Translate

30 Mayıs 2012 Çarşamba

ERMENİ SORUNU UYDURMADIR-PROPAGANDADIR






"Ermeniler, Türklere çamur atmak için, kirli kampanyalarını tüm dünyaya yaydılar. 
Her Şey Propaganda içindi , gerçeklerin hiçbir anlamı yoktu."   ERİCH FEİGL




Yazı hayatına öğrencilik yıllarında başlayan Prof. Feigl, kısa bir süre sonra belgesel film yapımına yönelmiş. Ortadoğu, Uzakdoğu, Orta Asya ve Amerika kültürlerini ve dinlerini inceleyen Prof. Feigl,bütün dünyada büyük yankılar uyandıran belgesellere imza atmayı başarmış.


Kitap ve filmleri için yaptığı araştırmalar sırasında karşılaştığı 1915 olayları dikkatini çekmiş ve bu konuyu incelemeye başlamış. O sırada, 1984’te Viyana’da yakın arkadaşı olan Türk Çalışma Ataşesi Erdoğan Özen ASALA teröristleri tarafından kurşunlanarak öldürülmüş. Bu cinayet Prof. Feigl’ı çok etkilemiş. Bunun üzerine Ermeni terörü ile ilgili olarak ‘A Myth of Terror’ adlı bir kitap yazmış ve daha sonra da bunun filmini yapmış. Erich Feigl’a yaptığı başarılı çalışmaları nedeniyle Avusturya Cumhurbaşkanı tarafından ‘Profesör’ unvanı verilmiş.


Prof. Feigl, panelde yaptığı konuşmasına 80 milyon Türk’ün Ermeni yalan ve iftiralarına karşı mücadele edememesine şaşmamak gerektiğine işaret ederek başladı. Böylece hepimizin yüreğini daraltan gerçeği dürüstçe dile getirdi. ‘Türkiye Ermenilerin yürüttüğü psikolojik savaşa ne yazık ki karşı koyamıyor’ dedi.


Oysa Ermenilerin ileri sürdüğü rakamların gerçek olmadığını, 1.5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü iddiasının saçma olduğunu söyledi. Çünkü bütün Osmanlı topraklarında 1.7 milyon Ermeni’nin yaşadığını, bunların 700 binin tehcire gönderildiğini özellikle vurguladı. Prof. Feigl, Ermenilerin sürgündeki başkanı Bogos Nubar’ın ‘Biz savaşın bir tarafıydık. Savaşın içindeydik’ şeklindeki itirafını içeren bir belgeyi ilk kez açıkladı ve şöyle dedi:


‘Bu belgeyi bulmam gerçekten büyük bir şanstır. Çünkü Ermeniler kendilerini zor durumda bırakacak bütün belgeleri maharetle ortadan kaldırmayı başardılar.’

Ünlü Avusturyalı yazar ve film yapımcısı daha sonra şu çarpıcı öneriyi dile getirdi: ‘Soykırım konusunda tartışma olmaz. Bu kabul edilemez. Ermenilerin iddialarını bir kez tanıdınız mı arkasından tazminat ve toprak talepleri gelir. Bunu kesinlikle yapmayın. Soykırımı sakın tartışmayın.’


Prof. Feigl sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Rica ediyorum, Avrupa Birliği’ne teslim olmayın. Son gelişimden sonra şunu gördüm ki gelişmeniz gerçekten muhteşem. İnanın Avusturya’da bizim böyle bir üniversitemiz yok.’ (Prof. Feigl panelin yapıldığı İstanbul Teknik Üniversitesi’ni kastediyor.)


Türk toplumunu ‘Mahcup davranmayın’ diye dostça uyaran Prof. Feigl, 1915 olaylarını derinlemesine araştıran ve konuyu en ufak ayrıntısına kadar bilen bir insanın güveni içinde konuşmasını şu çarpıcı sözlerle noktaladı: ‘Bu topraklar sizin. Siz Malazgirt Savaşı’ndan bu yana değil, tam 10 bin yıldır bu topraklardasınız. Unutmayın ki bu, Çatalhöyük’teki kazılarda elde edilen bulgularla kanıtlandı.’  (alıntıdır)






Erich Feigl - Ermeni Mitomanyası 


"...Ermeniler, Türklere çamur atmak için,kirli kampanyalarını tüm dünyaya yaydılar. Her Şey Propaganda içindi, gerçeklerin hiçbir anlamı yoktu..." "...Katliamın arkasındaki en güçlü motivasyon sebebi,dini inanç ve entelektüel üstünlüğün  yanı sıra kıskançlık olmuştur. 1915 yılında Doğu Anadolu’da, Rusya’nın desteğiyle, Osmanlı Ermenileri büyük bir ayaklanma başlattı.  St. Petersburg, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki katliamlarla ilgili çok planlı ve tamamen kurguya dayalı yanlış bir bilgilendirme propagandası yürütüyordu.  Ama Osmanlı Müslümanlarının çektiği acılarla ilgili  tek bir kelime bile kullanmıyorlardı, çünkü ABD’deki  Protestan mezhepleriyle birlikte, bu acıların sorumlusu kendileriydi. Propagandalarının amacı, halkın dikkatini, kendi  iğrenç eylemlerinden başka tarafa çekmekti..."


TÜRKÇE e-kitabına erişim










"Bugüne kadar, Ermeni teröristlerin kışkırttığı ayaklanmalarda ölen Müslümanların akibetini kimse sormamıştır."




HAiKLER BU BÖLGEDE HiÇBiR ZAMAN ÇOĞUNLUK DURUMUNDA OLMAMıŞLARDıR.












A Myth of Teror

“…We must not forget that the Moslems were originally in the majority throughout the region, including of course the area of the later "Republic of Armenia…”


ENGLİSH e-book
more about Erich Feigl






Profesör Erzen'e göre, Hurrianlar ve Urartuların kökleri aynı antik Dooğu anadolu Kalkolithik kültüre dayanıyor ve Semitik ya da Hind-Avrupa gibi bir dil değil de eklemeli Asya dillerinden birine sahip aynı ırkın iki kolu olabilirler. Aslında, kök kelimeye ön ekler koyarak kelime üretme kabiliyeti dolayısıyla, Urartuca'nın URal-Altay dilleriyle benzerlikleri vardır.


