Translate

SİNAN MEYDAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SİNAN MEYDAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2012 Pazartesi

YÖRÜKLER - KÖKENİ VE TARİHÇESİ



“SORMA BANA OYMAĞIMI BOYUMU
BEŞ BİN YILDIR MİLLET OLARAK YAŞARIM
BANA OĞUZ KAYI OSMANLI DEME
TÜRKÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR”



Ziya Gökalp





Bakraz Obası önü - Söğüt



YÖRÜK TÜRKMEN DEMEKTİR , FARKLI BİR TÜRK TOPLULUĞU DEĞİLDİR VE TÜRKMENLER KIRGIZ, ÇERKEZ, TATAR, AVAR VEYA GAGAVUZ DİYE AYRIM YAPMAZ.


TÜRKMEN - BEN TÜRKÜM


Yörük, büyük ölçüde, 17. Yüzyıla kadar yerleşik hayata geçemeyerek, yaşamına göçebe olarak devam eden Türkmen topluluklarına verilen isimdir.






YÖRÜKLERİN TARİHÇESİ :

Yörükler ırken bir Turan kavmi olup Türk’tür. Dili de Altay dil grubundan Türkçe’dir. Günümüzdeki Uygur ve Hakas lehçe ve şivesine çok yakın bir Türkçe ile konuşurlar. 

Yörükler Doğu Göktürklerinin bir kolu ve Uygur, Kazak, Kırgız ve Türkmen gibi bir Türk boyudur. 745 yılına kadar Orhon, Altay, Tanrı, Sayan ve Aladağlarda Göktürklerin kurucu ve asli unsuru olarak göçebe yaşadılar. Göktürk (Kutluk) hakimiyetine son vermesi üzerine Uygurlara tabi oldular. Çin ve Moğol saldırılarıyla iyice zayıflayan Uygur Devletine Kırgızlar 840 yılında son verdi. 


Yörükler bundan sonra Karahanlı (932-1212), Büyük Selçuklu (1040-1157) ve Harzemşahlar (1157-1231) hakimiyetine girdi. Moğolların, Karahanlı ve Harzemşahlar devletine son vermesi üzerine de Hunlarla başlayan, 9. yy'dan sonra canlanan, Büyük Selçuklularla bilinçli şekilde organize edilip sürdürülen, Moğol zulmü sonucu hızlanan büyük göçe Yürüklerde katılarak Anadolu’ya geldiler. 


Orta Asya’da 1930'lara kadar nüfusunun çoğunluğu göçebe hayvancılık yapan Türk Halkları; Kırgız, Kazak, Türkmenler ve ayrıca İran'daki Kaşgaylar’dır. Diğer Türk halkları da büyük ve küçükbaş hayvancılık yapmakta ise de bunlar (Örneğin; Balkar, Tatar, Özbek ve Uygurlar) göçebe değildir. 


Saha (Yakut) Türkleri de yarı göçebe şekilde bir hayat sürdürerek Rengeyiği beslemektedirler. 9. Yüzyılda Balkanlara gelen Peçenek, Kuman, Tatar, Kıpçak, Uz ve daha sonra Evladı Fatihan olarak adlandırılacak olan Karlukların yörüklerle ilgisi olabilir. 

Bu Türk boyları Bizans, Macar ve Slavlarla savaşmış ancak kendi aralarında da anlaşıp bütünleşemedikleri için kalıcı bir devlet kuramamışlardır. Bu Türkler, Bizans Ordusunda paralı askerlik yapmış ancak 1071 Malazgirt Savaşında Selçuklu Ordusunun Türk olduğunu anlayınca Alparslan’ın tarafına geçerek savaşın kaderini değiştirmişlerdir. Bizanslılar bu Türk Boylarının bir bölümünü Anadolu’nun bazı yerlerine (Örneğin: Toroslar ve Çukurova’ya) yerleştirmişlerdir. 

Uzlar sayıları çok az olsa da (200 bin) Gagauz olarak bugün Moldavya’da yaşamaktadırlar. Balkanlarda Boşnak olarak varlıklarını sürdürenler; Peçenek, Pomaklâr (yardımcı anlamında) ise Kuman-Kıpçak Türklerinin torunlarıdır. Pomak ve Boşnaklara karşı gösterilen Slav düşmanlığının altında Müslümanlıkla beraber bu Türk kökenlilikte yatmaktadır. 


Sırp lideri de Boşnakların Slav değil, Türk asıllı olduklarını açıklamıştır. Boşnakların mezar taşlarında ayyıldız vardır. Kuzey Kafkasya’daki Balkarların da mezar taşları aynıdır. Boşnak ve Pomakların tamamı Müslüman, Sünni ve Hanefi mezhebindendir. Türkçe bilip konuşamadıkları itirazı ise yeterli bir delil değildir. (Slav, Kuman, Kıpçak, Oğuz, Nogay ve Arapça karışımı bir dil kullanıyorlar) 


Amerika ve Almanya’da da doğup büyüyen Türk asıllı ailelerin çocuklarının bir kısmı da hiç Türkçe bilmemektedir. Hatta 1918’de bizden ayrılan Suriye’deki Türklerin okuyan gençlerinin çoğunluğu da (Müslüman olmasına rağmen Suriye’nin uyguladığı Araplaştırma politikası sonucu) Türkçe bilmemektedir. Bu ülkelerdeki Türkler azınlık olmaları ve T.C. Hükümetlerinin ilgisizliği sonucu uygulanan aşırı, kültürel, dini (mezhepçilik), ekonomik hatta-siyasi (Türk düşmanlığı) baskı neticesi milli benliklerini gereğince koruyamamıştır. 


Diğer bir itiraz ise Boşnak ve Pomakların sarışınlığı konusudur. Yeri gelmişken bir yanlışı daha açmakta yarar vardır. Tatarların, Moğollarla bir benzerliği yoktur. Timur'unda Tatarlarla ilgisi yoktur. Tatarlar özbeöz Türk’tür. Hatta Türkiye’de milliyetçi, Turancı, Türkçü fikir hayatının doğmasını sağlayanlar Kazan, Kırım Tatar ve Başkırt aydınlarıdır. 


Söylenenin ve sanılanın aksine günümüzdeki 48 Türk grubundan sadece Azeri, Abdal, Kazak, Kırgız, Mesket, Türkmen, Yakut gibi on kadar grup esmerdir. (Bir boyunda tamamı bir renk olmayıp, kendi içinde farklılık gösterebilir) .


Kazan Tatarları, Sarı Türkişler, Sarı Uygurlar, Kumanlar, Peçenekler, Çuvaşlar, Tuvalar, Hakaslar ve Sarı Keçili Yörükleri sarışındır. Diğer Türk grupları ise kumraldır. 



Orta Asya’dan Anadolu’ya Göç :


Yörükler, Göktürk (Kutluk) Devletinin asli unsurlarından olarak Altay ve Tanrı dağlarında uzun süre huzur içinde yaşadı. Bu bölgede Kazak, Kırgız ve Moğollarda tamamen göçebe olarak yaşıyor ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Afşar ve Türkmenler ise genellikle yarı göçebe idi; Seyhun, Ceyhun nehirleri arasındaki bozkırda (Maveraünnehir) yaşıyorlardı, l. ve 2. Göktürk (Kutluk) (552-630, 682-745) Uygur, Karahanlı, B.Selçuklu ve Harzemşah hakimiyetinden sonra bölgede Moğol tehlikesi baş gösterdi. 









