Translate

31 Ekim 2012 Çarşamba

SÜMERLER , MEDENİYETİN BAŞLANGICI






Sümerliler bundan 6000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirleri arası olan Mezopotamya'nın güneyine gelip yerleşmiş, orada büyük bir uygarlık kurarak en az 2000 yıl varlıklarını korumuşlardır. Uygarlıklarının en önemli buluşu dillerine göre bir yazı, alfabe icat etmeleridir. 




Çiviyazısı adı verilen bu yazıyı gerek Sümerliler zamanında var olan, gerek daha sonra tarih sahnesine çıkan Orta Doğu milletleri de kendi dilleri için kullanmışlardır. Güney Mezopotamya'da yapılan kazılarda çıkan bol miktardaki Sümer belgeleri üzerinde büyük bir gayretle çalışıldı, sözcükleri, gramerleri yapılmaya başlandı. 


Bunlar üzerinde çalışanların hepsi "Batılı bilimadamları" idi ve Türkçe bilmiyorlardı.  Yine de Fritz Hommel (  Fritz Hommel, Ethnologie and Geographie des alien Orients, 1925 München) , Diyakonov, Zakar Andereyas (Zakar Andereyas, “Current Antropologie”, World Journal of the Science of Man, 1971) gibi bilim adamları Sümer dilini Fin, Kafkas, Uygur dillerine benzeterek bir hayli eş anlamlı Türk ve Sümer kelimelerini karşılaştırmışlardı.





Prof.Osman Nedim Tuna, 165 Sümer kelimesini ,hem anlam hem fonetik bakımından uyan Türkçe kelimelerle eşleştirmiş. Bu tezini, Amerika'da Türkolog ve Sümerologların olduğu kongrede sunmuş ve hemen hiç tartışma olmadan bu tez kabul edilmiştir.


Nedim Tuna'ya göre; "Türk dili 5500 yıl önce bağımsız ve iki kollu bir dil olarak bulunuyordu. İlk ana Türkçe (ÖnTürkçe) ise 10.000 yıl eskiye gidiyor.."





Sümerce ,bugünkü Anadolu Türkçesinden ziyade Asyadaki Türk devletlerinin Türkçesine daha yakındır.






SÜMERLER kendilerine KENGERLER der. KENGERLER ORTA ASYA'da bir TÜRK BOYUDUR.

Sümerliler diyoruz; çünkü Sümer, halkın oturduğu yere verilen adtır. Bu, Türkçede “tepesi yüksek, sivri dağ” demek ( Prof. Ahmet Ercan). 




Bu isimde Moğolistan’da, Türkistan’da dağların olduğunu Servet Somuncuoğlu Sibirya’dan Anadolu'ya Taştaki Türkler/From Siberia to Anatoliathe Turks on the Rock adlı kitabında mevcuttur. 

Sümerliler, kendilerine “Kiengir, Kingir, Kenger” diyorlardı. Türkler arasında tarihteki en eski boy adı imiş “Kenger”. Bunların yoğun olarak bulundukları yerde bulunan Keş/Kiş yer adının, Sümerlilerin Mezopotamya’da ilk kurdukları şehrin adı olmasını bir rastlantı olarak kabul etmek hiç de kolay değil. Ayrıca, Türkmenistan’da bir Türkmen obasının adını “Kügür”, Azerbeycan’da bir yer adını da “Kenger” olarak buluyoruz. Burada yaşayanlar kendilerine “Kengerlu, Kengerli” diyorlar. Bu da Sümerlilerin “lu.kenger.ra = Kengerli insan” deyimine uyuyor. 








Ayrıca Sümerliler kendilerini “Karabaşlı” olarak tanımlıyorlar. Türklerde “kara” ile başlayan “Karakaşlar”, “Karaçorlular”, “Karapahpahlar”, “Karadağlılar”, “Karakalpaklar” gibi boy adları var. Bunlardan bir kısmı aynı ad ile Anadolu’nun doğusuna göç ederek Kars ve Muş vilayetlerine yerleşmişler. Manas Destanı’nda Manas ziyafete çağrılınca, “Karabaşlı kişiyiz” diyor. Bu “Yalnız başımıza yiğidiz” demekmiş. Sümerlilere Karakalpaklar, daha uygun görünüyor. Hakaslılar da kendilerine “Kara baş, Karabaşlı” diyorlarmış. Buradaki “kara” da saygınlığı ifade ediyormuş (Hakaslı Timur Davleto).






Almanca ve İngilizce kaynaklarda ilk etapta  "Dilleri hiçbir dillere benzemiyor" derlerdi . Lakin bu durum hala devam etmektedir. Bazı BATILILAR ısrarla TÜRK ismine değinmeden makaleler ve kitaplar yazmaktadır. !!!


" SÜMER MEDENİYETİ başka bir yerden gelmedir, çünkü MEZOPOTAMYA'da birden bire bir kültür çıkamaz, demek ki bu kültür başka bir yerde (Orta Asya'da) UYGARLIĞA ulaşmış, ama TUFAN'dan dolayı GÖÇMÜŞTÜR. Matematik, geometri,astronomi, su kanalları, maden işçiliği, mimari yapıları birden bire doğamaz. İşte bu MEDENİYET SÜMERLER / KENGERLER dir."




MARİ

Şimdiye kadar Batılılar hep dünya'nın ilk dili HİNT AVRUPA dili demiştir ,ama bu çökmüştür. İLK dil URAL ALTAY dilidir.
Osman Nedim Tuna Türkçe ve Sümerce ile ilgili değerli bir araştırması vardır. Philadelphia Üniversitesi Sümerce Lügatı yapmakla meşgul, 2019 da bitecekmiş.

Herhangi geniş bir çalışma yapmadan "Sümer dilini Türkçe diline" benzetenler A.Falkenstein ( A.Falkenstein, W. Von Soden, Sumerische und Akkadisch Hymnen und Gebete) , Hartmut Schmökel ve S.N.Kramer'dir. Kramer yeri geldikçe bunu bir çok yerde tekrarlamıştır.

DİL üzerine Alman Professör 1914-1915 yıllarında bir makalesinde " 200 Türkçe kelime ile Sümerceyi karşılaştırıyor ve Sümerce Türkçedir" diyor. 



“Sümer tabletleri çözülmeye başlayınca Sümerlerin gerçek adının Ki-Engir, Ke-Engera, Ki-Engürü, Kengir, Kengi, Kangı vs şeklinde geçtiği görülür”.

“Ancak en güçlü ve mantıklı olasılık, Sümerlerin muhtemel ata yurtlarının ismi olan Kenge’nin (Harezm) Sümerlere isim vermiş olmasıdır.


Kenge (Es. Tr.): Harezm bölgesi


Kenge-eri (Tr.): Kenge insanı, Kenge’den gelenler


Kengeri (Tr.): Sümerlerin gerçek adı”. 


“Dünyanın ilk uygarlığı Kenge (Sümer) adında bir Türk uygarlığıdır. Etrüskler Avrupa’da, Hattiler  Anadolu’da  ilk  uygarlıkları  yaratan  Türk  topluluklarıdır.” 




“Göz önüne alınacak bir nokta da, yüzyıl önce, ne bu eski günler, ne de Sümerler hakkında hiçbir şeyin bilinmemesiydi. Arkeologlar, (…) Sümerleri değil, Asur ve Babillileri arıyorlardı. Bu kavimler ve onların uygarlıkları hakkında Yunan ve İsrail kaynaklarında bir hayli bilgi vardı. Buna karşılık Sümer ve Sümerlere ait en ufak bir bilgi bile yoktu.”

“İlk olarak İ.Ö. 4. Binin sonlarına doğru hemen hemen bundan 5 bin yıl önce (…) Sümerlere kil üzerine yazma fikri gelmişti.”


“İbraniler Tevrat’ı, Yunanlılar İlyada ve Odise’yi yazmadan 1000 yıldan fazla zaman önce, Sümer’de mitolojiler, destanlar, ilâhiler, ağıtlar, atasözü koleksiyonları, masallar ve hikayelerden oluşan zengin ve gelişmiş bir edebiyat bulunuyordu. Herşey Sümerlerden gitmedir.” 



“Sümerler, M.Ö. 4000 yılın ortalarından itibaren Mezopotamya’da insanlık tarihinin en eski ve en temel medeniyetini yaratmış kavimdir. Onlar, dünyada ilk olarak kendilerinin ürettiği çivi yazısı ile insanın beyninden geçirdiği ve dilinin söylediği şeyleri diğer insanlara ulaştırmanın ve gelecek nesillere iletmenin mümkün olduğunu ispat etmişlerdir. Bu yazıya, enine boyuna konulmuş çivilere benzediği için çivi yazısı denilmiştir. O kavmin kendi kendilerine verdiği isim, Ki-En-Gi ve sonraları Ki-İn-Gi, Kengi(r)’dir. Sümer ya da Sümerler adı ise onlara Akkadlar gibi Samî kavimler tarafından verilmiştir.” 


