Translate

21 Ekim 2013 Pazartesi

THE SCYTHIANS ARE TURKIC TRIBE !




*The Scythians are closely associated with horses (and the Huns).

*Scythians, who attacked the kingdom of Urartu in Armenia (AT THAT TIME THERE WAS NO ARMENIAN IN THAT REGION ! THEY CAME AT 4th C.) (o dönemde Ermeniler o bölgede değildi! coğrafik olarak anılıyor) , were called Ashguzai or Ishguzai by the Assyrians. The Scythians may have been the Biblical Ashkenaz.

* horsemen, archers, and pastoralists, depicted wearing pointed hats and trousers,

*The Greek historian Herodotus refers to the European Scythians as Scythians and the eastern ones as Sacae.

*The Scythians are also divided into:
Sacae, Massagetae (may mean 'strong Getae'),
Cimmerians, and Getae.

LİNK:



THEY ARE TURKIC TRIBES 
NOT INDO-IRANIAN OR INDO-EUROPEAN

* TROUSERS IS TURKIC CULTURE
* ASHGUZAI IS TURKIC
* MASSAGETAE ARE TURKIC
* CIMMERIAN ARE TURKIC
* KURGAN IS TURKIC CULTURE



Schythian Warrior in trousers 



***
Nomadic, Indo-Iranian'mış.şşş...kendi ağızlarıyla ele veriyorlar, haberdar değiller,olmak istemiyorlar ve bilgilendirmiyorlar, hem Türk Tarihi içinde aramıyorlar, hem de Yok Hükmündeyiz, ve hala bunu idrak edemeyen Türkler var!

Andronovo Kültürü- Afanasiyevo kültürü- İskit- Saka- Kimmer- Hun- Sumer- Selçuk- Akkoyun- Babür- Altınorda- Messagetler- Part- Hazar -Osmanlı- Beylikler- Avar- Bulgar-Uygur- Peçenek- Kıpçak- Kazak- Karahanlı- Timur- Kırgız- Başkurt- Tuva- Özbek- Tatar- Kızılderililer- Lapon- Gagavuz- Macar -... gibi ayrıştırır Türk ismini kullanmazsa , Biz bile tarihimize yabancı oluruz.!



VE BÖYLE ZENGİN BİR TARİHİ OLAN TÜRKLERİN, 
KENDİ VATANINDA 
"NE MUTLU TÜRKÜM" DEMESİ BİLE 
"AYIP" SAYILIYOR , 
PES DOĞRUSU !!!



_______TURKIC TRIBE_______




PANTALON ; BİR TÜRK İCADI


AMAZON,MÖ.470 VAZO

PANTALON

Tarih boyunca Türkler ata binen hatta hayatı at üzerinde geçiren insanlardı. Onlar için çalılara, taşlara, soğuğa ve uzun at yolculuklarına dayanıklı giysiler gerekliydi. Türkler de, Araplar ve Çinlilerde olduğu gibi ata entari ile binemezlerdi. Bu nedenle, ata binmede karşılaşabilecekleri sürtünme ve bacaklarda yara açılması gibi tehlikelerden korunmak için kalın pantolon ve çizme giymek zorunda kalmışlardır. Uzun at yolculuklarına çıkacak olan kişiler özellikle deri pantolonlar kullanmışlardır (Ögel, 1991)

Türklerin üzerine kaftan giymelerinden dolayı pantolonlar pek çok kaynakta iç giyim olarak ele alınmıştır (Ögel, 1978). 

M.Ö. 1. yüzyıl başlarında Rusya’da Baykal gölü kıyısında Urga’da ve Noyun Ulu’da Hunlara ait elde edilen buluntularda insan başlıkları ve pantolonlar bulunmuştur. M.S. II. ve IV. yüzyılda ilk Hun Türklerine ait kadın ve erkek mumyalarının üzerinde ipek kumaşlar ve deri pantolonlar bulunmuştur (Ögel, 1978). 

Kaşgarlı Mahmut tarafından 11. yüzyılda yazılan Divan-ı lügat-it Türk adlı eser 8. yüzyıldan kalma Göktürk yazıtları, eski Uygur duvar resimleri ve Macar II. Rasonyi’nin “Tarihte Türklük” adlı eseri pantolon, çizme, cepken, yelek, kemer, üç etek, ceket ve gömlek gibi giyim eşyalarının ilk kez Türkler tarafından giyildiğini ve Orta Asya’dan dünyaya yayıldığını göstermektedir (Gülensoy, 2001). 

Şalvar ve pantolon “savaşçı kavimler”de kişilerin ata binmek için geliştirdikleri bir giysi çeşidi olarak “Hunlar” tarafından bulunmuştur (Ögel, 1991)

Rahat ata binmek için Bizans, Roma ve Çinliler entari giyerlerken, Türkler “üm” adını verdikleri günümüzde süvarilerin kullandığı, paçaları dar, üstü biraz daha geniş olan pantolonu kullanmışlardır (Zık, 2002). 

Çin’de atlı birliklerin kurulmaya başlanması ile pantolon giyme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Türklerin komşusu olan Moğollarda pantolon giyilmiştir (Ayhan 2002)

Uygurlar da binek tipi şalvar giyerlerdi . At üzerinde uzun bir yolculuğa çıkmak isteyen Kazaklar “şalbar” dedikleri geniş bir seyahat pantolonu giyerlerdi. Kazakların giydikleri pantolonları kaftanların bütün eteklerini içine alacak kadar geniştir. Bu pantolonlar yumuşak deriden yapılmış ve sarıya boyanmıştır. Zengin kesimde bu deri pantolonlar örgülerle dış yüzeyden süslenmiştir. Ziraatçi olan Tarancı Türkleri de ketenden yapılmış ince ve geniş şalvarlar giyerlerdi. Demir çağına ait Türk mezarlarındaki bulgularda daha çok “paçaları dar” pantolonlara rastlanmıştır. Bu pantolonlarda ayrıca “paça bağları” da görülmüştür. 

Orhun kurganlarından çıkan bu pantolon örnekleri Şekil 2’de görülmektedir (Ayhan, 2000). (RESİM pdf bölümünde)

Hunlardan sonra Göktürklerde elbisenin altına pantolon giymişlerdir. Pantolonlar kürklerle süslüdür. Türk tarihinde toplumsal yaşam ve özellikle çeşitli dönem giyimleriyle ilgili bilgiye çok az rastlanmaktadır. 

Orta Asya step ulusu olarak Türklerin Batı dünyasına taşıyıp benimsettikleri pantolon adını alan altlıklar yalnız Türk giyim tarihi açısından değil, dünya giyim tarihi açısından da olağanüstü öneme sahiptir. 

Giyim tarihi ve kültürü ile ilgili tüm yayınlarda klişe bir ifade şeklinde pantolonun 4. yüzyılda Doğu’dan gelen “Barbarlar” tarafından Avrupa’ya yayıldığı ifadesi yer almaktadır. 

Topçuoğlu’nun da belirttiği gibi “işlevsel, akılcı ve ergonomik bir giysi olan (at binmek için özellikle) pantolon ya da şalvar giyen kavimlerin “barbar” olarak nitelendirilmesi akılcılığı ilke edinen Avrupa modernleşmesinin çelişkilerinden biridir.!



Fatma Ayan
Sanat ve Tasarım Fakültesi, Moda Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi




PAZIRIK HALISI MÖ.4.3.yy / PANTALONLU ATLILAR




İSKİT / SAKA - PANTALON- PERSOPOLİS'TEN



İSKİT / PANTALON



PANTALONLU İSKİTLER/KİMMERLER/HUNLAR.
AMAZONLAR İSKİTLER VE KİMMERLER İLE AKRABA.
PANTALONUN TÜRK TOPLUMLARINDA ORTAYA ÇIKTIĞI KABUL EDİLİYOR.
LAKİN,



"MEDENİYETSİZ" TÜRKLER! , ONU BİLE İCAT ETMİŞLER!












***













11 Ekim 2013 Cuma

KUL-OBA KURGANI - TÜRK KÜLTÜRÜ


KUL-OBA ,MÖ.400-350 SFENKSLİ ALTIN BİLEZİK




İskit Sanatının anlaşılması bakımından, Esik, Kul-Oba ve Pazırık kurgan buluntuları önemli bir yer tutmaktadır.



