Translate

SURİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SURİYE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ağustos 2012 Pazartesi

58 GÜN – Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına



58 Gün, basında tanıtımına rastlayamayacağınız, 
adeta gizli bir sansüre uğrayan, 
545 sayfa olmasına rağmen 
kısa sürede okuyacağınız, akıcı ve sürükleyici bir roman.





58 Gün’de yurtsever ve onurlu bir Türk kumandanıyla; Mustafa Kemal’le Nablus’tan başlayıp, Şeria ırmağının karanlık sularına, Aclun dağlarından Şam’a ve nihayet Anadolu’ya uzun bir yürüyüşe çıkacaksınız. Açlığın, susuzluğun, hastalığın, bin bir türlü kahpeliğin, ihanetin yenemediği vatan aşkını hissedeceksiniz yüreğinizin derinliklerinde. 

Emperyalizm, ete kemiğe bürünmüş, başında kefiyesi, üstünde İngiliz üniforması, elinde cembiyesiyle dikilecek karşınıza. Genç Türk subaylarının, neferlerinin ölüme meydan okuyan kahramanlıklarıyla gurur, hanedanın Mondros limanında emperyalizmin önünde diz çöken teslimiyetiyle utanç duyacaksınız.


Bu uzun yürüyüşün amacı; anavatanı, asıl ve asil Türk vatanı Anadolu’yu savunmaktı. Mustafa Kemal kaçınılmaz sonu görmüş, yaklaşan yenilgi ve istilayı ancak anayurdun dağlarında göğüsleyip durdurmanın mümkün olduğuna inanmıştır. Ve bu amaç için yapılması gerekenin, orduyu en az kayıpla anayurdun dağlarına ulaştırmak olduğuna karar vermiştir.


58 Gün, Kuvayı Milliye destanının hiç yazılmamış, ilk kıvılcımlarının belge-romanı. Okuyunca da göreceksiniz ki bu insanların hiçbiri gurur budalası, maceracı veya çılgın değillerdi. Yaşamak için, namusları için, onurlu bir gelecek için dövüştüler. 

Ve kazandılar…





KİTAPTAN :

24 Eylül 1918 / Damiye Köprüsü - Şeria Vadisi

-"Çarpışma yok ! Bunlar nehrin ötesine geçmek üzere bir bedeviyi rehber edinmişler. Karşıya geçer geçmez Anzakların içine götürmüş bizimkileri. Bizim süvari alayından da haber yok."

Sıcak hava birden soğuyuvermişti. Arkalarından biri ..."bu topraklar bundan böyle bize dost değil !" dedi.



26 Eylül 1918 / Zerka - Amman

-"Türk garnizonu Amman'dan ayrılıyor" uzaklaşan tayyarenin ardından "Thanks a lot !" diye bağırarak atını gerilere sürdü. 2.Hafif Süvari Tugayı komutanı General G.de L.Eyrie otomobilin arkasında, kasketini alnına eğmiş uyuyordu. Otomobil durunca uyandı ve teğmenin uzattığı kağıdı okudu : 

"Bu iyi ! Zor olmayacak ! Amman'ı da alırsak Lawrence ve Emir Faysal'ın önü açılacak. Hem batıdan, hem de doğudan Türklerin önünü kesebiliriz artık !" diye söylendi.



30 Eylül 1918 / Şam Bahçeleri

-Silahlar patladıktan sonra çoğu, Kahire'deki misyonun kapısından arkeolog olarak girmişler,üniformalı askeri danışman, eğitimci ya da tüccar olarak çıkıvermişlerdir. Tüccarlar her devrin adamını oynarlar savaşta.

-Osmanlının el yordamıyla ve eski yöntemlerle kurmaya çalıştığı şanı büyük gizli teşkilatının uygulamaya çalıştığı eski oyunlara benzemez bu oyun. Londra'da ünlü üniversitelerden devşirilmiş ve özenle eğitilmiş kadrolarca yönetilir. Sosyolojik incelemelere, arkeolojik yolculuklarda kurulan yakın dostluklara dayandırılır. Yerel kadrolarını kolejlerden, misyoner örgütlenmesinden devşirir. Büyük para isteyen bu oyun, Londra ve İsviçre bankerlerinin, elmas kulüplerinin , petrol kumpanyalarının yardımıyla oynanır.

-Oyunun ara perdesi Şam'da oynanacaktır. Rol yapma gereği duymayan ve maskelerini bir yana atan gerçek kişilerce!



10 Kasım 1918 / Adana

-Lokomotif treni Adana'dan ayrılıyordu, Kumandan bir an durakladı ; tren düdüğünün keskin sesini bastırmaya çalışarak içinden bağırdı :

"O karanlıkta Şeria nehrini nasıl geçtiysek, bu karanlıktan da geçeriz.! Bakalım bu yol bizi daha.." Sözün gerisi, tekerlerin çelik raylara vuruşu arasında dağılıp gitti. Yerine oturdu, başını cama çevirdi. Yarım kalan sözünü "Nerelere götürecek?" diyerek tamamladı. 

Ovanın karanlığına girerlerken "Çare yok ! Karanlığı yakmak için, bir kıvılcım çakmalı !" dedi.









"Almanlar kaçarken, Yahudi Tugayı, Fransız Tugayı, İngilizler, Kanadalılar , Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar Türkleri asker-sivil katleder...Ortadoğu'daki işgale en çok direnen Türklerdir ve bugün de işgale izin vermemelidir."

58 Gün Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına
Mustafa Yıldırım - video












Kara günler yeniden gelip çattı…  
Korkuya yer yok!..  
Yılgınlık hiç gerekmez!..  
Nihayetinde, Ulus Dağı’na çıkılacak! 
Ve yine bir ateş yakılacak!..” 

Mustafa Yıldırım  








Mustafa Yıldırım'ın derin araştırmasıyla günü gününe ortaya çıkarılmış, ayrıntılanmış ve sonunda da nefis bir roman çıkmış. Okurken kendinizi Mustafa Kemal’in yanı başında hissedeceksiniz.







ATATÜRK SURİYE'DE








SB.





