Translate

24 Temmuz 2013 Çarşamba

ATATÜRK'ÜN ÇİLESİ




Atatürk Cumhuriyet Türkiye'sinin bir simgesi olmuştur. Bunun içindir ki Atatürk'e yöneltilen saldırılar dolaylı olarak Cumhuriyet Türkiye'sine, onun temel ilkelerine karşıdır. Yeni Türk Devleti'nin kurucusunu yakışıksız kötülemelere karşı korumak amacını güden ''Atatürk Kanunu'' da esasında bir kişiyi değil Cumhuriyet Türkiye'sini esirgemek istemektedir. Atatürk ile Cumhuriyet Türkiyesi arasındaki özdeşlik devam ettiği sürece bu yalnız olağan değil zorunludur da. Çünkü bir yandan Cumhuriyet kök salıp bilinçlere yerleşirken bir yandan da eski dönemin özlemcileri bir karşı-devrim çizgisi üzerinde buluşmaktadırlar.

Söz konusu ettiğimiz özdeşlik bazı sakıncaları da birlikte getirmektedir. Haklı olarak yakındığımız, bir aşırı uçtan ötekine herkesin ''Atatürkçü'' geçinmesi bu yüzdendir. Böylece, bir amaca ulaşmak için araç olarak kullanılan ''Biçimsel Atatürkçülük'' ortaya çıkmaktadır.

Öte yandan, Atatürk'ün kişiliğine ve görüşlerine bir dokunulmazlık, bir ''tabu'' havası getirmeye çalışanlar Kemalizmi dar kalıplara hapsedip Atatürk'ü de bir ''evliya'' haline sokmaktadırlar. Öze inmeyen tek bir davranış ya da tümceden yola çıkan yorumlar o kadar değişik ve karşıt Atatürk'lere varmıştır ki ''Gerçek Atatürk''ü bulmak bir hayli güçleşmiştir. Atatürk'ün yaşamı ve Türk Devrim Tarihi'nin taktik gereği izlediği doğrultular, onayalım ki, temele inmeyip yüzeyde dolaşanlara bazı ipuçları vermektedir.

Atatürk, kişiliği ve devrimleri ile bir bütündür. Doğrusunu söylemek gerekirse ayrı ayrı devrimler değil, birbirini tamamlayan tek bir ''devrim'' vardır. Koşulların, belli bir amaca ulaşmanın zorunlu kıldığı eylem ve düşünce ayarlamalarının dışında izlenen tek bir yön olmuştur. Atatürk bunu şu kelimelerle dile getirir:

''Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket devamlı bir istikamet muhafaza etti. Biz daima Şark'tan Garb'e yürüdük.'' Bu sözlerin de açıklıkla ortaya koyduğu gibi Atatürk Devrimi yüzyıllardır süre gelen bir oluşun, tarihle hesaplaşmanın kazandığı biçimdir, kesin bir ''durum alış''tır.

Uzak geçmişi bir yana bırakıp yaşadığımız günlere bakacak olursak Atatürk Devrimi konusunda ikili bir uyanışın belirginlik kazandığını görürüz. Bu ikili uyanış, olumsuz ve olumlu iki yüzü ile birlikte ortaya çıkmaktadır. Her ikisinin ortaklaşa yanı, zaman içindeki bir birikimin eylem alanına çıkacak kadar bilinçlenmiş ve güçlenmiş olmasıdır. Uyanışlardan ilki, Cumhuriyet ile başlayan ''tortu''ların çok partili hayatta biçim ve güç kazanarak ulaştığı Nurculuk aşamasıdır. Gerçek Müslümanlığa dönüş parolası arkasında Şeriata dayanan devleti, bağnazlığı ve Atatürk düşmanlığını savunan Nurculuk, iç ve dış desteklerle yığınlara kök salan bir akım olmuştur. Saldırılarının baş hedefini ''deccal'' diye nitelendirdiği Atatürk ve Türk devrimi teşkil etmektedir. Bu akımın yanı sıra ''yarı aydın''ların ve ''kötü politikacı''ların Atatürk'ün ve devrimin bütünlüğüne uzanan bölücü yorumlarını görmekteyiz. Bunlara göre ''Mustafa Kemal'' ve ''Atatürk'' birbirine karşıttırlar. Mustafa Kemal'e sığınarak Atatürk'ün kuyusunu kazmaktadırlar. Devrim konusunda ise parçalayıcı bir tutumla tasniflere girişmekte, ''tutmuş'', ''tutmamış'' gibi ayırımlar yapmaktadırlar.

İkinci uyanış, Atatürk'ü eserleri ve fikirleri ile tanıyan gençlikten gelmektedir. Geniş bir açıdan bugünden düne doğru Atatürk'e baktıkları zaman ülkücü gözlerinde Atatürk daha da yücelmekte, benzer koşullar içinde kesin davranışı ve büyük devlet adamı nitelikleri gençleri adeta büyülemektedir. Atatürk'ü yakından tanımak mutluluğuna erenler çoklukla jestlerinin ve fizik görünüşünün etkilerini kendi yaşantılarına katarak Atatürk'ü sevmenin kolay yolunu bulmuşlardı. Genç kuşaklar için Atatürk kaş, saç ve göz öğelerine değil, eylem ve düşünce özelliklerine bağlı bir özenme konusudur. Onun önderliğinde nereden nereye geldiğimizi, kendilerine beslediği güvene yaraşır bir sorumluluk anlayışıyla bilmektedirler. Eserinin bilinçli bekçiliğini yapmaktadırlar.

1966 Türkiyesi Atatürk'ün çilesine yeni bir çizgi getirmiştir. Adalet yılını açış konuşmasını Nurculuğun tehlikelerine dikkati çektikten sonra Atatürk'ün "Bursa Nutku" ile bitirmesi Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in üzerine yıldırımlar çekmiştir. Bazı gençlik kuruluşlarının "Bursa Nutku"nu yayması ise bir kovuşturmanın konusu olmuştur. Bu vesile ile yargılanan gençler değil Atatürk'ün kendisi olmaktadır. "Bornova Savcısı"na göre "Bursa Nutku'nun el yazısı ile yazılmış müsveddeleri veya fotokopisi bulunmadıkça" Atatürk'e ait olduğunu kabul etmek mümkün değildir.

Bize kalırsa, bu konuda üzerinde durulması gereken Atatürk'ün yargılanması değil, bu yargılanmanın niçin 1966 yılına rastladığıdır. Bilindiği gibi "Bursa Nutku" yeni bir konu olmayıp 1949 yılından bu yana siyasa çatışmaları içinde zaman zaman ortaya çıkmıştır.

Atatürk'ün Bursa konuşmasının ana teması ise Cumhuriyet'e kasteden davranışlar karşısında gençliğin, ilgililerin işe el atmasını beklemeden olaya karışması, güç kullanarak Cumhuriyet'i savunmasıdır.

"Bursa Nutku"nu sorguya çeken "savcı"nın 1966 yılını seçmiş olması sebepsiz olmasa gerektir. Gelecek yılların doruğundan geriye bakarak 1966 üzerinde durunca bu seçimin bir rastlantı ötesinde bağlandığı nedenleri açık ve seçik olarak görebileceğiz. Şimdiden insanın zihninde böylesine bir soru canlanmaktadır: Bin dokuz yüzlerin bilmem hangi yılında ülkemizin koşulları Atatürk'ün aşağıdaki sözlerini "savcı"lardan biri için soruşturma konusu yaparsa durum ne olacaktır? "El yazısı" ya da "fotokopi" istenmesi halinde Türk Tarih Kurumu ya da Türk Devrim Tarihi Enstitüsü yetkilileri Atatürk'ü savunmaya hazır mıdırlar? Ellerindeki belgeleri titizlikle korumaları için "Bursa Nutku" ile eşanlamlı olan tümcelere ilgilerini çekmekle yetinelim. 