Orta Asya çok istikrarsız bir bölge idi. Sürekli devletler kuruluyor ve yıkılıyordu. Türk Hanedan ve boylarının iktidarı ele geçirmeye yönelik kardeş kavgaları bölge halklarını bezdirmişti. Asayiş iyice bozulmuş hiç huzur kalmamıştı. 

Yörükler, 940 yıllarında İslam dinine girmişlerdi. Kendilerini Sünni-Müslüman Büyük Selçuklulara yakın hissettiklerinden, onların yeni ve huzurlu yurt teklifine olumlu baktılar. 


1071’den sonra İran üzerinden. Anadolu’ya Türk Boylarının göçleri başlamıştı. Bu göçler özellikle Moğolların Harzemşahlar devletini yıkması üzerine (l23l) büyük boyut kazanarak 1300'lere, daha sonra da azalarak 1517 yılına kadar sürdü. 


1187, 1232, 1244 ve 1270 yıllarındaki büyük göç dalgasıyla Orta Asya, Sibirya, İdil-Ural ve Kafkasya’dan 24 - 48 (günümüzdeki ) Türk boyundan değişik oranlarla aileler gelerek Anadolu’ya yerleştiler. 


Selçukluların, Yörükleri iskan ettiği esas bölge Aydın, Balıkesir ve Muğla yöresidir. Yörüklerin bir bölümüde Kayıhan boyuyla (Osmanlılar) birlikte Anadolu’ya gelmiş önce Ahlata (Bitlis) oradan Fırat nehrinin aşağı kısımlarına (Suriye Caber Kalesi Türk mezarı civarı) sonra Karacadağ (Urfa) daha sonra Ankara (Haymana civarı) ve en son olarak da Söğüt (Bilecik) çevresine yerleştiler. 


Anadolu Selçuklu devletinin (1071-1308) Moğollar tarafından yıkılmasından sonra Anadolu 1515 yılına kadar sayıları 34 civarında olan beyliklerle yönetildi. Bu beyliklerden biri olan Osmanlılar (1299-1918) 16.yy’a doğru tüm beylikleri hakimiyetleri altına alarak, Anadolu’da birliği sağladılar.

İzledikleri politika sonucunda Orta Asya ile irtibat kesildi. Toplu göçler, aile düzeyinde, sınırlı, düzensiz gelenler dışında durdu. Osmanlılar her Türk boyunun kendini diğer boylardan üstün ve daha soylu görmesi, her beyin yönetmeye hakkı olduğuna inanması, kuruluşuna katıldığı devleti idare etme arzusunun; sürtüşme ve komşu milletlerin kışkırtmasıyla kardeş kavgasına, dolayısıyla Türk devletlerinin kısa ömürlü olmasına (Tarihte 104-150 Türk Devleti kurulmuş ve çoğunu da yine Türkler yıkmıştır.) neden olduğunu gördüler. 


Fatih Sultan Mehmet kılıç hakkına dayalı olarak yönetime gelme geleneğini değiştirdi. Devlette kalıcılığı sağlayan bürokrasiyi kurdu. Kabileci duyguları olan Türkleri yönetimden uzaklaştırdı. Yönetimin kardeşler arasında bölüşülmesini ve kardeşlerin iktidar kavgasını yasa çıkararak önledi. Subay ve memuriyet görevlerine kişiler; Türklerin dışındaki genellikle devşirme sistemiyle, başta Slav olmak üzere Ermeni, Rum gibi diğer etnik gruplardan alındı. 


2.Abdülhamit zamanında bile süvariler Çerkez, muhafız alayı Arnavut, Hamîdiye Alayları ise Kürttü. (Ancak Kürt Aşiret Alayları sadece iç isyanların "Doğu ve Çukurova" bastırılmasında görev yapmışlardır. 1877-78 Kafkas-93 harbine çok azı katılmış, Osmanlıların yenileceğini anlayınca da Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kuvvetlerinden ayrılarak Ruslarla anlaşma yoluna gitmişlerdir. Osmanlı ordusuna vermedikleri buğday ve odunu Ruslara satmışlardır.) 


1453’den 1920’ye kadar sadrazamlık makamına getirilenlerden sadece ikisi Türk’tür. Üst kademe bürokrat yetiştiren Enderun’a son zamana kadar Türk öğrenci alınmamıştır. Osmanlıların uzun süren bu yönetiminde birçok paşa ve vezir görevden alınmış, malına el konulmuş hatta boynu vurulmuş ancak uygulanan atamaya dayalı bürokrasi sistemi nedeniyle maktul vezirin hakkını savunan bir grup çıkmamıştır. 


Diğer yandan devletin kurucu ve asli unsuru olan Türkler pasifize edilme neticesi toplumdaki itibar ve etkinlikleri yanında zamanla ekonomik güçlerini de kaybettiler. Yetkililerde devlet imkanlarını kendi ırkdaşlarına sundu. Türkler ise sudan çıkmış balık misali fakirleştiler, cahil kaldılar öyle ki devlet kayıtlarına "Etrakı bi İtrak: Düşüncesiz Türk” olarak geçtiler. 


Türklük duygusu taşımak, çocuklarına Türkçe ad vermek utanılacak bir davranış, hatta suç ve günah (putperest ismi diye), Türk sözü de cahil, kaba anlamına kullanıldı. Şeyh ve hocaların yanlış, kasıtlı yorum ve görüşleri sonucu Türklerin adları hep Arap ismi oldu. Hatta Türkçe’miz dahi Araplaşarak % 30 oranında Arapça kelimelerle doldu. 


Yörüklerin Anadolu’daki Yerleşim :

Selçuklular, Orta Asya’dan göçle gelen Türkleri; meşguliyetlerine uygun olan yerlere (Örneğin: Esnaf ve sanatkarları şehirlere, çiftçileri ovaya, bahçe tarımı yapanları dere kenarlarına) ve genelde de boy olarak topluca yerleştiriyordu veya bir bölgeyi fetheden komutana orasını tahsis edip, boyunu da buraya iskan ediyor, İçişlerinde geniş yetki ve serbesti tanıyarak bu beyi, bölgenin yöneticisi ve uç beyi olarak görevlendiriyordu.








Yörüklerin Yerleştirildikleri Yöreler: 

1-Aydın Beyliği’nin Kurulduğu (1320-1390) Aydın ve Çevresi. 

