Translate
kızılderililer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kızılderililer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
25 Aralık 2014 Perşembe
NOEL BABA / SANTA CLAUS / NARDUGAN / CHRiSTMAS ....
Hollanda'daki Sinterklaas ve yardımcısı “Zwarte Piet” her yıl 5 Aralık’ta İspanya’dan gelir, etrafta gezinir, çocuklarla konuşur , dertlerini, dileklerini dinler ve hediyelere boğar. Zamana ayak uydurmuş ve değişime uğramıştır. Hiç sorgulanmaz, halbuki bu geleneğin arkasında farklı bir hikaye yatar.
Aziz Nicholas ve Myra:
Aziz Nicholas, İmparator Konstantin döneminde ( 324-337) Myra'da piskopos olarak görev yapmıştır. Çocukları koruma, sevindirme, denizcileri kurtarma, kayıp eşyaları bulma, fakirleri doyurma, parasız olanları evlendirme, gelecekten bilgi verme gibi pek çok mucizesi anlatılagelir. Mucizeleriyle ünlenen St. Nikolaos, Likya kenti Patara'da doğmuş ve 343 yılında 6 Aralık'ta Demre'de vefat etmiş ve oraya gömülmüştür.
MS.808’de Arap istilacılar mezarı yok etmek ister, ancak başka bir rahibin mezarını dağıtırlar. 1087'ye gelindiğinde ise Haçlı seferleri başlamıştır ve bir grup İtalyan tüccar, mezarını açarak, ağır kokulu mür içinde korunan kemikleri yağmalayıp Bari kentine götürürler. 1997 yılında Türkiye resmi bir başvuru yapıp, Aziz Nicholas'ın kemiklerinin iadesini ister. Lakin İrlandalı tarihçi Philip Lynch kemiklerin Bari'den İrlanda'ya taşındığını söyler , buna istinaden de Avrupalı tarihçiler nerede olduğunu tartışmaya başlar. Ama bu teorinin hiçbir gerçekliği yoktur. Amaçları azize sahiplenmek olarak gözükse de, iade etmek istememelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Yani hala Türkiye dışındadır.
Türkler ve Nardugan:
Tanrı Ülgen, insanların koruyucusu; sakallı ve kaftan giymiş olarak sarayında oturur , geceyi, gündüzü ve güneşi yönetir. Bir çok uygarlıkta görüldüğü gibi gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece, gündüzle savaşır ve gün geceye galip çıkar. Güneşin tekrar dorukta olmasına da “Yeni Doğum” denir, yani Türk kültüründeki Nardugan "Doğan Güneş" Bayramı'dır. Ülgen aynı zamanda ateşi de getirmiştir, aynı Prometheus gibi, ateşin ışık olması gibi...Kendisine bir de Beyaz bir Kısrak kurban edilir...
"Bu kavram ve sembollerin tamamı eski Türk Kültüründen alınmadır. Eski Türk Kültüründe “Ülgen” diye uhrevi varlık kavramı vardır. Ülgen, Tanrısal bir varlıktır. İyiliğin sembolüdür. Onun karşısında ki şeytani varlık ise “Erlik” tir...Eski Türk efsanelerine göre, kaftan giymiş ihtiyar Ulgen, evin çatısına kadar yükselen muazzam çam ağacının bittiği bölgede bulunmaktadır. O, tüm mevsimlerde bembeyaz uzun sakalı ve kaftanı ile dolaşır ve 25 Aralık’ta eski Türkler, Ülgen’e dualar eder.
Türkler Gök Tanrı inancını kabul ettikten sonra dahi, 25 Aralık’ı yılın en büyük bayramı-Tanrı’nın doğuş günü olarak kutlamışlardır. Avrupa’ya giden Hunlar da 25 Aralık tarihini bayram olarak kutluyordu. Türklerin bu milli bayramı, daha sonra Batı Kültürüne geçti ve Hıristiyanlaştı. Netice itibari ile 25 Aralık’ta Türkler, Ülgen’i beklerlerdi. "
Noel Baba Geleneği - Prof.Dr.Erhan Arıklı - detaylı:
Bir de Dionysos / Bacchus vardır, Anadolu'ludur, Doğuludur kendisi, Yunan tanrı panteonuna sonradan girmiştir, bu yüzden Zeus'tan ikinci kez doğurulmuştur, kabullenilsin diye. Anatanrıça Kybele'nin himayesi altındadır. Üzümden şarap yapmasını öğrenir ve öğretir, “ilk öküzü sabana koşan” tanrı olarak da anılır. 25 Aralık'ta bir bakireden doğmuş, Titanlar tarafından öldürülmüş, 25 Mart'ta tekrar dirilmiştir. 25 Aralık ışığın geceye zaferi ise 25 Mart'ta Baharın uyanışı, Nevruz'dur. Mart'ın 21.günü Bahar ekinoksu'dur ve 25 Aralık Türklerde nasıl kutsal bir günse, 21 Mart'ta yılın ilk günüdür....Hepsi de tanıdık değil mi. Bakire'den doğma, ölme ve tekrar dirilme...sembollerinden asma, leopar, keçi, aslan, yılan ve boğa...
İmparator Konstantin zamanında İznik'te toplanan birinci Ekümenik Konsül, halkı Hıristıyanlığa yakınlaştırmak için, güçlü bir kültü bulunan ve 22 - 25 Aralık'ta güneşin doğumu için yapılan Dionysos kutlamalarını, İsa'nın doğumu olarak 24 Aralık'ta kutlama kararını alır, buna da "Noel Bayramı" derler. Batı kilisesi ise 25 Aralık'ta kutlar, ki Hz.İsa'nın doğumu, sünneti, vaftizi bazı kiliselerde hala 6 Ocak'tır!...
Diğer yandan Nisan ayında kutladıkları Paskalya Bayramı'da Nevruz'dur...Hz.İsa'nın yeniden diriliş haftasıdır. Direkler süslenir, ateşler yakılır. Ve diğer Müslüman ülkelerde olmamasına rağmen sadece Türkiye'de kutlanan "Kutlu Doğum Haftası" ise bazı kötü niyetli çevrelerce Paskalya Haftasıyla aynı haftaya denk getirilmiştir, ki bunu özellikle bir "kişiye" bağlayamak isteyenlerde vardır. Müslümanlar için şirktir bu, dini temeli olmayan bid'at'tır.. (detaylar için bkz.Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman Ateş)
Biz yine Noel Baba'ya dönelim,
Haçlı seferleri ile batıdan gelen hıristiyanlar Anadolu’da karşılaştıkları bir çok gelenek ve görenekleri ülkelerine götürmüşlerdir, ki Avrupa aslında bu gelenek ve göreneklere de yabancı değildir. İskit, Hun, Kıpçak gibi Türk boyları ile gelenek ve görenekler zaten Avrupa'dadır. İskandinav'yada tanrı ve ata sayılan Odin, Şaman inancındaki at kurban etmek, at ile uçmak, göğe yükselmek gibi 8 bacaklı uçan beyaz atı Sleipnir ile, çocuklara hediyeler ve şekerlemeler dağıtır. Güneş gibi parıldayan bir gözü vardır, Ülgen gibi o da bilgedir, zaferi getirendir, yeryüzüne ve gökyüzüne hakimdir, Ülgenin elindeki yıldırımlar gönderen yayı gibi, Odin'de bir yıldırımlar tanrısıdır. Elindeki mızrak ise bilgelik uğruna hayat ağacından kopardığı bir daldır. Büyücülüğü ve Şamanizmi de simgeler. Odin ve halkı As Türklerindendir.
Germenler ise 21 Aralık'ta kötülüğü kovalar , ışığı selamlar. Bu ritüel İskit ve Hunlardan onlara geçmiştir. "Işık" Sol İnvuctus'tur , Helios'tur, Apollo'dur, Aplu'dur, Ra'dır, Ülgen'dir, Odin'dir....ama aynı zamanda Hz.İsa'da bir Işıktır....Yenilmez Güneş'tir O. Noel ise Latince Natalis'ten gelir ve doğum, doğan, doğurulan ile ilgilidir, belki de kökeninde Nardugan vardır. Natalis Fransızca Noel olmuş ve dünyaya yayılmıştır.
St. Nicholas'ın her yıl çocuklara hediye dağıttığını öğrenen ve Alsace’tan gelen Sebastian Brant isimli bir Fransız , 1494 te Noel gecesinde eşeğinin küfelerine doldurduğu yiyecek ve hediyeleri çocuklara dağıtmayı adet edinmiştir ve evinin penceresine astığı çam dallarını da elmalarla süslemeyi ihmal etmemiştir. Aslında yanlış meyveyi seçmiştir, onlar özünde Nar'dır. Nar hem meyve olarak bereketi, hem de kelime anlamıyla güneşi simgeler. Elma olsaydı Havva ile Adem'i temsil ederdi, ki bazı kaynaklarda Elma yasak meyvedir, cennetten kovuluş sebebidir, kötülüğü simgeler. Eğer o elma ise çam ağacına asılamazdı, çünkü Hz.İsa, yeniden doğuş ve iyilikler ile bir tezat ortaya çıkar.
