Translate

26 Mayıs 2012 Cumartesi

MADENLER - EMPERYALİZM - ATATÜRK


ÜLKEDEKİ YABANCI SERMAYE ve TÜRKİYE’DE ÇIKARILAN ÖNEMLİ MADENLER
VE ATATÜRK'ÜN MİLLİ EKONOMİ İÇİN DÜŞÜNDÜKLERİ YAPTIKLARI




Dünyada küreselleşme süreci öncesinde yeterince önemsenmeyen yabancı sermaye, ulus devletlerin yok edildiği ve dünyanın global bir pazar haline geldiği günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerin ilgi odağı haline gelmiştir. Küreselleşmeyle birlikte, ekonomi ve ticarette liberalleşme eğilimlerinin hız kazanmasıyla, sermayenin serbest dolaşımı artmış, ticaret serbestleşmiş ve tek bir biçime sokulan dünyamızda tüketici alışkanlıklarında benzerlikler görülmeye başlamıştır.

Yabancı sermayenin gittiği ülkeler üzerindeki rolü, uzun tartışmalara yol açmış bir konudur. Bağımsızlık hareketleri ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Üçüncü Dünya Ülkelerindeki ekonomik ve sosyal değişme çabaları ile bu tartışmalar daha da büyümüştür

Yabancı sermaye yatırımlarının tarihi 16. yüzyılda İngiltere’nin Macaristan’daki madenleri işletmesine kadar uzanır. Bugün ülkeler arasında geliştirilen ekonomik ilişkilerin temel özelliklerinden bir kısmı, İngiltere’de başlayıp Batı Avrupa ülkelerinde gelişen sanayi devrimi sırasında ortaya çıkmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemde yaklaşık olarak 350 yıl boyunca sermaye, doğal kaynaklar ve nüfusa oranla yoğun olduğu alanlardan daha az yoğun olduğu alanlara akmıştır. 1800’lü yılların ilk yarısında İngiltere’nin ihtiyaç duyduğu hammadde, madenler ve petrolün çıkarılması için sömürgelerde yaptığı yatırımlar, yabancı sermaye yatırımlarının başlangıcını oluşturmuştur.

Çünkü endüstri devriminin bir sonucu olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle batının sanayileşen ülkelerindeki hızlı sermaye birikimi büyük şirketleri bu sermayeden en fazla kârı sağlayacak yatırım alanlarını aramaya yöneltmiştir. Bu yatırım alanları ise, Avrupa endüstrisinin ihtiyacı olan hammaddeleri sağlayacak doğal kaynak ve ucuz işgücüne sahip dönemin sömürgeleri ve bağımsız az gelişmiş ülkeler olmuştur.

Dünyada 19. yüzyıla kadar Batı Avrupa sermayesinden söz edilirken 1914 yılından sonra ABD’nin devreye girdiği görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yabancı sermaye yatırımlarında ABD, ön sıralarda yer almış, İkinci Dünya Savaşından sonra yabancı sermaye yatırımlarında yeni bir döneme girilmiştir.


Osmanlı döneminde ülkeye yabancı sermaye 1838 Ticaret Anlaşması’ndan sonra girmeye başlamıştır. İngiltere ile Osmanlı arasında imzalanan 1838 tarihli antlaşma diğer Avrupa devletleriyle yapılan antlaşmalar için bir örnek antlaşma niteliğini taşır.



Bu antlaşmayla ;
1- İç ticarette yed-i vahit usulü kaldırılmıştır.
2- İngiltere, Osmanlı’ya mal götürürken Osmanlı tüccarlarının ödediği vergiyi ödeyecek, dışarıdan getirdikleri için ise yarısını ödeyecektir.

Başta İngiltere olmak üzere, Avrupa ülkeleriyle yapılan bu ticaret anlaşmaları sonucunda Osmanlı Devleti, yabancı ülkelerden mal dışalımını serbest bırakmış, dışalımda % 5, dışsatımda ise % 12 gümrük vergisi uygulamayı kabul etmiştir. Yabancı tüccarlar mallarını satış için bir bölgeden diğerine naklederken ödemesi gereken çeşitli vergilerden muaf tutulmuş, bu antlaşmayla yabancı sermaye, yerli tüccarlarla eşit hale getirilmiş, batının işlemiş olduğu mallar Osmanlı’nın her köşesine girmiştir.

Dolayısıyla batılı yatırımlar sanayi mallarını kolayca iç pazarda satabileceğinden, sanayi alanına yatırım yapmakla ilgilenmemişlerdir. Gerçekleşen yabancı sermaye yatırımları ise demiryolu, elektrik, havagazı gibi hizmet sektörlerine yönelmiştir. Batılı endüstrileşmiş ülkeler Anadolu’yu kendilerine böylece açık pazar haline getirmişlerdir.

19. yy başlarından 20. yy başlarına kadar Osmanlı da ki yabancı yatırımların özellikleri, sömürgelerdeki yabancı sermaye hareketleri özdeşlik gösterir. Bu dönemde yabancı sermayenin ilgisizliğinin sebebi Osmanlı’nın İngiltere ve Avrupa ülkeleri ile yapmış oldukları ticaret sözleşmeleriyle ilişkilidir. Bu kapitülasyonlarla içte gerekli tedbirler alınmadığından yerli endüstri bir çok ayrıcalıklardan yararlanan ve serbestçe ithal edilen yabancı mallarla rekabet edemez duruma gelmiştir.

Anadolu’ya ilk yabancı sermaye, 1851 Kırım savaşından sonra sağlanan borçları izleyerek gelmiştir. 1854 yılında Kırım savaşının gerektirdiği yeni harcamaları karşılamak amacıyla Dent Palmer and Co. adlı bir aracı firmanın yardımıyla batıdan 3 milyon İngiliz sterlini borçlanmaya gidilmiştir. Bu borcu Fransa’dan alınan borçlar izlemiştir.

Gerek Anadolu’da gerekse Rumeli’de demiryolu yapımı için ilk girişimler, İngiliz firmaları tarafından 1856 yılında gerçekleştirilmiştir. İngiltere’ye verilen bu ilk imtiyazlar, Köstence-Çernova (66 km) hattı ve İzmir-Aydın (131 km) hattı imtiyazlarıdır.

1850’ler den sonra Osmanlı Devleti’nin aldığı dış borçları ödeyemeyecek hale gelmesi, 1881 yılında çıkarılan Muharrem Kararnamesi ile Duyun-u Umumiye idaresinin kurulmasına neden olmuş, Böylece ödenmeyen borçlara karşılık ülkenin doğal kaynaklarının gelirlerine el uzatılmış ve kaynakları işletecek bir çıkar şirketi yaratılmıştır.

Duyun-u Umumiye’den önceki dönemde yabancı sermayenin doğrudan ilişkili olduğu konular sınırlıdır. Türkiye’de Duyun-u Umumiye ile birlikte yabancılar bugünkü anlamda işletmeciliğe başlamışlardır.

Tuz İşletmesi, Osmanlı Bankası, Tütün Tekel İşletmesi Avusturya ve Almanya tarafından ortaklaşa kurulan “Reji İdaresi” isimli şirkete verilmiştir.

İngiliz ve Fransız sermayeli Osmanlı Bankası zamanla Ereğli Kömür Madenlerinin işletilmesini, Şam-Hama, İzmit-Kasaba, Selanik-İstanbul demiryolları ile İstanbul Elektrik, Su, Tramvay İşletmesi’ne de hakim olmuştur.

Almanya 1888 yılında Deutsche Bank aracılığıyla Bağdat Demiryolu projesine girerek, 1889’da “Anadolu Osmanlı Şimendifer Kumpanyası” isimli şirketi kurmuştur.

Birinci dünya savaşından sonra Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde 16 bağımsız devlet kurulmuştur. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin batıdan almış olduğu borçların ancak belirli bir kısmının Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödeneceği bildirilmiştir. Osmanlı borçlarının kesin tasfiyesi ancak 1954 yılında sona ermiştir.

1920 – 1930 yılları arasında Türkiye’de 201 anonim şirket kurulmuştu. Bunların 66 sında yabancı sermayesi vardı. Ancak 1930 yılına gelindiğinde ülke sanayii hala son derece cılız ve sınırlı idi. Sanayi işletmelerinin sadece % 4 ünde elektrik ile işleyen motor vardı. Özel şirketlerin, ister yabancı sermayeli olsun ister tamamen yerli sermayeli, gerçek anlam ve ölçekte bir sanayileşme sürecini başlatacak, sermaye birikimi yetersiz kalıyordu. İşte bu aşamada Türkiye yabancı (dış) kredi alarak devlet eliyle sanayileşme sürecini başlattı.




1937 Maden Gezisinde

ATATÜRK: 


"Köyler perişandır. Sanayimiz geridir. Limanlarımız yoktur. Madenlerimizi işletemiyoruz.

Bu halk zengin olmaya mecburdur. Memleket mamur olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hala yaşamak imkanından bahsederlerse, inanmayınız. Memleketimizi medeniyet-i hazıranın icap ettirdiği dereceye bir an evvel isal için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmi ve fenni teşebbüsleri kafi gelmez. 

Ecnebi sermayesinden istifade edeceğiz .İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasi’dir. "

"Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazımgelen teminatı vermeğe her zaman hazırız. Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin.” 

“Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkiye malikti, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka birşey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.”

Görüldüğü gibi ATATÜRK’ün yabancı sermaye hakkındaki fikri çok belirgindir: Ülkenin kendi olanakları, kendi teknik bilgisi ve teknolojik birikimi ile eksiklerimizi tamamlamak, sanayileşmeyi başlatmak ve sürdürmek ve bilimsel kuruluşlarımızı genişletmek mümkün değildir. Bu nedenle kanunlarımıza sadık yabancı sermayesinden yararlanacak, gerektiğinde dış kredi de alınacaktır. Ancak bugünkü Sıcak Para gibi spekülatif yabancı sermayeye karşıdır .

Türkiye İktisat Kongresi’nden 51 gün sonra ve Lozan’da görüşmelerin 23 Nisan 1923 tarihinde yeniden başlamasından iki hafta önce TBMM Hükümeti, bir Amerikalı grup ile Chester Projesi olarak bilinen imtiyaz sözleşmesi imzaladı. 

