Translate

25 Aralık 2014 Perşembe

Antik Roma Hamamlarında Ağaç Katliamı



"Tanrısal Odysseus da onlara şöyle dedi: 
Kızlar, hele şöyle uzak durun benden, 
omuzlarımı yıkarım ben kendim, 
deniz kirini atarım üstümden, 
sonra oğunurum verdiğiniz şu yağla. 
Çoktan yağ görmedi, oğulmadı derim. 
Ama utanırım, sizin önünüzde yıkanamam, 
görünemem güzel örgülü kızlara çırılçıplak.
Odysseus böyle dedi, onlar da uzaklaştılar, 
gelip söylediler bunu kral kızına, 
tanrısal Odysseus da yıkadı bedenini suyun köpüğünde, 
temizledi sırtına, geniş omuzlarına yapışan yosunları, 
ekin vermez denizin kirini sildi başından, 
bir güzel yıkanıp yağlar süründü. "

HOMEROS, "Odysseia", 
6. Basım: 1992 Can, 6. Bölüm/S.123 





Antik Roma Hamamlarında Ağaç Katliamı 


Roma dönemindeki görkemli hamam yapılarının temeli, bronz çağlarda, yıkanma kültürünün oluşmasıyla atılmıştır ve bu oluşum dinsel kökenlidir. Yıkanmanın, dinsellikten öte günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmesi ise Greklerin sayesinde olmuştur; evlerinin bir bölümünü yıkanmaya ayırmışlar, spor amaçlı kullanılan gymnasionlara, yıkanma odaları yapmışlardır. 

Fakat yine de, Roma'da olduğu gibi, Greklerde, bağımsız hamam tesislerine raslanmıyor. Sonrasında, Romalılarda, gerek Greklerin etkisiyle gerekse de teknikteki ilerlemeyle birlikte, büyük boyutlu bağımsız hamam yapıları inşa edilmiş ve bunlar giderek Roma sosyokültürel yaşantısının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bunun sonucunda, hamamlar da, insanların değişik ihtiyaçlarına cevap verebilecek çok çeşitli mekânlardan oluşturulmuştur. 

Antik Roma hamamlarında, spor amaçlı kullanılan palaestralar, bütün içerisinde oldukça büyük yer kaplamaktaydı. 

Apodyteriumda, insanların soyunup giyinebilmeleri için birçok bölme ayrılmıştı. Soğukluk kısmı; frigidariumda, piscina adı verilen yüzme havuzu da bulunmaktaydı. Çoğu kez yağlama ve masaj için tepidarium (ılıklık) kullanılırdı ve genellikle bu mekân da, hamamın en önemlı salonu olan caldarium (sıcaklık) gibi, alttan sıcak gazlar ile ısıtılmaktaydı. 

Şarkta, terlemeye verilen önem doğrultusunda, laconicum adı verilen salonun daha bir önem kazandığını; daha büyük inşa edildiğini görmekteyiz. Bu mekânların dışında, bazı hamamlarda rastlayabileceğimiz genel tuvalet olarak kullanılan latrinayı, heykellerle süslü musalar salonunu sayabiliriz. 

Hamam yapılarının en can alıcı noktası, ısıtmanın sağlandığı hypokaust sistemidir. Ocak (praefurnium)'da odun veya kömürün yakılmasıyla oluşan sıcak gazlar, hypokaust sisteminde ilerleyerek, tubuli adı verilen, duvardan ısıtmayı sağlayan elemanların içinden geçerek, hamamın sıcak salonunu (caldarium) ve havuzu da ısıtır. 

Sıcak gazlar, enerjilerinin bir kısmını burada bıraktıktan sonra, çoğunlukla, ılıklık (tepidarium) kısmına geçerek buradan da bacalar vasıtasıyla dışarıya atılırlar. Su ihtiyacı ise havuzlardan karşılanır.

Türk hamamlarında külhan olarak isimlendirilen praefurniumda çoğunlukla yakılan odun için, yakınlarda bulunan ağaçlar kesilmiştir şüphesiz. 

Tony Rook [1], sıcak ve ılık mekânların sadece 6'şar m2 olduğu, benzerlerinin yanında oldukça küçük kalan Welwyn Villa Hamamı'ndakı çalışmasında; sıcak, ılık ve soğuk odaların, sırasıyla, 70, 55 ve 25'C'da olduğunu kabul ederek, bir yıl için 114 ton odun tüketildiğini hesaplamış. 

Pompei'deki Stabian Hamamı üzerinde çalışan lorio'nun [2] bulduğu değerler daha insaflı; daha büyük bir alanı (114 m2) 35°C'da tutmak için yaklaşık, Rook'un bulduğu odun miktarının yarısının yeterli olabileceğini hesaplamış. 

Hüser [3] ise 23 m2'lık alanı 18°C'da (!) tutmak için, yaklaşık 14 ton/yıl yakıt tüketiminin gerektiğini bulmuş.

Hüser'in çalışma yaptığı bu mekân, Almanya'da, Roma dönemindeki hamamlar baz alınarak inşa ediliyor ve 1902'de, dönemin imparatorunun da katılımıyla açılıyor. 1910'da bir firma, günde bir küfe -boyutları belli değil- kömür ile, kısa bir süre hamamı çalıştırıyor. Uzun bir süre atıl kaldıktan sonra, aynı mekânda Kretzschmer [4] bir deneysel çalışma yapıyor. 

Burada sözü geçen mekânlar oldukça küçük. Halbuki, Roma hamam yapılarının önemli bir kısmı, güç ve para sahiplerinin kudretlerini gösterdikleri, insanda şaşkınlık ve hayranlık yaratan devasa boyutlardadır. 

Örneğin; 

Roma'daki Caracalla Hamamı 11 hektardan fazla alanı kaplamaktadır, Diokletian Hamamı ise daha da büyüktür; 16 hektar [5]

Bunun yanı sıra, Ankara Caracalla Hamamının kapalı kısmının ortalama yüzey ölçüsü 7500 m2 iken, bunun yaklaşık 500 m2'si sıcaklık kısmıdır. Tamamı ısıtılan ılıklık kısmı ise; 300 m2'lik orta hol, 225 m2'lik çok banyolu salon, 286, 225, 150 ve 100 m2'lik salon ve ara hollerden oluşmaktadır ve tüm bu mekânlar 14 adet ocak aracılığıyla ısıtılmaktaydı. 

Sonuç Welwyn Villa Hamamı'nı, bir yıl süresince ısıtmak için, 114 ton oduna ihtiyaç olduğunu, Rook'un hesaplandığını belirtmiştik. Bu ihtiyacı karşılamak için ortalama 500 kg gelen, yetişmiş, 228 adet çam ağacı kesilmiş olmalı. 

Buradan hareketle, 2000 m2'den daha fazla ısıtılan mekânı bulunan Ankara Hamamı için, bir yılda, yaklaşık, 38000 (otuz sekiz bin!) ağacın kesilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

Günümüzde, Ankara çevresinden her yöne kilometrelerce uzayan çorak alanlar, büyük olasılıkla o dönemlerin eseri! 