Dahası, Hurrian ve Urartuların tanrı ve tanrıçaları aynı kökten geliyor. Örneğin, Urartuların baş tanrılarından biri olan Teişeba, Hurrianların Fırtına tanrısı olan baş tanrı Teşup'tur. Bu tanrıların eşleri de Huba ve Hepat'tır. Urartuların güneş tanrısı Şivini, Hurrian tanrısı Şimigi'dir. Urartuların başkenti olan, bugün Van şehri içindeki "kale"nin adı Tuşpa'dır ve adını tanrıça Tuşpuea'dan alır.


Bulunan en eski Urartu çivi yazısı yazıtlar MÖ.9.yüzyılın sonuna aittir. Ancak İskitler tarafından yerle bir edilen Urartu şehri Teishebaini'nin (Karmir Blur) yıkıntıları arasında Aramaik yazıtlar da bulunmuştur. Kültür ve medeniyetle birlikte Urartu yazısının çevre halklar üzerindeki etkisinden, şu notu düşen Profesör Frye da bahsetmektedir:


"Achaemenid sanatının, mimarisinin ve hatta devlet protokolü ve yazısının kökler Urartu'da aranmalıdır."


Aşağıda Urartu tanrı ve tanrıçaları, şehirleri, kralları, hükümdarlık sıralarına göre verilmiştir. Aram/Aramu (MÖ.840) , Lutipri (1.Sarduri'nin babası), 1.Sarduri (MÖ.830-825), İşpuini/Uşpina (MÖ.825-815), 1.Menua (MÖ.815-790), 1.Arişti (MÖ.790-765) , 2.Sardur (MÖ.764-735), 1.Rusa (MÖ.735-714), 2.Argişti (MÖ.714-865), 2.Rusa (MÖ.685-645), 3.Sarduri (Mö.645-635?), 4.Sarduri (MÖ.635??), Erimena (3.Rusa'nın babası) ve 3.Rusa (MÖ.7.yüzyılın son yılları), hepsi Türkçe kelime ve sentaks ile açıklanabilir.


Arzashku : Urartu kralı Arame'nin başkenti Arzashuk Türk. Arz-azuk "kutsal toprak, kutsal şehir", Arapça'dan alınan arz "dünya" ve Türk Azuk/Uzuk "kutsal, mukaddes".


Erebuni: muhtemel 1.Arişti tarafından kurulan Urartu şehri, "Türk Er-e-bunu" "Ben inşa ettim bu (şehri) insanlar için".


Sarduri/Sardur: Üç Urartu kralının ismi. 1.Sardur (MÖ.840-830), bugün Van Kalesi olarak bilinen Tuşpa şehrini inşa eden, Urartu krallığının gerçek kurucusu. Türk-FArs "zirvenin sahibi, general, komutan" sümer-Fars: başkan, baş, üst, zirve.


Urartu: Urartiyanlara Asurların verdiği isim Türk. Unaru "adam/insan;kamil insan" veya Uri-rtu "merkezdeki adamlar, ordudaki adamlar; veya (G)ur-arti ="mükemmel Oghur" veya Ur-arti = "mükemmel Hurrianlar" Türk ile. Ortu/Ordu "kralın şehri, saray, merkez, ordugah, ordu" Sümerler, Hurrianları Uri adıyla bilirdi.


Bugün Çavuştepe köyü olarak bilinen, Urartu köyü ile hemen hemen aynı yere kurulmuş olan Sardurihinili'de Afif Erzen'in yaptığı kazılarda bulunan mesaj çok açıktır:


"Görülüyor ki, burada, - ermeni mezar taşları haline getirilen Urartu yazıt taşlarından başka hiçbir Ermeni yerleşim izi yoktur."


Antik çağlarda, Anadolu'nun farklı bölgeleri için birçok isim kullanılmıştır ve bu isimler aynı zamanda, her bir bölgede yaşayanlar için de kullanılmıştır. Paphlagonia, Pamphylia ve Kapadokya. Bu bölgelerde yaşayanlar, aynı kabilenin mensupları değildir. Sadece yaşadıkları yerin adına dayanarak aynı ismi almışlardır. Diğer birçok yer gibi "Ermenistan" ismi de coğrafi bir bölgeyi gösterir, insanları değil. Ermeniler, kendilerine kendi dillerinde "Haik" derler. Bu da, soylarının geldiği yeri deği, Ermenistan olarak bilinen yeri işaret eder.


"Haik"ın tekili "Hai" dır. Geldiği yer tam olarak belli değildir. Bütün her şey, Batı'dan göç ettiklerini ve sonunda, küçük gruplar halinde Fırat'ın doğusuna yerleştiğini göstermektedir. Ermenilerin dilinin büyük bir bölümü Hind-Avrupa ailesindendir. Ancak göçten sonra Aryan-olmayan Anadolu dilleriyle karışmıştır. Die vorgeschicht-lichte Mittelmeervolker adlı kitabın yazarı J.Karst gibi akademisyenler, Ermeni veya ilk-Ermeni kabilelerin bir zamanlar, Kuzey Ege'de, kuzey Thessaly'de, İliyra yakınlarında, diğer bir deyişle Balkanlar'da yaşadığına inanmaktadır. Ermenilerin, İliyralıların baskılarıyla Doğu'ya göçen Phrygian-Thracian kabilelerinin soyundan geldiğine dair benzer bir görüş de vardır. Ancak Ermenilerin, ilk başta Balkanlar'da veya Thessaly'de yaşadığı kesin olmasına rağmen, Anadolu'ya göç tarihleri tam olarak belirtilememektedir. İlk vatanlarındaki varlıklarıyla ilgili HİÇBİR İZ bırakmamışlardır ama göçün MÖ.6.yüzyıldan önce olmadığı ve Anadolu'ya bu tarihten önce gelmedikleri KESİNDİR.




DOĞU ANADOLU’NUN TARİH ÖNCESİ KÜLTÜRLERİ:
ANADOLU’NUN TARİHİNİ ANLAMAK İÇİN BİR ANAHTAR


Jeopolitik açıdan bakıldığında, Doğu Anadolu, dünya tarihinde anahtar bir rol oynamıştır. Güneyinde Mezopotamya (Fırat ve Dicle nehirlerinin suları Doğu Anadolu dağlarından doğarlar), doğusunda İran, kuzeyinde Kafkasya, batısında Orta Anadolu vardır. İçinde Urartu ve onların atası olan Hurrianların bulunduğu, Doğu Anadolu’nun bu kültürel yapbozu son zamanlarda tamamlanmıştır. Bu bölgenin nadir konumu sebebiyle, bu kültürler çevrelerindeki İran, Mezopotamya ve Orta Anadolu ile yakın ilişki içine girmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar, Doğu Anadolu’daki tarih öncesi yerleşim hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Batı Avrupa’da, antik mağara resimleri keşfedildiğinde, bunların insan eliyle yapılmış en eski sanat eserleri olduğu düşünülmüştü. Daha sonra Asya steplerinde ve Afrika’da mağara resimleri keşfedildi. Türk arkeologların, Doğu Anadolu’daki eski, yoğun yerleşim yerlerini keşfetmeleri yakın tarihtedir.