Gold bracelet with protomes of sphinxes,400-350 BC
Kul-Oba burial mound, Bosporan kingdom,Kerch.


***


Talihin garip cilvelerinden biri şudur ki, İtalya’da Etrüsk mezarlarının dikkati çektiği  sırada, Rus çarlarına Orta Asya’da ve Sibirya’nın bir çok yerlerinde hazine dolu mezarların bulunduğu haber veriliyordu. İşte Avrupa müzelerinin Etrüsk sanat eserleriyle dolduğu sıralarda da, Rus müzeleri ve bilhassa Petersbug’daki Ermitaj müzesi, vaktiyle Türk İmparatorluğu’na ait topraklar olup, sonradan birer Rus vilayeti haline gelmiş bölgelerdeki mezarlardan çıkarılan hazinelerle dolup taşmağa başlamıştır. Söz konusu mezarları kaplayan ve hep türkçe ad taşıyan dağ ve nehirlerin civarında bulunan höyüklere yerli halk tarafından “kurgan” denilmekte idi. Bu kelime eski türkçede (“kurmak” mastarından) yapı manasına gelirdi. Orta Asya’da, bu mezarların bulunması Rus bilginleri bakımından içinden çıkılmaz müşkül durumlar yaratmıştır.(62)

Tarafsız bilinen Rus bilginleri bile kurganları iki kategoriye ayırmışlardır: Bronz çağı kurganları, demir çağı kurganları. Demir çağında Orta Asya’nın anılan bölgelerine, hep Türklerin oturmuş olduğu bilindiğinden, bu çağda yapılmış kurganların Türklüğe ait olduğu inkâr etmek mümkün değildi. Bronz çağına ait kurganlara gelince, bunlarda bulunan sanat eserlerine ayni motifler ve ayni teknik görüldüğü halde, bu eserlere Türk olmayan sahipler arandı. Şimdilik Sovyetlerin resmî ilmi bunlara “İskit sanat hazineleri” adını vermeğe münasip görmektedir.... 

DİPNOT:
62) Bir taraftan Rus İmparatorluğu’na tabi Türk kavimlerini hor görmeleri, bit taraftan da kazıların meydana çıkardığı yüksek medeniyete karşı duydukları hayranlık bu bilginleri mevcut tarihî ve ilmî gerçeği kabul etmelerini imkânsız kılmıştır. Söz konusu gerçeği itiraf etmemek için, bu bilginler kurnazca formüllere baş vurmağa mecbur olmuşlardır. Mikail Gryaznov adlı Rus arkeologu 1969 da fransızca olarak yayınlanmış “Güney Sibirya” (Editions Nagel, Genève) adlı eserinde bakın neler diyor: “Daha önceleri muayyen bir medeniyetin şu veya bu unsurunun hangi millete ve hangi ülkeye ait olduğunu tayin etmek büyük mesele teşkil ediyordu… 1939 dan sonra, bütün Sovyet arkeologları… araştırmalarını tarihî maddiyetçilik prensbi açısından yapmışlar ve bilhassa eski toplulukların ekonomik hayatının gelişme derecesini incelemeği hedef edinmişlerdir…” (s. 21, 24, 42) …. 

Göründüğü gibi, Orta Asya medeniyetinin Türk kavimlerine at olduğunu gizlemek için, bu medeniyeti yaratanların etnik menşei hakkında hiçbir şey söylemeksizin, onları sadece ekonomik gelişmeleri açısından incelemek modası icat edilmiştir. 

Arkeolog Gryaznov, bütün peşin hükümlerine rağmen, ilmî gerçeğin kırıntılarının kaleminden dökülmesine mani olamamaktadır… (Kurganların göz önüne serdiği ince medeniyetin Türklere ait olduğuna dair bu gerçek Yirminci Yüzyılın şüphesiz en büyük ilmî kazancıdır.) Sovyet bilgini şöyle demeğe mecburdur: 

“… en büyük keşif 1039–1940 yıllarında, Kopiona köyü civarında, Kırgız asilzadelerine ait zengin bir mezarın ortaya çıkarılması olmuştur. Bu mezar altından yapılmış önemli sanat eserleriyle doludur.” (s. 20) 

HERKES BİLİYOR Kİ, KIRGIZLAR HALİS TÜRKTÜR… 

Bilgin devam ediyor: 
“Kudirgede yapılan kazılar da çok önemlidir. Çünkü bunlar Altay Türklerinin kültür ve sanatının tetkiki bakımından yeni bilgiler getiren vesikalar sağlamıştır.” (s. 21) 

“1946 ile 1954 arasında, bu kitabın yazarı… ilk defa olarak Sibirya’da, bronz çağı, demir çağı ve Türk çağına ait ufak köyler bulmuştur.” (s. 22) 

SANKİ BU BÖLGELERDE TÜRK OLMAYAN ÇAĞLARIN BULUNDUĞUNA DAİR İLMÎ DELİL VARMIŞ GİBİ... 


Rus bilgini bir de şöyle demektedir: 
“... Altay’ın Pazırık tipindeki zengin kurganları (münasebetiyle...), Kisselev, ilk defa olarak, 1949 da, bunların İsa’dan önce 5 inci ve 3 üncü Yüzyıllara ait İskit sanatı olduğunu reddetmiştir. Çünkü bu kurganlarla Moğolistan’daki Hunların ve Karadeniz bozkırlarındaki Sarmatların kurganları arasında benzerlik bulmuştur.” 
(s. 39) 

HERHANGİ TARAFSIZ BİR ANSİKLOPEDİYİ 
AÇIP BAKACAK İNSAN 
SARMATLARIN 
TÜRK OLDUKLARINI ANLAYACAKTIR



ARKEOLOJİK DELİLLER Bölümü: ADİLE AYDA (pdf)




_______________TÜRK TARİHİ_______________









SARMATLAR, FİLİPPOVKA KURGANI




SARMATLAR, FİLİPPOVKA KURGAN 4, 2.GÖMÜ 
DEMİR KILIÇTAN DETAY , MÖ.5.yy

From 2004 to 2007, nine burial mounds were excavated at the Filippovka burial ground, located in the Orenburg region of Russia. The most significant burial is a huge royal kurgan (Kurgan 4) that was largely undisturbed. 

Excavation of this kurgan yielded burial goods of precious metals, examples of sophisticated Animal Style art, and important new information on burial ritual. A depiction of an Achaemenid king on an object found in Kurgan 15 suggests a burial date in the second half of the fifth century B.C.E.; other finds, however, suggest a fourth-century B.C.E. date. 

In either case, the burial belongs to the Early Sarmatian culture of the southern Ural region and provides significant information on the cultural origin of the southern Ural early nomadic population. The goal of this report is to introduce the finds to western scholars who may not have access to the Russian-language publications of this and other materials from Sarmatia.

PDF ADRESİNDE RESİMLERİYLE


Filippovka Kurganı- Demirden Kılıç

Filippovka Kurganı, altından Kolye


Filippovka Kurganı , altından kemer tokası, kaplan/aslan


Filippovka Kurganı, altından kılıç kemerinin tokası


Filippovka Kurganı


Filippovka Kurganı


Filippovka Kurgan 16 At ve İnsan kalıntıları ile
Kurgan 16 had a dromos corridor leading to a burial chamber with evidence of sacrifices of humans and horses.








___________TÜRK KÜLTÜRÜ______________



Seredniy Stoh ve Yamnaya Kültürleri / Seredniy Stoh and Yamnaya Cultures





Özet
Tarihçilikte Kurgan diye bilinen kültürün ön-şekli olarak kabul edilen ve bugüne kadar kökenleri pek çok tartışmaya maruz kalmış Seredniy stoh ve Yamnaya kültürlerinin yaratıcıları hususunda hakim olan bilimsel yargının onların bir Hint-Avrupa menşeine sahiptir görüşünü benimsemesine
karşın gerçekte bu halkın etnik aidiyetleri çözülmüş olmaktan uzaktır. Bu çetrefilli meseleyi başka bir açıdan değerlendiren Stetsyuk kendi araştırmaları neticesinde sözkonusu kültürlerin asıl sahiplerinin Türk dilli halk olduğu sonucuna varmıştır. 
Bu makalede yazar bahsolunan kültürlerin
en göze çarpan özelliklerine çok fazla ayrıntıya girmeden, yüzeysel bir şekilde değinmekte ve yazar, kesin bir şekilde Türkler’e atfettiği her iki kültürün ışığında 
Türk türeneğini Kuzey Karadeniz bozkırlarına
yerleştirmektedir.