28 Temmuz 2012 Cumartesi

TARİH BOYUNCA ANADOLU VE TÜRKLÜK






Tarih boyunca çok farklı ve geniş bir coğrafyaya yayılmış ve gittiği her yerde imparatorluklar, devletler kurmuş olan Türk milletinin  Anadolu’ya kesin olarak yerleşmesiyle Batılıların oklarına hedef olması tarihsel bir olgudur. Tarih bilgisi açısından yüzeysel bilgi sahibi olanlar ile art niyetli Batılılar, Anadolu'nun Türkleşmesini 1071 Malazgirt Savaşı'yla başlatırlar. Ne var ki Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi çok öncelere dayanır. İskitler, M.S. 680 yılından itibaren ve Milattan sonraki yıllarda da  çok çeşitli Türk boy ve toplulukları Anadolu’ya gelmişlerdir.


Bu noktada tarihçilerin iddia ettikleri ve araştırılması gereken bir husus İskitlerin gelişinden çok önceki yıllarda Mezopotamya’da kurulan uygarlıkların temelinin de Türk soylular tarafından atıldığıdır. Yine Milattan önce Anadolu’daki Truvalıların ve Güney Avrupa’daki de Etrüsklerin Türk soylu oldukları son yıllarda sıklıkla savunulmaktadır.



Bu bağlamda Milattan sonraki yıllarda Anadolu’ya yerleşenler arasında Hun Türklerini de özellikle belirtmek gerekir. Çünkü, Büyük Hun İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra Batıya göç eden Hunların bir kolu 395 tarihinde Erzurum üzerinden Anadolu'ya gelmiş, 451 yılında onları Akhunlar izlemişlerdir. Büyük bir göç dalgası da 466'da gerçekleşmiş, Avrupa Hunları'na bağlı Ağaçeri Türk boyları Anadolu'ya gelmişler ve yerleşmişlerdir. Anadolu'ya doğru diğer iki önemli Türk göçü 558 ve 575 tarihlerine rastlamaktadır. Güney Kafkasya'da Hazar İmparatorluğu'nun temelini oluşturan Sabar Türk toplulukları bu sürede yoğun bir şekilde Anadolu'ya gelmişlerdir. Bulgar Türkleri, Avar Türk boyları, Uz-Peçenek Türkleri ve Kuman-Kıpçak Türk boyları da Anadolu'ya yoğun olarak gelen ve yerleşen Türk boyları arasında bulunmaktadır. Bu boylar arasında özellikle Balkanlar'dan Anadolu'ya gelen Bulgar Türkleri ile Kafkaslardan gelerek yerleşen Kuman-Kıpçak Türkleri; Doğu Karadeniz Bölgesi'nin Türkleşmesinde çok önemli bir yere sahiptirler. Bütün bu göçler nedeniyle Sultan Alpaslan Malazgirt savaşı ertesi Anadolu’yu ele geçirince bu coğrafyada yerleşmiş Türklerle dolu bir yurt bulmuş ve Selçuklu İmparatorluğunu buraya taşıyarak Türklüğü kalıcı kılmıştır. Ne var ki dünyada en çok devlet kuran milletin Türkler olduğunu bilen Batılılar bu gelişmeyi hazmedemeyip Türkleri Anadolu’dan kalıcı olarak çıkarmak için Haçlı seferlerini başlatmışlardır. Türk milleti bütün bu saldırıların üstesinden gelmeyi bilmiş ve Anadolu toprakları üzerinde bir çok beyliklerin yanı sıra Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları ile bugünkü güçlü, bağımsız, çağdaş Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.



Özellikle sömürgeciliğin zirveye çıktığı bir dönemde ortaya çıkan ve mazlum milletlere örnek olan bu gelişme ise Batılıları rahatsız etmiş ve üzerimizde geleneksel “parçala-böl- yönet” stratejileri uygulanmaya konulmuştur. 1800’lü yılların ortalarında yürürlüğe konulan Şark Meselesi ve bugünkü Büyük Ortadoğu projeleri işte bu amacı taşımaktadır.



Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi ve Ön Asya’da İslamiyetin hamisi ve İslam aleminin önderi durumuna geçmeleriyle Avrupalılar açısından bir kabus dönemi başlamıştır. Tüm Avrupa’da Kilise tarafından yaratılan panikle önce Haçlı Seferleri yapılmış, yenilgiyle biten bu seferlerden sonra süreç içinde ortaya konulan “Şark Meselesi”,Türk veya Osmanlı meselesi halini almıştır. Artık Batı dünyası için İslamiyet ile Türklük aynı anlamı ifade eder olmuş ve nihayetinde Türk-İslam ve Avrupa-Hıristiyan mücadeleleri “Şark Meselesi”nin temelini teşkil etmiştir.


“Şark Meselesi” , özellikle 250 yıldır dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiştir. Hele bölgede ciddi patrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunması başta Avrupa devletleri, Rusya ve süreç içinde ABD’yi de işin içine sokmuştur. Sömürgeciliğin kurallarını iyi bilen her emperyalist devlet yaratılan “güç dengesi “politikasına uymuş ve “Şark Meselesi”ni kendi çıkarlarına uygun şekilde ele almıştır.


Bu bağlamda “Şark Meselesi”nin geçirdiği süreçleri; Türkleri Anadolu’ya sokmamak, Türkleri Anadolu’da durdurmak, Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek, İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek ve Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak  şeklinde yorumlayan tarihçilerin görüşleri önemlidir. Bu çerçevede Balkanlardaki çeşitli etnik gruplar ve Doğu Anadolu’daki Ermeniler özellikle din adına kışkırtılmış, kanlı isyanlar çıkarmalarına destek olunmuştur.


Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne rağmen ve zamanının en büyük emperyalist güçlerine karşı 9. Haçlı Seferi diyebileceğimiz savaşı da vererek Anadolu’da kalmayı başaran Türklere karşı yeniden başlatılan Sevr anlamındaki planlar ise bugün 10. Haçlı seferi anlamında bir girişimi söz konusu etmektedir.


Bu bağlamda emperyalist Batılıların yıllardır bıkmadan ısıtıp ısıtıp önümüze sürdükleri ve el altından veya açıkça destekledikleri "KürtSorunu”nun altında bu emel, yani Türkleri Anadolu’dan kalıcı atmak vardır. Bu çizgide sözde müttefiklerimiz temel sömürgeci mantığı ile “parçala-böl-yönet” stratejisini uygulamaya koymuşlar ve Anadolu’daki Türk boylarını bile ayrı bir etnik gurup şeklinde ortaya sürerek bölünmeyi, bölücülüğü açıkça desteklemişlerdir.


