Translate

22 Nisan 2014 Salı

EGEMENLİK MİLLETİNDİR...




"Mütareke sırasında toplantı halinde olan bir Meclisi Mebusan’ımız vardı. Ancak, dağıtıldı. Millet yeni bir meclisin toplanmasını sağladı, mebuslarını seçerek İstanbul’a gönderdi. Bu meclis de tecavüze uğradı.

İç ve dış düşmanlarımız; milletin şerefine, bağımsızlığına, toplumsal ve ekonomik hayatına, doğal haklarına karşı birleşmişlerdi. Halkımız, tanınmayan ve çiğnenmiş olan hukukunu savunmak için ayaklandı; bu ayaklanma onun için bir hak oldu, görev oldu. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümeti, işte böyle bir başkaldırının sonucudur. 

Milletimiz bu kez Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni topladı. Yüce Meclis’imiz, toplanmasının birinci günü, 23 Nisan 1920’de milletin, tam bağımsızlık çerçevesinde yazgısını bizzat üstlenip yönetmeye başladığını bütün dünyaya duyurdu.

Millî egemenliğimizin bir şahısla veya sınırlı sayıda şahıslarla kabine gibi bir kurul tarafından temsil edilmesi yüzünden ülkeyi ve milleti despotluktan kurtaramadığımız, tarihî olaylarla kanıtlanmıştı. O zaman bu temsil hakkını, olabildiğince çok insandan meydana gelen ve süresi kısa olan bir kurulda tecelli ettirmek bence biricik çare idi. 

Şöyle diyordum: Vatanın ve mukadderatın sahibi ve sorumlusu millettir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye’nin bugünkü ve gelecekteki rejimi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” esasına dayanmaktadır ve dayanacaktır.

Vatanın kurtuluşu milletin iradesi kendi yazgısı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zamandan başlamıştır. Olumlu ve kesin sonuçlara ise, milletin vicdanından doğan ordularla ulaşmıştır.

Amacımıza ulaşmak için, daima milletin müdrik olduğunu, milletin kudretli olduğunu göstermek lazımdır. 

Dışa karşı, yabancılara karşı, düşmanlarımıza karşı milletin müdrik ve güçlü olduğunu, milletin hakiki etken olduğunu kanıtlamak lazımdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi…
Yüce Meclis!...

O’nun üzerinde başka hiçbir kuvvet yoktur. 
O’na hâkim hiçbir şahıs yoktur!

Milli İrade ve Egemenlik ancak o’nda tecelli eder!"


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
İLK MECLİS’İN KURULUŞU
















TRUVA SAVAŞI BİTTİKTEN SONRA....




Odysseus, Koç'un altında saklanırken
Delphi Apollo Tapınağı'ndan
Bronz - MÖ.540-530
Archaeological Museum, Delphi




TRUVA SAVAŞI bittikten sonra , ODYSSEUS evine dönmek için yola çıkar.

...Güneye doğru yol alıp Mora yarımadasının ucuna varmak üzereyken, sert bir poyraz fırtınası onu önce Kythera adasına atar. Lotos yiyenlerin ülkesine çıkarlar. Yerliler Odysseus'un arkadaşlarına lotos denilen yemişten yedirir, bu yemiş onlara sılayı unutturur, orada kalmak isterler. Odysseus onları zorla gemiye bindirir.

Kuzeye doğru yol alırlar ve keçilerle dolu bir adaya çıkarlar. Orada et kumanyası yaparlar. Odysseus yanına Oniki yoldaşını alarak, bu adanın biraz ötesinde bulunan Kykloplar, yani Tepegözler iline geçer.

Bir mağaraya girerler, buranın zengin bir mandıra olduğunu görürler. Akşam olunca Tepegöz sürüleriyle döner, mağaranın kapısına kocaman bir kaya dayar ve Odysseus'un arkadaşlarını ikişer ikişer yemeğe koyulur.

Odysseus'un kurnazca düzenleri burada başlar; Tepegöz'ü sarhoş edip, gözünü çıkarır, adının Kimse olduğunu söylediği devin yardım alıp kendisini kovalamasını önler ve mağaradan çıkmak için sürülerin altına girip saklanmayı başarır. Tepegöz elleriyle sürülerini yoklar ama hiçbir insana rastlamaz.