2- Osmanlı Beyliği’nin Kurulduğu Bilecik, Bursa çevresi. 
3- Karasi Beyliği’nin Kurulduğu Balıkesir, Çanakkale çevresi . 
4- Saruhanlı Beyliği’nin Kurulduğu Manisa çevresi. 
5- Germiyanlı Beyliği’nin Kurulduğu Kütahya çevresi. 
6- İnançoğulları Beyliği’nin Kurulduğu Denizli çevresi. 
7- Karaman-Karamanlı Beyliği’nin Kurulduğu Karaman, Konya,  
    Mersin çevresi. 
8- Tekeli-Teke Beyliği’nin Kurulduğu Antalya çevresi. 
9-  Hamit Beyliği’nin Kurulduğu Isparta, Burdur Çevresi 
10-Menteşe Beyliği’nin Kurulduğu Muğla çevresi. 
11- Ramazanoğlu Beyliği’nin Kurulduğu Adana çevresi. 
12- Dulkadirli Beyliği’nin Kurulduğu Kahramanmaraş çevresi. 
13- Kozan Beyliği’nin Kurulduğu Kozan Çevresi 

Yörükler bu beyliklere kurucu veya asli unsur olarak katılmıştır. Yörüklerin Anadolu’ya ilk geldiklerinde yoğun olarak yerleştirilip yaşadıkları ilk bölge Aydın, Balıkesir ve Muğla çevresidir. 


Osmanlılar, 1700-1880 yıllarında dış yenilgilerle devlet düzeninin sarsılması, otorite boşluğu özellikle vergi ve yargıdaki haksızlıklar, eşkiyalığın yaygınlaşması, yöneticilerin rüşvet ve haraç almaları, aşırı vergi ve uzun süreli (4-10 yıl gibi) askere almak amacıyla halka baskı ve zulmünü arttırmasıyla başlayan iç isyanları önlemek ve bastırmak için alınan tedbirler sırasında Yörük Obalarını da parçalayıp onlu-yirmili çadır grupları halinde başka bölgelere dağıttı. 



Adana, Kahramanmaraş, Hatay ve Gaziantep taraflarında Yürüklere "AYDINLI" denilmesinin nedeni budur.



YÖRÜK KIYAFETLERİ:


Erkekler ; 


Boyuna bağlanan yörük keyfiyesi (orta Asyadan Anadolu’ya uğurlunan öncü Türklere kendilerini daha kolay tanıtmaları için bir nişane olarak ebem kuşağı (gökkuşağı) renklerinden oluşan özel boyun bağı), Kuşak (bele bağlanan nakışlı ve nakışsız bellik), Yelek (cepken) , Körüklü şalvar ,Yün çorap, çarık (kundura). 





Afyon Yörükleri


Kızlarımız ; 

Başa bağlanan Fındıkla Ağar yağlık(baş örtüsü), üç çeki burma (kırmızı, beyaz, yeşil renklerde alınlık, Alına bağlanan 40 gümüş çeyrek 1 (bir) para 40 adet lik alınlık, Sarka( yelek), üç etek (entari), Nakışlı yün çorap (ala çorap) , çarık (daha sonraları kunduraya geçmiştir). 







Gelinlerimiz ; 

Başa bağlanan ağar yağlık (sarı iplik nakışlı baş örtüsü), Çeki ( 6 renkten kırmızı, beyaz, yeşil, sarı, mavi, mor'dan oluşan alınlık süsü ), kırklık (alına bağlanan 38 gümüş 2 altın dizili para) , Zıbın (İşlemeli Yelek), Peşkir (kırmızı beyaz önlük), alaca çorap, çarık (kundura ayakkabı). 



Balıkesir Yörükleri

Kadınlarımız ; 

Başa bağlanan fındıklı yağlık, alına bağlanan kırmızı , mor, yeşil alın çekisi, 40 lık (alına bağlanan 37 gümüş 3 altın) , nazar boncuğundan örülü beyaz, gök, yeşil boncuk sarmalı, beşli (Boyuna takılan 1 beşibirlik veya beşli, 2 kırmızı liraya reşat altını da denilir, önlük (etek önüne bağlanan mavi üzerine kırmızı tahtalı bez), önlük bağı (bele bağlanan nakışlı dokuma ip), Kuşak(Nakışlı bellik), Ala çorap,çarık(kundura veya ayakkabı). 





TEKE TÜRKMENLERİ (Antalya ve çevresi) 
ve OSMANLI DEVLETİ 
FAHRETTİN TIZLAK




Anadolu'da "YURT"




Türkmenistan'da "YURT"




BAZI YÖRÜK OBALARININ İSKAN YERLERİ: 


1700-1934 Yılları arasında göçebelikten alıkonularak zorunlu iskana tabi tutulan Bazı Yörük Obalarının yerleştirildikleri şehirler: 


1- Aydınlı Yörüğü: Aydın, Antalya, Ezine, Alanya, Manavgat, Isparta, Muğla, K.Maraş, G.Antep, Hatay, Adana, Mersin. 


2- Akyörük: Kastamonu, Taşköprü 


3- Bahşiş: ANAMUR, İçel, Tarsus, Adana, Alanya. 


4- Döneli: Aydın, Antalya, İçel, Silifke, Mut, Gülnar, Erdemli, Anamur, Tarsus, Bozkır, Ereğli (Konya), Karaman, Ermenek, K.Maraş, Bolu, Adana, Bilecik, Kilis ve Suriye. 


5- Eskiyörük: Antalya, Alanya, Manavgat, Isparta, Yalvaç, Mersin, Ana¬mur, Gülnar, Aydıncık, Aydın, Denizli, Muğla, Manisa, Adana, Beyşe¬hir, Kıbrıs, Suriye. 


6- Gökler: Ankara, Haymana, Adana, Tarsus, Ereğli (Konya) 


7- Gurbetler: Antakya, Kütahya, Ereğli (Konya) 


8- Horzum: Aydın, Kütahya, Manisa, Isparta, Yalvaç, Adana, İmamoğlu, Afyon, Dinar, Dazkırı, Denizli, Uşak, Antalya, Alanya, Muğla, Konya, Akşehir, Ereğli (Konya), İçel, Ayrancı (Karaman.) 


9- Honamlı: Denizli, Aksaray (Kutluköy), Ereğli-(Konya), Isparta, Antalya, Yunak, Türkoğlu- K.Maraş 


10- Karatekeli: Kütahya, Simav, Muğla, Antalya, Manavgat, Alanya, Aydın, İzmit, Manisa, Afyon, (Sincanlı-Çatkuyu), Adana, İçel, Tarsus, Adapazarı, Kocaeli. 


11- Koca Yörükanı: Antalya, K.Maraş, İçel. 


12- Melikli: Fethiye (Muğla), Isparta, Ayrancı(Karaman), Adana, Antalya, Alanya, Bursa, Tarsus, İçel, Aydın, Balkanlar, Suriye. 


13- Melli (Melicek): G.Antep, Ereğli (Konya), Bucak (Burdur). 


14- Menemenci: Adana, Karaisalı, İçel, Tarsus, Karaman, Niğde, İncesu (Kayseri), Ereğli (Konya). 


15- Sarıkeçili: Antalya, Kaş, Aydın, Isparta, Eğirdir, Uluborlu, Yalvaç, Adana, Burdur (Aziziye, Bereket), Çumra, Akşehir, Doğanhisar, İçel, Ayrancı (Yarıkkuyu Köyü), Karaman, Afyon, Dazkırı, Manisa, Kütahya, Honaz. 


16- Sebil: Karaman, Çanakkale, Tarsus, Konya, Sarayönü, Ilgın. 


