Translate

20 Mayıs 2013 Pazartesi

PİSİDİA ; BOYUN EĞMEDİLER






ÖZGÜRLÜĞÜNE DÜŞKÜN VE SAVAŞÇI PİSİDİALILARIN YURDUYDU BURASI...

Anadolu’nun birçok antik bölgesinde olduğu gibi kesin sınırları tam olarak belirlenemese de, günümüzde Göller Bölgesi olarak adlandırılan alan ile Konya’nın batı kesimi, antikçağda Pisidia olarak tanınıyordu. Doğası gibi zorlu ve özgürlüğüne düşkün insanların yaşadığı Pisidia’nın arazisi çoğunlukla dağlık ve sarp olmasının yanı sıra verimli ve yerleşim için de caziptir. Sulak havzalar açısından zengin ve korunaklı Pisidia Üst Paleolitik dönemden itibaren Anadolu, Yakındoğu ve Akdeniz Havzası için, önemli yerleşimlere ev sahipliği yaptı.

Neolitik dönemi Hacılar, Kuruçay ve Bademağacı höyükleriyle iyi bilinen Pisidia’nın İÖ 2. binyılda Hitit kültür çevresi içinde, Arzawa Krallığı’na dahil olduğu kabul edilir. Konya Beyşehir Gölü’nün hemen doğusundaki Eflatunpınar ile Fasıllar anıtları dönemin en meşhur kalıntıları arasında yer alır. İÖ 2. binyıla ait kültürel izler kuşkusuz bu iki anıtla sınırlı değildir. Filolojik veriler bu bölgede yaşayan toplumların kökenlerinde Luwi izlerinin varlığını kanıtlar.

Nitekim Pisidialılar, komşuları Lykia ve Karia gibi Tunç Çağı’nda konuşulan Luwice ile akraba, özgün bir dile sahiplerdi ve dillerini Roma imparatorluk çağında da kullanmaya devam ederek özgün kültürlerini korumuşlardı.

Antik yazarlardan Herodotos bölgeyi tanımlarken, “Solymlerin ülkesi Milyas” ismini kullanır; Romalı yazar Plinius, Pisidialıların önceden Solymi olarak adlandırıldığını aktarır. Strabon ise, bu tanımı daraltıp sadece Termessos’un kuzeyindeki dağa Solymos adı verildiğini ve burada yaşayan halka da Solymler denildiğini söyler.




İlk kez İÖ 5. yüzyılda Ksenophon, “Pisidia” adını kullanır; hem de onların Phrygia’da (Frigya) çapulculuk yapan bir topluluk olduğuna değinerek. Pisidia halkı, kimi zaman bölgenin en iyi savaşçıları olarak tanımlanır. Strabon, bölge halkının tiranlar tarafından yönetilen farklı topluluklardan oluştuğunu ve korsanlık yaptıklarını söyler. Gerçekten de, dağların zor koşullarına uyum sağlayan Pisidialı korsanlar ve yağmacılar güçlü otoritelerin egemenliğine kolay kolay girmemişler, özgürlüklerine düşkünlükleriyle nam salmışlardı. Büyük olasılıkla Pamphylia ve Lykia’dakileri örnek alarak örgütlenen ve Selge ile birlikte ismi en çok duyulan Termessos ve Sagalassos halkı, tüm Doğu’yu kasıp kavuracak olan Büyük İskender’e karşı cesaretle kendilerini savunmuşlar, savaşçı karakterlerinin hakkını vermişlerdi. 

Strabon Pisidia’nın Karia, Phrygia ve Lydia ile komşu olduğuna değinirken dolaylı da olsa, onların aslında bu bölgelerde kurulan siyasi otoritelerin egemenliklerine girmediklerini, ancak kültürel etkileşimde olduklarını belirtir.

