır. Helene için anlatılanlara ben şu düşünceleri ekleyeceğim:

Eğer Helene, İlion’da olsaydı, Alexandros istese de istemese de Yunanlılara geri verilirdi. 

Zira, gerek Priamos, gerekse soyu sopu, Alexandros, Helene’yi çatısı altında tutacak diye kendi canlarını, çocuklarının canını ve yurdunu ortaya koyacak kadar çılgın olamazlardı.

Hatta, başlangıçta öyle olsa bile, Yunanlılarla yapılan her savaşta, yığınla Troyalı arasında Priamos’un çocuklarından iki üç tanesinin de öldüğüne bakarak (zira,destanlarda anlatılanlara inanmak gerekirse, bunların katılmadıkları bir tek savaş yoktur), diyorum, böylesine felâketler karşısında Priamos, başına yağan belâlardan kurtulmak için, hatta kendi sevgilisi bile olsa, Helene’yi Yunanlılara geri verirdi, ben böyle düşünüyorum.

Ayrıca Priamos ihtiyarladığı zaman, krallık Alexandros’a geçmeyecek, yönetim ona kalmayacaktı, Priamos ölürse taht ondan daha yiğit olan büyüğü Hektor’a kalacaktı ve onun da hem kendisinin, hem de öbür Troyalıların başların bu kadar belâ açan suçlu bir kardeşi koruması düşünülemezdi.

Gerçek şu ki, Helene’yi geri verirlerdi ve kötü niyetli olmadıkları halde Yunanlılar onları düzenbaz sayıyorlardı; şüphesiz, benim kendi görüşüm, tanrı onlar için bir yıkım hazırlamıştı, tâ ki tanrıların büyük haksızlıkları büyük cezalarla cezalandırdığını herkes görsün ibret alsın, diye.

İşte benim doğru olduğunu sandığım hikâye budur.



Heredot IV:

32;
…Homeros’un Epigonos’larda yaptığı gibi, tabii sahiden bu destanı Homeros yazdıysa!...

Schliemann, ilios:



EFESLİ ZENODOTUS (MÖ.3.yy)

Gramer bilgini ve İskenderiye Kütüphanesi'nin ilk müdürü. Homer'in "Iliad-İlyada" ve "Odyssey- Odesa " eserlerini toplayıp, kuşku uyandıran dizelerini silerek, Yunan kültürüne uygun olarak düzenledi. 

Yani İlyada ve Odyseias orjinalliğini kaybetmişti, ki onların Homer tarafından yazıldığı bile kuşkulu.

...


“We all know the story of Helen of Troy , but few of us have followed her to Egypt. How did she get there? 
Stesichorus of Sicily in his Pallinode was the first to tell us…According to the Pallinode, Helen was never in Troy. She had been transposed or translated into Egypt. Helen of Troy was a phantom, subsituted fort he real Helen….The Greeks and the Trojans alike fought for an illusion.

And who was Stesichorus of Sicily? He was a Greek lyric poet (ca.640-555 BC)

Helen in Egypt-Hilda Doolittle (Poet and writer,1886-1961)



...


Hikayenin aslı : 
"Batı"nın "Doğu"ya açmış olduğu bir savaş idi ve hâlâ devam ediyor..!



ilgili diğer yazılar









_____________




OENONES VE PARİS







OENONE - PARİS'İN EŞİ
(MS.2.yy - E-NO-NEE diye okunur)


Kimi yerde bir dağ perisi, kimi yerde bir su perisidir. Hakkında pek fazla bilgi yoktur. Anatanrıça ile ilgilidir, Ida (Kaz) dağlarında doğmuştur. Babası Nehir Tanrısı Cebren'dir.

Paris dağlarda çobanlık yaparken Oenone'ye aşık olmuştur. Evlenirler ve Corythus adında oğulları olur. Oenone Truva'nın kehanetinden haberdardır, lakin Paris'in Helene'ye aşık olduğunu öğrenince ihanete karşı intikam almak ister ve oğlunu Yunan ordusuna rehberlik etmesi için gönderir. Bir başka versiyonda Paris ile Helene'nin arasını açması için oğlunu gönderir lakin Paris oğlunu tanıyamaz ve öldürür.

Quintus Smyrnaeus'un (MS.4.yy-şair) "The Fall of Troy" eserinde, Hector'un ölümünden İlium'un düşüşüne kadar olan bölümleri anlatırken Oenone'ye değinir.

Paris ölümcül bir ok yarası ile Oenone'nin yanına gelir. Oenone bitkisel ilaç hazırlar ve Paris sürmeden önce şart koşar. Helene'nin yatağına gitmeyecektir. Paris kabul etmez ve Helene'nin yanına emekleyerek giderken Ida dağının eteklerinde ölür.