Bölgenin dağlık kesimleri, zamanın avcılarına ve besin  toplayıcılarına ihtiyaçları olan her şeyi temin ederdi: Yoğun ormanlar, bol vahşi av hayvanları ve su. Son yıllarda Doğu Anadolu’da sayısız kaya resimlerinin ses getiren keşifleri bütün dikkatleri birden, bu bölgenin erken gelişme anlayışı üzerine çekmiştir. Tanrıların, tapınanların, hayvan ve avcıların resimleri 15.000 sene öncesine kadar gidiyordu. Doğu Anadolu’daki kaya resimleri esasen dört bölgede bulundu: Malatya – Adıyaman çevresi, Kars yakınları, Van çevresi ve Hakkari dağları.


Türk Tarih Kurumu üyesi Dr. Oktay Belli, Van bölgesinde, M.Ö. 15.000 ile 7.000 yılları arasında yapılan kaya resimleri keşfetti. Yedisalkım bölgesinde, Hakkari’nin dağlarında, vadi zeminin çok yukarılarındaki mağaralarda da tarihöncesi tanrı resimleri vardır. Bu sanat eserlerini yaratan insanlara baktığımızda, çok belirgin işaretler olduğunu görürüz. Benzer kaya resimleri, Doğu Azerbaycan’da, Gobustan’da, Altay bölgesinde ve Sibirya’da da bulunmuştur. Bu kaya resimlerinin yoğunluğu, bunların hiç şüphesiz Ön Türk kökenli olduğunu göstermektedir. Bu çizimleri yapan insanlar, erken göçmen veya yarı göçmen Türk kabilelerine mensuptu. Benzer bir sonuca, (Hakkari) Gevaruk Vadisi’ndeki ve Tirşin Platosu’ndaki stilize çizimlerden varılabilir. Gevaruk ve Tirşin’deki kaya resimleri özellikle önemlidir, çünkü Erzurum yakınlarındaki Cunni mağarasındaki ve Aizani (Çavdarhisar, Kütahya)’daki Zeus tapınağının taş bloklarındaki çizim ve sembollerle büyük benzerlikler gösterirler. Bunlar, bölgedeki antik Türk klanlar tarafından yapılmıştır. Son keşifler göstermektedir ki, tarih öncesi zamanlarda, Doğu Anadolu ile Azerbaycan, Sibirya stepleri ve Türklerin ilk anavatanı olan Altay dağlarının sanatsal ve kültürel merkezi arasında bir bağlantı vardır. Tarih öncesi günlerden, modern zamana kadar, göçmen ve yarı göçmen Türk ve Ön-Türk kabileleri, İç Asya ve Anadolu arasında canlı bir bağ oluşturmuştur.


Asya, yurtların yurdudur. “Yurt” kelimesi Türkçe’de hem “çadır” ve “ev” hem de “vatan” anlamına gelir. Yurtlara benzeyen arı kovanlarına Anadolu’da rastlanabilir. Urartuların atası olan ve krallıklarını Kafkasya, Urmiye Gölü ve Malatya-Elazığ civarı arasındaki bölgede kuran Hurrianların bir eseridir. Bu kültürel bölgeye birçok isim verilmiştir. Bunlardan bazıları “Kura-Aras Kültürü” ve “Karaz Kültürü”dür. Bu kültürün yaratıcıları ve geliştirenleri, Türkçe’nin de üyesi olduğu Ural-Altay dil ailesine ait bir dil konuşuyorlardı. Erken Hurri kültürü, Hurri kültürüyle birlikte, onlardan sonra gelen Urartu krallığını ortaya çıkardı. Hurrian kültürünün karakteristik bir özelliği, yarı göçmen Hurrianların yuvarlak çadırlarına benzeyen evleridir. Hurrian tipi bu yuvarlak evlerine, hâlâ Urfa ve Harran bölgesinde rastlanır. Daha sonraki, Osmanlı dönemindeki kubbeli yapılar, yurt ve arı kovanının gelişmiş halidir. Büyük kubbelerin yapımı için teknikler geliştirenler Yunanlılar ve Romalılardı ama Osmanlıların bu tekniklere adapte ettiği şevk, hiç şüphesiz, Türklerin antik yuvarlak ve çadır tercihleriyle bağlantılıdır.


Urartuların başkenti olan Van Kalesi’ndeki M.Ö. 8. yüzyıla ait çivi yazısında (Hurrian ve Urartuların ortak tanrısı Taşpuea’dan gelen) Tuşpa ismi geçmektedir. Urartu krallığının kurucusu Kral 1. Sardur’dur (M.Ö. 840-830). Aynı zamanda Van (Tuşpa) Kalesi’ni de inşa ettirmiştir. İbranilerin de değindiği “Ararat” ismi, Kurman metinlerinde “Ura-rat”, Asur metinlerinde “Urartu” olarak geçmektedir. Urartular kendilerine “Biainili” / Vainili / derlerdi. “Van” ismi buradan gelmiş olabilir.


Urartu yazıları yakın bir zamanda çözülmüştür. Urartu dilinin Asya kökenli olduğu resmen tespit edilmiştir. Türkçe gibi, eklemeli diller ailesine mensuptur. Dilbilimciler, Hurrianların Anadolu’ya Orta Asya steplerinden ve dağlarından geldiğine inanmaktadır. Urartular da Hurrianlar’la birlikte M.Ö. 3. binyılın ortalarında aynı bölgeden gelmişlerdir. Bugün artık kesin olarak biliyoruz ki, Urartu veya Hurrianlar ile Hind-Avrupa Ermeni dili arasında (göçten sonra Ermenice konuşanlar tarafından Urartu dilinden alınanlar hariç) hiçbir bağ yoktur. Ermenice, Hind-Avrupa dillerinin Satem grubuna ait iken, Urartuca, kelime köküne son ekler ekleyerek kelime üretme gibi bir özelliğe sahiptir. Bu özellik Ural-Altay dillerinde olan bir özelliktir.