Pisidialıların antik yazarlar tarafından daima vurgulanan başına buyruk ve boyun eğmez tavrı İÖ 6. yüzyılda Anadolu’da yaşanan Pers hâkimiyeti döneminde de geçerli olmalıdır. Perslerin satraplarla yönettiği bölgeler arasında Pisidia ya da buna benzer isimde bir yer hiç geçmez. 

Aslında Pisidia’nın, özellikle merkezini oluşturan iç kesimlerinin, tarihi hakkında Büyük İskender’in buraya yaptığı seferlere kadar hemen hemen hiçbir şey bilinmez. Helenistik dönemin hemen öncesinde, Pamphylia’ya komşu bazı yerleşimlerin, Yunan kültürünün etkisi altında kentleştikleri görülür. 

Örneğin, Selgelilerin İÖ 4. yüzyıl ortalarında, Aspendos’u örnek alarak bastıkları gümüş sikkeleri vardır ve İÖ 3. yüzyılın ortalarında yerli karakterlerini yadsıyarak, kentlerinin Yunanistan’dan gelen kolonistler tarafından kurulduğunu söyleyecek kadar ileri giderler. Termessos ve Sagalassos da, bu dönemlerde kentleşme sürecine girmiş olmalıdır.




Bölgenin Büyük İskender ve ardıllarına, kolayca değil, aksine direnerek bağlandıkları anlaşılır. Helenistik dönemde Seleukosların askeri yollarının güvenliği için Seleukeia Sidera, Antiokheia pros Pisidian ve Apollonia isimli bir dizi koloni şehri kurulduğu bilinse de, bölgenin iç kesimleriyle ilgili bilgi bu dönem için sınırlıdır. Bu sırada bölgedeki birçok kent bağımsız olmalıdır. 

İÖ 190 yılında Seleukos Krallığı’nın Roma önderliğindeki müttefiklere yenilmesiyle, bölge Bergama Krallığı’na bırakılır. Bergama Kralı III. Attalos’un vasiyetiyle, krallığa ait topraklar Roma halkına bırakıldığında, Pisidia, İÖ 36 yılına kadar Roma’nın Cilicia eyaletine bağlı kalır. Ardından önce Galatia vassal krallığına bırakılır; sonra İmparator Augustus zamanında eyalet şeklinde organize edilen Galatia eyaleti içine dahil edilir. Bu dönemde dahi Pisidialıların “kabile” tarzı örgütlenmeleri çözülmüş olsa da, bölgede hâlâ sorun çıkaran savaşçı topluluklar yaşıyordu.

Nitekim Doğu Pisidia’da, Suğla Gölü civarında Homonadeis isimli savaşçı kavmin saldırganlığı, bölgenin yeni ve dirayetli hâkimi Romalıları rahatsız etmiş, Romalılar onları durdurmak için özel bir harekât düzenlemek zorunda kalmıştı. Huzurun bir türlü tam anlamıyla sağlanamadığı bu topraklarda, artık hem kalıcı Roma hâkimiyetinin sağlanması hem de barışın tesis edilmesi için Roma İmparatoru Augustus tarafından beş kent koloni statüsüne yükseltildi.

Bunlardan Antiokheia pros Pisidian (Colonia Caesarea), Olbasa (Colonia Iulia Augusta Olbasa) ve Kremna (Colonia Iulia Augusta Felix Cremna) kentleri öne çıkar. 




Gövdesinin üstü at, altı balık şeklinde olan mitolojik yaratık Hippokampos’un Deniz Tanrısı Poseidon’un sürdüğü arabayı çektiğine inanılırdı. Antikçağda
sevilen bir bezeme unsuru olarak kullanılan bu figür, Antiokheia’da da karşımıza çıkar.
(Atlas 2012)
Foto: Cüneyt Oğuztüzün



Roma hâkimiyeti ve uygarlığının bu kentler ile kabullendirilmesi hedeflense de bu durum kısmen tersine döner ve bölgeye yerleşenler, yaygınlaşan Yunan kültürü ve dilini benimserler.