Özellikle ABD’li stratejistlerce yıllardır planlandığı bilinen ve Sovyetler Birliğinin parçalanması başarıldıktan sonra sahneye açıkça konan Büyük Ortadoğu Projesi bizi de öncelikle ele aldığından çok önemlidir.

Söz konusu Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili en çarpıcı açıklama ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından 2003 yılında yapılmıştır. Rice bu açıklamasında Ortadoğu’nun dönüştürülüp, Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu vurgulamıştır.












Bu bağlamda ABD’nin  Büyük Ortadoğu Projesi ile 
şu beş hedefe ulaşmak istediğini söyleyebiliriz:


1- ABD bu proje ile kendisine ve İsrail’e rakip olabilecek muhtemel güçlerin oluşmasını engellemek istemek,

2- ABD bu proje ile rakipsiz askeri gücünün olanaklarını kullanarak petrol zengini Ortadoğu bölgesini kontrolü amaçlamak,


3- Amerika bu proje ile Ortadoğu bölgesinde bulunan petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde denetimini sağlamak istemek,


4- Kendisine rakip veya rakip olabilecek Avrupa Birliği, Çin ve Japonya’yı bu kaynaklardan uzak tutmak istemek ve


5- Onlara göre var olan ve temeli Afganistan’da kendileri tarafından Mücahiddinlerin kurulmasıyla atılan köktendinci terör diye adlandırılan görünüşteki terörü önlemek.


İşte son bir yıl içinde Arap ülkelerinde demokrasi adına başlatılan halk ayaklanmaları ve Türkiye’deki bölücü terörün artan şekilde azıtması ve giderek siyasallaşması bu planının parçasıdır. Ne var ki Türk milleti tarihte, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan coğrafyada, çok güçsüz olduğu zamanlarda bile üzerinde oynanan oyunların üstesinden muzafferiyetle gelmesini bilmiştir. Bunu bilmeyen, bilmek istemeyen sözde müttefiklerimizin almaları gereken dersin sayfaları da tarih kitaplarında açıkça resmedilmiştir........


Ali KÜLEBİ

ART Dış Politika Direktörü










***


GELELİM BUGÜNE...


ORTADOĞU'DAKİ KAOS ORTAMINDAN ÇIKMAYA ÇALIŞAN VE BUNUN İÇİNDE "KUKLALARINI" KULLANAN EMPERYALİZM SON NEFESİNDE...

KENDİ BATAKLIĞINDAN "SATILMIŞ MEDYA" İMPARATORLARININ YARDIMIYLA , SALDIRMANIN "HAKLILIĞINI"  HALKA SUNARAK KAFALARI BULANDIRMAYA  VE "ALNININ AKIYLA" ÇIKMAYA ÇALIŞIYOR.




UNUTMAMAMIZ GEREKEN TEK ŞEY :
BİZ 1071 DE GELMEDİK BURALARA, O SON GELİŞİMİZDİ.
BİZ ÇATALHÖYÜKTEN TRUVAYA, ETRÜSKLERDEN SÜMERLİLERE HATTA AMERİKA KITASINDAKİ KIZILDERİLİLERE KADAR HER YERE DAĞILMIŞTIK.





GEÇMİŞİNİ UNUTMA... UNUTMA Kİ , 



SURİYE DÜŞERSE, ORTADOĞU DÜŞER,

ORTADOĞU DÜŞERSE TÜRKİYE DÜŞER,


AMA...



ATALARIMIZDAN GELEN ,EMPERYALİZME KARŞI DİRENİŞ GÜCÜ İLE,

EMPERYALİZM BURAYA GÖMÜLECEK VE İMPARATORLUKLARI ÇÖKECEKTİR.




ATATÜRK'ÜN DE DEDİĞİ GİBİ : 



"Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsan, uzaktan doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve egemenliklerine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır." 







SB.




17 Temmuz 2012 Salı

TÜRKİYE'NİN MİLLÎ DEVLET YAPISININ ÇÖKERTİLMESİNİN KRONOLOJİSİ



BÖLÜNME KISKACINDA TÜRKİYE




BÖLGESEL ÖZERKLİK - NATO FÜZE KALKANI 

Birinci Dünya Savaşı döneminde ABD Başkanı olan Woodrow Wilson 8 Ocak 1918 tarihli 14 maddelik deklarasyonun 3'üncü maddesinde "barış için tüm uluslar arasında ekonomik engellerin kaldırılarak, eşit ticari şartların tesisi gerektiğini" ifade ederek, ABD'nin küresel egemenlik isteğinin ilk işaretini vermiştir. 

Anılan deklarasyonun 12'inci maddesinde ise "Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir. Çanakkale Boğazı, sürekli olarak, bütün milletlerin ticaret gemilerine açık olmalı ve bu durum milletlerarası garanti altına konmalıdır." demektedir. 

Bu açıklamalarla birlikte ABD artık Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayan İngiltere, Fransa, Çarlık Rusya, İtalya'dan oluşan emperyalist blokun kaptan köşküne yerleşmiştir. Nitekim, 2'inci Dünya Savaşından süper güc olarak çıkan ABD kaptan köşkünün tek hakimi olmuştur.


ABD Başkanı W. Wilson, Kasım 1920 tarihinde, Sevr antlaşmasına esas olan ve Türkiye'yi parçalayan haritayı yayınlamış, bu haritada Ermenistan ve Kürdistan sınırlarını belirlemiştir. 


SEVR HARİTASI


Sevr antlaşmasına göre, Rumeliyi kaybetmiş olan Osmanlı 

coğrafyasının Anadolu bölümü 7 bölgeye ayrılmıştır.

Ancak, Türkiye'nin bölünmesi üzerindeki emeller Atatürk'ün sağlığı döneminde biraz durulmuştur. Nitekim, o dönemdeki yerli ve yabancı coğrafya kitap ve atlaslarında Türkiye tek parça gösterilirken, Atatürk'ün ölümünden sonra aynı girişimler devam etmiş, Atatürk'ün ulusal bilincini yeterince özümsememiş kadrolar, yine ülkeyi parçalara ayırmaya başlamışlardır.