Tahsin Başaran
Dokuz Eylül Üniversitesi 

[1] T. Rook, "The development and operatıon ot Roman hypocausted baths", JAS 5, 1978, 269282. 
[2] A. lorıo, "Sıstema di riscaldamento nelle antiche terme pompeıane", BullCom 86. 1981, 167 189. 
[3] H. Huser, "VVarmetechnısche Messungen an eıner Hypokaustenheızung ın der Saalburg", Saalbjb 36. 1979, 1230. 
[4| F. Kretzschmer, "Hypokausten", Saalbjb 12. 1953, 741. F. Kretzschmer, »Bilddokumanto Römischer Technik", 1964, 34.
[5] G. Gromort. "Grece and Rome", 1948, 196200. 




Ek:

"...Ölüyü gömdükten sonra Skyth'ler kendilerini temizlerler ; Başlarını iyice ovarak yıkarlar, gövdelerini temizlemek için bir tören yaparlar, yere üst uçları birbirine eğik üç kazık çakarlar, üzerine çepeçevre keçe sararlar, keçelerin içerisinde ve kazıların ortasında bir tekne vardır, iyice kızdırılmış birçok taş getirip bu teknenin içine koyarlar..... Skyth'ler kenevir tohumunu alırlar, anlattığımız keçe örtülerin içerisine girerler ve bu tohumları kızgın taşın üzerine atarlar; tohum taşa değince tütmeye başlar ve öyle bir buğu çıkarır ki, bizim Yunanistan'daki hamamlarda bile bu kadar boğucu bir buğu olmaz. Skyth'ler bayılırlar buna ve keyiften haykırırlar; bu onlara yıkanma yerine geçer, çünkü gövdelerine hiç su değdirmezler.

Kadınlarına gelince, onlar da servi, sedir, günlük yongalarını pürtüklü bir taş üzerinde; iyice dövüp su katarlar; bu hamuru yüzlerine ve bütün gövdelerine sürerler; koklamaya doyulmaz bir koku kazanmış olurlar ve ertesi günü bu lapayı kaldırdıkları zaman derileri pırıl pırıl ve taze bir renk almış olur...."

Herodot,I:V ; 73-75





















BİZANS/DOĞU ROMA - GREK/YUNAN - BİZANS'TA TÜRKLER





Batı ısrarla dillerinde Grek kelimesini kullanırken, Yunanlılar Hellas kavramını kullanır.

MS.800'lerde Şarlman Kutsal Roman-German Devletini kurunca İmparium Romanium sıfatını kullanıyor, yani Roma İmparatoru. İstanbul'daki imparatorda diyorki "Bu ünvanın sahibi var, benim" diyor. 

Bu sefer Şarlman, MÖ.200 yıllarında Romalılar Yunanistan bölgesini alınca bu insanlara "Köle" ve "Hizmetkar" manasına gelen "Grek" kelimesini kullanıyor. Bu yüzden Greks, Grecorium yani "Greklerin Kralı" sıfatını kullanıyorlar. 

Ve böylece Romanın yasal varisinin Batı'da kendisi olduğunu iddia ediyor. Bundan dolayı Batı dillerinde hala Yunanistan için Grek ve Greece kullanılır. Kitapların eski baskılarında bu vardır, lakin yeni baskılarından bu "Köle" "Hizmetkar" manaları, Yunanistan'ın mahkemeye vermesiyle çıkarılmıştır.



ve evet, Bizans'ta Türkler vardır.

Prof. Dr. LEVENT KAYAPINAR


,


Doğu Roma devletinin 1453 yılında fiilen sona ermesinden yaklaşık bir yüz sene sonra Avrupa'da Doğu Roma'nın tarihi hakkında kitaplar yayınlanmaya başlamıştır. Bu dönemde Alman tarihçi Hieronymus Wolf'un 1557 yılında "Corpus Historiae Byzantinae" adlı kitabını yayınlamasıyla birlikte Bizans tabiri de ortaya çıkmıştır. Bu ismi de yörenin eski tarihi isminden almıştır, coğrafiktir, ırksal değildir. (aynı Ermenistan ve Kürdistan gibi coğrafik isimdir.)

MÖ.4.yy'a kadar Anadolu'da yerel dil hakimdi, Büyük İskender döneminde Yunanca'ya geçildi ve MÖ.1.yy'da Romalıların gelmesine dek kullanıldı. Sonra Latince dili yerleşti ama yerel halk kendi dilini hala kullanıyordu. Romanın ikiye ayrılmasından sonra bile dilleri Latince idi. Konstantine ve Justinian bile tek kelime Yunanca konuşmuyordu. MS.7.yüzyılda Doğu Roma imparatoru Heraclius imparatorluğun resmi dilini Latince'den Yunanca'ya çevirdi.




The West use Greek and the Greeks use Hellene

In 800 AD Holy Roman-German was built, Charlemagne was crowned as Roman Emperor, officially rejecting the Eastern Roman Empire as true Romans. But the emperor in Constantinople says " the owner of this title is me". 

At this point Charlemagne use the word Greek, in 200 BC. when the Romans take over the land Greece, they called them "Greek", meaning "Slaves" " Servants" ... So they began to use "Greek" for the East Romans.

So the West claims that as his legal heir and the emperor was known as "Imperium Romanum" and the East as "Emperor of the Greeks" and their land as "Greek Empire" "Imperium Grecorum."

This "Slave" meaning was in the old edition of the books, but Greece went to court, and new editions doesn't have this meaning anymore.




Karl der Große-Carolus Magnus-Karolus Magnus-Charlemagne-Şarlman (747-814)








THE EAST ROMAN EMPIRE AND THE TURKS



*Theodora of Khazaria was the second Empress consort of Justinian II (669-711) of the Byzantine Empire. She was a sister of Busir, Khagan of Khazars .

Theodora and Justinian II had only one known child:
Tiberios (c. 705 – 711, co-emperor from 706 to 711 - Birthplace Khazaria). Executed by orders of Philippikos. He was murdered by the patrikios Mauros and John Strouthos, and buried in the Church of the Holy Unmercenaries.

* Leo III obtained the hand of a Khazar princess for Constantine V in 732...

Khazar Khagan Bihar (730) father of TZİTZAK (Çiçek/meaning:Flower- died 750- baptismal name "Irene" (meaning:Peace) of Khazaria) married with Byzantine Emperor Constantine V.

Constantine V (718 –775) married with Irene of Khazaria ; children Leo IV
Khazar Bihar grandfather of Emperor Leo IV The Khazar.

Leo IV the Khazar was Byzantine Emperor from 775 to 780 AD.
Leo was the son of Emperor Constantine V by his first wife, Irene of Khazaria (Tzitzak - Çiçek), the daughter of a Khagan of the Khazars. 









JUST THE FACTS: 

That's only 2 of them , The Turks sitting on the East Roman Empire throne.... (Byzantium was not the Empire name till the 17th century!)


"The Khazars were a Turkic people who originated in Central Asia. The early Turkic tribes were quite diverse, although it is believed that reddish hair was predominant among them prior to the Mongol conquests. In the beginning, the Khazars believed in Tengri shamanism, spoke a Turkic language, and were nomadic. Later, the Khazars adopted Judaism, Islam, and Christianity, learned Hebrew and Slavic, and became settled in cities and towns thruout the north Caucasus and Ukraine. The Khazars had a great history of ethnic independence extending approximately 800 years from the 5th to the 13th century."



In East Roman eyes the gift of Christiantity which they brought offered at the same time an introduction to a more highly developed way of life. Thus their converts integrated into the civilized oecumene and Byzantine statecraft and culture were introduced to young and vigorous societies who were able to combine what they had learnt from East Rome with their own native originality.