Atatürk diyor ki: 

"Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhidedebilirler. Millet fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!"

Çeşitli bakımlardan Atatürk'ü kemirenlerin yanında bir gerçek, bütün görkemiyle karşımıza çıkıyor. Geçen zaman Atatürk'ü eskiteceğine gözlerimizde daha da büyütmektedir. Buna bakarak, gelecek kuşakların onu daha iyi değerlendireceklerine ve anlayacaklarına inanıyorum. Atatürk'ün çilesi dediğimiz şeyler bizim çilemizdir. O, görevini yapmış insanların iç huzuru ile bizi gözetliyor. Sorumluluğunu duyan ve bilen evlatlarının Türkiye'nin devrim bayrağını, canları pahasına da olsa elden bırakmayacaklarına inanıyor. 

Atatürk Türkiye'sinin yörüngesini değiştirmeyi tasarlayanlar ateşle oynadıklarını bilmelidirler..!


ATATÜRK'Ü ANLAMAK VE TANIMAK kitabından bir bölüm


İndirebileceğiniz "M.Kemal Atatürk İle İlgili Kitaplar" dosyasında :

* Şeriatın kısa tarihi - Halil Nebiler
* 27 Mayıs'tan 12 Mart'a - Nadir Nadi
* 30 Ağustos Hatıraları - Mustafa Kemal / Fevzi Çakmak / Salih Bozok / Muzaffer Kılıç / Cevat Abbas Gürer
* Mustafa Kemal Atatürk'ün Karlsbad Hatıraları - Afet İnan
* Altın Destan M.Kemal Atatürk - İlhmai Bekir
* Ali Galip Hadisesi - Yunus Nadi
* Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat - Ruşen Eşref Ünaydın
* Atatürk Anadolu'da - Tevfik Bıyıklıoğlu
* Atatürk ve Ulusal Dil - Şerafettin Turan
* Atatürk İhtilali - Mahmut Esat Bozkurt
* Atatürk ile Konuşmalar - Mustafa Baydar
* Atatürk'ü Anlamak ve Tanımak - Cavit Orhan Tütengil
* Atatürk'ü Özleyiş - Ruşen Eşref Ünaydın
* Atatürk'ün Askerlikle İlgili Çeviri Kitapları - Nurer Uğurlu
* Atatürkçü düşünce Işığında Eğitim Politikamız - Mahmut Adem
* Atatürk'ün Askerlikle ilgili Kitapları - Nurer Uğurlu
* Avrupa ile Asya arasındaki Adam Gazi Mustafa Kemal - Dagobert von Mikusch
* Balkan Savaşları - Yusuf Hikmet Bayur
* Balkanlar ve Türklük - Yaşar Nabi
* Cumhuriyet Yolunda - Yunus Nadi
* Hürriyet'in İlanı - Tarık Z.Tunaya
* Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye - Johannes Glasneck
* Kemalizmde ve Kemalizm sonrası Türk Kadını - Bernard Caporal
* Kurtuluş Savaşı Yıllarında Azerbaycan-Türkiye İlişkileri - Y.A.Bagirov
* Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri - A.Şemsutdinov
* Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Milliyetçiliği - Berthe Georges Gaulis
* Mustafa Kemal Atatürk'ten yazdıklarım - Afet İnan
* Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs - Falih Rıfkı Atay
* Sivas Kongresi - Nutuk'tan
* Talat Paşa'nın Hatıraları - Talat Paşa
* Türk Hümanizmi - Suat Sinanoğlu
* Türkün Ateşle İmtihanı - Halide Edip Adıvar
* Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasalarıı - Bahir Mazhar Erüreten
* Zabit ve Kumandan ile Hasbihal - Mustafa Kemal
* Çankaya - Falih Rıfkı Atay
* İkinci Dünya Savaşı'nda İnönü'nün Dış Politikası - Edward Weisband
* İlk Meclis - Hıfzı Veldet Velidedeoğlu
* İsmet İnönü'nün Hatıraları - Büyük Zaferden sonra Mudanya ve Lozan

e-kitap olarak indirebileceğiniz adres için tıklayın:




1960'lı yıllar ve günümüzde yaşananlar , savaşın hala sürdüğünü gösteriyor...

II.Kurtuluş Savaşı'da bu kavram üzerine olacak.

SB.
.....

Bursa Nutku ile daha geniş bir bilgi için Orhan Çekiç





...

ATATÜRK'ÜN MAL VARLIĞINI DEVLETE BIRAKTIĞINA DAİR TBMM TUTANAKLARI






1- Reisicumhur Atatürk'ün tasarruflarında bulunan bütün çiftliklerini Hazineye ihda buyurduklarına dair Başvekalet tezkeresi.

Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine

Reisicumhur Atatürk, tasarruflarında bulunan çiftliklerini Hazineye ihda buyurduklarını, melfuf tezkere ile tebliğ buyurmuşlardır. Devletin ziraat politikasında ve memleketin zirai inkişafında mühim amil olacak kıymet ve ehemmiyette olan bu alicenabane hareketi şükran ile Yüksek Meclisin ...rttılama (anlaşılmıyor-SB) arzederim.

12 - VI - 1937 
Başvekil İsmet İnönü




T.C. Riyaseti 
Başvekalete

Malum olduğu üzere , ziraat ve zirai iktisad sahasında fenni ve ameli tecrübeler yapmak maksadile muhtelif zamanlarda memleketin muhtelif mıntıkalarında müteaddid çiftlikler tesis etmiştim.

13 sene devam eden çetin çalışmaları esnasında faaliyetlerini ; bulundukları iklimin yetiştirdiği her çeşid mahsulattan başka her nevi ziraat sanatlerine de teşmil eden bu müesseseler ilk senelerde başlayan bütün kazançlarımı inkişaflarıma sarfederek büyük, küçük müteaddid fabrika ve imalathaneler tesis etmişler , bütün ziraat makine ve aletlerini yerinde ve faydalı şekilde kullanarak bunların hepsini tamir ve mühim bir kısmını yeniden imal edecek tesisat vücude getirmişlerdir.

Yerli ve yabancı bir çok hayvan ırklarıı üzerinde çift ve mahsul bakımından tetkikler neticesinde bunların muhite en elverişli ve verimli olanlarını tesbit etmişler , kooperatif teşkili suretile veya ayni mahiyette başka suretlerle civar köylerle beraber faydalı şekilde çalışmışlar , bir taraftan da iç ve dış piyasalarla daima ve sıkı temaslar bulunmak suretile faaliyetlerini ve istihsallerini bunların isteklerine uydurmuşlar ve bu gün her bakımdan verimli olgun ve çok kıymetli birer varlık haline gelmişlerdir.

Çiftliklerin ,yerine göre arazi, ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini güzelleştirmek i halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhi yerler, hizlesiz ve nefis gıda maddeleri temin eylemek , bazı yerlerde ihtikarla fiili ve muvaffakiyetli mücadelede bulunmak gibi hizmetleri de zikre şayandır.

Bünyelerinin metanetini ve muvaffakiyetlerinin temelini teşkil eden geniş çalışma ve ticari esaslar dahilinde idare edildikleri ve memleketin diğer mıntıkalarında da mümasilleri tesis edildiği takdirde tecrübelerini müsbet iş sahasından alan bu müesseselerin ziraat usullerini düzeltme, isthsalatı arttırma ve köyleri kalıkındırma yolunda Devletçe alnınan ve alınacak olan tedbirlerin hüsnü intihab ve inkişafma çok müsaid birer amil ve mesned olacaklarına kani bulunuyorum ve bu kanaatle tasarrufum altındaki bu çiftlikleri, bütün tesisat hayvanat ve demirbaşlarıle beraber Hazineye hediye ediyorum.

Çiftliklerin arazisi ile tesisat ve demirbaşlarını mücmel olarak gösteren bir liste ilişiktir.

Muktazi kanuni muamelesinin yapılmasını dilerim.