Ankara'da 6-21 Haziran 1941 tarihinde toplanan Birinci Türk Coğrafya Kongresine katılan Amerikan, İngiliz, Fransız coğrafyacıların da katkısıyla, Türkiye yedi (7) ana coğrafî bölgeye ayrılmıştır. 


BÖLGELERE AYRILMIŞ TÜRKİYE




TÜRKİYE'NİN MİLLÎ DEVLET YAPISININ ÇÖKERTİLMESİNİN KRONOLOJİSİ


1988 - 14 Nisan 1991 arası

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı :

Mesut Yılmaz'ın Dışişleri Bakanı olduğu 2. Özal Hükümeti döneminde Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı 1988 yılında imzaladı. 

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Özal'ın Cumhurbaşkanı olduğu 1991 yılında 3723 sayılı ve 12.04.1991 tarihli yasa ile TBMM tarafından onaylandı. 

Bu sözleşmenin 2'inci maddesine göre "Özerk yerel yönetimler ilkesi ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda anayasa ile tanınacaktır." 


Üçüncü maddesinin 1'inci fıkrasında ise "Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır." denmektedir.

Görüldüğü gibi, milleti tamamen ayrıştırmaya yönelik bu yerelleşmeyi güçlendirip, millî devletin merkezî yapısını çözmeyi amaçlayan benzer hükümler içeren bu Sözleşme, anayasal dayanağı olmadığı için bugüne kadar yürürlüğe girmemiştir. Yapılacak bir anayasa değişikliği ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin federatif bir yapıya geçmesine kadar uykuda bir bomba olarak beklemektedir.



15 Ekim 1991
Özal "federasyonu konuşalım" dedi :
Kürt sorununa çözüm adı altında Özal, 15 Ekim 1991 tarihinde Hürriyet Gazetesi'ne yaptığı açıklamada, "federasyon dahil her şeyi konuşmalıyız" dedi. Böylece, korumak üzere yemin ettiği Anayasaya karşı ilk defa açıktan saldırıya geçerek, anayasal bir suç işledi. Bu suç aslında yürürlükteki 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak başlıklı 302'inci ve "Temel illi yararlara karşı hareket" başlığı altındaki 305'inci maddeleri kapsamında kovuşturulması gereken bir suçtur. 


21 Mayıs 1991
Özal Hıyanet-i Vataniye kanununu kaldırttı :
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, yapmakta olduğu melânet yüzünden ileride anayasanın 105'inci maddesi uyarınca "vatana ihanet" ile suçlanmaktan korktuğu için 21.05.1991 tarih ve 3723 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 23'üncü maddesi ile 29.Nisan.1923 tarih ve 2 sayılı "Hıyanet-i Vataniye" kanununu yürürlükten kaldırttı. Şu anda yürürlükte olan 5237 sayılı Türk Ceza Yasasında "vatana ihanet" başlığıyla herhangi bir suç bulunmamakla birlikte, Devlete Karşı Suçlar başlığı altındaki, 302-308 numaralı maddelerde sayılan fiiller "vatana ihanet" kapsamındadır. 


Temmuz-Ağustos 1995
ABD heyetleri Türkiye'nin federasyona geçmesini talep etti :
1995 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleşen ve ABD heyetine ABD'nin Kuzey Körfez İşleri İstasyon Şefi Robert Deutsch'un başkanlık ettiği birinci ve Robert Pelletreau'nun başkanlık ettiği ikinci Türkiye-ABD görüşmeleriyle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen iki raporda önemli açıklamalar vardır: 


T.C. GENELKURMAY BAŞKANLIĞI / ŞAHSA ÖZEL
ASAYİŞ BÖLGESİ EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ / HİZMETE ÖZEL
Rapor-1 Sayı : 346.1.0918 Tarih : 03.08.1995
Konu : Ortadoğu ve Balkanlar Masası görüşmeleri (3 sayfa)
Rapor-2 Sayı : 11345.3.910 Tarih : 04.08.1995 (5 sayfa) 

Yayınlandığından buyana bu raporlar hakkında herhangi bir tekzip yapılmamıştır. Söz konusu raporlarda; "ABD heyeti 'Ortadoğuda sınırların yeniden belirleneceğini' öne sürüyor. ABD, planladığı Kürt devletini Türkiye ile bir federasyon çatısı altında birleştirmek istiyor. Kuzey Irak'ta Çekiç Güc'ün koruduğu Kürt devleti, Türkiye himayesinde, FEDERASYONA bağlı bir Kürt devletine dönüştürülecek. Öneriye göre bu Kürdistan başka Kürdistan olacak. Garantör ülke Türkiye olacak." denerek açıkça Türkiye'nin federal bir yapıya geçmesi isteniyor ve bu talebe uymaması durumunda Türkiye tehdit ediliyor. Yine bu raporlardan ABD'nin aynı federasyon taleplerini 1965 ve 1974 yılların da yaptığını öğreniyoruz. 



Nisan 2001
Ecevit Hükümeti :
Ecevit Başkanlığındaki 57. Hükümet tarafından AB'ye uyum adı altındaTBMM'ne sevkedilen Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı, içindeki İngilizce kelimeler, metnin tercüme olduğunun açık olması, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının yazım tekniğine uymamasına gösterilen tepkiler üzerine 20.04.2001 tarihinde Anayasa Komisyonundan geri çekildi.


2 Nisan 2003 
A. Gül - C. Powell GİZLİ ANTLAŞMA imzalandı :
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 24 Mayıs 2003 tarihinde Vatan Gazetesi yazarı Sedat SERTOĞLU ile yaptığı bir söyleşide "ABD Dışişleri Bakanı POWELL ile iki sayfalık dokuz madde üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki… POWELL Suriye'ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var…" sözleri 2 Nisan 2003 tarihinde ABD'li bakanla TBMM'nin bilgi onayına sunulmayan 2 sayfa ve 9 maddelik bir GİZLİ ANTLAŞMA imzaladı. Bu gizli antlaşmanın 7'inci maddesine göre; "7- Türkiye dört yıl içinde uygulanacak bir planla, üniter yapısını devrederek federasyon uygulamasına geçecek. Kamu Reformu ve Yerel Yönetimler Yasaları hızla çıkartılarak, Türkiye Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehir ve kasabaların belediyelerinin özerkleşmesi süreci kararlı olarak yürütülecek." Türkiye'nin parlanması için gereken yasal süreçlerin hızla işletilmesi taahhüt edildi.