Bu proje; Samsun-Trabzon-Mersin ve İskenderun limanlarını Süleymaniye, Kerkük ve Musul’a bağlayan 4 400 km demiryolu yapım ve işletmeciliğini, demiryolu güzergahına paralel 40 km’lik bir şerit içinde maden ve petrol aranmasını, bulunduğu takdirde 99 yıllığına işletilmesini kapsayan, 400 milyon Dolarlık bir yatırımı öngörüyordu. TBMM Hükümeti bu antlaşmayı ATATÜRK’ün de onayını alarak imzalamıştı. 

TBMM Hükümeti Chester Antlaşması ile kısa bir süre sonra Lozan’da yeniden başlayacak görüşmelere yönelik olarak Amerikan desteğini sağlamayı da düşünmüştü.

Ancak 1925 yılında Cemiyet-i Akvam Musul eyaletini Bağdat’taki İngiliz manda rejimine bağladıktan sonra Chester Projesi iptal edilmişti.

1929 Dünya Ekonomik Krizi Türkiye’de aynı yıl Türk parasının değerinin düşmesi ve rekor düzeyde dış ticaret açığı ile eşanlı olarak yaşandı. Türkiye’nin acil önlemler alması ve gecikmeden en az 15 milyon Lira sermayeli Devlet Bankası’nı kurması gerekiyordu.

Bu koşullar altında ATATÜRK Türkiyesi 1930 yılında kibrit tekelini bir Amerikan şirketine devrederek 10 milyon Dolar kredi almakta herhangi bir sakınca görmedi ve sağladığı para ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nı kurdu. Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nu çıkarttı ve Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin başlattığı “Tasarruf ve Yerli Malı Haftası” seferberliği ile hem dış ticaret açığını kapattı hem de Türk parasını dünyanın en güçlü paralarından bir konumuna getirdi. Bütün bunlar 3-4 yıl gibi kısa bir süre içinde tamamlandı.

İşte bu aşamada Türkiye yabancı (dış) kredi alarak devlet eliyle sanayileşme sürecini başlattı:

1938 yılında imzalanan dış kredi antlaşmalarının toplam parasal değeri aynı yıl için devlet bütçesinin % 58’ine eşitti. 

Türkiye 1938 yılı dışında hiçbir dönemde bir takvim yılı içinde devlet bütçesinin % 58’i kadar dış kredi almamış, alamamıştır. 
Bu da ATATÜRK Türkiyesi’nin güvenirliliğinin ölçüsüdür. 
Çünkü hedef belli idi ve ATATÜRK bu hedefi Onuncu Yıl nutkunda çok açık bir şekilde ortaya koymuştu:

Bundan sonra ki hedef Yabancı İmtiyazlı Şirketlerin Millileştirilmeleri idi.

29 Ekim 1933 ile 29 Ekim 1938 arasındaki beş yılda yapılan işler ve kurulan fabrikalar, bankalar ve araştırma geliştirme kuruluşları hep aynı hedefe yönelikti: ülkenin gönencini en üst düzeye çıkarmak. Bu dönemde kurulanlar:

Eskişehir Şeker Fabrikası
Kayseri Dokuma Fabrikası
Ereğli Dokuma Fabrikası
Isparta Gülyağı Fabrikası
Keçiborlu Kükürt Fabrikası
Paşabahçe Şişe-Cam Fabrikası
Zonguldak Antrasit (Sömi Kok) Fabrikası
Turhal Şeker Fabrikası
Nazilli Basma Fabrikası
İzmit I. Kağıt ve Karton Fabrikası
Gemlik Suni İpek Fabrikası
Bursa Merinos Fabrikası
Karabük Demir Çelik Tesisleri
Malatya Dokuma Fabrikası
Bankalar ve diğer Kuruluşlar:
Etibank 
Denizbank
Halk Bankası ve Halk Sandıkları
Elektrik İşleri Etüt İdaresi
Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü
Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu
Toprak Mahsulleri Ofisi
Devlet Hava Yolları Umum Müdürlüğü 

17 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4875 sayılı “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” ile doğrudan yabancı yatırım ve yabancı sermayenin tanımını uluslararası normlara uygun olarak yeniden düzenlemişlerdir.. Bununla birlikte yeni yönetimler sadece satmakla meşgul olup yerine yenisini getirmediği gibi işsizlik oranı ile iç-dış borçlarımızıda arttırmışlar,madenlerimizin de % 1 gibi cüzzi bir miktarda geri dönmesi ile sömürülmesine izin vermişlerdir.

Yeni yasalarla birlikte ,yabancı sermaye yatırımlarının ev sahibi ülke ekonomisinin kilit sektörlerinin yabancı ülkelerin denetimi altına sokması ve ekonomik bütünlüğünü bozması, gümrük vergileri ve dışalım yasakları gibi , yerli şirketler karşısında yabancı şirketlerin yüksek sermayeleri, teknoloji, yöneticilik bilgisi gibi artılarından dolayı, haksız rekabet üstünlüğü sağlaması, aşırı kâr transferleriyle o ülkenin ödemeler dengesinin sarsılması ve yeni teknolojiyi kendi ülkelerinde üreterek ev sahibi ülkeleri bu teknolojileri ithal etmek yoluyla teknolojik bağımlılık yaratmaları gibi olumsuz etkileri de bulunmaktadır.


TÜRKİYE'DEKİ MADENLER

Demir: Modern sanayinin ana metali demirdir. Kullanım alanı oldukça geniştir.
DEMİR


Çıkarıldığı yerler: Divriği –Gürün (Sivas), Hekimhan-Hasan çelebi (Malatya), Çam dağı (Sakarya) , Edremit-Havran-Eymir-Ayvalık-Ayazmant (Balıkesir), Torbalı(İzmir), Simav- (Kütahya), Kırıkhan-Payas(Hatay), Bingöl, Kahramanmaraş, Düzce, Kayseri. Doğu Anadolu Bölgesi demir madeni bakımından Türkiye’de ilk sıra gelmektedir.

İşlendiği yer : Karabük, Ereğli, İskenderun demir çelik fabrikaları.


Bakır: Bakır madeni yatakları genellikle çinko ve kurşun yataklarıyla birlikte bulunur. Elektrik ve elektronik sanayisinde kullanılır. Bakır mutfak eşya yapımına kullanılır.

Çıkarıldığı yerler: Murgul(Artvin),Küre(Kastamonu),Ergani –Maden (Elazığ), Çayeli (Rize),

İşlendiği yerler: Maden Ergani bakır işletmeleri, Murgul bakır işletmeleri, Samsun Karadeniz bakır işletmeleri.


Krom: Çok sert ,çok iyi cilalanabilen ve paslanmayan bir maden olduğu için , madeni eşya yapımında büyük önem taşır. Dışarıya en çok satılan madendir. Kaplamacılıkta ve çelik yapımında kullanılır.

Çıkarıldığı yerler: Guleman(Elazığ) , Fethiye – Milas – Marmaris – Dalaman Köyceğiz(Muğla) , Acıpayam (Denizli) , Orhaneli (Bursa) ,Kayseri , Eskişehir Kütahya , Kahramanmaraş , Aladağ(Adana)

İşlendiği yerler :Antalya ve Elazığ’daki ferrokrom tesisleri

Krom yatakları altı ana bölgede toplanmıştır.

Fethiye, Köyceğiz, Denizli
Alacakaya (Guleman) (Elazığ)
Bursa, Eskişehir
Adana, Kayseri, Mersin
İskenderun, Kahraman Maraş, İslahiye
Kopdağı (Doğu Anadolu)

Boksit: Alüminyumun hammaddesi olan boksit çok hafif olduğundan uçak sanayiinde, otomobil, ev, elektrik malzemesi yapımında kullanılır.

Boksit yatakları Seydişehir (Konya), Akseki (Antalya) İslahiye (Gazi Antep) ve Milas (Muğla) civarında bulunur. Buralarda çıkarılan boksit, Seydişehir alüminyum tesislerinde işlenmektedir.

Bor Mineralleri: Sanayide sayısız denilebilecek kadar çok çeşitli işlerde kullanılmaktadır. Bor minerallerinden elde edilen boraks ve asit borik özellikle nükleer alanda jet ve roket yakıtı , sabun deterjan lehim, fotoğrafçılık tekstil boyaları , cam, elyaf ve kağıt sanayiinde kullanılmaktadır. Dünya rezervinin %80’ni Türkiye’dedir . Üretim bakımından dünyada 2006 dan beri birinci sıradayız. Rezerv bakımından ise TÜRKİYE birinci sıradadır.  Bor minerallerinin üretimi dış isteğe bağlıdır. Çıkarıldığı yerler: Bigadiç-Susurluk-Sultançayırı (Balıkesir) , Mustafakemalpaşa (Bursa) Emet( Kütahya), Seyitgazi (Eskişehir).























Kükürt: Kükürt gübre, kimya ve boya sanayiinde kullanılır. Ayrıca kauçuğun işlenmesinde ve sülfirik asit üretiminde de kullanılır. Ülkemizde kükürt yatakları Keçiborlu (Isparta) ve Milas (Muğla) çevresinde bulunmaktadır.

Zımpara Taşı: Çeşitli kesici, torpüleyici ve silici aletlerin yapımında kullanılan zımpara taşı yönünden ülkemiz çok zengindir. Tire (İzmir), Manisa, Söke (Aydın), Milas (Muğla) ve Tavas (Denizli) da çıkarılır.

Barit: Suda erimeyen bir maden olduğundan boya, deri, kimya, cam ve kauçuk sanayiinde kullanılır. Ülkemiz barit yatakları bakımından zengin sayılır. Antalya, Muş, Gazi Antep ve Eskişehir çevresinde barit yatakları bulunmaktadır.

Tuz: Türkiye tuz yatakları bakımından son derece zengindir. Kaya tuzu yatakları üçüncü jeolojik zamanda, kapalı göl havzalarında suların buharlaşması ile oluşmuştur. Son yıllarda tuz üretimimiz üç kat artmıştır.