17- Sarıtekeli: Aydın (Yörük Ali Efe bu obadan), Serik, Manisa. 


18- Taş: Adana, Sivas, Ereğli (Konya), K.Maraş, Edirne, Kütahya, Bal¬kanlar, Suriye. 


19- Tırtar: Aydın, İçel, Afyon, Ereğli (Konya), Isparta. 


20- Tekeli: Antalya, Alanya, Manavgat, Manisa, Aksaray, Kütahya, Sivas, İzmir, Bergama, Aydın, Söke, İçel, Tarsus, Anamur, Silifke, Niğde, K.Maraş, Karaman, Ermenek, Adana, Aladağ, Kayseri, Muğla, Samsun, Balkanlar. 


21- Yörük Beyleri: Adana, K.Maraş. 


22- Saçıkaralı: Kütahya, Denizli, Konya, Akşehir, Beyşehir, Ereğli (Karaburun Köyü), Aydın, Antalya, Gazipaşa, Manavgat, Alanya, İçel, Anamur, Tarsus, Adana, Kozan, Saruhanlı- (Manisa), Uşak, Kıbrıs. 










YÖRÜK - TÜRKMENLERİN SOY KÜTÜĞÜ 



OĞUZLAR (TÜRKMENLER , YÖRÜKLER) 


1 - BOZOKLAR 

2 - ÜÇOKLAR 


BOZOKLAR 

1 - ALITIHALABLU 
2 - TRABZON ŞAM TÜRKMENLERİ 
3 - KIZIK 
4 - ALKAEVLİ 
5 - KARAEVLİ (Karaevliler) 
6 - YAZIR (Yazar) 
7 - DÖĞER (Töker) 
8 - DUDURGA 
9 - YAPARLI (Çarıklı) 
10 - BEĞDİLİ (Beydili-Bağdıllı) 
11 - KARKIN 


12 - KAYI 

A ) Saçıkara (Saçıkaralı) 
B ) Atçekenler 
C ) Kurtlu 
D ) Sarıkeçili 
E ) Kızılkeçili 
F ) Haculu 
G ) Karakeçili 
g - ) Osmanlı Padişahları 
g - ) Yeni Osmanlı 


13 - BAYAT 

A ) Dulkadır (Zulkadır) 
B ) Kaçar 
C ) Şambayat 
D ) Kerkük Türkmenleri 
E ) Inallı (Ulu Yörükleri-Kocacık Yörükleri) 


14 - AVŞARLAR 

A ) Deller (Karamanlı) 
B ) Caper (Cafer) 
C ) Kadirli 
D ) Cerit 
E ) İmamlı 
F ) Torun (Toran) 
G ) Burhanlı 
H ) Havarizm (Horzum) 
I ) Balabanlı 
J ) Haliller (Haliloğlular) 
K ) Kızılışık 
L ) Çatak (Çıtak) 
M ) Solaklar 
N ) Hacınallu 
O ) Karahacılı 
P ) Farsak (Varsak) 
R ) Honanamlı (Honamlı) 
S ) Cingöz 
T ) Türkmenaliler (Aliler) 
U ) Çakıl (Çakal-Çakalanlar) 
Y ) Meller (Milliler) 




ÜÇOKLAR 

1 - BÜGDÜZ 
2 - CAVINDIR (Çavuldur) 
3 - BAYINDIR 
4 - IĞDIR 
5 - YÜREĞİR (Üreğir-Yüreğir-Yüreil) 
6 - YİVA (Yuva) 
7 - EMÜR (Emir-Emre) 
8 - ALAYÖNDLÜ (Alayöntlü) 
9 - BİÇNE (Beçenek-Peçenek) 


10 - SALUR 

A ) Usta 
B ) Yomut 
C ) Hızır 
D ) Karaman (Karamanlı) 
E ) Akkoyunlu (Akçakoyunlu) 
F ) Sarıklı (Aksarıklı) 
G ) Karakoyunlu (Karacakoyunlu) 
H ) Teke 
H - 1 ) Burgaz 
H - 2 ) Akseki 
H - 3 ) Bahşı (Bahşiş) 
H - 4 ) Karaca 
H - 5 ) Karatekeli 
H - 6 ) Alseki 
H - 7 ) Aziz (Aziziye Kınalı Yörükleri) 
H - 8 ) Daş (Taş) 
H - 9 ) Tongüç (Tonguç) 
H - 10 ) Ayak (Kızılayak) 
H - 11 ) Ötemiş (Ödemiş) 
H - 12 ) Mırış 
H - 13 ) Tutamış 
H - 14 ) Karaahmet 
H - 15 ) Toktamış 
H - 16 ) Tufaz 
H - 17 ) Gökçe 
H - 18 ) Saçmaz (Şıçmaz) 


11 - KINIK (KANIK - KONUK) 

A ) Atalar (Atabeyler) 
B ) Selçuklu Padişahları 


12 - CEPNİ 

A ) Ruğuş 
B ) Yakupoğulları 
C ) Ganetler (Canıklar) 
D ) Oturak 
d - ) Bayramoğulları 
E ) Demirler 
e - ) Kuşdemir 
e - ) Kandemir 









RENKLERİN SİYASETE ALET EDİLMESİ:


Türk’ün Orta Asya’dan Taşıdığı Renkler: Sarı, Kırmızı, Yeşil


Sarı, kırmızı, yeşil, beyaz ve mavi... bu renkleri Türkler tarihleri boyunca kültürlerinde, günlük hayatlarında kullanmış, kimi zaman halı desenlerinde, kimi zaman giyim kuşamlarında hep bu renklerle bezenmişlerdir. Devlet törenlerinde süsledikleri otağlarında, tuğlarında, ordularında, bayraklarında kullanmışlardır. Son zamanlarda Türk Devletini içerden yıkmayı hedefleyen, Türk düşmanı uluslararası emperyalizmin gayrimeşru çocuğu PKK’nın da bu renkleri kullanması, Türkmen Yörükler arasında kızgınlık ve üzüntüyle karşılanmaktadır.


Halen bu renkleri Türk topluluklarının yaşadıkları her yerde sosyal hayatın tüm yö nlerinde görebiliriz. Anadolu’da kışın kışlaklarda, yazın yaylalarda yaşamlarını sürdüren yörüklerin cepkenlerinde, poturlarında, “Poçu”larında, Türkmen Alevî-Bektaşilerin “semah” ekiplerinin giydiği kıyafetlerde bu renklerin kullanılması yaygındır.






Osmanlı Devlet Arması


Sarı, kırmızı, yeşil renkler Osmanlılarda da devlet törenlerinde, devlet nişanlarında, resmî törenlerde yoğun olarak kullanmıştır. Osmanlı padişahlarının kırmızı kaftan giymeleri, zaman zaman da sarı çizme kullanmaları bir gelenekti. Yavuz Sultan Selim’in 1516’da Ridaniye savaşına giderken ve savaş alanında kırmızı kaftan giyip beline kırmızı kemer takıp ayağına da sarı çizme giydiği tarihî belgelerden anlaşılmaktadır. Osmanlı padişahlarında kırmızı kaftan giymek “hükümranlık” alâmeti olarak kabul edilmekteydi.