Abstract
Although the preponderance of the scholarly judgement that pertains to the creators of Sredniy Stoh and Yamnaya cultures of which origins have subjected to many debates hitherto, considered to be proto-type of the culture known as Kurgan in historiography, sides with the notion that they had an Indo-European stock their ethnic identities are intrinsically far away from being solved. Stetsiuk who had evaluated this crux subject from an another perspective arrived at the conclusion that the main owners of the before-said cultures were people with 
Turkish language at the consequence of his respective researches. In this article, the author touches upon the most salient features of the mentioned cultures in the sketchy form without going into much detail and places 
Turkic urheimat in the northern Black
sea steppes in the light of both cultures he categorically attributes to the Turks.

....


Son zamanlarda kimi bilim adamları (örn. Osman Karatay, 2003) Eski Türklerin türeneğinin İç Asya olması fikrine şüpheyle yaklaşırken, Mario Alinei (2003) gibi başkaları da bu türeneğin Doğu Avrupa’da olabileceği ihtimalini dile getirmektedir.

Hakikaten, Eski Türkleri MÖ IV. ve III. binyıllarda Pontus bozkırlarında hüküm sürmüş Seredniy Stoh ve Yamnaya kültürlerinin yaratıcıları olarak görmek için sebepler vardır. Bu durumda Türkler Eski Hint-Avrupalıları Karadeniz bozkırlarından ve orman-bozkır kuşağından çıkmak zorunda bırakmış ve burada MÖ V. binyıl sonlarında kendilerine özgü Dinyeper-Donetz kültürünü yaratmışlardır. Bakır çağının Seredniy Stoh (Rusçada Sredniy Stog “orta kaya”) kültürü 1927 yılında Zaporijya şehri yakınlarında Dinyeper ırmağı kıyısında, kayalık bir tepe üzerindeki Seredniy Stoh mevkiinde yapılan kazı esnasında keşfedilmiştir. Ukraynalı bilim adamları sonraki kırk yıl içerisinde bu kültüre ait yaklaşık yüz yerleşim merkezi, mezarlık ve farklı kalıntı üzerinde tetkiklerde bulunmuşlardır. 

Bu maddi kültür öğelerinin yayıldığı bölge Dinyeper ile Don arasındaki bozkır sahasını ve de sol cenaha düşen Ukrayna ormanbozkır toprağının güney kısmını içine almaktaydı. MÖ IV. binyıl ortalarından III. binyıl ortalarında kadar yaşayan bu kültürün Dinyeper, Güney Donetz ve Don ırmağı havzalarında yerli biçimleri ortaya çıkmıştır.

SS (Seredniy Stoh) kültürüne dair bir makalenin yazarı olan D. Telegin, bu kültürün köklerinin oldukça belirsiz olduğunu söylemiş, fakat Hint-Avrupalılar tarafından yaratılmış olduğunu düşünmüştür. Bu görüş bugüne kadar akademisyenler arasında hâkim olagelmiştir. Fakat biz bahsi geçen sahaya o dönemde Türk kabilelerinin yerleşmiş olduklarını bilmekteyiz. 

Dolayısıyla, bu makalede arkeolojik verileri bu kültürün Türk menşeli olduğunu teyit eden dilsel malzemeyle birleştirmeye çalışacağız. SS kültürü o dönem Doğu Avrupa’daki öteki kültürlerden kendini açıkça farklı kılan kimi kesin, ortak özelliklerle tanımlanır: Çömlek işçiliğinde deniz kabukları ezilip öğütülmek suretiyle kap, kâse ve kadeh yapımında kullanılan çömlekçi çamuruna katılırdı. Kap ve kâseler kendi toplam yüksekliklerinin 1/3 yahut 1/4’üne ulaşan geniş bir boyuna sahipti ve büyük bir kısmı da delikli, şeritli süslemelerle bezenmekteydi. 

Kapkacakların kenarları değirmi tabanlı koni şeklinde olup, insan ve hayvan heykelleri gibi bazı sanat eserleri de balçıktan yapılırdı. El araç-gereçleri ve silahlar çakmaktaşı, taş, kemik ve boynuzdan imal edilirdi. Bu aletlerin ezici çoğunluğunu, büyük çakmaktaşı plakalarından yapılma ve genelde 15-18 cm boya sahip bıçaklar temsil etmektedir. 

Ok ve kargıların uç kısımları 1,5 ile 4 cm arasında bir uzunluğa sahiptir. Baltalar oval sopa biçiminde çakmaktaşından yapılmaktaydı. Boynuzdan imal edilen malzemeler arasında savaş baltaları, kazmalar, zıpkınlar ve balık tutmada kullanılan kancalar da yer almaktadır. Çekiçler ve kazmalar Kuzey Kafkasya’daki Maykop kültürüyle (Dinyester ve Güney Bug havzasındaki) Tripolye kültürünün örnekleriyle paralellik taşır, ancak Doğu Avrupa’nın kuzeybatı kısmının boynuzdan yapılma benzerlerinden oldukça farklıdır. 

Baltaların tamamı kulp olarak işlev gören yuvarlak bir deliğe sahipti ve de silah olarak kullanılmaktaydı. Bakırdan ziynet eşya, çok nadiren de baltaların yapımında faydalanılırdı. Bu element üzerinde yapılan kimyasal analizler onun zaman zaman Balkan kökenli olduğuna işaret etse de, bakır nesnelerin büyük bir kısmının imalı bu alanda gerçekleştirilmiştir.

Arkeolojik verilere bağlı kalındığında SS (Ahşap-mezar) kültürü insanının iktisadi yapısının hayvancılığa bağlı bir karaktere sahip olduğu, en başta da at yetiştiriciliğine dayandığı görülür. Kimi sahalarda gerçekleştirilen kazılarda ele geçen kemiklerin sayısına bakılırsa, at tüm evcil hayvan varlığının yarısından fazlasını oluşturmakta ve boynuzdan yapılma eğer bulgularının kanıtladığı gibi, esasen binit olarak kullanılmaktaydı. (1) 

Biniciler at sürülerini atlı çobanlar olarak daha kolay ve etkili bir şekilde kontrol edebilmekteydi. Bu nedenle at sürüleri sayıca kalabalık olabilmekteydi. Türk halkları arasında at yetiştiriciliğinin geniş manada gelişimi dilsel verilerle de doğrulanmaktadır.

Ortak Türkçe kelimeler arasında at için iki kelime mevcuttur; beygir ve kısrak da ayrı kelimelerle ifade edilir. Bu kelimelere ek ve bunlardan farklı olarak binici, kırbaç, yular, üzengi, toynak, rahvan, yele, eğer vb. kimi adlar için de ortak kelimeler bulunmaktadır. Vahşi atlar Herodot döneminde bile Karadeniz bozkırlarında mevcuttu. Sonuçta, atların ilk olarak burada Eski-Türkler tarafından evcilleştirildiğini öne sürmek için her türlü neden vardır. (2) 

Dinyeper’in sağ yakasındaki Türklerin komşuları Tripolye’lilerin vahşi atlarla tanış olmalarına karşın, at Türkler tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Zaten Tripolye’lilerin iktisadi yaşamında at çok küçük bir yer tutuyordu.

Dinyeper ve Don ırmaklarıyla bu ırmakların ayakları mersin, turna,
levrek, yayın ve diğer balık türleri açısından oldukça zengindi. Bu nedenle, balıkçılık SS insanı için özel bir öneme sahipti. İnsanlar boynuzdan yapılma kancaları olan oltalar, ağlar, balık yakalama tuzakları ve balıkçılık sepetleri kullanırlardı. SS kültürünün ortaya çıkartılan pek çok yerleşim merkezindeki yemek kalıntıları içerisinde bol miktarda yayın balığı puluna rastlanmıştır.
Yayın balığı isminin çortan, çöke, süyrük, sazan vb. diğer balık isimleri gibi pek çok Türk lehçesinde yaygın bir şekilde bulunuşu ilginçtir. 