Abdullah Gül bu gizli antlaşmanın varlığını inkâr edemedi. Ancak, süresi bir yılı aşmayan iktisadi, ticari veya teknik münasebetleri düzenleyen ikili veya çok taraflı anlaşmaların dışında kalan tüm antlaşmalar TBMM bilgi ve onayına sunulmak mecburiyetindedir. Abdullah Gül bu konudaki 244 sayılı kanuna aykırı hareket etmiştir.




4 Nisan 2003 
İKİZ SÖZLEŞMELER :
Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanıp, BM Genel Kurulu'nun 16 Aralık 1966 tarihli ve 2200 A (XXI) sayılı Kararıyla kabul edilerek 3 Ocak 1976 tarihinde yürürlüğe giren Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve 23 Mart 1976'da yürürlüğe giren Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Ecevit başkanlığındaki Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz'ın katıldığı 57. koalisyon hükümetinin talimatıyla Türkiye'nin BM Daimi Delegesi Büyükelçi Volkan Vural tarafından 15 Ağustos 2000 tarihinde imza edilerek BM Genel Sekreterinden almıştır.

Siyasi ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi Abdullah Gül'ün Başbakanlığı döneminde Aralık 2002'de ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi ise Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde Nisan 2003'te TBMM'ne sevkedilmiştir. Bu Sözleşmeler, Anayasanın 90 ıncı maddesi uyarınca 4.06.2003 tarihinde 4867 ve 4868 sayılı kanunlarla kabul edilmiş, 17.06.2003'de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanıp 18.06.2003 tarih ve 25142 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.


Bu iki Sözleşmenin birinci maddeleri aynıdır. "Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler." 


Aslında BM Genel Kurulu'nun 14 Aralık 1960 tarih ve 1514 sayı ile kabul ettiği "Sömürge Ülkelerin Ve Halklarının Bağımsızlığının Kabulü Bildirgesi"nin 2. maddesinde yeralan "sömürge halklarının kendi kaderini tayin hakkı" yukarıda bahsedilen BM İkiz Sözleşmelerinin 1'inci maddesi ile Millî ve üniter devletlerin kendi halklarına teşmil edilmiştir. 


Bunula da yetinmeyen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 24.10.1970 tarihinde, 2625 sayılı kararı ile "Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi"ni kabul etmiştir. Bu Bildirge'nin 1'inci maddesinin 5'inci fıkrasının 1 ve 2'inci paragraflarında "Her Devlet BM Sözleşmesinin öngördüğü tedbirlere uygun olarak, Halkların Eşit Hakları ve Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı'na saygı duymak ve geliştirmekle yükümlüdür" denmektedir. Aynı Bildirge'nin 5. fıkrasının 4. paragrafına göre "Kendi Kaderini Tayin Hakkı"nın uygulama alanları:


- Bağımsız ve Egemen bir Devlet Kurmak, (PKK'nın talebi)

- Bağımsız bir Devlet ile Birleşmek veya Ortaklık, (Barzani ile birleşmek)
- Bir diğer politik statü olarak ortaya çıkmak, (Demokratik Özerklik-Katalon Anayasası) şeklinde sayılmaktadır. 


Konuyla ilgilenen okurlarımız İkiz Sözleşmeler ve ilgili BM kararlarının orjinal metinlerini, BM internet sitesinde bulabilirler.(1)


22 Eylül 2003 
Ali Babacan ABD ile gizli DUBAİ antlaşmasını imzaladı (2):
Devlet Bakanı Ali Babacan ile ABD Maliye Bakanı John Snow 22.09.2003 tarihinde Dubai'de Ali Babacan'ın Türkiye adına 1 Milyar $ hibe veya 8,5 milyar $ kredi karşılığında Kuzey Irak'a askerî operasyon yapmamayı taahhüt ettiği bir GİZLİ antlaşma imzalandı. Bu antlaşmanın varlığı Ali Babacan tarafından önce inkâr edildi, sonra gizli olduğu belirtilerek kabullenildi, ancak TBMM'nin bilgi ve onayına sunulmadı.


7.05.2004 
Anayasanın 90 ıncı maddesine ek yapıldı :
Uluslararası sözleşme ve antlaşmaların onaylanmasını düzenleyen Anayasanın 90'ıncı maddesine 7.05.2004 tarih ve 5170 sayılı yasa ile 6'ncı fıkra eklendi. Bu 6'ncı fıkra çok vahimdir: " Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır." 

Anayasaya eklenen bu madde ile Türkiye'nin bölünüp, parçalanması için onaylanan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, BM İkiz Sözleşmeleri vb. tüm uluslararası antlaşmalara, yasalarımızın üzerinde bir anayasal üstünlük sağlanmıştır.


3.08.2004 
5227 sayılı Kamu Temel Yasası :
Abdullah Gül'ün Dışişleri bakanıyken yetkisi olmadığı halde, 2 Nisan 2003 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile imzaladığı 2 sayfa 9 maddelik gizli antlaşmanın 7'inci maddesinde Türkiye'yi yükümlülük altına soktuğu taahhüde uygun olarak, ABD'nin acilen çıkarılmasını istediği Kamu Temel Yasası 5227 sayı ile TBMM'nde onaylandı. Bu yasa 8.08.2003 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasada belirtilen üniter devlet yapısına aykırı olduğu gerekçesiyle veto edildi. 

Halen uykuda bekleyen bu yasa, eğer Anayasanın değişmez ilk 3 maddesi değiştirilip, Türk Devleti üniter yapıdan Amerikalıların müteaddit defalar istediği şekilde federasyona dönüştürülmesi halinde yeniden yasalaştırılacaktır. 

Bu yasa ile Sağlık Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret, ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı gibi bakanlıklar ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ve Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün taşra teşkilatlarının Yerel Yönetimlere devredilmesi sağlanarak, merkezî devlet yapımızın tahrip edilmesinde yeni bir merhale aşılacaktır.


