Translate

7 Temmuz 2013 Pazar

ATLAR ve ATATÜRK





ATA ve SAKARYA

O GÜZELİM ATLAR!...


Osmanlı Devleti'nin sonu gelmek üzere olan o karanlık günlerde Mustafa Kemal Halep'te bulunuyor ve İstanbul'a gidecek. Ama tiren bileti alacak kadar bile parası yok. Tek varlığı zamanla edindiği ve yetiştirdiği atlar, kısraklar. Tek çare, bunları satmak. Gerçi, o denli sevdiği bu hayvanlardan ayrılmak da güç geliyor ona. Ama satacak, para edecek başka hiçbir şeye sahip değil.

"-Salih, bu atlardan birkaçını satıp da İstanbul'a gidebilirim."

Salih (Bozok) atları satma görevini üstleniyor, fakat tek bir alıcı çıkmayacak. Subayların hiçbirinin durumu Mustafa Kemal'den başkaca değil. Halep'in hali vakti yerinde olanlarının çoğu at meraklısı ama atları alsalar, seferberlik var, ülke savaşta, ordu tüm hayvanlara el koyuyor. Tam bir çıkmaz, çaresizlik...

İşte tam da bu günlerde Dördüncü Ordu Komutanı Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Mustafa Kemal'le Halep'te buluşacak. Cemal Paşa'nın Mustafa Kemal'e eskiden beri sevgisi ve bağlılığı var. Birçok konuda da görüş birliği içindeler. Bir ara söz dönüp dolaşıp Mustafa Kemal'in para sıkıntısı içinde olduğuna ve atlarına da geliyor:

"-Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklarım var. Bunları satmak ihtiyacındayım; isteklisi çıkmadı. Siz buranın eski komutanısınız, bana bir yol gösterir misiniz?"
"-At ve kısraklarınızı önce baytarlarıma muayene ettireyim."
"-Diyarbakır'da iken, Alman ve Avusturyalılar, bu atlarla kısrakların önemli bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden şüphe etmiyorum, ama öyle yapınız..."
Ve Cemal Paşa, tüm at ve kısrakları iki bin altına alıyor!...
Mustafa Kemal'in İstanbul'a gelebilmesi, savaşımına başlayabilmesi çok sevdiği, yıllardır edindiği, yetiştirdiği at ve kısraklarının sayesinde...
Dahası, Cemal Paşa, bu hayvanları sonradan beş bin altına satacak ve atların ve kısrakların değeri iki bin değil, beş bin altmmış diyerek aradaki üç bin altını Mustafa Kemal'e gönderecektir. Ve Gazi Mustafa Kemal Paşa da, yıllar sonra diyecektir ki:

"-Bu para, yeni girişimlerimde bana destek olmuştur. Bunu belirtmeyi görev sayarım." (3)

Atlarından, kısraklarından ayrılması kuşkusuz onu çok üzmüştü. Çünkü atları o kadar çok seviyordu ki... Bir tutku idi at sevgisi onda. Onları okşarken elleri sevgi ile titrer gözleri parlardı. Onlarla konuşurdu da. Ve bu sevgi karşılıklıydı. Seyislerine huysuzluk yapan atlar onu karşılarında görünce hemen terslenmeyi keserlerdi. (4)

Nerdeyse çocukları sevdiğince severdi atlarını... Ankara'da Çiftlik'deki taylarından biri ruam hastalığına yakalanıp da öldürülmesi gerektiğinde, ellerine lastik eldivenler geçirerek tayı birkaç kez okşamadan öldürmelerine izin veremeyecek, hayvanı okşarken de gözyaşlarını tutamayacak ve ağzından şu sözler dökülecektir:

"-Çocuğum olmadığında hikmet ve isabet varmış. Eğer bir evlat kaybetmek felâketine uğrasaydım kalbim bu elem ve kedere dayanamazdı." (5)

Atları onun arkadaşları gibiydi de. Hem de ölümleri ona gözyaşı döktürecek denli sevdiği arkadaşlar...