Tersine, Hint- Avrupa dilleri balık türleri için ortak adlandırmaya sahip değildir ve bu diller kimi isimleri Türkçeden ödünç almıştır. Örneğin, Doğu Slavca sazan, abak Türkçe menşelidir. Latince sarda, sardina da köken itibariyle Türkçe ortan’dan gelmiş gözüküyor. Tüm bunlar Türkler arasında uzunca bir geçmişe sahip olan balıkçılık geleneğinin Eski Türk topluluğu dönemine kadar gittiğine delil teşkil etmektedir. Bu sebepten Türklerin türeneği İç Asya’nın susuz bozkırlarına yerleştirilemez.

Sonrasında Avrupa’nın geniş bir alanına yayılan meşhur şeritli çömlek süslemeciliği ve savaş baltaları ilk kez SS kültür çevresinde ortaya çıkmıştır.

Bilim adamları SS kültürünün, oluşumunda ana unsur olduğu Pit (oymamezar) kültürüyle yakın bir genetik ilişki içerisinde bulunduğunu bilmektedirler.

Eski Pit (oyma-mezar) tarihsel-kültürel bölgesi, dini imgelem yakınlığı ve sosyal ilişkiler sisteminin, aynı sosyal ve iktisadi gelişmişlik seviyesinin, maddi ve manevi kültür oluşumunda mevcut ortak genetik özelliklerin hakim oluşunun (defin geleneği, çanak-çömlek şekilleri ve süslemeciliği) ve meskun saha bütünleşmesinin birbirine bağladığı Erken Bronz çağındaki Doğu Avrupa kabilelerinin ilk birliğiydi. (3)

Kimi bilim adamları Pit, SS ve diğer kültürleri sözde tek bir Kurgan
kültürüne dâhil ederler. Fakat ilk kurganlar ancak SS (ahşap-mezar) kültürünün geç döneminde ortaya çıkmıştır. Mezarların görünüşü SS (ahşap-mezar) kültürü kadar iyi ve neredeyse aynı olarak kalmasına karşın, mezarlar üzerine defin tepeciklerinin yaygın şekilde yapımı ancak Pit (oyma-mezar) kültürü döneminde gelişmiştir. 

Mezarlar toprak içine inşa edilir ve en üst kısmı taş ve ağaçlarla tekrar kapatılırdı. Kabuk, kamış ve dallarla duvarlar örtülür, zemin üzerine kamış, kabuk ve bazen hasır serilirdi. Mezarlar tek, seyrek durumlarda da çift kişilikti. Ölüler değişik yönlerde ayakları dizlerinden bükülmüş şekilde sırt üstü gömülürdü, fakat çoğunlukla baş güneşin doğduğu tarafa (mevsimine göre doğu ya da kuzey-doğu yönünde) çevrilirdi. Ölüler sıklıkla aşı boyasıyla boyanırdı. Baltalar, kaplar, süslemeler, çakmaktaşından yapılma kimi aksesuarlar medfunun yanına bırakılırdı. Mezarlarda çok nadir de olsa bakır malzemeler vardır. 

Günümüzdeki kurganlar 1-1,5 m arasında bir yüksekliğe sahiptir. Nadiren bu yükseklik 3-4 m’ye varmakta ve çok seyrek örneklerde 5-6,5 m’yi bulmaktadır. Çap ise yükseklikten yaklaşık on kat daha fazladır. Kurganların bir asimetrik kesiti alındığında, rahatlıkla İskit kurganlarından ayırt edilebilmektedirler. Bu asimetri zaman içerisinde doğal etki altında ortaya çıkmıştır. Bir kurgan içinde farklı dönemlere ait mezarlar olabilmektedir.

Bazen bu mezarların sayısı 10’a, hatta 15-16’ya kadar varmaktadır. Kurganların büyüklüğü ölünün sosyal statüsü konusunda tanıklıkta bulunmaktadır. Büyük kabile birlikleri hali hazırda otoriter önderlere sahipti. 

Zaporojya bölgesindeki Vasylivka köyü yakınlarında oldukça büyük bir kurganda bulunan zengin eşyalarla teçhiz edilmiş mezar bu iddiayı doğrulamaktadır. Taş bir asa bedenin hemen yanı başına konulmuştur ve bu, Mısır firavunları ve Mezopotamya yöneticilerinde olduğu gibi medfunun bir kabile reisi ve aynı zamanda önemli bir dini lider olduğunu teyit etmektedir. Asa gücün işareti olabildiği gibi, din/büyü maksadıyla da kullanılabilmekteydi. (4) 

Kazılar, SS insanının uzun kafa yapısının baskın olduğu Avrupai ırka mensup olduğunu göstermektedir. SS (ahşap-mezar) kültürü temelinde gelişmiş Eski Pit (oyma-mezar) kültürü MÖ 2500’lü yıllardan 1900’lü yıllara kadar yaşamış ve SS kültürü kadar geniş bir alanı içine almıştır.

“Pit kültürü kalıntılarının yayıldığı saha oldukça geniştir. Doğuda Orenburg, Magnitosk bölgeleri ve Emba ırmağına ulaşmakta, güney yönünde yayıldığı sınır Terek nehrine kadar devam ederek Azak denizinin tüm kıyılarını takiben Kırım’ın iç kısımlarına sokulmaktadır. Kuzeydeki kalıntıları Orman-Bozkır kuşağında mevcut olup, Dinyeper kıyısındaki Kiev ile Don ırmağının kaynak kısımları ve Volga üzerindeki Samara kıvrımına kadar varmaktadır. Batı sınırı ise Güney Bug ve Dinyester arasındaki sahada kaybolur”. (5)

İlk başta SS kültür ileticilerinin batı yönünde, Tripolye kültür sahasına yalnızca belirli sızmaları söz konusuydu. Bu halk Sinyukha ve İngulet nehirlerine varmıştı. (6) Belki, kimi zaman Tripolye çömlekçiliğinin balçık çamurunda, ezilmiş kabuk ya da kum karışımı bulunduran SS (ahşap-mezar) kültür çömlekçiliğine benzemesinin de doğrulayabileceği gibi, onlar daha ileriye, Orta Dinyester’e kadar gelmişlerdi. Açıkça, türeneklerinden ayrılan Türk kabilelerinin ilki olan bu insanlar Bulgarlar ve günümüz Çuvaşların atalarıydılar. (7)

Eski Türklerin geriye kalanı uzunca bir müddet kendi türeneklerinde kaldılar. Dilleri karşılıklı yakın temas içinde gelişti ve Eski Bulgarcada mevcut olmayan kimi ortak özellikler kazandı. Bu nedenle Çuvaş dili diğer Türk dillerinden ayrı bir dilmiş gibi durmaktadır.

Pit kültürünün seviyesi, mezarlarda metalden yapılma sanat eserlerinin çok nadir olmasına karşın, SS kültürü kadar yüksektir. Besbelli, eski madeni araç gereçler eritilerek yenilerini elde etmede kullanılmıştır. Pit halkının metalurji faaliyeti, alaşımlı karışımı olmayan, Güney Ural ve Kafkaslardan çıkarılan bakırın kullanımına dayalıydı. Pit halkı kendi topraklarının doğusunda, koyun yetiştiriciliğinin iktisadi yapılarında egemen olduğu büyükbaş hayvancılıkla uğraşan kabilelerle temasa girdiler. Doğu Avrupa’nın Neolitik kabileleri arasında koyun yetiştiriciliğinin yaygınlaşması, doğal çevrenin koyun evcilleştirilmesi için uygun olduğu Hazar denizi havzasının güney ve doğu kesimleri kaynaklı kültürel ve iktisadi etkilerle bağlantılıdır. Beslenilen koyunlara gösterilen itina semeresini daha fazla yavru olarak vermiş ve susuz bozkırlarda uzun mesafeli yolculukları katlanılır hale getirmiştir. Türk kabileleri arasında koyun yetiştiriciliğinin gelişmesi Avrasya bozkırlarına hükmetmede karar verici bir rol oynamış Eski Pit kültürünün oluşumunu sağlayan etmenlerden biriydi. (8) Böylece bozkırların nüfusu artan hızla çoğaldı.

M.Ö III. binyıldan itibaren Pit halkının Tripolye kültürünün sol yakasından Dinyester havzasına kitlesel geçişi başladı. Bu, kimi özellikleri açıkça Pit kültürüne has, Tripolye kültürünün Usatovo grubunun varlığıyla da doğrulanmaktadır.