Eski Türk inancında, yerin göbeği sayılan ve yeryüzünün tam ortasında bir "akçam ağacı" denilen “hayat ağacı” vardır. Dualar, yakarışlar tanrıya gitsin diye, ağacın altına küçük hediyeler, isteklerini dile getiren ikonlar konulur, dallarına çaput bağlanarak dilek dilenirdi. Dışarıda, açık havada gerçekleşen bu gelenek, içeriye taşınmış ve Çam ağacı kurma / süsleme geleneğine dönüşmüştür . Doğaya meydan okuyan, ölmeyen, yaprak dökmeyen Çam, ölümsüzlüğü simgeliyordu, göğe yakınlığı sebebiyle ucunda tanrı oturuyordu. Ağaç süsleme geleneği Sümer/Kengerlilerde de vardı. Yani Hıristiyanlıktaki Noel Ağacıyla hiçbir ilgisi yoktu.
Ayrıca Türklerde ağaç kovuğundan türeme efsaneleri de mevcuttu. Mesela; "Uygur Türeyiş Destanı’ndaki ağaçtan türeme motifinde de ağacın kovuğu ana rahmine benzetilmiştir. Ağaçtan türeme ve ağacın ata formu olarak tanınması Türklerde çok eski bir inançtır. Kayın Ana Layin Ata, Türk sözlü anlatı geleneğindeki ana motiflerden birisidir." -Y.Kalafat ... ."Uygur destanlarının Çin rivayetine göre, gökten ağaca inen mucizevî ışık ile ağaç hamile kalır ve Uygurların atasını oluşturur."- Köprülü...Yani Ağaç kutsaldı....
Türk kültüründe bir de Ayaz Ata vardır, Soğuk Han'dır, Kış Babası'dır, kışın ortaya çıkar kimsesizlere ve açlara yardım eli uzatır. Torunu Kar Kızı, Kar Güzeli de hediyeler dağıtır. Tıpkı bugünkü Noel Baba gibi...
Avrupadayız yine:
Noel/Christmas, 15.yy. Avrupa'da yayılmaya başladığı yıllarda, Saint Nicholaas-Sinterklaas'a dönüşerek Hollandalılar arasında farklı bir geleneğe dönüştü. Hollanda'da çocuklar ayakkabılarını 5 Aralık’ta hazır eder, gerçek St.Nicholas’ın ölüm yıldönümü olan 6 Aralık’ta hediyelerine kavuşurdu. Ayrıca bir zamanlar zenginlerden toplanan yardımlar da fakirlere ve yetimhanelere dağıtılırdı.
Sinterklaas'ın kıyafeti , bazı yönlerden üst düzey katolik piskoposların kıyafetine çok benzer. 33 düğmeli kırmızı bir pelerin giyer ve elinde ucu spiral şeklinde altından bir asası vardır. Düğmeler İsa’nın 33 yaşında çarmıha gerilmesini temsil eder - diğer yandan kırmızı Pelerin Toga'yı andırır ve elindeki asa da dahil hep Etrüsklerden geçmedir, asa, bilgelik ve sonsuzluk demektir.
Etrüskler hakkında: link / link
St.Nicholas/Sinterklaas Hollanda'ya İspanya'dan yardımcısı Zwarte Piet ile gemiyle gelir.
Hollanda ile İspanya arasında süre gelen "Tachtigjarige Oorlog" (1568-1648) Seksenyıl Savaşı'nda Katolik kilisenin bakısı çok yoğun bir şekilde hissedilir.
Bu süreçte Vatikan , Latin Haçlı seferlerinde, haçlılar tarafından yağmalanmış Myra/Demre St.Nicholas'ın eşyalarına sahiptir ve tabii ki geleneği de öğrenmiştir. Bu aziz saydıkları kişiyi fakirler üzerinde kullanarak , protestan olan halkı katoliklerin yanına çekme girişimlerine başlarlar. Sinterklaas kutlaması Protestanlar arasında itirazlara sebep olur ve kaldırılmasını isterler. Hatta 1600'lü yıllarda bazı yerlerde ayakkabı koymak, Sinterklaas'ı hatırlatan eşyalarının satılması gibi şeyler yasaklanır. Martin Luther bile karşı çıkmıştır. Ama bir çok yerde, kamu alanlarında olmasa bile gelenek gizlice evlerde yerine getirilir. 1895' e gelindiğinde okullarda yasaklanması görüşülürken , 20.yüzyılın başında artık işler çığırından çıkmıştır ve herkes kutlamalara katılır.
Hollanda da köle ticareti, 1621'de Hollanda Batı Hindistan Şirketi'nin (WIC) kurulmasıyla başlar. WIC gemileri, başlangıçta hükümet izniyle savaşan korsan gemisi statüsüyle gönderilir ve İspanyol-Portekiz donanmasıyla savaşmak amacıyla sefere çıkar.
Hollandalılar, köle tüccarı ve sömürge gücü olarak Atlantik bölgesinde önemli siyasi oyuncu konumuna gelirler. 1730 yılına kadar WIC, köle ticaretinde Hollanda tekelini elinde tutar. Daha sonra, 1720 yılında kurulan Middelburg Ticari Şirketi, WIC'ye rakip olarak Rotterdam ve Amsterdam'da açtığı çeşitli köle pazarları ile köle pazarlayan en büyük Hollanda şirketi olur. Yaklaşık 1770 yılında, Hollanda köle ticareti yıllık ortalama altı bin köle nakliyle en yüksek noktasına ulaşır. Daha sonraki yıllarda bu sayı hızlı düşüşe geçer.
18.yüzyılın sonunda, köle ticaretine karşı muhalefet oluşmaya başladı. İngilizlerin baskısıyla 1814 yılında köle ticareti yasaklandı. Fakat Hollanda, Avrupa'da bu yasağı en son uygulamaya koyan ülkelerden biri olarak, ancak 1 Temmuz 1863 yılında kölelerin özgürlüğünü tanıdı.
1850'li yıllarda köleliğin bitirileceği söylentileri tabiki yayılmıştı. Eğitmen olan Jan Schenkman birkaç sene önce yazılmış olan …"beyaz saçlı, yaşlı bir adamın, ölüm döşeğinde kölesinin oğlunu azat ettiğini" anlatan bir hikayeden esinlenerek "Sint Nicolaas en zijn Knecht" (Aziz Nikolas ve onun Uşağı / hizmetlisi) isimli çocuk kitabını yazdı.
Bu kitaptan sonra yazılmış yeni kitaplar ; "Het feest van Sint Nicolaas" (Aziz Nikolas'ın bayramı) ile "Pieter" (genelde erkek kölelere verilen ad: Pieter) , 1895 yılında da “Zwarte” Piet ( Siyah Piet - Pieter'ın kısaltılmışı) Hollandalı çocuklarla tanıştırıldı. Sinterklaas’ın yardımcısı olan Piet, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra kalıcı bir yere sahip olmuştur.
Hollandalılar, 80 Yıl Savaşları ile İspanyollardan ve Katoliklerden hoşnut değillerdir. Sinterklaas ile Zwarte Piet beraberce, kutlamalar için İspanya’dan gemiyle gelir. Hem Katolik kilisesinden hem de İspanyollardan intikamlarını almışlardır.
Zwarte Piet köleliği temsil eder ve bunu İspanyollara yamayarak, "Köle ticareti yapan biz değiliz, onlar" diyerek, her ne kadar dünyada köle ticaretinde ilkler arasında yer alsalarda, kendi geçmişlerini yeni nesile aktarmazlar ve İspanyolları küçük düşürürler ve başlarında da Katolik kıyafetler içinde bir beyaz vardır, o da "efendiyi" temsil eder. Bugün içinse ırkçılık olarak algılandığından kaldırılması düşünülüyor, hatta bazı yerlerde Piet figürü tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Sinterklaas’ın Amerika’ya gidişi:
1620'lerde Avrupa'dan ABD’ye yerleşmek için gelen "koloniler" aylarca süren yolculuktan dolayı yorgun, hasta ve aç bir şekilde karaya çıkarlar. Kızılderililer onları karşılar, yiyecek verir, hindi avlamasını, mısır ekmesini öğretir. Lakin, 1637 de Massachusset Koloni Valisi John Winthrop Kızılderililer ile savaşıp güvenli bir şekilde dönen adamları için Şükran Günü kutlaması yapar, ki silahlarını bırakmış, hıristiyanlığı seçmiş 600-700 erkek, kadın ve çocuk Yerliyi öldürülmüşlerdir.
Bayramın kökeni ilk başlarda Kızılderili ve ilk kolonicilerin ortak düzenledikleri bir hasat yemeği olarak görülse de, günümüzde Kızılderili unsurlardan ayrışarak, yalnız aile ve tanrıya adanan bir hal almıştır. Bunun yanında "Şükran Günü" Kızılderililer için bir YAS Günü'dür.