Anau medeniyetinin (Aşkabat çevresi, Türkmenistan, MÖ.4000) hemen ardından Mezopotamya’da insanlık tarihinin çok zengin uygarlığı, Sümerler tarafından meydana getirilmiştir. Tarih biliminin gelişmesi sonucunda Sümer ve Anau medeniyetleri arasında bulunan ilişkiler ve Sümerler ile Türkmenlerin atalarının arasındaki akrabalık aydınlanmaktadır.” (Explorations in Turkestan)


“Landsberger’in tespit ettiği alıntı kelimelerden oluşan bu malzeme, onun ‘Proto Euphrates’, ‘Proto Tigris’ diye adlandırdığı dillere bağlanıyor. Landsberger’in bu isimlerle işaret ettiği saha Fırat ve Dicle havzasıdır. (…) Şu halde Türkler daha M.Ö. en az 3500’lerde bugünkü Türkiye’nin doğusunda oturuyorlardı .





ADALET VE GÜNEŞ TANRISI UTU

“Türk dilinin zamanımızdan 5500 yıl önce müstakil ve iki kollu bir dil olarak varlığı ispatlanmıştır. Eğer doğuştan, Sümerlerle temasa geldikleri zamana kadarki çözülme hızı sabit ise, ‘ilk Türkçe’ veya ‘Ana Türkçe’nin muazzam bir zaman önce yaşamış olması gerekir. (…)

“Türk Dili’nin (…) yaşı, en pinti hesaplara göre 8500’dür. (…) Şimdi bu rakam doğrulanmaktadır. Çünkü Ana Türkçe’den Ana Doğu ve Batı Türkçesi’ne kadar geçen zamanı da hesaba katarsak, bu devreden zamanımıza kadar geçen 5500 yılın ikiye katlanması mümkündür”. 





ERAKLES / SUMER .... HERAKLES/HERCULES/HERKÜL
Bilgamış (Gılgamış olarak yanlış okunmuştur)


“Tanınmış Sümerolog S. N. Kramer, Sümerlerin Enmerkar ve Lugalbanda destanlarında anlatılan kahramanlık öykülerine dayanarak, ilk Sümer beylerinin Hazar denizi yakınlarında bir yerde aranan Aratta adlı şehir devletiyle yakın bir ilişki içinde olduklarını, Sümerce’nin de Ural-Altay dilleri gibi aglutinatif bir dil olduğuna dikkati çekerek, Sümerler’in ana yurtlarının Aratta bölgesinde olabileceğini söylemektedir”.

“Agade (Akad) Kralı Sargon, (Şarruken) Lugalzaggesi’yi (III. Uruk hanedanı kralı) yenerek imparatorluğuna son vermiştir. Kendisini de zincire vurarak halka teşhir etmiştir. Böylece Eski Sümer devri son bulmuştur (yaklaşık M.Ö. 2350)”. 





BİR DENİZALTI MI ?


“Ur-Nammu, III. Ur hanedanı olarak bilinen Sümer hanedanının kurucusudur. Eski Mezopotamya tarihinde, Yeni ve Klasik Sümer devri (Yaklaşık M.Ö. 2112-2002) olarak tanımlanan dönemi III. Ur hanedanının temsil ettiği kabul edilmiştir. Bu devir Sümerler’in en parlak, fakat aynı zamanda onların tarihte son defa görüldüğü zamandır”.



“Onun zamanında hemen hemen bugünkü Irak’ı içine alan büyük bir devlet kurulduğu anlaşılmaktadır. O, Sümerler’i tek devletin yönetimi altında birleştirmiştir. Bu çok önemli bir olaydır. Çünkü o zamana kadar Sümerler daima küçük şehir devletleri kurmuşlardır. Ur-Nammu, tarihte ilk defa ‘Sümer ve Akad kralı’ ünvanını kullanan kraldır”.


“Ur-Nammu’dan pek çok yazılı belge kalmıştır. Bunlar içerisinde şüphesiz hepsinden önemlisi yazdırdığı bir kanun metnidir. O, tarihte bilinen ilk kanun koyan kraldır”.



“Ur şehrinde kazılar yapmış olan L. Wooley, Ur devrine (yaklaşık M.Ö. 2600-2500) ait mezarlar ortaya çıkardı. ‘Ur kral mezarları’ olarak anılan bu mezarlardan pek çok değerli eser ele geçmiştir. Mezarlar taştan ve galeriler halinde yapılmıştır, üzerleri kubbelidir.” (Kurgan tipi)


“Her şeyden önce, icat ettikleri çivi yazısını sadece Mezopotamya kavimleri değil, M.Ö. 1950’lerden itibaren Anadolu kavimleri tarafından da alınıp kullanılmıştır. (…) (Ugarit) tipi yazı, çivi yazısı örnek alınarak yaratılmıştır”.



Prof. Dr.Emin Bilgiç, makalesinde ; Sümer dili, yazının M.Ö. 3100’lerde icadından sonra, çağının tarihi, edebi, dini, hukuki, iktisadi muhabere (iletişim) dili olmuş ve sadece Sümerliliğin, Sümercenin değil, Hitit, Urartu, Babil ve Asurlular’ın ortadan kalkışına, hatta Hz. İsa’nın doğumuna kadar Orta Doğu’nun mektep ve ilim dili olmasına devam etmiştir”.


SÜMER BAŞLIĞI


Bu sebeple de, Hititler, Hurriler, Urartular, Yahudiler, İsrailliler onların eserlerinden bazılarını kendi dillerine tercüme ederek, geniş ölçüde taklit etmişlerdir”. 









“İlk defa Dr. Edward Hincks, çivi yazılarının, Mezopotamya’da Samilerden önce yaşamış olan bir millet tarafından icat edildiğini fark etti. İki yıl sonra, 1852 yılında Rawlinson (…) bu dilin ‘İskitçe veya Turani’ bir dil olduğunu fark etti.. Kısaca Rawlinson Sümerlileri ve dillerini keşfetmiş bulunuyordu. Mamafih, çivi yazısını icat eden bu Sami olmayan milletin doğru olarak isimlendirilmesini Jules Oppert’in (Écriture Anarienne,1855 / Casdo-Scythian-Turanian / Sumerian language 1869 -Turanian) dehasına borçluyuz. O, 1869 yılında, dilin yapısını tetkik ettikten sonra Sümerce’nin Türkçe, Fince ve Macarca ile yakın akraba olduğu sonucuna vardı.

Sir Henry Rawlinson’un Sümer dilini ‘Turani bir dil’ olarak tanımladığı dönemde Sümer medeniyeti henüz keşfedilmemişti. Bilim adamları onların, büyük Sami medeniyeti içinde yaşayan geri bir toplum olduğunu düşünüyorlardı. Daha sonra arkeolojik araştırmalar Sami medeniyetinin asıl dayanağı olan büyük Sümer gerçeğini ortaya çıkarınca, Batı bilim çevreleri Sümerlilere atfedilen ‘Turani’ damgasını bırakıp onların ‘bilinmeyen bir dile ve ırka’ sahip oldukları tezini ortaya attılar”.





SÜMER ESKÜLAPI/ TIP/DNA ?!

“Sümer tarihini yazan bilginlerin çok garip bir temayülleri de, Sümerlileri ve dillerini her fırsatta tarihten silmeye teşebbüs etmeleridir. Hem de öyle bir millet ki dilleri, Tevrat yazarına göre, ‘bütün dünyanın dili’ idi”. 


Çağımızın bir bilgini, Sir Leonard Woolley, bunu şu sözlerle destekliyor: ‘Sümer medeniyeti, ilkel barbarlığa gömülmüş bir dünya ışık saçan bir ilk sebep (illeti-asliye) mahiyetini taşıyordu. ARTIK BÜTÜN SANAT VE BİLİMLERİN YUNAN'A DAYANDIĞI DÜŞÜNCESİNİ AŞMIŞ BULUNUYORUZ. DEHA TOMURCUKLARININ NASIL LYDİALILARDAN VE HİTİTLERDEN, FENİKE VE GİRİT'TEN , BABİL'DEN VE MISIR'DAN BESLENDİĞİNİ ÖĞRENMİŞ BULUNUYORUZ.  KÖKLER DAHA GERİLERE DAYANIYOR, BUNLARIN ARKASINDA SÜMER YATIYOR.”