Aralık 2004 AB Türkiye ilerleme Raporu :
AB'nin Aralık 2004'de yayınlanan Türkiye İlerleme Raporunda ilk defa Lozan'da sayılanlar dışında "Kürt ve Aleviler" için AZINLIK ifadesi kullanılarak, haklarının tanınması istendi. Ayrılıkçı Kürt hareketi derhal Kendi Kaderini Tayin Hakkı'nı diline doladı. O tarihte başkanlığını Şeyh Sait'in torunu Abdülmelik Fırat'ın yaptığı Hak ve Özgürlükler Partisi HAK-PAR, kendilerinin azınlık olduğunu belirten ve nereden topladığı bilinmeyen 1 milyon imzalı bir dilekçeyle BM'e başvurup, Kendi Kaderini Tayin Hakkı istedi. Ancak, uluslararası hukuka göre azınlıkların "Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı" olmadığı anlaşıldığından bu azınlık lafı artık ağza alınmaz oldu.


25 Ocak 2006 
5449 sayılı Bölge Kalkınma Ajansları Kanunu :


ŞEKİL-4


AB'ye uyum adı altında 25 Ocak 2006 tarihinde 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun kabul edildi. 

Bu kanun ile Şekil-4'de görüldüğü gibi Türkiye 12 bölge ve 26 ajansa ayrıldı. Bu kanunun 4.c maddesine göre temin edilecek iç ve dış kaynaklı fonların kullanımı düzenleyerek, kurulacak ajanslar vasıtasıyla yerel yönetimleri güclendirmek şeklinde bir genel görev tanımı yapılmaktadır. 

Böylece merkezî hükümetin yetkilerinin yerel yönetimlere devri ile federatif devlet idaresini oluşturmanın altyapısına bir taş daha eklenmektedir. Bu yolla, yabancı devletlerin merkezî hükümet dışında Türkiye'ye yerleşmesi için bir vasıta hazırlanmaktadır.



Haziran 2006 Büyük Ortadoğu Projesi Haritası Yayınlandı :
Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisinin Haziran 2006 tarihli sayısında Amerikalı emekli yarbay Ralph Peters "Kanlı Sınırlar, Daha iyi bir Ortadoğu nasıl olabilir" başlıklı bir makale yayınladı. Bu makalesine eklediği yeni sınırları gösteren, ABD'nin kuracağı "Hür Kürdistan" isimli devletin kuzey sınırlarının , (Kuzeydoğu+Ortadoğu+Güneydoğu Anadolu) Bölge Kalkınma Ajanslarının sınırıyla çakışması gibi bir hayret verici tesadüf (!!!) görülür.


1992 CIA HARİTASI

Bu BOP haritasındaki sınırlar, 
1992 tarihli CİA haritasıyla da çakışmaktadır.


ŞEKİL-7

Daha da ilginci, Hür Kürdistan sınırları, Şekil-7'de görülen 1941 tarihli ABD ordu haritasındaki sınırlarla, az bir farkla da olsa yine çakışmaktadır. İşçi Partisi Ulusal Strateji Merkezi İzmir üyesi E. Kur. Alb. Cemalettin Korkut; 1955 yılında Almanya'da Amerikan 5. Kolordu Karargâhı İstihbarat Şb. Md. Amerikalının odasında, üzerinde Ermenistan ve Kürdistan bölgeleri ayrılmış bir Türkiye bulunan 1941 tarihli ABD ordusu haritası gördüğünü benzer bir haritaları ise Ağustos 1961'de ise Askerî Ataşe olarak görev yaptığı İsrail'de, İsrail Savunma Kuvvetleri (Genel Kurmay Başkanlığı) komutanı Tümg. Zvi Zur ve İstihbarat Başkanı Tuğg. Hayim Herzog'un odasında gördüğünü, belirtmiştir.


1941 tarihli ABD ordu haritasında Kürdistan :
Eski Genelkurmay başkanlarımızdan E. Org. Doğan Güreş birkaç yıl önce çıktığı bir televizyon programında, 1961 yılında ABD'ne giden bir askerî heyetin Pentagon'daki boş bir toplantı odasının duvarında, üzerinde Ermenistan ve Kürdistan sınırlarının çizildiği ABD ordusuna ait Türkiye ve Ortadoğu haritası gördüklerini rapor ettiklerini belirtmiştir.


5 Şubat 2008 Kenneth Katzman raporu :
Benzer Kürdistan sınırları "ABD Kongre Araştırmalar Merkezi" uzmanı Kenneth Katzman'ın 5 Şubat 2008 tarihinde Kongre'ye sunulan ve halen Kongre'nin internet sitesinde yeralan 6 sayfalık "RL34642" seri numaralı "The Kurds in Post-Saddem Iraq - Saddam Sonrası Kürtler" adlı rapordaki Şekil-8'de görülen harita ile de çakışmaktadır.


KENNETH KATZMAN 2008 HARİTASI (ŞEKİL-8)


15 Ağustos 2010 
Yunanlı palikaryanın hayali ,Sümela ayinine katılan palikarya :
Türkiye'yi parça parça eden haritalar, raporlar batıda havalarda uçuşurken, parçalanacağı hayal edilen Türkiye'den bir parça koparmanın peşine düşen Yunanlı palikarya, 15.08.2010 tarihinde Sümela Ayinine katılırken giydiği tişörtün arkasına Şekil-9'da görülen Pontus (Kuzey Anadolu Bölgesi) haritası bastırmayı ihmal etmemiş.

YUNANLI PALİKARYA HAYALİ


1: www.un.org/en/documents/ adresinde Security Council, Resolutions bölümü
- Sömürge Halkları: Resolution 1514, NR015288.pdf
- İkiz Sözleşmeler : Resolution 2200, NR000503.pdf
- Hukuk İlkeleri : Resolution 2625, NR034890.pdf
2: http://www.treasury.gov/press-center/press-releases/Pages/js748.aspx
3: http://www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899/ Bloodborders - How a better Middle East would look, Ralph Peters, AFJ Armed Forces Journal, June 2006



***




2011 TÜRKİYE SENARYOLARI


FÜZE KALKANI NEDİR ?