Türkiye’deki tuz üretiminin çoğu, Tuz Gölü ile İzmir Çamaltı tuzlasından sağlanır. Kaya tuzu yatakları, Çankırı, Kars, Iğdır ve Nevşehir çevresinde bulunmaktadır.

Cıva: Tek sıvı madendir. Zirai ilaç yapımında, kâğıt sanayiinde, suni gübre üretiminde ve boya sanayiinde kullanılır. Türkiye’de Sarayönü (Konya), Ödemiş (İzmir), Manisa ve Uşak çevresinde çıkarılmaktadır.

Kurşun - Çinko: Genelde kurşun ve çinko bir arada bulunur.
Ülkemizde Keban (Elazığ) ve Kayseri çevresinde kurşun-çinko yatakları vardır.

Lületaşı: Eskişehir çevresinde çıkarılır ve işlenir. Süs eşyası yapımında kullanılır.

Oltutaşı: Erzurumun Oltu ilçesinde çıkarılır ve işlenir. Süs eşyası yapımında kullanılır.

Fosfat: Gübre hammaddesi olarak kullanılan fosfat ihtiyacımızı karşılamaz. Fas, Tunus ve Cezayir’de yaygın olarak görülür ve daha çok bu ülkelerden ithal edilir. Türkiye’deki en zengin fosfat yatakları Mazıdağı (Mardin), Adıyaman, Bingöl ve Bitlis’te bulunmaktadır.

MANGANEZ

Manganez: Çeliğe sertlik kazandırmak ve direncini artırmak için kullanılır.                                                                          
Uşak, Afyon, Muğla, Adana, Erzincan, Artvin ve Trabzon çevresinde manganez
yatakları bulunur. İhtiyacı karşılamaz.!  Bu nedenle ithal edilir.!


Mermer: Ülkemiz mermer bakımından zengindir. Afyon, Kütahya, Marmara Adası, Kırşehir, Tokat ve İzmir çevresinde çıkarılır. Yurt dışına ihracatı yapılır.

Volfram (Tungsten): Çok sert olması nedeniyle özel sanayi çeliği olarak kullanılır. Demiryolu, iş makineleri, uçak ve gemi yapımı yanında, ampüllerde enerjiyi ışığa çevirmede kullanılır.
Bursa Uludağ’da çıkarılıp işletilmektedir. Fakat son yıllarda üretimi durmuştur.!!

Asbest (Amyant): 14 bin °C sıcaklığa dayanır. Isıya dayanıklı araç ve gereç yapımında kullanılır. Konserojen madde bulundurması nedeniyle, kullanımı sınırlandırılmıştır.
Eskişehir, Bursa, Erzincan, Hatay, Kars, Ağrı, Malatya, Sivas, İskenderun, Uşak ve Konya’da çıkarılır.



***



TÜRKİYE’DEKİ HOLLANDALI VE BELÇİKALI ŞİRKETLER 
(DİĞERLERİ İLE BERABER TOPLAM 450 ŞİRKET)

PİRAM TİC. ZİR.ÜR.TURZ.İNŞ.MADEN SAN.İTH.İHR.LTD.ŞTİ. HOLLANDA
LAGUNA MERMER TUR.SAN.TİC.LTD.ŞTİ. HOLLANDA
ANADOLU PERLİT MADENCİLİK SAN. İTH.İHR. A.Ş. HOLLANDA
REYNAERS ALÜMİNYUM SAN. VE TİC. LTD.ŞTİ. HOLLANDA
SAYBERG MADENCİLİK SAN. VE TİC.LTD.ŞTİ. HOLLANDA 
TURUN YAPI ENDÜSTRİ MADENCİLİK VE TİC.A.Ş. HOLLANDA 
MERTAŞ MADENC.TURİZM OTO İHR.İTH.SAN.TİC.LTD.ŞTİ. HOLLANDA
CORUS ÇELİK TİC.A.Ş. HOLLANDA
BALIKESİR İSTİKLAL İNŞ.ÖZEL EĞ.HİZM.YURT KANTİN İŞL.İM.GIDA MADEN SAN.TİC.VE İHR.A.Ş. HOLLANDA
SAİM BUDİN MADENCİLİK A.Ş. HOLLANDA
MARMARA MADENCİLİK VE YEDEK PARÇA İM.ARDİYE TAŞ.HİZM.SAN.TİC.LTD.ŞTİ. HOLLANDA
UNİ ÇİMENTO MADENCİLİK SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ. HOLLANDA
HARBORLİTE AEGEAN END.MİNERAL.SAN. A.Ş. HOLLANDA
ALMİN MADENCİLİK SAN.VE TİC.A.Ş. HOLLANDA
TÜPRAG METAL MAD.SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ. HOLLANDA
DEWEIJS ÖTER MADEN.İTH.İHR.HAYV.TURİZ.SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ. HOLLANDA
VAN DALEN İSTANUBL METAL VE MADEN TİC.LTD.ŞTİ. HOLLANDA
MAGNESİT ANONİM ŞİRKETİ HOLLANDA
OMM OCAK MADENC.MİNERAL MAK.İHR.İTH.SAN.VE TİC.A.Ş. BELÇİKA
IMC MADENCİLİK SAN. VE TİC. A.Ş. BELÇİKA
ABDİOĞLU KÖMÜR İŞLETMELERİ VE TİC.LTD.ŞTİ. BELÇİKA
GTA MADEN.VE DIŞ TİC.LTD.ŞTİ. BELÇİKA
IMERYS BEYAZ MAD.SAN.VE TİC.LTD.ŞTİ. (MAH.KARARI İLE) BELÇİKA
EVREN ULUSLARARASI MADENCİLİK DIŞ TİC. LTD. ŞTİ. BELÇİKA
LİDYA YAPI MALZ. SAN. VE TİC. A.Ş. BELÇİKA
A.T.S.DENİZCİLİK TİC.VE SAN.LTD.ŞTİ. BELÇİKA
INDUCTOTHERM İNDÜKSİYON SİSTEMLERİ SAN.A.Ş. BELÇİKA 



***





Atlasjet uçağı Isparta'da düştü: 57 ölü


Uçakta 6 bilimadamı vardı

Ölen yolcular arasında Süleyman Demirel Üniversitesi'nin davetlisi olarak, "fizik" konusunda konferans vermek üzere Boğaziçi ve Doğuş üniversitesinden gelen bilimadamları da bulunuyordu:

Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Engin Arık, araştırma görevlisi Özgen Berkol Doğan, yüksek lisans öğrencisi Engin Abat ile Doğuş Üniversitesi'nden Prof. Dr. Şenel Fatma Boydağ, Doç. Dr. İskender Hikmet ve araştırma görevlisi Mustafa Fidan.

Prof. Dr. Engin Arık, European Organization for Nuclear Research 'taki (CERN) "Atlas Deneyi"nde çalışan bir bilim kadınıydı. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Erhan Gülmez, Prof. Arık'ın Devlet Planlama Teşkilatı'nın düzenlediği "Türk Ulusal Hızlandırıcı Projesi"nde çalıştığını hatırlatarak, "Arık, kuvvetli bir bilim kadını, Türkiye platformunda, yurtdışındaki uluslararası laboratuvarlarda doktora öğrencisi yetiştiren birisiydi. Üzerinde çalıştığı projenin tamamlanmasıyla Nobel Ödülü alabilecek nitelikteydi" dedi.
Engin Arık kimdir?

İstanbul'da, 14 Ekim 1948'de doğan Prof. Dr. Arık, İstanbul Üniversitesi Fizik-Matematik Bölümü'nden 1969 yılında mezun olduktan sonra Pittsburgh Üniversitesi'nde fizik alanında master ve doktora yaptı.

İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Teorik Fizik Kürsüsü'nde 1968-1969 yıllarında öğrenci asistanı olarak mesleğe başlayan Arık, 1969-1976 yılları arasında Pittsburgh Üniversitesi Fizik Bölümü'nde araştırma asistanı olarak görev yaptı.

Londra Üniversitesi'nde 1976-1979 yılları arasında araştırma görevlisi olarak çalışan Arık, 1979 yılında Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü'ne geçti. Arık, 1983 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nden ayrılarak 2 yıl Control Data firmasında uzman olarak çalıştı.

Viyana Üniversitesi'nde 1997-2000 yılları arasında görev alan Arık, 1985 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyordu.

Engin Arık, "Deneysel Yüksek Enerji Fiziği" alanında yaptığı çalışmalarla 1981 yılında doçent, 1988 yılında profesör oldu. Prof. Dr. Engin Arık, İsviçre'nin Cenevre kenti yakınlarında kurulu nükleer araştırma merkezi "European Organization for Nuclear Research (CERN)"deki 'Atlas Deneyi'nde çalışıyordu.

Aynı bölümde öğretim üyeliği yapan Prof. Dr. Metin Arık ile evli olan Prof. Dr. Arık, iki çocuk annesiydi.





KAZANIN  "BİR KAZA" OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORSANIZ....
YANILIYORSUNUZ DERİM..!




KAYNAKLARIMIZI ,BAŞKALARI İÇİN DEĞİL,
KENDİ ÇIKARLARIMIZ İÇİN KULLANALIM ve
BİLİM ADAMLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM.

SB.



***






KARS'TA YAŞANAN KIYIMLAR -TÜRK KIYIMLARI






NEDEN TÜRK SOYKIRIMINDAN BAHSETMİYORLAR...?
KARS'TA YAŞANAN KIYIMLAR
ÖNCE TÜRK SOYKIRIMLARINI ANLATALIM VE ANALIM








Özelikle Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu ve Akdeniz bölgesinde Ermeni çeteleri, Fransa, İngiliz ve Rusların da desteklerini alarak Türklere acımasızca katliam yapmışlardır.  Karsta yaptıkları katliamların bir kısmını aşağıda açıklıyorum ,işte gerçekler:


15 Nisan 1918'de Kars Derecik (Kalo) köyün de 360 Türk yakılarak öldürüldü.

25 Nisan 1918 de Kars Subatan köyün de 571 Türk yakılarak öldürüldü.

25 Haziran1918 de Kars Arpaçay'ın Büyük Çatma köyünden 183 Türk, Ermeni Taşnak çetesi tarafından öldürülmüştür.

1918 de Kars Kağızman"a giren Türk Ordusu şehir merkezinde cadde ve sokaklarda Ermenilerin acımasızca katliamlarına maruz kalan 400 Türkün cesedi ile karşılaşmışlardır.