Bölge, bir süre daha Galatia eyaletine bağlı kaldıktan sonra Lykia-Pamphylia eyaletine bağlanır. İS 3. yüzyılda, Diocletianus döneminde ise Antiokheia’nın merkezini oluşturduğu ayrı bir eyalet olarak düzenlenir.

Pisidia’da kentleşme özellikle güneyde İÖ 4. yüzyıldan itibaren başlar, Hellenistik dönem ile büyük bir ivme kazanır.

Roma imparatorluk döneminde ise artık Anadolu’nun kıyı bölgelerinde görülen ölçekte anıtsal kamusal ve dinsel yapılarla donanmış, bütün kentsel organizasyonlarıyla uygar kentler, Pisidia’nın hemen her yanına yayılır. Bununla birlikte, antik kaynaklarda da ismi geçen kimi kentler hakkında bilgilerimiz yok denecek kadar azdır. Bunun yanı sıra söz konusu yerleşimlerin, yaklaşık 1300 yıl önceki Hitit metinlerinde de isimlerinin
ayırt edilebilmesi, sürekliliğe işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir.






Sagalassos: Anıtsal Kent

Bölgenin en önemli kentlerinden biri Sagalassos’tur. Bugün Burdur’un Ağlasun köyünde yer alan Sagalassos, Akdağ’ın eteklerine kurulmuş görkemli bir kenttir.

İsmi ilk kez, Büyük İskender’in seferine ilişkin olarak karşımıza çıkar. Büyük komutana cesaretle direnmiş, ancak yıkımdan kurtulamamıştır. Sagalassos, Hellenistik dönemden itibaren Pisidia’da yaygınlaşan Helen kültür etkisinin bölgedeki yansıması ve Roma imparatorluk çağında kentlerin müthiş gelişimine çok belirgin bir örnek olarak karşımıza çıkar.

Kentten günümüze ulaşabilen yapıların büyük bir kısmı, en parlak zamanlarını yaşadığı Roma imparatorluk dönemine tarihlenir. Tiyatro binası, hamam yapısı ve 2010 yılında restorasyonu yapılarak açılışı gerçekleştirilen Antoninler Çeşmesi kentin önemli mimari anıtları arasında sayılabilir. 

Kentte iki agora yapısı bulunur. Yukarı agora, devlet işleri, aşağı agora ise ticaretle ilintilidir. Böylelikle Aristoteles’in, ticaret ve politikanın farklı agoralarda sürdürülmesi gerektiği görüşü, Sagalassos’ta uygulanmış gibidir.

Kentte, İS 2. yüzyılda inşa edildiği anlaşılan bir de kütüphane binası vardır. Çeşitli odalardan oluşan yapı, Ephesos’taki (Efes) Celsus Kütüphanesi’ne benzerliği ile dikkati çeker. Yapının T. Flavius Severianus Neon tarafından yaptırıldığı ve tıpkı Celsus Kütüphanesi’nde olduğu gibi, arka kısmında babasının mezarının olduğu düşünülmektedir. 

Mimari anıtları dışında Sagalassos özellikle Roma döneminde, Akdeniz Havzası’nda revaçtaki kap kacağın üretim merkezidir.



Antiokheia pros Pisidian: İlk Koloni

Pisidia’nın sınır kenti Antiokheia pros Pisidian günümüzde Isparta’nın Yalvaç ilçesi yakınında yer alır. İÖ 3. yüzyılda, bölgedeki Seleukos hâkimiyeti esnasında, bir koloni kenti olarak kurulur ve dönemin özelliği olarak ızgara planda tasarlanmıştır.