K.Atatürk



Orman Çiftliği

Ankara'da Orman , Yağmurbaba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar ,Etimesut, Çakırlar çiftliklerinden vücud bulmuş Orman Çiftliği.
Yalova Millet ve Baltacı çiftlikleri
Silifkede Tekir ve Şövalye çiftlikleri
Dörtyolda Portakal bahçesi ile Karabasamak çiftliği
Tarsusta Piloğlu çiftliği....


I) Bunlarda mevcud arazi :

A) 582 dönüm çeşitli meyve bahçeleri

 700 dönüm fidanlıklar. (Buralarda meyveli ve meyvesiz muhtelif yaşlarda ve çeşitlerde 650.000 fidan vardır)

C) 400 dönüm Amerika asma fidanlığı; (Burada 560.000 kök bağ çubuğu vardır)

D) 220 dönüm bağ (Burada 88.000 aded bağ omcası vardır)

E) 220 dönüm 6600 ağaçlı zeytinlik

H) 17 dönüm 1654 ağaçlı portakallık

I) 15 dönüm Kuşkonmazlık

K) 100 dönüm Park ve bahçe

L) 2650 dönüm çayır ve yoncalık

M) 1450 dönüm yeni tesis edilmiş orman

N) 148.000 dönüm kabili ziraat arazi ve meralar.


154729 dönüm arazi



II) Bina ve tesisat:

A) 45 aded büyük ve küçük idare binası ve ikametgah bütün mefruşat ve demirbaşlarile beraber.

 7 aded 15.000 baş koyunluk ağıl

C) 6 aded Aydos ve Toros yaylalarında tesis edilen mandralar

D) 8 aded at ve sığırlara mahsus ahır

E) 7 aded umumi ambar

F) 4 aded samanlık ve otluk

H) 6 aded hangar ve sundurma

İ) 4 aded lokanta, gazino ve eğlence yerleri, Lunapark

K) 2 aded çeşitli imalar yapan furun

L) 2 aded çiçek ve yezyinat nebati yetiştirmeye mahsus ser.


51 yekun bina



III) Fabrika ve imalathaneler:

A) Bira fabrikası : Senede 7000 hektolitre çeşitli bira yapacak kabiliyette ,bütün müştemilatile ve bütün işletme levazımı ve mütedavil kıymetlerle beraber

 Malt fabrikası : Senede 7000 hektolitre biraya kafi gelebilecek miktarda mal imaline kabiliyetli bütün müstemilatı ve işletme levazmile beraber.

C) Buz fabrikası: Günde 4 ton buz yapma kabiliyetinde bütün müstemilatı ve işletme levazmile beraber.

D) Soda ve gazoz fabrikası: Günde 3000 şişe soda ve gazoz yapmak kabiliyetinde bütün müştemilatı ve mütedavil kıymetlerile beraber.

E) Deri fabrikası: Senede 14000 çeşitli deri imaline elverişli bütün müştemilatı ve mütedavil kıymeetlerile beraber.

F) Ziraat aletleri ve demir fabrikası:

H) Biri Ankara'da , diğeri Yalova'da olmak üzere iki modern süt fabrikası. Her ikisi günde ayrı ayrı 15000 litre pastorize süt ve 1000 kilo tereyağ işlemek kabiliyetindedir. Bunlar da bütün müştemilatı ve işletme levazımı ve mütedavil kıymetlerile beraber.

İ) Biri Ankara'da , diğeri Yalova'da iki vasi yoğurt imalathanesi

K) Şarab imalathanesi: Yılda 80000 litre imaline elverişli bütün müştemilat ve mütedavil kıymetlerile beraber.

L) İki taşlı, elektrikle işler bir değirmen, bütün müştemilatı ve mütedavil kıymetlerile beraber.

M) İstanbul'da bulunan bir çeltik fabrikasının % 40 hissesi

N) Biri Orman çiftliğinin biri Tekir çiftliğinin olmak üzere her biri 15000 ner kilo kaşar, 1000 teneke beyaz peynir, 6000 teneke tuzlu yağ yapmağa elverişli iki imalathane, bütün işletme levazmatile beraber.


IV) Umumi tesisat:

A) biri Ankara'da diğeri Yalova'da kurulu iki tavuk çiftliği

 Yalovadaki çiftliklerde iki husisi iskele ve liman tesisatı

C) Üçü Ankara'da ve ikisi İstanbul'da beş satış mağazasının bütün tesisat ve demirbaşları.

D) Orman çiftliğinde: Hususi sulama tesisatı , kanalizasyon, telefon tesisatı, elektrik tesisatı, küçük beton köprüler, hususi yollar, içme su tevzita şubesi.


Yalova çiftliğinde: Hususi su tesisatı, telefon tesisatı, elektrik tesisatı, küçük beton köprüler ve yollar. 

Silifke Tekir çiftliğinde: Hususi sulama tesisatı ve beton köprüler

E) Orman çiftliğinde kurulu çiftlik müzesi ve ufak mikyasta hayvanat bahçesi tesisatı. Bunların işletme levazımı ve bütün demirbaşları.


V) Canlı umumi demirbaş
A) 13100 baş koyun (Kıvırcık, Merinos, Karagül, Karaman ırklarıile bunların melezleri)

 443 baş Sığır (Simental, Hollanda, Kırım Jersey, Görensey, Halep, yerli ırklarıile bunların melezleri, yan, üretilen Orman ve Tekir cinsleri)

C) 69 baş İngiliz, Arab, Macar, Yerli ve bunların melezleri koşum ve binek atları. 58 çoban merkebi

D) 2450 baş Tavuk (Legorn, Fodayland ve yerli ırkları)


VI) Umumi cansız demirbaş:
A) 16 aded traktör , 13 harman ve biçer döver makinesi ve bilcümle ziraat işlerini görmekte bulunan zirai alat ve edevatın tamamı.

 35 tonluk bir aded deniz motoru (Yalova çiftliğinde)

C) 5 aded çiftliklerin nakliye işlerinde çalıştırılan kamyon ve kamyonet.

D) 2 aded çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan binek otomobil.

E) 19 aded çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan binek ve yük arabası.




BAŞVEKİL İSMET İNÖNÜ

Muhterem arkadaşlar ;

Şimdi büyük sevinç ve heyecanla dinlediğimiz Atatürk'ün teberrüü yüksek kıymeti üzerinde ehemmiyetle durulacak çok mühim bir hadisedir. yüksek heyetinizin ve bütün memleketin dikkatini celbedecektir ki Hazineye intikal etmekte olan bu çiftlikler değeri milyonlar ifade eden bir servet halindedir. Bu çiftlikleri Atatürk senelerden beri şahsi tasarrufu ve bilhassa şahsi emeğile vücude getirmiştir.

Anadolu ortasında herkesin buradan nasıl bir mamure çıkacağına bedbin bir nazarla baktığı bir sırada bütün memleket gibi Anadolu ortasında da ilimle ve çalışma ile büyük mamure ve vatandaşlar için büyük servet temin olunabileceğine şahsan misal vermek hevesi senelerden beri kendisini işgal etmekte idi.

Çiftliklerin maddeten olan yüksek kıymetleri ancak bu kanaatile ve şahsi çalışma ile temin edilmiştir.