Günümüzde, Türkmen-Yörüklerin kullandığı cepken, entari, potur, dizlik, çorap, çarık ve başlarına bağladıkları poçu’ları bu renklerle boyanmaktadır. Bu renkler ayrıca tarihte kurulmuş. Türk devletlerinin bayraklarında da kullanılmıştır. Bağımsızlık mücadelesi veren esir Türk illerinin kurtuluş mücadelelerinde bu renkler bayraklara, kıyafetlere yansıtılmıştır. Doğu Türkistan dâvasının ulu savaşçısı, görklü lideri, büyük alpereni rahmetli İsa Yusuf ALPTEKİN’in, 94 yıllık ömrü boyunca uçmağa varıncaya kadar sırtından çıkarmadığı “Çapan”ının renkleri de sarı, kırmızı, yeşil’den mürekkepti. 


Doğu Türkistan Göçmenler Vakfı 2. Başkanı Arslan ALPTEKİN, “Bu renklerin Orta Asya steplerinde yaşayan Türk topluluklarının sosyo-kültürel ve günlük hayatlarında yoğun olarak kullanıldığını” ifade ederek: “Sarı, kırmızı, yeşil renkleri Türk kızlarımızın el işlerinde, kıyafetlerinde, bindallı’larında, düğün, toy, şölen yeri süslemelerinde görebiliriz. Kırmızı: şehit kanlarını, yeşil: tabiatı (doğayı), sarı: bereketi, beyaz: barışı, mavi ise gökyüzünü, Göktürklüğü ifade eder” demektedir. 


Hasan Orhan






SAÇIKARA YÖRÜKLERİNDE YAŞAYAN DOKUMALAR








Prof.Dr.Mehmet ERSÖZ -  YÖRÜKLER 
link   /   link





Kıl Keçisi -Kara Keçi en büyük geçim kaynakları arasındadır












Arkadaşlar gidip Toros Dağlarına bakınız;
eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa,
şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla Türk'ü yenemez.






Atatürk Konyarlar Yörüklerindedir.



“Zübeyde Hanım, damarlarında ilk göçebe Türk kabilelerinin torunları olan ve hala Toros dağlarında özgür yaşamlarını sürdüren sarışın Yörüklerin kanını taşıdığını düşünmekten hoşlanırdı.”  Zübeyde Hanım çok haklıdır; çünkü o gerçekten bir Yörük kızıdır.

Zübeyde Hanım’ın ataları Konya Yörüklerindendir. Baba soyu olarak Evlad-ı Fatihan’dır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün anne soyu, Konya Karaman’dan Rumeli’ye gelen ve bundan dolayı da Rumeli’deki diğer Yörük gruplarından farklı olarak “Konyarlar” diye anılan Yörüklerdendir. Konyarlar, Konya Karaman’dan Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1466’da Karamanoğulları etkisiz hale getirildikten sonra Rumeli’ye göçürülerek iskân edilmişlerdir.

Zübeyde Hanım’ın ataları önce Konya Karaman’dan alınarak Batı Makedonya’daki Vodin İlçesi’nin batısındaki Sarıgöl Bucağı’na yerleştirilmişler, daha sonra da Selanik dolaylarına gelmişlerdir.




Sinan Meydan  
devamını okumak için:







Atatürk Yörük'tü
 video:




Türk Kültüründe Renkler
link













4 Kasım 2012 Pazar

UNUTTURULAN OSMANLI TARİHİ - Tekstil ve Fes




"GAVURA DAMIZLIK VERMEK UĞURSUZLUKTUR"





"BULUNMAZ HİNT KUMAŞI"    İLE   "FES"


Cengiz Özakıncı’nın da dediği gibi, çocuklara Osmanlı’nın çöküş sebebinin sadece askerî alanla ilgili olduğu şırıngasını aşılamaktı. Oysa tarih bilmediğimiz birçok ayrıntıyla doludur.

Hangi Osmanlı adlı bölümün başında Cengiz Özakıncı Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı yenen milletlerin imzaladığı bildiriyi yayımlamış. 23 Haziran 1919’da imzalanan bu metinin altında İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Amerika ve Sırbistan’ın ismi geçiyor. 

Kısaca bu bildiride Türklerin ele geçirdiği her ülkenin yıkıldığı, Türklerde geliştirme yetisi olmadığı, Türklerin sadece savaşmayı bildiği yazılıp çizilmiş. Mustafa Kemal 28 Aralık 1999’da şu yanıtı vererek Osmanlı’ya çamur atıldığının altını çizmiştir: 

“… Ulusumuz küçük bir aşiretten, anavatanda bağımsız bir devlet kurduktan başka, Batı dünyasına, düşman içine girdi ve orada büyük çabalarla bir İmparatorluk kurdu. Ve bunu, bu İmparatorluğu, 600 yıl büyük bir yetkinlikle sürdürdü. Bunu başaran bir ulus yüksek bir yöneticilik yeteneğine ve yönetim örgütlenmesine sahiptir. Böyle bir durum yalnızca kılıç gücüyle gerçekleştirilemez…”

Ayrıca Cengiz Özakıncı Atatürk’ün kurduğu Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nce yazılan ve 1931 ve 1941 arasında okutulan tarih kitabında yazılanların bir kısmını alıntılayarak, bize Osmanlı’nın Batı’ya karşı sadece askerî üstünlüğüyle fark atmadığını, aynı zamanda ekonomik ve bilimsel olarak da üstün olduğu gerçeğini aktarmıştır. Ve şu sonuca varıyor Cengiz Özakıncı:

 “Mustafa Kemal döneminde 1930’larda çocuklara okullarda verilen bu Osmanlı tarihi bilgisi onların beyinlerine ‘eğer bilim, sanayi ve teknoloji alanında üstünlük kuramazsak, askerî üstünlük de kuramayız’ yargısını kazımaktaydı.”

Cengiz Özakıncı metni şöyle bitiriyor: 

“… Çocuklarımız Osmanlı’nın yükseliş dönemindeki bilimsel, siyasal, ekonomik başarılarını bilmeli, yerli üretimi koruyup geliştirmenin önemini kavramalı, gâvura damızlık vermenin uğursuzluk getireceği beyinlere kazınmalı, Osmanlı’nın çöküş sebeplerini askerî yenilgiler dışında tün çıplaklığıyla görmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti’ni çöküşten koruyabilsinler.” 


DEVAMI
CENGİZ ÖZAKINCI : HANGİ OSMANLI 1
CENGİZ ÖZAKINCI : HANGİ OSMANLI 2







Fesin Ecnebi Kökeni ve Bir İngiliz Oyunu

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı yobaz kesimin öteden beri sembolüdür fes… Atatürk düşmanı kafaya sorsanız “şapka” ecnebi/Hıristiyan başlığı, “fes” ise Müslüman/Osmanlı başlığıdır! Bu düşüncesi nedeniyle Atatürk düşmanı yobaz, adeta şapkanın üstünde tepinip, sabah akşam şapkaya küfrederken, fesi din ve iman simgesi sanarak sevip sayar, hatta bugün 21. yüzyılda kafasına kalıbı bozulmuş bir vişneçürüğü fes takıp, püskülünü gururla dalganlandıra dalgalandıra arz-ı endam eder! Onu bu fesli haliyle gören cemaat mensupları da “Adama bak amma Müslüman!” diye takdirlerini belirtmekten kendilerini alamazlar!...