Hindi, Amerika'daki Şükran Günü'nün (Thanksgiving Day) geleneksel yemeğidir ve “hindi “ geleneği Avrupa ‘daki “domuz ” geleneğini bastırarak yerini alır. 1863 yılında Başkan Lincoln Şükran gününü ulusal bayram olmasını önerir, ancak bu öneri yıllar sonra, 1941 yılında ulusal bayram olarak ilan edilir ve Kasım ayının son perşembesinde kutlanır.
17.yüzyılda Hollandalıların Amerika'ya göçmesiyle Sinterklaas geleneği de onlarla birlikte buraya yerleşmiştir. Amerikalılar 1776 da İngilizlere karşı "bağımsızlıklarını" kazandıktan sonra, Avrupa kültürünü bir kenara bırakıp kendi kültürlerini yaratmak istediler ve bir çok şeyi “Amerikanlaştırdılar”. Bunlardan biri de Sinterklaas yani Santa Claus geleneği idi.
Noel kutlaması ile Sinterklaas birleştirilerek “Santa Klaus” yani “Noel Baba” yaratıldı ve İspanya’dan değil Kuzey Kutbundan geliyordu.! Amerikalıların buradaki amacı "Kuzey Kutbunda hak iddia etme" savaşıdır.
Zwarte Piet’ler Amerikan İç Savaşını hatırlattığı için Elf’lere, cücelere dönüştürülmüştür. Kasım ayının son haftasında Şükran Günü kutlaması sebebiyle 5 Aralık çok yakın bir tarih olduğundan, ayrıca kendi kültürlerini yaratma arzusundan dolayı Noel Baba 24 Aralık gecesine taşınmıştır. Hem Noel ile İsa’yı anarlar, hem de Santa Klaus ile çocukları “Dini Bayram” a alıştırırlar.
19.yüzyıla gelindiğinde Amerika ve Kanada’da Santa Klaus hakkında hikayeler , şiirler, yazılar çoğalır ve ulusal olarak kutlanmaya başlanır.
İsveç asıllı Amerikalı sanatçı Haddon Sundblom, 1930'larda Coca Cola firması için, 1822'lerde yazılmış bir kitaptan esinlenerek, bir ikon hazırlar ve bugünün Santa Claus görüntüsünü yaratır, popüler olur. Burada bir pazarlama taktiği de vardır. Santa Claus sevilen bir figürdür, böylece Coca Cola'da pazarını büyütür. Bazı yerlerde söylenildiği gibi de onu bulanlar cocacolacılar falan değildir. Yani, Amerika'ya ilk kez Hollandalı göçmenler getirmiştir , 1930 yılından sonra ise Noel Baba'yı Cocacola firması kullanmaya başlamıştır.
Adı bile Hollandaca Sinterklaas'tan Santa Claus'a dönüşmüştür. Sint/Sinter Aziz demektir, ki Klaas'ta Nicholas'tan devşirmedir. Noel Baba'nın Hollandaca ismi ise Kerstman'dır ve Christus' tan gelir . Sinterklaas 5 Aralık'ta kutlanırken, Kerstman 24-25 Aralık'ta kutlanır. Amerikalıların Noel Babası Avrupa'ya geri gelmiş ve Kerstman olmuştur.
Noel’in ekonomik yönünün, 1950’lerden bu yana gittikçe önem kazanması, anlamını kaybedip ticari bir anlam kazanması kilise tarafından endişeyle karşılanmaktadır. Noel bugün nüfusunun yüzde 60'ından fazlası tanrıya inanmayan İngiltere, Fransa gibi ülkelerde bile coşkuyla kutlanmaktadır. Hatta Müslüman ülkelere bile sıçramıştır. Hristiyan çevreler ise Noel'in bir alışveriş ve hediye bayramı haline gelmesinden, çocukların Noel Baba'ya, İsa'dan daha fazla önem vermesinden kaygı duymaktadırlar.
Çocuklarımızın bilinç altında bıraktığı etki ise çok daha büyüktür !
Mutlu ve Sağlıklı Yıllar Dilerim
SB.
ek:
Myra / Demre Aziz Nicholas gezginlerden anı:
“ Aziz Nicolaus hazretleri kilisede hemen öne çıkan bir figürdür. Aziz’in Anadolu’da Myra’daki türbesinden aldığım topraktan küçük bir miktarın şimdi yanımda bulunmaması ne yazık! Papaz için çok uygun bir armağan olabilirdi ”
(Charles Robert Cockerell, 1812, İtalya’da Mezzojuso adlı Arnavut köyünde).
“ Aziz Nikolaos’un Myra’daki mezarı, sayısız hac yolculuğunun merkezi oldu, ve Osmanlılar da ona dualarında yer vermeyi ihmal etmediler. Bazı Latinler, gizlice Likya kıyısına gelerek Myra’da ve manastırda Müslümanların baskısından kimse kalmadığını anladıktan sonra, St.Nikola’nın gömülü olduğu Syon Manastırı’na gelmişler ve orada mezarın bekçiliğini yapan inzivaya çekilmiş üç kişi bulmuşlar ve ‘Eski Roma’nın Papa’sı tarafından gönderildiklerini, orada gömülü olan şahsa yaraşır bir şekilde emniyet altına alınması amacıyla oradan taşınması için görevlendirildiklerini’ söyleyip, bunları kandırarak ve para vererek mermer lahdi kırıp açmışlardı. Lahdin içinde yine mermerden bir kavanoz bulmuşlar ve bunun yarısına kadar temiz, yağa benzer bir madde varmış. Kısacası iskeleti çok temiz bir sandığa koyarak 20 Nisan 1087 tarihinde oradan götürdüler”
(M.Charles Texier, 1833 – 1834).
gezginler Prof.Nevzat Çevik'ten alıntılanmıştır.
Etiketler:
Amerika,
Dionysos,
ETRÜSKLER,
Hayat Ağacı,
Hollanda,
HUNLAR,
kızılderililer,
kültür,
myra,
nardugan,
noel baba,
paskalya,
santa claus,
şükran günü,
türk,
ülgen
30 Ağustos 2014 Cumartesi
NATİVE AMERİCANS AND TURKS
Aaron Carapella, a self-taught mapmaker in Warner, Okla.,
has designed a map of Native American tribes showing
their locations before first contact with Europeans.
Native Americans Mourning / offering food to deads,
like the Turks.
Tree Burials
Kurgans / Tumuli / Tumulus
Shamanism
ŞAMAN / KAM
AVRASYA'DA ŞAMANLAR
WOLF / WOLF WARRIORS
KURT / KURT DONUNA BÜRÜNME / KURT SAVAŞÇILAR
CHAPULTEPEC in MEXİCO
The name Chapultepec comes from Nahuatl, the language
spoken by the Aztecs, and means Hill of the Grasshopper
("chapul" - grasshopper, and "tepec" - hill)....link
TEPEC MEANS HİLL İN NAHUATL LANGUAGE
İS İT SO ... WELL...
TEPE MEANS HİLL İN TURKİSH TO....
Güney Amerika Kıtasında bulunan Sumer Çivi yazıları:
Sumerian relationship with The Fuente Magna of Pokotia Bolivia:
and others
Mother
Native American : ANNA
Turkish : ANNE / ANA
Grandmother
Native American : NANA
Turkish : NİNE / NENE
Sumerian : INANNA / NANA
[1] Here and further, the American Indian words are spelled following the sources, though the spelling of different authors is different. Notably, the spelling of American Indian words even by the English-language authors does not follow the rules of the English language (open, closed syllables, etc.)
[2] The American Indian words are mostly considered versus the examples of the Tatar language, sometimes turning to other Türkic languages, or to the ancient Turkic, but without survey of other Türkic languages. In many Türkic languages, except for Chuvash, all these words are almost identical and generally transparent.
(The reverse translation from Turkic to Russian and back to English may deviate from the dictionary definitions, but should retain the semantic meaning of the words - Translator's Note)
from J.Macintosh 1853 book
"The origin of the North American Indians"
Peru'dan
son İmparator ATAHUALPA - ATA ....
Andes Mountains - AND Dağları ...
Ulu Dağın adı APU...
SANKİ TANIDIK GİBİ ....
Türkic and American Indian
Amerind - Türkic Genetics
9 Haziran 2014 Pazartesi
DÖRT YÖN TAMGALARI ve DRAVİDİAN DİLİ
TRUVA VAZO - link
ETRÜSK MÜHÜR
GÜRCİSTAN PETROGLİF
İNDUS VADİSİ MÜHÜR- link
HAWAİİ MÜHÜR - link
FRANKLARIN HÜKÜMDARI DİNDAR LUDWİG (ŞARLMAN'IN OĞLU) PARASI
Hopi Yerlileri - Amerika
Aydın Arkeoloji Müzesi
............
İndus Vadisi !?