Yalan atla gider, gerçek ise yürür, lakin yine de tam zamanında yetişir.
Japon Atasözü

29 Mayıs 2012 Salı

I.DÜNYA SAVAŞI’ NDA ESİR DÜŞEN TÜRK ASKERLERİ














Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere, 150 bin !!! Askerimiz esir düştü. 
Bu Askerlerden bir kısmı da Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na Hapsedildi. 


Kampın tam adı, 'Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-I Harbiye Kampı' idi.  Bu kampta, 1918'de Filistin Cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı Osmanlı Askerleri Tutuluyordu. 12 Haziran 1920'ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar. 

İnsanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi… Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların Yalan yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk Düşmanı haline gelmişlerdi. 

Savaş bitmişti. Ancak, Kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri Teslim etmek, İngilizlerin işine Gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, Bu askerlerin Yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. 

Çözüm Toplu katliamdı…

Askerlerimiz, Mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla Dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak; Suya normalin çok üzerinde 'krizol' maddesi katılmıştı.. 

Mehmetçik, Suya daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu. Ancak, İngiliz Askerleri, dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. 




SEYDİBEŞİR USARE KAMPI- KRİZOL BANYOSU




Mehmetçikler, Bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler. Ancak, 
Bu kez İngilizler havaya (başlarının üzerine) ateş etmeye başladı. 
Askerlerimiz, ölmemek için, çömelerek başlarını suya soktular. Ancak, başını Sudan kaldıran artık göremiyordu.

Çünkü gözleri yanmıştı… 

Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi 
Ve 15 000 (15 bin) askerimiz kör oldu. Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde 
TBMM.' de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler Bir önerge vererek, 
Mısır'da esirlerin Krizol banyosuna sokularak, 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, Bunun faili olan İngiliz doktor, Garnizon Komutanı ve Askerlerin 
cezalandırılması için, TBMM' nin teşebbüse geçmesini istediler. 

Ancak, Yeni kurulan devletin bin türlü derdi vardı. 
Ağır sorunlarla uğraşan TBMM' de Bu hesap sorma işi Unutuldu gitti...

Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar. (alıntıdır)










MYANMAR’DAKİ (BURMA)  TÜRK ŞEHİTLİĞİ…


MYANMAR TÜRK ŞEHİTLİĞİ


Esaret içinde geçen yıllar boyunca vatanından uzak bir 
coğrafyada salgın hastalıklar ve esaret şartları dolayısıyla şehit düşen 1500 Türk Evladını barındıran o dönemin İngiliz sömürgesi (Birmanya) Myanmar‘da “Thayet Myo” denilen yerde bulunan şehitliktir bu resim.

Şehitlikte, Türkçe ve Burmaca kitabe ve 1916 Mart ve Nisan tarihlerine ait birçok mezartaşı bulunmaktadır.
Türk tarihinin hazin sayfalarından biri olan bu şehitlik gerek 
ilgisizlik, gerekse de doğa olaylarının etkisiyle bugün neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumdadır.

Birinci Dünya Savaşı’nda esir düşen Askerlerimizden Myanmar’da şehit olanlar ;

Meiktila ’da (770), 
Shwebo’da (100), 
Aungban’da (20) ve 
Thayet’te (330)’deki şehitliklerde yatıyor.

Bugün Myanmar’daki şehitliklerimiz resmen arazi parçası haline gelmiş, içler acısı bir haldedir...!!!










BURMA’DAKİ SİVİL TÜRK ESİRLERİ - Ali ÖZUYAR


Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmeden önce İngiltere, Fransa ve Rusya’da binlerce vatandaşı bulunuyordu. Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını bozup İttifak devletleri safında savaşa girmesi, bu devletlerdeki sivil Osmanlı vatandaşlarını oldukça zor bir duruma düşürdü. Başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya, sınırları dâhilindeki Osmanlı vatandaşlarını “casus” olabilecekleri ihtimali üzerine önce gözaltına (enterne) aldılar ve ardından İttifak üyesi diğer ülke vatandaşlarının bulunduğu sivil esir kamplarına naklettiler. Savaş sona erdikten sonra da bu esirlerin büyük bir kısmı bulundukları ülkelerde yeniden oturma izni alamadı ve sınır dışı edildi. 










NARGİN ADASI'NDA TÜRK ESİRLER





I. DÜNYA SAVAŞI ESNASINDA NARGİN ADASI’NDA TÜRK ESİRLER 
Turkish Captives in Nargin During the World War I 

I. Dünya Savaşı’nda 29/30 Ekim 1914’de Türk donanmasının Karadeniz’deki Rus  limanlarını bombalaması ile başlayan ve Kafkas Cephesi çatışmaları ile devam edip, 15  Aralık 1917 tarihinde fiilen son bulan Türk-Rus Savaşlarında binlerce Türk askeri Ruslara  esir düşmüştü.

Türk esirlerin sayısını tam olarak tespit etmek mümkün olmamışsa da, Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından 1917 yılı sonlarında Osmanlı esirleriyle  ilgilenmek ve Türk esirlerinin miktarını tayin etmek üzere  İskandinavya’ya gönderilen  Yusuf Akçura, Kuzey Kafkasya’da 20- 30 bin ve Rusya’nın diğer yerlerinde de 30 bin  olmak üzere toplam 60 bin Türk esir olduğunu belirtmişti...

Dr. Betül Aslan









NARGİN ADASI ESİR KAMPI




BAKÜ HALKININ 1915-1917 SARIKAMIŞ ESİRLERİNE KARDEŞ KÖMEĞİ
THE CITIZENS OF BAKU AND 1915-1917 SARIKAMISH SLAVES


Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası, diğer adıyla Yılanlı Ada. Nargin Adası, 3.1 kilometre uzunluğu, 900 metre eni ve yaklaşık 900 dekarlık yüzölçümüyle bölgenin en büyük adası.

O dönemde Ruslar’la işbirliği içinde olan Ermeni askerler ve subayların da Türkler’e işkence yaptığı belirtiliyor.