Mart-Nisan 1918 de Kars Kağızman Çeperli ve çevre köylerinden 500 Türk Ermeni çeteleri tarafından öldürülmüştür ve 3.000 kişi ise kayıptır.

1918 de Kars Kağızman Çilehane ve Ortaköy köylerinde dere içinde 300 Türk'ü acımasızca öldürdüler.

Ağustos 1919 de Arpaçay (Zerşat) Tepe köyünde 5 erkek 1 kadın harman vakti Taşnak çeteleri tarafından öldürülmüştür. Yine Zerşat'la Macitli köyünden 30, Keçebörk köyünden (Akçalar) 40, Kızıl Kilise köyünden (Erdağı) 60 kişinin vahşice ve 70-80 kadar çocuk ise ateşle yakılarak öldürüldü.

17 Ocak 1920'de Susuz ve Arpaçay'ın Müslüman Türk köyleri olan Göğerçin,Kuzgunlu, Geçit, Borçalı Meçitli, Kümbet, Ağzı Açık, Memeş ( Karçiçeği) Bendivan (kayalık) ve Kalaçik köyleri Ermeni askerleri tarafından top atışı yapılarak bu köylerin tamamı yıkılmış, köylülerin bütün malları talan edilmiştir.

26 Ocak 1920'de Ermeni kumandanlarından Baratof ve Marzmanof'un top ve ağır silahlanmış askerleri ve çetelerinin tarihteki adı "Şüregel kırgını" olarak da geçen katliamı; büyüklük ve korkunçluk bakımından diğerlerinden çok acıdır.

Anı köyünden 40, Daynalık (Soylu) köyünden 100, Bacıoğlu köyünden 50, Okcuoğlu köyünden 150, Cedere köyünden (Değirmen köprü) 30, Ergine köyünden (Kaya köprü) 40, İncedere köyünden 30, Büyük Aküzüm köyünden 70, Aslanhane köyünden 30, Sosgirt köyünden (Taş dere) 100, Şahnalar köyünden 220, Karahan köyünden 200, Söğütlü köyünden 18, Geçit köyünden 30, Hacıpiri köyünden 30, Küçük Kımılı ( Küçük Durduran) köyünden 60, Akbulak köyünden 30, Küçük Kızıllaş (Süngü deresi) köyünden 20, Büyük Kızıltaş köyünden 100, Çakmak köyünden 30, Mağaracık köyünden 100, Kara Haçlı (Başkaya) köyünden 150 Müslüman Türk vahşice öldürülmüş; bu kişilerin malları ve evleri de ateşe verilmiştir.

O gün sınırlarımız içinde olan köylerimizde öldürülen Türkler Mollamusa köyünden 100, Bacıoğlu köyünden 50, Vartalı'dan 100, Aralık köyünden 30, Kara Kilise köyünden 35 kişi öldürülmüştür.Bu beş köyümüz 1920' den sonra Ermenistan sınırları içinde kalmıştır.

Marzanof kumandasındaki askerler Allahüekber Dağı yanındaki Ayı deresi yakınlarındaki bir mağara içine sığınan 80 kadar Müslüman Türk'ü parçalatarak öldürmüştür.






Ermeni soykırımı tamamen yalandır ve uydurmadır. Asıl soykırım Türklere yapılmıştır. Bunların bazılarını yukarıda açıklamaya çalıştım. Türk Tarihi anamızın ak Sütü kadar aktır ve temizdir. Tarihi şanlı olan Türklere kimse soykırımcı diyemez. Soykırımcı demek katil demektir. Türk Milleti hiç bir zaman katil olmamıştır. Türk Milleti, kendisine sığınan milletlerin milliyeti ne olursa olsun hep hoşgörüyle bakmış ve koruyup kollamıştır.


Batılı Devletlerin tarihleri ise hep kan, gözyaşı, katliam, soykırımlarla doludur. Dünyaya katliamı ve soykırımı emperyalist Batılı devletler öğretmiştir.


Bir sözüm de Kars Belediye Başkanınadır. Cezayir soykırımı için Kars'ta anıt Yapacağını söylemiştir. Cezayir için anıt yaptıracağına Ermeniler tarafından Karst'a öldürülen Türkler için anıt yaptırsan daha iyi olmaz mı?


Kendi milletinin maruz kaldığı soykırım varken Cezayir'in uğradığı soykırım sizin neyinize fayda sağlayacak.?


Oktay AKTAŞ 
Kars MHP eski İl Başkanı, Araştırma yazısı








***




15 Nisan 1918 de Derecik de Ermeni çeteleri tarafından soykırıma uğrayan Türkler için ve köylüsü olan Aşık Kahraman (1863-1944) bir ağıt yazmıştır. Kendisi de yaralı olarak kurtulmuştur. 
İşte Kalo Köyü'ndeki o ağıt :



ARŞA DAYANDI

Ey ağalar nasıl diyem derdimiz
Vardır zulmün sonu Arşa dayandı.
Ermeni, İslam"ı kırdı, taladı
Mazlumlar amanı, Arşa dayandı.


Kalo"nun Köyü"nü bastı ceng açtı
Mitralyoz, tüfekle od,ataş saçtı,
Ana: evlat attı, dağ taşa kaçtı
Sabiler şivanı,Arşa dayandı.


Mevla"nın takdiri erişti başa
Yüz çevirdi, bakmaz kardaş kardaşa
Üç yüz atmış canı yaktı ataşa
Koptu Nuh Tufanı Arşa dayandı.


Bir cenaze gördüm: kan olmuş yüzü,
Portlamış kenara sıçramış gözü,
Üç yüz atmış canın sönmüş közü,
Yanan can dumanı, Arşa dayandı.


Bir yiğit vurulmuş:parmaklar,kamış,
Kaçarken kafir"e yolu uğramış,
Kafir tutmuş:Tike, tike doğramış,
Hançer, kılıç yanı, Arşa dayandı.


Bir yiğidi: vumuş, yolda koymuşlar,
Can teslim etmeden,deri soymuşlar,
Cep-cep etmiş, yanlarını oymuşlar,
El cepte, figanı Arşa dayandı.


Bir gelin gördüm: Ayağa kalkmış,
Sandım ki, canı var, yüzüme bakmış,
Kafir, mismar ile direğe çakmış,
Mismar, çivi ünü Arşa dayandı,


Bir hamile kadın:Davranmış kaça.
Ermeni, eylemiş hep parça, parça
Kılıç ile vurmuş, bölünmüş kalça,
Akan kızıl-kanı , Arşa dayandı.


Çocuğu, karnından çıkartmış, bakar;
Can teslim etmeden, süngüye takar,
Bebeğin fizanı, dağ-taşı yakar,
Dağın, taşın şanı, Arşa dayandı.


Altı yüz atmış can, battı kırıldı:
Çoğu yandı,geri kalan vuruldu,
Bu köyün defteri artık dürüldü,
Halinin yamanı, Arşa dayandı.


Tanrı Ermeni ye vermiş fırsatı,
Kesti kökümüzü, kırdı milleti,
Rüzi-kıyamet"e kaldı müddeti,
İntikamın günü, Arşa dayandı.


Kahraman, kan ağlar,bu serim duman
Çattı bu zaman, ol Ahır-zaman,
İslam"a yar olsun Ahrette iman,
Kafirler isyanı,Arşa dayandı





“Kaynak :Saim SAKAOĞLU; Doğu Anadolu’daki Mezalimin Aşık Edebiyatına Yansıması”  Türk  Kültürü Dergisi; Sayı: 403; Kasım 1996 







Yukarıdaki Resim: KARS ZAFERİ ŞEREF MADALYASI

4 Ekim 1853’ten itibaren Türk-Rus savaşları başlamıştır. Anadolu cephesinde Kars ve Ardahan’da büyük savaşlar verilmiştir. Kırım Savaşı denilen bu savaşların üçüncü yılında müttefikleriyle birlikte Türkiye, Kırım’a asker çıkarıp, Karadeniz kuzeyinden Rusya içlerine yürüyüp onu barışa razı etmeğe çalışmıştır.


Ruslarda büyük kuvvetlerle Kars üzerinden Anadolu’yu istilaya girişmişlerdir. Kars halkı, 1855 yılı boyunca altı ay düşman ordusuna karşı göğsünü siper ederek büyük kahramanlıklar yaratmıştır. Sonunda açlık, hastalık ve soğuktan takatsiz kalarak şartlı olarak düşmana bırakmak zorunda kalmışlardır.


16 Haziran 1855 günü General Muravyev komutasındaki, bizden 3 misli fazla bir ordunun kuşattığı Kars Kalesinde 14 yaşından yukarı çocuklar bile tabyalarda vuruşmaya başlamış, yüzleri peçeli analar, yaşlı babalar cepheye yiyecek ve su taşımışlardır. 


19 Eylül’de Sivastopol’un Türk ve müttefiklerin eline düştüğünü haber alan Rus Komutanı, 50 bin kişilik ordusuyla Kars tabyalarına saldırmıştır. Yedi buçuk saat süren bu boğazlaşmadan, ordu ve halk büyük zafer kazanarak Rusları tabyalardan dışarı atmayı başarmışlardır. 


Sultan Abdülmecit, gönderdiği bir fermanla Kars’a, bu üstün başarılarından dolayı “Gazilik” unvanı vermiştir. Kars’lıları üç yıl vergi ve askerlikten muaf tutmuştur. Bunun yanında üzerinde “Kars 1272” yazısı ile “Kars Kalesi” resmi bulunan aynı çeşitte altın, gümüş ve bronz “Kars Nişanı “ yaptırmıştır.