Bu eserler meydana çıktıktan sonra atatürk bunların maddi kıymetlerini bir lahza bakmaksızın onları kamilen Devletin istifadesine terketmesi, bütün vatandaşların bu nokta üzerinde dikkat ve şükranlarını celbetmeğe layik görülecektir. (Şiddetli alkışlar, Yaşasın sesleri)

Atatürk her türlü şahsi menfaatlerin, kendi şahsına teveccüh edecek her türlü faydaların daima üstünde kalmış ve daima üstünde kalacak olan milli varlıktır. (Bravo sesleri şiddetli alkışları)

Bu anlayışma Yüksek Meclisin ve bütün memleketin iştirak edeceğine asla tereddüd etmiyorum (alkışlar)

Arkadaşlar ; Atatürk'ün bu eserleri vücude getirdikten sonra bunları Hazineye hiç bir bedelsiz ve karşılıksız terketmesinde esaslı büyük ve siyazi bir ideali vardır. Milli mücadelenin ilk gününden beri bu memleketin kudretini ve servetini köylülerimizin kalkınmasında zengin ve müreffeh olmalarında gördü. (alkışlar)

Memleketin vesait ve menabii gayet dar olduğu zamana-larda köylüyü : Milletimizin içtimai kütleleri içinde bilhassa dikkate alınacak , onun işlerile bilhassa uğraşılacak bir mevzu olarak millete ifade etti. İlk günden beri Atatürk bu istikamette yürütmektedir. 

Dikkat buyurursanız bu gün köylülerimizin ve çiftliklerimizin vergi vermek hususunda bulundukları vaziyet, diğer bütün içtimai kütlelerden daha müsaid bir haldedir. En ağır vergiler içinde bulunan köylü ilk günden beri en ağırından başlayarak bu güne kadar mğtemadiyen külfetini azaltmaktadır.

Bu hal Hükğmet üzerinde Atatürk'ün hiç şaşmayan siyasi bir istikamet gibi mütemadi çalışmasının ve tesir etmesinin bir neticesidir.

Bu istikamette yürüyoruz. Bu gün de Atatürk'ün kani olduğu esaslı bir siyaset itikadı şudur. Bu memleketin kudretinin ve servetinin artması için köylünün vaziyetinin ve iktisadi varlığının yükselmesi lazımdır.

Tevessül ettiğimiz bütün içtimai ve endüstriyel tedbirlerin en yüksek sermayelerini vermesi memleketin köylüsünde ve ziraatında elde edeceğimiz neticelere bağlıdır.

Bunun için bir kaç seneden beri köylülün bu günkü çalışmasında daha çok semere elde etmesi için, köylünün daha çok kıymetli ve daha yeni vasıtarla istihsalatını kuvvetlendirmesi ve genişletilebilmesi için Büyük Millet Meclisi ve Cunhuriyet Hükümetleri tedbir aramakta, kabili tatbik olacak vasıta ve tedbirleri köylüye yaymak işini takib etmektedirler.

Atatürk bu mücadelenin başındadır. Onu takib etmekte çok dikkatliyiz. Atatürk, siyasetin memleket için büyük faydalar getireceğine kati olarak kanidir.

Düşündü ki, bu çiftlikler Hükümetin yeni ziraatı köylüye öğretmesi için, çok kıymetli saha ve vasıta olacaklardır. Hakikat budur.

Memleketimizin muhtelif iklimlerinde çetin ve verimsiz şartlar latında iyi neticeler ve iyi mahsuller alamayacağı fikrine karşı Atatürk bunları vücuda getirmiştir. 

Hepimiz bunların her vesile ile görüyoruz, bunlar Ziraat vekaletinin gerek ziratta ve gerek ziraatın endüstrisinde ve bu türlü terbiye ve yetiştirme sahalarında girişeceği tecrübeler için kuvvetli mesned olacaktır.

Hükümet huzurunuzda ve millet huzurunda bu çiftliklerin bedelsiz ve her türlü şartsız Hazineye terk olunmasındaki yüksek kıymeti tebrüz ettirmekte hakiki bir sevinç duymaktadır.

Hükümet çiftlikleri alırken bunların iyi halde muhafazasını daha ziyade inkişafının temin edilmesini ve memlekete gerek tevrübeleri yaymakta ve gerek esaslı ve faideli unsur olmasında çok dikkatli bulunacaktır.

Atatürk'ün çiftçilerimizin refahında ve ziraatin inkişafında şimdiye kadar takib ettiği, şimdiye kadar ibzal ettiği alakayı bundan sonra da muhafaza edeceğine kani oluşumuz bizim muvaffakiyete itimadımız vardır. Biz Ziraat vekaletinde takib olunacak yeni usulün ve yeni faaliyetlerin ana hatlarını izah ettik. ziraat vekaleti tabirlerini daha etraflı bir surette hazırlayarak bir program halinde Atatürk'ün yüksek tasvibine arzedilmek ve tensibile tatbik etmeğe çalışacaktır.

bu çiftlikleri Atatürk Cumhuriyet Halk fırkasının malı olarak saklıyordu. Şimdi Hazineye terketmesi bir defa çiftliklerin köylüler için bir mekteb, teşvik edici bir vasıta halinde kullanması Devlet elinde ameli noktai nazardan daha kolay ve daha mümkün olacağını ümid etmesindendir.

İkincisi : Cumhuriyet Halk fırkasının bu gün memlekette faaliyeti Hükümetten ayrı vir siyasi teşekkül olmaktan çıkmış. Hükümetle mümteziç milletin ve Devletin müşterek bir müessesesi haline girmiş olmasındadır. Bununla Atatürk devleti fırkasını fark etmiyerek fırkaya aid olan, fırkaya aid olması düşünülmüş olan malların Hazineye ihdasında ayrıca bir ali cenaplık göstermiştir ki, bu da mensub olmakla müftehir olduğumuz C.H.Partisinin bütün efradı için ancak haz, şeref, sevinç verecektir. (alkışlar)

Atatürk bize bir defa daha kendi huzur ve rahatının, vatandaşlarının refahında olduğunu söylüyor.

Atürk bize bir defa daha kendi şanıı şerefinin vatanının şan ve şerefinde ve kudretinde olduğunu gösteriyor.

Arkadaşlar , milletin karşısında sizin Yüksek hissiyatınıza tercüman olarak biz de söylüyoruz ki , Atatürk bizim en kıymetli hazinemizdir, onun şan ve şerefini, biz vatanın kudreti ve şerefini , biz vatanın ve aşnu şerefi sayıyoruz. (Bravo sesleri sürekli alkışlar )



pdf: 
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750266.pdf

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750267.pdf

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750268.pdf

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750269.pdf


Vekillerin söyledikleri:

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750270.pdf

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750272.pdf

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750273.pdf

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750274.pdf

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750275.pdf

http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d05/c019/b075/tbmm050190750276.pdf

not:
pdfler bazen açmıyor sürekli tekrarlayın ve yenileyin.
SB.




ATATÜRK'ÜN MAL VARLIĞI KONUSUNDAKİ YALANLARA YANIT





......


LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI (24 Temmuz 1923)


Lozan Antlaşması`nın imzalanmasından 1 hafta sonra İsviçre`de yayımlanan L`Illustré dergisinin 2 Ağustos 1923 tarihli sayısının kapağında İsmet İnönü ve Rıza Nur görülüyor.


Mudanya Mütarekesi sonucu, kesin barış antlaşması görüşmelerine gidilmiş ve tarafsız bir ülkenin şehri olarak Lozan (İsviçre) görüşmelerin yapılacağı yer olarak seçilmiştir.

Lozan Barış Konferansı`nda, yalnız Yunanistan`la bir hesaplaşma ve savaşa son veren bir barış antlaşması yapma söz konusu değildi. Aynı zamanda, I. Dünya Savaşı`nın galipleri ile hesaplaşma, hukuki ve siyasi yönden uyuşmazlıkları çözümleme, yüzyıllardan beri süre gelen sorunlara çözüm aranmaktaydı. Açıkça, "Doğu Meselesi" bütün konferansın ağırlık merkezini oluşturuyordu.

Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 Salı günü saat 16`da Lozan şehrinin Mont Benon Gazinosu`nda toplandı. Tarafsız İsviçre Konfederasyonunun Başkanı Habab`ın konuşması ile açıldı. Lord Curzon`dan sonra söz alan İsmet Paşa (İnönü), daha ilk andan itibaren istiklal ve hâkimiyet davasını önemle belirtmiş, "Bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz" diyerek sesini duyurmuştur.