“Bugün insanlığın ruhsal gücünü oluşturan dini geleneklerin köklerini genelde Sümer’e dayanır”. 




ANA TANRIÇA İNANNA Utu/Shamash’ın ikiz kız kardeşi, Nanna/Sin’in kızıdır.  / (ARTEMİS ! Er-Temiz -SB.)




“...Sümerliler artık yoktu… (Mamafih) M.Ö. 1600 yıllarına kadar hâlâ Sümerce yazılmış metinler bulunuyordu. (…) İki dilli Sümerce ve Akkadca metinlerin hemen hepsi M.Ö. 1400 yılı ile Hıristiyanlık devri arasında yazılmıştır… M.Ö. 1400 yılından itibaren, Akkadlı bilginler, (Kassitler), Sümerce tarihi ve dini metinler düzdüler, ekseriya da mevcut Sâmi (Akkadca) metinleri tekrar eski kutsal dile, ‘Sümerce’ye tercüme ettiler… Babilli bilginler, Sümerce’nin kayboluşundan en az bin yıl sonra bile bu eski kutsal dilde metinler yazdılar.” 

“Bundan en az 5 bin yıl önce Sümerlilerin uyguladıkları kemer, kubbe sistemi, sütunlar, yuvarlak pencereler, mozaikler, duvar süsleri, kabartmalar, sunaklar, nişler Ortadoğuda olduğu gibi, Yunan, Roma yoluyla Batı mimarisine girmiştir. (…)


Yapılarda kullanılan tuğla, kerpiç, evlere kadar künklerle getirilen su yolları, tuvalet (EVLERDE TUVALET VARDI) , lağım teşkilatı Sümerlilerde başlamıştır.(…)





SÜMER POSEİDON'U/YA DA YUNUS PEYGAMBER (araştırmak gerek-SB)

Kanallar açılarak bataklıkların kurutulması, tarımın sulanması (…) bir tür baraj uygulaması (…) yine Sümerlilerde başlamıştır.

Bugün uygarlığımızın temeli olan tekerlek, bundan en az 5 bin yıl önceye ait Ur kral mezarlarında gömülmüş arabalarda ve birçok kabartmada görülmektedir. (…)


Sümerlerin uygarlığa en önemli katkıları, dillerine göre bir yazı icat etmeleri ve okullar açarak onu istedikleri her konuya yazacak şekilde geliştirmeleridir”. 


“(…) böylece hem kendileri istediklerini yazabilmişler, hem de Ortadoğu milletleri olan Babilliler, Asurlular, Hurriler, Hititler ve Urartuların da kendi dillerini yazmalarını sağlamışlardır. Ugaritler ve Persler de bu yazıdan harf yazısı yaparak yararlanmışlardır. Sümer yazısı Mısır yazısının icat edilmesine de önderlik etmiştir.”


“(…) MÖ. 3000 yıllarında kurdukları şehir beylikleri, Hindistan’dan Akdenize kadar olan alandaki ve ortaçağ Avrupa’sındaki şehir krallıklarının öncüleri olmuştur. Şimdiye kadar bulunan ilk Sümerce yazılı kanun kitabı, yeni Sümer devrini başlatan üçüncü Ur sülalesinin kurucusu Urnammu tarafından kaleme aldırılmıştır”. 



“Dünyadaki bütün olayların gökyüzünde yazılı olduğuna inanan Sümerliler, onu incelerken astronomi ve astrolojinin temelini kurmuşlardır. Matematikte onlu ve altılı sistemi bulmuşlardır. (…) Yunanlı Fisagor’a (Psagor) mal edilen Fisagor teoremi de tablet üzerinde çizilmiş olarak bulunmaktadır. Cebirin kökeni de Sümerlilere dayanmaktadır”. 


kaynak kitaplardan ALINTIDIR.


Ur kazıları Kraliyet Mezarı

Ur kazılarından

Ur kraliyet Mezarından çıkan KOÇ (Hz.İbrahim ? / Altınpost ?)




***



Hiç şüphe yoktur ki ; Sümerler Türk'tür ve Orta Asya'dan dünyanın neredeyse her noktasına göç eden Türklerin bir koludur. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'da, elindeki sayısız yazıt ve tabletleri okuyup, yazarak bunu kanıtlamıştır.



Tevrat , Gılgamış Destanı, Sümer Kral Listeleri ve Sümer efsanelerinin karşılaştırılmalı olarak incelenmesi Sümer Nuh'unun Akad topraklarındaki Shuruppak köyünde yaşamış iyi bir insan olarak tanımlanan, göçmen bir Sümerli olan Uta-Napisthim olduğunu ortaya koymuştur. (Woolley,Ceram,Çığ)




Sümerlilerin Türk olduğu kanıtlandıysa..NUH TÜRK olmuyor mu ? !!!




"Ölümünden iki ay önce çevirisini yaptığım ve Türk Tarih Kurumu 
tarafından yayımlanan “Tarih Sümer’de Başlar” kitabını eline aldığı 28 Eylül 1990’da bana şöyle yazmıştı:

“Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya’ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya’nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlilerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerli idi. Böyle olabileceği hakikatten hiç de uzak değildir”.

Sümeroloji Hocam Benno Landsberger de : “Sümer dili, hem dil bakımından, hem de, bütün Asya boyunca dağlık bölgelerde konuşulan dil olması bakımından önemlidir. Bu türden olup bugün hala yaşayan dil Türk dilidir” diyor.  " 



"TÜRKÇE KONUŞUYORLARSA BİLİN Kİ TÜRKTÜR. GENÇLERİMİZ TÜRKLÜĞÜMÜZE AİT NE VARSA ÖĞRENMEYE ÇALIŞSINLAR. GENÇLERİMİZ AYRICA BİZİM ESKİ ALFABEMİZİ OKUSUNLAR, ÖĞRENSİNLER, BU ÇOK ÖNEMLİ. YARIN ÖBÜR GÜN BENİM KANIM BÜTÜN YAZILARIN BİZİM YAZILARIMIZDAN ÇIKTIĞINI İSPAT EDEBİLİRLER VE DİLİMİZİN DE BÜTÜN DİLLERİN ANASI OLDUĞUNU DÜNYAYA DUYURABİLECEKLERDİR. BÜTÜN DİLLERİN ANASI TÜRKÇE VE BÜTÜN YAZILARIN BAŞLANGICI DA TÜRKÇEDİR. TÜRK DİLİ ÇOK ZENGİN BİR DİL VE MATEMATİKSELDİR. DİLİMİZİ MUHAFAZA ETMEYE ÇALIŞALIM VE KENDİ KÜLTÜRÜMÜZÜ ÖĞRENELİM. BATILILARIN BİZİ KÜÇÜMSEMESİ VE BARBAR OLARAK ADLANDIRMASININ HİÇBİR DAYANAĞI YOKTUR. BEN IRKÇILIK YAPMIYORUM, BİZ MEDENİYETE SAHİP BİR TOPLULUĞUZ VE BÜTÜN MEDENİYETLER DE ORTA ASYA'DAN GELİYOR. "


M. İLMİYE ÇIĞ / 2011







Kaynaklar:
* Muazzez İlmiye Çığ, Sumer’de Tufan, Tufan’da Türkler (e-kitap)
*Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni (E-KİTAP)
*Muazzez İlmiye Çığ, Gilgameş (E-KİTAP)
*Sumer ve Türkler Muazzez İ.Çığ (e-kitap)
*Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer’de Başlar
* Sumer Mitolojisi - Samuel N.Kramer (e-kitap)
*Selahi Diker. Anadolu’da on bin yıl, Türk dilinin beş bin yılı, Eski Kayıp Dillerin Çözümü (e-kitap)
*Begmyrad Gerey, 5000 Yıllık Sumer - Türkmen Bağları (E-KİTAP)
*Osman Nedim Tuna. Sumer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı Meselesi (E-KİTAP)
* M. Ünal Mutlu, Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve Kenger Uygarlığı
*Sadi Bayram, Kaynaklara Göre Güney-Doğu Anadolu’da Proto-Türk İzleri
*Prof.Dr.Cahit Günbattı, Sümerler, Gutlar, Hattiler, Hurriler, Urartular (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Sümeroloji Anabilim Dalı , Genelkurmay Ataşe Başkanlığı yayınları)
*Prof.Atakişi Celiloğlu Kasım, Sümerce kesin Türkçedir,(Azerbaycan)
*Raphael Pumpelly ,Explorations in Turkestan (E-KİTAP) ANAU KAZISI
Ur Excavation the Royal Cemetary - Mezar odaları - C.Woolley 
Ur Excavation the Royal Cemetary - Buluntular  - C.Woolley 


SB.