"-Bir arkadaş daha bizi terk ediyor bugün Sabiha..." dediğinde acı içinde, Sabiha Gökçen birden irkilecek, o günlerde Gazi Paşa'nın yakınları arasında ölümcül bir hastalığa yakalanmış kim var diye belleğini zorlayacak, çıkaramaymca da Gazi böylesine üzgün olduğuna göre ölümüne yandığı bu arkadaşının bilmediği ama mutlaka çok sevdiği biri olduğunu düşünürken içeriye Gazi'nin tabancasını elinde tutarak giren bir dosta onun:

"-Durumu nasıl? Hiç umut yok mu?"diye sorması karşısında şaşkınlığı daha artacaktı.
"-Maalesef Paşam! Yok... Herkes elinden geleni yaptı. Böyle daha fazla acı çekmesine müsaade etmeseniz iyi olur... Bir şey daha söylemek isterim... Gözleri sanki sizi arar gibi..."

"-Arar, arar ya... Atlar insanlardan daha hassas, daha vefakâr ve daha çıkar düşüncesinden uzaktırlar. Bunca yıl bana hizmet etti, bana yoldaşlık etti. O benim kokuma, ben onun kokusuna alıştık. Birbirimizin huyunu da iyi öğrendik. Yazık oldu hayvanıma..."

Evet, o çok sevdiği atlarından biri hastalanmıştı, umar da yoktu, vurulması gerekiyordu acısını dindirmek için. Ona karşı bu son görevi de sahibi yapmalıydı.

Silahını aldı, ahıra doğru yürüdü. Hayvanın ağzından köpükler saçılıyor, karnı acı içinde kasılıp duruyordu.

Gazi, eğildi, mendili ile köpüklerini sildi, yelesini okşadı atının.

"-Oğlum, oğlum! Şimdi bütün acıların dinecek!..."

Öptü onu birkaç kez.

"-Sen mi beni arayacaksın, yoksa ben mi seni?"

Doğruldu, silahını hayvanın tam altına doğrulttu. Parmağı tetikte. Ama öyle kalakaldı. Bir yontu gibi. Ve birden gözlerinden yaşlar boşandı. Yağmur yağarcasına.

"-Alın! Alın! Götürün hayvanı buradan! Çok uzaklara götürün. Acı çektirmeden ölmesini temin edin. Gerekirse iğne yaptırın. Uyutun, öyle vurun! Ben düşmanlarımı bile böyle vuramamışımdır! Bana bunu yaptırmayın..."

Gazi, uzunca bir süre ata binemeyecekti.. (6)

Ve günlerden bir gün Çankaya'dayız, sofrasında konukları bulunduğu o gecelerden birinde Gazi yaverlerine buyuruyor:

"-İki gün önce bizim atlardan biri doğurdu. Alıp onları buraya getiriniz."

Konuklar, herkes şaşkın. Salona at getirilir mi hiç? Yaver, duraksıyor.

Gazi'nin,
"-Sevelim, görelim, okşayalım." sözleri şaşkınlığa, duraksamaya bir son veriyor.

Çok geçmeden tay ve annesi Yıldız, bakıcıları Kerim'in yedeğinde şeref salonunda. Salonda ayakları kaymasın diye geçecekleri ve duracakları yerlere halılar, kilimler serilmiş. Gazi, onları ayrı ayrı sevmekte ve eliyle kesme şeker yedirmekte... (7)



Dipnotlar
3 GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK: Atatürk'ün Anıları, 1917-1919; kaleme alanlar: Falih Rıfkı [Atay], Mahmut [Soydan]; sadeleştiren: İsmet Bozdağ, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1982, s.33-36.
4 SABİHA GÖKÇEN: Atatürk'le Bir Ömür, anılan kaleme alan: Oktay Verel, 3.basım, Altın Kitaplar, İstanbul, 2000, s.46.
5 C.GRANDA: Atatürk'ün Uşağı İdim; yayına hazırlayan: Turhan Gürkan, Hürriyet yyn., İstanbul, 1973, s.224.
6 S.GÖKÇEN: s.69-70.
7 C.GRANDA: s.224-225.



ÇETİN YETKİN
-"fakat nihayet," dedi Gazi;
BEN DE BİR İNSANIM
Kutsi bir kuvvetim yoktur ki!
kitabından


.....



Atatürk ve Binicilik

Ata ve atçılığa özel bir merak ve sevgisi yanında iyi bir binici de olan Atatürk, yurtta atçılığı ve yarışçılığı daima özendirdi. Yakınlarını da bu konuya ilgi göstermeye neredeyse zorladı. Bu da atçılığın ve yarışçılığın lehine olmuştu. Onun bu yoldaki emir ve direktifleriyle Türk atlı sporları olumlu bir gelişme kaydetmişti.