Oenone vicdan azabı çeker, Paris'in cenaze töreninde kendisini ateşin içine atar. 


"Yazıklar olsun kötülük , nefret dolu bir hayat.
Ben, talihsiz kocamı seviyordum.
Onunla elele, kalp kalbe ,yaşlılıklar eşiğine gelmeyi hayal ediyordum.
Tanrılar öyle buyurmadı.
Ah, kara talih beni dünyadan aldı.
Ere, Paris'e olan nefretimi geri aldım.
Yaşayan aşkım beni terk etti.
Yine de, onunla ölmeye cesaret edebilir miyim?"
Işıktan nefret ediyorum."

Oenone


Cenazenin küle dönüşmesiyle periler ikisinin küllerini altın bir kavanoza koyar ve sonsuza kadar beraber olurlar. Öldükleri yere de iki sütun dikerler. 



Quintus Smyrnaeus - The Fall of Troy
PDF:



*Bakkhylides (MÖ.5.yy - şair) ise Oenone'nin uçurumdan atladığını yazar.


AŞK ANLATILAMAZ, YAŞANIR....







26 Mart 2014 Çarşamba

TEUCER, TRUVA ve HURRİLER




TEUCER, bronz heykel 1881,Sir Hamo Thornycroft
Truva Kralı Laomedon kızı Hesione'nin oğlu 
(Priam'ın yeğeni Hektor'un kuzeni) 



Teucer, Teucrus, Teucros, Teucris 



KRAL TEUCER İLE YEĞEN TEUCER (Teucros ) 

ATA KRAL TEUCER

Nehir tanrısı Scamander ile Idaea nymph'in oğlu. Troya kral soyunun atası.

Virgil'e göre, Teucer ve halkı büyük kıtlık nedeniyle Girit'ten ayrılır ve Scamander Nehri yakınlarına yerleşirler.

Öbür yandan Halikarnoslu Dionysius Teucer'ın , Attica bölgesinden geldiğini, orada Xypete bölgesinin lideri olduğunu yazar. (Atina'nın güneybatısı, antik dönemde Pire'nin bir bölgesi, şimdiki Moschato)

Her iki durumda da Teucer Troad'a (Truva) gelir. Geldikleri ilk gecede fareler kalkanları, yayların kirişilerini kemirerek ortalığı birbirine katar, herkesi korkutmuştur. Lakin Girit'i terketmeden önce, kahin Teucer'e, ilk gecelerinde topraktan doğan düşmanlarının saldırısına uğradıkları yere yeni şehirlerini kurmalarını, söylemiştir.

Apollo Sminthius (fareleri imha eden) tapınağının olduğu yere şehrini kurar adı da Hamaxitus olur. 

Ne Sminthius ne de Hamaxitus adı Yunanca olarak açıklanamamıştır. Luvice olduğunu ve hatta Teucer ve halkının da Yunanca konuşmadığını söylerler!

Teukros'un oğlu yoktur, halkını koruyacak bir varis arar. Dardanos'u konuk eder ve kızı Batieia ile evlendirip tahtını ona bırakır.

Kral Teucer tarafından kurulan şehir Teucria olarak isimlendirildi ve bölge halkı Teucrianlar olarak anıldı. Dardanos'un gelmesiyle Dardania , daha sonra da Troad oldu. Ama halk Teucrian adından hiç vazgeçmedi.



YEĞEN TEUCER

Truva Kralı Laomedon kızı Hesione'nin oğlu (Priam'ın yeğeni, Ektor ile Paris'in kuzenidir) 

Herakles, Hesione'nin babasına sunduğu hizmetlerin karşılığını alamadığı için Hesione'yi tutsak alır ve Telemon'a hediye eder. Telemon Ajax ve Teucer'in babasıdır. Prenseslikten köleliğe geçen Hesione'nin oğlu Teucer de farklı değildir. O bir Asyalı anneden doğmuş ve değişik bir şiveyle konuşur, küçümsenir ,aşağılanır.

Teucer, babası Telemon'un diğer eşinden olan abisi Ajax/Aias'la birlikte , Troya soyundan olduğu halde , Akhalar safında dövüşür, ordunun en usta okçusudur, birçok savaşçıyı öldürür. Ajax/Aias'ın ölümü sırasında, Mysia'ya yaptığı bir çapulçuluk seferine çıktığından, orada değildir ve olayları önleyemez. 

Dönüşünde büyük bir umutsuzluğa kapılıp canına kıymak ister. Dönüşü de uğursuz olur, Salamis Adası'na vardığında babası Telemon/Telamon, Ajax/Aias'ı getirmedi için onu adaya almaz ve sürgüne gönderir. Kıbrıs'a gider orada yeni Salamis şehrini kurar. Kıbrıs kralının kızıyla evlenir, birçok çocuğu olur, ve biri Kilikya'da Olbe kentinin kurucusu genç Aias'tır.