Ama Odysseus , tanrı Poseidon'un amansız öfkesini de üstüne çeker, çünkü Tepegöz tanrının oğludur. 





KYKLOPES - KYKLOP'LAR

Tepegöz de denilen yaratıklar , tek ve yuvarlar gözlü devlerdir. Yunan mitosunda üç türünden söz edilir. 

Gaia ile Uranos'un oğulları göksel Kykloplar, 
Odysseus ile adı geçen Polyhemos gibi Sicilyalı Kykloplar,
Kaynakları Lykia'da bulunan duvarcı Kykloplar.


Birinci türü Hesiodos (MÖ.700) Theogonia'da şöyle söz eder:



Sonra Toprak Kyklopları doğurdu, azgın yürekli,
Brontes'i , Steropes'i ve belalı Arges'i,
ki bunlar vermiştir Zeus'a şimşekleri, yıldırımı...

Her bakımdan tanrıya benziyordu bunlar,
ama bir tek gözleri vardı alınlarında.
Yuvarlak tek gözlerinden geliyordu adları,
zorlu, başarılıydılar hep yaptıklarında.


Uranos'un yeraltına kapattığı bu devleri hemsoyları , Yüzkollularla birlikte yeryüzüne çıkarır ve Titanlara karşı savaşta silah arkadaşı olarak kullanır.

Hades'e görünmez kılan başlığı, Poseidon'a da üç dişli yabayı veren bu devlermiş.

Kykloplar üzerine başka efsaneler de anlatılır:

Apollon, Kykloplara düşman kesilir, çünkü oğlu Asklepios insanları ölümden kurtarıyor diye Zeus'un öfkesine uğrar ve Kyklopların yıldırımıyla öldürülür. Apollo baştanrı Zeus'a el kaldıramadığı için Kyklopları öldürmeye kalkışır. Zeus buna kızar, bir an oğlu Apollon'u Tartaros'a atmayı düşünür, sonra bu kadar ağır bir cezadan vazgeçip onu bir yıl için sığırtmacı olarak Admetos'un yanına yollar.

Bu efsanede Kykloplar ölümsüz tanrılar değil, ölümlü yaratıklar olarak gösterilmiştir.

Sicilyalı Kykloplar olan Polyphemos ise, önce Homeros'un ( MÖ.8.yy ikinci yarısı) Odysseia destanında, sonra da İskenderiye şiirinde sözü geçen yaratıklardır.

Kuzey İtalya ile Sicilya kıyıları ve adalarında yaşarlar. Bu bölgenin yanardağ bölgesi oluşu, oralarda toprak altına kapatılan Tepegözlerin Demircilikle uğraşan birer cin olarak canlandırılmalarına yol açmıştır. Bunlar Hephaistos'un (Demircilik zanaatı, ateşler tanrısı , Hera'nın kendi başına doğurduğu "çirkin ve sakat" oğlu) işliğinde demir döverler, maden işlerler ve tanrılara silah yaparlar. Tek gözleri ateşin karşısında kor gibi parlar, kraterlerden fışkıran kıvılcımlar onların örsünden fırlayan ateşlerdir, yersarsıntıları ve gürültüleriyle kendilerini belli ederler.

Ama Odysseus destanında bunun tam tersi görülür, Kykloplar hayvancılıkla geçinen, koyun ve keçileri bol olan ağıllarda, mağaralarda yaşayan yamyam devler olarak gösterilir.

Duvarcı Kykloplarsa Anadolu'da, Yunanistan ve Sicilya'da iri taşlarla örülmüş kyklopeen denilen ne kadar sur varsa, hepsinin yapıcıları sayılır.

Bunlar ne cin , ne de tanrıdır, tarih öncesi çağlarda şehir kalelerini yıkılmaz, aşılmaz ve alınmaz duvarlarla çevirmek için efsanelik kralların, önderlerin emrine giren bütün bir ulustur. Öte yandan bu duvarcı Kyklopların Anadolu'nun Lykia bölgesinden gelme oldukları da efsanelerde belirtilir.

Halikarnas Balıkçısı Tepegözlerin Hitit kabartmalarından esinlenerek üretildiğini söyler. Kabartmalarda profilden dev ve tek göz görünümleri, kayaya oyulmuş surlar, iyi birer duvar ustası olmaları.... Efsaneler bu duvarcı devlerin, Anadolu'dan gelme, dağ kayalıklarına mezarları kazmakla ün salmış Lykia'dan gelme olduklarını ayrıca belirtir. 