30 Ekim 2012 Salı

İSKANDİNAVLAR TÜRKLER VE ODİN İLE TYRKER







Prof.Sven Lagerbring, İsveçliler için  Türk kökenlidir  görüşünü bir hipotez olarak değil, tarihi bir gerçeklik olarak sunuyor...

Bu savı doğrulayan bir dizi vakayinameden alıntı yapıyor. Teorisini doğrulatıcı kanıtlar çıkarabilmek için gerilere, Kuzey masallarına, İskandinavya ve İzlanda mitolojilerine gidiyor.




Masallar, Viking Tanrısı Odin'in (Oden,Voden,Woden,Wotan) Asya'dan gelip, bütün Avrupa'yı ,Danimarka Adaları ve Ylland'ı geçip İsveç'e yerleşen büyük bir Tirkiar (Turkar =Türkler) boyunun önderi olarak tarig edilmesine uygun düşüyor. Eski İsveççenin de burada Odin ve yoldaşları tarafından yaratıldığı söyleniyor.





İskandinav mitolojisinde Odin ya da Asar (Asyalılar) ve Asaman (Asya adamı,Asyalı) gibi etkileyici isimlerle ortaya çıkan bu tanrılar, eski Türk kültürünün egemenliğini savunanlar için - ne büyük bir rastlantıdır ki- yeni bir belgedir. Çünkü o mükemmel İzlanda İskandinav folkloru  en özgün destan kahramanlarını boşu boşuna bu uygarlığın taşıyıcıları olarak tanrılaştırdı. Yadsınamayacak tarihi değerdeki tanık ifadeleri onları açıkça Orta Asya'daki yurtlarından göçen Türkler olarak tanımlamaktadır.




Sven Bring'in bu bağlamda alıntı yaptığı Asyalıları (Asaman) konusunda ayrıntılara hiç girmiyor. Onların geldikleri ülkeyi Tanais'in (Don Nehri) doğusuna yerleştirmekle yetiniyor.



Sturleson (Snorri Sturluson, (1178-1241, İzlandalı tarihçi, şair ve politikacı) , daha titiz ve ayrıntılarda daha cömert. Odin önderliğindeki Türk kabilelerin göçlerini anlatıyor. Ayrıntılara girerek onların Tyrkland'ı (Türklerin ülkesi) terk ettiklerini söylüyor. Bu ülkenin, Kafkasların ve Hazar Denizi'nin kuzeyinin hemen hemen tamamında Rusya ve Almanya üzerinden Hollanda, Danimarka ve İsveç'e doğru ilerlemeye hazır bir şekilde uzandığını söylüyor.



Tezin, İzlanda'daki köklerinin de İzlanda yazarlarının, Büyük İsveç'i Swithiod, Hin Mikla (Karadeniz, Kafkaslar ve Hazar Denizi'nin kuzeyinde Büyük İsveç) asıl bugünkü İsveç'i Swithiod sözcüklerini kullanarak belirtmelerinde olduğunu söylüyor.



Sven Bring, İsveçlilerin Türk kökenleri üzerinde ısrarla dururken, Odin'in kabilesinin getirdiği dilin, yani Türkçenin çok sayıda sözcükle İsveççeyi zenginleştirdiğini de söylüyor. Vardığı sonucun doğruluğunu belgelemek için de yaklaşık 200 kadar sözcük sayıyor.



Sven ,İsveç'in ilk yerlilerinin Finler olduğunu, İsveççe dilinin zorunlu olarak onların dilinden çok sayıda sözcüğü koruduğunu anımsatıyor ve Fince de Türkçe ile aynı kökler bulunduğunu ve Türkçenin bir lehçesi olduğu kanaatine varıyor.



Diğer Kuzey dilleri gibi Eski İsveççede de kesinlikle Türkçe kökenli çok sayıda eyim ve anlatım var. İskandinavya'nın eski yazınında da kuşkusuz Türkçe deyimlerin yayılıp yerleşmesine izin veren yönergeler var. Şunu da unutmadan söyleyelim ki, Finlandiya'nın Abo kentinin Fin dilindeki adı TURKU'dur.




Sven Lagerbring'in kitabından:



"Eski masallarımızda Eski İsveççenin Odin (Oden,Woden) tarafından gerildiği anlatılır. Oden, Herwarar masalının 1.bölümünde Tirkiar (Türkler) ve Asiemaen (Asyalılar, Asyalı adamlar) olarak tanıtılan büyük bir kitlenin önderiydi. AreFrode de aynı öyküyü anlatır. Burada açıkladığı soy ağacında ; Oden'in oğlunun adının Yngve Tirkia Kongr. ve Sturleson, Ynglinge masalı 5. bölümünde, Oden'in çok mülkünün bulunduğu Tyrkland'dan (Türklerin ülkesi) yolculuğunu ayrıntılarıyla anlatır. 



Türkler çok uzun zamanlardan beri Hazar Denizi'nin ve Kafkas Dağları'nın kuzeylerinde çok geniş topraklara sahiptiler. Asa'ların (Asya adamları) nerede oturduklarını belgelemeye gerek yok. Ptelemaeus onları bu bölgelere Don Nehri'nin (Eski İsveççe : Tanais) doğusuna koyuyor. Bunu Sturleson da doğruluyor. Oden ve onun geldiği yer konusunda Latin yazarlardan bilgi aldığına dair bir veri bulunmuyor. Bütün Türkler diğer pek çok akraba halklar gibi göçebeydiler. Büyük bir olasıklıkla, o nedenle "gezgin" anlamındaki İbranice schut (Latince: Vagari) sözcüğünden esinlenilerek Schyther (Scythians- İskitler) olarak anılmışlardır. Buna bağlı olarak da bütün ülkeye Grekler ve Romalılar tarafından Scythia (İskitya) adı verilmiştir. 



İzlanda yazılarında da ,bizim atalarımızın kendi küçük ülkelerine Svithiod denirken, bundan farklı olarak oraya Svithiod hin mikla yada Stora Sverige (Büyük İsveç) deniyordu. Oden Almanya üzerinden yola çıktı ve önce Almanya'da durdu. Oradan Holstein üzerinden Danimarka'ya geçti ve İsveç'te durdu. 





VİKİNG TAŞI MÖ.600 GOTLAND,İSVEÇTE BULUNDU. ODİN ATI SLEİPNİR İLE


Nihayet bu uzun yolculuklarının sonuna geldi.Buralara birer oğlunu kral olarak bıraktı ve yanlarına beraberindekilerden büyük gruplar verdi. Bu ,Sturleson'un kendi anlatısıdır ve neden Almanca, Danca ve İsveççenin temelde aynı dil oldukları konusunda tam bir neden sunar. İngilterelilerinin ataları Anglosaksonların kökeni de aynı şekilde Oden'e uzanır. Onların dilleri de  aynı Türklerin ve Asyalıların dilinin bir dalıdır. Durhamlı Rahip Simeon ( ölümü 1129 da olan rahip bir tarihçiydi, Viking istiları üzerindeki çalışmaları yoğunluktaydı), Simeon Dunelmensis, aynı yerlerden Schlesvig'e Oden'in Sceaf isimli 9 kuşak gerisinden atası zamanında bir göç olduğunu inanılır bir şekilde anlatıyor, ama bu olağanüstü efsanevi bir konu. 