Konferans, 4 Şubat`ta Antlaşmazlık yüzünden kesilmiş, 23 Nisan 1923`te ikinci defa toplanarak, 24 Temmuz 1923`te Barış Antlaşması imza edilmiştir. Lozan Barışı sekiz aylık çetin ve uzun bir müzakere devresinden sonra, Lozan Üniversitesi`nin tören salonunda imzalanmıştır. Lozan`da imzalanan belgeler, esas Barış Antlaşması, 16 adet sözleşme, protokol, beyanname ile bir de nihai senetten ibarettir. Lozan`da imzalanan bu belgelerle, sadece bir barış Antlaşması yapılmamış, aynı zamanda Türkiye ile Batı devletlerinin siyasi, hukuki, iktisadi ve sosyal ilişkileri yeni baştan düzenlenmiştir.

Lozan Barış Antlaşması önsözünde, devletlerin istiklal ve hâkimiyetine saygı gösterilmesi ilkesine yer vermiştir. Bu ilke, yeni Türkiye`nin 1. Dünya Savaşı`nın galipleri ile eşit şartlar altında, Lozan`da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren bir hükümdür. Türk istiklal ve hâkimiyetinin tanınması bakımından da önem arz eder.

Esas Barış Antlaşması, bir önsöz ve 5 bölümden oluşan 143 maddedir.

Lozan Barış Antlaşması`nda düzenlenen önemli konular aşağıda özetle belirtilmiştir bulunmaktadır:

Sınırlar
Güney Sınırı
20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması gereğince, Fransa ile anlaşılarak güney sınırı kararlaştırılmış, Lozan`da bu sınır sadece teyit edilmiştir.

Irak sınırı
Irak sınırı uyuşmazlığı çözülememiştir. Antlaşmada, Türk topraklarının tahliyesinden itibaren, bu uyuşmazlığın dokuz ay zarfında dostane bir şekilde halledileceği belirtiliyordu.

Batı Sınırlarımız
Yunanlılarla batı sınırı, Misak-ı Milli`ye uygun, Mudanya Mütarekesi`nde ön görüldüğü gibi, Meriç nehri sınır olmak üzere düzenlenmiştir. Karaağaç ve çevresi Yunanlılardan alınarak savaş tamiratı karşılığı Türkiye`ye bırakılmıştır. Ege Denizi`nde Bozcaada ve İmroz Türkiye`ye verilmiştir. Ayrıca, Yunanlıların elinde bırakılan Anadolu kıyısına yakın adalar da, askersiz hale getirilmiştir.

Azınlıklar
Birinci Dünya Savaşı`na son veren barış antlaşmalarında azınlıkların himayesine ait hükümler mevcuttur. Lozan Barış Antlaşması`nın bu hususla ilgili hükümleri incelendiğinde, azınlıklar bir ayrıcalığa sahip olmamışlardır. Türk tebaasından sayılan gayri Müslimlerin kanun ve hukuk düzeni önünde eşitliği söz konusu olmuştur. Antlaşmanın 42. maddesi ile gayrimüslim azınlıklar yararına olarak kabul edilen şahsi haklar ile aile hakları, Medeni Kanunumuzun yürürlüğe girmesi ile önem ve anlamını yitirmiştir. Böylece Patrikhanelerin dünya işlerinde ve azınlıkların şahsi muamelelerinde hiç bir yetkileri kalmamıştır.

Kapitülasyonlar
Kapitülasyonlar, adli, mali ve idari sahada yabancılara tanınan imtiyaz ve muafiyetlerdir. Antlaşmanın 28.maddesiyle, kapitülasyonlar bütün sonuçları ile birlikte kaldırılmış ve yeni Türkiye, yüzyıllardan beri çekilen bir beladan sonsuza dek kurtulmuştur.

Savaş Tazminatları
1.Dünya Savaşı`nın galipleri, bizden 1.Dünya Savaşı sebebi ile tazminat talep ettiler. Ayrıca buna ek olarak, işgal masraflarını, kendi tebaalarının zarar ve ziyanlarını da eklemişlerdir. Savaş içinde Almanya`dan borç karşılığı rehini bulunan beş milyon altın ve savaş yıllarında İngiltere`ye sipariş edilen donanma bedeli de kendi ellerinde bulunduğundan, bizlere verilmemiş ve tamirat karşılığı tutulmuştur.

1. Dünya Savaşı`na giren mağlup devletlere ciddi bir mali yük olan bu beladan, geleceğe bir borç bırakılmadan, sadece fiilen elimizde bulunmayan meblağ karşılık gösterilerek, büyük bir başarı ile sıyrılınmıştır.
Türkiye, Yunanistan`ın harbin devamından ve bunun neticelerinden doğan mali vaziyetini dikkate alarak, tamirat hususunda her türlü taleplerinden Karaağaç ve çevresinin Türkiye`ye bırakılması şartı ile vazgeçmiştir.

BORÇ SORUNU
1854`ten itibaren Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam eden Osmanlı amme borçları, Birinci Dünya Savaşı`nda yapılan istikrazlar da dahil, büyük bir yekün teşkil ediyordu.

Sene tertipleri üzerinde borcun taksimi yerine, sermaye üzerinden borcun taksimi ile esas borç toplamı bir hayli azaltılmıştır. Diğer taraftan bu borçlar, Osmanlı İmparatorluğu`ndan ayrılan devletlere de gelirle orantılı olarak bölünmüştür. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğunun Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan`a olan borçları bu devletlerle de yapılan antlaşmalarla 1.Dünya Savaşı`nın galiplerine devredilmiştir.

Osmanlı amme borçlarının diğer çetin bir safhası da tediye edeceğimiz borçların hangi para ile ödenmesi hususunda kendini göstermiştir. Karşı taraf bunu altın veya sterlin olarak talep etmiştir. Biz, Türk parası ve Fransız frangı olarak ödemeyi teklif ettik. Aradaki fark muazzam meblağlara varmasına rağmen, burada da görüşümüz kabul edilmiştir.

BOĞAZLAR
Lozan`da imza olunan en önemli belgelerden biri de, Türk Boğazlarının statüsü ile ilgili sözleşmedir. Boğazlar sorunu, madde 23`de genel olarak yer almış, Barış Antlaşması`na ek Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile ayrıca ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Boğazlardan serbest geçişi, Boğazlar Komisyonunun kurulmasını, boğazların ve civarının askersiz hale getirilmesini hedef tutan ve Milletler Cemiyeti`nin de garantisini sağlayan hükümleri ihtiva eden bu Sözleşme, 1936`da Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir. Milli hâkimiyeti sınırlayıcı hükümler kaldırılmış, milli çıkarlarımıza uygun hale getirilmiştir.

Nüfus Değişimi
Lozan`da çözümlenen bir diğer önemli sorun da, İstanbul`da yaşayan Rumlarla Batı Trakya`da yaşayan Türkler hariç, Türkiye`deki bütün Rumlarla Yunanistan`daki Türklerin değiştirileceğini öngören sözleşmenin, Barış Antlaşması`na ek olarak konmasıdır.

Lozan Barış Antlaşması, Türk Kurtuluş Savaşı`nın sağladığı, Türk milletinin hayati haklarını ve emellerini gerçekleştirdiği bir eserdir. Lozan aynı zamanda, Orta Doğunun en önemli bölgesinde, barış ve güvenliği kurmak ve devam ettirmekle dünya barışına da hizmet etmiştir. Türkiye Lozan`da genel olarak, Misak-ı Milli`yi gerçekleştirmiştir.