Azra Erat-Mitoloji Sözlüğü






Odysseus Tepegözü kör ederken
Ressam Polyphemos tarafından yapılmış 
MÖ.670 - 660 , Amphora
Archaeological Museum of Eleusis








GALATEA VE KYKLOP POLYPHEMOS AŞKI

Elli deniz perilerinden Sakin Deniz tanrıçası/Beyaz-Süt anlamına gelen adıyla Kyklop'un dikkatini çeker ve ona süt, peynir ve yabani meyvelerle kur yapar. Ama Galatea sicilyalı Akis'i sever.

Kyklop bunu öğrenince kıskançlık krizine girer ve AKIS'i kayaların altında ezer. Galatea derin bir yasa girer ve AKIS'i bir nehire çevirir.

Bazı hikayelerde ise Galateia'nın Polyphemos ile Galatos'un kızı ve Anadolu'daki Galatların kralı Galatia'nın annesi olduğunu söyler.

Kyklop Polyphemos'un Galatea'yaya yakarışı:
"O, beyaz Galatea, neden sevgimi hiçe sayıyorsun? Peynirden daha beyaz, kuzudan daha yumuşak, büyüyen asmalardan daha ürkek sevgilim...Bu yolu nasıl yürümek istersin? Çok yakında tatlı bir uyku ağır basıp kısa sürede gidince, Gri Kurt'un geldiğini gözlemleyen bir koyun gibi hissediyorum. Annenle ilk kez geldiğinde sana aşık oldum . Bir kez gördüm ve ne o günü nede seni unutamadım, umrumda da değil. Tanrı biliyor ama sen birazcığını bile bilmiyorsun."


Galatea genelde bir deniz canavarı ya da balık kuyruklu bir tanrının üzerinde yan oturan güzel bir kadın olarak betimlenir.






NOTLAR:

- DEMİRCİLİK PROTO-TÜRKLERE MAHSUSTUR.

- TEKGÖZ, DEMİRCİ USTASININ KULLANDIĞI KORUYUCU MASKEDİR.

- İSKİT TÜRKLERİ HEM DEMİRCİLİK HEM DE HAYVANCILIK YAPAR.

- GÖÇ YOLLARI TAKİP EDİLDİĞİNDE TÜRKLERİN GİTMEDİĞİ YER KALMAMIŞTIR. 

- ANADOLU'DAN, TUFANDAN SONRA DÖRT BİR YANA DAĞILAN ÖN-TÜRKLER ; TARİH SAHNESİNE SÜMERLİLER, TRUVALILAR, ETRÜSKLER, İSKİTLER, KİMMERLER, PARTLAR, HUNLAR... OLARAK KARŞIMIZA ÇIKAR.

- KUZEY İTALYA'DA ETRÜSKLER YAŞAR VE TRUVALILAR İLE AKRABADIR.

- SİCİLYA'DA BALBAL VE KURGANLARA RASTLANIR. AKIS/AKIŞ/NEHİR/AKMAK + GRİ KURT.

- TRUVANIN DUVARLARI AŞILMAZDIR.

- PROTO TÜRKLER AYNI ZAMANDA İYİ BİRER DENİZCİDİRLER.

- HEPHAİSTOS'UN DEMİRCİ VE ATEŞ TANRISI OLMASI "PROTO-TÜRK" MİTLERİNDEN DOĞMUŞTUR.

- LİKYALILAR TRUVALILAR İLE AKRABADIR VE GİRİT'TEN KITLIK NEDİYLE GÖÇMÜŞTÜR.

- LİKYA KURT - TRUVALILAR İSE AT İLE İLİNTİLİDİR.

- LİKYALILAR ANAERKİLDİR, AMAZONLUK TÖRESİ İŞLER.

- AMAZONLAR İSKİTLER İLE KİMMERLERİN KOLUDUR VE PROTO-TÜRKTÜR.

- NE TRUVA'NIN, NE LİKYA'NIN , NE DE HİTİT'İN DİPLOMATİK YAZIŞMALARDA VE DİNSEL TÖRENLERDE KULLANDIĞI HURRİ DİLİ, YUNANCA YA DA INDO-GERMEN DEĞİLDİR. (Kİ HİTİTLER KENDİLERİNE NESİLİ/NESİTE DER, AMA ONLARDAN ÖNCE O BÖLGEDE BULUNAN HATTİLERDEN DOLAYI HİTİT ADINI ZAMANLA KENDİLERİNE UYARLADILAR.)