14 Ocak 1923 günü İzmir'de Uşakzade Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendikten sonra eşine verdiği armağanların arasında güzel bir atın bulunması da Atatürk'ün ata gösterdiği ilgi ve verdiği değerin ifadesidir kuşkusuz. Atatürk'ün tavlasındaki atların arasında "Sakarya"ya karşı özel bir ilgisi ve sevgisi olduğuda bilinir. Atatürk tatil günlerindeki atlı gezilerini hep "Sakarya" ile yapmak istemiştir.

Atatürk'ün at sevgisi, onu da bir ara yarışçılığa sevk etmişti. Gerçekte Atatürk belki de bunu yarışçılığı teşvik için yapmıştı. Atatürk'ün atının kazandığı bir yarışı, atçılık dünyamızın ünlü kişilerinden Said Akson'un "Yarışçılık Anıları" kitabından öğreniyoruz. Bu olayı, yazarının kaleminden keşfetmek gerekir:

"…Sosyete ve kordiplomatik yarışlarla alakalı idi. Fransa'dan gelen atlar içinde bir kısrak vardı. Bu Atatürk'ün atıydı. O sıra Afgan Kralı Amanullah Han Ankara’yı ziyarete gelmişti. Atatürk Amanullah Han'ı yarışlara getirdi. Algrette yarışlara katıldı. Primerole gibi kuvvetli bir rakiple karşılaşacaktı. Algrette koşuyu kazandı. Amanullah Han çok memnun oldu ve Atatürk'ü hararetle tebrik etti. Algerette Fransa da epey koşu kazanmış bir kısraktı, fakat tandonları zayıftı ve sene sonunda haraya çekildi, Ukko ile Alliance'in kızı olan Algrette çok muvaffakiyetli bir damızlık oldu. Karacabey harasında Cumulus'ten doğurduğu Çankaya isimli ilk tayı Atatürk o zamanlar Türk Konkur ekibinin as binicilerinden Saim Polatkan'a hediye etmiştir."

Türkiye’de atçılığı ve yarışçılığı teşvik amacıyla kurulan “Yarış Islah Encümeni” de Atatürk’ün büyük desteğini görmüştür. Bu encümenin vaki ricası üzerine, adına bir “Gazi Koşusu” ihdas olunmasına da severek izin vermiş 1926 ve böylece Türk yarışçılık dünyasının en önemli klasiği halini almış olan “Gazi Koşusu” 1927 yılından itibaren Türk yarışçılığına renk katmaya başlamıştır. Atatürk son olarak 18 Ekim 1936 günü Ankara’da, Sonbahar at yarışlarının Üçüncü Hafta Koşuları’nı izlemiştir.

Atatürk’ün Süvarileri 
Cevat Gürkan, Saim Polatkan, Cevat Kula ve Eyüp Öncü’nin, binicilik dünyasının en büyük yarışmalarından biri olan Roma Enternasyonal Konkurhipikleri’nin, en büyük mükâfatı ve en önemli yarışması olan “Mussolini Kupası”nı kazanmaları Büyük Atatürk’ü çok sevindirmişti.

adres için tıklayın: 





Atatürk'ün Süvarileri Roma'yı fethetti

Türk Binicilik Sporu'nda, 1938'deki Mussolini Kupası zaferimiz, aradan yıllar geçse de unutulmayacak. Avrupa Konkurhipik'lerinin en büyük yarışmalarından biri kabul edilen Roma'daki bu yarışmaya, 1936 Berlin Oilmpiyatı Şampiyonu Alman Hasse'de "Tora" isimli atıyla katılıyor ve kesin favori gösteriliyordu. Evsahibi İtalyanlar da, Duçe'sinin adını taşıyan bu yarışmada büyük iddia taşıyordu. Alman ve İtalyanların yanısıra, Romanya ve İrlanda ekipleri de yarışıyordu. Yüzbaşı Cevat Kula, Yüzbaşı Cevat Gürkan, Yüzbaşı Eyüp Öncü ve Teğmen Saim Polatkan o gün müthiş bir yarışma çıkarıyor ve Güçlü, Yıldız, Ünal ve Çakal isimli atlarıyla 35.3/4 puanla birinciliği kazanıyordu. 60 yıl önce Roma Konkurhipikleri'nde Atatürk'ün Süvarileri, kupayı Mussolini'nin elinden alıyordu. Büyük coşku yaşatan Roma'daki bu zaferin ardından Varşova'da da başarılar kazanan binicilerimiz, Türkiye'de muhteşem bir törenle karşılandı. (basın)





****