Yargı operasyonları :
Son Anayasa referandumundan sonra, üç üyesi Abdullah Gül tarafından seçilmiş olan 4 yedek üye ve iki yeni üyenin atanmasından sonra toplanacak 17 üyeli Anayasa Mahkemesi'nde AKP döneminde atanan üyerin sayısı çoğunluğa geçtiği için artık Anayasa Mahkemesi kararlarının AKP talepleri yönünde çıkması olağan hale gelecektir.

AKP'nin tercihleri doğrultusunda oluşturulan HSYK artık yerel mahkemelere iktidarın istediği hakim ve savcıları atayacak, mahkemeler tamamen siyasallaşacaktır.


Haziran 2011'deki seçimler yaklaştıkça, muhalif sesler yeni dalgalarla tutklanmaya başlanacaktır.



MHP ve CHP'ye operasyon :
MHP'nin muhafazakâr tabanının kopartılmasına yönelik çalışmalar hız kazanacak, seçim barajının altına inmesi için gereken herşey yapılacaktır.

CHP'de oluşturulan Sosyal Demokrat+AB'ci+Fettullahçı+Barzanici yönetimi, ülkenin bölünmesi gibi büyük bir tehlike ve bunu yapan ABD'ye karşı anti-emperyalist, ulusalcı politikalar yerine halkın fazlaca umursamadığı üç beş yolsuzluk dosyasıyla uğraşacak, giderek anti-kemalist ve anti-laik bir çizgiye oturarak, AKP'nin seçimlerden tek başına iktidar oluşturacak bir çoğunlukla çıkması için elinden geleni yapacaktır.



TSK'ya operasyonlar :
TSK'dan uzaklaştırılmış subaylar mahkeme kararıyla geri dönecekler ve ordunun hiyerarşisi zedelenecektir. Nitekim bunu sağlamak üzere kanun teklifini Meclis Başkanlığına AKP değil CHP vermiştir. TSK'ya karşı komplolara aynı hızda devam edilecektir. Bülent Arınç'a suikast davası açılarak, hâkimin imha edilmesini engellediği kozmik dosyalar mahkemeye celbedilip, bilgilerin düşman taraflara sızdırılması sağlanacaktır. 

Başbakanlık tarafından hazırlanarak MGK'da kabul edilen yeni Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde Rusya, İran, Irak, Suriye, Yunanistan ve Bulgaristan'dan tehdit algılaması olmadığı karara bağlandığı için, bu bahane edilerek TSK'nın mevcudunun azaltılmasına başlanacaktır.


TSK'ya "paralı er" statüsünde asker alınarak, profesyonel orduya geçiş hazırlıkları yapılacaktır.


İçişleri Bakanlığına bağlı ve paralı askerlerden oluşan Sınır Birlikleri kurularak, özellikle Irak sınırına yerleştirilecek, TSK'nın Irak sınırında bulunan yaklaşık 180.000 mevcutlu takviyeli iki kolordu düzeyindeki kuvvetleri sınırdan geri çekilecek, (ABD+PKK+Barzani) güclerinin ülkemize sızmaları kolaylaştırılacaktır.

12 Eylül'de yapılan Anayasa referandumundan birkaç gün sonra koşarak Türkiye'ye gelen ABD genelkurmay başkanı ile varılan anlaşma uyarınca, 2011 sonuna kadar Irak'tan çekilme bahanesiyle Irak'taki 50.000 ABD askeri ve ağır silahlarının İskenderun ve Mersin limanlarından çekilmesine izin verilecek, Güneydoğu Anadolu bölgesine (resimdeki gibi) , ABD askerinin reddedilen 1 Mart teskeresi öncesinde olduğu gibi kuracakları karakollara yerleşmesi sağlanarak ayrılıkçı Kürt hareketine koruma oluşturulacaktır.

Ayrıca, Kasım ayında NATO'nun Lizbon zirvesinde alınan karar uyarınca, İran'dan Avrupa'ya atılacağı iddia edilen balistik füzeleri izlemek için İran sınırına yakın bir yere seyyar AN/TPY-2 radarı ve Türkiye'nin millî yüksek irtifa füze savunma ihalesi kapsamında AKP tarafından artık ABD'den alınmasına neredeyse karar verilen ve kontrol-komutası Almanya'daki NATO karargâhındaki ABD subaylarına bırakılacak Patriot PAC-3 bataryaları yerleştirilecektir.


Irak'tan çekilecek ABD askerlerinin karakolları



Federasyona geçiş hazırlıkları :
TBMM komisyonundan geri çekilen Nisan 2001 tarihli Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı gündeme alınacaktır.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 3 Ağustos 2004 tarihinde kısmen veto edilen 5227 Sayılı "Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun"u yeniden TBMM'ne sevkedilecektir. 


Kürt açılımına devam edilerek, Habur mahkemeleri kurulup, PKK'nın kitlesel olarak yurda girişi sağlanacak, bunlar BDP'li belediyelere yerleştirilerek, yeniden silahlandırılıp, 10 bin kişi dolayında "özsavunma" (milis) gücü kurulacaktır.


PKK eylemleri kontrollu şekilde devam ettirilerek hem TSK'nın eli kolu bağlanıp terör karşısında yıpratılmasına devam edilecek, hem de bölge halkı üzerinde tam bir tahakküm kurularak halkın devletten kopması sağlanacaktır.



Anayasa değişikliği :
Haziran 2011 seçimlerinden eğer AKP tek başına iktidar kuracak bir çoğunlukla çıkarsa, Anayasanın başlangıç bölümü ve ilk üç maddesini değiştirecektir. Bunun işaretini Anayasa Mahkemesi'nin hukukçu olmayan başkanı Haşim Kılıç, 1 Ekim 2010 tarihli Hürriyet Gazetesinde yayınlanan demecinde vermiştir:

"Bence ilk 3 maddeyi dondurmak, evrensel hukuk kurallarına uygun değil. Laikliği, demokrasiyi, hukuk devletini daha ileri götürecek düzenlemelere engel olmaması gerekir. Değişiklikler, ilk 3 maddedeki değerleri geri götürmüyorsa, Anayasa Mahkemesi izin veriyor. Bu değerlerin içini boşaltan düzenlemelere ise izin vermiyor. O nedenle gerektiğinde ilk üç maddeye pozitif olarak dokunulabilir. Bu hassas bir nokta" 


Haşim Kılıç'ın "evrensel hukuk"una uyum adı altında ABD'nin BOP saldırısı çerçevesinde Güneydoğu Anadolu bölgemizi Türkiye'den kopartmak için yapacakları anayasa değişikliği için, anayasanın ilk 3 maddesini koruyan "Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez." şeklindeki 4. maddeyi yürürlükten kaldıracak bir anayasa değişikliği yapılacaktır. 