ÖRNEK : ANA/ANNE - TÜRKÇE ; AN'NA'AŞ (ANNAŞ) HİTİTÇE 
NİNDA - HİTİTÇE "EKMEK" ; NİNDA - SÜMERCE "EKMEK" 





GERÇEKLER SİZE ACI GELİYORSA,
BATI'NIN YALANLARI İLE ACINIZI DİNDİREBİLİRSİNİZ!

SAYGILAR
SB.



_______________







15 Nisan 2014 Salı

PROTEUS VE HELENE HİKÂYESİ





PROTEUS VE HELENE HİKÂYESİ

HERODOT: II

112;
Ondan sonra gelen, bana dediklerine göre, Memphisli birisidir, adı Yunan söylenişine göre Proteus’tur ve bugün Memphis’te pek güzel, pek bakımlı bir kutsal yeri vardır; Hephaistos tapınağının güney yüzünün karşısına düşer.

Tyr Fenikelileri bunun çevresinde otururlar ve bütün buralara Tyr’lular mahallesi denir. Proteus’un bu yerinde, Yabancı Aphrodite tapınağı denilen bir tapınak vardır. Bu tapınak, Tyndareos kızı Helene için kurulmuş olsa gerekir, bana anlatılan ve Helene’yi Proteus’un yanında gösteren hikâyeden ve Aphrodite’ye takılan yabancı sıfatından ben böyle çıkarıyorum. Çünkü bu tanrıça , başka hiçbir tapınağında böyle anılmış değildir.

113;
Helene hakkındaki sorularıma rahiplerin cevapları şudur; Alexandros, Sparta’da Helene’yi kaldırdıktan sonra yurduna doğru denize açıldı. Ege denizine vardığı zaman ters rüzgârlar onu Mısır denizine attılar ve rüzgâr düşmediği için Mısır kıyılarına, tam Nil’in Knabos denilen ağzına ve Tarikheia’ya yanaştı.

Kıyıda bir Herakles tapınağı vardı – bugün de vardır; bir köle, sahibinden kaçmak ve kendisini bu tanrıya adamak isterse, derisine birtakım kutsal dövmeler yaptırır, o zaman kimse ona dokunamazdı. Bu yasa kurulduğundan bu yana hâlâ geçerlidir.
Alexandros’un köleleri, tapınağın bu özelliğini öğrenince, efendilerini bırakıp, yürüdüler, girip tapınakta oturdular, tanrıya dualar ettiler, Alexandros’u suçladılar, ona kötülük olsun diye bütün yaptıklarını sayıp döktüler. Helene’yi nasıl kaçırdığını ve Menelaos’a karşı işlediği suçu anlattılar. Bu suçlamaları rahiplere söyledikleri sırada, Nil’in bu ağzında vali olan Thonis de orada bulunuyordu.

114;
Bu adamları dinleyen Thonis, Proteus’a haber vermek üzere hemen Memphis’e bir rapor gönderdi; “Bir yabancı geldi, diyordu, Troya soyundan; Yunanistan’da bir günah işlemiş olmakla suçlanıyor; ev sahibinin karısını kaçırmış; birçok da malını almış ve rüzgâr sürükleyip senin kıyılarına, yanımıza atmış. Bırakalım, hiç ceza görmeden yeniden denize açılıp gitsin mi, yoksa getirdiklerini elinden alalım mı?”
Proteus, cevap olarak, bir haberci çıkardı , şu yörüngeyi gönderdi: “Bu adam, evinde konuk kaldığı kimseye karşı bir günah işlemiş olmakla suçlandığına göre, kim olursa olsun yakalayıp ban gönderiniz, bakalım burada neler söyleyecek”.