I. VE II. DÖNEM LOZAN KONFERANSI`NA KATILAN TÜRK DELEGASYONU

Baş Delege : İsmet İnönü (Dışişleri Bakanı)

Delegeler: Dr. Rıza Nur (Sağlık Bakanı), Hasan Saka (Maliye Bakanı)

Danışmanlar: Münir Ertegün, A. Muhtar Çilli, Veli Saltı, Zülfü Tigrel, Zekai Apaydın, Mahmut Celal Bayar, Şefik Başman, Seniyettin Başak, Şevket Doğruker, Mehmet Tevfik Bıyıklıoğlu, Tahir Taner, Nusret Metya, Yusuf Hikmet Bayur, Zühtü İnhan, Fuat Ağralı, Mustafa Şeref Özkan, Şükrü Kaya, Hamit Hasancan, Cavit Bey, Hayım Naum, Baha Bey

Basın Danışmanları:Ruşen Eşref Ünaydın, Yahya Kemal Beyatlı

Genel Sekreter ve Danışman:Reşit Saffet Atabinen

Yazmanlar:Ali Türkgeldi, Mehmet Ali Balin, Cevat Açıkalın, Celal Hazım Arar, Saffet Şav, Süleyman Saip Kıran, Rıfat Bey, Dr. Nihat Reşat Belger, Atıf Esenbel, Sabri Artuç

Not : Yukarıdaki delegasyon 1.Dönem Lozan Konferansı`na (20 Kasım 1922-4 Şubat 1923) katılmıştır. Bu gruptan A.Muhtar Cilli, Veli Saltık, Zülfü Tiğrel, M.Celal Bayar, Seniyettin Başak, Şevket Doğruker, Zühtü İnhan, Şükrü Kaya, Hamit Hasancan, Cavit Bey, Hayım Naum, Baha Bey, Ruşen Eşref Ünaydın, Yahya Kemal Beyatlı, Reşit Saffet Atabinen, Mehmet Ali Balim, Cevat Açıkalın, Celal Hazım Arar, Saffet Şav., Süleyman Saip Kıran, II.Dönem Lozan Konferansı`na (23 Nisan-17 Temmuz 1923) katılmamıştır.


II. DÖNEM LOZAN KONFERANSI`NA YENİDEN KATILANLAR

Genel Sekreter ve Danışman:Tevfik Kamil Koperler

Yazmanlar:Naci Kenter, Hamit Eseniş, Ali Muhtar Bey, Aziz Topkaç, Hüsnü Özer.

Not : Fransa, İsviçre ve Almanya`da görevli hariciyecilerden Ferit Tek, Cemal Hüsnü Taray, Cevat Üstün ve TBMM Almanya-Avusturya basın temsilcisi ve Servet-i Fünun dergisi sahibi Ahmet İhsan Tokgöz bir süre konferans çalışmalarına katılmışlardır.



GAZETECİLER
I.Dönemde: Ahmet Cevdet (İkdam), Ahmet Şükrü Esmer (Vakit), Hüseyin Cahit Yalçın (Tanin).

II.Dönemde: Velid Ebuzziya (Tevhid-i Efkar), Ahmet Şükrü Esmer (Vatan), Suphi Nuri İleri (İleri), Ali Naci Karacan (Akşam), Kerami Kurtbay (Hakimiyeti Milliye), Mecdi Sadrettin Sayman (İkdam), Kemal Salih Sel (Yeni Gün), Asım Us (Vakit), Hüseyin CahitYalçın (Tanin), Ahmet Hidayet Reel (Öğüt).


Kaynakça /Atatürk(Net) Bilgisunar(İnternet) Sayfası
derleyen :Yadigar Dündar.






....







17 Temmuz 2013 Çarşamba

MİLETOSLU ASPASİA ve PERİKLES ATİNASI





Aspasi'nın Atina'ya gittiği zamanlarda kentin sosyal yaşamı, günümüzden oldukça farklıydı.



O zamanlarda Atina'da kadınlar , ikinci sınıf insan olarak görülür ve genel olarak dört sınıfa ayrılırdı:

Gyne Gamete (kutsal anne) olarak adlandırılan evin hanımı, yani resmen evlenilen gerçek eşler;

Pallake denilen nikahsız alınan kadınlar, cariyeler;

yoldaş, kız arkadaş olarak değerlendirilen Hetairalar ;

Pornai adı verilen kısa süreli, geçici cinsel istekleri gideren kadınlar 

...

Özgür kadınlar tek başlarına soğa çıkamıyor, genç erkekler ve kızlar birbirlerini sadece kurban ve cenaze törenlerinde ya da şenliklerde görebiliyorlardı.

Kızlar ancak ana-babalarıyla, evli kadınlar ise sadece kocalarıyla yemek yiyebilirlerdi. Kadınların siyasal hakkı yoktu ve ülke yönetiminde hiçbir şekilde söz sahibi değillerdi. 

Evliliklerde sevginin bir rolü yoktu. Atina'da çok yaygın olan şu söz, bu konuyu özetle anlatmaya yeter:

"Sevmek için bir oğlana, çocuk yapmak için de bir kadına gerek vardır."

Atina'da erkekler için evdeki kadın, sadece çocuk doğuran ve onlara annelik yapan bir kadın olarak görülürdü. Erkeklerin bedensel zevkleri için başka kadınlara, hatta hem cinslerine yönelmeleri çok doğal karşılanıyordu.

Özellikle (MÖ.) 6.yüzyılda kadın bedeninin ticari bir meta olarak görülmesi sonunda , Atinalı yasa yapıcı Solon (640-558) ilk genelevleri açmak zorunda kalmıştı. Dikterion adı verilen bu evler, devlete aitti ve her evde görevli memurlar işleri düzenler, gelirler de, Porniketos adı altında devlet kasasına aktarılırdı.

Porneler, yani fahişeler, kendi içlerinde sınıflara ayrılmışlardı. 

En alttaki kadınlara Dikteriades adı veriliyordu ; bunlar en alt sınıftaki erkeklere hizmet ederlerdi. bu kadınlar, belli bir giysi giyer, güneş batmadan sokağa çıkamaz ve kentten izinsiz ayrılamazdı. Dikteriadesler, özellikle ailesinin terk ettiği ya da korsanların kaçırarak Akdeniz pazarlarında sattıkları çocuklar arasından seçilerek yetiştirilirdi.

Orta sınıf fahişelere Auletrides adı verilirken ; bu sınıftaki kadınlar elden ele dolaşmalarından dolayı halk arasında "Zarlar" olarak anılırdı.

Yüksek tabakaya hizmet eden kadınlara da , Hetaira adı verilmişti. Bu kadınlar bilim, felsefe, müzik, tarih, edebiyat ve sanat konularında eğitilmişlerdi. 

Ünlü yontucu Praksiteles'in sevgilisi Phryne'nin "Knidoslu Afrodit Yontusu"na modellik yaptığı söylenir. Büyük İskender'in sevgilisi Thais, onun ölümünden sonra Ptolemaios I ile evlenerek Mısır Kraliçesi olmuştur. Bu iki kadın da ,gerçek Hetaira'dırlar.

Aspasia da kimi kişilerce haksız olarak hetairalar içinde sayılmıştır. Hetairalar, genellikle para almazlar, sevgililerinden armağan kabul ederlerdi. Ancak Atinalı Europa gibi bir Drahmiye birlikte olanlar da çıkmıştır. Ayrıca Hetairaların aşıklarına pek seyrek bağlı kaldıkları, esas düşüncelerinin para kazanmak olduğu yazdığı söylenir: " Neden uzun mektuplar yazarak canımı sıkıyorsun? Yazdıkların bana vız gelir. Benim istediğim elli Drahmi'dir. Beni seviyorsan parayı ver, yok paran kıymetliyse beni rahat bırak".

Atina'da yine Solon'un sınıflamasına göre özgür vatandaşlar gelirlerine göre dört sınıfa ayrılmıştı:

Pentekosioimedimnoi (beşyüz kile insanlar) adı verilen aristokratlar birinci sınıfı oluştururdu. Bunlar savaşta paralı askerlerin giderlerinden , tahkimatlardan ve gemilerin sağlanmasından sorumluydu.