Trysden Hift.Angl.Scr.T.i.Bjöner ve başkalarının, Oden'in beraberinde o kadar çok kalabalık bir halk getirmediği görüşünde olduklarını biliyorum. Onun gelişiyle dil de değişebilecekti. Ancak Sturleson bize bambaşka bir kavram veriyor. Onun anlatımına göre, Oden yanına ülkenin bütün kayıtlarını ya da yüksek hakimleri almıştı ve bu şekilde çok sayıda erkek halkı götürmüştü. Kuşkusuz, bu kez de aynı şekilde daha sonraki diğer İskit göçlerinde olduğu gibi hareket etmişlerdi. "






ODİN
Abdullah Gürgen, kitabında iki kargası ve iki kurdu olan Oden'in özelliklerinin Uygur Hakanı Buku Tegin'le olan benzerliğine dikkat çekiyor: "Türk destanlarında Buku Tegin'inde üç kargası olduğu söylenir. Kurt motifi ise Türk destanlarının vazgeçilmezidir. Yine Stockholm yakınlarındaki  Birka antik kentinde yapılan kazılarda bulunan mezarlar Altaylarda bulunanlarla aynı özellikleri gösteriyor
(Alaadin Ata Melik CÜVEYNİ, Tarih-i Cihan Güşa, Kültür B. yay.Çeviri:Mürsel Öztürk,Ankara (hakkında daha fazla okumak için tıklayın).....Cihan Fatihinin Tarihi anlamına gelen bu kitap, Moğollar ve İlhanlılar devletinde önemli görevler üstlenmiş olan ünlü tarihçi ve devlet adamı Alaadin Ata Melik Cüveyni (1226-1283) tarafından üç cilt olarak Farsça yazılmıştır. Taşıdığı zengin ve doğru bilgilerin çoğunun, yazarın bizzat şahidi olduğu olaylara dayanması ve başka kaynaklarda bulunmaması yüzünden Moğollar, Harzemşahlar ve İsmailiye tarihinin birinci derecede önemli kitabı sayılmış, günümüze kadar değerini korumuş, pek çok tarihçi tarafından kaynak olarak kullanılmıştır. Tarih-i Cihan Güşa'nın üç cildinin dipnotlu ve açıklamalı çevirisiyle birlikte yazarının hayatı ve eserleri hakkında bilgileri de kapsayan bu kitap, Türk tarihinin önemli bir kısmına ışık tutacak niteliktedir.1256 yılı Kasım ayında sarp dağların tepesinde bulunan Alamut'tun fethinde Hülagû Han'nın yanında bulunmuş ve ünlü kütüphanesini de kurtarmıştır.)




"Bizim atalarımız Oden'in yoldaşları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onlar Trakya ya da Getler olarak göstermek isteyenler var. Böyle düşünebilirler. Tersine, kişisel olarak, bu açıklanan tanıklara güveniyorum. Benim vardığım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Dürüst ve hatta asil kişilerin de, liderlerimizin rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Göçerler (Tattare) olarak göstermelerine öfke duyduklarını duydum. Onlar bu kökeni yeterince şerefli bulmuyorlar. !




Bir tarihçinin en önde gelen rehberi ve amacı gerçektir. Bu şekilde onur kazanmak çok daha iyidir. kendini ve yandaşlarını yalanlarla kandırmak, işte bu tuhaf bir şerefsizliktir."



"Bir de , kim Türklerin öteki halklardan daha az şerefli bir halk olduğunu söyleyebilir? Eğer şeref sağlayan koşullar olarak zaferler ve ülke fetihleri görülüyorsa ki, olan kabaca bu, Türkler ve Tatarlar kadar bu koşulları yerine getiren fazla halk yoktur. Çin bir Tatar eyaleti, Bütün Asya, Arabistan belki bir istisna olarak, Türklerin silahları karşısında eğildi. Hatta Roma , evet hemen bütün Avrupa Hunlar ve Tatarların önünde titredi.  Uzun zaman karanlık ve bilgisizlik içinde yalpalandığımız bir gerçektir. Diğer halklar da kendi barbar dönemlerini yaşadılar. 



Öte yandan bizim atalarımızın ne oldukları da bizi çok az ilgilendiriyor, yeter ki, biz kendimiz şerefli ve saygıdeğer olalım. Romalılara gösterilen hayranlık oldukça kuşkuludur. Onların ataları soyguncu ve zalimdirler. Eski alışkanlıklarından ve Oden, Romuluk, Bellerophon ve İndatyrse'den hala coşabiliyorsa, tam da acemi olarak gelip, acemi olarak kalmışlar demektir. Onur verici olup olmadığı endişesi olmadan söyleyelim, Oden ve yanındakiler Türktüler."







Prof. Sven Lagerbring 

İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri - İsveçlilerin Türk Ataları 



Çeviren ve hazırlayan Abdullah Gürgün
Araştırmacı Abdullah Gürgün, Bring'in kitabını Stockholm'deki Kraliyet Akademisinde bulup incelemiş. Orjinali 58 sayfa olan kitabı Türkçe'ye çevirip incelemek isteyen Gürgün, hayret verici bir durumla karşılaşmış. Zira gotik ve fraktur harflerle yazılan eserde Osmanlıca, İngilizce, Almanca, Latince, İbranice, Grekçe ve İzlandaca kelimeler kullanılmış. Gürgün, bunun üzerine İsveç Radyo ve Televizyon Müdürü Vibeke Bolinder ile arkeolog Björn Lindström'den yardım alarak eseri çevirebilmiş. Onun, Bring'in eserinde dikkatini çeken nokta ise, İskandinavya'ya geliş zamanının tartışmalı olduğu belirtilen Oden'in, Asyalı ve Türk yoldaşlarıyla birlikte şimdiki yurduna geldiğinin kesin olması olmuş. Bring'in eserde kullandığı şu ifadeler Oden ve yoldaşlarının Türk olduğunu bir İsveçlinin söylemesi hayli önemli: "Oden, Herwerar masalının 1. bölümünde Tirkiar (Türkler) ve Asiamen (Asyalılar) olarak tanıtılan adamların önderiydi. Burada anlatılan soy ağacında, Oden'in oğlunun adı Yngve Tirkia'dır. Bunu öne süren Sturlason (İsveçli ünlü destan yazarı), Oden'in çok mülkünün bulunduğu ve Tyrkland'dan (Türkiye) yolculuğunu ayrıntısı ile anlatır."





İsveç Tarihinin Kurucusu Sven Lagerbring


1707 doğumlu olan Sven Lagerbring, 35 yaşında tarih profesörü oldu. 41 yaşında Lund Üniversitesi’nin rektörlüğünü üstlendi ve bu görevini 1769’a kadar sürdürdü. 1764 yılında birçok bilimsel eserin yanı sıra, "Türkler ile akrabalık" tezini kaleme aldı. Çalışmalarından dolayı 1769 yılında asalet ünvanı verildi. Lund Üniversitesi’nin logosunda Lagerbring’in resmi bulunmakta. İsveç’in modern tarih biliminin kurucusu olarak da anılan Lagerbring’in en önemli eseriyse dört ciltlik İsveç İmparatorluğu Tarihi’dir.









VİKİNGLER ARASINDA BİR TÜRK








Amerika'da N.Y.Times'in "Book Review" dergisinde yayınlanan yazının tercümesi;

 Vikingler arasında "Tyrker" adlı bir kişi Amerika'nın ilk adını esinlendiren kişi bir Türk müydü ?


Geçenlerde Mineapolis'te yayınlanan R.ve M.Gracza'nın "The Hungarians in Amerika" kitabı şöyle bir soru soruyor:



9 Ekim Leif Eriscon Günü , Kuzey Amerika'ya İlk Avrupalıların geliş günü  olarak kutlanır.



"Heims Kringla veya Norveç Krallarının Arşivi adlı İskandinav sagasında (destanında) Tyker adında bir Macarla ilgili bir olay nakledilir. Leif Ericson'un gemisinin yeni sahillere- yani Amerika'ya- varışının ertesi günü Leif, Tyker'ın ortalarda görünmediğini fark eder...Epey sonra Leif onu mutlu ve heyecanlı olarak bulur. Tyrker ,Türkçe söyleniyor ve Leif'le onu arayan çevresi tarafından hiç anlaşılmıyor. Onun üzerine onların dilinde konuştu ve dedi ki : 'Üzüm ve asma buldum, ben üzümü asması bol olan bir ülkeden geliyorum.' Bu olay üzerine Leif Ericson esinlendi ve bu sahillere 'Vineland' veya İngilizcesiyle 'Wineland' (üzüm/şarap diyarı) adını koydu. Bugün hala, 'Leif Ericson'un Amerikası' diye kullanılır."


İzlanda'da Tyrker TÜRK demektir.


Bu satırlara rağmen kitabın yazarı Tyrker'in aslında Macar olabileceğini 'çünkü 10.yy.'da Macarlara Türk denirdi' diye düzeltiyor.



Macarlarla Türkler akraba olduklarına göre bu düzeltmeyi düzeltmek gerekmeyebilirdi. Ne var ki yazar Gracza bir dipnotunda şu ilginç suali sormuş bulunuyor:



"Türklerin Tyrker'e sahip çıkıp çıkmadıkları belli değil "



Cevap, Evet sahip çıktık. Otuz yıl önce Ankara'da 'Ülkü' dergisinde (Nisan 1938'de) araştırmacı Cemile Batur, " Amerika'nın Kaşifleri Arasında bir Türk" adlı iyi belgelendirilmiş, ciddi ve bilimsel 5 sayfalık makalesinde, 1002 yılının Viking'i Tyrker'in Türk olduğu sonucuna varıyor. Ben de bu konuya değinmiş ve 1952'de Prentice-Hall'ün yayınladığı "One America" kitabımda Tyrker'den söz etmiş, "Türk mü Macar mı hala tartışmalı" demiştim.