From the seventh century onwards the loss of Egypt and Syria to the Muslims and the failure to convert them and to bring them within the Byzantine orbit made it all the more vital to have some measure of understanding first with the Turkic peoples already established to the north-east of the Black Sea in the northern Caucasus and then with the Bulgars and Slavs settling in the Balkans. Already before the seventh century there were long-established links with the Crimea.

As early as 325 there was a bishop of Bosphorus in the peninsula where the Goths were living. From this base contacts were made with the Hunnic-Turkic migrants in the area between the Danube and the Caucasus.

Justinian I had won over the Lazi in the eastern Black Sea region. Likewise by the seventh century Abasgia was an ecclesiastical province. Thus Byzantium had established a foothold in the Caucasus.

The Alans in the north-eastern Caucasus appear to have known Christianity early on, but evidence is scanty as to how they fared. By the late ninth century they were known to have renewed contacts under Patriarch Nicholas Mysticus and by the early tenth century a bishop travelled thence, though with some reluctance. Episcopal lists and archaeological finds suggest that missionary work was also active north of the Black Sea among the Turkic Bulgars, some of whom were to migrate to the Balkans when the Khazar expansion took place in the late seventh century. 

This work appeared to be done by non-resident missionary bishops as befitted those toiling among semi-nomadic peoples.

Thus both the Bulgars settling in Bulgaria and the Magyars in Hungary would already have met Christianity and some of them would have been converted.

This work included the powerful Khazar kingdom which by the eight century was established to the north-east of the Black Sea, Khazaria was particularly important to Byzantium both for economic reasons (trade routes into Asia) and as a barrier to any Arab advance through the Caucasus to the north. Justinian II who took refuge in Khazaria during his exile, and Constantine V, son of the Emperor Leo III, both married Khazar princess.

Byzantium may at the time have had hopes of cenverting Khazaria and the Crimea had already proved itself an obvious base for work in this area. But any permanent development of this kind was halted by successful Jewish activities from the eigth century onwards and by the Khazar adoption of full Judaism in the course of the ninth century.

The Orthodox Church in the Byzantine Empire by J. M. Hussey



"He dispatched Sarbaros and the remainder of his army against Constantinople so that, with the Huns of the west (whom they call Avars), Bulgars, Sklavinians and Gepids....."

"In that country he parleyed with the Turks of the east (whom they call Khazars) and called on them for an alliance."

page 316
The Chronicle of Theophanes




AVARS,   HUNS, BULGARIANS , KHAZARS AND
 SCYTHIANS and CRIMEA 
THE TURKS.



THE FACTS



















NOEL BABA / SANTA CLAUS / NARDUGAN / CHRiSTMAS ....







Hollanda'daki Sinterklaas ve yardımcısı “Zwarte Piet” her yıl 5 Aralık’ta İspanya’dan gelir, etrafta gezinir, çocuklarla konuşur , dertlerini, dileklerini dinler ve hediyelere boğar. Zamana ayak uydurmuş ve değişime uğramıştır. Hiç sorgulanmaz, halbuki bu geleneğin arkasında farklı bir hikaye yatar.


Aziz Nicholas ve Myra:

Aziz Nicholas, İmparator Konstantin döneminde ( 324-337) Myra'da piskopos olarak görev yapmıştır. Çocukları koruma, sevindirme, denizcileri kurtarma, kayıp eşyaları bulma, fakirleri doyurma, parasız olanları evlendirme, gelecekten bilgi verme gibi pek çok mucizesi anlatılagelir. Mucizeleriyle ünlenen St. Nikolaos, Likya kenti Patara'da doğmuş ve 343 yılında 6 Aralık'ta Demre'de vefat etmiş ve oraya gömülmüştür. 

MS.808’de Arap istilacılar mezarı yok etmek ister, ancak başka bir rahibin mezarını dağıtırlar.  1087'ye gelindiğinde ise Haçlı seferleri başlamıştır ve bir grup İtalyan tüccar, mezarını açarak, ağır kokulu mür içinde korunan kemikleri yağmalayıp Bari kentine götürürler. 1997 yılında Türkiye resmi bir başvuru yapıp, Aziz Nicholas'ın kemiklerinin iadesini ister. Lakin İrlandalı tarihçi Philip Lynch kemiklerin Bari'den İrlanda'ya taşındığını söyler , buna istinaden de Avrupalı tarihçiler nerede olduğunu tartışmaya başlar. Ama bu teorinin hiçbir gerçekliği yoktur. Amaçları azize sahiplenmek olarak gözükse de, iade etmek istememelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Yani hala Türkiye dışındadır.


Türkler ve Nardugan:

Tanrı Ülgen, insanların koruyucusu; sakallı ve kaftan giymiş olarak sarayında oturur , geceyi, gündüzü ve güneşi yönetir. Bir çok uygarlıkta görüldüğü gibi gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece, gündüzle savaşır ve gün geceye galip çıkar. Güneşin tekrar dorukta olmasına da “Yeni Doğum” denir, yani Türk kültüründeki  Nardugan  "Doğan Güneş" Bayramı'dır. Ülgen aynı zamanda ateşi de getirmiştir, aynı Prometheus gibi, ateşin ışık olması gibi...Kendisine bir de Beyaz bir Kısrak kurban edilir...

 "Bu kavram ve sembollerin tamamı eski Türk Kültüründen alınmadır. Eski Türk Kültüründe “Ülgen” diye uhrevi varlık kavramı vardır. Ülgen, Tanrısal bir varlıktır. İyiliğin sembolüdür. Onun karşısında ki şeytani varlık ise “Erlik” tir...Eski Türk efsanelerine göre,  kaftan giymiş ihtiyar Ulgen, evin çatısına kadar yükselen muazzam çam ağacının bittiği bölgede bulunmaktadır. O, tüm mevsimlerde bembeyaz uzun sakalı ve kaftanı ile dolaşır ve 25 Aralık’ta eski Türkler, Ülgen’e dualar eder.

Türkler Gök Tanrı inancını kabul ettikten sonra dahi, 25 Aralık’ı yılın en büyük bayramı-Tanrı’nın doğuş günü olarak kutlamışlardır. Avrupa’ya giden Hunlar da 25 Aralık tarihini bayram olarak kutluyordu. Türklerin bu milli bayramı, daha sonra Batı Kültürüne geçti ve Hıristiyanlaştı. Netice itibari ile 25 Aralık’ta Türkler, Ülgen’i beklerlerdi. "

Noel Baba Geleneği - Prof.Dr.Erhan Arıklı - detaylı:


Bir de Dionysos / Bacchus vardır, Anadolu'ludur, Doğuludur kendisi, Yunan tanrı panteonuna sonradan girmiştir, bu yüzden Zeus'tan ikinci kez doğurulmuştur, kabullenilsin diye. Anatanrıça Kybele'nin himayesi altındadır. Üzümden şarap yapmasını öğrenir ve öğretir, “ilk öküzü sabana koşan” tanrı olarak da anılır. 25 Aralık'ta bir bakireden doğmuş, Titanlar tarafından öldürülmüş, 25 Mart'ta tekrar dirilmiştir. 25 Aralık ışığın geceye zaferi ise 25 Mart'ta Baharın uyanışı, Nevruz'dur.  Mart'ın 21.günü Bahar ekinoksu'dur ve 25 Aralık Türklerde nasıl kutsal bir günse, 21 Mart'ta yılın ilk günüdür....Hepsi de tanıdık değil mi. Bakire'den doğma, ölme ve tekrar dirilme...sembollerinden asma, leopar, keçi, aslan, yılan ve boğa...