9 Ekim 1924



Kazım Karabekir - Ermeni Mezalimi / kitap

Kars ili ve çevresinde Ermeni Mezalimi 1918 1920 - Fahrettin Kırzıoğlu / kitap


1918 Yarbay Griyaznof, gördüklerini şöylece anlattı : “Köylere giden yollarda, uzuvları tahrip edilmiş birçok cenazelere rastlamış. Her geçen Ermeni, bu cesetlere bir kere söğer ve tükürürmüş. 12 -15 sajen (25,5 - 31,9 metre) karelik Cami avlusunda iki arşın (142 santim) yüksekliğinde cenaze yığılmıştı. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çoluk, çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cenazelerinde, zorla ırza geçme izleri, pek belli bir halde idi. Birçok kadın ve kızların tenasül yerlerine, tüfek fişeği sokulmuştu.” Erzurum’da Ermeniler, Türk Çarşısı’nı yakmağa başladılar. 2 Mart’ta, Topçu Alayı’nın bölgesi içindeki Tepeköy’ün, kadın - erkek, çoluk - çocuk bütün ahalisinin öldürülmüş olduğunu işittim.








Armenian massacres in van bitlis mus and kars interwiev with witnesses / book written by Rafael de Nogales

“We learned that after the Governor of Van, Cevdet Bey had left Van, the Armenians dominated the place and massacred all the Muslims old, women, children. No where in the World have such vile actions been seen. This reminded me an event that took place in Van: With a couple of my officers while were observing the artillery fire, a Muslim woman was hanging her washings on a nearby flat roop. As soon as the Armenians saw the woman, they opened the fire and her old body honey-combed with bullets. The Armenians preferred and thoroughly enjoyed killing such poor people instead of fighting a half a dozen officers.”









İLGİLİ ADRESLERİ TIKLAYIN: 







SB.




















25 Mayıs 2012 Cuma

OSMANLI - KORSANLAR - AMERİKA










DENİZLERDE HAKİMİYET
AMERİKA’yı HARACA BAĞLAYAN TEK DEVLET
DÜNYAYA ÜN SALAN “ZALİM" TÜRKLER



Çaka Bey - Çeşme





Osmanlı İmparatorluğuna geçmeden önce Türk denizcilik tarihinin başlangıcına kısa bir bakış ;


ÇAKA BEY

Türkleri denizlerle kaynaştıran ilk öncü, Çaka Bey olmuştur. Çaka Bey, 1078 yılında Doğu Roma’ya esir düşmüş ve İstanbul’a gönderilmiştir. Çaka Bey, İstanbul’daki esaret döneminde deniz ve denizciliğe karşı tutku derecesinde bir ilgi duymaya başlamıştır.
Doğu Roma’nın 1081 yılında değişimi sebebiyle İstanbul’daki karışıklıklardan yararlanarak kaçmayı başaran Çaka Bey, Beyliğinin askerleri ile yeniden bir araya gelerek; İzmir’i, ele geçirmiş ve müstakil bir Türk Beyi olarak sınırlarını genişletmeye başlatmıştır. Çaka Bey, İzmir’de o döneme göre modern sayılabilecek bir tersane yaptırmıştır.


Bu aşamadan sonra gemi inşa faaliyetlerine geçilmiş; kürekli ve yelkenli gemilerden oluşan 50 parçalık ilk Türk Donanması 1081 yılında inşa edilmiştir. Emir Çaka Bey, 1081 yılında 50 parçadan oluşan ilk Türk Donanması ile Ege’nin sıcak sularına yelken açarak, Urla, Çeşme ve Foça’yı ele geçirmiştir. 


1081 yılı Türk Deniz Kuvvetlerinin kuruluş yılı olarak kabul edilmiştir. İlk Türk Donanması 1089 yılında Midilli, 1090 yılında ise Sakız Adası’nı fethederek denizlerin dünyasına hızlı bir giriş yapmıştır.


Çaka Bey komutasındaki, ilk Türk Donanması 19 Mayıs 1090 tarihinde Karaburun ile Sakız Adası arasında kalan Koyun Adaları civarında Doğu Roma’nın donanması ile karşılaşmıştır. Tarihte “Koyun Adaları Muharebesi” olarak geçen bu ilk deniz savaşında Doğu Roma donanması ağır kayıplarla geri çekilmek zorunda kalmıştır. Çaka Beyin 1095 yılında ölümü, yükselen bir değer olan Türk Denizciliğinin gelişim hızına büyük bir darbe indirmiştir.




Umur Bey - Birgi




UMUR BEY



Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol baskısına dayanamayarak, 1308 yılında parçalanmasından sonra özellikle Batı Anadolu’da bir takım Uç Beylikleri kurulmuştur. Bu Uç Beylikleri, (Karesioğulları, Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Candaroğulları) Türk Deniz Tarihi’nin hızını kaybeden gelişim sürecine yeni bir ivme, yeni bir heyecan kazandırmışlardır.


Aydın civarında 1308 yılında kurulan Aydınoğulları Beyliği, özellikle Umur Bey döneminde denizcilikte büyük atılım yapmıştır. 1095 yılında Çaka Beyin ölümüyle yaklaşık iki buçuk asır süren Türk denizciliğinin sessizliği, Umur Beyle sona ermiştir.


1095 yılında Çaka Beyin ölümüyle yaklaşık iki buçuk asır süren Türk denizciliğinin sessizliği, Umur Beyle sona ermiştir. Babası Aydınoğlu Mehmet Bey’in 1334 yılında ölümü üzerine Beyliğin başına geçen Umur Bey, 1334-1348 yılları arasında Ege’de, Doğu Romalılar ve Cenevizlilere karşı büyük başarılar kazanmış; Rodos’tan Çanakkale Boğazı’na kadar, Mora ve Rumeli kıyıları da dahil olmak üzere denizlerde kesin bir kontrol sağlamıştır. Haçlı Ordusuna karşı son derece atak ve taktik baskın şeklinde manevralar yapan Umur Bey, 1348 yılında çetin deniz muharebelerinin birisinde şehit olmuştur. 




(DENİZLERİN DELİSİ AYDINOĞULLARI BEYLİĞİ VE 





***




VE ÖĞRETİLMEYEN OSMANLI İMPARATORLUĞU’nun DİĞER YÜZÜ


Bu arada Osmanlı Beyliği ufkunu denizlere çevirince Osmanlı İmparatorluğu’nun da tarih sayfalarında kaderi yazılmıştı. Akdeniz ile birlikte Atlas Okyanusu, Hint Okyanusu ve hatta Amerika kıtasının kıyıları bile keşfedilmiş, her yere TÜRK adını yazmış oldu.


1323 yılında Marmara Denizine ulaşan Osman Beyliği 1324 yılında Batı komşusu Karesi Beyliği’nden yardım gönderen Mürsel Bey’in deniz kuvvetleri sayesinde denizlerle tanışmış ve ilk tersanesini 1327 de kurdurmuştur.


“Derya Beyi” ünvanını alan ilk kişi de Kara Mürsel Bey ‘dir. Sırasıyla1334 Gemlik , 1337 İzmit ve 1353 de Rumeli’ye geçiş ile İstanbul’dan önce Gelibolu Türk Denizciliğin’nin merkezi olmuştur.


İki büyük deniz haritacısı Piri Reis ile Macar Ali Reis te Gelibolu’da yetişmiştir.


Osmanlı genişledikçe Beylikler İmparatorluğa bağlanmış ve onların deniz kuvvetleriyle beraber Ege kıyılarından Akdeniz kıyılarına kadar denizcilikte ün salmışlardır. İstanbul’un fethinden sonra atağa kalkan Türk Denizciliği en parlak dönemini 1453-1800 arasında yaşamıştır.


Fatih Sultan Mehmet’in Haliç’e karadan gemilerini indirmesi anlatılır ama Eğriboz Adasını Venediklilerden nasıl aldığı pek bilinmez. Venediklilerin Ege’deki Osmanlılara ait adalara saldırması ile Fatih’in emri ile Derya Kaptanlığında olan Mahmud Paşa ,Venediklilere ait en büyük ada olan Eğriboz ‘u ,Evripos kanalının en dar yeri olan Kulkis’ten gemilerden köprü yaptırarak ordusunu bu yolla adaya çıkarır ve 1470 ‘te feth eder.( Ayrıca, Fatih’ten 115 yıl önce Korent’i karadan gemi geçirerek aşan Umur Bey’i de unutmamak gerek.)





Avrupa’yı bir telaş alır, Doğu Roma gibi Batı Roma’da elden çıkabilirdi. 



Böylece Venedikliler ile Osmanlı arasındaki büyük İnebahtı Savaşı için (Sapienza adası – Mora yarımadasının güneybatı açıkları) hazırlıklar başladı. Venedik donanmasının taktik amacı Mora açıklarında, karadan gelen Osmanlı kuvvetlerine yardım sağlamak isteyen ve bu nedenle rotası İnebahtı’ya yönelik olan Osmanlı donanmasının yolunu kesmekti. Ancak Venedik donanma komutanı Antonio Grimani bu amaçları elde etmek için nerede Türk donanması ile savaşa girmeleri hakkında çok belirli kesin bir emir almamıştı. Demek ki eğer savaş çıkarsa kendi emirlerini kendileri hazırlayacaklardı. Venedikli tarihçiler bu kesin emir eksikliğini Venedik Cumhuriyeti liderlerinin harbe karşı çekingen davranmaları ve savaşa yarım gönülle girdikleri şeklinde yorumlamaktadırlar.


Sapienza Deniz Savaşı 4 ayrı günde (12, 20, 22 ve 25 Ağustos'ta) iki donanma gemilerinin karşılıklı yakın savaşa girmeleri şeklinde gelişti. Venedik kaynaklarına göre (Malipiero, Gravius) her ayrı günde yapılan karşılıklı şavaşta Venedik gemileri Osmanlı gemilerine saldırmışlar ve gemiler arası yekyek yakın savaşa geçmişlerdi. Osmanlı donanmasının teknik üstünlüklerinden ve donanma personellinin kabiliyetliğinden Venedik kaynakları hiç bahis etmemektedirler. Göke tipli kadırgalar dışında Haliç tersanelerinde Sultan II. Bayezid zamanında geliştirilen üç direkli yelkenli olan yeni kalyon tipteki gemiler de bu savaşta kendilerini göstermişlerdir.