Savaşta süvarileri oluşturan Hippeisler, ikinci sınıf soylulardı.

Üçüncü sınıfta ,Zeugitler adı verilen çiftçiler, zanaatkarlar yer alırdı. Bunlar da , savaşta Hoplitleri, yani piyadeleri oluşturuyordu.

Dördüncü sınıftaki Thetler, yani mülksüz özgür ücretli işçiler ise ,savaş gemilerinde genellikle kürekçilik yapıyordu.

Tüm bunların dışında yer alan Meteikoslar yani Atina'ya dışarıdan gelen yabancılar, köleler vatandaş sayılmıyorlar, halk meclisine bile giremiyorlardı. Genellikle ticaret ve santla uğraştıkları için oldukça zenginleşen Meteikoslar, ender durumlarda altı bin oyla vatandaş sayılsalar bile, yine de kimi haklardan yoksun tutuluyorlardı.

Durumu daha kötü olan köleler ise, aile köleleri, işlik/madenlerde çalışan köleler ve "iş makinesi" gibi kullanılan devlet köleleri olmak üzere belli başlı üç sınıfa ayrılmıştı. Köleler ancak özgürlüklerini elde ettiklerinde bir parça insan yerine konuluyordu. Ancak bu tip kölelerin içinde çok zenginleşerek fakir düşen efendilerine yardım edenler de çıkmıştır.

Perikles'in 451 yılında çıkardığı "Vatandaşlık Yasasına" göre yabancıların Atinalı vatandaşlarla evlenme izinleri yoktu. Böyle evlilikten doğan çocuklar vatandaş sayılmıyordu. 

Bu durumda, Aspasia'nın Atinalı özgür bir vatandaşla evlenmesi olanaksız gibiydi, Çünkü o, Metoika adı verilen yıllık altı ila on iki Drahmi arasındaki bir parayı kelle vergisi olarak ödeyip, Atina'da oturan bir Meteikos sayılıyordu. Taşınmaz mal edinmesi de olanaksızdı. O halde bir şeyler yapmalıydı.....





MİLETOSLU ASPASİA - A.SEMİH TULAY
Remzi kitapevi

Bundan 2500 yıl önce Ege Denizi'nin iki yakasında yaşayan ve geceleri "erimiş gün ışığı"yla aydınlanan insanların, aynı zamanda hırsları, kaygıları, sevinçleri, umutları ve büyük aşkları da vardı kuşkusuz.

Her iki yakada, o dönemde dünya tarihine damgasını vuracak olayların yanı sıra özellikle Miletoslu Aspasia ile Atina'nın güçlü lideri Perikles arasında büyük bir aşk yaşandı. Bu aşk, karşıtlarının her fırsatta onları çekiştirmelerine neden oldu. Tüm engellemelere iftiralara karşın ne Aspasia ne de Perikles ödün vermeden sevgilerine sonuna kadar sahip çıktılar. 

A.Semih Tulay, Miletoslu Aspasia'da bu kararlı ve onurlu duruşun öyküsünü anlatıyor.
(arka kapak)

A.Semih Tulay Afrodisias, Milet müze müdürlüğü yapmıştır.
Öyküde kullanılan özel adlar (Semira dışında) gerçek tarihi, mitolojik kişiliklere ve yer adlarına ilişkin olup, özgün biçimleriyle yazılmıştır.


İyi Okumalar
SB


***





CENGİZ-HAN CİHAN FAİTİHİ






Onuncu yüzyıldayız...

Uçsuz bucaksız bir ortak pazar , Çin'den Sudan'a, oradan da İspanya'ya uzanıyordu.

Semerkand'ı Kurtuba'ya bağlayan eksen üzerinde insanlar gidip geliyor, mallar dolaşıma giriyordu - düşünceler de....

Kuzey Avrupa bu gidişe uzak kalmıştı. Önce yavaştan, sonra hızla güneye kadyı. Kimleri İspanyanın kuzeyinden aşağılara sarkarken, kimileri doğu AKdenize yöneldi.
Kuzeyin derebeyleri, zincirden boşanırcasına akın ettiler. İtalya'nın denizci devletçikleri ise, daha çok pazar kapmayı gezliyordu.

O gürültü patırtı içinde, Haçlı seferi çapulçuluğa dönüştü. Derebeyleri, vurgunla köşeyi dönmek istediler.

Haçlı seferleri başladığında , Doğu Akdeniz devletleri kargaşa içindeydi. Selçuklu devleti parçalanmıştı. Ardından Bizansla çatışan Haçlılar , kargaşayı oraya taşıdı. Sonra, kutsal topraklarına giden Haçlılar bölündü.

Yerleşik imparatorluktan : Çin, İran, Bizans...bölündükçe bölünüyordu. Göçerler, yerleşik karşısında, kendilerinin dayanışma içinde olduklarını anlayınca, ta Çin'den Fas'a korkunç bir savaş başladı : bozkırın tarlaya, göçebe boyların kentlere saldırısı...

Batı Afrika Murabıtlar, ardından Muvahhitler.

Sahra ile Mağrip arasında görülen bu olay, Orta Asyada çok daha büyük çapta yaşandı. Moğol bozkırından bir Cengiz - Han çıkıverdi.

Başka bir deyişle , Türk alemi birlik arıyordu; bunu Cengiz sundu ona.

Bütün Orta Asya , Yukarı Asya, Kuzey Çin..., tartışmasız Moğollarındı. Novgorod yakınlarında, tüm Rus diyarlarına egemendiler. 1241 'de Polonya, Silezya, Macaristan üzerine yürüdüler. Sonra bıraktılarsa o yerleri, kendileri istediği için, ülke için yönetim kaygılarından.

Her an geri gelebilirlerdi.

Avrupa kıtasında onlara denk bir ordu yoktu. 1231'den bu yana 1279'dan bu yana - doğru dürüst direnebilmiş - Güney Çin bile Moğollarındı artık.

Dinyester Irmağından Japon denizine, Sibirya taygasından Tonkin körfezine - isterseni Basra körfezine deyiniz - onların buyruğundaydı.

Hem korkulan efendiydiler, hem gizemle çevriliydiler.

Moğol bozkırlarına geçmek gerekiyordu. Batı, Mısır, Hind dışında (Kaldı ki, torunlar Hind'i de buyruk altına sokacakları). İranlı tarihçiler boşuna mı "CİHAN FATİHLERİ" demiş onlara...başka ne denebilirdi ?

Moğol destanı kaçınılmaz bir "son"du. Kimsenin gözünün yaşına bakmayan çark döndü. Karşı durulamadı.

Cengiz'in giriştiği savaşların sonu hep belli idi - bir düzeneğin işlemesi gibi. O uçsuz bucaksız fatihler kişiyi şaşırtıyor, insanlığın bir türlü unutamadığı fatihlerin en "mutlu"sudur Cengiz-Han...

Yüzölçümü en büyük toprakları, sayıca en çok ulusu uzaktan buyruğuna aldı. Onun imparatorluğu İskender'inkinden dört-beş kat, Napolyon'unkinden yedi-sekiz kat büyüktü.

"Öyle olağanüstü nitelikleri olmadığını" kendi de söylüyordu. Zorlamadı. Tarihin akışını sezdi, ona uydu.

Tarihte akıncı ırklar mı var ?
Onları bu yola iten, baş koyduran nedir ? Fatihlik onların kanında mı? 

Gobineau gibi düşünenlere sorarsanız, avrupanın yabanları için bu doğru. Leon Cahun da , çok sevdiği Moğolları böyle görür. 1939 'da , Arapların Güneydan Kuzeye akınlarını böylesi bir niteliğe bağlıyan bile çıktı: "Bedeviler , çölün Vikingleri ; Vikingler , denizin Bedevileri" . Tam Cemil Meriç'e yaraşan bir cümle.

Tarihi böyle görmenin güzel bir yanı : kişiyi çoşturması. 