Pit insanı yeni yerleşim sahalarında kendi geleneklerini kaybetmediler. Ivano-Francovsk bölgesi Nezvisko köyü yakınlarındaki defin sahasında, diğer kalıntıların yanında, ayakları dizlerinden bükülmüş, sırtı yere gelecek şekilde gömülü bir erkek adam iskeleti bulunmuştur. Bu duruş şekli kurgan kültürüne özgüdür. Keza kurgan defin töreni Tripolyeliler arasında yaygındı. (9)

Dinyester havzasındaki Pit halkının bir kısmı daha da kuzeybatıya, Orta Avrupa’ya göç etti. Atı binek aracı olarak kullanarak hızlı bir şekilde uzak mesafelere yerleştiler. Yerli halklar üzerinde kültürel etkide bulunup, yeni kültür sahaları oluşturdular. Onlar tanınmış şeritli seramik kültürlerinin bir kısmının yaratıcılarıydılar. Bu halkın Hint-Avrupa kökenli olduğuna dair bir görüş vardır, fakat son araştırmalar onların Eski Türkler olduğunu göstermiştir (Stetsyuk, 1998). 

Bu alandaki Pit kabilelerinin göçünde büyük Tripolye yerleşmelerinin ortadan kalkmasının nedenini açıklayacak hiçbir veri yoktur. Mesela, Pit kabileleri burada ortaya çıktıklarında Tripolyeliler halihazırda Güney Bug havzasında yoklardı. (10) 

Tripolye kültürü baskın bir şekilde bu zamanda etkinliğini kaybeden tarıma dayalıydı. Göçebe koyun ve sığır yetiştiriciliği bozkırın kaynaklarından daha iyi istifade olanağı sağladığından, rençperlikten daha fazla verim getirmiştir. Göçebe yaşam şekline geçişi Pit ve Tripolye halklarının karşılıklı asimilasyonu izlemiş, artan nüfusla birlikte tarıma geçiş kaçınılmaz hale gelmiştir. Yaklaşık beş yüzyıl içinde Orta ve Yukarı Dinyester bölgesindeki nüfus tekrar yerleşik yaşam tarzına dönmüştür. Bu mıntıkada inkişaf etmiş Orta Bronz çağı Kamorov kültürünün arkeolojik bulguları, yerleşik tarımcılık ve hayvan besleyiciliğin, yerli nüfusun ekonomisinin temelini oluşturduğunu öğütlemektedir.

Bundan başka, Pit halkının büyük bir kısmı Don’u geçip Volga havzasına, Kuzey Kafkasya’ya ve öteye, Kazakistan bozkırlarına yayıldılar. Bunlar Oka ve Volga havzasındaki Fatianova ve Balanova kültürlerinin yaratıcıları olabilirler.

Bu kültürler savaş baltası şeritli seramik kültürlerinin bir başka şekli
olarak kabul edilir. Balanova kültürü M.Ö. II. binyıl boyunca kabaca günümüz Tataristan topraklarında var olmuş, yerli halkın iktisadi ve kültürel gelişimine ekseriyetle tesirde bulunmuştur. (11) 

Muhtemelen Balanova kültürünün yaratıcıları şimdiki Kazan Tatarlarının atalarıydılar. Kazakistan içlerine yayılan Eski Türk Pit kabileleri bu alan içinde Andronova kültürünü yarattılar. Burada İç Asyalı halklarla karışıp kaynaştılar.

“Güney Sibiryalı halk grubu İç Asyalı Mongoloid gruplarla Paleo-Avrupalı türün temsilcilerinin (özellikle Bronz çağında Güney Sibirya’da ve Kazakistan’da yayılmış Andronova kültürü nüfusunun) karışımının ürünüydüler”. (12)

Bir diğer çalışma Moğolistan topraklarında tâ M.Ö III. binyıl sonlarından beri iki büyük bağımsız kabile birliğinin var olduğunu ortaya koymuştur. Bu birliklerden biri, doğu kesimini oluşturanlar, Mongoloid nüfusla ilişkiliydi.

Ötekisi, yani batı kısmını temsil edenler ise Avrupai kökene sahipti. Tüm Türk dili konuşan halkların muhtemelen yeni antropolojik grupları kendi bünyelerine çekerek fiziki manada değişime uğramasına karşın, Türk sahasının batı kesimini oluşturan topluluklar Mongoloid unsurlarla melezleşmeden uzak kaldılar. Bu Türkler yalnızca Orta Asya, Anadolu ve Doğu Avrupa’daki öteki Avrupai tiplerle karıştılar.


Dr.Valentyn Stetsyuk, Dilbilimci-Tarihci, Lviv, Ukrayna.
Çev: Fatih Şengül, 
Akademik Bakış, 223,Cilt 1, Sayı 2,Yaz 2008


__Dipnot

1) Archaeology of Ukrainian SSR, 309.
2) Atlı kültürün Türklerin icadı olduğu yönünde V. Stetsyuk’un varmış olduğu bu sonuç çok daha önce W. Eberhard ve W. Koppers gibi batılı akademisyenler tarafından kabul edilmişti. Ancak yazar diğerlerinden farklı olarak at yetiştiriciliğinin Orta Asya’da değil, Ukrayna topraklarında neşet ettiğini öne sürmektedir ki, bu bize göre de en iyi açıklamadır. Günümüzde Liège Üniversitesi’nden ön-tarihçi Marcel Otte, Brest Üniversitesi’nden dilbilimci Jean Le Dû, Halle/ Saale Üniversitesi’nden ön-tarihçi Alexander Häusler, Utah-Salt Lake City Üniversitesi’nden kişibilimci Henry Harpending, Roma’dan tarihçi Paolo Galloni, Nice Üniversitesi’nden dilbilimci Philippe Dalbera, Molis Üniversitesi’nden dilbilimci Gabriele Costa, Stendhal de Grenoble Üniversitesi’nden dilbilimci Michel Contini, Bologna Üniversitesi’nden dilbilimci Franco Cavazza, Bologna Üniversitesi’nden filolog Francesco Benozzo, Valencia Üniversitesi’nden dilbilimci Xaverio Ballester ve Utrecht Üniversitesi’nden emekli dilbilimci Profesör Mario Alinei’den oluşan akademisyen topluluğu uzun ve hararetli tartışmalardan sonra atlı kültürün Türklerin icadı olduğu ve Seredniy Stoh (ahşap-mezar) ile Pit (oyma-mezar) kültürlerini Altay kabilelerine atfederek bu kültürlerin yaratıcıları olarak Türklerin görülmesi gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. Bu konuyla alakalı olarak makale sonunda bir harita mevcuttur (Çevirmenin notu).
3) Shaposhnicova O.G., Fomenco V.N., Dovzchenco N.V., 1986, 5.
4) Kubyshev A.I., Nechtaylo A.L. 1988, 116-117.
5) Arheologiya Ukrainskoy SSR, 1985, 337.
6) Telegin D.Y. 1973,12.
7) Stetsyuk, Ön-Bulgarların kökenini İskitlere bağlamaktadır. Yazarın kendi araştırmaları neticesinde vardığı bu sonucu destekleyecek kimi yazılı kaynaklar da mevcuttur. Çuvaşlar dilsel açıdan her ne kadar Ön-Bulgar dilinin devamı gibi gözükse de, bu durum köken itibariyle Çuvaşları doğrudan Bulgarlara bağlamamıza olanak tanımamaktadır. Peter B. Golden’ın da haklı olarak belirttiği gibi, Çuvaşçayı Bulgarcayı da içine alan Ön-Türkçe bir kökenden getirmek bu bağlamda daha iyi bir açıklama olacaktır (Çev. notu).
8) Masson V.M., Merpert N.Y., 1982, 238.
9) Mason V.M., Merpert N.Y., 1982, 212, 230.
10) Shaposhnikova O.G., Fomenko V.N., Dovzhenko N.D. 1986, 59.
11) Bader O.N., Khalikov A.K., 1976,41.
12) Alekseev V.P. 1974, 85.

Dr.Valentyn Stetsyuk, Dilbilimci-Tarihci, Lviv, Ukrayna. 
Stetsyuk, Türklerin türeneğinin Doğu Avrupa olduğu tezinin günümüz bilim dünyasındaki en önde gelen savunucusudur. Yazar aynı zamanda Ön-Bulgarların kökeninin İskitlerden geldiği görüşüne kesin bir şekilde inanmaktadır.