A Comparative Grammar of the Dravidian Or South-Indian Family
of Languages by Robert Caldwell
....My own theory is that the Dravidian languages occupy a position of their own between the languages of the Indo-European family and those of the Turanian or Scythian group- not quite a midway position, but one considerably nearer the latter than the former....page vii
.... In some particulars- as-might be expected from the contact into which the Sanskrit-speaking race was brought with the aborginal races of India-Sanskrit appears to differ less widely than the other Indo-European tongues from the languages of the Scythian group.
One of these particulars- the appearance in Sanskrit of consanants of the cerebral series- will be discussed fruther on in connection with the Dravidian system of sounds. Mr.Edkins in his "China's Place in Philology" has opened up a new line of inquiry in regard to the existence of Turanian influences in the grammatical structure of Sanskrit. He regards the inflexion of nouns by means of case endings alone without prepositions in addition, as the adoption by Sanskrit of a Turanian rule.
He thinks alsı the position of the words in a Sanskrit prose sentence is Turanian rather than Aryan.
It is an invariable law of the distinctively Turanian tongues that related sentences precede those to which they are related. It is another invariable law that the finite verb is placed at the end of the sentence. In both these particulars Mr.Edkins thinks that Sanskrit has yielded to Turanian influences.
This certainly seems to be the case with regard to the vernaculars which have been developed out of the old colloquial Sanskrit; but in so far as the Sanskrit of literature is concerned, the Turanian rule is far from being universally followed. Mr.Edkins himself gives an illustration from a Sanskrit prose story (p315) which shows that a relative clause sometimes succeeds, instead of preceding, the indicative clause , and that the position of the finite verb is not always at the end of the sentence. Perhaps all that can be said with certainty is that in Sanskrit prose and in prosaic verse related sentences generally precede, and the finite verb generally comes last. Up to this point, therefore, it may perhaps fairly be held tahat Turanian influences have made themselves felt even in Sanskrit.
We are safer, however , in dealing with facts than with causes; for on this theory it might be necessary to hold that LATIN syntax is more TURANIAN than GREEK, and GERMAN more TURANIAN than ENGLISH.... page: 56
...I described the conclusion I arrived at as similar to Rask's, not the same, because I did not think it safe to place the Dravidian idioms unconditionally in the Scythian group, but preffered considering them more closely allied to the Scythian than to the Indo-European.
In using the word "Scythian", I use it in the wide, general sense in which it was used by Rask, who first employed in to designate that group of tongues which comprises the Finnish, the Turkish, the Mongolian, and the Tungusian families.
All these languages are formed on one and the same grammatical system and in accordance with the same general laws. They all express grammatical relation by the simple agglutination of auxiliary words or practicles ; whilst in the Semitic languages grammatical relation is expressed by variations in the internal vowels of the roots, and in the Chinese and other isolative, monosyllabic languages, by the position of words in the sentence alone.
The Indo-European languages appear to have been equally with the Scythian agglutinative in origin; but they have come to require to be formed into a class by themselves, through their allowing their agglutinated acuwiliary words to sink into the position of mere signs of inflexion.
The Scythian languages have been termed by some the Tatar family of tongues, by others the Finnish, the Altaic, the Mongolian, or the Turanian; but as these terms have often been appropriated to designate one or two families, to the exculision of the rest, they seem too narrow to be safely employed as common desgnations of the entire group.
The term Scythian having already been used by the classical writers in a vague, undefined sense, to denote generally the barbarous tribes of unknown origin that inhabited the northern parts of Asia and Europe, it seemed to me to be the most appropriate and convenient word which was available.
Professor Raski who was the first to suggest that the Dravidian languages were probably Scythian, did little more than suggest this relationship. The evidence of it was left both by him and by the majority of succeeding writers in a very defective state. General statements of the Scythian relationship of the Drabidian languages, with a few grammitaical illustrations, occupy a place in Prichard's "Researches" and have been repeated in several more recent works.
Prichard himself wished to see the problem, not merely stated, but solved; but I believe it can never be definitely solved without previously ascertaining by a careful, intercomparison of dialects, what were the most ancient grammatical forms and the most essential characterstics of the Dravidian languages and of the various families of languages included in the Scythian group respectively.
It was not till after I had commenced to carry the first edition of this work through the press that I became acquainted with Prof.Max Müller's treatise : éOn the present state of our knowledge of the Turanian Languaes" included in Bunsen's "Outlines of the Philosophy of Universal History". Notwithstanding the great excellence of that treatise, I did not find my own work forestalled by the Proffesor's. His was a general survey of the whole field....page 65
...An excellent beginning has been made in Boller's treatises: "Die Finnischen Sprachen" and "Die Conjugatşon in den Finnischen Sprachen" , Schott's treatise: "Über das Finnish-Tatarische Sprachengeschlecht" and Castren's "De Affixis Personalibus Linguarum Altaicarum" ; in addition to which we have now Professor Hunfalvy's paper "On the Study of the Turanian Languages" in which he carefully compares the Hungarian, Vogul, Ostiak and Finnish and proves that the vocabularies of those four languages are of a common origin, and that their grammars are closely related....page 66
...It is also to be remembered that the Turkish, Finnish, Hungarian and Japanese languages though in many particulars distinctively Turanian, have become still more inflexional than the Dravidian....page 68
Professor Oppert holds that the people by whom this language was spoken were Medians, but agrees with Mr.Norris in considering the language Scythian- that is Turanian....page 69
A Comparative Grammar of the Dravidian Or South-Indian Family of Languages , by Robert Caldwell - link
The Scythians are Turks
_____________________
Etiketler:
Amerika,
damgalar,
danimarka,
dil,
dört yön,
dravidians,
Etruscan,
ETRÜSKLER,
havai,
Hindistan,
iskandinav,
iskit,
kızılderililer,
pdf,
SCYTHİANS,
TAMGALAR,
truva
15 Nisan 2014 Salı
KASSiTES OF BABYLONiA
KASSITES OF BABYLONIA
Whose language was Akkadian. Many of their texts occur at Nipur, and they erected boundary stones in the 12th and 11th centuries BC. The later Kassites used the Semitic Babylonian language.
AKKADIAN
The old TURANIAN race of Babylonia,
named from the region Akad or Ak-kad.
Horned serpent devouring man - Chalcatzingo
Western San Rafael Swell region of Utah
Pony Hills and Cook's Peak, New Mexico
İskandinavya MS.5.yy
İskandinav / Kurt/Evren/Serpent - Runik yazı ile
İskit - Boynuzlu Kurt/Evren/Serpent MÖ.500-400
Mezopotamya / Boynuzlu Kurt/Evren/Serpent
Viking Dönemi
Kurt/Evren 1500-1700
Sasaniler - MS 5.-6.yy
İsis / Serpent - MS.2.yy
____
25 Ocak 2014 Cumartesi
KURT / KURT DONUNA BÜRÜNME / KURT SAVAŞÇILAR
“Bir kurt göründü, ışıkta soluyarak!
Bir kurt ki gök yeleli! Bir kurt ki gömgök tüylü!
Bakıyordu Oğuz’a, ışıkta uluyarak!”
(Oğuz Destanı)
![]() |
Kurt Sancak MÖ.2000 - Kazakistan |
KURT MOTİFİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Yrd. Doç. Dr. Hacer GÜLŞEN
Kurt, Türk milletinin sembolüdür. Ortaasya’dan bu yana, özellikle Oğuz Destanında ve diğer destanlarımızda kurt, yol gösterici olarak dikkat çeker. İnsanın başka bir canlıya dönüşmesi ( Don değiştirme- methamorphose ) ise sadece bizde değil, dünya masallarında da var olan bir durumdur. Edebiyatımızda özellikle Millî Mücadele dönemi edebî ürünlerinde kurt motifi dikkate değer bir özellik taşımaktadır.
Alfred de Vigny’nin “Kurdun Ölümü” şiirinin en güzel açıklaması Yahya Kemal tarafından yapılmış, Türk milletinin verdiği büyük mücadeleyle kurdun verdiği ölüm kalım mücadelesi arasında bir benzerlik kurulmuştur. Halide Edip, yurt dışında izlediği kurt motifli bir filmden çok etkilenmiş ve o da “Dağa Çıkan Kurt” adlı hikâye kitabını meydana getirirken yine Türk milletinin içinde bulunduğu ölüm kalım savaşını göz önüne almıştır. Ancak günümüzde de popüler kültürde, özellikle bazı filmlerde malzeme olarak “kurt” motifinin dikkat çektiği görülmektedir. Fakat bilinmelidir ki, kurt motifi ve kurda dönüşme, içinde kurt motiflerinin olduğu ürünler, Ortaasya Türk kültüründen tüm dünyaya yayılmıştır.