115;
Bu emri alan Thonis, Alexandros’u yakaladı, gemilerine el koydu, varını yoğunu ve Helene’yi ve tanrıya sığınmış olan kölelerini de yanına katıp Memphis’e gönderdi.
Bunlar geldiğinde Proteus, Alexandros’tan kim olduğunu ve gemilerinin hangi ülkeden geldiğini sordu. Nereden olduğunu, ülkesini, adını söyledi, yolculuğunu, gemilerinin nereden geldiğini açık açık anlattı. Bunun üzerine Proteus, Helene’yi nereden getirdiğini sordu; sözün burasında Alexandros, lafı uydurup kaydırmaya başladı, gerçeği söylemeye yanaşmadı, ama tanrıya sığınmış olan adamları, onun lafını ağzına tıkayıp hıyanetliğini sayıp döktüler.

Sonunda Proteus, yargısını şu söylevle patlattı: “Rüzgârın yoldan çıkarıp ülkeme attığı bir konuğu öldürmeye gönlüm razı gelseydi, sana gösterdiği konukseverliğe karşı ağır bir hıyanetle karşılık vermiş olduğun Yunanlının öcünü senin gibi bir alçakta bırakmazdım. Sana evini açan adamın karısına sataştın: bu kadarla da kalmadın; aykırı uçusunda peşinden gelmesi için ona kanat da verdin; gözün doymadı, üstelik konuğu olduğun evi de soydun. Ama ben bir konuğu, kendisine bir fırsat tanımadan vurmak istemem, bu kadını ve eşyaları burada bırakacaksın, - bunları kendi gelip arayacağı güne kadar, o Yunanlı için, yanımda saklayacağım – sen ve yol arkadaşların üç gün içinde ülkemden çıkıp gidiniz, başka bir yer bulunuz demir atmak için; yoksa düşmana ne yaparsam size de onu yaparım!”

116;
Rahiplerin bana anlattıklarına göre, Helene, Proteus’un yanına böyle gelmiş; zaten ban öyle geliyor ki, bu hikâyeyi Homeros da biliyordu; ama herhalde anlattığı destana layık bulmamış olacak ki bunu bilerek küçümsemiştir, ama bildiğini de belli etmiştir; bu, İlyada’nın Alexandros’un göçebe gezişini ve Helene’yi kaçırırken, en son Fenike’deki Sidon’a yanaşmadan önce, nasıl o kıyıdan bu kıyıya atıldığını anlatan (ve destanın başka bir yerinde tersi söylenmiş olmayan) dizelerinden anlaşılmaktadır.
Bu olaya Diomedes’in başarıları dizelerinde dokunur. – Orada görülüyordu, diyor.


“Bu kadın elinden çıkma gözalıcı dokumalar
Ki tanrı benzeri Paris getirmişti Sidon’dan
Engin deniz üstündeki maceralı yolculuğunda
Soylu Helene’yi kaçırırken uzaklardaki yurduna.”

Öbür belirti de Odysseia’nın şu dizelerindedir:
“Zeus kızının böyle şifalı ilaçları vardı,
Polydamna, Thon’un karısı,
Vermişti ona bunları, bereketli topraklarında,
Mısır’ın , ki orada çok bol yetişir,
Şifalı bitkilerle zehir yan yana.”

İşte Menelaos’un Telemakhos’a söyledikleri:
“Geminin sıla özlemi çeken burnu Mısır’da bağlı kaldı.
Zira tanrılar ille de kurban istiyorlardı benden.”


Bu dizeler pekâlâ gösteriyorlar ki Homeros Alexandros’un Mısır’dan geçtiğini biliyordu, zaten Suriye, Mısır’a sınırdaş olur, Sidon’un sahibi olan Fenikeliler de Suriye’de yaşarlar.

117; 
Bu dizelerden ve özellikle bu bölümden de açıkça belli oluyorki, Kıbrıs destanı, Homeros’un değildir, başkasınındır. Çünkü Kıbrıs Destanı’nda Alexandros’un sütliman bir denizde uygun bir rüzgârla yapılan bir yolculuktan sonra, Sparta’dan ayrıldığının üçüncü günü, Helene ile birlikte İlion’a varmış olduğunu söylenir; oysa İlyada’da ikisinin beraber başıboş denizlerde dolaştıkları anlatılır.

118;
Ama Homeros’u ve Kıbrıs Destanı’nı bırakalım artık. - Yunanlıların İlion üzerine anlattıkları hikayeler aslı astarı olmayan şeyler midir, yoksa gerçek midir, diye sorduğum zaman rahipler, bana kaynağın Menelaos’un kendisi olduğunu söyledikleri şu hikayeyi anlatmak suretiyle cevap verdiler. 