İmparator Konstantin zamanında İznik'te toplanan birinci Ekümenik Konsül, halkı  Hıristıyanlığa yakınlaştırmak için, güçlü bir kültü bulunan ve 22 - 25 Aralık'ta güneşin doğumu için yapılan Dionysos  kutlamalarını, İsa'nın doğumu olarak 24 Aralık'ta kutlama kararını alır, buna da "Noel Bayramı" derler. Batı kilisesi ise  25 Aralık'ta kutlar, ki Hz.İsa'nın doğumu, sünneti, vaftizi bazı kiliselerde hala 6 Ocak'tır!...

Diğer yandan Nisan ayında kutladıkları Paskalya Bayramı'da Nevruz'dur...Hz.İsa'nın yeniden diriliş  haftasıdır. Direkler süslenir, ateşler yakılır.  Ve diğer Müslüman ülkelerde olmamasına rağmen sadece Türkiye'de kutlanan "Kutlu Doğum Haftası" ise bazı kötü niyetli çevrelerce Paskalya Haftasıyla aynı haftaya denk getirilmiştir, ki bunu özellikle bir "kişiye" bağlayamak isteyenlerde vardır. Müslümanlar için şirktir bu, dini temeli olmayan bid'at'tır.. (detaylar için bkz.Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman Ateş)


Biz yine Noel Baba'ya dönelim,

Haçlı seferleri ile batıdan gelen hıristiyanlar Anadolu’da karşılaştıkları bir çok gelenek ve görenekleri ülkelerine götürmüşlerdir, ki Avrupa aslında bu gelenek ve göreneklere de yabancı değildir. İskit, Hun, Kıpçak gibi Türk boyları ile gelenek ve görenekler zaten Avrupa'dadır. İskandinav'yada tanrı ve ata sayılan Odin, Şaman inancındaki at kurban etmek, at ile uçmak, göğe yükselmek gibi  8 bacaklı uçan beyaz atı Sleipnir ile, çocuklara hediyeler ve şekerlemeler dağıtır. Güneş gibi parıldayan bir gözü vardır, Ülgen gibi o da bilgedir, zaferi getirendir, yeryüzüne ve gökyüzüne hakimdir, Ülgenin elindeki yıldırımlar gönderen yayı gibi, Odin'de bir yıldırımlar tanrısıdır.  Elindeki mızrak ise bilgelik uğruna hayat ağacından kopardığı bir daldır. Büyücülüğü ve Şamanizmi de simgeler. Odin ve halkı  As Türklerindendir.

Germenler ise 21 Aralık'ta kötülüğü kovalar , ışığı selamlar. Bu ritüel İskit ve Hunlardan onlara geçmiştir. "Işık" Sol İnvuctus'tur , Helios'tur, Apollo'dur, Aplu'dur, Ra'dır,  Ülgen'dir, Odin'dir....ama aynı zamanda Hz.İsa'da bir Işıktır....Yenilmez Güneş'tir O.  Noel ise Latince Natalis'ten gelir ve doğum, doğan, doğurulan ile ilgilidir, belki de kökeninde Nardugan vardır. Natalis Fransızca Noel olmuş ve dünyaya yayılmıştır. 

St. Nicholas'ın her yıl çocuklara hediye dağıttığını öğrenen ve Alsace’tan gelen Sebastian Brant isimli bir Fransız , 1494 te Noel gecesinde eşeğinin küfelerine doldurduğu yiyecek ve hediyeleri çocuklara dağıtmayı adet edinmiştir ve evinin penceresine astığı çam dallarını da elmalarla süslemeyi ihmal etmemiştir. Aslında yanlış meyveyi seçmiştir, onlar özünde Nar'dır. Nar hem meyve olarak bereketi, hem de kelime anlamıyla güneşi simgeler. Elma olsaydı  Havva ile Adem'i temsil ederdi, ki bazı kaynaklarda Elma yasak meyvedir, cennetten kovuluş sebebidir, kötülüğü simgeler. Eğer o elma ise çam ağacına asılamazdı, çünkü Hz.İsa, yeniden doğuş ve iyilikler ile bir tezat ortaya çıkar.

Eski Türk  inancında,  yerin göbeği sayılan ve yeryüzünün tam ortasında bir "akçam ağacı" denilen “hayat ağacı” vardır.  Dualar, yakarışlar tanrıya gitsin diye, ağacın altına küçük hediyeler, isteklerini dile getiren ikonlar konulur, dallarına çaput bağlanarak dilek dilenirdi. Dışarıda, açık havada gerçekleşen bu gelenek, içeriye taşınmış ve Çam ağacı kurma / süsleme geleneğine dönüşmüştür . Doğaya meydan okuyan, ölmeyen, yaprak dökmeyen Çam, ölümsüzlüğü simgeliyordu, göğe yakınlığı sebebiyle ucunda tanrı oturuyordu.  Ağaç süsleme geleneği Sümer/Kengerlilerde de vardı. Yani Hıristiyanlıktaki Noel Ağacıyla hiçbir ilgisi yoktu.


Ayrıca Türklerde ağaç kovuğundan türeme efsaneleri de mevcuttu. Mesela; "Uygur Türeyiş Destanı’ndaki ağaçtan türeme motifinde de ağacın kovuğu ana rahmine benzetilmiştir. Ağaçtan türeme ve ağacın ata formu olarak tanınması Türklerde çok eski bir inançtır. Kayın Ana Layin Ata, Türk sözlü anlatı geleneğindeki ana motiflerden birisidir." -Y.Kalafat ... ."Uygur destanlarının Çin rivayetine göre, gökten ağaca inen mucizevî ışık ile ağaç hamile kalır ve Uygurların atasını oluşturur."- Köprülü...Yani Ağaç kutsaldı....

Türk kültüründe bir de Ayaz Ata vardır, Soğuk Han'dır, Kış Babası'dır, kışın ortaya çıkar kimsesizlere ve açlara yardım eli uzatır. Torunu Kar Kızı, Kar Güzeli de hediyeler dağıtır. Tıpkı bugünkü Noel Baba gibi...


Avrupadayız yine:

Noel/Christmas, 15.yy. Avrupa'da yayılmaya başladığı yıllarda, Saint Nicholaas-Sinterklaas'a dönüşerek Hollandalılar arasında farklı bir geleneğe dönüştü. Hollanda'da çocuklar ayakkabılarını 5 Aralık’ta hazır eder, gerçek St.Nicholas’ın ölüm yıldönümü olan 6 Aralık’ta  hediyelerine kavuşurdu. Ayrıca bir zamanlar zenginlerden toplanan yardımlar da fakirlere ve yetimhanelere dağıtılırdı.

Sinterklaas'ın kıyafeti , bazı yönlerden üst düzey katolik piskoposların kıyafetine çok benzer. 33 düğmeli kırmızı bir pelerin giyer ve elinde ucu spiral şeklinde altından bir asası vardır. Düğmeler İsa’nın 33 yaşında çarmıha gerilmesini temsil eder - diğer yandan kırmızı Pelerin Toga'yı andırır ve elindeki asa da dahil hep Etrüsklerden geçmedir, asa, bilgelik ve sonsuzluk demektir.