(Başka bir anlatımda ise ( Phanodemos of Athens - 325) , Ata Teucer Dardanos'un kızıyla evlenir ve Dardanos'tan sonra bölgenin kralı olur. Yeğen Teucer'un Attikalı Baba tarafı da Salamis üzerinde hak iddia eder.!)

Truva, İlium ve Pergamum olarak ta bilinir.



Virgil'ın Aeneid eserinden:

Girit'ten gelen atamız Teucer .... Aeneas'a söylenen kehanette, bir zamanlar Dardanos'un geldiği Italya'ya gitmesi gerektiği....Batı'ya giderken Epirus'ta Priam'ın oğlu Helenus'u ziyaret eder, Helenus Hektor'un dul eşi Andromache ile evlidir ve oradan Aeneas Sicilya'ya yelken açar. Truvalılar bir fırtınaya yakalanır ve Carthage kıyılarına varırlar...Birkaç zaman sonra tekrar yelken açarlar, Latinolarla problem yaşarlar, Etrüklerle beraber Truvalılar Latinolarla savaşır. Barış zamanı Aeneas Lavinia ile evlenir ve kralların soyunu yaratır, ki bunların içinde Roma'nın kurucusu Romulus ve Julius Caesar vardır. Caesar Aeneas'ın oğlu Ascanius / Iulus soyundandır. 

Prof.Dr.Firudin Celilov, Caesar'ın Kayı boyundan geldiğini söylemiştir. Nitekim Etrüsk ve Schliemann'ın Troya buluntularında Kayı boyu tamgalarına rastlanır.


book



Girit'ten gelmeleri Minoean/Minos Uygarlığı ile bağlantıyı da açıklar.
Altın Adam Kurganı'ndan çıkan yüzük üzerindeki tamga ile Phaistos Diski üzerindeki tamga, ve Phaistos Diski'nin Hint Avrupa diliyle açıklanamaması.

Minos Uygarlığındaki Kurt Tamgaları,

Minos Uygarlığına ait yazıtlarda Odin haçı olarak bilinen tamganın da Türkler tarafından kullanılması,



SOY AĞACI:
*SKAMANDROS'un oğlu TEUCER / Truva'yı kuran.
*TEUCER kızı BATİEA DARDANUS ile evlenir.
Çocukları ERİCHTHONİUS VE İLUS.
*ERİCHTHONİUS'un oğlu TROS.
*TROS'un oğulları ILUS ve ASSARACUS ile kızı GANYMEDE.
*ILUS'un oğlu LAOMEDON ve kızı THEMİSTE. - ASSARACUS'un oğlu CAPYS.
*CAPYS ile THEMİSTE evlenir - oğulları ANCHISES+ VENUS ile evlenir ve AENEAS doğar.
*LAOMEDON'un oğlu PRİAM ve kızı HESİONE.
PRİAM= HEKTOR (EKTOR) , PARİS (ELAKSNTRE) 
HESİONE = TEUCER / bu TEUCER, kanından olan Truvalılara karşı savaşır ve Kıbrıs'ta Salamis şehrini kurar.




Adının Hitit Tarku'dan geldiği varsayılıyor! 

Hititler: Teshup/ Tarhun/ Tarunt/ Tarhuwant/ Tarhunta
Tarh : anlamı- yenmek fethetmek

Etrüskler: Tarquin

Ayrıca Tarhun Hititlerde yıldırım tanrısıdır ve kökeni Hurrilere dayanır, Göksel ve Fırtınalar Tanrısıdır. Zeus gibi ! 

Bu da bize Hurriler ile Truvalılar arasındaki ilişkiyi gösterir. 




Hurriler de proto-Türk'tür.



Hurriler için:
Anadolu’da Bir Türk Kavmi: Hurriler-Ekrem Memiş:
link


Hurriler - Dr.Adil Alpman
link


TÜRKÇE – ETİCE – HURRİCE ARASINDAKİ BAĞLAR
Dr.Mustafa Selçuk Ar 


Truva için:
TRUVALILAR TEUCRIAN DİYE BİLİNİR !


İskit, Truva buluntusu ve Kırgızistan'dan bir yazıt:



Anau - Sumer - Minos - Truva - Hurriler - Odin/İskandinav - İskit/Kimmer/Amazon/Frig/Part/Messegetler/ - Etrüsk - Urartu .... Türkler .... 


Benim bile aklım karıştı , bir bütün olarak ta sunulmadıkça, 
daha çok karışacak gibi.
 :)


___________