___Kaynak

*ALEKSEEV V.P. (1974). Geografia chelovecheskikh ras, Moskva.
*ALINEI Mario (2003). “Interdisciplinary and linguistic evidence for Palaeolothic contunuity of Indo-European, Uralic, and Altaic population in Eurasia, with an excursus on Slavic ethnogenesis”. http://www.continuitas.com/interdisciplinary.pdf
*Arkheologia Ukrainskoy SSR (1985). Tom 2, Kiev.
*BADER O.N., Khalikov A.K. (1976) “Balanobskaya kultura i yeye sviazi v Povolzhie”, Problemy arkheologii Povolzhia i Priuralia. Kuybyshev.
*KARATAY Osman (2003). İran ile Turan: Hayali Milletler Çağında Avrasya ve Ortadoğu.Ankara.
*KUBYSHEV A.I., Nechtaylo A.L. (1988). “Kremnievyi inventar Vasievskogo kurgana”, Novye pamiatniki yamnoy kultury ctepnoy zony Ukrainy. Kiev.
*MASSON V.M., Merpert N.Y. (1982). Arkheologia SSSR. Eneolit SSSR. Moskva.
*NOVGORODOVA E. A. (1981). “Ranniy etap etnogeneza narodov Mongolii”,
Etnicheskie problemy istorii Tsentralnoy Azii v drevnosti. Moskva.
*SHAPOSHNIKOVA O.G., Fomenko V.N., Dovzhenko N.D. (1986). Yamnaya
kulturno-istoricheskaya obshchnost (Yuzhnobugskiy variant). Kiev.
*STETSYUK Valentyn (1998). Doslidzhennia peredistorychykh etnogenetychnykh procesiv u Skhidiy Evropi. Lviv-Kyiv.
*TELEGIN D.Y. (1973). Seredniostohivska kultura epokhy midi. Kyiv.
*TELEGIN D.Y. (1976). “Ob absolutnom vozraste yamnoy kultury”, Problemy arkheologii Povolzhia i Priuralia. Kuybyshev.


NOT:
The Horse, the Wheel, and Language: How Bronze-Age Riders from the Eurasian Steppes Shaped the Modern World, 2007 book by David W. Anthony, which won the Society for American Archaeology's 2010 Book Award

The book explores the origins of Indo-European languages (now spoken by three billion people) in the context of the domestication of the horse and invention of the wheel. The relevant archaeological evidence for the early origins and spread of the Indo-European languages is examined, giving support to a version of the Kurgan hypothesis. A key insight is that early expansions of the area in which Indo-European was spoken were often due to "recruitment" (originally to a way of life in which intensive use of horses allowed herd animals to be pastured in areas of the Ukrainian / South Russian steppe outside of river valleys), rather than due only to military invasions. According to Anthony's researches, the earliest effective domestication of horses occurred in approximately the same period and geographical area where the Indo-European languages started to spread. The splitting off of the major branches of Indo-European (except perhaps Greek) can be correlated with archaeological cultures showing steppe influences, in a way that makes sense chronologically and geographically in light of linguistic reconstructions.(wiki)

VE
YAMNA CULTURE (İÇİN TIKLAYIN)


YUKARIDAKİ KİTAP VE YAMNA KÜLTÜRÜNÜ, HİNT-AVRUPA KÜLTÜRÜNÜN ORİJİNİDİR DİYE TANITIYORLAR. TÜRK KÜLTÜRÜNÜ YOK SAYANLARA DA ÖDÜL VERİYORLAR ! 

AT, KURGAN, AT-ÇADIR-ARABA KÜLTÜRÜ TÜRK KÜLTÜRÜDÜR.
DİLLERİ BİLE TURANİDİR.



ANLAYIN ARTIK , 
BATI TÜRK'E KARŞIDIR, 
SAHİP ÇIKALIM !


SB.



________________TÜRK TARİHİ_________________














9 Ekim 2013 Çarşamba

Hippos İle Hippace







Bugüne dek, Sarmatların dilinde kısrak sütünden hazırlanan bir çeşit peynir anlamına gelen “hippace” sözcüğünün kökenbilimsel açıklaması, sözde Yunanca olduğu söylenen at manasındaki “hippos” sözcüğü ile “hippace” nin ilk hecesi “hipp” arasındaki sesçil ve manasal benzerlik dikkate alınmadan yapılmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada, “hippace” sözcüğünün dilbilimsel çözümlemesi hem sesçil hem de manasal açıdan “hipp” sözcüğü temelinde yapılacak ve de yazılı kaynaklarda bahsi geçmeyen at için İskitçe sözcüğün ne olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. 



Miladi 460 yılında dolup miladi 377 yılında hayata gözlerini yuman tıbbın  babası Hippokrates kendi dönemi içerisinde Karadeniz’in Kuzey bozkırlarında yaşayan kurgan kültürü taşıyıcıları İskit ve İskit soylu halkları yakından gözlemlemiş ve izlenimlerini “Havalar, Sular ve Mevkiler” adlı kitabına aktarmıştı. Oluşturduğu kitapta yazar bu göçebe topluluklar ile alakadar oldukça ilginç bilgiler nakletmektedir. Naklettiği bilgiler arasında İskitlerin arabalar üzerinde yaşadıklarını, bu arabaların üzerlerinin keçeyle kaplı olduğunu, arabalarının bazılarının iki bazılarının da üç odasının bulunduğunu, bunların yağmura, kara ve yele karşı korunaklı olduklarını bildirmekte, kadın ve çocukların arabalarda erkeklerin ise at üstünde onların yanında gittiklerini belirtmektedir.(1)

Hakikaten, Hippokrates’in İskit soylu halklar üzerine intibâlarını içeren bu  ifadeler öteki Türk toplulukların yaşam tarzları ile bire bir örtüşmektedir. Yazar bu ifadelerinden bahsederken bir yerde de İskitlerin pişmiş et yiyip, kısrak sütü içtiklerini bu sütten de “Hippace” adında peynir yaptıklarını kaydeder. (2)

Bu makalenin bir nevi temelini oluşturan, İskit topluluğu Sarmatların dilindeki “Hippace” sözcüğünün kökenbilimsel açıklamasına yönelik şimdiye dek farklı önermelerde ve teşebbüslerde bulunulmuştur. Lâkin, bu önerme ve teşebbüslerin hiçbiri sözcüğün Karaçay-Malkar Türkçesinde “lor peyniri” manasını taşıyan “hüppegi bışlak” (3) biçiminden daha tatminkâr bir açıklama ortaya koymamıştır. 

İskitlerin İrani olduğuna inanan çevreler bahsi geçen sözcüğü 
İskit’lerin günümüzdeki güyâ, daha doğru bir tabirle hayali bâkiyeleri Oset’lerin lisanındaki “hippak” (“inceltilmiş lapa”) (4) kelimesiyle doğrudan ilintileme teşebbüsüne girişirler. 

Fakat, ortaya atılan etimolojik eşleştirme sesçil açıdan uygun bir bağlantı oluştursa bile manasal açıdan “hippage”’ye oldukça uzak durmaktadır. Şimdi bu sözcüğü daha farklı bir açıdan ele alıp, inandığımız görüş doğrultusunda yeni baştan izâhını yapacağız. 

Bugüne kadar, adı geçen kelimeyi değişik dillerde kökenbilimsel açıklamasını yapma uğraşı içerisinde olanların çoğunluk itibariyle dikkate almadıkları bir nokta var. 

O da; Yunanca hippos (“kısrak”) ile Sarmatların dilindeki hippace
(“kısrak sütü”)’nin ilk hecesi “hipp” arasında bir sesçil ve manasal koşutluk  ihtimalidir. Bu olasılık üzerinde durmamızı öğütleyen bir başka veri de Hippokrates’ten en az üç ya da dört yüzyıl önce yaşamış bir diğer Yunanlı yazar Homeros’un meşhur İlyada destanında adı geçen, İskitya kabilelerinden biri olan “hippemolgolar” (5) yani “kısrak sütü sağanlar” ifadesindeki hippe (“kısrak”) hecesidir. 