Venedikliler bu savaş sonunda tam bir büyük bozguna uğramışlar ve savaş alanından kaçmaya zorlanmışlardır. Venedik donanması böylece ikinci bir defa daha Sapienza adası civarında bir deniz savaşını kaybetmiş;(ilki Cenevizlilere karşı 1354 te) çok sayıda gemileri batırılmış veya Osmanlı güçlerinin eline geçmişti. Filotalanın Venedikliler ellerinde kalan gemileri dağılmış ve elde kalan gemiler Adriyatik denizinin her tarafındaki Venediklilere açık limanlara yayılmak zorunda kalmışlardı.


Venedik donanmasının Osmanlı donanması karşısında uğradığı bu büyük yenilgi Venedikliler tarafından büyük bir utançlık nedeni ve kibir kırılması meselesi olarak görüldü. Venedik Senatosu hemen Zenta adasına sığınmış olan donanma komutanını görevinden azledip Venedik'e geri çağırdı.


Bu Sapienza Deniz Savaşı galibiyeti hem yeniden denizde hem de karada Osmanlı kuvvetlerinin taktik ve stratejik başarılarına neden olmuştur. Bu deniz savaşında büyük gayret gösteren Kemal Reis, Osmanlı Sultanı Beyazıd II tarafından savaş sonucunda esir alınan 10 Venedik kadırgasının verilmesi suretiyle ödüllendirilmiştir. 


Osmanlı akıncı birlikleri karadan ta kuzey İtalya'da Friuli yörelerini bastılar ve hatta ta Vicenza şehrinin yakınlarına gelebildiler. Bütün Kuzey İtalya halkı, özellikle doğu Lombardiya, Türk akınlarından korkmaya başladı. Savaş galibi Osmanlı donanması ise önce Kefalonya açıklarına çekildi. Sonradan karadan ulaşan Osmanlı kara güçleri ile birlikte İnebahtı kalesi denizden ve karadan kuşatıldı ve İnebahtı kalesi Osmanlı kuvvetlerinin eline geçti. Bu nedenle bazı tarihçiler bu deniz savaşına Birinci İnebahtı Deniz Savaşı adını vermektedirler.


Venedikliler elçi gönderip ateşkes istemelerine rağmen Sultan II. Bayezid'ın istediği şartı, yani Venediklilerin bütün Mora sahillerini terk etmesini, Venedik otoriteleri kabul etmedi. Bunun üzerine ertesi yıl, 1500 de Sultan II. Bayezid komutasındaki Osmanlı kara kuvvetleri Venedik'in Mora yarımadasındaki en önemli üssü olan Modon kalesini kuşattılar. Bütün direnme gücünü yitiren Venedik garnizonu şehri ve kaleyi yakıp yıkarak teslim oldular. Aynı seferde Venedik'in Mora'da diğer üsleri olan Koron ve Navarin kaleleri de fethedildi. 


Aynı yıl Kemal Reis komutası altındaki Osmanlı donanması ile Venedik deniz güçleri arasında Modon Deniz Savaşı veya İkinci İnebahtı Savaşı adı verilen diğer bir deniz savaşı da olmuş ve Osmanlı deniz gücü yine Venedik deniz gücünü yenilgiye uğratmıştır. Böylelikle Osmanlılarca daha önce barış için istenen ve Venedik tarafından reddedilen barış şartı olan, Venedik'in yıllarca elinde bulundurduğu Mora sahillerinden ayrılması, Osmanlı deniz ve kara askeri güçleri üstünlüğü ile gerçekleştirildi. Venedik İspanyol yardımı ile İyon Denizi üzerinde olan Kefelonya ve İtika adalarına asker çıkarıp bu adaları egemenliği altına aldı ise de Mora yarımadasındaki üslerin kaybını bu arazi kazançları hiçbir zaman telafi edememiştir. 


(dipnot:  Yunanlılar hep Osmanlılının hüküm sürmesinden bahseder, Venediklilerin yada Cenevizlilerin değil, fark DİN ayrımından kaynaklanır..! Mora’daki Yunanlılar hiçbir zaman büyük bir devlet olamamış ,Avrupa’nın şımarık çocuğudur. Mitolojiyi ,yasaları ve kültürel gelenekleri Doğudan , Mısırlılardan ve Anadolu'dan alıp, kendisi üretmiş gibi de tüm dünyaya batılıların yardımıyla yaymıştır.)


14 Aralık 1502 de Osmanlı-Venedik Savaşına son veren ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Mayıs 1503’de tasdik edilen anlaşma ile Venedik eskisi gibi Osmanlı hükümetine yılda 10000 düka vergi ödeyen bir devlet sıfatına tekrar bürünmüştür. Osmanlı donanması ise doğu Akdeniz ve Ege Denizinde egemenliğini artırmaya devam etmiştir.


Sultan II.Bayezid döneminde (1481-1512), Burak ve Kemal Reis'ler denizleri kullanmada gösterdikleri maharet ve deniz savaşlarındaki kahramanlıkları ile büyük saygınlık kazanmışlardır.


Türk Deniz Tarihi’nin en büyük bilim adamlarından biri olan ve özellikle kartografi çalışmaları ile tüm dünyada büyük yankılar uyandıran Piri Reis 1513 ve 1528 yıllarına ait iki ayrı dünya haritası yapmıştır. 


Piri Reis'in Dünya Denizcilik Tarihi’ne diğer bir hediyesi de 1521 ve 1525 yıllarında iki kez yayınladığı ünlü, "Kitab-ı Bahriye" adlı kılavuz kitabıdır. Bu emsalsiz çalışmada, usta bir gözlem ile Ege ve Akdeniz her açıdan incelenmektedir.




PİRİ REİS 'in Kitab-ı Bahriye pdf olarak 
Afet İNAN - LİFE AND WORKS OF the TURKİSH ADMİRAL PİRİ REİS  
THE MAP OF AMERİCA BY PİRİ REİS by Prof.Sevim Tekeli





Piri Reis'in Haritası



Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesi ile Kızıldeniz ve Hint Okyanusu da Türk Denizciliği'nin ilgi alanına girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a yönelik kara harekatında Osmanlı Donanması çok büyük lojistik destek sağlamıştır. Yavuz Sultan Selim’in başarıları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’da bir güç merkezi haline gelmesi, Akdeniz’de bağımsız olarak faaliyet gösteren Türk ve Müslüman denizcileri Osmanlı Devleti ile kaynaştırmıştır.


Cezayir'de dünyanın en büyük hıristiyan devleti İspanya'ya kök söktüren ve yaptığı savaşlarda onbinlerce İspanyol askerini öldüren ve 70.000 Endülüslü'yü İspanyol zulmünden kurtarıp gemilerle Kuzey Afrika'ya taşıyan Barbaros Hayrettin Paşa ve beraberindeki leventlerin Osmanlı Devleti'ne katılma arzusu da kabul edilerek Türk Denizciliği'ni zirveye taşıyacak gelişmelerin önü açıldı. Sultan Selim’in Barbaros Hayrettin Paşa'ya hediye olarak gönderdiği som sırma ayetler yazılı yeşil sancak ve flandra ise sürekli olarak Donanma'nın sancak gemisinde Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün ve denizcilik bilincinin bir sembolü olarak okyanuslarda şerefle dalgalandı.


İspanya İmparatorluğu'nun Avrupa'daki en büyük iki rakibinden biri olan Fransa, baş edemediği İspanyol donanma kuvvetlerine karşı Osmanlı Devleti'nden yardım talep edince Padişah tarafından bu işle görevlendirilen Barbaros Hayreddin Paşa toplam mürettebatı 30.000'i bulan 150 gemilik dev bir filo ile 20 Temmuz 1543'de Fransa'nın Marsilya Limanı'na girdi. Limanda hazır bulunan devlet erkânı ve binlerce Fransız yardıma gelen Türk Filosu'nu görkemli törenlerle karşıladılar.


Barbaros, mahiyetine Fransa Donanması Amirali Duc D'Enghien'i de alarak Nice şehrini zaptetti. (20 Ağustos 1543) Fakat Fransız donanmasındaki düzensizlik ve barut fıçısından çok şarap fıçısı getirmeleri sebebiyle Fransızlardan beklenildiği kadar istifade edilemeyince Türk Donanması, Toulon'a çekildi. Fransa Kralı'nın emriyle Türk gemilerinin ihtiyaçlarını karşılamak için Barbaros'un idaresine bırakılan Toulon şehrinde, Aziz Mary Katedrali de Türk askerleri için camiye çevrildi.


Türk Donanması'nın 8 ay kaldığı ve bu süre içinde Osmanlı Bayrağı'nın çekilip Osmanlı Parası'nın kullanıldığı Toulon şehrinde o yılın vergisi Türk memurlara ödendi, yargılamayı da Türk Kadıları yaptı. Bu süre zarfında Salih ve Hasan Reis komutasındaki filoların yaptığı baskınlarla İspanya ve İtalya kıyı ve adaları vurulurken 3 yıldır Cenevizliler’in elinde esir bulunan Turgut Reis de 3.000 altın karşılığı kurtarıldı. İspanyollar'ı Fransızlarla 1544 Crespy Barışı’nı yapmaya mecbur bırakan Osmanlı Donanması görevini başarıyla tamamlayarak törenlerle Toulon şehrinden ayrıldı. 




Barbaros Hayreddin



O günleri yaşayan Toulonlular, Türklerin gelişiyle birlikte namaz kılınmaya başlanan şehrin birden sükûnete büründüğünü ve "Sancakbeyleriyle dolu ikinci bir İstanbul" haline geldiğini anlattılar birbirlerine yıllar yılı. Fransız Büyükelçisi Montluc’ün şu unutulmaz cümleleri de tarihe önemli bir not olarak düşüldü: "Türkler'in herhangi bir kimseyi incittiklerine dair şikâyet olmamıştır. Nazik davranmışlardır. İaşeleri için aldıkları her şeyi, karşılığında para vererek almışlardır."


"Fransa Seferi"nden dönüş yolunda İspanya ve İtalya kıyı ve adalarındaki baskınlarına devam eden Osmanlı Donanması beraberinde 14.000 esirle birlikte onbinlerce İstanbullunun sevinç gösterileri arasında şanlı bir şekilde İstanbul'a girdi.