Ne var ki, akınları yapanlar ayrı ırklardan, bunu düşününce, kişi bir duralıyor. 

Heredot'un İskitler için söylediğini, Çinli tarihçiler de söylüyor. Hunların yaşantısı anlatırken, tıpatıp neredeyse. 

Bu kafa avcıları, sürülerinin ardından, arabaları ile göçer, kurulup sökülen yurtları ile konaklar...et yer, süt içerler. Saldırıya uğrayınca toz olur, bekler , ortalık yatışınca bu kez onlar saldırırlar. Irkları ayrı olsa da yaşantıları bir : hepsi çobanlık aşamasında.

Çobanlık belli aralıklarla yaylaya çıkmaktır. Bu da kişiyi göçebe kılar. Bozkır sürüyü semirtir. Göçeri de besler dolayısı ile gün gelir besleyemez olur. Bir açlıktır başlar. Suyu çekilmiş bir kuyudan ötekine koşmak bitip tüketir göçeri, çünkü on yılda bir su kaynakları kurur. Otlar kavrulur, sürüler kırılır. Ölümle burun buruna gelir göçebe. Aç açın halinden anladığı için bir araya gelip ekili topraklara üşüşürler - yoğun kar yağışı sonunda çocukları ölmemek için yapar bunu. Çin yıllıklarını okursanız, on yılda bir yenilenir yağmalar.

Aç kurtaların, tok yerleşiklere göz koyması, kuraklık, bir doğa sorunu olmaktan çıkmış, bir toplum sorununa dönüşmüştür artık.

Yerleşik , her çağda göçerlerin akınına uğradı. Onlara "yaban" dediler. Bu yerleşikler de , kimi gecikerek de olsa , tarımla yaşamaya başlayanlar, coğrafyanın yön vermesiyle, yerleşenlerdir.

Bu gidişin dışında kalan bölgeler tarıma elverişli değildi. Üzerinde yaşayanlar hep çoban kaldı. Orman bölgesindekilerse , avcı - yani bir önceki aşamada- o koşullarda yaşayagelmiş, öyle kalmışlardı. Onlara "yaban" denmesi bundandı. Daha çocuk yaşta geyik kovalamaya başlamış , uçsuz bucaksız bozkırda avını görünmeden kovalayan, usanmadan bekleyen sonra birden saldırıp gözden uzaklaşıveren göçeri kim yenebilirdi ? Umulmadık yerde bitiverir..baskını yaptığı gibi kaçar, yakalayamazsınız.

Ne var ki, bozkırlı da, ormanlı da, nitelikçe daha aşağı değildi öteki insanlardan. Türkler olsun , Moğollar olsun, dngeli , işin kolayını seziveren, o çetin koşullarda yoğrula yoğrula buyurmaya yakın - giderek buyurmaya yetkin- göçerlerdi.

Ergenekon'un o dillere destan mağarasından çıkmışların uygarlıkların topundan daha üstün bir donanımda, askeri açıdan daha düzenli, daha örgütlü olması başka nasıl açıklanabilir ?

Hiçbir önyargı yoktu kafalarında ; her uygarlığa yer vardı. Her yararlı bilgiyi benimseyip uyguluyorlardı.

Uygarlığıa doğuştan adaydılar.

Şunu da unutmayalım : Hiç bir budun, Romalılar bile, onlar gibi hızlı uygarlaşmamıştır.

göçerler akın ettiği yerlerde gelişme duruyor. Moğollardan kurutlan Çin, eski yaratıcılığını uzun süre yakalayamadı. Bir güvensizlik geldi. Ürktü, çekindi, içine kapandı. Bir şey yapmak gelmedi içinden. Geçmişte yapılanları yineledi.

Ya Horasan'da , Afganistan'da yaşananlar...taş üstünde taş kalmamış kentler, ahalisi kılıçtan geçirilmiş, ağaçlar dibinden kesilmiş, su yolları tıkanmış, kuyular doldurulmuş, ambarlar tohumluklar ateşe verilmiş. Yeşerik bir yer kalmışsa çok yakınında yerle bir edilmiş surlar. Ay yüzüne ayak basmış gibi...

Olayları yıl yıl yazanlar : Çinlisi ,Arabi, İranlısı, Latini, Rusu...ağız birliği etmiş gibi. Kıyamet gününden, dünyanın sonundan söz ediyorlar. Yaşanan tarih, bir karabasan gibi çökmüş

Bunlar eksiler...

Bir de artıları var Moğolların, yakıp yıktığı yerlerden yine Moğol yolları geçti.

Kıtalararası büyük yollar, İpek Yolu yeniden açıldı. Kervanlar - Cengiz'in sancağı altında - Kırım'dan Pekin'e güven içinde gidip gelebildiler. Çin İran'a ; Avrasyanın en batısı, en doğusuna bağlandı. Çin resmi, İran resmini tanıdı.

Moğol yönetimi, eksiğini verdi Asya'ya : yollara, düzen , kargaşaya son. Moğol kasırgası duvarları yıkınca, çiçek tozları bahçelerden bahçelere savruldu. Çok önemli bir olay.

Ümit Burnunu geçmek, Amerikayı bulmak gibi önemli...

Moğol fetihleri, İskenderinkine benziyor. Evet , İskender'le Yunan uygarlığı yayılıyordu. Cengiz-Han ise, hiç bir şey yaymıyor, ama her şeye yol açıyordu.

Atilla'nın torunu olan bu yaban, malları ,düşünceleri dolaşıma sokuyordu. Moğol fetihleri bir deprem gibi, Güney - Doğu Asyadan ta Kuzey kutbuna, uygarlıktan , ırkları- binlerce kilometre uzaktan- harmanladı.

İnançlar tanışıyor, düşünceler özgürce dolaşabiliyordu. Uygarlığın böylesine küreselleştiği , o güne değin görülmemişti.

Ne dersiniz !
Bu akınlar, Tarihin akışını bozdu mu ? 
Yoksa beklenen akışı mı getirdi Tarihe ?...



İzzet Tanju,2001
kitabın önsözünden




Okuyacağınız bu kitap yalnızca bir `çeviri` değil. Malzeme yazarın. Cümleler yeni baştan düşünülüp yazıldı. Dede Korkut` dan alınma deyişlerle, sözlerle bezendi. Konuşmalar, yer yer, nazım havasında, şiir havasında verilmeğe çalışıldı. Bu bakımdan aslından ayrılmaktadır.

Romandan destana geçişte bir karınca adımı denebilir.

Çünkü burada anlatılan hikâye, yaşanmış bir İlyada.. yaşanmış, ama yazılmamış; Homeros` u yok.

Cengiz-hanın eşi güzel Börte` nin kaçırılışı, güzel Helena` nınki gibi. Onları kurtarmak için birleşen ordulara eşleri değil, kardeşleri komuta ediyor.. Camuka, Agamemnon gibi.

Börte, Helena` nın erdemlisi. Bir kez kaçırılır; ömür boyu bağlı kalır Cengiz-hana. Helena` nın yatağını paylaştığı erkeklerin sayısı için İlyada yetmez; Yunan tragedyalarını da okumak gerekir.

İlk kez İlyada` da ortaya çıkan büyük günah: bir ölümlünün tanrılarla boy ölçüşmeğe kalkması gibi, Cengiz-han da ömrünün sonlarında ölümsüzlük iksirini arar. Bunun için taoca bir bilgeyi çağırtır.

Hikâyede Binbir Gece` den bir sahne bile bulacaksınız. (Arka Kapak)





Yüreğim yoğunlaştı
Bedenim darmadağın
Nereye dayanmışım
Ayaklarım nerede ?
Bilmiyor duyularım
Bir yele kapılmışım
Kuru bir yaprak gibi...
Bir sağa uçuyorum
Bir sola dönüyorum
Sonunda bilmez oldum
Yele mi kapılmışım
Yel mi bana kapılmış 
...

Lie-zi


***