KGB tarafından propaganda amaçlı çekilen kayıtlarda, 10-15 kişilik gruplar halinde ortada bulunan bir tencereden yemeklerini yiyen, açlık ve ağır kış şartlarına dayanamadıkları için hafızalarını ve sağlıklarını kaybettiği anlaşılan ve sağa sola sallanarak yürüyen esirlerin görüntüleri var. Esir düşenlerin çoğunun şehit olduğu bilinen adada çekilen görüntüler arasında, çoğu anne ve babasız kalan bebek ve çocukların toplu halde denize girmeleri de kaydedilmiş. Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, Nargin Adası’nın bir kısmının tamamen mezarlık olduğunu ve bu mezarlıktan getirdikleri kemikler üzerinde yapılan incelemelerde aralarında Türkler’in de olduğunun ortaya çıktığını belirterek, Ada’nın Türk şehitliği yapılması için çalışacaklarını da ifade etti.

"Biz 22 Aralık 1914/5 Ocak 1915 arasında iki haftada sonuçlanan Sarıkamış Meydan Muharebesinde kaç yitiğimiz olduğunu hiçbir zaman kesin olarak öğrenemeyeceğiz. 5 Ocakta savaş bittiği zaman 7200 esir verilmiştir. Bu sayı Kafkas Cephesi boyunca 15 000 olmuştur. Yusuf Akçura Hilal-i Ahmer Cemiyeti'nin Harp Tarihi Encümenliği için hazırladığı Rusya'daki Türk esirlerin miktarı konusundaki raporda; 20-30 bini Kuzey Kafkasya'da ve 30 bin kadarı da Rusya'nın diğer yerlerinde olmak üzere 60.000 Türk esiri olduğunu belirtilmiştir. Ruslara esir düşen asker ve siviller Omsk, Tomsk, İrkutsk, Uralsk, Şamara, Kazan, Nijniy, Novgorod, Harkov, Bakü ve diğer bazı şehirlerde özel kamplara götürülmüşlerdir.

Bu çalışmada Bakü şehri karşısındaki Nargin adasındaki kampa götürülen Türk esirlerinin durumu, şehitlerin defin işlemleri, Nargin Adası’ndan esirlerin kaçırılması, kaçırılan esirlerin dönüşü ilgili belgelere yer verilmiştir."


Prof.Bingür Sönmez





NARGİN ADASI




***





Belgesel : Esir Türkler 


Kanada’nın 1. Dünya Savaşı sırasında gözaltına alarak Kapuskasing Esir Kampı’na gönderdiği Türkler belgesel film oluyor.

Brantford’da 1914 yılında gözaltına alınarak esir kampına götürülen Türkler hakkında ilk araştırmayı yapan ve tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkartmaya başlayan Araştırmacı-Tarihçi William Darfler, belgesel projesinin hazır olduğunu ve finans desteği sağlanmasıyla çekimlere başlanacağını belirtti. 

1914 yılına ait birkaç gazetede yazan haberleri okumasıyla Brandford’da yaşamış Türkler’den haberdar olan Darfler, Kingston’daki askeri okulda görevli bir kişinin teşvikiyle Birinci Dünya Savaşı Esir Kamplarını Teşhis ve İnceleme Fonu’ndan destek alarak araştırmalarına başlamıştı.
Darfler’e göre, Brandford’da yaşayan 100 civarında Türk, 1914 yılında, çoğunluğu Ermeniler tarafından işletilen şehir merkezindeki pansiyonlardan polislerce toplanmış, önce Toronto’ya, sonra Kingston’a, ardından da Kapuskasing Esir Kampı’na yollanmışlar. 








Ermenilerle birlikte 1900’lü yılların hemen başında Kanada’ya geldikleri tahmin edilen bu Türkler, Brandford’da döküm işçisi olarak çalışıyorlardı. 


I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin savaş ilan ettiği ülkelerden Kanada’ya göç etmiş kişiler “enemy aliens”, yani düşman yabancılar olarak ilan edilmiş ve yerel güvenlik kurumlarına giderek kayıt yaptırmaları ve düzenli olarak imza atmaları şart koşulmuştu. Başta Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinden gelmiş Ukraynalılar olmak üzere, Almanlar, Avusturyalılar ve Türkler bu kategoride yer alıyordu. Bu kişiler, bir süre sonra da güvenliği tehdit ettikleri gerekçesiyle Kanada’nın çeşitli yerlerinde kurulan esir kamplarına götürülmüşlerdi.




Kanada’nın ilk Müslümanlarından olan Türkler ise bu kampların en büyüğü olan Ontario’nun kuzeyinde kurulan Kapuskasing Esir Kampı’nda tutulmuşlardı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Kanada’nın esir kamplarına ait tüm belgeleri imha etmesi nedeniyle Türkler’in akıbeti hakkında fazla bir bilgi bulunmuyor. 




Darfler’a göre Osmanlı İmparatorluğu’ndan Kanada’ya gelmiş 205 kişi esir alındı. Brandford’da yaşayan Türkler, kasabanın posta ofisini havaya uçurmayı planladıkları şeklinde gelen bir ihbar mektubu sonrasında 10 Kasım 1914’te gözaltına alındılar. Daha sonra trene bindirilerek Toronto ve Kingston üzerinden Kapuskasing Esir Kampı’na götürüldüler. Ağır şartlarda çalıştırılan Türk esirlerden bir tanesinin bu kampta öldüğü biliniyor. Ancak diğer Türkler hakkında bir bilgi yok.




Brandford Mount Hope Cemetery içinde “Turkish Plot” denen kısıma 1912- 1918 yılları arasında 12 kişi gömülmüş. 1912 yılında bu kısma gömülen ilk kişi Kanada’da ölen ilk Müslüman olarak kabul ediliyor. Toronto’nun 832 kilometre kuzeyinde bulunan Kapuskasing kasabasındaki esir kampı 1914-1920 yılları arasında faaliyetteydi. 




I. Dünya Savaşı sırasında çoğunluğu Ukraynalılar olmak üzere Türkler’in de aralarında bulunduğu, “düşman yabancı” ilan edilen binlerce kişi burada tutuldu. Bu kişiler, “zorunlu işçi” olarak ağır şartlarda çalıştırıldı. Bir çoğu kaçmaya çalışırken vurularak, ya da ağır çalışma şartlarından ve bulaşıcı hastalıklar yüzünden hayatını kaybetti. 