16. yüzyılda Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi milli monarşiler, Osmanlılar'ın, İspanya (Kutsal Roma-Cermen) İmparatorluğu'na karşı mücadeleye girmesiyle hayat hakkı bulabildi. Nitekim 1532'de Fransa Kralı Fransuva, Venedik elçisine "Şarlken'e karşı Osmanlılar sayesinde güvence altında olduğunu"söylüyordu. Osmanlılar, Fransa'yı asker göndererek, para vererek veya ticari ilişkilerle İspanya İmparatorluğu'na karşı kuvvetlendirdiler. Kanuni 1533'de Fransa Kralı'na, Şarlken'e karşı İngiltere ve Alman prensleri ile bir ittifak yapması için 100.000 altın göndermişti.


Kanuni Sultan Süleyman, 1543'te Macaristan üzerinden İspanya İmparatorluğu'nun üzerine yürürken Barbaros komutasındaki Osmanlı Donanması, Fransızlara yardım için Marsilya'ya gitti. Barbaros, Ocak 1543'te Marsilya'ya ulaştı ve büyük törenlerle karşılandı. Osmanlı Donanması o kışı Fransa'nın Toulon şehrinde geçirdi. Bahar geldiğinde Osmanlı Donanması İspanyolların elindeki birçok kaleyi alıp, Fransızlara verdi. İspanyol Donanması Osmanlı Donanması'ndan korktuğu için yardıma gelememişti. Barbaros kışı, yine Toulon'da geçirdi. 1544 Baharı'nda harekat yeniden başladı. Barbaros, ele geçirdiği toprakları Fransızlara verdikten sonra İstanbul'a döndü.


Fransuva'dan sonraki Fransız Kralları da İspanya (Kutsal Roma-Cermen) İmparatorluğu karşısında Osmanlılar'dan yardım almaya devam ettiler. 1569'da Fransa'ya verilen ticari imtiyazlardan sonra Osmanlı topraklarında ve nüfuz bölgelerindeki ticaret bu ülkelerin ekonomik açıdan kuvvetlenip, büyümesine sebep oldu.


Osmanlı korsanları bağımsız Avrupalı korsanlar gibi birer haydut değil, resmî hüviyetli deniz gazileriydi. Barış anlaşması olmayan devletlerin gemilerini açık denizlere bırakmaz, ele geçirir veya korkuturlardı. Osmanlı'da korsanlık, aslında karada "ribat" denen kara-sınır boylarında öncü kuvvet göreviyle cihat eden akıncıların denizlerdeki karşılığıdır. Karada ve denizdeki bu akıncılar, İslam Hukuku prensipleri ile İslam’ın cihat ve gazâ anlayışı benimseyerek hareket eden mücâhitlerdir. İslam hukukuna göre harbîlerden savaş esnasında gaziler tarafından kahren alınan mallara ganimet adı verilir ve bu malların beşte biri fakir, yetim ve yolda kalmış yolculara verilmek üzere Beytülmâle ayrılır, kalan beşte dördü ise gaziler arasında pay edilirdi. 


Devletin siyasi güç ve koruması altında faaliyet gösteren Osmanlı Korsanları sefer zamanı devlet donanmasının bir parçası olarak iş görürler, diğer zamanlarda ise "izinli olarak" ve düşmanın gücünü zayıflatmak maksadıyla rakip tarafın gemi ve limanlarına yönelik harekatlarda bulunurlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nun devamlı savaş halinde bulunduğu İspanya ve İtalya gibi ülkelerin sahillerine kadar giderek düşmanın psikolojisini alt-üst eder, ekonomik gücünü kırar, limanlar arasındaki irtibatı keser ve ticaret yapmalarına izin vermezlerdi. 





KORSANLAR- İZBANDUDLAR – HARAMİLER – HAYDUTLAR 
BİRÇOK YERDE KORKU SALMIŞLAR…
“EN ZALİM ‘TÜRK’ BİR HOLLANDALIYDI…MURAT REİS YADA JAN JANSZEN


Devletten habersiz olarak dost ve düşman ayırt etmeden hukuk dışı olarak denizde veya sahilde yağma faaliyetlerine girişenler "haydut" veya "haramî" diye adlandırılmış ve cezalandırılmışlardır. Yabancı korsanlar ise daha çok "izbandud" adıyla adlandırılmıştır. 


Osmanlı devlet donanmasının güçlü şekilde Akdeniz’de görülmeye başlamasıyla birlikte, korsan gemileri devlet donanmasına iltihak ederek güç birliği yapmışlar ve zaman içinde Akdeniz’deki bütün düşman devletlerin korkulu rüyası haline gelmişlerdir.


Osmanlı İmparatorluğu, 14. yüzyıl sonlarından başlayarak Akdeniz’de dağınık haldeki Türk deniz korsanlarını destekleyip düzenleyerek gelişmelerine yardımcı oldu. Akdeniz’deki Türk korsanlarının faaliyetlerine ilk kez kol kanat gerenlerden biri Şehzade Korkut’tu. Bu iş için çok çalışmış ve Oruç Reis'i korsanlığa sevk etmiştir. Bu korsanlardan ilk olarak devlet hizmetine giren Kemal Reis olmuştur. Ondan sonra Türk korsanlarının pîri Oruç Reis, sonra kardeşi Hızır Reis (Barbaros Hayrettin Paşa) ve onun İstanbul’a çağrılması üzerine de Turgut Reis korsan ocağının başına geçmiştir.


Turgut Reis Tunus’ta Mehdiyye, Cerbe, sonra Trablusgarb ve Cezayir Beylerbeyliği'nin birçok limanını belli başlı korsan üsleri hâline getirmişti. 1513 yılı yazında Oruç Reis'in Kuzey Afrika’ya, Mağrib’e ayak basması, Türk denizcilik tarihinin dönüm noktasıdır. Oruç Reis ve Barbaros etraflarına topladıkları diğer Türk levendleriyle bu kıyıları İspanyollar'dan temizleyip yerli halkın sevgi ve itimadını kazandı. Batı Akdeniz’de hakimiyet Oruç Reis'in eline geçti. 


Cezayir'de faaliyet gösteren Türk Korsanları istisnasız Akdeniz’in her yerinde faaliyet gösterdiler. Özellikler 16. yüzyılda Türk deniz akıncılarının olmadığı hiçbir Akdeniz limanı gösterilemezdi. Sardunya, Sicilya, Korsika, Malta Türkler'in her yıl çıkartma yaptıkları adalardı. Korsika’yı ise tamamen Turgut Reis fethetmişti.




Murat Reis - Jan Janszoon


Osmanlı Eyaletleri'nden Tunus Beylerbeyliği'ne ait korsan filoları da, Malta Şövalyeleri'ne rağmen İtalya ve Sicilya’ya korku verdiler. 


Diğer bir Osmanlı Eyaleti olan Cezayir Beylerbeyliği'nin Rotterdam, Amsterdam, Ceneviz, Livorno ve emsali büyük Avrupa limanlarında gizli ajanları vardı. Bunlar o limanlara bağlı gemilerin giriş-çıkış ve rotalarını Cezayir’e bildirmekteydiler. Osmanlı korsanlarınca 1613-1621 yılları arasında geçen 8 yılda yalnız Cezayir limanına 936 Avrupa savaş ve ticaret gemisi ganimet olarak getirildi.


Türk Denizcileri'nin -bir çoğu günümüzde hâlâ bilinmeyen- Atlantik'teki bu faaliyetleri daha çok Batılı tarihçiler tarafından incelenmiş, ülkemizde ise yeni yeni canlanmaya başlayan "Denizcilik Tarihi" araştırmacılarının gayretleri sayesinde Muhteşem Denizcilik Tarihimiz'in altın sayfaları birer birer aralanmaya başlamıştır. 


Türkler, düzenli bir filo ile ilk kez 1585 yılında Cebelitarık Boğazı'nı geçerek Atlantik Okyanusu'na açılmıştır. Murat Reis'in sevk ve idaresindeki bu küçük Türk Filosu, Kanarya Adaları'nın kuzeydoğusundaki Lanzarato Adası'nı ele geçirmiş ve adanın valisi ile birlikte 300 kişiyi esir alarak, kayıp vermeden üssüne geri dönmüştür.


17 ve 18. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun resmî korsanlık üsleri Cezayir, Salee, Tunus ve Trablusgarp limanları çok sayıda Avrupa'nın Müslüman olan ünlü korsanları için de birer çekim merkezi hüviyetindeydi. 1600 yıllarından itibaren bu bölgeye yerleşerek Müslüman isimleri alan Hollandalı korsanlar diğer Müslüman korsanlarla birlikte ganimet toplamaya başladılar. 1625'de 60 kadar Hollandalı kaptan Cezayir korsanlarıyla birlikte yelken açmaya başladı. Bunlardan en meşhurlarından olan Murat Reis aslında Haarlemli Jan Janszen, Süleyman Reis ise Rotterdamlı Jacop de Hoereward'dır. 





Cezayir




Yine Süleyman Reis adıyla yelken açan Veenboer ise 1620'de bir hristiyan gemisine saldırı esnasında şehit düşmüştür. Aslen İngiliz bir korsanken Müslüman olan ünlü Osman Dayı ise Tunus'dan İstanbul'a gönderdiği mektupta her biri 150 blackamour harquesbusser ve 40 top taşıyan 6 burton (bretoni) gemisi donattığını ve bunları Malta Şövalyeleri'yle savaşmak üzere Sethelia Körfezi ve Kıbrıs açıklarına gönderdiğini bildirir. Haberi memnuniyetle karşılayan Kaptan Paşa ise kendisine bir mektup ile 6 geminin kaptanlarına birer hil'at göndermiştir. Murat Reis, 1617 yılında Portekiz'e ait Maderia Adası'nı işgal ederek, 1200 esir almış ve ana üssü olan Cezayir'e geri dönmüştür.


Murat Reis'in (Jan Janszen) Atlas Okyanusu'na yapmış olduğu seferlerin en ünlüsü, 12'si kadırga olan 15 parçalık bir filo ile 1627 yılında yapılan İzlanda harekatıdır. Murat Reis, bu harekata Manş Denizi'ni geçerek başlamış, Kuzey Denizi boyunca Danimarka ve Norveç kıyılarına taarruz etmiş, 20 Haziran 1627 tarihinde İzlanda açıklarında demirlemiştir. Bu bölgede 16 Temmuz tarihine kadar 26 gün kalan Türk Denizcileri, adayı kontrol altında tutmuş, 400 esir ve büyük bir ganimetle Cezayir'e geri dönmüştür. Yaklaşık 2800 deniz mili olan geri intikal seyri 27 günde tamamlanabilmiştir. 