Ünlü Macar yazar Emil Lengyle ise Tyrker'in Türk olduğunu benden daha kesin bir ifadeyle şöyle yazıyor:



" Tyrker (yani Türk) adlı bir Macarın bin yıl önce Leif Ericson'un mürettebatı arasında bulunduğu iddiasını artık silebiliriz....Aslında Tyrker bir Macar değil, Türktür herhalde."




Ord.Prof.Dr.Reha Oğuz Türkkan

Türkler ve Kızılderililer kitabından 








İskandinav Efsanesi...

Krallar dike dike okyanusun kıyısına kadar “Turkland’da (Türk ülkesinde) oniki krallık ve bir krallar kralı vardı. Kentte oniki bey vardı. Bu beyler yiğitlikte her bakımdan dünyanın gelmiş geçmiş bütün diğer erkeklerinden çok daha üstündüler. (…) O kralların soyundan Odin, arkasında genç, yaşlı, kadın, erkek kalabalık bir grupla dünyanın kuzeyine doğru yola çıktı. Hangi ülkede, nereden geçerlerse geçsinler haklarında övgüyle söz ediliyordu. Onların insandan çok tanrılara benzedikleri söyleniyordu. Saxland’a (Saksonya) gelinceye dek durmadılar. Odin burada uzun bir süre konakladı ve buraların büyük bir bölümünü egemenliği altına aldı. Ülkenin korunmasını üç oğluna verdi. Birincisinin adı Vegdeg idi. Çok güçlü bir kraldı. Doğu Saksonya’ya hükmediyordu. Odin’in oğullarından bir diğerinin adı Beldeg idi. O, bizim şimdi Vastfalen dediğimiz ülkenin sahibi oldu. (…) Odin’in üçüncü oğlunun adı Sige’ydi.



Onun oğlu Rere’ydi. Bu aile de şimdi Frankland (Fransa) dediğimiz ülkeye egemen oldu. İşte Vôlsungar (Volsoğulları) adıyla anılan hanedan bunlardan geliyor. Odin daha sonra yolunu kuzeye doğru sürdürdü ve Reidgotfaland’a (Danimarka’da Yurtland) geldi. Burayı oğlu Sköld’ün korumasına bıraktı. Sköldsungar (Sköldoğulları) soyu da bunlardan geliyor. Onlar Danimarka kralları oldular. Odin kuzeye doğru yolunu sürdürdü. Bugün Svitjod (İsveç) dediğimiz ülkeye geldi. Oranın kralının adı Gylfe idi. Aslav denen Asyalıların geldiğini duyan Gylfe hemen davrandı; Odin’e baş eğerek ülkesinin egemenliğini sundu. Nereden geçseler bu mutluluk sürdü ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi. (…) Her yere Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer adalet getirdi. Daha sonra kuzeye doğru yola çıktı. (…) Bugün Norveç denen bu yere de oğlu Saming’i kral yaptı. Haleygja Anlatısı’nda belirtildiği gibi, bütün Norveç kralları, vezirleri ve diğer büyük adamlar onun soyundan türemişlerdir. (…) Asyalıların dili bütün bu ülkelerin içinde konuşulan dil oldu.”



Bu satırlar, İskandinav efsanelerinden, Snorres Edda’dan. Benzer anlatılar Hervavar Saga veya Bosa’da veya başka efsanelerde de var. İskandinav efsanelerine göre, Asya'dan, Turkland’dan (Türk ülkesinden) Odin’in önderliğinde bir Türk boyu Avrupa’ya geliyor, Almanya’ya, Fransa’ya, Danimarka’ya, İsveç’e ve Norveç’e krallar dike dike Kuzey Denizi’nin kıyısına kadar ilerliyor.

Masallar veya efsaneler kuşkusuz tarih değil, ama her zaman gerçekle bir bağlantıları vardır.


Biraz da tarih kaynaklarına bakalım. İbn Batuta, ünlü Seyahatname’sinde 13. yy Kuzey Afrika’sını, Ortadoğu’sunu, Asya’sını ve Rus bozkırlarını anlatıyor. O zaman dünya uygarlığının merkezi olan bu coğrafyada yirmi kadar devlet var. Bu devletlerin hepsinin başında Türk hanedanları bulunuyor.



Runca (runic) kaya yazılarından anlaşıldığı gibi, İskandinav söylencelerinde de anıldığı üzere batı urukları (halkları) ile onların bugünkü soylarının köklerinde Türkler vardır.



Kaynak Prof. Sven Lagerbring








Bütün bunların yanısıra giyim ölü gömme ve dini ritüeller konusunda da pekçok benzer yanlarda mevcuttur.

İsveç'te Stokolm yakınındaki Birka antik şehrinde yapılan kazılarda bulunan mezarlar Altaylarda bulunanların benzeridir.






Türkçe – İsveççe benzer sözcükler


Prof. Lagerbring kitabında İsveççe ve Türkçe gramer ve sözcük benzerliğini de ortaya koyuyor. Çok sayıda sözcüğün birbirlerine benzediğini belirterek iki yüzden fazla örnek veriyor.




Kylver çiftliği Stanga (Gotland) ta bulunan Taş Yazıt


Bugün bile benzerlikleri ortada olan birkaç sözcük sayalım:

Ata – Ätt                    Böri (kurt) – varg (“variy” okunur)      Bağır (göğüs) – Bog         Borçlu – Borgen

Burç – Burg                Göl – Göl                                          Göm – Göm                     Siper – Spär

Hal – Hälsa                 Hakan – Håkan(hala isim olarak kullanılıyor.)                     Kaan – Konung (kung)

Hej – Hej (merhaba)       Hayda – Hejdå (hoşça kal – güle güle)                           Kap – Kop

Kedi – Katt                     Kiler – Källare                              Köy – Koja              Kandil – Kyndil

Mana – Mena                  Nam – Namn                                Şen – Shön               Su – Sjö

Tepe – Top                     Peder – Fader                                Kaz – Gås                Kule – Külle

Gülle – Kula                     Erlik – Ärlig                                   Öküz – Oxe




FUTHARK ALFABESİNİN GİZEMİ

"Futhark " alfabesi M.S. 3. yüzyıl ile 17. yüzyıl arasında , Kuzey Avrupa Germen halkları arasında (İsveç, Norveç, Danimarka) kullanılan bir alfabedir.Yoğunluğu İsveç ve Norveç'de olmak üzere Avrupa da 3500 kaya yazıtının, bu alfabe ile yazıldığı kabul edilmiştir. Göktürk alfabesi ile yazılmış....daha fazla detay için M.Turgay Kürüm sitesi





ve Göç yolları ile KUZEY İPEK YOLU


Tarih;  geniş anlamda ticaret yollarının kontrolü ve bu yollara hakimiyet mücadelesinin hikayesidir. O nedenle ticaret yollarını iyi anlamadan tarihi doğru anlamak ve yazmak mümkün değildir.

En eski ve uzun yıllar boyunca kullanılan ticaret yolu, hepimizin bildiği gibi İpek Yolu denen ve Çin’den başlayıp İzlanda’da biten  yoldur.  Bu yolun kontrolü için geçmişte pek çok mücadeleler olmuştur. Bu yolun bir bölümünü kontrol altına alabilen milletler çok hızlı bir şekilde büyüyüp güçlenerek İmparatorluklar düzeyinde devletler kurabilmiştir. Ticaret ile birlikte sadece ticari mallar bir bölgeden diğer bölgeye taşınmamış, bu mallarla birlikte kültürel unsurlar da bir milletten diğerine aktarılarak yayılmasını sürdürebilmiştir.

İpek Yolu  ve bu yol üzerindeki ilişkileri, mücadeleleri iyi bilmeden, tarihi ve kültürel unsurların yayılışını doğru anlamak mümkün değildir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar bize, son derece önemli olan bu yolun Avrasya ve Kuzey Avrupa bölümünün, Yani bizim “Kuzey İpek Yolu” diye adlandırdığımız; Hazar Denizi’nin kuzeyinden geçerek  Kırım’a gelen, buradan Karadeniz ve bu denize bağlı nehirler olan Volga, Don, Dinyeper, Dinyester ve Tuna nehirleri vasıtası ile tüm Orta ve Kuzey Avrupa’ya uzanan bölümünün yeterince incelenmediğini, hatta karanlıkta kaldığını göstermiştir.