Kurt, dünyanın çeşitli kültürlerinde farklı şekilde mitolojiye yansımış, bazen hayranlık duyulmuş, bazen de tehlike olarak görülüp nefret edilmiş bir türdür. Avrupa kültürlerindeki masallarda ve efsanelerde çoğunlukla tehlikeli ve nefret edilen bir kötülük sembolü olarak geçer. Bu kötü yansımanın bazı örnekleri, İskandinav mitolojisindeki dev kurt Fenrisulfr ile Skoll ve Hati karakterleri ve kurt adam efsanesinden dolayı.
Ortaçağ Almanya’sından kalan “Kırmızı Şapkalı Kız” masalı ve bazı diğer masallarda da kötülüğün sembolü bir kurttur. Öte yandan, antik Roma kültüründe, kurt, Roma şehrinin kurucuları Romulus ve Remus'u emziren kutsal bir yaratıktır. Orta ve Kuzey Asya kültürlerinde ve bu kültürlerle eski bir bağı olan Kuzey Amerika yerli kültürlerinde kurt daima hayranlık duyulan ve kutsal sayılan bir hayvan olarak karşımıza çıkar.
Türklerde, Kuzey Amerika'nın Erokez, Aleut ve Tlingit halklarında kutsal ata ve halkın totemi olarak görülür. Alaska'da yaşıyan Aleut halkı, atalarının ruhlarının kurtların içinde yaşadığına inanır ve her sene göç eden bufalo sürüleri geldiğinde vahşi kurt sürüleri ile yan yana koşarak onlarla birlikte bufalo avlarlar.
![]() |
Kazakistan |
Wolves are the symbol of the Turkish Nation. The wolves stand out as the guiding spirit since the period of Central Asian Turks, especially in the Oğuz Epic and the other epics. Metamorphose of human beings is not a situation existing for us only, but for all the human beings. In our literature, the wolf pattern has an incredible feature in the literary works of the period of National Struggle.
Yahya Kemal explained “Death of a Wolf”, a poem by Alfred de Vigny, best and made an analogy between the great struggle the Turkish people were experiencing and the struggle the wolf was making while dying. Halide Edip was impressed a lot by a film with a wolf pattern and while she was writing her story book called “The Wolf that Took the Hills”, she took the death- or -life struggle of the Turkish nation as example.
However, we can see that the wolf pattern is being used especially in some films in the popular culture. We should know that the wolf pattern or turning into a wolf, the products with wolf patterns have all spread to the world from Central Asian Turks.
Not:
Kurt Donuna bürünüp Avrupayı kasıp kavuran o "Kurt-Savaşçılar/Wolf-Warriors" kötü bir üne sahip olduğu için Avrupa milletleri için "KÖTÜ" olarak algılanmış olabilir.
![]() |
Kazakistan |
Kurtadam Mitlerinin Oluşumu ve
Türk Mitolojisinde Kurtadam Yaklaşımları
Ramazan Volkan Çoban
...Berserk deliliğine kapılmış olan insanlar, üzerilerine postu giydikleri andan itibaren dönüşüm geçirdiklerini düşünürlerdi ve hatırladıkları şeyler pek azdı. Beowulf destanında Finli işgalcilerden biri kurt postu giymiş olarak Beowulf’un karşına çıkmıştı. Muhtemelen, Berserk deliliğinin etkisinde olan bu Kuzeyli savaşçı tutkuları için Britanya’ya gelmişti.
Normal haline geldiğinde Beowulf ile karşılaşmaya cesaret edemeyip ağlamaya başlamıştı. Berserk deliliği, günümüzde de görülebilen bir hastalıktır. Psikiyatrik bir hastalık olup, zaten var olan kurtadam efsanelerinin özellikle kuzey halklarında olmak üzere tüm Avrupa’da yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Bahsedilen dönüşümün (insandan kurtadama) gerçekleşmesi için deri değişiminin yaşanması gerekliydi. Normalde, dönüşülen hayvanın ağız kısmını da kapsayacak şekilde kafadan kuyruğa kadar derinin üst kısmı yüzülürdü ve bu post kafadan itibaren vücudun arka tarafına geçirilirdi. Eski Romalılar kurt adama “derideğiştiren” derlerdi ve Ortaçağ’ın başka mekânlarında da kurt adamlara buna benzer isimler verilmiştir.
...insanlar kurda veya başka bir hayvana dönüşmek hayvanın postunu kafalarına geçirirlerdi. Oğuz Han ilk seferinde başarılı olamamıştı ama daha sonraları bir zafer elde etmişti. Bu halka “İt-Barak” denirdi. İt-Baraklar Deşt-i Kıpçak’ın kuzeyinde ve batısında yaşarlardı.Geçmişte, İskandinav kavimlerinin Batı Asya’nın kuzeyinde de yaşadıkları kesin olarak biliniyor.
![]() |
Azerbaycan’ın Gazah bölgesinde bulunmuş tunç kemer. Üzerinde kurt ve balık tasvirleri dövülerek yapılmışlar. |
Göktürklerden Günümüze Türk Halk İnançlarında Kurt
Yaşar KALAFAT
![]() |
Ergenekon'dan Çıkış |
Kızılderili (orjinal makalesinde Hindu diye geçiyor! Azerbaycan da yerlilere Hindu diyorlar) ve Türk Efsanelerinde Kurt Totemi 'Mitosların Uygarlaşma ve İnsanlaşma Süreci'
Orta Çağ’da ve belki de daha eski devirlerde iskandinavların kafkas’dan göç etmeleri ve onların Kafkas kökenli Asırlarla, İskitlerle ve ProtoTürk kökenli halklarla akraba olmaları hakkında da ilginç fikirler öne sürülmüş ve araştırmalar yapılmıştır.(2)
Tüm bu meseleler hala tam olarak araştırılmamıştır. Onların esaslı araştırması Türk haklarının kökeni eski tarihi ile onların köklerinin açılmasında yeni sahifeler açacaktır. Bilindiği gibi, son devirlerde dünyanın birkaç öncü Türkoloğu Amerika Hinduları (yerlileri) ile Türk haklarının kökünün bağlılığı hakkında ilginç fikirler söylemişlerdi.
Bazı Hindu kabilelerinin dünya görüşünde, dini düşüncelerinde, efsane ve folklorunda, adet ve ananelerinde Türklerle fazlası ile uygunluklar görmüşlerdir. Amerika kıtasında yaşayan Hinduların Türk soylu olması fikrini söyleyenler de vardır. Amerika Hinduları ilk eski Türklerin etnik akrabalığı ve yahut da bu haklar arasında olabilecek kültürel manevi ahenklerin mümkünlüğü fazla ciddi ilmi bir problemdir ve ünlü araştırmacılardan otto rerığ, akademik A.Karımullin, Ahmet Ali arslan, Alısa Nicat ve birkaç araştırmacı bu problemle alakalı ilginç fikirler söylemiş ve değerli eserler yazmışlardır.(3)
Tüm bunlara rağmen, ele alınan konu hala tam, gerekli seviyede açılmamış olup, bunun geniş, kompleks, şekilde araştırılmasına ihtiyaç vardır. Öyle ki, etnograflar, etimoloji ile uğraşanlar, linguistler, kurtologlar, folklorşinaslar 5 farklı anketle bu meseleyi araştırdılar. Anlaşıldığı gibi, günümüze kadar Hinduların edebiyatı, kültürü, folkloru tam olarak araştırılmamıştır. Aynı zamanda bellidir ki XIX. asrın önlerinden başlayarak birkaç ünlü Amerikalı yazar, alim batı dünyası için maceralı karakter taşıyan Hindu edebiyatını, kültürünü öğrenmeye çalışmışlar ve bu onların bedii edebiyatına yansımıştır, araştırmacılar için bunların büyük önemi vardır.
Eski Hindu kültüründe inşa etmek, bu alanda birkaç kavramlık misallere aydınlık getirmek için onların tarih boyu dünyanın hangi halkları ile alakada, iletişimde oldukları izlenilmelidir.
Araştırmacılar söyle bir sonuca vardılar ki Hindular Sibirya’dan, Alaska’dan ve merkezi Asya’dan geçerek Amerika kıtasına gelmişlerdir. Bu onların Eskimoslarla alakadar olduğunu gösterir. Bu fikirlerin dairesinde birkaç tutarlı delil alıp araştırmayı amaç edindik. Bunun için ilk sırada Hinduların ve Türklerin dünya görüşlerinde bulanan genel faktörleri almam lazımdır. Bu problemin açılmasında totem ve tabu esas rolü oynayabilir.
Hemen mesele ile alakadar ilim aleminde eskiden ispat olunmuş faktörlerden biri ondan ibarettir ki, eski Türklerde şamancılığıyla yanaşı, toteizm de güçlü olmuştur. Birkaç abidede, mes, tulu-kuşu, gaba-ağaç, kurt yüzü mübarek olur ve (kitabı-dede-korkut) bunu gözlemek olur. Eski Türk halklarının abidelerinde at, yılan kaplumbağa, kurt ve kartal vardır.