Helene’nin kaldırılması üzerine, güçlü bir Yunan ordusu Menelaos’u desteklemek için TEUCROS’un topraklarına çıkar; asker karaya çıkar ordugâh kurulduktan sonra, İlion’a aralarında Menelaos’un da bulunduğu elçiler gönderilir.

Surlardan içeri alınırlar ve Alexandros’un kaçırdığı Helene’nin ve servetin geri verilmesini ve bu haksız sataşmanın ödetilmesini isterler; ama Troyalılar, sonradan da hep yapacakları gibi, Helene’nin de , çalındığı söylenen servetin de kendilerinde olmadığını söylemekte ağız birliği ederler, yeminler ederler; bunların Mısır’da olduğunu ve Mısır kralı Proteus’un elinde duran şeylerden kendilerinin sorumlu tutulmalarının yanlış olacağını bildirirler.

Yunanlılar, kendileriyle alay edildiğini sanarak kenti kuşatır ve sonunda alırlar. Ama bakarlar ki Helene yok ve kendilerine başta ne söylendiyse gene aynı şey söyleniyor, sonunda inanırlar ve Menelaos’u Proteus’un yanına gönderirler.

119;
Menelaos Mısır’a gelir, Memphis’e doğru yelken açar; olanı biteni dosdoğru anlatır; çok iyi karşılanır, bir sıkıntı çekmemiş olan Helene’yi alır ve onunla beraber bütün servetini geri getirir. 

Ama Menelaos, bütün bu iyiliklerine karşılık Mısır’a haksızlık etmiştir. Yola çıkacağı sırada uygun rüzgâr bulamadığı için olduğu yerde kalmış; bu böyle uzayınca, dine aykırı bir kurban kesmek istemiş; iki Mısırlı çocuk almış, bıçakla boyunlarından kesmiş.

Sonradan bu suç ortaya çıkınca paçaları tutuşmuş, gemileriyle beraber Libya’ya kaçmış. Oradan nereye gitmiş? Mısırlılar bunu söylemediler. Bana anlattıkları bu olayları kimisi, biz kendimiz sorup soruşturduk öğrendik derlerken, kimisi de , bunlar burada oldu, onun için iyi biliriz demişlerdir.

120;
Mısırlı rahiplerin anlattıkları bunlardır. Helene için anlatılanlara ben şu düşünceleri ekleyeceğim:

Eğer Helene, İlion’da olsaydı, Alexandros istese de istemese de Yunanlılara geri verilirdi. 

Zira, gerek Priamos, gerekse soyu sopu, Alexandros, Helene’yi çatısı altında tutacak diye kendi canlarını, çocuklarının canını ve yurdunu ortaya koyacak kadar çılgın olamazlardı.

Hatta, başlangıçta öyle olsa bile, Yunanlılarla yapılan her savaşta, yığınla Troyalı arasında Priamos’un çocuklarından iki üç tanesinin de öldüğüne bakarak (zira,destanlarda anlatılanlara inanmak gerekirse, bunların katılmadıkları bir tek savaş yoktur), diyorum, böylesine felâketler karşısında Priamos, başına yağan belâlardan kurtulmak için, hatta kendi sevgilisi bile olsa, Helene’yi Yunanlılara geri verirdi, ben böyle düşünüyorum.

Ayrıca Priamos ihtiyarladığı zaman, krallık Alexandros’a geçmeyecek, yönetim ona kalmayacaktı, Priamos ölürse taht ondan daha yiğit olan büyüğü Hektor’a kalacaktı ve onun da hem kendisinin, hem de öbür Troyalıların başların bu kadar belâ açan suçlu bir kardeşi koruması düşünülemezdi.

Gerçek şu ki, Helene’yi geri verirlerdi ve kötü niyetli olmadıkları halde Yunanlılar onları düzenbaz sayıyorlardı; şüphesiz, benim kendi görüşüm, tanrı onlar için bir yıkım hazırlamıştı, tâ ki tanrıların büyük haksızlıkları büyük cezalarla cezalandırdığını herkes görsün ibret alsın, diye.

İşte benim doğru olduğunu sandığım hikâye budur.



Heredot IV:

32;
…Homeros’un Epigonos’larda yaptığı gibi, tabii sahiden bu destanı Homeros yazdıysa!...