Kamp, savaşın ardından savaş esirleri ve politik mahkumlara tahsis edildi ve 1920’de kapatıldı. Bölgede halen o dönemde ölenlere ait Ukrayna Mezarlığı olarak adlandırılan büyük bir mezarlık bulunuyor. Buraya götürülen Türkler’in akıbetleri konusunda bir bilgi bulunmuyor.



kaynak basın 2012: 

HATIRLA VE HATIRLAT
SB




















27 Mayıs 2012 Pazar

TARKANLAR - ETRÜSKLER - ROMALILAR











ROMA’DAKİ TARQUİNLER (TARKAN)








Son üç Roma Kralı Etrüsk’lüydü. Roma’yı yönettikleri MÖ 620-509 yılları boyunca Roma İtalya’nın en büyük ve en güçlü şehri oldu. Tarquinler zamanında, Capitolin Tepesine taştan duvarları olan tapınak ve forum yapılmıştır. İlk Etrüsk kralının adı Tarquin olduğu için diğer Etrüsk krallarına da Tarquin adı verilmiştir.



Bir sabah Roma şehrinin dış kapısının önündeki muhafız kulübelerindeki asker tekerlek sesiyle irkildi. Kulübesinden dışarı bakan asker dar sokak boyunca ilerleyen, içinde köle ve gümüş olan dört tane araba gördü. Kale kapısının yanında arabacı katırları durdurdu. Bir adam arabanın perdesini açıp dışarıya baktı. Muhafız kulübesinden dışarı çıkıp, saygıyla eğilerek:

“Kraliçe Tanaquille ile görüşmek için başka ülkelerden buraya mı geldin?” diye sordu.

“Evet” dedi.

Muhafız, başını salladı. Kapıları açmak için ipi çekti.

“İyi günler” dedi.

“Kraliçe Tanaquille’nin karşısında sana bol şans dilerim” dedi asker.

Araba çok doluydu. Tanaquille arabacıyı durdurup, perdeyi açmasını söyledi. O anda Lucumo ile karşılaştı. Lucumo’nun uykulu bir hali vardı. Karşısında Tanaquille’yi görünce gözlerini açıp, bağırdı:

“Bak!Tiber’e gelmişiz!”
“Tiber Roma’nın kalbidir” dedi Kraliçe.
“Roma çok güzel bir şehir. Hiç tek kiremitli ev görmedim. Tapınaklar ve sirk nedir? Roma’yı gezince çok şey öğreneceğime eminim. Sonra Roma’dan ayrılacağım” dedi Lucumo.
“Roma’yı ilk kez görüyorsan Tarquinia’dan ayrılmamalısın yoksa çok mutsuz olursun.”
“Neden bahsediyorsun? Evet babam Demaratus Korinthia’da doğup büyümüştür. Fakat annem asil bir sülaleden gelir. Ben Lucumo Roma’da doğdum.”

Tanaquille’nin söylediğine göre Roma şehrinin babasız doğan fakir Romulus kurmuştu. Şehire ilk yerleşen çobanlar ve diğer Etrüsk şehirlerinden kaçan köleler,zorla Sabin’in bakire kızlarını kaçırıp evlenmişler. Yarısı Latin yarısı Sabin olan Romalılar bu şekilde ortaya çıkmışlardı. Lucumo Tanaquille’nin konuşmasını kesip, konuşmaya başladı:

“Karşı dağdaki çobansız ve çoban köpeği olmayan sürüye iyice bak.”
“Ben hiç sürü görmüyorum” dedi.
“Bak iki tepesi olan dağ üzerinde otlayan koyunları da görmüyor musun?”

O anda, büyük bir kartal gökyüzünden aşağıya süzülüp Lucumo’nun şapkasını alıp, kayboldu. İnsanlar Tiber Nehri’nin ortasındaki dar köprünün ortasında endişeyle birbirlerine bakmaya başladılar. Tanaquille de çok şaşırmıştı.

“Kartal Tin’in elçisi olmalı. Tin bize gelecekte Lucumo’nun kral olacağını söylemeye çalıştı” diye düşündü Tanaquille.

Çok haklıydı. Lucumo ya da Lucius Tarquinius’u ,Romalılar Ankas Markius yerine kral seçtiler.

Kral olunca ilk iş olarak Roma’yı geliştirdi. Yol boyunca akan lağım ve baharda yağan sağnak yağmur, bataklığın kötü kokusunu şehre getirmiş ve sıtma gibi bir sürü bulaşıcı hastalığa neden olmuştu. Lucumo lağımın daha fazla akmasını engellemek için, hendekler kazdırıp üzerini taşlarla kapattırdı. Romalılar hendekleri kazıp, lağımı kapatan bu insanlara lağım işçisi adını verdiler. Daha sonra boş arazilerde sığır otlatmayı yasakladı. Otlakları taşlarla döşeterek, Romalıların evlerinin camından hayvanları seyretme huyundan vazgeçirmeye çalıştı. Bu boş arazi , insanların Pazar alanı ve halkın toplanma merkezi olan foruma dönüştü. Daha sonra, foruma kendi için bir saray yaptırdı.

Tüccarlar forumda mallarını satarken, dükkan ve tezgah kurmak için zaman harcamıyorlardı.

Forumun yapıldığı Capotilen Tepesi’ne Jüpiter, Juno ve Minerva adına muhteşem bir tapınak yaptırmaya başladı. Daha önceki krallar tapınak yapılırken para harcamamışlardı. Ayrıca tapınağın yapım çalışmaları ile bizzat kendileri ilgilenmemişti. Roma şehrinin kurulu olduğu tepelerin arasındaki bataklığı kurutup, sirk yaptırmıştı. İlk Roma sirki yapıldığı zaman bin kişi alabilecek kapasitedeydi. Sirkte yapılan her gösteriye kral da katılırdı.

Roma’da hayat savaş, eğlence ve inşaat çalışmaları ile geçerken Lucumo öldü. Yerine damadı Servius Tullus geçti. Servius Tullus’un geçmişi çok farklıydı. Romalılar Okrisia’daki kraliyet sarayında doğduğunu ve babasının bir uşak olduğunu söylüyorlardı. Geleceği gören Kraliçe Tanaquille , Servius Tullus’u bebekken gördüğü zaman gelecekte kral olacağını anladı. Yirmi yaşına geldiği zaman onu kızıyla evlendirdi. Servius Tullus,Tarquin’in varisi olmadığı halde maceraperest Mastarna’nın yardımı ile kral oldu.

Ne koşulda olursa olsun Mastarna ve Servius Tullus Roma’yı devlet haline getiren en önemli kişilerdir. O zamanlar yalnız Roma ordusu silahlı kabilelerin oluşturduğu Patricilerden (Eski Roma’da soylu sınıf) ibaretti. Patrici sınıfına ait olmayan Plebler onlara yardım ederdi. Plebler (Eski Roma’da sıradan halklar) zafer için değil sadece Patriciler ile eşit haklara sahip olabilmek için savaştılar. Demokrasinin babası kabul edilen Yunanlı Solon gibi yenilikçi olan Servius Tullus ,Roma halkını statülerine ve zenginliklerin bakmadan Patriciler ve Plebler olarak sınıflandırmıştır.