Etrüskler hakkında: link   /  link




St.Nicholas/Sinterklaas Hollanda'ya İspanya'dan yardımcısı Zwarte Piet ile gemiyle gelir.

Hollanda ile İspanya arasında süre gelen "Tachtigjarige Oorlog" (1568-1648) Seksenyıl Savaşı'nda Katolik kilisenin bakısı çok yoğun bir şekilde hissedilir. 

Bu süreçte Vatikan , Latin Haçlı seferlerinde, haçlılar tarafından yağmalanmış Myra/Demre St.Nicholas'ın eşyalarına sahiptir ve tabii ki geleneği de öğrenmiştir. Bu aziz saydıkları kişiyi fakirler üzerinde kullanarak , protestan olan halkı katoliklerin yanına çekme girişimlerine başlarlar. Sinterklaas kutlaması Protestanlar arasında itirazlara sebep olur ve kaldırılmasını isterler. Hatta 1600'lü yıllarda bazı yerlerde ayakkabı koymak, Sinterklaas'ı hatırlatan eşyalarının satılması gibi şeyler yasaklanır. Martin Luther bile karşı çıkmıştır. Ama bir çok yerde, kamu alanlarında olmasa bile gelenek gizlice evlerde yerine getirilir. 1895' e gelindiğinde okullarda yasaklanması görüşülürken , 20.yüzyılın başında artık işler çığırından çıkmıştır ve herkes kutlamalara katılır.

Hollanda da köle ticareti, 1621'de Hollanda Batı Hindistan Şirketi'nin (WIC) kurulmasıyla başlar. WIC gemileri, başlangıçta hükümet izniyle savaşan korsan gemisi statüsüyle gönderilir ve İspanyol-Portekiz donanmasıyla savaşmak amacıyla sefere çıkar.

Hollandalılar, köle tüccarı ve sömürge gücü olarak Atlantik bölgesinde önemli siyasi oyuncu konumuna gelirler. 1730 yılına kadar WIC, köle ticaretinde Hollanda tekelini elinde tutar. Daha sonra, 1720 yılında kurulan Middelburg Ticari Şirketi, WIC'ye rakip olarak Rotterdam ve Amsterdam'da açtığı çeşitli köle pazarları ile köle pazarlayan en büyük Hollanda şirketi olur. Yaklaşık 1770 yılında, Hollanda köle ticareti yıllık ortalama altı bin köle nakliyle en yüksek noktasına ulaşır. Daha sonraki yıllarda bu sayı hızlı düşüşe geçer.

18.yüzyılın sonunda, köle ticaretine karşı muhalefet oluşmaya başladı. İngilizlerin baskısıyla 1814 yılında köle ticareti yasaklandı. Fakat Hollanda, Avrupa'da bu yasağı en son uygulamaya koyan ülkelerden biri olarak, ancak 1 Temmuz 1863 yılında kölelerin özgürlüğünü tanıdı.

1850'li yıllarda köleliğin bitirileceği söylentileri tabiki yayılmıştı. Eğitmen olan Jan Schenkman birkaç sene önce yazılmış olan …"beyaz saçlı, yaşlı bir adamın, ölüm döşeğinde kölesinin oğlunu azat ettiğini" anlatan bir hikayeden esinlenerek "Sint Nicolaas en zijn Knecht" (Aziz Nikolas ve onun Uşağı / hizmetlisi)  isimli çocuk kitabını yazdı.

Bu kitaptan sonra yazılmış yeni kitaplar ;  "Het feest van Sint Nicolaas" (Aziz Nikolas'ın bayramı)  ile "Pieter" (genelde erkek kölelere verilen ad: Pieter) , 1895 yılında da “Zwarte” Piet  ( Siyah Piet - Pieter'ın kısaltılmışı) Hollandalı çocuklarla tanıştırıldı. Sinterklaas’ın yardımcısı olan Piet, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra kalıcı bir yere sahip olmuştur. 

Hollandalılar, 80 Yıl Savaşları ile İspanyollardan ve Katoliklerden hoşnut değillerdir. Sinterklaas ile Zwarte Piet beraberce, kutlamalar için İspanya’dan gemiyle gelir. Hem Katolik kilisesinden hem de İspanyollardan intikamlarını almışlardır.

Zwarte Piet köleliği temsil eder ve bunu İspanyollara yamayarak, "Köle ticareti yapan biz değiliz, onlar" diyerek, her ne kadar dünyada köle ticaretinde ilkler arasında yer alsalarda, kendi geçmişlerini yeni nesile aktarmazlar ve  İspanyolları küçük düşürürler ve başlarında da Katolik kıyafetler içinde bir beyaz vardır, o da "efendiyi" temsil eder. Bugün içinse ırkçılık olarak algılandığından kaldırılması düşünülüyor, hatta bazı yerlerde Piet figürü tamamen ortadan kaldırılmıştır. 


Sinterklaas’ın Amerika’ya gidişi:

1620'lerde Avrupa'dan ABD’ye yerleşmek için gelen "koloniler" aylarca süren yolculuktan dolayı yorgun, hasta ve aç bir şekilde karaya çıkarlar. Kızılderililer onları karşılar, yiyecek verir, hindi avlamasını, mısır ekmesini öğretir.  Lakin, 1637 de Massachusset Koloni Valisi John Winthrop Kızılderililer ile savaşıp güvenli bir şekilde dönen adamları için Şükran Günü kutlaması yapar, ki silahlarını bırakmış, hıristiyanlığı seçmiş 600-700 erkek, kadın ve çocuk Yerliyi öldürülmüşlerdir. 

Bayramın kökeni ilk başlarda Kızılderili ve ilk kolonicilerin ortak düzenledikleri bir hasat yemeği olarak görülse de, günümüzde Kızılderili unsurlardan ayrışarak, yalnız aile ve tanrıya adanan bir hal almıştır. Bunun yanında "Şükran Günü" Kızılderililer için bir YAS Günü'dür.


Hindi, Amerika'daki Şükran Günü'nün (Thanksgiving Day) geleneksel yemeğidir ve “hindi “ geleneği Avrupa ‘daki “domuz ” geleneğini bastırarak yerini alır. 1863 yılında Başkan Lincoln Şükran gününü ulusal bayram olmasını önerir, ancak bu öneri yıllar sonra, 1941 yılında ulusal bayram olarak ilan edilir ve Kasım ayının son perşembesinde kutlanır. 


17.yüzyılda Hollandalıların Amerika'ya göçmesiyle Sinterklaas geleneği de onlarla birlikte buraya yerleşmiştir. Amerikalılar 1776 da İngilizlere karşı "bağımsızlıklarını" kazandıktan sonra, Avrupa kültürünü bir kenara bırakıp kendi kültürlerini yaratmak istediler ve bir çok şeyi “Amerikanlaştırdılar”. Bunlardan biri de Sinterklaas  yani  Santa Claus geleneği idi. 

Noel kutlaması ile Sinterklaas birleştirilerek “Santa Klaus” yani “Noel Baba” yaratıldı ve İspanya’dan değil Kuzey Kutbundan geliyordu.!   Amerikalıların buradaki amacı "Kuzey Kutbunda hak iddia etme" savaşıdır.