Schliemann, ilios:



EFESLİ ZENODOTUS (MÖ.3.yy)

Gramer bilgini ve İskenderiye Kütüphanesi'nin ilk müdürü. Homer'in "Iliad-İlyada" ve "Odyssey- Odesa " eserlerini toplayıp, kuşku uyandıran dizelerini silerek, Yunan kültürüne uygun olarak düzenledi. 

Yani İlyada ve Odyseias orjinalliğini kaybetmişti, ki onların Homer tarafından yazıldığı bile kuşkulu.

...


“We all know the story of Helen of Troy , but few of us have followed her to Egypt. How did she get there? 
Stesichorus of Sicily in his Pallinode was the first to tell us…According to the Pallinode, Helen was never in Troy. She had been transposed or translated into Egypt. Helen of Troy was a phantom, subsituted fort he real Helen….The Greeks and the Trojans alike fought for an illusion.

And who was Stesichorus of Sicily? He was a Greek lyric poet (ca.640-555 BC)

Helen in Egypt-Hilda Doolittle (Poet and writer,1886-1961)



...


Hikayenin aslı : 
"Batı"nın "Doğu"ya açmış olduğu bir savaş idi ve hâlâ devam ediyor..!



ilgili diğer yazılar









_____________




OENONES VE PARİS







OENONE - PARİS'İN EŞİ
(MS.2.yy - E-NO-NEE diye okunur)


Kimi yerde bir dağ perisi, kimi yerde bir su perisidir. Hakkında pek fazla bilgi yoktur. Anatanrıça ile ilgilidir, Ida (Kaz) dağlarında doğmuştur. Babası Nehir Tanrısı Cebren'dir.

Paris dağlarda çobanlık yaparken Oenone'ye aşık olmuştur. Evlenirler ve Corythus adında oğulları olur. Oenone Truva'nın kehanetinden haberdardır, lakin Paris'in Helene'ye aşık olduğunu öğrenince ihanete karşı intikam almak ister ve oğlunu Yunan ordusuna rehberlik etmesi için gönderir. Bir başka versiyonda Paris ile Helene'nin arasını açması için oğlunu gönderir lakin Paris oğlunu tanıyamaz ve öldürür.

Quintus Smyrnaeus'un (MS.4.yy-şair) "The Fall of Troy" eserinde, Hector'un ölümünden İlium'un düşüşüne kadar olan bölümleri anlatırken Oenone'ye değinir.

Paris ölümcül bir ok yarası ile Oenone'nin yanına gelir. Oenone bitkisel ilaç hazırlar ve Paris sürmeden önce şart koşar. Helene'nin yatağına gitmeyecektir. Paris kabul etmez ve Helene'nin yanına emekleyerek giderken Ida dağının eteklerinde ölür.

Oenone vicdan azabı çeker, Paris'in cenaze töreninde kendisini ateşin içine atar. 


"Yazıklar olsun kötülük , nefret dolu bir hayat.
Ben, talihsiz kocamı seviyordum.
Onunla elele, kalp kalbe ,yaşlılıklar eşiğine gelmeyi hayal ediyordum.
Tanrılar öyle buyurmadı.
Ah, kara talih beni dünyadan aldı.
Ere, Paris'e olan nefretimi geri aldım.
Yaşayan aşkım beni terk etti.
Yine de, onunla ölmeye cesaret edebilir miyim?"
Işıktan nefret ediyorum."

Oenone


Cenazenin küle dönüşmesiyle periler ikisinin küllerini altın bir kavanoza koyar ve sonsuza kadar beraber olurlar. Öldükleri yere de iki sütun dikerler. 



Quintus Smyrnaeus - The Fall of Troy
PDF:



*Bakkhylides (MÖ.5.yy - şair) ise Oenone'nin uçurumdan atladığını yazar.


AŞK ANLATILAMAZ, YAŞANIR....







KASSiTES OF BABYLONiA







KASSITES OF BABYLONIA

Whose language was Akkadian. Many of their texts occur at Nipur, and they erected boundary stones in the 12th and 11th centuries BC. The later Kassites used the Semitic Babylonian language.


AKKADIAN
The old TURANIAN race of Babylonia, 
named from the region Akad or Ak-kad.