Orduyu da uzmanlıklarına göre beş sınıfa ayırmıştır. İlk grup seksen bölük içermektedir. İkinci, üçüncü ve dördüncü gruplar yirmi bölük ile hafif ve ucuz silahları olan askerlerden oluşmaktaydı. Beşinci grup ise otuz bölükten oluşmaktaydı. Hiçbir sınıfa ait olmayan vatandaşlar da (emekçi grubu) sadece esnaf, zanaatkar ve arabacı olabilmekteydi.

Bu şekilde sınıflandırma daha önceki halk arasındaki ayrımı ortadan kaldırmıştı. Eskiden sınıflar zenginliğine bağlıydı. Fakir bir Patrici beşinci sınıf vatandaşken, zengin bir Pleb birinci sınıf vatandaştı. Aynı olan tek özellik ise Patricilerin onsekizinci süvari alayına katılma hakkının olmasıydı.

Servius Tullus ,Roma’daki sınıfların haklarını koruyabilmek için seçim yaparak eşit sayıda üyenin oluşturduğu bir meclis oluşturmuştu. Seçim sayesinde kim en fazla oy alırsa mecliste söz sahibi olacaktı. Mesela ilk sınıf olan süvariler doksan sekiz oy alınca, mecliste söz sahibi oldular. Daha sonra meclise seçilen yüzbaşılar, konsüller ve diğer memurları seçiyorlardı.

Servius Tullus’u Etrüsk’lü diğer kral Tarquin izlemiştir. Ancak bir diktatördü. Ne senatoyu ne de meclis üyelerini tanımıştı. Bu yüzden Tarquinus Superbus yani Kibirli Tarquin olarak anılmaya başlandı. Lakia Vadisi’ndekileri esir ederek Roma’yı zenginleştirdi. Dönemindeki mimar ve mühendislerle görüşüp yeni tapınaklar yaptırttı. Yaşlı Tarquin döneminde yapımına başlanan eserleri de tamamlamıştır. Roma’nın yüzölçümü büyüyüp güçlü bir devlet haline gelse de , Plebler Tarquinus Superbus’tan nefret ediyordu. Hiç adil Servius Tullus’a benzemiyordu.

Bir gün kibirli Tarquin eski bir geleneğe göre sunakta tanrılara hediyeler bırakıp sunaktan ayrılmak üzereyken çok büyük bir yılan onu sırtından soktu. Tarquin ölmemişti ama zehirin etkisiyle hastalanmıştı ve hiçbir hekim onu iyileştirememişti. Şimdi ne olacaktı? Tanaquille uzun zaman önce ölmüştü. Kimse tanrıların ne istediğini Romalılara söylememişti. Bu korkuyla kralın kim olacağını anlamak için kralın iki oğlu Titus Arunsus ve asil Janius Brutus en ünlü kehanet merkezlerinden biri olan Delfi’ye gittiler. Brutus (Brutus kelimesi aptal anlamına gelir) asil bir aileye mensuptu ancak halk onu çok akıllı bulmazdı.

Delfi’deki rahiplere kralın kim olacağına dair sorular sormak için karanlık bir salona girdiler. O anda kahin kadın üzerlerine zehirli bir gaz yayıp, manasız bir şeyler söylemeye başladı.

Kahinin yanındaki rahip, manasız sözleri, Tarquinus Superbus’un oğullarına açıklıyordu:

“Annenizi ilk öpenin kral olacağını söylüyor.”

Tarquin’in oğulları ve Brutus rahibe ve rahiplere teşekkür edip Delfi’den ayrıldılar. Bu açıklama geleneklere uygun değildi. Hiçbiri kahinin ne demek istediğini anlamamıştı. Yalnızca bir şey çok açıktı: Kral olacak insan tahtta çok fazla kalamazdı. Titus ve Arunsus kahinin sözlerini hatırlayıca, Roma’da kalan ağabeyleri Sextus’tan bahsettiğini anladılar. İyi ki Sextus bu kehaneti bilmiyordu. Ayrıca kraliçe çapkın ve kötü olan Sextus’u asla öpmezdi.

“İçimizden biri kral olacak. Roma’ya varınca Arunsus ve ben Ana Kraliçeyi görüp tacı elde edebilmek için uğraşacağız” dedi Titus Brutus’a.

“Senin acele etmene gerek yok. Annen çok uzun zaman önce öldü” dedi Arunsus, Brutus’a.

Roma’ya varmak için bir gemiye bindiler. Kralın oğulları kaptana acele etmelerini söylüyorlardı. Eğer dokuz günde (Etrüsk ve Romalılarda hafta dokuz gündü) ulaşırsa kaptanı ödüllendireceklerine dair söz verdiler. Kaptan ödülü alabilmek için çok uğraştı ve Roma’ya beş günde vardı. Üç genç adam Roma’nın kapılarına geldiler. Titus ve Arunsus saraya gittiler. Brutus ise aklını kaybetmiş gibi yapıp kendini yere attı. Kimseye fark ettirmeden toprağa dudaklarını sürdü.

Brutus diğerlerinin aptal olduğunu düşünüyordu. Çünkü kehaneti doğru yorumlamamışlardı. Toprakanayı ilk öpen Roma’nın kralı olacaktı.

Bu sırada Tarquin iyileşmişti. Herkes çok şaşkındı. Oğulları da. Çok geçmeden Rutuli’ye savaş açtı. Rutuli’nin refah içindeki şehri Ardea’yı alıp , en güçlü oğlunu Ardea’nın yöneticisi yapacaktı. Ancak tepelik bir arazinin üstüne kurulmuş olan Ardea şehrinin sur duvarlarını geçmek zordu. Tarquin ,Ardea şehrinin kurulduğu tepenin eteklerinde kamp kurup, şehri kuşattı. İnsanların açlıktan ve hastalıktan ölüp teslim olmasını bekledi.