Zwarte Piet’ler Amerikan İç Savaşını hatırlattığı için Elf’lere, cücelere dönüştürülmüştür. Kasım ayının son haftasında Şükran Günü kutlaması sebebiyle 5 Aralık çok yakın bir tarih olduğundan, ayrıca kendi kültürlerini yaratma arzusundan dolayı Noel Baba 24 Aralık gecesine taşınmıştır. Hem Noel ile İsa’yı anarlar, hem de Santa Klaus ile çocukları “Dini Bayram” a alıştırırlar. 

19.yüzyıla gelindiğinde Amerika ve Kanada’da Santa Klaus hakkında hikayeler , şiirler, yazılar çoğalır ve ulusal olarak kutlanmaya başlanır.

İsveç asıllı Amerikalı sanatçı Haddon Sundblom, 1930'larda Coca Cola firması için, 1822'lerde yazılmış bir kitaptan esinlenerek, bir ikon hazırlar ve bugünün Santa Claus görüntüsünü yaratır, popüler olur. Burada bir pazarlama taktiği de vardır. Santa Claus sevilen bir figürdür, böylece Coca Cola'da pazarını büyütür. Bazı yerlerde söylenildiği gibi de onu bulanlar cocacolacılar falan değildir. Yani, Amerika'ya ilk kez Hollandalı göçmenler getirmiştir , 1930 yılından sonra ise Noel Baba'yı Cocacola firması kullanmaya başlamıştır. 

Adı bile Hollandaca Sinterklaas'tan Santa Claus'a dönüşmüştür. Sint/Sinter Aziz demektir, ki Klaas'ta Nicholas'tan devşirmedir. Noel Baba'nın Hollandaca ismi ise Kerstman'dır ve Christus' tan gelir . Sinterklaas 5 Aralık'ta kutlanırken, Kerstman 24-25 Aralık'ta kutlanır.  Amerikalıların Noel Babası  Avrupa'ya geri gelmiş ve Kerstman olmuştur. 


Noel’in ekonomik yönünün, 1950’lerden bu yana gittikçe önem kazanması, anlamını kaybedip ticari bir anlam kazanması kilise tarafından endişeyle karşılanmaktadır.  Noel bugün nüfusunun yüzde 60'ından fazlası tanrıya inanmayan İngiltere, Fransa gibi ülkelerde bile coşkuyla kutlanmaktadır. Hatta Müslüman ülkelere bile sıçramıştır. Hristiyan çevreler ise Noel'in bir alışveriş ve hediye bayramı haline gelmesinden, çocukların Noel Baba'ya, İsa'dan daha fazla önem vermesinden kaygı duymaktadırlar. 

Çocuklarımızın bilinç altında bıraktığı etki ise çok daha büyüktür !



Mutlu ve Sağlıklı Yıllar Dilerim
SB.








ek: 
Myra / Demre Aziz Nicholas gezginlerden anı:

“ Aziz Nicolaus hazretleri kilisede hemen öne çıkan bir figürdür. Aziz’in Anadolu’da Myra’daki türbesinden aldığım topraktan küçük bir miktarın şimdi yanımda bulunmaması ne yazık! Papaz için çok uygun bir armağan olabilirdi ”

(Charles Robert Cockerell, 1812, İtalya’da Mezzojuso adlı Arnavut köyünde). 



“ Aziz Nikolaos’un Myra’daki mezarı, sayısız hac yolculuğunun merkezi oldu, ve Osmanlılar da ona dualarında yer vermeyi ihmal etmediler. Bazı Latinler, gizlice Likya kıyısına gelerek Myra’da ve manastırda Müslümanların baskısından kimse kalmadığını anladıktan sonra,  St.Nikola’nın gömülü olduğu Syon Manastırı’na gelmişler ve orada mezarın bekçiliğini yapan inzivaya çekilmiş üç kişi bulmuşlar ve ‘Eski Roma’nın Papa’sı tarafından gönderildiklerini, orada gömülü olan şahsa yaraşır bir şekilde emniyet altına alınması amacıyla oradan taşınması için görevlendirildiklerini’ söyleyip, bunları kandırarak ve para vererek mermer lahdi kırıp açmışlardı. Lahdin içinde yine mermerden bir kavanoz bulmuşlar ve bunun yarısına kadar temiz, yağa benzer bir madde varmış. Kısacası iskeleti çok temiz bir sandığa koyarak 20 Nisan 1087 tarihinde oradan götürdüler”

(M.Charles Texier, 1833 – 1834). 
gezginler Prof.Nevzat Çevik'ten alıntılanmıştır.














8 Kasım 2014 Cumartesi

Turandot / Turandokht — Turan's Daughter









TURANDOT - G.PUCCINI / OPERA

Turandot / Turandokht — Turan's Daughter


"Turan" is the name given by the Persians to the "Turks". 
Turandot is a Turkish Princess...



Turandot, is an opera in three acts by Giacomo Puccini, completed by Franco Alfano in 1926, set to a libretto in Italian by Giuseppe Adami and Renato Simoni.

The original story is based on the epic Turan-Dokht from the book Haft-Peykar, work of 12th-century Azarbaijani poet Nizami Ganjavi ( Nizami Gencevi, 1141 – 1209 - He is not a Persian, but an Azarbaijani Turk) who wrote in Farsi language.

The opera's story is set in China and involves Prince Calàf, who falls in love with the cold Princess Turandot. To obtain permission to marry her, a suitor has to solve three riddles; any wrong answer results in death. Calàf passes the test, but Turandot still refuses to marry him. He offers her a way out: if she is able to learn his name before dawn the next day, then at daybreak he will die. (wiki)



TURANDOT / OPERA: video




NİZAMİ GENCEVİ IS A TURK
AND NOT PERSIAN



His statue in Azarbaijan - link




Sözün də su kimi lətafəti var,
Hər sözü az demək daha xoş olar.

Bir inci saflığı varsa da suda
Artıq içiləndə dərd verir su da.

İncitək sözlər seç, az danış, az din,
Qoy az sözlərinlə dünya bəzənsin.

Az sözün incitək mə’nası solmaz,
Çox sözün kərpictək qiyməti olmaz.

Əsli təmiz olan saf mirvarılar,
Suya və torpağa min bəzək vurar.

Mə’dənlə dolsa da hər xəzinə,
Hər kiçik zərrəsi dərmandır yenə.

Ürəyi oxşayan bir dəstə çiçək,
Yüz xırman otundan yaxşıdır, gerçək!

Yüz ulduz yansa da göylərdə, inan,
Bir Günə baş əymək xoşdur onlardan.

Göydə parlasa da nə qədər ulduz.
Günəşdir nur verən aləmə yalnız

Nizami Gencevi










TURKISH CULTURE










Al-Khwārizmī - The father of Algebra, an Uzbek Turk







Al Khwarizmi’s contributions to mathematics and astronomy centuries ago haven’t gone unnoticed. 
A crater on the Moon is named after him.



Although invented in Mesopotamia  and Greek and Hindu mathematicians preceded the great Frenchman François Viète — who refined the discipline as we know it today — it was Abu Jaafar Mohammad Ibn Mousa Al Khwarizmi  who perfected it.

He used Al Jabr (algebra) in the title of a justifiably renowned study that became a classic textbook in leading universities for centuries: the “Hisab Al Jabr wal-Muqabalah” (The Book of Integration and Equation), introduced the use numerals that, over time, came to be known as algorithms.