Görüldüğü üzere üstteki üç örnekte bir şekilde “kısrak” sözcüğüyle 
bağlantılı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da doğal olarak “Hippace” sözcüğünün ilk hecesi “hipp” ya da daha uygun bir ifadeyle “hippe”’nin “kısrak” ile manasal ilişkiye sahip olup olamayacağını eğer sahipse “hippos” (“kısrak”) sözcüğünün Yunancaya mal edilip edilemeyeceğini tartışmaya açık hale getirecektir. 

Belki ilk bakışta “hipp” hecesinin Yunanca’ya menşeili olabileceği ve  dolayısıyla da İskitçe sözcüğün esasen Yunanca bir ödünçlenme olduğu dillendirilebilir. Lâkin, Yunanlılar gibi eski dünyanın yerleşik, tamamıyla göçebe yaşam tarzına âşinalığı bulunmayan, böylesi bir kültürle haşır neşir olmayan bir halktan “atcılık” dünyasına yönelik terimleri icat edip sonrasında da bu terimleri atlı-göçebe kültürün en başı çeken temsilcilerinden İskitlere ödünç vermiş olabileceği kabul edilemez. 

Buna ilâveten, Yunanca “hippos” sözcüğünün Yunanca olamayacağını doğrulayan elimizde kimi deliller var. 

Sözgelimi; bu Grekçe sözcük Hint-Avrupa dillerinde bir yaygınlığı olmamasına karşın Uralca ve Türk lehçelerinde pek çok denkliğe sahiptir. 

Mallory, Ön Hint-Avrupa topluluğunda “at” ile alâkalı listesinde Luvi dili  hiyerogliflerindeki a-su-wa; Mitannice a-as-su-us-sa-an-ni (at terbiyecisi),  Sankskritçe asva; Avesta dilinde aspa; Toharca A yuk; Toharce B yakwe; Mikence i-qo; Yunanca hippos, Latince equus; Venetçe eku; Eski İngilizce eoh; Galce epo; Eski İrlandaca ech; Litvanyaca –asva “kısrak” (6) gibi bir dizi kelime sıralarken -ki burada hippos’a yakın bir sözcüğe rastlanılmaz- aynı konuya doğrudan olmasa da bir çalışmasında değinen Stetsyuk ise modern Yunanca ippos sözcüğü için Hint-Avrupa dillerinde doğru dürüst hiçbir koşutluk bulamaz, bununla beraber sözcüğü Ural-Altay ve kimi Hint-Avrupa biçimleriyle aynı kökten getirtir. 

Yazar, Yunanca sözcüğün Ural-Altay dillerindeki benzerliğini yakalamışsa  da “hippos” sözcüğünün Yunanca olamayacağına yönelik bir sav geliştirememiştir. Ona göre Ermenice yi “at”, Latince equa, Romence iapa “kısrak” ~ Ortak Türkçe yabu, yabutaq, yavdaq “at, eğersiz at” bunların günümüzdeki biçimlerini koruyan Türkmence yabu, Çuvaşça yupax, Özbekçe javdaq ~ Vepsce hebo, Estonyaca hobu, Fince hebonen “at”vb. hepsi ortak bir kaynaktan gelmektedirler. (7)

Bu şekillere Altayca caba ve cabaga (“iki yaşına varmamış tay”) (8 kelimelerinin de eklenilmesi mümkündür. 

Mallory’nin listesinde bir bakıma Yunanca “hippos”’a en yakınmış gibi  duran sözcüklerin Romence iapa ve Galce epo sözcükleri olduğu söylenebilir ancak bu iki kelime dahi Hint-Avrupa’lılara ait dilsel malzeme olarak alınamaz. 

Çünkü, aynı sözcüklerin “at” anlamını veren Kırgızca be, Teleütçe pee Anadolu’da kullanılan pay vb. bir dizi Türkçe koşutluğu mevcuttur. 

Dolayısıyla, Romence ve Galce’deki biçimler Türk lehçelerindeki denklikler dikkate alınmadan Hint-Avrupa dil ailesine aitmiş gibi gösterilemez ve Yunanca hippos’un günümüzdeki karşılıkları olarak değerlendirilemez. 

Görülebildiği gibi, Avrupa dillerine mal edilen pek çok dilsel malzemenin  esasında Ural-Altay dilleriyle özellikle de Türkçe ile bağlantısı mevcuttur. 

Aynı şekilde, “hippace” sözcüğünün en yakın sesçil ve manasal karşılıkları HintAvrupa dillerinde değil Ural-Altay biçimlerindedir. Dahası, Yunanca “hippos” için önerilen kökenbilimsel açıklama ise Latince equa’dır (9) ki, böylesi bir iddia sesçil açıdan hiçbir biçimde kabul edilemez. 

Kısacası, sözcüğün Yunanca olabilmesi neredeyse imkansızdır. 

Ana İskit grubunun daha Doğu Avrupa topraklarına varmasından çok evvelinde bir İskit topluluğunun Ukrayna arazisi içerisinde var olduğuna kesin inanan ve Kimmerlerin Doğu Avrupa coğrafyasında yaşadığı fikrini kuşkulu bulan biri olarak şahsi düşüncemiz; “hippemologolar” adıyla anılan topluluğun Se-redniy Stoh olarak isimlendirilen, Ön-İskit grubu olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz bir atlı kültürün sonraki dönemdeki bakiyeleri olduğu yönündedir. 

Gerçekten de, “hippace”’nin bizlere açtığı ufuk öylesine geniştir ki, sözcük Kimmerlerin Ukrayna bozkırlarının en eski ve yerli ahalisi olduğunu ısrarla savunan, başını Terenozkin’in çektiği bilim kesiminin savlarına gölge düşürmektedir. 

Çünkü şu an itibariyle Kimmerlerin dilinde “at” için hangi sözcüğün kullanıldığını bilmememize mukâbil “hippace” sözcüğü bizlere İskitlerin lisanında “at” için kullanılan bir kelimeyi hediye etmektedir. Eğer “hippe” ya da “hipp” kelimesini muhatap olarak alıp, Doğu Avrupa topraklarında Kimmerlerin mi yoksa İskitlerin mi yerli ve daha eski bir topluluk olduklarını belirleme teşebbüsüne girişirsek ibre İskitlere doğru kaymaktadır. 

Dahası, “hippe” sözcüğü İskitlerin diline ait yegâne dilsel kaynağımız olan Herodot’tan çok daha öncesinde Homeros’ta geçmesi vesilesiyle şu an itibariyle bilinen en eski İskitçe sözcüğü oluşturmaktadır. 

Ve hatta bu sözcüğün kökenini çok daha ötelere Miladi IV. binyıl ile III. binli yıllarda Doğu Avrupa coğrafyasında atlı kültürü başlatan kurgan grubu (Seredniy Stoh) kültürünün zaman dilimine kadar götürebilmek mümkündür. 

Seredniy Stoh kültürü Doğu Avrupa coğrafyasında “atlı - kültür” kimliğiyle ortaya çıkan ilk kurgan toplululuğunu teşkil eder. Sonrasında, bu kültür halefi olarak Yamnaya kültürüyle kendi varlığını kabataslak bir biçimde çizilecek olursa doğuda Urallara batıda ise Romanya civarlarına kadar 
hissettirmiştir. (32)

Yunanca ve hiçbir zaman bir atlı kültüre sahip olamayan Ural 
topluluklarının dilleri arasında hippos sözcüğünün kimi biçimlerde hali hazırda bulunuğu Yamnaya kurgan kültürü taşıyıcılarıyla bu iki farklı coğrafyayı paylaşan halklar arasında yaşanan temas dönemlerinin hatırasını taşıdığı yönünde atılacak olan bir sav çok daha cezbedici durmaktadır. 

Yamnaya kültürü yaklaşık miladi 2500 ile 1900 yılları arasında hüküm sürmüştür. (33) Hippe sözcüğünün Yunanca ve Uralca biçimlerine geçiş tarihini bu kadar erken bir süreye tarihleyebilmek mâkuldur. 