İzlanda'ya harekat düzenleyen bir başka Türk denizcisi de Ali Biçin Reis'dir. O da bu seferinden 800 esir ile dönmüştür. Prof. Yılmaz Ertuna, "Türk Tarihinden Sayfalar" adlı eserinde, Türk denizcilerinin, İzlanda seferlerinin ardından, Newfoundland Adası ve Kanada'nın Labrador ve St. Lawrence kıyılarına ulaştıklarını, daha sonra güneye, Virginia sahillerine indiklerini, burada elde ettikleri esirleri İstanbul'a gönderdiklerini açıklamaktadır.


Murat Reis ve emrindeki kaptanlar, İngiltere'deki prenslikler ve kontluklar başta olmak üzere, İzlanda, Norveç, İsveç ve Danimarka limanlarına ard arda saldırılar düzenlemiş, önemli miktarda ganimet ve esir ele geçirmişlerdir. 


Denizcilerimiz ayrıca, rakiplerinin onlarca korsan gemisini batırmış, bir çok ticaret gemisine el koymuştur. şüphesiz ki, geniş bir harekat alanında ortaya konulan böylesine cesur ve atılgan bir hareket tarzı, Türk denizcisinin denizcilik bilgi ve becerisi ile askeri yeteneğinin açık bir göstergesidir. İngiliz yazar Stanley Lein Paul, "Atlantik'teki Türk denizcilerinin seyr-i sefain ilmini hatmetmiş olduklarını" ifade etmektedir.


Danimarka'daki Kraliyet Kütüphanesi'nde 1628 senesinde yazılmış ve Türklerin Atlantik serüvenini belgeleyen bir kitapta Piskopos Oluf Eigilsson "Türk denizcilerinin 1627 senesinde İzlanda'ya geldiklerini, kendisi de dahil, 300 kişiyi esir alarak Cezayir'e götürdüklerini, daha sonra serbest kalarak İzlanda'ya geri döndüğünü" anlatmaktadır. Yolculuğunda esirlere Müslümanlar tarafından iyi davranıldığını, kendileri ne yemişse esirlere de aynısını yedirdiklerini, İzlandalılara asıl kötü davrananların, sonradan Müslüman olmuş İngiliz ve Danimarkalılar olduğunu bizzat o gemide esir bulunan Piskopos Oluf Eigilsson söz konusu kitapta anlatmıştır.


Kopenhag'da, "Kgl Bibliotek Chistians Brygge No: 8" adresinde yer alan kütüphanede bulunan diğer bir kitap, pek bilinmeyen iki Türk denizcisini bizlerle tanıştırmaktadır, İzlanda'nın başkenti Reykjavik'de 1852 yılında basılan ve H.Haengsson ile H.Hrolfsson tarafından beraberce yazılan, "Litil Saga Umm Herhla-Up Tyrkjans A islandi 1627" adlı eserde, Murat Reis'in filosundan Arif ve Bejram (muhtemelen Bayram) adlı iki komutanın gemileri ile Beruşyord Limanı'na girdikleri" anlatılmaktadır.


Aynı kütüphanedeki diğer bir kitapta, "Murat Reis, Amiral olarak tanıtılmakta", başka bir kitapta ise, "1631 senesinde Türk Donanmasının 15 parça gemi ile İngiltere'ye geldiği ve daha sonra 12 parça gemi ile İzlanda'ya sefer düzenlediği" belirtilmektedir. 


Kopenhag'ın 60 km. uzağında bir liman şehri olan Helsingör'de, müze olarak kullanılan Hamlet'in şatosu'nun duvar pano ve tablolarında İskandinav Limanlarındaki Türk Denizcileri ve gemileri tasvir edilmektedir. Stanley Lein Paul, "Devonshire Kontluğu Tarihi" adlı kitabında "Türk denizcilerinin, 1625 yılının Ağustos ayında Plymouth ve Hardland Point limanları açıklarında 27 parça ticaret gemisine el koyduklarını, Suseks, Hatas, Devon, Cornwell ve Batı kıyılarındaki Kontluklara ait kalelere akınlar düzenlediklerini" anlatmaktadır. 


Ayrıca İzlanda’da Türk gülleleri halen sergilenmektedir.


Osmanlı korsanları Büyük Britanya adasını da hedefleri arasına seçtiler. İngiltere'nin güneybatısındaki Lundy Adası 1625-1630 yılları arasında Türk Korsanları tarafından ele geçirilerek, özellikle kuzeye yapılan harekâtları daha iyi destekleyebilmek amacıyla üs olarak kullanıldı. Türkler Bristol Kanalı'nın açığında Lundy Adası'nı almakla Bristol liman ağzına hakim oldular. 


Murat Reis'in (Jan Janszen) emrindeki Türk Korsan Filosu "Land End"den yaklaşık 100 mil kadar içerde Hard Lend Burnundan 11 mil açıktaki bu adayı üs yaparak batılı devletlere dehşet saçmaktaydı. İngiltere, yıllarca Türkler'i Lundy ve Scillya adalarından atamadı. İngiltere Kralı İ.James ve oğlu İ.Charles'ın tüm çabalarına rağmen İngiltere kıyılarına sadece 10 km mesafedeki bu küçük ada yaklaşık 5 yıl boyunca Türk Korsanları'ndan geri alınamayınca birçok İngiliz amirali Kral tarafından görevden alındı. 


1631’de de Türkler İngiliz limanlarını yıllık vergiye bağladılar. İngiltere'nin Bristol, Plymouth, Southampton ve İrlanda'nın Cork ve Baltimore gibi birçok limanları Türk korsanları tarafından birçok kez vuruldu ve Atlantik ortasında yüzlerce İngiliz, İspanyol ve Hollanda gemisi ele geçirildi. 


1627 yılında 10 gün içinde 27 İngiliz gemisi Türkler tarafından zaptedildi. 19 Haziran 1631 gecesi İrlanda'nın Baltimore Limanı da Türk Korsanları tarafından zapt edilmiş ve bu olay sonunda ünlü şair Thomas Usborne Daways 56 mısralık uzun bir şiir yazmıştır.


1609-1616 yılları arasında 466 İngiliz gemisi Osmanlı Korsanları'nca ele geçirildi ve bu sayıya 1625'te Plymouth'dan 25 gemi daha eklendi. Bütün Britanya Kıyıları'nı hedef alan Osmanlı Korsanları 1677-1680 yılları arasında 160 İngiliz Gemisini ele geçirdiler. Osmanlı Korsanlarınca ele geçirilen bu gemilerin listesi ise 1682'de Londra'da yayınlandı. İngiliz kaynaklarına göre bu gemilerde yaklaşık olarak 7.000 ile 9.000 arasında İngiliz esir edilerek köle yapıldı. 1631'de bu yolla İrlanda'nın Baltimore Köyü'nün nereyse tamamı esir edilerek takip eden saldırılarda da Devon ve Cornwall'daki kıyı köyleri basıldı.




***






AMERİKALILARA DİZ ÇÖKTÜRMÜŞ OSMANLI…
TÜRK’E DUYULAN NEFRETİN KAYNAĞI








Osmanlı gemileri Osmanlı İmparatorluğu ile barış anlaşması olmadığı halde Akdeniz ticaretinden faydalanmak için bu sularda izinsiz seyretmeye başlayan Amerikan gemilerini de bir bir ele geçirmeye başladı. 25 Temmuz 1785'te, ABD bandıralı ilk gemi Cezayir açıklarında Osmanlı korsanlarınca ele geçirildi. 


Bu gemi, Boston Limanı'na bağlı Kaptan Isaac Stevens'in idaresindeki Maria idi. Daha sonra Philadelphia Limanı'na bağlı Kaptan O’Brien idaresindeki Dauphin de Osmanlı korsanları tarafından yakalandı. 1793 Ekim ve Kasım aylarında ise tam 11 ABD gemisi Osmanlılar’ın eline geçti.


ABD kamuoyunda artık iyice büyük bir sorun olmaya başlayan durum karşısında Amerikan Kongresi'nde tedbirler alınması istendi. Kongre, Başkan G. Washington'a bir savaş filosu kurması için 688.000 altın dolar harcama yetkisi verdi. Fakat bu donanma da Osmanlı korsanlarıyla baş edemeyince ABD yönetimi Akdeniz'deki faaliyetleri için Osmanlı'ya yıllık vergi ödemek zorunda kaldı. 


5 Eylül 1795 (21 Sefer 1210) tarihinde, tamamı 22 fasıl ve bir hatimeden oluşan Dostluk ve Barış Anlaşması'na göre Amerika, Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için 642.500 dolar "Haraç" ödeyecek ve her sene 12.000 Cezayir Altını karşılığı 21.600 dolar "Vergi" verecekti. 


Anlaşma 7 Mart 1796'da Amerikan Kongresi'nce de onaylandı. Böylece Amerikan Kongresi, Osmanlı İmparatorluğu'na resmen vergi mükellefi oldu. Amerika, "Garp Ocakları"na vergisini 1824 yılına kadar ödemeye devam etti.


5 Eylül 1795 yılında imzalanan ve dili Türkçe olan Dostluk ve Barış Anlaşması'na göre Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez bir devlet tarafından yıllık vergi ve haraca bağlanmış oldu. Anlaşma aynı zamanda ABD tarihinde imzalanmış ilk ve tek yabancı dilli anlaşma olma özelliği de taşıyor.






ANTLAŞMAYI GÖRMEK İÇİN ADRES
The BarbaryTreaties 1786-1816
Treaty of Peace and Amity, Signed at Algiers September 5, 1795

NOT: Metinin aslı Osmanlıca/Türkçe yazılmıştır, Berberi dilinde değil ! Ayrıca kaynak adreslerde, Osmanlılar veya Türkler ;Cezayirli, Arap, Tunuslu, Faslı olarak ta anılmışlardır.)








SB.