Indeed, algorithm is a Latin derivative of Al Khwarizmi’s name, and rather than attributing the collective work of many mathematicians to the scholar, it is safe to grant him grandfatherhood.

This would prevent excessive praise, though his introduction of the zero as a placeholder in equations paved the way for the development of the decimal system that, in this instance, was an exclusive and accurate attribution.

Undoubtedly one of the greatest mathematicians ever, unaware that his work had changed history.

Born in Rami/Khiva-Uzbekistan c.783, died in Baghdad-Iraq c.850


...


Monument in Uzbekistan: link

Al-Khwarizmi : link


...


His works:

Hisab Al Jabr wal-Muqabalah” 
[The Calculations (or Book) of Integration and Equation], 
in Frederic Rosen, trs, 
“Mohammad Ibn Musa Al Khwarizmi: Algebra”, 
London: The Oriental Translation Fund, 1831. 


.
“Kitab Al Jama‘ wal-Tafruq bil Hisab Al Hindi” 
(The Book of Addition and Subtraction According 
to the Hindu Calculation). 
The Latin version, “Algoritmi de numero Indorum” 
(Al Khwarizmi on the Hindu Art of Reckoning) 
is the only surviving text.


“Kitab Surat Al Ard” (The Image of the Earth). 
A single surviving copy of the text (no maps) 
has been kept at the Strasbourg University Library in France, 
while a Latin translation is available at the 
Biblioteca Nacional de España, in Madrid. 






....


Al-Khwarizmi Crater on Moon



....


TÜRK KÜLTÜRÜNDE SIFIRDAN DOKUZA KADAR 
SAYI ADLARI VE MATEMATİK DEĞERLERİ 


Burada Türk halkının somut olmayan kültüründe önemli bir şekilde yer alan sıfırdan dokuza kadar olan sayı adları ve matematik değerleri üzerinde duruldu. Sıfır hariç diğer bütün sayılar Türk dili kaynaklıdır. Bu sayıların Türk diyalektlerindeki adları ve varyantları toplu olarak gösterildi. Resim yazısından düşünce yazısına geçilirken Köktürk işaretleriyle bu sayı adlarının nasıl yazıldığı anlatıldı. 

Cep telefonlarının mesajlarında ve e-posta metinlerinde bir nevi eski çağların hiyerogliflerine geri dönülürken Türklerin taş abidelere sayı adlarını bir anlaşma vasıtası olarak nasıl resmettiklerini yeni nesil öğrenmelidir. Türk düşünce sisteminde sayılar sadece somut değil, soyut olarak da kültürel bir değer taşır. Sayıların evrenselliği yanında milliliği de vardır. Fertten aileye, aileden devlete geçerken toplumun teşekkülünde sayı adları ortaya çıkmıştır. Sonra bu sayı adlarında inanç izleri de görülmüştür.


Mehmet Hazar- Mehmet Şengönül
Nevşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi 
TDE-Matematik bölümleri öğretim üyeleri


(Sıfır için Not : Her ne kadar makalede "sıfır" ın Arapça'dan alındığı belirtilse de "El Harezmi (Algoritma) zamanında; Sanskritçe boşluk anlamına gelen shunya sözcüğü, sifr olarak tercüme edilmiş ve bu sözcük pek çok Avrupa dillerinde kullanılan yokluk sözcüğüne karşılık gelen sözcüklerin temelini oluşturmuştur." denmektedir. El Harezmî'nin de Türk olduğu dikkate alınırsa sıfırın kaynağının da Türkler olduğunu söylemek çok yanlış olmaz...B.Tarhan - link)



in English....

From 0 to 9 in the numbers names and the mathematical values of the numbers that have a  great place in the abstract culture of Turkish public are emphasized in this paper. 

All numbers ,except for 0, are originating from Turkish language. (!see note) The names and versions of these numbers in Turkish dialects are presented collectively. It is presented that how these names of numbers are written by Kök Turk signs while passing from pictogram to ideograph. 

The rising generation should learn that how Turks depicted the names of numbers on stone monuments as a means of communication while returning to ancient period’s hieroglyphics in text messages and e-mails. The numbers have not only concrete but also abstract cultural value in Turkish thought system. The numbers are both universal and national. The names of numbers emerged during the organization process of society while they were transferring from individul to family and from family to state. In addition to that, the traces of belief are seen in these names of numbers. 


!NOTE to ZERO: Although the article write that ZERO's been known as Arabic, in the time of Harezmi (algoritma) was written in Sanskrit language "shunya" translated as "sifr" (sıfır-zero) , meaning is  "space, emptiness, nothing". Then it is not wrong to say that the source of "Zero" are the Turks, because Harezmi was a Turk..! B.Tarhan


The first known English use was in 1598.

In AD 976 Muhammad ibn Ahmad al-Khwarizmi, in his "Keys of the Sciences", remarked that if, in a calculation, no number appears in the place of tens, then a little circle should be used "to keep the rows". This circle was called (ṣifr, "empty") in Arabic language. That was the earliest mention of the name ṣifr that eventually became zero.

Italian zefiro already meant "west wind" from Latin and Greek zephyrus; this may have influenced the spelling when transcribing ṣifr. The Italian mathematician Fibonacci (c.1170–1250), who grew up in North Africa and is credited with introducing the decimal system to Europe, used the term zephyrum. This became zefiro in Italian, which was contracted to zero in Venetian. (wiki.note, that they still using the word Persian!)


....


Harezmi, (Algoritma)

Dünya bilim mirasını zenginleştiren bilim insanları arasında çok sayıda Türk bilgin de vardır. Bunların biri de matematikçi kimliğiyle öne çıkan Ebû Muhammed İbn Musa el-Harezmî’dir. Cebir biliminin kurucusu Harezmî aynı zamanda astronomi ve coğrafya alanlarında da çalışmış ve yaptığı katkılarla bu bilim dallarının gelişiminde önemli rol oynamıştır.


Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir



Çağını Aşanlar : pdf



El Harezmi Cebirin Atasıdır, Prof.Dr.Akbulut


Çalınan Türk Tarihi - link




HE WAS BORN IN UZBEKİSTAN NOT IN BAGDAT.
AL-KHWARIZMI IS AN UZBEK TURK AND 
NOT PERSIAN OR ARABIC.


"IX əsrdə özbək alimi Mahmud Əl-Xorəzmi
ÖZBEK TÜRKÜDÜR."
Russian and Uzbeks sources.




Again,
The History cannot be told without the Turks.

Regards.
SB.



NOTICE:
DON'T EVEN THINK OF STEALING!
;)














6 Kasım 2014 Perşembe

SCYTHIANS/SKOLOTS - TURKS




Scythian-Hun-Turkic origin
Scythians are the ancestors of today Turks
Scythians = Saka = Massagetae (Big Scythian- Queen Tomris /Tomyris, Turkish female name) = Parthians


Herodotus wrote about their daily life, which is the same as Turkish Culture... Mares' milk drinking, sacrifice and eating horse, burials with horses, Stone Statues (Tashbaba-Taşbaba and Balbal), Parthian shots, names, language, traditions....etc. 


Anna Komnena (Comnena), called Turkic Pechenegs "Scythians".
"Pecheneg mercenaries were known as Scythians."

"Anna Comnena remarks that the Pechenegs (whom she calls “Scythians”) speak the same language as the Komans  Kuman - Kipchaq/Kipchak Turks)."