Tüm bu totem ve tabular içerisinde kurt ve köpek-it, konusu önemli yer tutar. Şöyle ki, hem eski Türklerde, hem de eski Hindularda kurda inam gücü olmuştur. Çeşitli durumlarda çeşitli kabile ve tayfalar arasında totemler değiştikleri halde kurt daha derin kök salmış, yüksek mevki tutmuştur. Bu da kendi sırasında eski Türk halklarının cedlerinin kurttan üremesi inancından doğuyor. Bu konuya bağlı eski Çin ve Türk kaynaklarında değerli bilgiler var. Geçen yüzyılda büyük Rus alimi ve seyyahı N.Y. Biçuri’nin Çin’e araştırma seyahatleri zamanı topladığı kaynaklardan Türklerin kurt’tan türemesi konusunu gözlenmiştir.
O ömrünün yirmi yılından fazlasını hasr ettiği araştırmalarından birinde der ki; ’Türkyuk evinin cedleri batı denizinin batısında yaşıyor ve tek bir toplum oluşturuyorlar. Bu aşna denilen kunn evinin dolu olmasıydı. sonraları bu nesil komşu hükümdar tarafından yenildi ve tamamen kökü kesildi. Onlardan yalnız 10 yaşlı ile bir oğlan sağ kaldı. Yaşı küçük olduğu için askerler ona acıdılar, kollarını ve ayaklarını kesip onu bir göle attılar. Dişi kurt oğlanı buldu ve onu etle besledi. Hükümdar duydu ki, oğlan yaşıyor, oğlanı bulup öldürmesi için adam gönderdi. Gelen adamlar oğlanın yanında dişi kurt göndüler.
O zaman, Çin rivayetinde değinildiği gibi, bu dişi kurt batı denizinin doğusundaki Qao-Çan’ın kuzey batısında olan dağlarda göründü. Dişi kurt burada sığınak buldu ve oğlandan on çocuğu oldu ve onlar da büyüdükten sonra evlendiler ve çocukları oldu. Sonradan her biri kendi neslini oluşturdu.(4)
N.Y. Biçuri’nin Çin kaynaklarında bulduğu birkaç tür abidelerinde bu gözlenmiştir. Türk araştırmacılarında da bu meseleye geniş yer verilmiştir. Bazı ilk Avrupa halklarının folklor ve rivayetlerinin kökleri Asya-Troya kaynaklarına, böylece de Türk-Hun kaynaklarına dayanır. Kabileler iki yere ayrılırlar, yanan ateşin etrafında dans eder ve kutsal ruha teşekkürlerini ifade ederler. (5) Hindu folklorunu araştıran ünlü Rus alimi A.V. Vaşşenko yazar ki: ‘İnsan-kurtlar doğu ve kuzeye doğru ilerlediler’ veyahut ‘görünür, hemen o insan kurtlar Mogikanlardı.
Ona göre kurtlar onların totemi idi.’ (6) Hinduların çok ünlü folklor örneği sayılan ‘Vallamolum’ poemasında da kurdun adı çekilir. ‘Vaviahtanların adasında güçlü kurt vardı ve o kabilenin başı idi.’ (7) Beyaz kurdun babaları ile kartalın babaları uzun zaman balıkla zengin olan suların yanında yerleştiler.’(8) ‘Kuzey, güney ve doğunun adamlarını getirdiler. Daha sonra ilk avcılar, rehberler, şamanlar ve onların karıları, kızları, köpekleri geldi.’ (9) Hinduların masal ve efsanelerinde de kurtlarla bağlı fazla ilginç örnekleri var.
‘Kara kurt herşeyi anladı. tayfanın adamları avdan döndüğünde büyük bir ateş yaktılar ve et kızardığında halkına yeni bir dans öğretti. Şimdi tüm Dakota tayfasının oynadığı ve kara kurta şöhret kazandıran bu yeni dans ‘onların dansı’ydı. (10) ''... o ansızın kımıldamadan oturmuş. Gri kurt'la karşılaştı. Kurt dedi ki: Ben kutsal dağların bekçisiyim. Seni daha yukarılara götüreceğim'' (11) ‘Gri kurt’ yolda yalnız başına giderdi. Kuyruğunu sallayıp, gözünü sahibinden çekmeden köpek de onun arkasında sürünürdü’ (12) gözlenmişti.
Şöyle ki, hususi ile roma efsanelerinde bu mesele açık-aydın görünür: ‘Efsaneye göre, Latin şehirlerinin birinin padişahı kendi kardeşi kızının ikiz doğmuş iki oğlunu-konulu ve kemi tibr çayına atmayı emr etmişmiş. O korkuyordu ki, çocuklar büyüdükten sonra onu tahttan mahrum ederler. Çocuklar kurtulurlar. Bir dişi kurt onları kendi sütüyle büyütür. Roma da Kapitoli Tepesine kurt heykeli koyulmuştur. (13)
Troya-Roma çizgisinin gelişimiyle bağlı ünlü kazak şairi O. Süleymasnov’un da ilginç fikirleri vardır.(14) Büyük Hun imparatoru Atilla’nın kurt’tan yaranması hakkında Avrupa’da da rivayetler olmuştur. O. Süleymanov’un araştırmalarında da da bununla ilgili değerli delillere rastlıyoruz.
Sujenin Macar varyantı İtalyanlara da malum oldu. A.N. Vslelovkski’nin kitaba dahil ettiği İtalyan rivayetlere göre kendi kızını Bizans taht-tacının veliahtı ile evlendirmeyi kararlaştıran Macar kralı kızı tecavüzlerden korumak için geçici olarak kaleye koyar. Kralın beklemediği bir iş olur. Şehzade kız onunla birlikte kulede olan köpekten çocuğa hamile kalır ve Atilla doğar. Bu bilgiye uygun olarak, İtalyan ikonografiyası Hun hükümdarını köpek kulaklı tasvir ediyordu. A.N. Vselovski’nin yazdığına göre, İtalyan rahibleri ‘önceleri (kururk) fahri olduğu için dikkati çekmeyen bir şeyi ‘Atilla’ya kabahat tutmuşlar. Rahibler Attila’nın simasında köpekbaşların devamcısı Yecuc Mecucu görüyorlardı. Zaman geçtikçe, köpek hakkında hayaller değişir ve bazı tayfalarda bu fahri yeri kurt tutar.
Çin araştırmacılarının malumatlarına göre eski Türklerin bayrağında kurt başı şekli varmış. Düşünülür ki, bu bayrağı Avrupalılar görmüşler.’ (15)
Erken orta çağ’da da bir sıra İskandinav haklarının, hususiyle, İrlanda ve İslandalıların folklor örneklerinde kurt totemi büyük yer tutuyor. Bu da kendi heybetinde İskandinavların Kafkas’dan göç etmesi menşece Assar ve İskitlilere bağlı olması fikrini bir daha ispatladı.’ (16)
‘Kuhilin’ destanında evin köpeğinin öldürülmesinin imkansız olması motifi var. ‘Büyük Edda’, ‘Küçük Edda’ (17) destanında , hem de Snorri Sturluso’nun diğer eserlerinde belirtildiği gibi eski Türklerin Troyadan göç etmesi’ ve Avrupa’da yurt salması hususiyle dikkati çeken misallerden biriridir. S.Sturluso’nun ve sonraki devirlerde yaşayan diğer araştırmacıların eserlerinde denildiği gibi, eski Türk kabilelerinde kendi sırasıyla Kafkas’dan Altay’a Avrupa’ya ve Amerika’ya göç ettiler. Öyle ki, kurt toteminin eski Türk İskandinav, Roma, Avrupa halkları yanı sıra Eskimo kabileleri arasında da yayılması tesadüfi değildir ve bu eski ile alakalı olmuştur.
Bazı hindu kabilelerinin inamları (bazıları yok), Türk dini ve dünya görüşüne daha çok bağlıdır. Ünlü Türk tarihçisi B. Ögel’in Hunların bir dini merasimi ile ilgili verdiği malumat dikkati çekiyor. (18)
‘Önceleri köpeği iyice beslerler. Köpek şişmanladıktan sonra onun boynuna renkli ip bağlarlar. Ölünün ruhunun ona kurban edilen köpek tarafından korunacağına inanırlar.’ (19)
Bu adet aynıyla İrokez kabilesinde de var: ‘Birinci gün köpeğin boğulması törenidir. Bunun için en sağlıklı ve beyaz köpek bulunur. Beyaz renk-İrokezler için temiz ve iman sembolüdür. Köpeği boğdukları zaman, eyere bir damla kan düşmemesi ve köpeğin kemiklerinin kırılmamasına çalışılırdı. Köpeğin boynuna beyaz renkli ip bağlanırdı. bu bir saadet, itibar sembolüydü. Aynı zamanda köpeği çok istekli süslüyorlardı ve bunu kendileri için hayırlı bir iş sanıyorlardı. Süslenmiş köpek cesedini yerden sekiz lut yükseklikte sütundan asıyorlardı. Ceset beş gün gece-gündüz sütunda asılı duruyordu. Beşinci gün sabahı onu yakmak için indiriyorlardı. Dört kabile iki köpek yakıyorlardı. cesetleri yaktıkları zaman hemen hemen herkes ağlardı.