Kralın oğulları Titus, Arunsus ve Sextus Roma Ordusu ile Ardea’ya gittiler. Adam öldürüp şarap içtiler. Etrüskler arasında çok sevilen zar atma oyununu oynadılar. Gerçekte ataları bu oyunun Anadolu’da keşfedildiğini söylemişlerdi. Bir gün uzaktan akraba Lucius, prenslerin yanına gitti. Beraber şarap içip, karılarından bahsettiler. Her biri kendi karısının çok güzel ve çalışkan olduğunu söyleyip övünüyordu. Bu tartışma büyüyüp, ölümle sonuçlanacak hale geldiği zaman Lucius bir öneride bulundu : “Evime gidelim karım Lucree’nin dünyanın en iyi kadını olduğunu göreceksiniz” dedi.

Kralın oğulları başlarını sallayarak Lucius’un önerisini kabul ettiler, sessizce çadırlarından çıkıp atlarına bindiler. Birkaç saat içinde Roma’ya gittiler. Tarquin oğullarını evlendirmiş ve onlar için büyük güzel evler yaptırmıştı. Pencerelerden evlere bakınca prenseslerin günlerini şarap içip, eğlenerek geçirdiklerini gördüler.

“Bizim karılarımız tek başlarına eğleniyorlar, ancak senin karının tek başına eğlendiğini zannetmiyorum” dedi Sextus.
Lucius’un damarları patlayacak gibiydi. Çok sinirlenmişti. Kılıcı çekip bağırdı “Collatia’ya gelin”. 

Bir saat içinde ,Roma’nın on mil kuzeydoğusundaki eski Sabin şehrine vardılar. Şehir uykudaydı. Sadece Lucius’un evinde ışık vardı. Kralın oğulları ve Lucius atlarından indiler ve eve girdiler. Lucius’un karısı Lucree ile kölelerini gördüler. Herkes örgü örüyordu.

Kapının açıldığını duyan Lucree kafasını kaldırıp bakınca prensleri ve kocasını gördü. Koşarak Lucius’a sarıldı. Sextus bu sahneyi merak ve kıskançlıkla izliyordu. Tartışmayı unutmuşa benziyordu. Güç ve kaprisle Lucius’u yenemeyeceğine inanınca, şeytanca bir plan tasarladı.

Ertesi gece, Sextus herkese acele bir işi olduğunu söyleyip kamptan ayrıldı. Collatio’daki Lucius’un evine gitti. Toynak patırtısını duyan Lucree kapıya koştu. Kocası Lucius’un geldiğini zannetti. Kapıyı açıp Sextus’u görünce hayal kırıklığını gizleyip, nazikçe içeriye davet etti. Sectus’u misafir odasına aldılar. Köle kızlar ona yemek verdi. Ancak uyumadı ve herkes uyuyana kadar bekledi. Daha sonra Lucree’nin yatak odasına girdi.



Tarquin ve Lucretia- Johann P.Pichler 1792


Sextus Lucius’un evinden ayrıldığı zaman Lucree hizmetçilere kocası ve babasına iletmek için bir not yolladı: “Hemen gelin”.

Lucius Lucree’nin hizmetçisini görünce bir sorun olduğunu anladı. Bir sorun olmazsa karısı hiç kimseyi yollamazdı. Arkadaşı Brutus’a evine dönerken ona eşlik edip edemiyeceğini sordu. Lucius ve Brutus eve geldikleri zaman Lucree ağlayıp sızlıyordu. Simsiyah giyinmişti, Lucius sordu:

“Ne oldu?”

“Kralın oğlu Sextus bana tecavüz etti. Onu öldüreceğine söz ver” dedi.

Lucius ve Brutus çok öfkelendiler, kılıçlarını çekip Sextus’u öldüreceklerine yemin ettiler. Lucree ise duvardan bir bıçağı alıp bağrına soktu ve “Şimdi barışı öldürdüm” dedi.



LUCRETİA İNTİHAR EDERKEN / NEWYORK MÜZESİNDE



Lucius ve Brutus bu sahne karşısında donup kaldılar. Kısa bir zaman sonra ilk olarak Brutus kendine geldi. Hemen Lucree’nin bağrındaki bıçağı çekip aldı.

“Roma’nın en iyi kadını olan Lucree’nin asil kanı üzerine yemin ederim ki intikamını alacağım. Artık, Sextus ve kraliyet ailesi bizim düşmanımızdır. Roma bu kraliyet ailesinden kurtulmalıdır” dedi Brutus.

Sonra Brutus Lucree’yi yatağa yatırıp Collatia’daki foruma gitti. Collatia halkının kraliyet ailesine karşı savaşmasını söyledi. Galeyana gelen silahlı kalabalık Roma yolunu tuttu.

Romalılar silahlanmış Collatia halkını görünce korkup evlerine saklandılar. Brutus, bütün Roma halkını tellal ile foruma çağırdı. Sextus’un Lucree’ye tecavüz ettiğini ve kraliyet ailesinin kötülüklerini anlattı.

Roma’da bu olaylar olurken, Tarquin ve ordusu Ardea’yı almıştı. Daha sonra Roma’ya doğru yola çıktılar. Ancak Roma’nın kapıları tutulmuştu. Tek kurtuluşları Roma’dan gitmekti. Tarquin ve ailesi Kaere şehrine gittiler ama öldürüldüler. Lucius ve Brutus Lucree’ye verdikleri sözü tutmuşlardı.

Bu olaydan sonra, Roma her yıl seçilen devlet memurlarının oluşturduğu senato tarafından yönetilmeye başlandı. En yüksek memur olan konsül sadece bir yıllığına seçilirdi. Romalılar bu sisteme Cumhuriyet adını verdiler. İlk konsül olan Brutus’un, Delfi kahinin söyledikleri hakkında düşünceleri doğru çıkmıştı.


Tarihte ve Mitolojide REHBER - Alexander Nemirovsky'den alıntıdır. Yazar bu kitabı, Eski Mısır,Mezopotamya,Çin,Yunan ve Roma uygarlıklarını ,tarihi belgelerle ,öyküler şeklinde hazırlamıştır. Tales of the Ancient World





Bu öykü sanatta birçok yazar, heykeltraş ve ressama esin kaynağı olmuştur.


Ayrıca:

Dişi Kurt Latince Lupa (çoğul: Lupae) olarak adlandırılır ki ,
Etrüskler'den "Tarkan" Hanedanlığı Roma'yı MÖ.509 'a kadar yönetmiştir.



Roma'yı Romalıların kurduğunu "kanıtlamak" için MÖ.3.yy'da Romulus ve Remus efsanesini yazarlar, bu Agustus döneminde de sürekli anlatılır, sırf Roma'yı kuranların Etrüskler olduğunu "Romalılara" unutturmak için....




SB.