Oysa ki Atatürk düşmanı yobaz kafa fena halde yanılmaktadır.

Her şeyden önce fesin Müslümanlıkla hiçbir alakası yoktur. Fesi ilk kullananlar da, fesi üretip Osmanlı’ya satanlar da Müslüman değildir!

Dahası, fes Osmanlı Devleti’nin geleneksel şer’i yapısı değişmeye, devlet Batılılaşmaya başladığı bir dönemde 19. yüzyılın başında reformist (yenilikçi) Osmanlı Padişahı II. Mahmut tarafından bir reform, bir modernleşme adımı olarak kullandırılmaya başlanmıştır. II. Mahmut Kaptan Hüsrev Paşa’nın Kalyoncu askerlerine giydirdiği TUNUS FESLERİNİ beğenerek devlet mamurlarının da aynı başlığı kullanmasını istemiştir. II. Mahmut 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra kurduğu Asaker-i Mansure-i Muhammediye ordusuna da fes giydirmiştir. 1829’dan itibaren din adamları ve kadınlar dışındaki herkesin fes giymesini zorunlu kılmıştır. 1832’den itibaren neredeyse herkes fes giymeye başlamıştır. II.Mahmut, devlet memurlarına fes kullanımını zorunlu tuttuğunda dönemin yobazları “Sarığımızı çıkartmayız!”, “Bu ecnebi başlığını kabul etmeyiz!” “Kahrolsun fes!” diye bağırarak fesin gavur başlığı olduğunu belirterek, fes takmayı reddetmişlerdir. Bunun üzerine II. Mahmut fesin “dinen caiz olduğunu” belirten fetvalar yayınlatmak zorunda kalmıştır.

Çok daha önemlisi Fes gerçekte bir Ortaçağ BİZANS BAŞLIĞI’dır. Yeniçağ’da Avrupa’da İSKOÇ BAŞLIĞI olarak da kullanılmıştır.

Aslına bakılacak olursa II. Mahmut’un  fes reformunun tek nedeni modernleşmek değildir. Bu durumun pek bilinmeyen çok ilginç bir nedeni daha vardır. 

Şöyle ki:

II. Mahmut bilindiği gibi 1838 tarihli Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla İngilizlere çok geniş ekonomik ayrıcalıklar vermiştir. Bu ayrıcalıklardan biri de İngiliz üretimi feslerin Osmanlı topraklarına pazarlanmasıdır. II. Mahmut daha bu anlaşmayı imzalamadan önce 1832'de fes giyilmesini zorunlu kılarak İNGİLTERE'DEN İTHAL EDİLEN FESLERE OSMANLI'DA BİR PAZAR YARATMIŞTIR.

Her şeyi en başından anlatalım:

İngiltere Kraliçesi Elizabeth 1583’te İngiliz ticaret temsilcisine, Cezayir ve Tunus’ta ‘Benettos Colorados Rugios’ (Kırmızı Renkli Başlık) adı verilen kenarsız bir tür kırmızı İskoç başlığı için Türkiye’de (Osmanlı’da) Pazar bulması buyruğu vermiştir. Bunun üzerine İngilizler, Fesi Tunus ve Cezayir gibi iller dışında bütün Osmanlı illerine pazarlamaya hazırlanmışlardır. Fes kelimesinin sözcük kökeni bakımından Kuzey Afrika’daki “Fez” şehriyle ilgili olması bunun böyle olduğu olasılığını güçlendirmektedir.

Özetle, İngiliz Kraliçesi 16. yüzyılda Osmanlı’daki elçisine “kenarsız kırmızı İskoç başlığı” diye tanımladığı, Cezayir’de ve Tunus’a pazarlanan fesin, bütün Osmanlı topraklarına yayılmasını istemiştir.

Cengiz Özakıncı’nın dediği gibi, İngilizler, İngiliz Kraliçesi’nin, “kenarsız kırmızı bir tür İskoç şapkası –fes- giye buyruğunu 250 yıl boyunca unutmamışlar, sonunda 1832’de II. Mahmut döneminde Türklere bunu giydirmeyi başarmışlardır”.

Osmanlı Devleti İngilizler dışında Avusturya-Macaristan'dan da fes satın almıştır bir dönem. Avusturya, Bosna-Hersek'i ilhak edince İstanbul'da Osmanlı Botkotaj Cemiyeti Avusturya feslerini protesto kampanyası başlatmıştır. Bu kampanya çok etkili olmuş ve çoluk çocuk, yaşlı genç tüm Osmanlılar başlarındaki fesleri çıkarıp üzerinde tepinmiştir.

Fesi Din-İman Sembolu Sananlara Kötü Haber:
Sonuç olarak bizim dinle kandırılmış yobazlarımızın din ve iman sembolü sandığı FES aslında İngiliz emperyalizminin Osmanlı’yı daha çok sömürmek için Osmanlı’ya pazarladığı bir ihraç malından başka bir şey değildir. Bugün OSMANLICI olduğunu göstermek için fes giyenler de aslında OSMANLICI değil OSMANLI'YI fesle sömüren İNGİLİZCİ olduklarının bilincinde değillerdir herhalde!.. Ayrıca fes, Osmanlı'nın haşmetli dönemlerini değil, Batı karşısında her bakımdan geri kalıp, emperyalizme sömürüldüğü dönemleri çağrıştıran bir semboldur. 

II. Mahmut özünde bir BİZANS VE İSKOÇ BAŞLIĞI olan fese karşı dinsel tepkileri önlemek için şeyhülislama “FES GİYMEK DİNEN CAİZDİR” diye fetvalar yayınlattığı için ve Atatürk'ün, yerine şapka giydirip kaldırdığı püsküllü vişneçürüğü/kırmızı FESİ din ve iman sembolü sanıp hala kafasından çıkarmayanlar var bu ülkede… 


SİNAN MEYDAN









Yerkürenin yuvarlak ve güneşin etrafında döndüğünü Avrupalılardan ilk açıklayanlar Kopernik (1540) ve Galile (1640) dir.  Halbuki bundan çok daha önce dünyanın yuvarlak olup döndüğünü El-Biruni (973-1051) ispat etmişti.  Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu. Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5 asır önce dile getirdi. (antik çağı karıştırmadım, çünkü orada da Sümer başı çekiyor !) Peki Darwin'in Evrim Teorisi ... o da yalan, çünkü Erzurumlu İbrahim Hakkı ondan 100 yıl önce söylemişti...