Doğu Avrupa coğrafyasının ilk “atlı” kültürünü oluşturan "Seredniy Stoh" ve onun devamı "Yamnaya" kültürünün yaratıcıları ise ;

Liège üniversitesinden ön-tarih bilimci Marcel Otte, 
Brest üniversitesinden dilbilimci Jean Le Dû, 
Halle/Saale üniversitesinden ön-tarih bilimci Alexander Häusler, 
Utah - Salt Lake City üniversitesinden Antropolog Henry Harpending,
Roma’dan tarihçi Paolo Galloni, 
Nice üniversitesinden dilbilimci Philippe Dalbera, 
Molis üniversitesinden dilbilimci Gabriele Costa, 
Stendhal de Grenoble üniversitesinden dilbilimci Michel Contini, 
Bologna üniversitesinden dilbilimci Franco Cavaz-za, 
Bologna üniversitesinden filolog Francesco Benozzo, 
Valencia üniversitesinden dilbilimci Xaverio Ballester, 
Utrecht üniversitesinden emekli, dilbilimci Profesör Mario Alinei’den 

oluşan akademisyen grubu uzun ve hararetli tartışmalardan 
sonra benimsediği sonuca göre; Altaylı kabilelere ve bu kabilelerin şahsında da Türklere aitti. (34) 

Ukraynalı araştırmacı yazar Stetsyuk da bu konuda üstteki akademisyenlerle aynı görüşü paylaşmaktadır. (35)

Yazılı kaynaklar ışığında saptanan en eski İskitçe sözcük olan “hippe” hepsinden öte McGovern gibi batılı bilimadamlarının ısrarla savunduğu “Atlı kültürün yaratıcıları İskitlerdir. İskitler ise İrani bir kavimdir. Netice itibariyle de, atlı kültürün mucidi İranlılardır.” türünden tamamıyla hayal ürünü ve de yanlı tezi tarihe gömmüştür. 

Evet, artık at ile ilgili İskitlere ait bir terimin varlığını bilmekteyiz ve de onun hiçbir şekilde bir İrani kökene sahip olmadığını da...




Fatih Şengül
Karadeniz Araştırmaları, Sayı: 19, Güz 2008, s.41-50.



1) Durmuş İlhami, İskitler, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara 1993, s.151. 
2) a.g.e., s.151. 
3) Adiloğlu, Adilhan, Karaçay Malkar Türkleri, Ankara 2005, s.10, Appa, Adilhan, “Karaçay-Malkar Türklerinin Kökeni”, Türkler, II.Cilt, Ankara 2002, s.574. 
4) Appa, a.g.m., s.574 
5) Homeros İlyada, Arkadaş yay. Ankara 2004, s.250. 
6) Mallory,J.P., Hint-Avrupalıların İzinde: Dil, Arkeoloji ve Mit, Dost Kitabevi yay., Ankara 2002, s.138. 
7) Stetsyuk, Valentyn, Doslidzhennia peredistoriçikh etnogenetiçnikh procesiv u Skhidiy Evropi, Lvov-Kiev 1998, p.60. 
8.) Gürsoy Emine vd., Türkçe Sözlük, TDKY, Ankara 1999, s.48. 
9)http://www.indoeuropean.nl/cgibin/startq.cgiflags=endnnnl&root=leiden&basename=%5Cdata%5Cie%5Cgrk. 
Origin : IE [301] *h1ek´uos `horse'- Etymology: Inherited word for `horse', e. g. Skt. a´s´va-, Lat. equus, Venet. acc. ekvon, Celt., e. g. OIr. ech, Germ., e. g. OE eoh, OLith. e«va `mare', Toch. B yakwe, perh. also Thrac. PN Betespioj, give IE *h1ek´u¸os; further HLuw. as´uwa, Lyc. esbe. From this form we expect Gr. *œppoj or *œkkoj (s. Schwyzer 301). A form with geminate is indeed found in ‡kkoj (EM474, 12), I–kkoj PN (Tarent., Epid.); s. Lejeune, Phone´tique 72. (With ‡kkoj : †ppoj cf. Pannonian PN Ecco, Eppo.) A problem is the „-; one suggestion was that it is Mycenaean; Cf. W.-Hofmann s. equus, Schwyzer 351. The aspiration is also difficult. - There is no further explanation for the word (connection e.g. with çkÚj cannot be demonstrated). 
32) Setsyuk, “Valentyn, Seredniy Stoh ve Yamnaya Kültürleri” (çev. Fatih Şengül), Akademik Bakış Dergisi, Cilt:1, Sayı: 2 (Yaz 2008), s.215-223. 
33) Stetsyuk, a.g.m., s.219. 
34) http://www.continuitas.com/interdisciplinary.pdf “Interdisciplinary and linguistic evidence for Palaeolothic contunuity of Indo-European, Uralic, and Altaic population in Eurasia, with an excursus on Slavic ethnogenesis.” 
35) Stetsyuk, Valentyn, a.g.m., s.215-223. 





EK: 
Seredniy Stoh ve Yamnaya Kültürleri
Dr.Valentyn Stetsyuk 

Tarihçilikte Kurgan diye bilinen kültürün ön-şekli olarak kabul edilen ve bugüne kadar kökenleri pek çok tartışmaya maruz kalmış Seredniy stoh ve Yamnaya kültürlerinin yaratıcıları hususunda hakim olan bilimsel yargının onların bir Hint-Avrupa menşeine sahiptir görüşünü benimsemesine karşın gerçekte bu halkın etnik aidiyetleri çözülmüş olmaktan uzaktır. 

Bu çetrefilli meseleyi başka bir açıdan değerlendiren Stetsyuk kendi araştırmaları neticesinde sözkonusu kültürlerin asıl sahiplerinin Türk dilli halk olduğu sonucuna varmıştır. 

Bu makalede yazar bahsolunan kültürlerin en göze çarpan özelliklerine çok fazla ayrıntıya girmeden, yüzeysel bir şekilde değinmekte ve yazar, kesin bir şekilde Türkler’e atfettiği her iki kültürün ışığında Türk türeneğini Kuzey Karadeniz bozkırlarına yerleştirmektedir. 

...


Dinyester havzasındaki Pit halkının bir kısmı daha da kuzeybatıya, Orta
Avrupa’ya göç etti. Atı binek aracı olarak kullanarak hızlı bir şekilde uzak mesafelere yerleştiler. Yerli halklar üzerinde kültürel etkide bulunup, yeni kültür sahaları oluşturdular. Onlar tanınmış şeritli seramik kültürlerinin bir kısmının yaratıcılarıydılar. 

Bu halkın Hint-Avrupa kökenli olduğuna dair bir görüş vardır, fakat son araştırmalar onların Eski Türkler olduğunu göstermiştir (Stetsyuk,1998).



Dr.Valentyn Stetsyuk, Dilbilimci-Tarihci, Lviv, Ukrayna. 
Stetsyuk, Türklerin türeneğinin Doğu Avrupa olduğu tezinin günümüz bilim dünyasındaki en önde gelen savunucusudur. Yazar aynı zamanda Ön-Bulgarların kökeninin İskitlerden geldiği görüşüne kesin bir şekilde inanmaktadır.

Çev: Fatih Şengül



.........

resmin açıklaması:
Almost a century and a half ago Ivan Egorovich Zabelin, a Moscow historian and archaeologist, the founder of the Historical Museum on the Red Square, excavated a Scythian burial on the territory of General Zeifart's estate, which lies on the right bank of the Dnepr, 30-35 km to the north-west from Nikopol. At first the burial was called Tolstaya Chertomlykskaya Mogila, then a shortened name -Chertomlyk - entered into practice and the name "Tolstaya Mogila" was given to another burial, excavated much later. In 1983 - 1986 a joint Soviet-German expedition held further excavation of Chertomlyk. Many products of toreutics, golden and silver among them, were found in Chertomlyk as in many other Scythian burials of Prichernomorje. Some finds, belonging according to the contract to the General's heiress, were lost, the other sent by I.E.Zabelin to the Imperial Hermitage are in the famous Scythian collection now.

Here one of the most famous and brilliant finds from the Chertomlyk burial - a silver amphora - is shown. Specialists think that together with a scoop and a silver basin it made a cult set of plates and dishes. The amphora is undoubtedly Greek, dated to the middle of the IVth c. BC. The main friezeconsists of depictions, placed in a circle and made in the technique of high relief, is most convincingly interpret as a scene of a horse sacrifice by Scythians, described by Herodotus. So, suppose the work is Greek, then the amphora is made by the Scythian "order".







________________TÜRK KÜLTÜRÜ_________________