Bu değişikliğin iptali için anayasa Mahkemesine dava açıldığı zaman, Haşim Kılıç'ın "ihsas-ı rey"de bulunduğu gibi AKP'nin seçtiği Anayasa Mahkemesinin 17 üyesi büyük ihtimalle bu değişikliği esas açısından incelemeyip, sadece anayasanın 148. maddesinin ikinci fıkrasındaki "Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır" şartına göre irdeleyip uygun bulacaklardır. 


Böylece korumasız kalan ilk üç maddeyi istedikleri gibi değiştireceklerdir.


Muhtemelen, Anayasanın 1'inci maddesine göre Cumhuriyet olan devlet şeklini (ABD + Apo + BDP + PKK)'nın istediği gibi "Demokratik Cumhuriyet" veya "Demokratik Federal Cumhuriyet" şeklinde değiştireceklerdir.


Örneğin 2'inci maddenin başlangıcına "Türk ve Kürt HALKI tarafından kurulan Türkiye Federal Cumhuriyeti" gibi bir ibare yazarak üniter devlet yapısı terkedilip, iki halklı bir yapıya geçilecektir. Hukukî statü kazanacak Kürt Halkı adına, Kürt kökenli vatandaşlarımızı temsil ettiğini iddia eden herhangi bir mihrak, 

Anayasanın 90'ıncı maddesine göre kanunlaştırılan BM İkiz Sözleşmelerinin 1'inci maddesindeki "Halkların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı" uyarınca Birleşmiş Milletlere başvurarak, topraklarımızın bir kısmıyla birlikte ayrılma talep edebilecektir. 


Anayasanın ilk 3 maddesi, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi haritasına göre doğu ve güneydoğu bölgelerimizden kopartılacak vatan toprakları üzerinde bir Hür Kürdistan isimli devlet kurmak için Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı olduğunu 34 kere ikrar etmiş olan Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır'ı BOP'un merkezi yapma görevinin önündeki en önemli engeldir.


Çünkü anayasanın 3'üncü maddesine göre, "Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür." Bu bütünlüğü bölmeye kalkışmak anayasal bir suçtur. 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 302. maddesine göre bu suçu işleyenlerin cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis'tir. Nitekim, şu anda AKP hükümeti adına kendisinden fikir sorulup, ricalarda bulunulan İmralı'daki PKK başı, aynı suçu işlediği için 765 sayılı eski Türk Ceza Kanununun 125. maddesine göre ölümle cezalandırılmıştı.

Ekonomik krize karşı sıcak para ve kara para aklanmasına devam :

AKP'nin seçimleri tek başına kazanması için ABD çeşitli kaynaklardan Türkiye'ye para akıtılmasını devam ettirecek, kara para aklanmasına ve dış borç alımına devam edilerek, herhangi bir ekonomik krize meydan verilmeyecektir.



Sonuç :
ABD'nin başını çektiği ve AKP ve yandaşları marifetiyle yürüttüğü yukarıdaki senaryo başarıya ulaşırsa, Irak'tan çekilen ABD askerleri ve NATO Füze Kalkanı koruma sağlanan ayrılıkçı Kürt hareketi, bölgesel özerklik ilanından sonra, ülkenin bölünmesi için Kendi Kaderini Tayin Hakkını kullanmak için BM'e başvuracak ve fiilen bölünme başlayacaktır.

Ancak, Türk halkı ve Ordusu ülkemizin işgal ve bölünmesini amaçlayan bu hayâsız emperyalist saldırıya karşı vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak üzere harekete geçeceklerdir. ABD+Barzani destekli ayrılıkçı hareket bölgede, bugüne kadar pek çok kez provaları yapılmış olan bir "Kalkışma" başlatılacak ve buna ABD destekli Barzani fiilen katılacaktır.


TSK bu kalkışmaya müdahale ettiğinde, Türk Hava Kuvvetleri karşısında ABD-NATO Füze Kalkanını bulacaktır. Ama emperyalistler ve yerli işbirlikçiler bölmeye çalıştıkları Türk milletini aynen Kurtuluş Savaşında olduğu gibi, Mustafa Kemal Atatürk'ün "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" vecizesinde anlamını bulan tekmil milleti yekvücut olarak bir kez daha karşılarında bulacaklar ve kendileri için hüsranla sonuçlanacak olan akıbetlerinden kaçamayacaklardır.





HALUK DURAL
İP Ulusal Strateji Merkezi-USMER İstanbul Başkanı - 11.03.2011





***



Bu "ahval ve şerait içinde dahi",  Mustafa Kemal Paşa, ulusal meclisleşen Erzurum Kongresi'nde (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919) altını kırmızı kalemle çizdiği olmazsa olmazlarını sonuç bildirgesi olarak yayımlatıp, delegelere imzalatmıştır. Bu tarihten itibaren başlayan milli hareketin "reis"idir Mustafa Kemal...



*Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.

*Ulusal irade hakim kılınmalıdır.
*Milli kuvvetleri etkili, milli iradeyi etkin kılmak esastır.
*Manda ve himaye kabul edilemez.


Ancak gene Mustafa Kemal'in, 22 Haziran 1919'da Amasya Bildirgesi ile tüm dünyaya ilan ettiği  "Ya İstikâl Ya Ölüm" şiarı, Türk milletinin "ne savaşarak, ne de savaşmadan esir düşmeyeceğinin" işaret fişeğidir.



Mustafa Kemal'ce düşünmenin alfabesinin ilk dersi "Ya İstiklâl -Ya Ölüm"dür.



Bağımsızlıkçı olmadan Kemalist ve devrimci olunamaz.



İstiklâl-i tam bir ulus için Cumhuriyetçi, laik, halkçı, milliyetçi, devletçi ve DEVRİMCi olmak gerekmektedir. 



MUSTAFA KEMAL'CE DÜŞÜNMEK  
 FİGEN ÖZEN (makaleleri) / 15.07.2012




SB.