AMA HERKES HALA "BATI MASALLARIYLA" UYUTULUYOR !
ONLARA GÜNAYDIN DİYELİM :)





13 Ekim 2012 Cumartesi

KÜRTÇÜLÜK VE TARİHSEL GELİŞİMİ 3





DERSİM YALANLARI VE GERÇEKLER - 
SİNAN MEYDAN



En kanıksanmış Cumhuriyet tarihi yalanlarından biri “Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün liderliğindeki genç Cumhuriyetin, 1937-1938 yıllar›nda Dersim’de Kürtleri katlettiği !” biçimindedir. Ülkemizde bugün, tarihçisinden gazetecisine, eğitimcisinden siyasetçisine kadar neredeyse herkes, Türkiye Cumhuriyeti’nin Dersim’de bir kıyım ve katliam yaptığını peşinen kabul etmiş gibidir.


Örneğin, İsmail Beşikçi’nin bir kitabının adı, Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi’ dir. Hasan Cemal’in bir yazısının adı da, Dersim Katliamını Mazur Göstermeye Çalışmanın Ahmaklığı Üzerine’dir.



Dersim yalanı” Türkiye’de son zamanlarda sıkça siyasete alet edilmeye de başlanmıştır. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis kürsüsünden defalarca “Tek Parti döneminde Dersim’de katliam yapıldı!” demiştir.


“Dersim’de katliam yapıldı !” iddiaları, bugün bazı iç ve dış Cumhuriyet düşmanlarınca, Türkiye’yi soykırımla suçlamak için kullanılmak istenmektedir. Örneğin, 13 Kasım 2008’de Avrupa Parlamentosu himayesinde Dersim Soykırımı Konferansı düzenlenmiştir. Düzenleyenler, bu konferansın amacını, Ermeni, Süryani, Pontus Rumlarına karşı soykırım suçu işleyen Türkiye’nin suçlar listesine yeni bir insanlık suçu daha ekleniyor: “Dersim soykırımı” biçiminde açıklanmıştır. Prof. Dr. Ronald Mönch, Dersim’de yaşananların insanlık suçu olduğunu savunarak Atatürk ve dönemin Bakanlar Kurulu üyeleri ile üst düzey askeri yetkililer için, “Yaşasalardı savaş suçlusu olarak yargılanmaları gerekirdi!” demiştir.


19 Kasım 2009’da Dersim Soykırımı Konferansı’nın ikincisi yine Brüksel’de yapılmıştır. Bu toplantılardan sonra, Dersim harekatının ’soykırım’ olarak tanımlanmasını isteyen bir heyet, bu olayları Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne götürmek için harekete geçmiştir. Aralarında ABD’li avukat Prof. Dr. Barry Fisher ile Dink davası avukatı Erdal Doğan’ın da bulunduğu heyet, 12 Nisan 2011’de Tunceli’de incelemelerde bulunmuştur. 


Dersim yalanı, kartopu misali büyüdükçe büyümüş ve sonunda 1937-1938 Dersim isyanını bastıran CHP içinden bazıları bile bugün “Evet! Dersim’de katliam yapıldı !” deme noktasına gelmiştir. Peki ama gerçekte Dersim’de ne olmuştur?


Bütün dünya dergisinden pdf olarak indirebilirsiniz.















Uğur Mumcu’nun yazılarında Dersim




AZINLIK ŞOVENİZMİ!..

İngiliz gizli belgeleri üzerinde yapılan araştırma, Kurtuluş Savaşı günlerinde İngilizlerin Ermeni ve Kürt azınlıkları kışkırtmak için yoğun çalışmalar yaptıklarını kanıtlamaktadır. Bu belgelerden iki tanesini aktaralım: Amiral Sir F. Derobeck'ten Lord Curzon'a gönderilen rapor (Sayfa no:108, belge 103, tarih: 28 Temmuz 1920):

- Kürt meselesi hakkında sizin fikrinizi bilmiyorum, daha kesin bir karara varmanız için bunu yazıyorum. Damat Ferit bana geldi, sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklar. Kürt liderleri Mustafa Kemal'i sevmezler, çünkü o bolşevikliği getirmek istiyor. Siz Mustafa Kemal'den nefret ediyorsunuz. Çünkü o sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı birlikte kullanalım, dedi... (İngiliz Belgelerinde Türkiye, Erol Ulubelen, Çağdaş Yay. s:264)


Aynı İngiliz Amiralinden Lord Curzon'a gönderilen bir başka raporda “Kürdistan, Türkiye'den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul'daki Kürt Kulübü Başkanı Said Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir...” denilmektedir. (Sayfa no:49, belge no:33, tarih 26 Mart 1920)


Ermeni ve Kürtleri Ankara hükümetine karşı ayaklandırma çabalarının arkasında, o zaman, ABD ve İngiliz hükümetlerinin olduğu bugün artık belgelerle kanıtlamıştır. Bu konuda bugün için hiçbir kuşku yoktur.


Cumhuriyetin kurulmasından hemen kısa bir süre sonra Doğu'da başlatılan “Kürt İsyanı” da yine İngiliz desteği ile sahneleniyordu. “Şeyh Sait ayaklanması” olarak bilinen bu ayaklanma, 1925 yılının şubat ayında dinsel görüntülerle ortaya çıkmış, daha sonra “Bağımsız Kürt Devleti” kurmaya yönelmişti. (İngiliz Belgeleriyle Türkiye'de “Kürt Sorunu” (1924-1938) Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim Ayaklanmaları, Dışişleri Bakanlığı Yay. Evi., s:21, Türk-İngiliz İlişkileri. 1919-1926, Doç. Dr. Ömer Kürkçüoğlu, SBF Yay., s.309)


İngilizlerin, Kurtuluş Savaşı döneminde Ermenilere nasıl destek oldukları. Prof. Gotthard Jaeschke'nin, Tarih Kurumu tarafından basılan “Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri” adlı kitabında da yeterince anlatılmıştır. (s:40-47)


Bugün, 1925 yılında sahnelenen dinsel görüntülü bir bölücü ayaklanmaya bakarken, Şeyh Sait'in İngiliz silah fabrikalarına silah siparişi verdiği, İngiliz silah fabrikalarının da o tarihte İngiliz “Intelligence Service” ile iç içe çalışan silah tüccarı Vasil Zaharoff ile eşgüdüm halinde olduklarını bilmek gerekir. Muğlalı bir Rum olan Zaharoff'un İngiliz Başbakan, Lloyd George'un yakın dostu olduğunu ve İngiliz hükümetince silah ticaretindeki başarılarından ötürü “sir” unvanı ile ödüllendirildiğini anımsarsak, Şeyh Sait ile İngiliz silah fabrikaları arasında kurulan köprülerin siyasetten arınmış “masum bir ticaret” olmadığı sonucuna ulaşırız.


Kaldı ki o günlerde genç Türkiye ile İngiltere arasında henüz çözüme bağlanmamış “Musul sorunu” bulunmaktaydı. Lozan anlaşmasında kesin bir çözüme bağlanmayan Musul sorunu, 1923 yılında İngilizlerin başvurusu ile yeniden gündeme gelmiş ve sorunun çözümü için 1924 yılında İstanbul'da “Haliç Konferansı” düzenlenmişti. Haliç konferansında İngilizler, Musul dışında ayrıca, “Nasturi Hıristiyanları” için Hakkari ilini de istemişlerdi. Sorunun bir çözüme bağlanamaması üzerine konu İngiliz hükümetince “Milletler Cemiyeti”ne götürülmüştü.