Horned serpent devouring man -  Chalcatzingo







Western San Rafael Swell region of Utah






Pony Hills and Cook's Peak, New Mexico










İskandinavya MS.5.yy




İskandinav / Kurt/Evren/Serpent - Runik yazı ile





İskit - Boynuzlu Kurt/Evren/Serpent MÖ.500-400 




Mezopotamya / Boynuzlu Kurt/Evren/Serpent






Viking Dönemi 





Kurt/Evren  1500-1700




Sasaniler - MS 5.-6.yy









İsis / Serpent - MS.2.yy




____

KYBELE VE ATTİS






Kybele ile İskit başlığı ve çobanlık asası ile oturan Attis
Dört aslan tarafından çekilen arabanın etrafında dans eden Koribantes'ler (Corybantes)

Parabiago tabağından detay - Gümüş, MS.200-400 
Milan'da bulunmuştur - Archaeological Museum of Milan



Koribantes'ler ; Apollo ile Musalardan Thalia'nın oğulları. Anatanrıça Kybele'nin rahipleri, Asya kökenli (Britannica Encyclopaedia). Sayıları ve adları zaman zaman değişir. 


"Ey karanlık diyarı Kureta'ların,
Girit'te Zeus'un doğduğu kutsal mağaralar!
Orada icat ettiler, benim için,
üç sorguçlu miğfer giyen Korybant'lar
çembere gerilen deriyi.
Orada karıştı çoşkun davul sesleri,
Phyrgia kavallarının tatlı nefeslerine
Korybant'lar davulu Rhea anamıza verdiler
Bakkha'ların çığlıkları arasında
gümberdesin diye."


Euripides; Bakkha'lar Tragedyası'ndan



Kureta'lar Giritli anatanrıça Rhea'nın, Korybant'lar da Phrygialı anatanrıça Kybele'nin rahipleridir. Burada iki ana tanrıçanın ve onun hizmetinde bulunan efsanelik rahiplerin de birbirine karıştığını görürüz. 

Korybas Lydia ya da Phyrgia dilinde ilkin Attis'e verilen bir addır. Kureta'lar ise Zeus efsanesinde rol oynayan cinlerdir. Toprağın oğulları oldukları söylenir :

Rhea Girit'in Lyktos mağarasında Zeus'u doğurduğu zaman onu Amaltheia adlı nympha'ya teslim eder, Amaltheia da onu keçi sütüyle besleyip büyütür. Ama tanrı bebeğin seslerini Kronos duyup da öbür çocukları gibi Zeus'u da bulup yutmasın diye, Rhea çocuğun çevresinde Kureta'ların çoşkun rakslarla, tunç kalkanlarına vura vura gürültü yapmalarını emretmiş, böylece çocuğun bağrışmalarını emretmiş, çocuğun bağrışmalarını tunç sesleriyle boğuyorlarmış.

Efsaneye göre Kureta'lar iki ya da dokuzmuş. Sonradan Zeus, Kybele ve Dionysos tanrılarının kültleri birbirine karışmış ve Dakty'ler, Korybant'lar ve Kureta'lar, hepsi birden anatanrıça Kybele'nin kültüne bağlanmıştır.

Bu rahipler Kybele ayinlerini baş döndürücü rakslarla , bağrışmalarla, flüt, davul ve tef sesleriyle kutlarlar, gümbürtülü bir vecit içinde kendilerinden geçerek tanrıya karışmayı sağlarlardı.

Azra Erat- Mitoloji Sözlüğü


- Şamanlık
- Kybele/Anadolu kökenlidir / Batılılara göre Asyalı.
- Zeus / Keçi sütü = Herkül / Hera sütü = Yiğit / Anatanrıça, Kurt, At sütü = Türklerde görülür.
- Zeus'un mağarada doğması = Türk halk kültüründeki mağara kültü, Hz.İsa 
- Attis/ Anadolu kökenli - ölüp dirilmesi = Adonis-Osiris-Dionysos-Hz.İsa / 


Kışın sona erdiği ve baharın resmen başladığı , genç ve yakışıklı "Tanrı", mevsimlerin değişimiyle dönemsel olarak ölür ve tekrar dirilir. Ekinoks kutlamalarının kökeni de Sümerler'e kadar uzanır.


Tarih kronolojisine göre ; 
Yunan mitleri diğer uygarlıklardan alıntıdır 
NOKTA







HOŞGELDİN BAHAR