XIV. asrın Amerikalı şairi ve hindu folklorunun güzel bilicisi, H. Longfelleo’nun da yaratıcılığında kurtla bağlı misale rastlanır. Onun Hindu hayatından bahseden ünlü poeması ‘hayavata hakkında nağme’ eserinde kurt derisinden olan şehirli torbadan konuşma gelir.
kurt derisinin torbasını
açıp, ordan önce bir
cam çıkarttı, sonra bir-bir
çıktı çöle bu torbadan
pogasenin fikurları:
bir çift yılan, bir çift yaya! (20)
Belki de bu kutsal torba-yani kurt derisinden dikilmiş bu eşya yer küresinin kendisidir. Yer küresi kutsal olduğu için kurt derisinden dikilmiş torbaya benzetiyorlardı. XX. asır Amerika edebiyatında ünlü yeri olan yazarlardan biri de Jack London’dur. Kurt totemi ile bağlı onun da yaratıcılığında ilginç misaller vardır. ‘Cedlerin Silahı’ adlı eseri buna örnek olabilir. (21) U. Folkner’de de kurta bağlı dikkati çeken deliller var. ‘Tam üç gün duum batıya gidemiyordu, diyordu ki ‘ben atımı görüyorum.’ (22)
Hinduları gömerken onun köpeğini de kendi ile birlikte gömüyorlardı. Bu ise köpeğin sahibine vefalı olduğunu gösteriyordu. Bütün bu söylenenlerden söyle sonuca geliyoruz ki, dünya halklarının sonuncu etnogenezini ortaya çıkarmak için birkaç antropolojik cihetin yanı sıra, aynı zamanda tesaffütü ve dini dünya görüşlerinin de önemi vardı.
Prof.Dr.T.S. ELİYEVA
Kızılderili ve Türk Efsanelerinde Kurt Totemi
Uluslararası IV.Türk Kültürü Kongresi Bildirileri 4-7 Kasım 1997,
Ankara Cilt 4
Ekteki haberde Bulgaristan daki kurgan kazısında ,At ve Köpek iskeletleri bulunmuş. Köpek büyük bir ihtimalle yukarıdaki yazının içinde geçen "kurban" la ilişkilidir. (At'ı zaten biliyoruz) ve bu bir Türk Kurganıdır.! (link)
dipnotlar:
1. Osman Nedim Tuna, Sümer ve Türk dillerinin tarihi ilgisi ile Türk dilinin yaşı meselesi, Ankara 1990; a. Mamedov, teoretiçeskiye problemi vossotahovlehiya perviçhik komey ve tyürskix yazıkax ‘ azerb.filologiyası’ meseleleri bakı, ‘elm’, 1984; O. Süleymanov az-ya.azerb.devlet neşriyyatı, Bakü, 1983.
2. Tur Keyerold. Azerbaycan teli(migtası yahih avto sehtrik hezetiyyasihe tengidi bakış), ‘azerbaycan gezeti. 6 nisan, 1995.
3. A. Katlimullin, prototyunki ve indegçi amenki (psled on odnoy gipotezi) M. İhsan, 1995; Ahmet Ali Arslan ‘Hazar’ dergisi, 1991, no 2-3, 5-51-52; elisa nicat, hale Türk isimlenmeyen Türkler, ‘bozkurt’gazetesi, 1984.
4.N.Y.Biçurin, gobranie svebehiy o hatodax, obitavşix v stedhey azii v drevhie vrermeii. izdateistvo akademii nauk sssr: Moskvo-Leningrad 1950-5220-221.
5. motgah, ligo xodehosuhi, ili itorezov. izdatelstvo ‘nauka’, Moskva, 1983. s. 112.
6.A.V.Vaşşenko, istotiko-epiç eskoy folklor se vedoamerikahskoy indıyçev (tipologiya poetika) ‘nauma’, Moskva. 1989, s.41
7.ay, yer., s. 182.
8.ay, yer., s. 176.
9.ay, yer., s. 177.
10. Dünya halklarının efsaneleri, Bakü, 1999. s. 434.
11. ay, der., s. 442.
12. Eski dünya tarihi, Bakü, maarif, 1990, s. 201.
13. O.Süleymanov, Az-ya. Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü, 1993, s. 220.
14. O.Süleymanov, Az-ya . Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü, 1993, s. 220.
15. Tur Heyeldal. Azerbaycan telilmigtasiyanın avrosektrik heztiyyesine tengıdi bakış ‘azerbaycan’ gezeti, 6 Nisan 1995, ci il.
16. Miladşaya eddo izol, ‘noukia’, Leningrad 1970, s. 89
17. ay.yer., s. 10.
18. B.Ögel, Büyük kuh imperiyesi gahdik, Bakü, 1992, s. 171.
19. ay, yer
20. H. Longfello. Hayavata hakkında nağme, genolik, Bakü, 1971, s. 175.
21. C.London, povestler, hikayeler, yatıçı. Bakü. 1991, s.8.
22. U. Folkher, Kırmızı yapraklar, ‘bağban’ toplosu gençlik, Bakü, 1990, s. 115."
not:
bu yazıyı ekşisözlükten aldım, çok aramama rağmen pdfsini bulamadım, ve böyle bir makale mevcut. Aliyeva'nın kendi sitesi AKMB:
Hindu ve Türk efsanelerinde kurt totemi, “Türksoy” dergisi, 2000, Nl, S.40 – 43....
WOLF and WOLF-WARRIORS
...As the hero inspired them, one may assume that some among them fought with clubs in the hero's style. Gods and hero- ancestors no doubt were models also for wolf-warriors, long-hairs, ghost warriors...
Warrior styles have much to offer our understanding of history. They tell us how long ago, when war was still welcome, fighting men reached the state of ecstasy that led them to do astounding things. They lead us into the heart of Vedic Indian, Homeric, Celtic, and Germanic* civilizations, where fighting prowess was the measure of a man. They link the Bronze, Iron, and Middle Ages- two thousand years of history seldom seen as belonging together. They often turned the wheel of events during these many years: wolf-warriors founded Rome in 753 BC, enthroned emperor Costantine in AD 306, and united Norway in the battle of Hafrsfjord in AD 872: and horse-stabbers won the battle of Pharsalus in 48 BC that turned Rome from a republic into a monarchy...
In the Americas as well as Africa, warrior societies dominated archaic cultures as much as they did in Europe. Germanic warrior customs such as masked dances, and styles like berserks or wolf-warriors, find astonishing parallels world-wide that sharpen our perception and help explain otherwise little understood customs....
Nowhere else in antiquity do we hear of wolf-warriors and bear-warriors fighting together. But in AD 872, Thorbjorn Hornklofi depicts Germanic wolf and bear-warriors fighting side by side; they line the flagship of King Harald Fairhair of Norway in the battle of Hafrsfjord. It is astonishing to find in a work of Roman art the same two kinds of animal warriors that 800 years later stalk through a skaldic poem as ülfhe*nar (wolf-hood wearers) and berserkir (bear-shirt wearers; later any furious warrior)....
New World Indians brought from Siberia, not only shamanism and wolf-ancestor myths, but , it seems, also wolf-,bear-,bird-cat warrordom. They sent forth wolf-warriors as scoults, and even patterned their warfare on wolf like spying:
"It is interesting to note that Wolf in one form or another was the patron spirit of war all over the Plains. He was primarily the intelligence service, the ruthless, crafty, cautious hunter. This may well be taken as symbolic of all Plains, or of all American Indian warface. Its protype was the shrewd stalker and as Wolf's depredations dependend upon intelligence the Indians hunted men in the same manner. The service of intelligence was the one branch of their art of war which was perfectly developed."
The best way to identify with an animal is to don its pelt: a mid-sixteenth-century drawing shows a Mexican Cuetlachtli warrior wearing a wolf-hood, much like Indo-European* wolf-warriors. Since waring the animal's skin is essential to animal-warrior styles, it is of great interest to see this done in the New World no less than in the Old. Both American and European folk tales speak of people being changed into Wolves by wearing wolfskins, and of being freed from shape-shifting by burning the skins.
Animals especially wolves offered much to the warrior bent on going beyond the bounds of this humanity: he could walk, jump, or run as the chosen animals did: also hide, creep, lurk, scream, bray and howl as they did- wolves often howl in triumph at a kill- and in all he could frighten the enemy while venting his own fear. He could take on an animal's rage, dread or pride and thus free himself of cultural constraints or conscience (much as modern warriors do when they focus on technology). Moreover, with their power to change into animals and travel to other worlds, shamans gave wolf- and bear- warriordom a cosmic dimension.
Wolves and hyenas, almost alone among animals, fight in packs- as if going to war. Fiercely baring their teeth, with eyes flashing danger, howling dreadfully and biting through their prey's windpipe, they are the most gripping warrior animals.