İşte bu sebepledir ki; bu bölgelerin tarihi ve bu bölgelerdeki kültürel unsurların yayılışı da karanlıkta kalmıştır....

DEVAMI İÇİN TIKLAYIN.










ORHUN YAZITLARI


Orhun harfleriyle yazılan yazıtlardan 13.yüzyıl Moğol tarihçisi Alaaddin Ata Melik Cüveynî (Ebü'l- Muzaffer Alâúdîn Atâ' Melik bin Bahâiddîn Muhammed el-Cüveynî), Tarih-i Cihan-Güşa adlı yapıtında söz etmişti. Çin kaynakları da yazıtların dikilişini bildirmekteydi. Yine de bu durum 18. ve 19. yüzyıllara kadar bilim dünyasının bilinmeyeni olarak kalmalarına engel olamadı. İlk olarak Rus çarı I. Petro'nun emriyle Sibirya'nın bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki bilimci Daniel Gottlieb Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak subay Johan von Strahlenberg, 1721 yılında Güney Sibirya'da, Yenisey Irmağı'nın yukarı mecrasında bu yazı ile yazılmış ve Kırgızlara ait oldukları düşünülen mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları'ndan bir tanesini keşfetti. Bir yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg, İsveç'e dönüşünde bu inceleme ile ilgili izlenimlerini kitap hâline getirip 1730 yılında Stockholm'de yayınladı. Böylece Orhun Yazıtları bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu.





Bu gelişmeye rağmen Sibirya'ya araştırma amacı ile ilk bilimsel heyetler ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru gönderilebilmiştir. Bu ilk heyetler 1887 ile 1888'de Finlandiya'dan Sibirya'ya gönderilen Fin araştırma heyetleri idi. Fin heyetlerinin bu bilimsel gezileri sonucu Yenisey mezar yazıtlarının kopyaları ilk kez olarak yayımlanmıştır. Aynı yıl Rus arkeologlarından Nikolay Mihailoviç Yadrintsev Moğolistan'da, Orhun Irmağı kıyılarında aynı yazı ile yazılmış çok daha büyük iki yazıt buldu. Yadrintsev'in Orhun Yazıtları adı verilen bu iki büyük yazıt ile ilgili eseri 1890 yılında yayımlandı. Moğolistan'daki bu yeni keşif üzerine Axel Olai Heikel başkanlığında bir Fin araştırma heyeti Orhun Irmağı kıyılarına gitti. Fin heyetinin yaptığı bu bilimsel gezi sonunda Orhun Yazıtları'nın mükemmel kopyaları yayımlandı.

Orhun Yazıtları aynı yıl Rusya'da da yayımlandı. Bu ikinci yayın Vasili Radlof'un başkanlığında yapılan Rus bilim heyetinin gezisi sonucu ortaya çıkmıştı.



Orhun Yazıtları'nın Finlandiya'da yayımlanan atlası bu taşlardan birinin üzerinde bulunan Çince yazıtın okunabilen kısımlarının bir çevirisini de içeriyordu. Bu kısa Çince metin hiç şüphesiz bilinmeyen bir yazı ve dille yazılmış olan asıl metnin çeviri olamazdı; fakat bu Çince metin bu iki yazıttan birinin 732 yılında ölen bir Türk prensinin anısına dikilmiş olduğunu haber veriyordu. Böylece, bu yazıtların kimlere ait olduğu ve hangi dilde yazıldığı sorusunu cevaplamış oluyordu. Bu iki yazıt Türklerin atalarında kalma idi; bunlarda kullanılan dil de eski bir Türk lehçesinden başka bir şey olamazdı.


Bu husus, ünlü Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen'in 15 Aralık 1893'te Kopenhag Bilimler Akademisi'nin bir toplantısında Orhun ve Yenisey yazıtlarında kullanılan "runik" yazıyı çözümlediğini bilim dünyasına duyurduğu zaman hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde aydınlanmıştı. Thomsen'in eski Türk "runik" yazısının çözümü ile ilgili raporu çok geçmeden Danimarka Bilim ve Edebiyat Akademisi bülteninde yayımlandı.



Orta Asya'dan Dünyaya yayılan DNA belgeseli

Genetic Origins of the proto Turkic Peoples and their Relatives














ilgili:








GERÇEKLER
SB.












29 Ekim 2012 Pazartesi

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN







Türküm Ne Mutlu Bana 




Ne mutlu bana ki Türk yaratıldım
Gönlümün en yüksek gururudur bu
Ne esir edildim, ne de satıldım;
Türk benliği Türklük şuurudur bu.
Bu gurur, bu şuur dünyalar değer
Değişmem cihana verseler eğer
      
İshak Refet






Cumhuriyet yönetimi ve anlamı


Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 251)


Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir. (Gazinin N.A.V., Muhit Mec, Sene: 3, No: 32, 1931, s. 7-8)


Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıkî uygulamasını sağlayan hükümet şekli, cumhuriyettir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazılan, s. 410-411)


Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve haklı olmak şartiyle her fikre hürmet ederiz. Her görüş bizce saygıya değerdir. Yalnız, karşı çıkanlarımızın insaflı olması gerekir.  1923 (Atatürk’ün S.D. III, s.71)


Cumhuriyet, imkân demektir. Cumhuriyet, yalnızca adıyla bile birey özgürlüğünü aşılayan sihirli bir aşıdır. Görülecektir ki, cumhuriyet imkânları olan her memleket, özgürlük davasında er geç başarılı olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri aşamalara götüren imkânları verir. Bağımsızlık ve özgürlüğüne sahip olan milletler, ilerleme yolunda imkânlara sahip demektirler. O halde cumhuriyet, her alanda ilerlemenin de en belirgin teminatıdır. Cumhuriyeti bu anlamıyla ve bu kapsamıyla anlamak gerekir.  (Atatürk’ten BM., s. 45)









Cumhuriyet ile sultanlığın farkı



Cumhuriyet, ahlaksal erdeme dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet yönetimi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir.  1925 (Atatürk’ün S.D.U, s.231)



Türk milleti ve cumhuriyet yönetimi



Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir. 1924 (Atatürk’ün S.D. 111, s. 74)


Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin gerçek eğilimlerine uyarak devlet şeklini, cumhuriyet şeklinde kesin olarak sağlamlaştırdı. Cumhuriyet yönetimi memlekette en ıssız köşeye kadar coşkunluk ve heyecanla kabul edildi. Millet,cumhuriyetin Türk vatanını yüzyılların birikmiş kötü yönetiminden kurtaracak ve memleketin lâyık olduğu itibar ve saygıyı koruyacak ve yükseltecek biricik yönetim şekli olduğuna inancını en belirgin şekilde gösterdi. Millet, cumhuriyetin bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesinlikle ve sonsuza kadar korunmasını istemektedir. Milletin isteği, cumhuriyetin denenmiş ve olumlu bütün kurallara bir an evvel ve tamamen dayandırılması şeklinde ifade olunabilir. Yüce Meclis’in çok önemle meşgul olduğu Anayasa’da, milletin isteğini davranış yolu kabul etmek hepimizin görevidir.  1924 (Atatürk’ün S.D.I, s.314-315)


Büyük, önemli bir devrim oldu. Bu devrim, milletin kurtuluşu adına, hak adına yapıldı. Milletimiz, demokratik bir hükümet kurmak sayesinde düşman ordularını yok etti, vatanı istilâdan kurtardı. Kahraman ordumuzun cesaret meydanlarında kazandığı zaferi, siyaset alanında da verimli yaptı. Türkiye’nin yeni yönetimi yaptığı işlerle, başarı ile niteliğini tanıttıktan sonra dünyaca bilinen unvanıyla varlığını açıklığa kavuşturdu ve kuvvetlendirdi. Türk tarihinde bir cumhuriyet dönemi açtı. 1924 (Atatürk’ün SD.II, s.165-166)


Cumhuriyet, Türk milletinin refah ve yükselmesi yolunda yüzyılların görmediği başarılara erişti. Milletin eğilimlerini ve gereksinimlerini bularak ve öğrenerek onun refah ve gelişme gereklerini gerçekleştirmekte cumhuriyetin az zamanda elde ettiği sonuçlar, cumhuriyet yönetiminin milletimize hazırladığı geleceğin daha ne kadar parlak olduğunu tahmin ettirmeye yeterlidir. Asla şüphe yoktur ki, cumhuriyetin gelecek evlâtları, bizden daha çok refaha erişmiş ve  mutlu olacaklardır.  7927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s.435)


Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek biricik emelimdir.  1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.70)


Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini güvenli ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik bakımından, büsbütün yeni bir yaşamın müjdecisi olmuştur. 1936 (Atatürk’ün S.D. I, s. 372)


On yaşını bitiren cumhuriyetimiz, daha kurulurken kendine çizdiği hareket çizgisini adım adım izlemiş ve kısa süre içinde yakın geçmişin biriktirdiği karanlıkları dağıtmayı başarmıştır.  1933 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 560)



Bu yıl cumhuriyetin onuncu yılını kutlamakla mutlu olduk. Milletimizin gösterdiği taşkın sevinçler, gönüllerimizi övünçle doldurdu. Cumhuriyetin verimlilikleri, ülkenin her bucağında canlandırıldı. Millet, geçen on yıllık cumhuriyet eserlerini topluca gözden geçirdi ve gerçekten sevinmeye ve övünmeye hakkı olduğunu gördü. Geçen on yıl gelecek dönemler için, bir başlangıçtan başka bir şey değildir. Bununla beraber, eski dönemlerin tarihi karşısında cumhuriyetin bu on yılı, eşi görülmeyen bir diriliş ve göz kamaştırıcı bir ileri atılış anıtıdır. 1933 (Atatürk’ün S.D.I, s.359)


Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütümüz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümettir ki, onun ismi cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükümettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları, kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. 1925 (Atatürk’ün S.D. 11, s.230)


29 Ekim 1923′de Cumhuriyet’in ilâm ve Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Meclis’te yaptığı konuşmadan: Son yıllarda milletimizin fiilen gösterdiği yetenek ve kavrayış, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar dalgın ve ne kadar incelemeden uzak, görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel kanıtladı. Milletimiz, sahip olduğu özelliklerini ve değerini, hükümetinin yeni ismiyle, uygarlık dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeyi başaracaktır. Türkiye Cumhuriyeti, dünyada işgal ettiği yere lâyık olduğunu eserleriyle kanıtlayacaktır.nDaima saygıdeğer arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir şekilde yapışarak, onların kişiliklerinden kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım. Milletin sevgisini daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve galip olacaktır. 29 Ekim 1923 (Nutuk 11, s. 814-815)


Bir akşam sofrada, Kılıç Ali tarafından kaydedilen bir sözü:

- Cumhuriyetçilik ve toplumsal devrim, lâiklik ve yenilikseverlik Türk’ün öz malı ve özelliği haline geldiğini görmek, benim için büyük bir mutluluk olacaktır. Onun meydana gelişi çok yaklaşmıştır. O günden sonra uygarlık ve devrim yolunun kararlı yolcuları arasında, elbette görüş ve düşünüş farkları, önlem ayrılıkları doğal olarak ortaya çıkar. Bu ayrılıklarında millet için, memleket için, devlet için daima hayır ve rahmet doğacak. (Kılıç Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Milliyet gazetesi, 2.11.1970)

Bu millet, bu memleket, yeni rejimi üzerinde dünyanın en beğenilen bir varlığı olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim. 1929 (İkdam gazetesi, 11.8.1929)

Memnuniyetle görmekteyiz ki cumhuriyet rejimi, yurdumuzda huzur ve rahatın en iyi yerleşmesini sağlamış bulunuyor. Vatandaşlar ve bu yurtta oturanlar, cumhuriyet yasalarının eşit şartları altında kendileri için hazırlanan özgürlük, refah ve mutluluk imkânlarından en üst derecede yararlanmaktadırlar.  1937 (Atatürk’ün S.D.I, s.377)

Cumhuriyet bayrağı altında toplanmak

Bu kadar matemler ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için kesinlikle egemenliğine sahip kalmak ve cumhuriyet bayrağı altında bütün evlâtlarını toplu ve dikkatli bulundurmak gerekir. 
1924 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 180)







Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır


1926 İzmir suikast girişiminden sonra milletin binlerce telgrafla bu iğrenç girişimi lanetlemesi ve üzüntülerini bildirmesi nedeniyle Anadolu Ajansı’na verdiği demeçten:


Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından oluşan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve bilincinde kurulmuş olan cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan 
doğmuş ilkelerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf beyinli bahtsızlardır. Bu gibi bahtsızların, cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları davranışla karşılaşmaktan başka talihleri olamaz. Benim değersiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır; fakat, Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır. Ve Türk milleti güvenlik ve mutluluğunun kefili olan ilkelerle, uygarlık yolunda, duraksamadan yürümeye devam edecektir.  1926 (Atatürk’ün S.D. m, s. 80)



Efendiler! Size şunu söyleyeyim ki, devrimci Türkiye Cumhuriyeti’ni benim kişiliğimde var zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her anlamı ile, büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Değerli evlâtlarının elinde daima yükselecek, sonsuza dek yaşayacaktır. 
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965)



Türk milletinin geleceği, bugünkü evlâtlarının görüş isabeti, yorulmak alışkanlığında olmayan çalışma gayretiyle büyük ve parlak olacaktır.         1927 (Atatürk’ün T.T.B. iv, s. 532)


Millî kararlılık ve bilincin değerli eseri olan aziz cumhuriyetin, bugünkü ve yarınki kuşağın demir ellerinde her an yükseleceğine ve yaşayacağına güvenim tamdır. 1927 (Atatürk’ün S.D. V, s. 160)





Atatürk’e ait el yazısı metin :


Benim için bir tek hedef vardır: Cumhuriyet hedefi! Bu hedefe erişmek için, belirli yolda yürüyen arkadaşların başarılı olması için, başvurulan doğru yolda, namuskârane yolda çok çalışmak ve etkin olmak gerekir. Arkadaşlar, benden kayırma beklenmemelidir. Hepiniz, benim gözümde değerli, yüksek kardeşlersiniz. Ama, hepinize gösterdiğim hedef kutsal bir hedeftir. Oraya yöneliksiniz. Hanginiz daha güzel yollarla, başarılarla oraya erişirseniz onu takdir edeceğim, alkışlayacağım. Benden kayırma ve tarafgirlik beklemeyiniz arkadaşlar! Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar değerlerini göstersinler! Benim, size kardeşçe söyleyeceğim şey budur. 
(Afetinan, Atatürk’ün B.N.M., s. 38)



Cumhuriyetin savunulması


Cumhuriyetimiz, öyle sanıldığı gibi zayıf değildir. Cumhuriyet emeksiz de kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için çok kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. Gerektiğinde kurumlarımızı savunmak için gerekeni yapmaya hazırız.  (
1923 (Atatürk’ün S.D. III, S. 71)

Devrimimiz, Türkiye’nin yüzyıllar için mutluluğunu üstüne almıştır. Bize düşen, onu kavrayarak ve takdir ederek çalışmaktır. (1924 (Atatürk’ün S.D.H,s.187)

Cumhuriyet yolunda kararlılık ve başarı ile yürüyeceğiz. (1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.73)

Cumhuriyet kurumunun bir zorba eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim.(
1930 (Fethi Okyar, S.C.F.N.K., s.70)


Gelecek kuşakların takdiri

Gelecek kuşakların, Türkiye’de cumhuriyetin ilânı günü, ona en acımasızca hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla sanmayınız! Tam tersine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşünüş biçimlerini çözümleme ve belirlemede hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak şekilde korunmasını zorunlu kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet yönetimi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir. (
1927 (Nutuk II, s. 831)





DOĞRULUK SONSUZLUĞUN GÜNEŞİDİR..
NASIL OLSA DOĞAR..



“Sevgili gençler!... Yalanlara, çarpıtmalara, yutturmalara karşı uyanık durun. Sizi kandırmalarına izin vermeyin. Gerçeğe saygı duyun ve gerçeği dürüst, namuslu kaynaklardan yararlanarak öğrenmeye çalışın. Doğru, gerçek tarihinizi, yanlışları ve doğrularıyla öğrenin. Ağzı kalabalık, kalemi karışık olanlara karşı dikkatli olun. Kanıtsız, belgesiz, tanıksız iddiaları, yani dedikoduları ciddiye almayın. Vicdanınız ve sağduyunuz pusulanız olsun. Tarihimizdeki doğrulardan yararlanın, yanlışlardan uzak durun.” (Turgut Özakman, Cumhuriyet, Ankara, 2009, s.12,13)






“Dünyanın yarısını her zaman ve dünyanın hepsini bir zaman aldatmak mümkündür; 
fakat bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir.”

Mustafa Kemal ATATÜRK







"CUMHURİYET’İN ONUNCU YIL  - PDF KUTLAMALARI" Yasemin DOĞANER
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Öğretim Görevlisi





BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

SB.