Milletler Cemiyeti, sorunun çözümü için biri Macar, biri Belçikalı biri de İsviçreli olan üç kişilik bir komisyon görevlendirmişti. Musul'daki Türk egemenliğini kaldıran komisyon kararı, Türkiye tarafından reddedildi. Bunun üzerine sorun Milletlerarası Daimi Adalet Divanına götürüldü.


Türkiye Divana temsilci göndermedi. Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925 tarihinde, Musul'daki Türk egemenliğini kaldıran kararı benimsedi. Musul üzerinde Türk-İngiliz diplomasi savaşı yapılırken, Şeyh Sait isyanı da başlatılmış ve Türkiye, Kurtuluş Savaşı günlerinde İngiliz istihbarat servislerinin kışkırttığı etnik kökenli ayaklanma ile uğraşmak zorunda kalmıştı. İsyan bastırıldı. Ancak Türkiye 5 Haziran 1926 tarihinde İngilizlerle anlaşarak, Musul üzerindeki haklarından vazgeçmiş oldu. İsyanın doğurduğu sonuçlardan biri buydu.


Musul sorunu ile Şeyh Sait ayaklanmasının aynı günlere rastlaması herhalde “kaderin bir cilvesi” değildi: Bu rastlantının temelinde bir kısmı kanıtlanan bir kısmı da henüz yeterince kanıtlanmamış dış ilişkiler yatmaktaydı.


31 Mart gerici ayaklanmasında da İngiltere'nin parmak izleri yok muydu? Araştırmacılar, bu kuşkuyu dile getirmişlerdir. İngiltere'nin o günlerdeki İstanbul Büyükelçisi'nin İttihatçılara karşı takındığı soğuk tavır, buna karşılık muhalefetteki “Ahrar Fırkası” ile kurulan ilişkiler ve ayaklanmadan sonra isyancılara sağladıkları destekler, şeriatçılar ile İngiliz “Intelligence Service” ile dirsek teması içinde oldukları kuşkusunu vermekteydi. (İttihat ve Terakki, 1908-1914, Feruz Ahmet, Sander Yay., s: 66; 31 Mart Olayı, Sina Akşin, SBF Yay., s: 261 v.d.; 31 Mart'ta Yabancı Parmağı, Doğan Avcıoğlu, Bilgi Yay., s: 61 v.d.)


Bugün yine birtakım ayrımcı güçlerin doğu yörelerimizde terörist eylemlerine tanık olunmaktadır. Yakın tarihimizden verdiğimiz bu örneklerden sonra “bu olayları da İngilizler kışkırtıyor” gibi bir yargı sahibi değiliz. Anlatmak istediğimiz, yakın tarihimizde “azınlık şovenizmi”nin ardında yabancı devletlerin bulunduğudur.


Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrasında İngilizlerin Türkiye'deki ayrımcı güçleri kışkırtmalarının nedeni Ortadoğu'daki İngiliz çıkarlarıydı. Hiç kuşkusuz bugün de bu bölücü ayrımcı azınlık şovenizminden kaynaklanan terörist eylemlerin arkasında tıpkı dün olduğu gibi bugün de yabancı parmakları bulunmaktadır.


Türkiye Cumhuriyeti, bütün sorunlarını “ulusal bütünlük, demokratikleşme ve çağdaşlaşma” yoluyla çözecektir. 1975 yılından bu yana Kıbrıs sorununun yarattığı gerilim süreci içinde başta Ermeni terörü olmak üzere ulusça uğradığımız terör saldırısının temelinde, Ortadoğu'daki yeni dengelerin kurulma planları var mıdır? Bugün için sorulacak soru budur.


Türkiye'ye bunca silahı gönderenler kimlerdi? Kimlerdi bunların destekçileri olan yabancı devletler ve istihbarat servisleri? Bu gibi konuları, bugünden “mahkeme kanıtı” niteliğinde belgelerle ortaya koymak belki olanaksızdır. Fakat zaman geçtikçe, olaylar üzerindeki sis bulutları dağılır ve ortaya çıkan İngiliz belgelerinde olduğu gibi, “azınlık şovenizmi”nin hangi oyunların ve tuzakların aracı olduğu elbette gün gelir anlaşılır.


(Cumhuriyet, 2 Eylül 1984)





UĞUR MUMCU
KÜRT İSLAM AYAKLANMASI 1919-1925

[Bu yazı dizisi 2-22 Haziran 1991 günleri arasında Cumhuriyet Gazetesi'nde
«Öncesi ve Sonrası ile Şeyh Sait Ayaklanması» adıyla yayınlanmıştır.]









Irak savaşı kaybedince, durumu fırsat bilen Irak’lı Kürt ve Şii gruplarının ayaklanması neticesinde Irak kuvvetleri tekrar toparlanarak ayaklanmayı bastırmak için saldırıya geçer. Bu saldırıdan kaçan binlerce sığınmacı Türkiye ve İran sınırlarına yığıldı. Türkiye sınırına 450.000 Iraklı (TBMM , 2007) sığınmacının yığılması o dönemde hem ekonomik hem de siyasi yönde sıkıntı yaşayan Türkiye için büyük bir sorun teşkil eder. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yoğun diplomasisi sonucu Türkiye sınırında yığılan ve yaşam mücadelesi veren binlerce sığınmacının barındırılması ve güvenliği Türkiye tarafından sağlanmıştır. Irak’ın bu bölgedeki Kürtlere saldırılarının önlenmesi maksadıyla Türkiye’nin de girişimleri sonucu Çekiç Güç oluşturulmuştur. O gün içinTürkiye açısından olumlu kabul edilen Çekiç Güç ilerleyen zamanlarda Türkiye için büyük sorun teşkil etmiştir.

Bu sığınmacıların bir çoğu TC vatandaşlığına geçmiş ve Türkiye topraklarına yerleşmiştir. Güneydoğuya devlet elinin geç gitmesi, ağalık sisteminin devam etmesi, Atatürk'ün toprak reformunun rafa kaldırılması, ekonomik zorluklar ve tabii ki pkk nın saldırıları yüzünden Batıya göçler başlamış ve güneydoğu boşaltılmıştır. Tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesi gibi ; çoğunlukta olan Türkmenler, Türkler Doğudan göç etmek durumunda kalmış ve bölge, emperyalistlerin arzuları doğrultusunda, Ermeniler ile Kürtlere yaşam yeri olmuştur.

Bugün (Ekim 2012) yaşadığımız sorunda aynıdır. Suriye'den kaçıp gelen "sözde göçmenler" kamplarda kaldıkları halde , yavaş yavaş Türkiye sınırları içerisinde yerleşik düzeye geçmektedir. Ayrıca üniversitelere belgesiz,sınavsız kaydını yaptıran Suriyeli "sözde göçmen gençler"i basın yoluyla da öğrenmiş bulunuyoruz. Bu arada oradaki karmaşayı yaşamak istemeyen vatandaşlarımız da başka bölgelere göç ederek, sınır boyunca Güneydoğuyu boşaltmaktadır.

Plan nasıl işliyor ama ?

SB.


Emperyalizme, ırkçılığa, baskıya, sömürüye ve teröre karşı olan herkese