Kent, asıl önemini ilk Roma İmparatoru Augustus tarafından İÖ 25 civarında “Colonia Caesarea” adıyla bir Roma kolonisi statüsünü aldıktan sonra, Anadolu’nun ilk koloni kenti olmasıyla kazanır. Bölge valisi tarafından, güvenlik ve ekonominin gelişmesi için yaptırılan yol, Via Sebaste, Antiokheia’dan başlar ve güneye Perge’ye varır. Kent, İstanbul ve Roma gibi yedi tepe üzerine kuruludur ve Roma dünyasında bu özelliği ile tanınan üç kentten biridir. 

Kentin doğu-batı ve kuzey-güney doğrultusunda ilerleyen ve kesişen iki sütunlu caddesi vardır; biri Augustus, diğeri Tanrı Men’e ait iki tapınak, hamam ve tiyatro binası, ayrıca Aziz Paulos’a adanmış iki kilise dikkati çeker.

Anadolu’nun erken dönemlerinden itibaren tapınılan Ay Tanrısı Men için Antiokheia’da kutsal bir alan yapılmıştır.





Kutsal alanın dış duvarları çeşitli kabartmalarla süslüdür ve içinde bir de tapınak inşa edilmiştir. İmparator Augustus’un ölümünden önce yazdığı ve vasiyetini içeren “Res Gestae Divi Augusti”nin bir kopyası, Augustus Tapınağı’nı içeren kutsal alana giriş kapısında yer almaktaydı.







Alanda yapılan kazılarda bu vasiyeti içeren metinler saptanmıştır. Hıristiyanlığın en önemli kişilerinden, yeni dine kattığı özgün fikirleriyle yayılmasını sağlayan Aziz Paulos’un, bir diğer önemli ilk Hıristiyan azizi Barnabas ile buraya gelmesi ve öğretilerini burada açıklaması nedeniyle, günümüzde canlanan din turizminin önemli merkezlerinden biri olmuştur.


Antiokheia kentinin oldukça sağlam durumunda günümüze gelebilmiş yapıları arasında, sukemerleri oldukça etkileyicidir. Kentin yaklaşık 11 kilometre kuzeyindeki Sultan Dağları’nda Suçıktı Deresi’nden gelen su, bazen kanallar ve tünellerle, bazen de kemerlerle kent içine taşınmıştır. Su kemerleri, harçsız bloklardan
örülüdür ve bazıları 5-7 metre yüksekliğe kadar korunmuş vaziyettedir.



Selge: Doğal Kale

Günümüzde Antalya’nın Zerk (Altınkaya) köyünde bulunan Selge antik kenti, ulaşımı zor bir konumda bulunmasından dolayı, günümüze iyi durumda kalmış kalıntılarıyla ziyaretçilerini etkiler. Strabon, “Selgeliler kentin doğal korunmasından ötürü ne eskiden, ne de daha sonraları, hiçbir zaman başkalarına boyun eğmemiş ve sahip oldukları toprakların nimetlerinden hiç rahatsız edilmeden yararlanmışlardır” der. 

Selgeliler için, özellikle Hellenistik dönemde yaşanan en büyük tehlike, hiç kuşkusuz Büyük İskender’in seferidir. Ancak, birçok kentin aksine, Selgeliler kendilerinden beklenmeyecek şekilde  İskender’e dostça davranmış, kendisi tam Termessos önündeyken, ona elçiler yollayarak Sagalassos üzerinden Phyrgia’ya kestirme bir yol önermişlerdir.

Selgelilerin İskender’e olan bu dostça tutumları, onların Termessos’a karşı geleneksel düşmanlıklarının bir parçası olarak yorumlanır. Olasılıkla İskender’in Termessos’a düzenleyeceği saldırıda görev almayı amaçlamışlar; ancak İskender’in seferden vazgeçmesi üzerine, bu kestirme yolu önermiş olmalıdırlar. 