From wolves warriors learned stealth. As a wolf-man of our own time puts it:
"The wolves moved deftly and silently in the woods and in trying to imitate them I came to walk more quietly and to freeze at the sign of slight movement. At first this imitation gave me no advantage, but after several weeks I realized I was becoming far more attuned to the environment we moved through. I heard more, for one thing, and my senses now constantly alert, I occasionally saw a deer mouse or a grouse before they did... I could attune myself better to the woods by behaving as they did- minutely inspecting certain things, seeking vantage points always sniffing at the air. I did, and felt vigorous, charged with alertness."
Good camouflage, wolfskins allowed scouts to hide. Homer tells of the Trojan night-spy dolon hiding under a wolfskin, and Euripides embellishes the tale:
"I will draw a wolf skin over my back,
put the beast's gaping jaws around my head,
fasten the forelegs to my hands,
its legs to mine, and mimic the four-footed
wolf-gait, hard to spot for the foes."
Speed is another astounding quality of wolves. They trot unflaggingly, lightly, and quickly - easily 50 miles a day. Homer's wolf-warrior Dolon was a fast runner. Young and swift, wolf-warriors often served as scoults and skirmishers. Wolves, moreover far outdo man in fieldcraft: they are the easy masters of the woods, the wild, the winter, and the night, all frightening and uncanny to man.
Of all wild animals, wolves are closest to man in social instincts. They respect rank, delight in each other's company, and are so dedicated to the pack that the Hittite king Hattusilis told his assembly, "May your clan be one, like that of the wolves!" , as dogs they are eager and faithful beyond words.
Wild wolves have even suckled and raised human children. No other animal engages man's feelings so strongly. It has rightly been said that what links men who love wolves with those who loathe them is the intensity of their feelings.
Wolf-warriors are the best-documented Indo-European* warrior style, originating long before and lasting long after the Indo-European dispersal. They are found far more often than bear-, boar-, buck-, marten-, horse- or any other animal-warriors.
In the second millennium BC., when our sources begin to flow, wolf-warriors are already well attested. A Hittite army leader bore the name Lupakku (Wolf), and since Indo-European animal names bespoke strength and luck, he very likely was a wolf-warrior. Likewise the name of the Hittite Luvians means "Wolf People". Hittite texts call them LU-MESH-UR-BAR-RA, "Men-dog-Outside".
Vedic India too had skin-clad wolf-warriors: Rudra,with his wolves Bhava and Sarva and with a warband of eleven long-haired Rudriyas, haunted the woods. Other early wolf-warriors are the Mairyo youth of ancient Iran: as a warrior band they were called "wolves" and fought in a frenzy, though it is not known whether they wore wolfskins. Scythians also fought as wolf-warriors some of their youths being "valiant dogs".
Mycenaeans very likely had wolf-warriors. A painted krater from Tiryns of about 1200 BC shows four warriors on foot, two before a chariot and two behind it. All four are armed with small round shields and javelins much like Egyptian Shardana chariot runners of the time. "The pointed crests on their heads" it is said "may represent a cap-helmet of some kind" ; the tails between their legs are very likely tails of an animal skin. The men have been taken for tiger-warriors, but there were no tigers in ancient Greece. Indo-European* parallels and Homeric wolf-sympathy suggest that they are wolf-warriors. If so wolf-warriors may have played a role in the chariot-base Indo-European* expansion of the mid-second millennium BC. Chariot crews neede runners beside them to capture or finish off enemy charioteers. Fleet-footed young wolf-warriors could have played this tactical role. Some Mycenaeans seem to have had wolf-names.
Homer too tells of wolf-warriors. He sees heroes such as Hector, Diomedes and Achilles as at times overcome by fighting madness; that is in the throes of "wolfishness" a state akin to berserk recklessness. Speed, stealth and fighting madness characterized Greek wolf-warriors, but Achilles captains flaunted wolfishness also as a leadership quality:
"Hungry as wolves that rend and bolt raw flesh,hearts filled with battle-frenzy that never dies-off on the cliffs, ripping apart some big antlered stag they gorge on the kill till all their jaws drip red with blood, then down in a pack they lope to a pooling dark spring,
thier lean sharp tongues lapping the water's surface, belching bloody meat, but the fury never shaken, builds insede their chests though their glutted bellies burst-so wild the Myrmidon captains..."
In Sparta , warrior tarining was the work of Lykurgos, the "Wolf-Worker". Lykurgos laid down a law that for a year (the Krypteia) young warriors must hide and live outside society fending for themselves as naked, lone wolves, Elsewhere in Greece, Apollo the Wolf-god** presided over the training of young warriors.
Indo-European* tribesmen brought the wolf-warriors style to Italy as well as Greece. *(I DO NOT AGREE- Be Honest!-SB)
Virgil says that the warriors who founded Praeneste wore wolf-hoods and fought with the left foot bare- a sign of skill, toughness, and recklessness. The Hirpi Sorani wolf-warriors from north of Rome, like later berserks, could not be hurt by fire: very likely they fought in a trance of ecstacy that made them woundproof.
The wolf-warriors of Romulus (an Etrsucan Myth!-SB) founded Rome and centuries later in the battles against Hannibal the legions still had in their rank velites, young men who fought in the forefront and wore wolfskins. As the sight of a wolf was an omen of victory to later Germanic warriors , so it was to early romans: when a wolf ran through their battle line at Sentinum in 295 BC, Roman warriors welcomed it with shouts as the winning wolf of Mars (also a Scythian God!-SB). By the time of Marius, however , Rome had lost her wolf-warriors. (if it was a Roman culture, why lost?!!-SB)
Among Celts in Gaul, wolves and dogs bred from wolves entrhralled warriors. Celtic names like Cunopennus, cunocennus and Cunobarrus all mean "dog-head" or "wolf-head"; that is, men who fought with dog or wolf-skins over their heads. very likely they looked like the Germanic wolf-warriors portrayed on Trajan's Column...
...Ancient aristocratic horseman and reliefs depicting emperor Constantine's guard on his arch in Rome. Several other sagas beside Egils saga speak of it, as does the lay of Hakon* quoted below.
Thorolf was nor seize by an unforeseen bersek fit, he had prepared for going berserk by not wearing a hauberk. He had it in his hand when to fight madly. with some warriors being a berserk was a predisposition handed down from father to sun, but with Thorlolf it was a deliberately chosen warrior style. This is true even more so of Norway's King Hakon the Good who in 961 also scorned armor:
"He threw off his armor
thrust down his mail-coat,
the great-hearted lord,
ere the battle began.
He laughed with his liege-men
His land would he shield
The gladsome hero
neath goldhelm standing."
Hakon's laughter underlines hisscorn of wounds. Like a true berserk he went on to fight before the line and the standard....
Ancient Germanic Warriors: Warrior Styles from Trajan's Column to Icelandic Sagas by Michael P. Speidel
note:
*The Turkish myths are not spoken hier !!!
Etruscans , Scythians , Huns , Odin = the Turks...Wolf is holly to them and was not to the Romans or Greeks !
Remember ; The myths were told in the Old World, before the Indo-European races!
Iranian people came in the 10th-6th c BC. to that area, the Turks were already there.
And Indo-Europeans races are mixed with the Turkic races in the time in Europe ...
Shaman religion is also realated....
Hakon=Hakan : in Turkish means Lord/King/Emperor.. the Turks use it today as a male name.
**Apollo The Wolf God = The word Apollo is not even Greek and was not a Greek God in the beginning ! Taken from the East Culture...
![]() |
Roma , Kurt başı MS.1.-2.yy |
![]() |
Roma Sancakları |
The origin of the standard is unknown and still a matter of dispute among scholars. A specific and certain origin is still difficult to be determined. Dacian, Thracian, Scythian, Sarmatian or Parthian origins have been proposed in dedicated historiography. According to Lucreţiu Mihăilescu-Bîrliba by the 2nd century AD, i.e. after the conclusion of the Dacian Wars, the draco symbol was assimilated in the Greco-Roman world with the Dacian ethnos.According to Jon N. C. Coulston the Romans associated this standard with 1st and 2nd century Danubian barbarians.The Roman historian Arrian wrote that the Romans took the draco from the Scythians, most probably a term for the contemporary Sarmatians.
![]() |
Romanya- Draco Dacia / Bükreş Askeri Müze |
The draco was originally developed by the Sarmatians and Alans, cavalry peoples of the steppes. The earliest evidence of the Draco in Dacia was found on 4th century BC pottery discovered in the Prahova county of Romania.
![]() |
Kurt başı...Bulgaristan daki bir kurgan da bulunmuş, Trakya hazinesi diye geçiyor. |
![]() |
Haçlı ordusunda bir Türk ?! Kılıç üzerindeki Kurt ve Dörtyön Tamgası İstanbul Askeri |
İlgili:
// KURT-BÖRÜ-WOLF //
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)