Anna Komnene’s Alexiad 
Daughter of East Roman Emperor Alexios 
She was a historian, scholar and princess of East Roman Empire....


"Attaleiates efers consistently to the Pechenegs in Paristrion as "Scythians near the Danube", while reserving the more general term "Scythias" for all Pechenegs living both north and south of the Danube. He also knows and uses the name "Patzinakai" which may have been used by the local population (in Russian language Patzinak)."

Attaleiates, Historia (The History) (11th c), historian,scholar.
He knew many of the emperors and includes an eyewitness account of the battle of Mantzikert (1071), where the Seljuk Turks crushed the East Roman (till the 16th century it was not called as Byzantine) armies and opened the door for the permanent Seljuk Turks conquest of Asia Minor.


*
PECHENEGS, Peçenek / Bechenak / Pechenak, one of the OGHUZ Turkish tribal confederation of mediaeval central and western Eurasia. Same root as Seljuk and Ottoman Turks...

Oguz-Oğuz-Guz-Ishguz-Skuz-Skuzes-Skit-Skyth-Scyth-Scoth

Oghuz Turks, The Ghuz or Turkmen also known as Oguzes. 

"In 1000 BC these tribes were divided. A number of Oghuz tribe, had relationschip with the Indo-European language, and over time this Oghuz tribes become known as Ogur Turks. Ogurs are the progenitors of the Huns." - Prof.Yegorov Nikolay İvanoviç-historian, Chuvash


24 Oghuz Tribes under Gray Arrows and Three Arrows.

1-Bozoklar (Gray Arrows)

Kayı (founders of the Ottoman dynasty and Jandarids)
Bayat (founders of the Qajar dynasty, Dulkadirids)
Alkaevli
Karaevli
Yazır
Döger (founders of the Artuqid dynasty)
Dodurga
Yaparlı
Afshar (Afşar; founders of the Afsharid dynasty Nader Shah and Karamanid dynasty)
Kızık
Begdili
Kargın

2-Üçoklar (Three Arrows)
Bayandur (founders of the Ak Koyunlu (Whitesheep Turkomans))
Pecheneg
Çavuldur
Chepni
Salur (founders of the Kara Koyunlu (Blacksheep Turkomans) dynasty and Kadi Burhan al-Din and Salgurlular State in Iraq; also refer to Salar people)
Eymür
Alayuntlu
Yüreğir (founders of the Ramadanid dynasty)
İgdir
Büğdüz
Yıva
Kınık (founders of the Seljuk Empire)

"In Seljuk Turks period (11th-12th c) , the commander of the army ; on the left side, Pecheneg and Çavuldur ; on the right side, Kayı and Bayat ."



What was England called when the country was first founded?
ALBION ; Aristotelian Corpus 4th c BC: "Beyond the Pillars of Hercules is the ocean that flows round the earth. In it are two very large islands called Britannia; these are Albion and lerne" ... With Rome was Britannia, when the Angles conquered it, it became Anglia - today England.....

Albion = White İsland (like the word Albinism-Albinoid)

or

"SKEİTH" and "ALBA" 

Scyth = Skeith = Keith
Scyth = Scoti = Scoth 
(Scotland (/ˈskɒt.lənd/; Scots: [ˈskɔt.lənd]; Scottish Gaelic: Alba)

"" "Scotland" comes from Scoti, the Latin name for the Gaels. The Late Latin word Scotia ("land of the Gaels") was initially used to refer to Ireland. By the 11th century at the latest, Scotia was being used to refer to (Gaelic-speaking) Scotland north of the river Forth, alongside Albania or Albany, both derived from the Gaelic Alba. The use of the words Scots and Scotland to encompass all of what is now Scotland became common in the Late Middle Ages. ""

But it is not Gaelic Alba, it is from Alban Turks...

Chinees called the Huns "White Huns - Akhun" because of the color of their skin... 

There is only 5 races on earth. 
Capoid (black), Congoid (negroid), Mongoloid (yellow) , Australoid and Caucasoid (white-Caucasian- Europid) .... 
and The Turks are in the "White Race - Caucasoid/Europid " 

In history, a tribe or ethnic group, using the same name for 4500 / 3000 / 2000 years...imposible . It changes. Even if we go back for 500 years.... 
Today, people of Turkey are not called as Ottomans or Seljuks  But Turks. 
Or just 20 years ago ; Yugoslavians doesn't exist anymore....





"The history of a people need to be read, a bit of 
by looking at the writings of his enemies." 
L.N.Gumilev



more about Alban Turks:













SCYTHIANS ; A TURKIC TRIBE


*"Now when Jove had thus brought Hector and the Trojans to the ships, he left them to their never-ending toil, and turned his keen eyes away, looking elsewhither towards the horse-breeders of Thrace, the Mysians, fighters at close quarters, the noble Hippemolgi, who live on milk, and the Abians, justest of mankind. He no longer turned so much as a glance towards Troy, for he did not think that any of the immortals would go and help either Trojans or Danaans."

Homer, İliad, book 13

*"Now the Scythians blind all their slaves, to use them in preparing their milk."

Herodotus, The History, book 4,chapter 2

*18th century, Russian scholar V. Tatişçev, "the Iranians, the Germans and the Chinese can not be Scythian '....

*in 1855 , German historian K. Noyman: "The Scythians are the ancestors of the Turks" ....

*M. Vizantiyets says , Old Turks are named as "Saka" and for the Byzantine Emperor II Justianus, the agreement letter send by Göktürks (for Sasanian peace) ,was written in the Scythian language, known as the "barbarian Turks" ....

*Especially Russian Academy of Sciences, in many of the academy, Kazan Tatar Turks M.F.Zakiyeviç says , "from the second half of the 18th century, they started to become interested in the history of the Greek, of which A. Lızlov (the first edition of his book in 1692) indicates that the Turks and Tartars came from the Scythians" 


Burial types / Kurgan
Language
Horse / mare milk KIMIZ - Kumis/kumiss/koumiss / trousers









LİKE ATTİLA THE HUN ATTILA / ATILLA 



SCYTHIAN   - LİNK





Given the archeological, philological and historical proofs and the Sumerian-Scythian and Avaricetymologies already published by other researchers, with the present study that fills the “Hunnic gap”in the Scythian-Hun-Avar-Magyar ethno-linguistic continuity, there cannot be any serious doubt anymore that the Hungarian Continuity Theory (HCT) is a historical truth and not a nationalistic-ideological phantasy...Prof.Alfred Toth.....LİNK







TOMRİS / TOMYRIS - A TURKISH QUEEN

"At this time the Massagetae were ruled by a queen, named Tomyris, who at the death of her husband, the late king, had mounted the throne."

Herodotus (1:205) 

TOMRIS - Tomyris, historical person, was a queen who reigned over the Massagetae, a Turkic people of Central Asia (Azerbaijan ) , at approximately 530 BC. 

She "defeated and killed" the Persian emperor Cyrus the Great during his invasion and attempted conquest of her country.

MASSAGETAE = SAKA = SCYTH = TURKS
TOMRİS IS A FEMALE NAME , STILL IN USE BETWEEN THE TURKS.



To'maris - Hosila Rahimova  
Özbekistan- Uzbekistan Turkish Tribe







THUS
Scythian history is not just about the "Scythians" .... 



Regards,
SB.