Antikçağdaki zenginliklerine karşın, Selgelilerin Pamphylia ve Termessos üzerindeki istilacı emelleri son derece açıktır. Kentteki anıtsal yapılar arasında özellikle tiyatro, agora, stadion, gymnasion ve tapınaklar sayılabilir. Verimli topraklarında asma ve zeytin bolca yetişirken, merhem yapımında kullanılan süsen bitkisi de kentin ünlenmesini sağlamıştır.

Ama kuşkusuz kentin en ünlü bitkisi, günlük ağacıdır. Antik kaynaklara göre, bu ağacın gövdesinde yaşayan bir tür kurtçuğun ağaç gövdesini yemesi üzerine ve ağaç içindeki deliklerden sızan sıvının saf hali merhem olarak kullanılmıştır.



Adada: Kutsal Merkez

Hıristiyanlık dininin önemli bir piskoposluk merkezi de Adada’dır. Bugün arazide görülen ve çoğunluğu Roma imparatorluk dönemine tarihlenen yapıları, neredeyse tüm yüksekliklerine kadar korunmuştur. Tüm görkemiyle antikçağın yankısını duyuran yapılar arasında imparatorlar ve Zeus-Serapis, İmparator Traianus ve Aphrodite’ye adanmış tapınaklar, agora yapısı, anıtsal çeşme binası ve tiyatro dikkati çeker.



Kremna: Planlı Kent

Kremna, Helenistik dönemde kurulan bir kent olsa da, Roma İmparatoru Augustus döneminde Colonia Iulia Augusta Felix Cremna adıyla Roma kolonisi statüsü verilen kentlerden biridir.

Burdur’un Bucak ilçesi yakınlarındaki kent Roma dönemi kolonisi olarak tıpkı Antiokheia’da olduğu gibi, düzenli ızgara planda tasarlanmıştır. Bu planda birbirini dik açıyla kesen sokaklar ve caddeler sisteminde, sabit büyüklükte adalar (insula) esastır. Kremna biri yarım bırakılan iki tiyatro, altı tapınak, hamam ve agorası ile görkemli bir Roma kenti olarak karşımıza çıkar.



Ariassos: Kemerli Kapı

Pamphylia’yı Pisidia’ya bağlayan yol üzerinde yer alan Çubuk Boğazı’nın kuzeye açılan ağzında antikçağın şirin şehirlerinden Ariassos vardır. Antalya-Burdur karayolu üzerinde, kentin üç kemerli anıtsal giriş kapısı karşımıza çıkar. Kentin tiyatro, hamam-gymnasium kompleksi ve anacaddesi ile kamusal yönetim binaları olarak tanımlanabilecek yapıları dikkati çeker. 

Bunun yanı sıra, kentte taş işçiliği ile özgün planları ve korunma durumları açısından dikkat çekici bir kalıntı grubu da mezarlardır.

Bunlar arasında bir yamaç üzerine inşa edilmiş ve olasılıkla bir yöneticiye ait olan podyumlu mezar yapısı göze çarpar.



Termessos: Direnişin Kalbi

Hiç kuşkusuz, Pisidia bölgesinin, yüksek ağaçlarla kaplı saklı dünyasında, şimdi modern Antalya’nın kuzey batısındaki Termessos’un çok farklı bir yeri vardır. Hemen yanındaki Solymos Dağı’nın bütün görkemi, adeta Termessos’a da yansır. Kentin kesin kuruluş tarihi tam olarak bilinmemektedir ancak “Solymoslular” adı Homeros destanlarında karşımıza çıkar.

Termessos, bir kent olarak adını ilk kez Büyük İskender’e karşı direnişiyle duyurur. İskender kente geldiğinde, Termesoslular çoktan tüm güçleriyle dağ eteklerini koruma altına almışlardır. İskender saldırıyı denese de, başarısız olur ve oyalanmadan Phrygia’ya yönelir.

İskender’in ölümünün ardından, büyük imparatorluk topraklarının paylaşımından Pisidia bölgesi de nasibini almıştır. Bu süreçte, kentte gerçekleşen hüzünlü bir olay, antik yazarlardan Diodoros tarafından detaylı bir şekilde anlatılır. 

Bu hikâyeye göre, İskender’in ardıllarından Antigonos Monophtalmos, Anadolu’yu ele geçirmek ister; ona direnenler arasında Pisidialıların saygı ve sevgisini kazanmış olan Alketas da vardır. Alketas, İÖ 4. yüzyılda Antigonos’la yaptığı savaşta yenilince Termessoslulara sığınır. Antigonos, Termessoslulardan Alketas’ı istediğinde halk ikiye ayrılır. Kentin yaşlıları, Alketas’ın Antigonos’a tesliminden yanadır; gençler ise buna tamamen karşıdır. 

Yaşlıların, Antigonos’la birlikte hazırladıkları tuzağa düşen gençler, kentin uzağına kaçmış görüntüsü veren Antigonos birliklerini kovalarken, yaşlılar kent içinde kalmıştır. Kendisini düşmanına teslim edeceklerini anlayan Alketas, intihar eder; bedeni Antigonos’a teslim edilir.

Gençler kentlerine geri döndüklerinde artık çok geçtir. Antigonos’un ortada bıraktığı ceset Termessos’a geri getirilir ve onun anısına, bugün Termessos’un en dikkat çekici mezarlarından biri olan “Alketas’ın Mezarı” inşa edilir. 

Kentin geniş bir alana yayılan diğer nekropollerinde bulunan çeşitli tiplerdeki mezarlar da, bu kentin halkının geçmişteki hikâyesini, kentin vakur mazisini ziyaretçinin kulağına fısıldar, kimi zaman hüzünle, kimi zaman sitemle. Hatta bu lahit mezarlardan biri de, şimdi Antalya Arkeoloji Müzesi’nde korunan Rhodope isimli bir kentli kadının, anlaşıldığı kadarıyla can yoldaşı olmuş bir köpeğin, Stephanos’un hikâyesini şiirsel bir üslupla anlatır.

Termessos halkı, İÖ 2. yüzyılda Roma yanlısı bir tutum takınır, Bergama Krallığı’yla iyi ilişkiler kurar. İS 2-3. yüzyıllar, evrensel Roma Barışı’nın (Pax Romana) etkisiyle, bölgedeki çoğu kent gibi, Termessos’un da her anlamda en parlak dönemidir. Teraslar üzerinde, son derece sarp bir dağın tepesine kurulan kentin, Pamphylia Ovası’nı gören görkemli tiyatro binası, gymnasionu ve çeşitli tapınakları oldukça sağlam durumdadır ve ulaşımı biraz güç olsa da ziyaretçilerine parlak ve şanlı geçmişini sunmakta çok cömerttir.

Pisidia bölgesindeki kentler, Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra, Geç Antikçağ ve Bizans dönemlerinde de varlıklarını sürdürür. Selçuklu ve erken Osmanlı dönemlerine ait Susuz Han, İncir Han gibi yapılar, bu dönemin önemli kalıntıları arasında sayılabilir.

Bölgede, bu satırlarda adı anılamayan sayısız küçük kent, yerleşme, höyük ve kutsal alan vardır. Dağlık, ancak nehirler ve göller sayesinde verimli araziler, zeytin ağaçlarının yanı sıra, sedir ve selvi gibi gemi yapımında ihtiyaç duyulan ağaçların da rahatça yaşamasına olanak vermiştir. Çoğu oldukça iyi durumda günümüze ulaşan kalıntılarıyla Pisidia bölgesi, günümüz koşulları göz önüne alındığında, adeta savaşçı ruhunu hâlâ korumakta ve zamana karşı direnmektedir.


Doç. Dr. Ş. Sedef Çokay-Kepçe
Yrd. Doç. Dr. Aşkım Özdizbay
İstanbul Ün.Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı

Atlas / 2012
Foto: Cüneyt Oğuztüzün




....